• /
  • Kütüphane
  • /
  • Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A
  • /
  • 26. ALMANYA’YA TEŞRİFLERİ
25. GÜL KOKUSU

26. ALMANYA’YA TEŞRİFLERİ



Prof. Dr. Sabahattin ZAİM57


Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r- racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Es-selâmü aleyküm ve rahme- tu’llàhi ve berekâtüh!..

Muhterem Efendim, muhterem hàzırûn!

Merhum Hocaefendimiz Hazret- lerini, yetişenler biliyorlar. Es’ad Hocaefendimiz de kendisi konuşmalarında izah ettiler. Bendeniz de size birkaç hatıramı



57 Prof. Dr. Sabahattin Zaim (1926-2007) Makedonya’nın İştip kazasında dünyaya geldi. 1934’te ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Fatih Ortaokulu’nu, ardından Vefa Lisesi’ni bitirdi (1943)

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1947’de mezun oldu. 1950 yılında A.Ü. Hukuk Fakültesi’nden öğrenim denkliği aldı. Devlette ilk görevine İstanbul maiyet memuru sıfatıyla başladı, Fatih ve Eyüp’te kaymakam vekilliği yaptı (1947-1949). Ardından muhtelif ilçelerde kaymakamlık görevinde bulundu.

1953’te İ.Ü. İktisat Fakültesi Sosyal Siyaset Kürsüsü’nde asistan oldu. 1955’te doktorasını verdi. Aynı yıl Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti, Cornell Üniversitesi’nde doçentlik tezini hazırladı ve iki yıl sonra Türkiye’ye döndü. Doçentlik sınavını verince, 1957’de Sosyal Siyaset Kürsüsü’nde kadrolu hocalığa başladı. 1963’te Almanya’da Münih Üniversitesi’nde iki yıl kaldı. 1965’te profesörlüğe yükseltildi; 1979’da kürsü başkanlığına getirildi ve bu görevini emekli oluncaya kadar sürdürdü. 1980-1982 yıllarında Suudi Arabistan’da Cidde Melik Abdülaziz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nde iki yıl misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. Temmuz 1993’te emekli oldu.

Prof. Dr. Sabahattin Zaim 9 Aralık 2007 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Edirnekapı’daki aile kabristanına defnedildi.

285

nakledeceğim:

Birincisi: 1957 yılında Amerika’dan dönmüştüm. Geldiğimde babam yoldayken vefat etmişti. Hacı dayım bizi Zeyreğe götürdü. Bizim aile zâten merbuttu. Dedem, rahmetli Hacı Hasib Efendi’nin halifesiydi. Daha çocukluğumda Çarşamba’da halvet yapılırdı, biz de takip ederdik. Babam da aynı yere mensubdu. Dayım götürdü, tanıştırdı.

Hocaefendi’nin bahsettiği Gümüş Motor fabrikası kuruluyormuş. Kuranlar da hep mühendis... Ben de iktisatçıyım. Hocaefendi emrettiler, dediler ki:

“—Sen de katıl!”

Ben de hisse aldım. İdare heyetine girdim. Ve hâlâ o hissemi muhafaza ediyorum, satmadım. Hikâyesini biliyorsunuz Gümüş Motor’un...


Daha sonraları, mekân olarak Zeyrek’ten İskender Paşa Camiine geçildi. Osman Çataklı tarafından camiye bir de meşruta yapıldı. Türkiye’nin çeşitli meseleleri orada masaya yatırılır, bu meseleler müdavimler arasında tartışılırdı. İstanbul ve Ankara’nın çeşitli kalburüstü, inançlı münevverleri, hocaları ve inanmış iş adamları orada olduğu gibi, üniversite hocaları da oradaydı.

Hocaefendi hayatımda beni en fazla etkileyen insan olmuştur. Daima güler yüzlü, şefkatli ve hoş sohbetti. Çocuklara karşı son derece müşfik ve mültefitti.

İkincisi: Almanya’daydım, 1964’te profesörlük için gitmiştim. Ben oradayken Hocaefendi, Necmettin Bey’le beraber Almanya’ya geldi. Patent alma görüşmeleri için Hatz Motor Fabrikası’nı ziyaret etmek üzere randevu aldık. Skoda’nın kalitesi iyi olmadığı için bir Alman firması tercih edilmişti. Hatz motorları dünyaca meşhurdu.

Almanya’nın güneydoğusunda, Çekoslavakya’ya yakın bir yer... Beraber gittik. Fabrikayı ziyaret ettik. Fabrikayı incelediler ve deftere hatırasını yazmasını istediler. O da yazdı:

“—Dünyaları çok güzel ve mâmur; Allah iman nasib etsin!” dedi.

286

Münih’te gezerken, bir Mercedes geçiyordu. Aramızda hiçbir konuşma geçmediği halde Hocaefendi arabayı görünce birden: “—Güzel bir araba… Bir tane de sen böyle araba al inşaallah!” dedi.

Benim de hiç hatırımda yoktu. O zaman Volks Wagen almak niyetim vardı dönerken... O permi meselesi filân vardı. Permi de denk düştü, bir Mercedes aldım; yıl 1963... Şimdi 1993, hâlâ aynı arabayı kullanıyorum. Başka araba da almadım.


Üçüncüsü: Üçüncü oğlum doğmuştu. Kendilerini ziyaret ettim:

“—İsmini ne koyalım?” diye sordum.

“—Abdülhalim olsun!” dedi.

Ondan önceki ağabeyleri Selim ve Kerim idi.

Sonra büyüdü. Sünnet için götürdük. İçeriye girdik, elini öptü. Salonda bir sürü insan var... Kendisi kalktı, çocuğa şeker ikram etti. Çocuğa verdiği önem…

287

O çocuk büyüdü, üniversiteyi bitirdi, bilgisayar mühendis- liğinde asistan oldu şimdi... Aldığı dualarla tabii...


Dördüncü hatıra: Filipinler’de bir İslâm merkezi vardı. Dekanı Sezar Edib Mâşuk... 1955’te Amerika’da doktorasını yaparken tanıştığım bir şahıs... Markos’la Mindenao müslümanlarının muharebesinde de aracılık yapardı.

Babası Osmanlı ordusunda subaymış, Suriye asıllı... Sonra bir ihtilâf olmuş, doğuya kaçmış. Orada bir yerli hanımla evlenmiş, bu çocuk doğmuş. Sonra müslümanlığı kazanmış ve İslâm mücahidi olmuştu. Çeşitli kongrelerde bulundu. İstanbul’a geldi birkaç defa, konferanslar da verdi. Son gelişinde bana dedi ki:

“—Çok huzursuzum, huzur bulamıyorum!” dedi. Tasavvufa da meraklıydı. “İntisab etmek istiyorum ama, olmuyor. Ruh alemim çok dalgalı...” dedi.

Hocaefendimiz’e götürdüm, tanıştı. Hocaefendimiz herkesi kabul etmezdi, buna hemen görev verdi. İntisab etti, gitti.

288

Yalnız, bundan önce hikâyesi var: Hocaefendimiz’e bir defa götürmüştüm buradayken... Gitmiştik, huzursuzum filân diyordu. Sonra bir rüya görmüş, bana mektup yazdı: Diyordu ki:

“—Bir rüya gördüm. Rüyamda Hazret-i Peygamberi gördüm, yüzü Hocaefendi’nin yüzüydü. Ne mânâya gelir bu, kendisine soruver lütfen!” diyordu.

Sordum, “İntisab etmesi gerekiyor.” dedi. O geldiğinde intisab etti. Sonra bıraktı orasını, Amerika’dan yazışında: “Çok huzurluyum, rahata kavuştum.” diyordu.


Son hatıra da, 1980 son haccı sırasında Orhan Batı’nın evinde duruyoruz. Hocaefendi teşrif ettiler. Bir akşam otururken, konuşurken;

“—Allahu a’lem, bugünlerde kıyamet yakındır her halde!”

dedi.

Biz tabii hep öbür türlü düşündük. Ama döndükten sonra vefatını öğrenince... Hani biraz evvel bahsedildi: Alimin ölümü alemin ölümüdür. Her alemin ölümü de küçük kıyamet demektir. “Kasdedilen kıyamet o imiş demek ki…” diye düşündüm.

Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llah!


14. 11. 1993 - Hâcegân / İSTANBUL

289
27. DÜNYANIN DİREĞİ