• /
  • Kütüphane
  • /
  • Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A
  • /
  • 25. GÜL KOKUSU
24. “SİZE YARDIM EDİLECEK!”

25. GÜL KOKUSU



Osman ÇATAKLI56


Hocaefendi daha Zeyrek’teki camideyken, bir arkadaşla birlikte ziyaretine gitmiştik. Sohbet odasında Hocaefendi, ben ve arkadaştan başka kimse yok... Hocaefendi odadan çıktılar. Baktım ki arkadaşın parmağında altın yüzük var... Arkadaşa:

“—Altın yüzük kullanmak haram... Sen o yüzüğü kullanmasan iyi olur, başkaları suizanda bulunur.” dedim.

O da:

“—Aslında bunun hepsi altın değil, yüzde şu kadarı altın, şu kadarı bakır; o yüzden kullanmakta bir sakınca yoktur.” diye yaptığının doğru olduğunu anlatmaya çalıştı.



56 Prof. Dr. Osman Nuri Çataklı: 1925 yılında Ordu, Ünye’de doğdu. İlk ve ortaokulu Ünye’de okudu. 1942 Yılında İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun oldu. 1949 yılında İTÜ İnşaat Fakültesi’ni bitirdi. Öğrencilik yıllarında Gümüşhanevi Dergahı’nda Abdü’l-aziz Bekkine Hz.lerinin sohbetlerine devam etti.

1950 yılında İTÜ İnşaat Fak. Su Yapıları kürsüsünde asistan oldu. 1954- 1956 yılları arasında Londra’da bulundu, doçent oldu. 1966’da profesör oldu. İTÜ’nün dışında Sakarya DMMA’da ve çeşitli üniversitelerde hocalık yaptı. 1974- 1978 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü yaptı. 1983 yılında ITÜ İnşaat Fak. Su Yapıları kürsüsünden emekli oldu.

Prof. Dr. Osman Çataklı İstanbul’da oturuyor. Evi oraya yakın olduğu için namazlarını İskenderpaşa Camii’nde kılıyor. Cami Derneği ile de ilgileniyor.

Neşredilmiş birçok eseri mevcuttur. En önemli eseri, Abdül’aziz Bekkine Hazretleri’nin sohbetlerinden not tutarak hazırladığı Râmûzü’l-Ehàdîs

tercümesidir. Lütfü Doğan Hoca’nın ve Prof. Dr. Cevat Akşit’in redaksiyonu ile Hadisler Deryâsı adıyla iki cilt halinde yayınlanmıştır (1982).

281

Bu sırada Hocaefendi içeriye girip çıkıyor... O gelince biz konuşmayı kesiyoruz, gidince devam ediyoruz. Böyle birkaç seferden sonra, Hocaefendi yanımıza oturdu:

“—Size bir hikâye anlatayım!” dedi ve şöyle anlattı:

“Kastamonu’da bir Derviş Mehmed ile Bir alim kimse varmış. Bu hoca sigara içer ve ‘Mahzuru yoktur.’ dermiş. Hattâ bunun hakkında bir de risâle yazmış. Derviş Mehmed de sigaranın aleyhinde bir risale yazmış. Aralarında böylesine bir mücadele varmış.

Bir yıl hac mevsimi o hoca hacca niyetlenmiş. Beraber gidebilmek için başkaları da müracaat etmiş. Derviş Mehmed de kafileye katılmak istemiş ve kabul edilmiş. Kendisine hocaefendinin sigara takımları emanet edilmiş; hocanın sigarasını hazırlayacakmış.

Derviş Mehmed, Medine’ye gelinceye, Ravza-i Mutahhara görününceye kadar bu işle meşgul olur, hizmeti aksatmaz. Ravza-ı Mutahhara görününce hocaya:

282

‘—Bizim görevimiz buraya kadar... Ben Peygamber’in beldesinde bu hizmeti yürütemem, bu takımları alın!’ der.

Bunun üzerine hoca duraklar:

‘—Yoksa sen o risâleyi yazan Derviş Mehmed olmayasın?’ der.

O da:

‘—Evet, o benim!’ deyince, hoca:

‘—Şimdi ocağıma incir diktin...’ der ve sigara takımlarını kırar.”

Hocaefendi bu hikâyeyi anlattıktan sonra:

“—İşte insanlar ancak bu şekilde ikaz edilir. Lafla, münakaşayla irşad olmaz.” dedi ve odadan çıktı.


Hocaefendi bir gün İskenderpaşa Camii’nde ikindi dersinde, Peygamber Efendimiz’in kendisine has bir kokusu olduğunu, bir çocuğun başını okşasa günlerce o kokunun gitmediğini anlatan hadis-i şerifi okudular. Hadis-i şerifi okuduktan sonra dirseklerini kürsüye koydular, ellerini açtılar, avuç içleri karşı karşıya gelecek şekilde tuttular ve:

283

“—İşte Rasûlüllah SAS ile böyle rabıtalı olanlarda da aynı koku vardır.” dediler.

Ben kürsünün hemen yanında oturuyor ve dersi kitaptan takip ediyordum. “Rasûlüllah ile anlattığınız gibi rabıtalı olduğunuz muhakkak; fakat, ben şimdiye kadar sizin kokunuzu alamadım!” dedim.

Ertesi gün sabah namazına İskenderpaşa Camii’ne geldim. Güneşin doğmasına 22-23 dakika kalmasına rağmen Hocamız namazı kıldırmaya hâlâ gelmemişlerdi. Ben müezzin mahfelinde, müezzin Mustafa Efendi ile oturuyordum. O, Hocaefendi gelmediğinden telaşlı, namazı kendi kıldırmayı düşünürken, bir ayak sesi ile irkildik. İkimiz birden başımızı kapıya doğru uzattık, “Gelen Hocamız mı?” diye... Gelen bir başkasıydı.

Çok az bir zaman geçmişti ki, içeriye gül kokusunu andırır, biraz farklı bir koku doldu. Hemen arkasından da Hocamız girdiler. Ben namazdan sonra eve gittim. Geri döndüğümde Hatm- i Hàcegân başlamıştı ve o koku hâlâ caminin içindeydi.


Kadın ve Aile, 15 Kasım 1991

İslâm, Kasım 1986

284
26. ALMANYA’YA TEŞRİFLERİ