• /
  • Kütüphane
  • /
  • Uzun Yazılar
  • /
  • Vefatının 71. Yılında HACI HASİB EFENDİ HAZRETLERİ (Abdullah Hasib Yardımcı)
  • /
  • 21 ilâ 40. sayfalar
1 ilâ 20. sayfalar

sempozyum sayfa 21 Yine bir sohbetinde Hocaefendi gizli şirkin ümmet-i Muhammed SAS için çok gizli ve tehlikeli olduğundan bahsettiler ve bize gizli şirke ait misaller verdiler:

“İnsanoğlu kazancını takdim ederken ‘Ben çalıştım ve alnımın teriyle kazandım.’ der. İşte bu gizli şirktir. İnsanoğlu burada kendini rızık verici yerine koymuştur. ‘Ben çalıştım, Rabbim verdi.’ demesi gerekir.

‘Soğuk su içtim midem ağrıdı.’ ifadesiyle, hastalığı soğuk suya bağlamıştır. Veya ‘İlaç içtim, başımın ağrısını dindirdi.' sözüyle, Allah’ın şifâ verici vasfını ilaçtan bilmiştir.

Rasûl-i Ekrem SAS Efendimiz buyururlar ki: ‘Hastaya bir ilaç verildiğinde, melekler Allah’a CC sorarlar. ‘Yâ Rabbi! İlaca şifa koyalım mı?’, ‘Koyun!’ buyurursa o ilaç, şifa olur.’

Allah korusun, Allah esirgesin insanlar çok dikkatli olup bu gizli şirkten kendilerini kurtarsınlar inşâallah.”


* * * Bir gün Hocaefendi’ye bir ihvanı şunu sordu:

“—Hocaefendi, mezbahada koyun keserken bazı kesiciler besmele çekmiyorlarmış. Acaba bu durumu göz önüne alarak, mezbahada kesilen eti yemeyelim mi?”

Bunun üzerine Hocaefendi:

“—A be yâhu, biz yemeği yerken besmele çekeriz. Bu besmele hem bizim yemek besmelemiz, hem de mezbahada unutulan besmele yerine geçer.” dedi.

Yine bir gün yemekte idik. Masa örtüsünün dışına bir parça ekmek düştü. Hocaefendi aldı, üfledi ve yedi. Arkadaşlardan biri sordu:

“—Efendim mikrop olmaz mı?”

Buyurdu ki:

“—Ben o mikrobu öldürdüm be yâhu. Çünkü besmele çekerim.”


* * * Hastalığı sırasında idi. Hocaefendi, bana eski bir Kur’an-ı Kerim’ini verdi. Onu alırken, içinde kendi hat yazısıyla yazılı Âyetel-Kürsî buldum:

“—Bunu da alabilir miyim?” diye sordum.

21

sempozyum sayfa 22 “—Al!” buyurdular ve dediler ki: “Onun içinde ‘İllâ bi-iznihî’ [Ancak onun izniyle…] yazar.”


* * * Bir arkadaşa ders verdiği sırada çok dikkat etmesi için şöyle buyurdular:

“—Biliniz ki Müslümanların arasında en kusurlu sizsiniz, bu mutlak doğrudur. Bu gerçektir. Çünkü siz karşınızdakinin iki üç kusurunu görürsünüz. Fakat kendinizin bin kusurunu görmezsiniz.”


* * * Yine diğer bazı arkadaşlardan hatıralar:

Bir hatm-i hàcegân esnasında rabıtamda herkes kayboldu ve ortada bir sürü koyun gördüm. Hasib Efendi de başlarında çobanlık yapıyordu.


* * * Bir gün geç kalmıştım, camiye yetişmekte acele ediyordum. Bir yere gidilecekti. Geldim ki Hasib Efendi ve arkadaşları yeni gidiyorlar. Selâm verdim. Hocaefendi buyurdu ki:

“—A be yahu, bizi lafa tuttunuz ama, yetişmeyen arkadaşlar da yetişti işte.”


* * * Rüyamda bir yokuş çıkıyordum. Hızır AS da önde gidiyor, koltuğunda kitaplar vardı. Ona yetişmeye çalışıyordum.

Derken o hızlandı ve koltuğundan bir kitap düşürdü. Kitabı aldım. O da dönüp bana baktı. Baktım ki Hızır AS, Hasib Efendi imiş.


* * * Hacı Sırrı Tüzeer anlattı:

Hasib Efendi bir gün dükkanıma geldi. Neşeli bir hali vardı, her zamanki yerine oturdu. O sıralar savm-u Davud orucu tutardı.

“—Taze çay demledim, buyurmaz mısınız?” dedim.

Onun üzerine şu sözleri söyledi:

22

sempozyum sayfa 23 “—Hep siz beni rüyada görecek değilsiniz ya, dün gece biz de sizi rüyamızda gördük.”

Bu sözler beni heyecanlandırmıştı.

“—Nasıl gördünüz efendim?” dedim.

Şöyle devam etti:

“—Siz bize bir altın verdiniz. Biz de size kalbimizi verdik.” dedi.

İşte bu rüyadan sonra, dünya işlerim yavaş yavaş bozulmaya başlamıştır.


* * * Yine Sırrı Bey’den naklen:

İstanbul, Çarşamba semtinde oturan yatalak bir kadın varmış Bir gün bu kadın rüyasında:

“—İbrahim Paşa Camii imamı Hasib Efendi’yi gör, o sana lâzım geleni söyler!” diye bir ses işitiyor.

Kendisi yatalak olup dışarı çıkamadığı için komşuya:

“—İbrahim Paşa Camii imamı Hasib Efendi’yi bana bulun!” diyorsa da, bir netice alamıyor.

Nihayet bir gün Hasib Efendi kadının hanesine geliyor:

“—Ben Hasib Efendi’yim, sen gelemeyince ben geldim.” diyor ve kendisine lâzım gelen dersi veriyor. (1)


h. Necdet Oral’dan Hatıralar


Hasib Efendi’yi 1948 senesinde tanıdım. Evi İstanbul Erkek Lisesi’nin orada idi. Biz de Sultanahmet'te oturuyorduk. Fakat onu tanımadan bir sene evvel, Allah içime bir şevk verdi; kendiliğimden Ramazan ayında namaza başladım.

O sırada arkadaşımız olan Mazhar, değişik bir havaya büründü; Yunus Emre'den şiirler okumaya başladı. Bana bir gün dedi ki:

“—Necdet! Ben çok büyük bir hocaefendi tanıdım, gel seni de tanıştırayım! Ben bu kadar kişi arasından —küçük kardeşimle beni kasdederek— ikinizi seçiyorum.” dedi.

İlk olarak Hasib Efendi’ye, Cumhuriyet Gazetesi’nin bulunduğu o sokağa gittik. Onu gördüğümüz zaman şöyle bir

23

sempozyum sayfa 24 gülümsedi bize, gülümsemesi yetti. Demek ki, o maneviyat aktarıyor insana... O gülmesiyle sanki mühürledi bizi...

O zaman 17-18 yaşlarında idik. Hasib Efendi dedi ki bize:

“—Hidâyet kalbe inen bir nurdur, rahmettir. O rahmet, suyun çorak bir toprağı yumuşatması gibi kalbi yumuşatır. Kalp doğru söze açılır ve o doğru sözü hemen kapar. Tıpkı yumuşamış bir toprağın, tohumu kapıp da yeşermesi gibi...”


İşte o sıralarda Hasib Efendi’ye devama başladık. Hasib Efendi’nin evinde, her pazartesiyi salıya bağlayan gece Hatm-i Hacegân oluyordu. Biz de küçüktük. İlk defa Hasib Efendi'nin evine gideceğiz. O zaman kadar gece vakti evden çıkmamışız. Pazartesi günü evimizden ilk defa ayrıldık, gittik. Sohbet ve Hatme-i Hacegân’ı takiben hocaefendi bir bardak çay ikram ederdi. Derken gece saat oldu, çıktık geldik evimize...

Babam Tekirdağ'da idi, evde amcam vardı. Kapıyı bize o açtı:

“—Siz nerdesiniz, bu saate sokak mı kalır?” dedi, tekme tokat bizi dövmeye başladı.

Büyükannem onu yumuşatmaya çalıştı:

“—Vurma! Bunların bir Hocaefendileri var, ordan geliyorlar.” dediyse de amcam:

“—Başlarım hocanın sakalına!..” diyerek bir iki tokat daha vurdu. Daha fazla ileri gitmeden bıraktı.


Sabah oldu. Baktık amcam elini göğsüne koymuş büyükanneme bir şeyler anlatıyor, bize fazla bir şey diyemiyor. “Ben bu gece kendimi zor kurtardım.” diyor. Amcam gibi bir adama da, böyle ağlar bir durum olmasına ben şaştım. Anlatıyor:

“—Bu gece büyük bir ateş yakıldı, ateşe benden önce birisini sürüklediler. Adam bağıra çağıra ateşe sürüklendi. Sıra bana geldi. Beni sürüklerlerken çırpındım, karyoladan düştüm. Zor kurtadım canımı!..” diyor.

Elini göğsüne atmış, kaşıyor; ağlar gibi bir halde...

Cenab-ı Hakk’ın hikmetini orada sezdim. Hasib Efendi’nin ruhaniyeti... Çünkü Hasib Efendi ehlullah, hattâ kutub bir zattı. Çünkü rahmetli Aziz Efendi, Hasib Efendi’nin vefatından hemen sonra Hatm-i Hâcegânlarda onun için kutbü’l-aktâb sözünü zikrediyordu.

24

sempozyum sayfa 25


* * * Hasib Efendi yaşlı idi ve keramet gösterirdi. Oturursun, senin kalbinden bir şey geçiyorsa, Hasib Efendi derdi:

“—A be öyle değildir o be yahu, şöyle derler onun için...”

Sırrı Ağabey anlattı bize: “Bir gün Hasib Efendi’nin imamlık yaptığı İbrahim Paşa Camii’nden yatsı namazını müteakip çıktık gidiyoruz. Ben Hasib Efendi’nin çantasını taşıyorum. Yaz günü, dışarıda hava açık... Yürürken gökyüzünde bir yıldız kaydı. Ben havaya bakıyorum, yıldızları seyrediyorum; Hasib Efendi yere bakıyor. Derken yıldız kayınca, içimden geçti ki:

“—Acaba dinimizde yıldız kayması nasıl izah edilir?”

Hemen başını kaldırdı, dedi ki:

“—A be derler ki, melekler şeytan kovalıyor.”

İşte Hasib Efendi böyle biriydi.


* * * Hasib Efendi’yle bir buçuk senemiz geçti. Babamdan haftalık alırdık o zaman... Haftalığımızı aldığımız zaman, Hasib Efendi’yi evden taksi tutup alırdık, Beyazıt Camii’ne vaaza götürürdük. Vaazı pazar günleri ikindi vakti yapardı.

Lise 10. sınıftayım, bir gün vaazdan dönüyoruz. Tam İstanbul Erkek Lisesi’nin önüne geldik. İçimden dedim ki:

“—Hocaefendi bir sorsa da, zor bir dersim vardı, bana onun için bir dua etse...” dedim.

İçimden geçer geçmez, taksinin içinde bana döndü:

“—A be nerede okursun?” dedi.

“—Hocaefendi, şu mektepte...” dedim.

Tam oradan geçiyoruz.

“—A be var mı ikmalin?” dedi.

“—Var...” dedim.

“—İnşaallah geçersin.” dedi.


* * * Bir kere de aynı şey evinde oldu. Yine imtihanımın yaklaştığı bir zaman gittim evine... Rahatsız olmuş Hasib Efendi... Valide Hanım sırtını ovuyor, terini siliyor. Hasib Efendi başı öne eğilmiş durumda idi. Ben de yanda oturuyorum. İçimden;

25

sempozyum sayfa 26 “—Hocaefendi bir sorsa da, dua etse...” diye geçti.

O sırada Hasib Efendi bir şeyler anlatıyordu. Bunu düşünür düşünmez lafını kesti, başını bana doğru çevirdi:

“—A be hangi mektepte okursunuz?” dedi.

Okulumu söyledim ama yüzüm kızardı, utandım. Başımı önüme eğdim.

“—İkmalin var mı?” dedi.

“—Bir ikmalim var...” dedim.

“—İnşaallah geçersin, geçersin!” dedi. “Ben bazen dua ederim, sınıflarını geçerler. O benden değil Allah'tandır, Allah'tan...” dedi ve ağladı.

Hasib Efendi ayet okunurken ağlardı. Cuma namazından evvel, ayetler okunurken devamlı gözyaşı dökerdi. (2)


* * * Hasib Efendi’den i’tikafla ilgili bir hatırasını dinlemiştim. Şöyle anlattı:

“—Bir yaz mevsimi Ramazan ayının son on gününde imamı olduğum camide itikafa girmeye niyet ettim. İtikafı caminin mevcut geniş pencereleri içinde yapacaktım. Yanıma biraz un, bir testi su, küçük bir ispirto ocağı ve ufak bir tas aldım. A be iftar için tas içinde sade suya biraz un çorbacığı yapardım.

Namaz aralarında pencere içinde oturur, Kur’an, zikir, tefekküre devam ederdim. Sıcaklarda pencere kanatlarını duvara kadar açardım. Ara sıra pencere camına gözüm ilişir, kendimi görürdüm ama önemsemezdim.

İtikafın sonuna doğru bir gün gözüm gene pencere camına ilişti. Ama bu sefer camda kendimi değil, mürşidimi gördüm. Devamlı bana bakıyordu.” dedikten sonra Hocaefendi Hazretleri ağladı.

Kanaatimce Hocaefendi bizlere bu yolun mânevî basamaklarından ilki olan fenâ fi’ş-şeyh makamının ilk belirtilerini anlatmak istemişti.


* * * Hoca Abdülaziz Efendi’nin evinde Hasib Efendi Hazretleri ve bazı arkadaşlarla beraber bir yemekte idik. Yemeğe Hasib Efendi’nin besmelesi ile başlandı. Yemekte bulunan bir misafir,

26

sempozyum sayfa 27 sofrada bir hatırasını anlatmaya başladı. Konuşması uzayıp gidiyordu.

Bir ara Hasib Efendi, zannedersem kendisini ikaz yollu:

“—A be, biz her lokmada bir besmele çekeriz, her çiğneyişte de kalbimizden Allah deriz.” dedi.

Misafir bu söze rağmen hatırasını anlatmaya devam edince Hocaefendi aynı sözlerini bir kere daha tekrar etti. Misafir durumu kavradı ve sustu.

Bu hadise de zihnimden şöyle bir yorum geçti: Hocaefendi Hazretleri bizlere büyüklerin yanında nasıl yemek yeneceği adabını öğretmek istiyordu. (3)


* * * İnsanlar çeşitli şekilde imtihana tabi olabiliyorlar. Aziz Efendi’nin bir sözü vardır:

“—Şeyh imtihan etmez, imtihan eden ancak mel'undur. Şeyh imtihan etmez. ‘Şu adama helâları süpürteyim de, bakayım içinden bir şey geçiyor mu?’ demez. Ya küfre düşerse, bunun vebali ne olacak? İmtihan Allah'ındır. Şeyh bu işi yapmaz.” dedi.


* * * Hasib Efendi’nin evinde otururken, Aziz Efendi yanı başında bulunurdu. Vefatından evvel her gün Aziz Efendi, bir Kur’an çantası ile sık sık Hasib Efendi’ye giderdi. Karşılıklı Muhammediye, Ahmediye gibi büyük kitaplar okurlardı. Aslında o okuma, bir ilim tahsilinden çok sanki makam teslimiydi.

Bir gün ben Hasib Efendi’ye gittiğimde, o okumalarına rastladım. Hasib Efendi oturuyor, yatağının içerisinde ders okuyor Arapça olarak... Aziz Efendi de onu kitaptan takip ediyor. Arapça bir cümle okuyor, ona bazen:

“—Şuradaki ibâre bu demektir.” diyordu.

Derken Aziz Efendi aniden Hasib Efendi’ye şöyle dedi:

“—Hocaefendi! Bir şeyh vefat etse, mürid üzerindeki tasarrufu azalır mı veya kalkar mı?..”

Hasib Efendi:

“—Yok yok kalkmaz! Bil’akis derler ki, şeyhin vefatı ile dervişler üzerindeki tasarrufu kınından çıkmış kılıç gibi daha da keskinleşir.” dedi. (4)

27

sempozyum sayfa 28


* * * Hasib Efendi’nin evindeki Hatm-i Hâcegân sabaha kadar sürmezdi. Sünnete çok uygun hareket eden insandı. Yatsıdan sonra öyle uzun boylu oturmak yoktu. Aziz Efendi'de oturulurdu

ama Aziz Efendi'nin ömrü kısaydı. O kendini biliyordu. Hasib Efendi de biliyordu bunu... Mehmet Zâhid Kotku Efendi için:

“—A be, ondan sonrakinin ömrü bize uzun görünür.” demiş.

Sohbette sordular:

“—Hoca Efendi, Allah ömür versin ya, hani sizden sonra bizler ne yaparız, nereye gideriz?” dediler.

Bunun üzerine dedi ki:

“—A be düşünmeye gerek yok, bizden sonra Aziz vardır. Biraz da ona devam edersiniz.” dedi.

Meğerse bunun daha devamı da varmış: “—Ondan sonrakinin ömrü uzun!” demiş.

Bu sözünü de sonradan öğrendim. (5)


Notlar:


(1) Prof. Osman Çataklı, Hacı Hasib Efendi ve Hacı Aziz Efendi, s. 13-33, İstanbul, 2000.

(2) Dr. M. Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A, s. 131-135, Seha, İstanbul, 1997.

(3) Prof. Osman Çataklı, Mehmed Zâhid Kotku, s. 211-212, İstanbul 1999.

(4) Dr. M. Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A, s. 135-136, Seha, İstanbul, 1997.

(5) a. g. e., s. 133

28