VEFATININ 4. YILINDA

DR. EMİN ACAR’I

RAHMETLE ANIYORUZ


Dr. Metin ERKAYA


Dr. Emin Acar 1926 yılında Bursa’nın İnegöl ilçesinde doğdu. Tıp tahsilini İstanbul’da, İstanbul Tıp Fakültesinde yaptı. 1952 yılında mezun oldu.

Öğrencilik yıllarında Rahmi Eray Ağabeyi’n sohbetlerine devam etti. Onun vasıtasıyla Abdü’l-aziz Bekkine Hazretleri’yle tanıştı. Onun Fatih Ümmügülsüm Camii’ndeki hadis derslerine, sohbet ve zikirlerine katıldı.

“Rahmi Eray, 1917’de Elbistan’da doğar. Küçük yaşta babası vefat eder, yetim kalır. İlköğrenimini Elbistan’da, yüksek öğrenimini İ.Ü. Tıp Fakültesi’nde yapar. 1938’de geldiği İstanbul’da büyük küçük geniş bir muhitin Rahmi Ağabey’i olur.

Yakalandığı damar ve kan hastalığı, onu on sekiz sene yatağa ve durağan bir hayata mahkûm eder. Etrafında bir halka oluşur. Kendi dert ve ızdırabına kimseyi ortak etmez. İnsanları doğrudan tenkit etmez, dolaylı ve genel hitaplarla karşısındakilere hakikati gösterir. Gelenlerin dertlerine çare bulan doktor gibidir. Kindarlara merhameti, şiddet ve hiddetlilere itidali, nefse karşı aklı, âsîlere hürmeti öğreten bir muallimdir.

Namı yok, şöhreti yok, mesleği ve sıfatı yok, eseri yok, mülkü ve parası yok, adını devam ettirecek kimsesi yok. Ama örnek bir hayatı, sözleri ve davranışları vardır.”1


Recai Kutan onu şöyle anlatır:2 “Rahmi Eray diye fevkalâde iyi yetişmiş bir ağabeyimiz vardı.



1 Ezel Erverdi, Rahmi Eray, Milliyetçilerin Ağabeyi, Takdim kısmından; Dergâh Yayınları, 2000.

Recai Kutan, s.

2 Metin Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Hz., s.212.

1

Tıp Fakültesi son sınıftaydı. Bacaklarında tromboflebit vardı. O zaman tedavi imkânları yetersiz… Havalar sıcak olunca mutlak yatak istirahati gerekiyor. Dolayısıyla Tıp Fakültesi’ni bitiremiyor. Fakat öylesine dolu bir insan ki…

Fatih’te bir dairesi var. Memleketi Elbistan’dan bir sürü yiyecekler gönderiliyor. Kavurması, peyniri, yağı, sucuğu vs. Her sabah onun evine 5-6 ekmek alınıyor. Umumiyetle onun ziyaretine gelenler üniversite öğrencileri, asistanlar vs. Karnı aç olan önce mutfağa gidip karnını doyuruyor. Sonra Rahmi Ağabey’in odasına geçiyor.

O yatağında yatıyor. Bir bakıyorsunuz, o dönemde yayınlanmış ne kadar dergi varsa, ne kadar önemli kitap varsa hepsi orada… Yüksek seviyeli sohbetler yapılıyor, umumiyetle temel İslâmî konular anlatılıyor.

Tabi biz bu çalışmaları yaparken bizi soruları ile bunaltanlar da oluyor. Bir gün bu soruların cevabını alabilmek için Rahmi Eray Ağabey’e gittik. Kafamızda İslamiyet’le ilgili bazı sorular var, izah edemiyoruz. Rahmi Ağabey’e dedik ki:

‘—Rahmi Ağabey bize şöyle şöyle sorular geliyor. Sen ilmi olan birisin, bize cevaplar hakkında yardımcı ol!’ Dedi ki:

‘—Çocuklar, siz bu soruları bana sormayın! Yarın akşam buraya gelin, burada yakında Zeyrek’te bir cami var, Ümmü Gülsüm Mescidi... O caminin de bir mübarek hocası var, gerçek anlamda mürşid, adı Abdü’l-aziz Bekkine; oraya gidelim!

Mescidin arkasında o hoca efendinin evi var. Evinin alt katı geniş bir salon. Her yatsı namazından sonra orada sohbet yapılıyor. Oraya gidersiniz, sorularınızı o hoca efendiden sorarsınız, en iyi cevabı o verir!’ dedi.


Biz ertesi gün gittik, yatsı namazına Zeyrek’e, o Ümmü Gülsüm Mescidi’ne. Çok kalabalık, entelektüel kesim umumiyetle buraya geliyor

Namazdan sonra o salona gittik. Salon dediğimiz boydan boya yer minderleri var, köşede bir sedir var. Orada gözümüze çarpan iki isim, Erbakan Hoca ile Nurettin Topçu oldu. Biraz sonra Abdülaziz Bekkine Hazretleri geldi.

Müridan başlarını önlerine eğmiş, kendi iç alemlerindeler…

2

Biraz acaibimize gitti; ‘Böyle mübarek bir zat var, niye bol bol soru sormuyorlar?’ diye.

Biraz sonra sohbete başladı, biz adeta donduk kaldık. Biz kendisine herhangi bir şey sorma fırsatımız bile olmamışken, Rahmi Eray Ağabey’e sorduğumuz suallerin hepsini bir bir cevaplandırdı. Yani biz bir acayip duygunun içine girdik. İnsan hayretler içinde kalıyor. O tip bir mübarek zatı da o güne kadar görmemiştik.”


Abdü’l-aziz Bekkine Hazretleri aslen Kazan’lıdır. 1895 yılında İstanbul’da doğmuş, 1909’da ailesiyle Kazan’a dönmüş, 1918’de tekrar İstanbul’a dönmüşlerdir. Dini tahsiline Buhara’da başlamış, İstanbul’da muhtelif medreselerde devam ettirmiştir. Medrese arkadaşı Mehmed Zâhid Kotku Hz. vasıtasıyla Gümüşhaneli Dergâhı şeyhi Mustafa Feyzi Hazretleri’ne intisab etmiş, tasavvufi eğitimini onda tamamlamıştır. Hasib Efendi Hazretleri’nin 15 Mayıs 1949 yılında vefat etmesiyle, dergâhın başına şeyhlik vazifesine getirilmiştir.

H. Necati Coşan Rh.A. şöyle anlatıyor:3 “Kendisi Hazret-i Ali Efendimiz’i hatırlatan bir vücut yapısına sahipti. Saçı sakalı sarışın, kol ve pazuları kalınca, her halde güçlü kuvvetli, göğsü geniş, yüzü heybetli idi. Bazı kere tüyleri ürperten bakışlarına ve ciddî tavırlı görünmesine mukàbil, misafir ve ziyaretçilerine hitab ve iltifatı gayet olgun, latîf ve çok tatlı olurdu.

Münazara edası içinde sohbet vesîlesi olan konuşmalardan son derece hoşlanırdı. Gecenin geç saatlerine kadar devam eden konuşmalardan sonra, evde abdest tazeleyip, yatmaya fırsat kalmadan sabah namazı için camiye döndüğümüz zamanlar olurdu.

Yalnız olarak yemek yediği herhalde görülmemiştir. Bu sofra arkadaşları olan bizleri, herhalde tevâzu eseri olarak kardeş ve evlât olarak kabul ettiği için, seviyemize iner, kendi kaşığıyla ikram iltifatında bulunurdu. Dünya ve dünyalıklara soğan



3 Metin Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Hz., Halil Necati Coşan, s.178.

3

kabuğu kadar kıymet vermez, elinde ve evinde fazla olanı sabaha bırakmazdı.

Bildiğimiz kadarıyla sıkıntılı olan bir hayatın içindeydi. Fakat kendisine çile ve mihneti zevkle kabul ettiği için, durumunu hissettirmez hep mesrûr ve neşeli görünürdü. Yine Hazret-i Ali Efendimiz’in meşhur miskin, yetim ve esir hadiselerini hatırlatan, yâni ailece aç kaldığı, yattığı zamanlar olurdu.

Yaz kış giyiminde fark olmayan, yâni soğuk ve sıcaktan etkilenmeyen bu muammâ ve müstesnâ insan, sözle ifadesi zor olan fevkalâde birçok hal ve meziyetin sahibi idi. Her dalda öğrenim yapan öğrenci sorularına cevap vermesinden ve kendisiyle görüşen, şu anda hatırlayabildiğim Nurettin Topçu başta olmak üzere, ilim otoritesi sayılan zevâtın hayranı oldukları itirafını yapmalarından, pek çok ilimlere tahsilini yapmadığı halde vukùfu bulunduğu anlaşılırdı.”


İkinci haclarından döndükten sonra, yakalandıkları hastalıktan kurtulamayarak, daha genç denilecek bir yaşta, 57 yaşında rahmet-i Rahmân’a kavuşmuşlardır. Tarih 2 Kasım 1952 (14 Safer 1372) Pazartesi günü, öğle vakti civârıdır. Kabirleri Edirnekapı Sakız Ağacı Şehitliği’ndedir.4


Abdül’aziz Bekkine Hazretleri’nin vefatından sonra Bursa’da Üftade Camii’nde imamlık yapmakta olan Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri dergâhın başına gelir. Dr. Emin Acar, Rahmi Ağabey’le birlikte Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin sohbetlerine devam ederler.

O sırada Dr. Emin Acar Tıp Fakültesi’ni bitirir. Rahmi Eray da Ekim 1958’de vefat eder. Cenaze namazını Göztepe Camii’nde Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri kıldırır.

Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri az konuşan, mütevazi, fakat görkemli bir zat idi. O da her kesimden insanlarla, gençlerle, öğrencilerle ilgilendi. 1958’de İskenderpaşa Camii’ne tayin oldu. Hadis derslerine ve sohbetlerine gelenler zamanla çoğaldı. Görünmeyen bir üniversite haline geldi. Dr. Emin Acar da zaman



4 Abdül’aziz Bekkine, Râmûzül-Ehàdîs Terc. c.1, s. XV, İstanbul, 1982.

4

zaman ziyaretine gelirdi. Hocaefendi Ankara’ya geldiği zamanlar, evlerde yapılan sohbetlere katılırdı.


Prof. Dr. Abdülkerim Abdülkadiroğlu anlatıyor:5 “Es’ad Hoca, mükrim bir kimse idi ve yaşadığı hayatı bunu gerektiriyordu. Hanımı da aileden gelen gelenekle buna alışkın, hatta teşvikkâr idi. Bir keresinde şöyle anlattı: ‘—Ankara’ya geldiğimiz aylarda idi. Dr. Emin Acar Beyler hoş geldine gelmişlerdi. Ayın son günü idi ve ertesi gün maaş alacaktık. İkram edecek hiçbir şey, hatta kuru ekmeğimiz bile yoktu. Şayet ekmek olsaydı, bir tencere su ile birlikte ortaya getirecek, sünnet üzere buyurun, şu anda olan bu deyip ikram edecektik. O kadarını da yapamadık. Onlar Hocamızın (Mehmed Zâhid Kotku Hz.) hatırına bizi adam yerine koyup ziyarete geliyorlar, yoksa biz kim oluyoruz ki...’ demişti.

Unutamadığım acı bir hatıradır.”


Mehmed Zâhid Kotku Hz.nin teşviki ile Gümüş Motor kuruldu. Birtakım siyasi faaliyetler, parti çalışmaları yapıldı.

Milli Nizam Partisi, Millî Selâmet Partisi kuruldu.

Dr. Emin Acar 1973 milletvekili seçimlerinde MSP’den Bursa milletvekili seçildi. İki dönem milletvekilliği yaptı.

Kendisiyle yakından tanışmamız 1980 yılında oldu. Oğlu Rahmi, Cerrahpaşa Tıp’ta okuyordu. Onu Vefa’daki İlim Yayma Vakfı öğrenci yurduna getirdi, yerleştirdi. Ben o sırada yurt doktoruydum. Tanıştık, sohbet ettik. Daha sonraki yıllarda ben Ankara Sincan’da muayenehane açtım. Ankara’ya gittikçe kendisini Ulus’ta, Hacı Bayram-ı Velî Camii yakınındaki muayenehanesinde ziyaret ettim, sohbetinde bulundum.


Dr. Emin Acar çevresinde bulunan ilim sahibi, sâlih kimselere hürmet eder, onların dostluğuna önem verirdi. Mensubu olduğu Gümüşhaneli Dergâhı sebebiyle Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, M. Es’ad Coşan Hocaefendi ile irtibatı vardı. Akçakoca’da görev



5 Abdulkadiroğlu, Abdulkerim, M. Es’ad Coşan Hocam’ın Hatırasına, Güncel Yazılar III, Ankara, 2002.

5

yaptığı sıralarda Bolulu Muhyiddin Efendi’yle (1881-1976) yakınlığı oldu. Ayrıca Yozgatlı Şeyhzâde Ahmed Efendi’nin (1906- 2002) ziyaretine giderdi.

Hacı Bayram Camii imamı Zekâi Sarsılmaz Efendi (1897- 1977) ve İsmail Turan Hoca (1924-2004) yakın dostlarındandı.

İsmail Turan Hoca aslında İTÜ mezunu bir mühendisti. Ama İstanbul’da öğrenci iken özel hocalardan dersler almış, Arapça, Hadis ve Tefsir alanında kendini yetiştirmişti. Hafızası çok güçlü idi. Kur’an hafızı idi. Pek çok hadis kitabını ezbere biliyordu. Ayrıca pek çok yabancı dile vakıftı.


İsmail Turan Hoca, Doktor Emin Acar’ın gayretleriyle 1988 yılı Kasım’ında, doktor beyin muayenehanesinde, Sahîh-i Müslim’den hadis derslerine başladı. Dersler cumartesi günleri öğle namazından sonra başlıyor, gece saat 21’e kadar 8-9 saat devam ediyordu. Hadis-i şerifleri okuyor, izah ediyor, raviler hakkında bilgiler veriyordu. Misallerle, hatıralarla çok verimli sohbetler yapıyordu. 70-80 kadar dinleyici oluyordu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Sohbete ancak namaz vakitlerinde ara veriliyor, cemaatle namaz kılındıktan sonra devam ediliyordu. Üç yıl kadar devam etti. Mümkün oldukça aksatmadan devam etmeye çalıştık.

Sohbet esnasında zaman zaman, doktor beyin muayenehanesine mahsus Kuşburnu çayı bardaklarla ikram ediliyordu. Acıkanlar için tepsilerde dilimlenmiş tam buğday ekmeği veya kepekli ekmekler dağıtılıyordu. Küçük kaplar içinde ekmeğin banılması için hazırlanmış toz halinde kekik, nane, susam, pul biber vs. den oluşan baharat karışımı veriliyordu. Her biri ayrı lezzette, tarif edilmez bir memnuniyet doğuruyordu. Bütün bu ikramlar, doktor bey tarafından organize ediliyor, hazırlanıyordu.


Doktor Emin Acar, çok okuyan, araştıran, çevresi geniş olduğu için her şeyden haberi olan bir zat idi. Günlük politik gelişmeleri takip ederdi. Ziyaretine gelen kimsenin haline göre mutlaka anlatacak ilginç şeyler bulurdu.

1986-1996 yılları arasında benim Ankara Hakyol Vakfı’da görevim vardı. Doktor beyi öğrenci evlerine sohbete davet ederdik.

6

Bizi kırmazdı, gelirdi, çok ilginç ulusal ve uluslararası konularda sohbet ederdi. Çok hoşumuza giderdi.

Yahudilerden bahsederdi. Kendi aralarında ırk bakımından Yahudi olanların (İsrâil Oğulları) kendilerini üstün gördüklerini anlatırdı. Yahudi ırkından olmayıp da Yahudi dinini benimseyenlere Musevî derdi. Meselâ Habeşistan’dan İsrail’e getirilen Zencileri örnek verirdi. Irken Yahudi olanların Newyork’ta ve Houstın’da yaşadıklarını söylerdi. Hitler’in öldürdüğü Yahudilerin ırken Yahudi olmadığını, sonradan Yahudiliği kabul etmiş milletler olduğunu söylerdi. Macarlardan, Polonyalılardan vs. milletlerden… Amerika’da CIA’yı kuranların İrlandalı Katolikler olduğunu, Yahudilerle aralarında mücadele olduğunu, en son 1987’de beyin tümöründen ölen William Joseph Casey’in son Katolik CIA başkanı olduğunu söylerdi. Ondan sonra CIA’nın yönetimi tamamen Yahudilerin eline geçmiş.


Doktor beye göre çingenelerin çoğu Hint kökenlidir. Bunlarda erkekler çadırda oturur, elek yapar, kalbur örer. Kadınlar ev ev dolaşır, pazarlama yapar, dilenir.

Çingenelerin bir kısmı Mısır kökenlidir. Bunlara Kıpti (Mısırlı demek) de denir. Bunlarda erkekler davul çalar, zurna çalar, evin geçimini sağlar.


Gıdaların insan karakteri üzerine etkileri üzerinde çok dururdu. Karadenizliler ve Sicilyalılar mısır ekmeği yedikleri için çabuk sinirlendiklerini, hemen silaha sarıldıklarını anlatırdı. Çare buğday ekmeği derdi.

Mısırlıların beslenme alışkanlıklarından dolayı, özellikle baklayı çok yedikleri için göğüslerinin anfizemli olduğunu, kaba saba olduklarını söylerdi. Fakat bundan dolayı güzel Kur’an okuyorlar derdi.

“—Tilki üzüm yer, beyni yeteri kadar glikoz alır; tavuk yer, proteinle beslenir. Onun için çok zekidir.” derdi.

Çocuklarımıza mutlaka üzüm yedirmemiz lâzım derdi. Merhum Turgut Özal’ın başbakan olduğu yıllarda, ilkokul öğrencilerine üzüm dağıtılmasını kendisinin tavsiye ettiğini söylerdi.

7

Bir keresinde bize Pamuk Savaşı diye bir kitap gösterdi. Pamuğun dünyada belli bölgelerde yetiştiğini söylerdi. Bizim ülkemizde de Çukurova’da iyi pamuk yetiştiğini söylerdi. Pamuk havzalarının korunması gerektiğini, sanayi tesislerinin başka yerlere yapılması gerektiğini söylerdi.


Dr. Emin Acar çok güleç yüzlüydü, mütevazi idi. Hacı Bayram Camii çevresinde bulunan meczub, deli, özürlü, dilenci vs. herkese iyi davranırdı. Cömertti, elinden geldiğince herkese yardım etmeye çalışırdı.

Bir ermişlik, şeyhlik iddiasında değildi. Hepimiz Tarikat-ı Muhammediyye’deniz derdi. Bütün şeyh efendilere hürmetkâr davranırdı.

Kendisini Rahmi Ağabey’i örnek edinmişti. Onun gibi kapısı herkese açık, herkesi yedirip içirmeye, herkese iyilik etmeye çalışırdı. Her konuda kendini yetiştirmeye, bilgi edinmeye çalışırdı. Herkesin sorularına doğru cevaplar vermeye çalışırdı.


2000’li yıllarda pek ziyaretine gidemedim. En son çocuklarımdan bir kısmını aldım, ziyaretine gittik. (06.06.2011)

Nev-i şahsına münhasır muhterem bir doktor amcalarını tanısınlar istedim. Birkaç fotoğraf çektik, biraz kayıt yaptık. Biraz öğrencilik yıllarından sorduk. Rahmi Ağabey’den, Abdü’l- Aziz Bekkine Hazretleri’nden bahsetti. Rahmi Ağabey’den dolayı oğluna Rahmi ismini verdiğini söyledi.

Abdü’l-aziz Bekkine Hazretleri’nin talebelerine, “Ya ulemâ olun, ya umerâ olun!” dediğini, talebelerini akademik çalışmalara ve devlette görev almaya teşvik ettiğini söyledi. Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin de aynı yolu devam ettirdiğini, pek çok ilim adamları, profesörler yetiştirdiğini, devlet adamları yetiştirdiğini söyledi.

“—Hepimiz seyyidiz, hepimiz Hz. Adem AS’ın soyundan geliyoruz.” dedi.

“—Fatiha Sûresi Ümmü’l-Kur’an’dır, Kur’an’ın anasıdır. Ezan da Ümmü’l-İslâmdır, İslâm’ın anasıdır.” dedi. Onun için batılılar Ezan’dan çok korkarlar, hoparlörle okunmasına izin vermezler.” dedi.

8

Allah kendisinden razı olsun, o ziyaret son görüşmemiz oldu. 3 Nisan 2016 günü Ankara’da bir kalp krizi sonucu hayata veda etti. Hacı Bayram Camii’nde cenaze namazı kılındı. Cenazesi memleketi İnegöl’e defnedildi.

Mevlâ rahmet eyleye…


02. 04. 2020 – Maltepe / ANKARA

9
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2