HOCAMIZ’IN SOHBETLERİNDE ERMENİ ZULMÜ
Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocamız, sohbetlerinde zaman Ermenilerin yaptıklarından bahsederdi. Bir Cuma sohbetlerinde Avustralya’daki Ermenilerden şöyle bahsediyordu:
[Şimdi burada Sydney’in olduğu New Hall Raise eyaletindeyiz. Buranın meclisinde bir-iki Ermeni milletvekili varmış.
“—1915 yılında Anadolu’da müslümanlar Ermenilere soykırımı yaptılar diye bir anıt dikilsin; mecliste bunun için bir plaka konulsun!” diye dilekçe vermişler.
Şimdi, bunun hiç aslı, esası yok! Bizim dedelerimiz 1071’de Anadolu’yu fethettiler ama, her zaman faziletli davrandılar, zayıfın yanında yer aldılar. Herkes sevdi, kucak açtı, buyurun gelin dedi.
Hattâ İstanbul’un fethinden önce, İstanbul’u içinde yaşayan papazlar, “İstanbul’da kardinal külâhı görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederiz!” dediler. Çünkü Latinler Haçlı Seferi tertipleyip İstanbul’a gelip Kudüs’e doğru gittikleri zaman katliamlar yaptılar. Tuna vadilerinde Yahudileri öldürdüler, şehirlerde cayır cayır yaktılar. Antakya’da zulüm yaptılar, kadınları çocukları öldürdüler. Kudüs’te katliam yaptılar.
Bizim dedelerimiz eğer bunların zihniyetine sahip olsaydı, yedi asır, sekiz asır bizim maiyetimizde yaşayan azınlıklardan kimse kalmazdı. Baskı yapsaydık da kalmazdı. “Herkes kızını Türk’e verecek, Türk’le evlendirecek!” deseydik, din hürriyeti de sağlamasaydık; ne Ermeni kalırdı, ne Rum kalırdı, ne Sırp kalırdı, ne Bulgar kalırdı...
Biz bunların hepsine din hürriyeti verdik, vicdan hürriyeti verdik, çalışma hürriyeti verdik. Çalıştılar; Kayseri’nin eşrafı bilirler, Ankaralılar bilirler, en zengin mahallelerdeki en büyük konaklar Ermenilerindi. Vezir yaptık, bakan yaptık. Ermenileri hariciyede görevlendirdik. Yedi asır bizim aramızda yaşadılar... Demek ki, biz kan dökücü değiliz. Demek ki, biz soykırımı yapmamışız.
Amma, eğer onlar Yunanlı İzmir’e asker çıkarttığı zaman, fırsat bu fırsattır diye Maraş’ta katliam yapmışlarsa, Antep’te katliam yapmışlarsa, Erzurum’da katliam yapmışlarsa... Çünkü toplu mezarlar açılıyor, Ermeni mezaliminin resimleri var, belgeleri var. Ruslara önderlik edip de, Rusların işgalinde kılavuzluk yapmışlarsa, o zaman kendileri işi başlatmış oluyorlar. Mazlum olan biziz, zalim olan kendileri... Ustalık yapıyorlar, gerçekleri çarpıtıyorlar. Usta hırsız ev sahibini bastırıyor.
Hattâ ben kardeşlerimden rica edeceğim:
“—Bu Ermeni mezalimine ait kitapların, hiç olmazsa birer tanesini acele bizim buraya göndersinler de, buradaki ilgililere verelim! Her çeşit neşriyatı kütüphanelerden araştırsınlar, fotokopisini veya kendisini göndersinler. Gerçeklerin ortaya çıkmasına çalışalım!”]1
Bunun üzerine Ermeni zulmüyle ilgili kitaplar temin edip Avustralya’ya Hocamız’a gönderdik. Ben de bu konuda araştırma yaptım, bir yazı hazırladım. Bu yazı Son Uyarı gazetesinin Haziran 1998 sayısında yayınlandı. Gazetemizin son beş sayısını Hocamız’a göndermiştik. Hocamız o sırada Sydney’de bulunuyorlarmış. F. Gülen’le ilgili yazılarımızı ve bu Anadolu’da Ermeni Zulmü yazımızı çok beğenmişler. Gazetemizi oradaki cemaate tavsiye etmişler.
10 Temmuz 1998 Cuma günü Mekke’de Hocamızla beraberdik. Son Uyarının Haziran sayısından yanınızda var mı diye sordular. Getirdik, cemaate dağıttılar, Ermenilerle ilgili yazıyı mutlaka okumalarını tavsiye ettiler.
O gün Akra’da yayınlanan Cuma sohbetinde de bahsettiler:2 [Bizim Dr. Metin kardeşimiz, Son Uyarı diye çıkardığı gazeteciği göndermiş. Orada Ermenilerin Doğu Anadolu’da, bizim mü’min müslüman halkımıza, Türk-Kürt halkımıza ne zulümler
1 22. 05. 1198 Cuma Sohbeti, Akra.
2 10. 07. 1998 Cuma Sohbeti, Akra.
yaptığını yazıyor; tüylerim diken diken oldu.3 Herkesin okuması lâzım, herkesin bilmesi lâzım! Çünkü cihanı aldatıyorlar, güya Ermeniler zulme uğramış diye...
Müslümanlara neler yapmışlar? Müslüman hanımlara, müslüman kızlara neler yapmışlar? Neler neler... Ne anlatmaya dilim varır, yâni utandığım için anlatamam. O kadar müstehcen, o kadar korkunç, o kadar çirkin, o kadar mütecâviz... O kadar dine saldırgan...
Hani, “Din hürriyeti var, herkes istediği gibi dinini yaşasın!” palavralarının hiç aslı yok... Böyle kıtır kıtır kesmişler, işkencelerle derisini yüzmüşler. Tenâsül aletlerini kesmişler, ağzına vermişler, “Üfürün bakalım, ötecek mi?” demişler. Kadınlar, kızlar mahv u perişan olmuş, şehid edilmiş.
Hattâ ilk başta kendileri ile işbirliği yapan insanları, yâni hainleri öldürmüşler. Çünkü kâfirin vefası yoktur, Allah’ın da cezası vardır, azîzün züntikamdır. Onlarla işbirliği yapanlar perişan olmuşlar, öldürülmüşler.]
“SİZ BİZE SİLAH ÇEKTİNİZ!”
Hocamız başka bir sohbetlerinde de şöyle anlatıyorlar:4 [Biz hacca gittik, Kuveyt’ten geçiyoruz, birisi bana Türkçe hitap etti, güler yüz gösterdi, benim arabamın yağı değişecekti. Ben de ona dedim ki:
“—Hadi şu arabamın yağını değiştiriver, senin elinle olsun.”
Güleç yüzlü bir insan. Esmer böyle, pos bıyıklı. Yağını değiştirmeğe başladı bizim arabanın, ben de ona sordum:
“—Sen nerelisin? Anadolu’nun neresindensin?”
Türkçe konuşuyor, sandım ki bizim işçilerden birisi, oraya yerleşti. İfadesi şöyle:
“—Biz Ermeniyik...”
Ermeniyiz demiyor, “Biz Ermeniyik. Siz bizim babalarımızı kestiniz, biz buraya öyle geldik.” diyor.
3 Dr. Abdüllatif Duygulu, Anadolu’da Ermeni Zulmü, Son Uyarı, Haziran 1998.
4 19. 04. 1991 - Râmûzü’l-Ehàdîs Dersi, İskenderpaşa Camii.
Eyvah, şimdi çattık. Yâni, ben Hicaz’a giderken hiç istemezdim böyle bir karşılaşmayı, ummuyordum. Kendisi de bana güler yüz gösteriyordu. Şimdi hadi bakalım, selâm verdik, borçlu çıktık gibi yâni. Ne diyeyim ben bu adama?
Dedim ki:
“—Kim kesmiş sizin babalarınızı?”
“—E sizin babalarınız kesti.”
“—Allah Allah... Ne zaman kesmişler?”
“—E canım otuz-kırk yıl önce kestiler hep.”
“—Niye kesmişler?” dedim,
“—Bilmem.” dedi.
Ben de böyle, hiç bilmiyormuş gibi soruları yapıştırıyorum peş peşe.
“—Pekiyi sizin babalarınız nereden gelmiş oraya?”
“—Bir yerden gelmemiş, hep orada durmuşlar. Eskiden beri orada dururlarmış.” dedi.
“—Ne kadar zamandan beri?”
“—Altı asır, yedi asır dururlarmış.”
“—Be adam! Şimdi altı-yedi asır bir arada durmuşlar da, neden sonradan bizimkiler onları kesmiş? Yedi asır durmuşlar, hiç bir şey olmamış da, ondan sonra neden kesmişler?” dedim ben, bu sefer o soruyu sordum.
“—Bilmem.” dedi.
Yedi asır dokunmamışlar mı, yaşamış mı yedi asır? Yedi asırda istese kökünü kurutur. Bak biz Yunanistan’dan, başka diyarlardan ayrılalı ne kadar oldu? Ne cami bıraktılar, ne arazi bıraktılar, her tarafı metruk bıraktılar, adlarını değiştiriyorlar, baskı yapıyorlar... Siliyorlar yâni, eritme siyaseti güdüyorlar. E biz yedi asır tutmuşuz, dokunmamışız.
“—E dokunmamışlar mı o zaman?”
“—Dokunmadılar.”
“—Yedi asır ırzlarına, mallarına, canlarına bir zarar gelmedi de, yedi asır sonra bu neden oldu?” dedim ben, cevap veremedi.
Ben dedim ki:
“—Bak ben sana, şimdi bunun cevabını vereyim. Yedi asır, bizim dedelerimiz sizin dedelerinize İslâm’ın güzel ahlâkıyla muamele etti. Verginizi aldı ama, hiç bir şeyinize dokunmadı.
Kardeş gibi, komşu komşu yaşadınız burada. Ne evinizden oldunuz, ne barkınızdan oldunuz, güzelce yaşadınız burada.
Vaktâ ki, bizim kara günlerimiz oldu, düşmanlar sağdan soldan saldırdılar. İzmir’den Yunanlı asker çıkarttı, Anadolu’yu istila etmeğe kalkıştı. Bu sefer siz de, yedi asır beraber yaşadığınız komşularınızı arkadan hançerlemeğe karar verdiniz. Silahlandınız, ondan sonra mahalleleri basmağa başladınız. “Buraları bizim!” demeğe başladınız. ‘Az kaldı, şimdi sizin hepinizi keseceğiz, tepeleyeceğiz!’ demeğe başladınız. Hatta bazı yerlerde de kesmeğe başladınız.”
Ankara’nın Polatlı diye bir semti var, yetmiş-seksen kilometre, Yunanlı oraya kadar gelmiş. Top sesleri Ankara’dan duyulurmuş. Oraya kadar gelmiş Yunanlı. O zaman Ankara’nın Keçiören semtinde filan çok Ermeni varmış. “Az kaldı, göreceksiniz, bak nasıl hepinizi böyle pırasa gibi doğrayacağız.” diye söylüyorlarmış.
“—İşte siz böyle yapınca, her şeyi gören, her şeyi bilen Allah-u Teàlâ Hazretleri bu zulme râzı olmadı. Altı asır, yedi asır iyiliğini gördüğün böyle masum, böyle temiz insanlara, şimdi kara günlerinde sen hançer çekiyorsun; buna râzı olmadı. Allah bizi galip eyledi. Siz bizi keseceğinize, siz bize silah çektiğiniz için, silahlandığınız için biz sizi kestik.” dedim.
“—Şimdi bunda bizim bir kabahatimiz var mı? Yedi asır biz size dokunmamışken, siz hainlik yapınca, siz hak ettiniz artık. Söyle bakalım, benim şu sözlerimde bir aykırılık, bir yanlışlık var mı?” dedim.
Hiçbir şey diyemedi. Yağımın dolması da tam bitmişti, ayrıldık gittik.]
25. 04. 2017 - Sincan / Ankara