1. KUR’AN-I KERİM’İN FAZİLETLERİ

2. KUR’AN-I KERİM’LE İLGİLİ BİLGİLER



Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!

Aziz ve muhterem Akra ve Ak-Televizyon izleyicileri! Kur’an-ı Kerim meali sohbetlerimizin ikincisine başlıyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri, Fâtiha’dan başlayıp Kur’an-ı Kerim’in sonundaki Muavvizeteyn’e kadar izahları sıhhatle afiyetle yapmayı, tamamlamayı nasîb eylesin...

Bu ikinci konuşmamda, Kur’an-ı Kerim üzerine açıklamalara başlamadan önce, bazı ön bilgileri sizlere sunmayı düşünüyorum. Kur’an-ı Kerim, yeri göğü yaratan, ins ü cinni var eden, alemlerin rabbi Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kelâm-ı kadîmidir. Bu bakımdan son derece önemlidir, konu son derecede ciddîdir.


Allah-u Teàlâ Hazretleri lütfuyla, keremiyle, rahmetiyle, insanoğlunu yarattığı zamandan beri rehbersiz, irşadsız bırakmamıştır. İlk insan Adem AS, aynı zamanda ilk peygamberdir. Asırlar boyunca insanoğulları var oldukça, yaşadıkça, onlar doğru yolu görsünler, bulsunlar, iyi kulluk yapsınlar; birbirleriyle insânî münâsebetleri güzel olsun, hem dünyaları hem ahiretleri ma’mur olsun diye, Allah-u Teàlâ Hazretleri nice mübarek kullarını, seçkin kullarını, yüksek kullarını, pür-nûr kullarını peygamber göndermiştir.

Bu peygamberlerin evveli, Hazret-i Adem Atamız AS’dır. İbrâhim AS, o peygamberlerin tanıdıklarımızdan, Kur’an-ı Kerim’de hakkında bilgiler verilen mübareklerinden birisidir. Nuh AS, sevdiğimiz peygamberlerimizden bir tanesidir. Mûsâ AS, Hârun AS sevdiğimiz peygamberlerdendir. İsâ AS sevdiğimiz peygamberlerdendir. Bu peygamberlerin sonuncusu, ahir zaman peygamberi, efendimiz, serverimiz, önderimiz Muhammed-i Mustafâ SAS’dir.


İslâm o kadar güzel ki, bütün insanlığı kucaklıyor. Bütün insanların büyük çoğunluğunun inandığı mübarek kimselerin mübarek olduğunu, kutsal olduğunu, iyi olduğunu bildiriyor ve biz onları seviyoruz. Ne kadar güzel!..

Mûsâ AS’ı seviyoruz, İsâ AS’ı seviyoruz. Mûsâ AS’a indirilen

49

vahiylere, İsâ AS’a indirilen vahiylere iman etmişiz. Ne kadar güzel!..

Ama başka dinlerin mensubları hem birbirleriyle çekişme içindeler, hem de bizim peygamberimize inanmadıkları için, çok büyük bir hatâ işlemiş oluyorlar. Çünkü Adem AS’ı yaratan ve asırlar boyu nice peygamberler gönderen Allah-u Teàlâ Hazretleri, en son peygamber olarak, ahir zaman peygamberi olarak Peygamber-i Zîşânımız’ı göndermiş ve bundan önceki peygamberlere inen melekler ona da inerek, vahiy yoluyla Allah’ın emirlerini, yasaklarını getirmiştir.


İşte bu çeşitli vahiy şekilleriyle, Cebrâil AS vasıtasıyla peygamberimiz, ahir zaman nebîsi Muhammed-i Mustafâ SAS Efendimiz’e de Kur’an-ı Kerim’i cedde cedde, Arapça tâbiriyle nücûmen, yâni zümre zümre, küme küme 23 yılda, Allah-u Teàlâ Hazretleri indirmiştir. Bugün bizim kullandığımız milâdî tarihe vuracak olursak, 610 tarihinden Efendimiz’in vefat ettiği 632 tarihine kadar, Kur’an-ı Kerim’in inmesi devam etmiştir.

Böylece vahyin şiddetine dayanılması, Efendimiz’in gönlünün kuvvetlenmesi, hükümlerinin, konularının iyi anlaşılması, ayetlerinin ezberlenmesi ve hayata geçirilip uygulanması da kolay olmuştur. 23 yılda indirilmesi büyük bir hikmettir.

Tabii hemen hatırlatalım, 610’la 632 arası 22 eder ama, milâdî sene ile hicrî sene arasında fark olduğundan, birisi 365 gün diğeri 354 gün olduğundan, 11 günlük fark böyle senelerce birikince, ikisi arasında yıl farkı meydana getiriyor. Hicrî 23 yılda indirilmiş. Yâni 40 yaşında peygamberlik gelmiş, 63 yaşında irtihâl-i dâr-ı bekà eyleyinceye kadar vahiy devam etmiştir Peygamber Efendimiz’e...


Biliyorsunuz vahiy denilen olay, başkalarının da görebildiği, hissedebildiği, insanın duyularını zorlayan şiddetli bir olaydır. Bir kere, vahiy geldiği zaman Peygamber SAS Efendimiz’e, arı vızıltısına benzeyen bir ses duyulurdu. Bunları bilmek önemli, zamanımızın insanları bunları daha iyi anlarlar.

Peygamber Efendimiz’e değişik bir hal gelirdi. Terlerdi, mübarek terleri alnında boncuk boncuk görünürdü. Meselâ, devenin üzerinde iken vahiy gelse, deve bu vahye dayanamaz ve

50

çökmek zorunda kalırdı. O dayanıklı, kuvvetli çöl hayvanı deve yere çökerdi.

Bir başka olay benim dikkatimi çekmiştir: Bir keresinde, Peygamber Efendimiz ashabı ile topluca, sıkışık bir vaziyette otururken vahiy geldi. O zaman Peygamber Efendimiz’in dizinin değdiği bir kişi, çok ızdırab çekti ve sanki dizi ezilecek, dağılacak, parçalanacak gibi oldu.

Yâni, bu vahiy denilen, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin Cebrâil AS’la Peygamber Efendimiz’e gönderdiği ahkâmın gelişi, böyle çevreyi de etkileyebilen bir şekilde olurdu, görülebilen bir şekilde olurdu.


a. Ayetler


Biliyorsunuz Kur’an-ı Kerim sûrelerden, sûreler de ayetlerden meydana gelmiştir. Müstakil bir varlığı olan Kur’an-ı Kerim parçalarına ayet denilir. Kur’an-ı Kerim ayetleri diye bu ismi hep duymuşsunuzdur.

Kur’an-ı Kerim ayetlerine, bu küçük harf veya kelime gruplarına ayet denilmesi, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin bizzat kendisi tarafındandır. Âl-i İmran Sûresi’nin baş tarafında Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki:


هُوَ الَّذِي أَنْـزَلَ عَلَـيْكَ الْـكـِتَابَ مـِنْهُ آيـَاةٌ مُحْـكَمَاتٌ هُنَّ


أُمُّ الْكِتَابِ وَ أُخَرُ مـُتَشَابِهَاتٌ ( آل عمران: ٤)


(Hüve’llezî enzele aleyke’l-kitâb) “O Allah’tır ey Rasûlüm, senin üzerine bu Kur’an-ı Kerim’i indiren... (Minhü âyâtün muhkemâtün) Bu indirilen ayetlerin bir kısmı muhkem ayetlerdir.” Muhkem, tahkim edilmiş, kuvvetli, mânâsı âşikâr, hemen anlaşılabilen, kendisinden hüküm çıkarılabilen ayetlerdir. (Ve uharu müteşâbihât) “Bir kısmı da insanların anlayamayacağı esrarlı, rumuzlu ayetlerdir.” diye bildiriliyor. (Al-i İmran, 3/7)

Buradan anlıyoruz ki, indirilen Kur’an-ı Kerim’in bu küçük parçalarına ayet ismini veren bizzat Allah-u Teàlâ Hazretleri’dir. Çünkü burada (âyâtün muhkemâtün) derken, açıkça ayet kelimesi

51

geçiyor.


Bu Kur’an-ı Kerim ayetleri çoklukla ibretli, hikmetli anlamlı bir cümledir. Bizim cümle sözünden anladığımız gibi, dilbilgisi kurallarına göre bir cümledir. Fakat bazan anlamı iyi anlaşılamayan rümuzlu, müteşâbih birkaç harf de ayet olabilir. Meselâ böyle ayetlerden, sizin de hemen hatırlayacağınız bazılarını söyleyeyim:

( الم )Elîf, lâm, mîm. Kur’an-ı Kerim’in ilk süslü baş sayfasında, Fâtiha ile Bakara sûrelerinin olduğu sayfada, hemen Bakara Sûresi’nin ilk ayeti... Elîf, lâm, mîm; üç tane harf...

Sonra, meselâ: ( حم )Hà, mîm... Meselâ: ( طه )Tâ, hâ... Meselâ: ( يس )Yâ, sîn... Meselâ: ( كهيعص )Kâf, hâ, yâ, ayn, sàd... (Meryem, 19/1) Meselâ: ( عسق )Ayn, sîn, kàf... (Şûrâ, 42/2) Meselâ ( طسم )Tà, sîn, mîm... (Şuarâ, 26/1)

Bunlar birer harf grubudur; iki harf veya daha fazla harftir. Nedir mâhiyeti?.. Esrarlı, bazı duyumlar, bazı rivayetler var. Ama sonuç itibariyle harftir ve ayettir.

Demek ki ayet, en küçük böyle rumuzlu harfler olabilir. Bunlara hurûf-u mukattaa deniliyor. Tek tek böyle söylenen harfler; bir cümle, bir kelime değil yâni. Bunlar da ayet olabiliyor. Esrârını, rumûzunu Peygamber-i Zîşânımız SAS Efendimiz biliyor. Ama herkes bilmiyor. Ashabdan bazı kimseler müteşâbih ayetleri, bazı izahlarda bulunarak açıklamışlarsa da, çoğu da esrarını muhafaza etmektedir.


Bazen ayet-i kerime bir tek kelime olur. Meselâ:


اَلرَّحْمٰنُ . عَـلَّمَ الْقُرْ آنَ (الرحمن: ١-٢)


(Er-rahmân); bu bir ayettir. ( Alleme’l -kur’ân ) “Kur’an-ı Kerim’i öğretti.” ikinci ayetidir Rahmân Sûresi’nin. (Rahman, 55/1-2)

Meselâ:

52

اَلـْقَارِعَةُ (القارعة١)


(El-kàriah) bir kelime... (Kària, 101/1)

Meselâ:


وَالضُّحٰى. وَالـَّـيْلِإِذَا سَجٰى (الضحى: ١)


(Ve’d-duhà) birinci ayettir; (Ve’l-leyli izâ secâ) ikinci ayettir. (Duhà, 93/1-2)

Meselâ:


اَلـْحَاقَّــةُ (الحاقة١)


(El-hàkkah) bir kelime... (Hakka, 69/1)

Meselâ:


ثُـمَّ نَظـَرَ (المدَّثِّر١٢)


(Sümme nazara) “Sonra baktı.” (Müddessir, 74, 21) Burada iki kelime var.

Meselâ:


مُدْهَامـَّـتَانِ (الرحمن:٧٤)


(Müdhâmmetân) (Rahman, 55/64) Uzatmalı, medli tek bir kelime Rahmân Sûresi’nde.

Meselâ, Fâtiha’da:


اَلـْحَمْدُ ِللهِِ رَبِّ الـْعَالمَـِينَ. اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ (فاتحة١-٢)


(El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn) bir ayet, (Er-rahmâni’r- rahîm) bir ayet. (Fâtiha, 1/1-2) Demek ki, ayet ille cümle olacak diye bir kural yok. Bazen ayet

53

bir tek kelime olabilir, hattâ rumuzlu birkaç harf olabilir. Bazen de birçok kelimeden veya cümleden oluşan, uzun bir cümleler topluluğu olabilir. Meselâ, Ayete’l-Kürsî bir ayettir. Okuduğumuz zaman biliyorsunuz, bayağı uzunca...

Sonra Kur’an-ı Kerim’in en büyük ayeti, bir büyük sayfa tutan, tek bir sayfa tutan Ayet-i Müdâyene’dir. Bakara Sûresi’nin sonunda, Âmene’r-rasûlü’den bir sayfa önceki ayet-i kerimedir (Bakara, 2/282). Borçlanmanın ahkâmını, borçluların, alacaklıların bunu nasıl tesbit edeceğini bildiren uzun bir ayettir. Şahitler tutulacak, şahitler iki tane olacak. Eğer şahitlerden bir tanesi erkek olursa, o zaman iki tane kadın şahit daha olacak. Şahitler tehdit edilmeyecek, baskı altında olmayacak... Uzun uzun izahat, bir tek ayette yapılıyor.


b. Ayetlerin Sayısı


Ayetlerin birbirinden ayırım işaretleri vardır, fasılaları vardır. Fâsıla; fasleden, yâni ayıran demek. Kur’an-ı Kerim basmalarında ve yazmalarında, bazen buralara ayetin numarası yazılır. Kaçıncı ayet olduğunu bilmek bakımından, o da iyi bir şey.

Ayetlerin sayısı, tabii böyle önemli, çeşitli büyük konularda bu kadar hacimli bir kitabın ayetlerinin sayımında, alimlerin görüşlerinde bazı küçük değişiklikler olabilir. Bizim kendi din tarihimizde, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya, Hindistan kıtasına, Osmanlı bölgesine, bugünkü Türkiye’mize kadar ehl-i sünnet ulemasının kullandığı Kur’an-ı Kerim baskıları ve yazmalarında ayetlerin sayısı, bugün okuduğumuz Kur’an-ı Kerim’deki numaralamaya göre, 6236 ayettir.

Bazen arkadaşlara soruyorum, “Kur’an-ı Kerim kaç ayet?” diye; bazıları “6666” diye, dört tane altıyı sıralıyorlar. Bu doğru değildir, gerçekleri yansıtmıyor. Kur’an-ı Kerim’in ayet sayısı 6236’dır.


Biliyorsunuz inen ayetler, tarifleri kolay olsun diye çeşitli yönlerden sınıflandırılmışlardır. Peygamber SAS Efendimiz zamanından beri yapılan bir bölümleye göre, ayetler Mekkî ve Medenî olarak ikiye ayrılır. Hangileri Mekkî sayılır, hangileri Medenî sayılır diye farklı izahlar var. Ama kuvvetli görüş, yaygın

54

görüş: Hicretten önce inen ayetlere, Mekkî ayetler denilir. Peygamber Efendimiz, henüz daha Medine-i Münevvere’ye hicret etmemiş, Mekke’de. Mekkî zâten Mekkeli demek... Hicretten sonra inen ayetlere ise, Medenî denir. Yâni, Medine-i Münevvere’li demek ama, ille bu ayetlerin Medine-i Münevvere’de inmiş olması şartı yoktur. Hicretten sonra inmiş olan ayetlere, Medine’de inmese bile Medenî, yâni Medine-i Münevvere’de bulunma devresinde inen ayetler denilmiştir.

Mekkî ayetlerin özellikleri, daha ziyade imana yönelik, kısa cümleli, heyecan dolu ayetlerdir. Medine-i Münevvere devresine ait ayetler ise, uzun ve hüküm bildiren; beşerî, siyâsî, ictimâî, ticârî ahkâmı bildiren, emir ve hüküm ayetleri oluyor diye biliyoruz.


Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde önemli olan bir başka mesele de, Kur’an-ı Kerim’in bu ayetleri, Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz’e nüzul, iniş sırasına göre sıralanmamıştır. Sıra ilâhî emre ve işarete göredir ve tevkıfîdir. Yâni keyfî veya tarihî değil, tevkıfî sırası vardır. Bu şu demektir: Bir ayet-i kerime kümesi, birkaç ayet-i kerimeden ibaret bir vahiy geldiği zaman, Peygamber Efendimiz bu gelen vahiylerin, ayetlerin nereye konulmasını gerektiğini, hangi ayetin arkasına, hangi sûrenin içine konulması gerektiğini bildirmiştir; öyle oraya konulmuştur.

Biliyorsunuz, ayetlerden oluşan daha büyük Kur’an-ı Kerim bölümlerine sûre denilir. Eskiden şehirlerin etrafına müdafaa için duvarlar yapılırdı, bunlara sur denirdi. Sûre kelimesi de bununla ilgilidir. Sur demektir veya yüksek mevkî, şerefli menzile anlamına alınmıştır. Yâni, bu sûreler şerefli olduğundan Kur’an-ı Kerim diyoruz, ayet-i kerime diyoruz. Kerîm; soylu, asil demek... Sûre de, bir müstakil Kur’an bölümü olmak şerefinden dolayı bu ismi almıştır.


Bir de, Arap dilini bilenler, tarihini inceleyenler aşinâdır meseleye; birçok kavram hayattan alınmıştır, somut şeylerden alınmıştır. Sonra, soyut kavramlara isim olmuştur. Meselâ netîce

diyoruz, sonuç mânâsına... Netîce aslında, Arapların deve yavrusuna verdikleri isimdir. Devenin doğurduğu yavruya, doğmuş mânâsına netîce denir. Oradan sonuç anlamına

55

kullanılmış. Sonuç kavramı için, netice’yi biz de kullanıyoruz. “Bu işin neticesi...” diyoruz. Deve yavrusu demek değil tabii; sonucu demek.

Ayet, gözle görülen büyük alâmet demek. Büyük binalara, konak filân gibi çarpıcı binalara da ayet denir. İnsanın aklını etkileyen büyük olaylara da ayet denir. İşte bu büyük binâlara ayet denildiğinden, Kur’an-ı Kerim’in o parçalarına ayet ismi verildiğini düşünürsek; sur da şehri temsil ediyorsa; demek ki sûreler şehirler gibi, ayetler de o şehirdeki şerefli konaklar gibi... Bu mânâlardan düşünülerek, Kur’an-ı Kerim’in küçük kısımlarına ayet denmiş; büyük kısımlarına, kümelerine sûre denmiş oluyor. Böyle bir benzetmeden çıkmış olabilir.

En küçük sûre, üç ayetten müteşekkildir. Kevser Sûresi, Asr Sûresi üç ayettir. İhlâs Sûresi dört ayettir. En büyük sûre de, hemen Fâtiha’dan sonra, (Elif, lâm, mîm.) diye başlayan Bakara Sûresi’dir. O da 286 ayettir, elli sayfa kadar devam eder. Yâni, sûrelerin de muhteviyatları, hacimleri farklıdır, kimisi büyüktür, kimisi küçüktür. Bunlar da yine emre göre, ilâhî işarete göredir.


Peygamber SAS Efendimiz, gelen ayetleri, “Şu sûrenin falan yerine yerleştireceksiniz! Şu, şuraya konulacak!” diye açık ve kesinlikle bildirmiştir. Ayetler sûrelerin içine ona göre yerleştirilmiştir.

Meselâ, ilk inen ayetler, İkra Sûresi’nin ilk ayetleri, Peygamber Efendimiz Hıra Dağı’nda iken indi. Vahiyle ilk defa orada karşılaştı Peygamber Efendimiz, Cebrâil AS’ı o devrede gördü. İlk inen ayetler İkra Sûresi’nin tamamı değildir, başındaki beş ayettir. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:


إِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ . خَلَقَ اْلإِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ .


إِقْرَأْ وَرَبُّـكَ اْلأَكـْرَمُ . اَلـَّذِي عَلـَّمَ بِالْقَلَمِ. عـَلَّمَ اْلإِنْسَانَ


مَا لـَمْ يَعْلَمْ (العلق:١-٥)


(İkra’ bi’smi rabbike’llezî halak. Haleka’l-insâne min alak. İkra’

56

ve rabbüke’l-ekrem. Ellezî alleme bi’l-kalem. Alleme’l-insâne mâ lem ya’lem.) [Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.] (Alak, 96/1-5)

Bunlar inmiştir, ama sûre bunlardan ibaret değildir. Aşağı doğru devam eder, aşağıda secde ayeti vardır. Onlar sonradan indiği halde, Peygamber Efendimiz, “Şunun arkasına, şöyle yerleştireceksiniz!” dediği için, oraya yerleştirilmiş ve böylece birkaç zamanda inen ayetler bir sûre teşkil etmiştir.

Bunların önemi çok büyüktür. O bakımdan Kur’an-ı Kerim’in açıklaması yapılırken, ayet kümeleri, mânâ bakımından bir birlik teşkil eden ayetler izah edilir. Ama sûrenin devamında bir başka konuya geçebilir, sûrenin devamında konu değişebilir. Yâni, ille bir sûrenin, tek bir konuya ait olması diye bir durum mevcut değildir.


c. Sûrelerin İsimlendirilmesi


Peygamber Efendimiz ve ashab-ı kiram sûreleri birbirlerinden ayırmak için, birbirlerine anlatmak için sûrelere isimler vermişlerdir. Bazen bu isim bir tanedir, bazen müteaddit, pek çok isimleri olabilir bir sûrenin... Meselâ, el-Bakara Sûresi diyoruz; meselâ, er-Rahmân Sûresi diyoruz.

Bu isimler, ya sûrenin içindeki önemli konulardan dolayıdır. Meselâ, Bakara Sûresi’nde Benî İsrâil’in Allah-u Teàlâ tarafından kesilmesi emredilen bir kurbanı, ineği kesmekteki tereddütleri anlatıldığından Bakara Sûresi denilmiştir.

Bir inek kurban kesilecekti. Çünkü, çevresindeki kavimler ineğe tapıyorlardı. Kesilmesi lâzım ki, hikmetleri var... Onun Allah’ın bir yaratığı olduğu ve insanların hizmetinde olduğu, tapınmaya lâyık olmadığı anlaşılsın diye. Ama o zaman, Benî İsrâil onu kesmekte zorlanmış. Çünkü kalıntılar var eski inançlarından...

Allah-u Teàlâ Hazretleri kesilmesini buyurmuş, Mûsâ AS kesilmesini emretmiş. Onun için, 286 ayetlik o sûreye Bakara Sûresi denilmiş. Yâni, bu ineğin kurban edilmesi olayının anlatıldığı sûre demek oluyor. Halbuki bu elli sayfalık, iki buçuk cüzlük Kur’an-ı Kerim sûresinde, çok değişik konular da var...

57

Kur’an-ı Kerim’de bu sûrelerin isimleri, demek ki konusuyla ilgili olabilir. Başladığı ilk kelime ile ilgili olabilir. Meselâ, Tebâreke Sûresi diyoruz, (Tebârake’llezî bi-yedihi’l-mülk) diye başladığı için... Aynı sûrenin Mülk Sûresi diye de adlandırılması vardır.

Meselâ, imanı bütün sâfiyetiyle anlattığı için, katıksız, hâlis, muhlis imanı anlattığı için, Kul huva’llàhu ehad Sûresi’ne İhlâs Sûresi denmiştir. Kevser anlatıldığı için, (İnnâ a’taynâke’l-kevser) diye başlayan sûreye Kevser Sûresi denmiştir.

Ondan sonra, meselâ Kul huva’llah, Kul eùzü bi-rabbi’l-felak, Kul eùzü bi-rabbi’n-nâs; bu üç sûreye, Muavvizât denmiştir. Sondaki iki sûreye, Muavvizeteyn denmiştir. Böyle çeşitli isimleri vardır.


Bunlar Kur’an-ı Kerim’deki sûre başında, ayrı bir çerçeve içine, başlık çerçevesi içine yazılır. Ve bu çerçeve içindeki bu isimler, Kur’an-ı Kerim’den değildir. Yâni, Kur’an-ı Kerim’in o bölümünün bilinmesi içindir. Burada sûresinin adı, ayet sayısı, Mekkî veya Medenî oluşu yazılmıştır ama, bilgi olsun diye yazılmıştır. Yâni vahiy olduğu için değil. Meselâ:


سورة البقرة ، مدنيَّـةٌ، وهي ستٌّ وثمانون ومئتان آيةً.


(Sûretü’l-bakarah) “Bakara Sûresi... (Medeniyyetün) Medine devresine ait ayetlerden müteşekkil bir sûre. (Ve hiye sittün ve semânûne ve mietâni âyeh) O iki yüz seksen altı ayettir.” diye başlıkta bunlar yazar.

Tabii her başlığın, ille bunları yazsın diye bir mecburiyeti yok. Sadece sûre ismini yazıp, öylece geçen baskılar da vardır. Bu, bizim kullanmakta olduğumuz Kur’an-ı Kerimlerdeki durumu söylüyorum. O başlıklar Kur’an-ı Kerim’den değildir.


d. Kur’an-ı Kerim’in Yazılması


Kur’an-ı Kerim ayetleri hazarda veya seferde, yâni şehirde otururken veya seyahat halindeyken veya savaş halindeyken,

58

nerede inmişse derhal o zamanda yazılmıştır. Peygamber Efendimiz’e vahiy gelince, vahiy kâtipleri onu hemen Efendimiz’in emri üzere yazıya geçirmişler ve hemen ezberlemişlerdir. Arapların o zekâsı, hafıza kuvvetiyle bir anda aşk ile, şevk ile, inen ayetler ezberlenmiştir. Böylece, Kur’an-ı Kerim hafızları çoktu Peygamber Efendimiz’in zamanında...

Hazret-i Ali Efendimiz meselâ, vahiy kâtiplerinden birisiydi. Yâni vahiy geldiği zaman yazanlardan, yazıyı bilen bir büyüğümüz... Meselâ, İstanbul’da kabri bulunan Ebû Eyyûb el- Ensârî, vahiy kâtiplerinden biriydi ve hafızdı aynı zamanda...


Sonra bu hafızlar, —o zaman kurrâ deniliyor— kıraat ilminde maharet kazanmış hafızlar, savaşlarda şehid olmağa başlayınca, bir tehlike belirdi. “Bunları bilenler azalırsa, o zaman tehlike olur.” diye, Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz RA zamanında ilmî bir heyet kuruldu ve Kur’an-ı Kerim bir cilt haline, bir mushaf haline getirildi heyet tarafından... Halka da okunarak, herkes tarafından tasvib edildi.

Sonra Hazret-i Osman RA zamanında, bu ana nüshadan, yâni

59

bir cilt haline getirilmiş Kur’an-ı Kerim’den yeni nüshalar yazılarak, genişleyen İslâm diyarlarına, çeşitli vilayet merkezlerine bu Kur’an-ı Kerimler gönderildi.

Bunlardan bazıları hâlen elimizde mevcuttur, müzelerde muhafaza edilmektedir. Meselâ, Hazret-i Osman Kur’an-ı Kerim okuyordu, o sırada şehid edilmişti. Şehid edilirken kanlarının sıçramış olduğu Kur’an-ı Kerim nüshası bile, o kan izleriyle, şu anda müzede elimizdedir. Bizim Topkapı Emânât-ı Mukaddese dairemizde... Ne mutlu, ne güzel! Hazret-i Ali Efendimiz tarafından yazılı bir Kur’an-ı Kerim nüshası vardır; bu çok büyük bir mutluluk vesilesi...

Çünkü, Kur’an-ı Kerim hiç bozulmadan yazılmış ve tâ Peygamber Efendimiz’in zamanından bu zamana kadar korunmuştur. Çünkü Allah-u Teàlâ Hazretleri, kendisi vaad etmiştir. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:


إِنَّا نَحْنُ نَزَّلـْنَا الذِّكْرَ وَ إِنـَّا لَهُ لَحَافِظـُونَ (الحجر: ٩)


(İnnâ nahnü nezzelne’z-zikra ve innâ lehû lehàfizùn.) “Kur’an-ı Kerim’i biz indirmekteyiz, biz indiriyoruz, biz indirdik ve onu biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9) buyrulmuştur.

Yâni, kıyamete kadar Kur’an-ı Kerim korunacak, ahkâmı bilinecek. Tâ ahir zaman geldiği zaman, yâni dünyanın bozulması, kıyametin kopma zamanı geldiği zaman, hadis-i şeriflerde bildiriliyor ki, “Kur’an-ı Kerim ayetleri böyle vızıldayarak uçacak.” deniliyor. Bu bir hakikat de olabilir. Yâni, Allah-u Teàlâ Hazretleri kàdirdir. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, bozulmuş olan insanlığın arasından çekilip alınacak... Ya da Kur’an-ı Kerim’in ahkâmına hiç kimse kulak asmamağa, Allah’ın emirlerini dinlememeğe başlayacak diye, bir işaret de olabilir.

Yâni, kıyamete kadar Kur’an-ı Kerim’in korunacağı Allah tarafından bildirilmiştir, korunacaktır.


Bu Kur’an-ı Kerimler, ilkönce ellerindeki mevcut malzemeye yazılmıştır. Ashàb-ı kiramın elinde bez varsa beze, deri varsa deriye; meselâ geniş bir hayvan kürek kemiği varsa, düz olduğu için kürek kemiğinin üstüne; çeşitli böyle kağıt diyebileceğimiz

60

üzerine yazılabilen malzeme varsa, onlara yazılmıştır.

Eski Kur’an-ı Kerim nüshalarında, yazılar kûfî dediğimiz köşeli yazılardır. Bir de Hicaz kûfîsi veyahut, ma’kılî yazı ile

yazılmıştır, o zamanın en eski metinleri... Tabii o metinlere baktığımız zaman, şimdiki Kur’an-ı Kerimlerde gördüğümüz harf noktaları ve harekelerin olmadığını görürüz. Onları okumak mütehassısların işidir, herkes okuyamaz.

Şimdiki metinlerde, te üstte iki noktalıdır, se üç noktalıdır, cim ortasında bir noktadır. Daha sonra bunları icad etmişler ve kullanmışlardır.


Tarihteki eski mushaflara baktığımız zaman, onların sayfa büyüklükleri ve bir sayfada bulunan satır sayısı çok değişiktir ve farklı farklıdır. Sonradan tarih boyunca, bunların düzene sokulduğunu gözüyoruz. Yazı düzene girmiştir. Eskiden de güzel yazılar vardır, sonradan da ama, yazılış düzene girmiştir ve tecrübeye dayanarak tertip mükemmelleştirilmiştir.

Okunma ve ezberlenme kolay olsun diye de, Kur’an-ı Kerim çeşitli bölümlere bölünmüştür. Kur’an-ı Kerim’in kendisi bir çerçeve içine alınmış, bunlar çerçevenin dışında gösterilmiştir.

Meselâ, Kur’an-ı Kerim otuz cüze ayrılmıştır. Otuz cüz. Meselâ, Amme Cüzü diyoruz, Amme Sûresi’yle başlayan bu otuzuncu cüzdür. Fâtiha’yla başlayan ilk, birinci cüzdür.


Bu otuza ayırmak neden olabilir? Yâni her gün bir bölümü okunsun da bir ayda tamamlansın, otuz günde Kur’an-ı Kerim okunması tamamlansın diye otuza bölmüşler. İleride hadis-i şerifleri okuyacağım, sohbetimin sonunda... Bazen yedi bölümlü Kur’an-ı Kerimler vardır. Şimdiki Kur’an-ı Kerimlerin bir yerinde yedi tane bölüm işaret edilmiştir. Bu yedi bölüme menzil denilir. Bu da, bir haftada okunmak maksadıyla bir bölümlenmedir.

Bizde, bu otuz cüzden her cüz, dört rubûa ayrılmıştır. Rubu’, biliyorsunuz, çeyrek demek, dörtte bir yâni. Böylece Kur’an-ı Kerim’de yüz yirmi rübu’ var bizim elimizdeki baskılarda.

Ayrıca sayfalara bakarsak, yâni bir okuma bütünlüğü, anlam bütünlüğü olan ayetler tamamlandığı zaman, bir ( ع )ayın işareti konmuştur. “Kur’an-ı Kerim’i eğer imam namazda okuyorsa, işte burada anlam tamam oluyor, burada rükû edebilir.” diye, rükü’

61

kelimesinin son harfi olan ayın'dan gelmiş olabilir. Veyahut da, aşır dediğimiz sözün ayın'ından gelmiş olabilir.


Araplara gelince... Meselâ, son Kur’an-ı Kerim baskısı; hacılar hac ve umre yaptığı zaman, dönüşte veriyorlar. Onlar otuz cüz bölümlenmesini kullanıyorlar, ama her cüzü iki hizbe ayırıyorlar. Yâni böylece, Kur’an-ı Kerim’de altmış tane hizib var, onların bölümlenmesine göre.

Her hizbi de, dört parçaya ayırıyorlar. O zaman her birinin ismi şöyle: “Rubuu hizb, nısfu hizb, selâsetü erbaa hizb” diye geçiyor. Yâni ilk çeyrek, yarım, üç çeyrek ve tamamı olmak üzere. Böylece tabii altmış hizbi dörtle çarparsak, iki yüz kırk tane hizib var. O da bir bölümleme. Demek onu ezberlemekte filân, öyle bölümlemeyi uygun görmüşler. Onların Kur’an-ı Kerim çalışması, okuma adetleri öyle.


Ayetler içlerinde, “Anlam bakımından okurken nerede durulursa iyi olur, nerede durulursa mânâ bozulur? Nerede durmak câizdir, nerede durmamak lâzımdır?” diye, duraklama yerlerinin vasfını belirten işaretler de taşırlar. Bunlar meselâ; ( م )mim, mutlaka durulması gereken yerdir; ( ط )tı, durulabilen yerdir; ( ج )cim, câiz olan yerdir; ama ( لا ) lâ, durulmaz. ( ق )Kaf ve ( قف )kıf gibi şeyler vardır... Çeşitli duraklama işaretleri kullanılmıştır. Bunlara hurûf-u secâvendiye deniliyor. Bunlar da Kur’an-ı Kerim’in güzel okunması, anlam bütünlüğü içinde okunması bakımından faydalı işaretlerdir.

Bizim bu zamanda kullandığımız Kur’an-ı Kerimlerde, okunuş hatalarını engellemek için, ( مد )med ve ( قصر )kasır işaretleri de kullanılmıştır. Aynı harflerle yazılan heceler bazen uzun, bazen kısa okunur. Bunu Arapça bilenler kendileri çıkartırlar ama, Arapça bilmeden Kur’an-ı Kerim okuyanlar için, böyle bir işaret gerekmiştir.

Meselâ, ( اولئك )ülâike’ de elif, vav, lâm, hemze kürsüsü, kef vardır. Elif’ten sonra vav olduğu halde, burada ( ûlâike ) okunmaz, (ülâike ) okunur, elif kısa okunur. Böyle bir âdet. Onun için bunun altında, kısa okunacak diye bir kasır işareti vardır. Buna

62

benzeyen başka bir kelime, meselâ, (اولات حمل )ulâti haml kelimesi var (Talâk, 65/6), yâni hâmile olan hanımlar mânasına geliyor. Orada da kasır işareti vardır, (ulâti ) diye elif kısa okunur.

Uzun okunması gereken yerde de, med işareti kullanılmıştır. Bunlara da med ve kasır işaretleri diyoruz.


Baskı hatalarını engellemek için, keyfî baskılar, ticârî baskılar yapılıp da Kur’an-ı Kerim’in ciddiyetine halel gelmesin diye, bozuk nüshalara yer vermemek için, tedkîk-ı mesàhif heyetleri kurulmuştur. Kur’an-ı Kerimleri tedkik eden heyetler... Bunlar çok titizlikle çalışmışlardır. Yâni, en küçük bir işaret bozukluğunu, hareke bozukluğunu dahi hemen düzelttirirler, bastırtmazlar ve onu piyasaya sürdürtmezler. Mühür vururlar. Bu da Kur’an-ı Kerim’e saygıdan kaynaklanan bir titizliktir.


Bir de Kur’an-ı Kerim’in hattının, yâni yazısının çok güzel yazılması meselesi vardır. Osmanlılar aşk ile şevk ile bu işi yapmışlardır, geliştirmişlerdir. Bizde meselâ, en çok tutulan güzel yazılı Kur’an-ı Kerimler, Kayışzâde Hàfız Osman tarafından yazılmıştır, Hàfız Osman hattı diyoruz. Sonra, Kadırgalı Hasan Rızà Efendi diyoruz. Bunların yazıları çok beğenilmiştir.

En makbul, hafızların kullandıkları nüshalar, baskılar med ve kasırlı, âyet ber-kenâr, meşhur hattatlar tarafından yazılmış nüshalardır. Âyet ber-kenâr ne demek?.. Kur’an-ı Kerim’in sayfa satırlarının düzenli tutulması, ayetin yarıdan kesilip öbür sayfaya taşmaması, sayfanın sonunda bitirilmesi hususundaki titizliği gösteren demektir. Yâni, ayetler öyle sayfalardan taşmıyor, sayfa sonunda bir istisnâsıyla bitiyor demektir.

Ben, yakın zamanda basılmış bizim Kur’an-ı Kerim nüshalarına da bakıyorum. Genç hattatlar içinde de, Allah razı olsun, bana kendi yazdıklarını hediye edenler de vardır. Çok güzel yazanlar, çok başarılı hattatlar vardır. Uluslararası ödül kazanmış olanlar vardır, Allah razı olsun...


Hind alimleri, yâni Hind kıtası, Pakistan, Afganistan, Hindistan... Oralarda yetişmiş çok büyük alimler, tarih boyunca dinî ilimlere çok emek sarf etmişlerdir. Oralarda çok değerli, tertipli, böyle yan mâlumâtı, takviye edici mâlumâtı çok güzel

63

verilmiş mealler yazılmış, güzel baskılı Kur’an-ı Kerimler görüyorum. Onlardan bazıları kütüphanemde var... Çok güzel oluyor, baskıları gayet güzel. Fakat onların yazıları, bizim alıştığımız, gözümüzün sevdiği yazı üslûbundan farklıdır. Bizimkiler sanki bize daha zarif, daha ince, daha kıvrak, güzel yazılmış gibi geliyor.

Suud’da basılan son nüshalar, bizim geleneksel bazı işaretlerimizi kullanmadıkları için, bizim halkımız tarafından okunurken, bazı zorluklar çıkartabiliyorlar. Meselâ, meddi gösteren çekme işareti dediğimiz işaretler onlarda yoktur. Meselâ:


ثُم َلاٰتِـيَـنَّـهُمْ (الأعراف:٤١)


(Sümme leâtiyennehüm) (A’raf, 7/17) “” uzatılmasını, biz bir çekme işareti yaparak, “leâtiyennehüm” okuturuz. Ama onlar bunu koymuyorlar, lâmelif’in üstüne bir hemze yerleştiriyorlar. Hemze’den sonra elif uzatma yapacak diye düşünüyorlar. Tabii, lâm da olduğu için, hemze’yi de oraya yerleştirmek kolay olmadığından, onu “leâtiyennehüm” okumakta zorluk çekiliyor. Bir çekme işareti kullanmıyorlar.

Ama onlar, Hatt-ı Osmânî dediğimiz, yâni Hazret-i Osman zamanında kelimeler hangi harflerle yazılmışsa, aynen o harflere riayet ederek, Kur’an baskısına önem vermek bakımdan daha titiz davranmışlardır. Bizimkilerde, Hatt-ı Osmânî’ye ilâve bazı harfler ekleyerek, okumayı kolaylaştırmak düşünülmüştür.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde, çeşitli Kur’an baskıları oluyor. Bazıları da kafayı karıştırmak için, kendi fâsık, fâcir itikadlarına uygun olarak, bazı kelimeleri çıkartarak Kur’an baskısına kalkışıyorlar, çeşitli iddialarla, yeni bir takım şeylerle... Tabii Kur’an konusunda dinleyicilerimizin, müslümanların titiz olması lâzım! Mühürlü, güzel Kur’an-ı Kerim nüshaları kullanmaya çalışmaları lâzım! Alimlerin tavsiye ettiği Kur’an-ı Kerimleri okumaları lâzım!..


e. Ayetlerin Sebeb-i Nüzûlü


Ayetler, bir takım olaylar, hadiseler üzerine nâzil olmuştur.

64

Yâni, ayetin tarihini bilmek bakımından, ne oldu da onun üzerine ayet indi; bunları bilmekte büyük fayda vardır. Bu iniş sebeplerine esbâb-ı nüzûl denir. Yâni, ayetin iniş sebebi...

Alimler, Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında fevkalâde faydalı olan bu bilgileri dikkatle toplamışlardır. İslâm tarihi içinde, Kur’an tarihinin bir bölümüdür bu esbâb-ı nüzûl. Bu konuda büyük, müstakil eserler yazmışlardır. Müfessirler de, ayetin hangi sebeple indiğini anlatmışlardır.

Tabii, ayetin özel bir sebeple, bir hadise üzerine inmiş olması, hükmünün genelliğini engellemez. Yâni hüküm umûmîdir, çünkü emir umûmîdir. Ama, “Şu olay üzerine inmiştir.” deyince, daha iyi anlaşılır Kur’an-ı Kerim... Bazen de yanlış anlama engellenir.


Nitekim, Ebû Eyyûb el-Ensàrî Efendimiz’in de bulunduğu bir savaşta, kahramanlardan bir tanesi düşmana saldırdı, çarpıştı çarpıştı, şehid düştü. Arkadan bakanlar dediler ki:

“—Bak bu kendisini doğrudan doğruya tehlikeye attı. Kendisi şehid oldu. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de:


وَلاَ تُلـْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلىَ التَّهْلُكَةِ (البقرة: ٥٩١)


(Ve lâ tülkù bi-eydîküm ile’t-tehlükeh) ‘Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın!’ (Bakara, 2/195) buyruluyor.” deyince, Ebû Eyyûb el-Ensàrî RA, hem vahiy kâtibi, hem hàfız, hem Peygamber Efendimiz’in mescidinde imamlık yapmış, hem Medine valiliği yapmış büyük zât olduğu için, hemen bu yanlışlığı düzeltti. Dedi ki:

“—Ey insanlar, ey cemaat! Biz Peygamber Efendimiz zamanında, bu ayetten bu mânâyı çıkartmıyorduk. Bu ayet-i kerimenin baş tarafında, ‘Mallarınızı Allah yolunda sarf edin! Onları cimrilik yapıp, elinizi sıkıp da hayırdan, hasenattan kendinizi geri bırakmayın! Böylece malınızı Allah yoluna vermemek sûretiyle, kendinizi tehlikeye atmayın!’ Çünkü, o Allah yoluna sarf edilmeyen mallar cehennemde kızdırılıp insanların yüzlerine, yanlarına, sırtlarına yapıştırılıp öyle azab görecekler.” diye izah verdi.

Demek ki, iniş sebepleri hakkında bilgi sahibi olmak, ayetin

65

kelimelerinden çıkabilecek başka anlamları engellemekte faydalıdır. Onlar önemlidir. Onun için, müfessirler onları yazmışlardır.


Kur’an-ı Kerim’in sayfa çerçevesinin, yazı çerçevesinin dış tarafında, yanında bazı süslü, güzel işaretler vardır. Bunlar neyi gösterir?.. Cüz başlarını gösterir. Kaçıncı cüzün başlangıcı olduğu orada yazar; veya cüzün içindeki bölümlenmeleri, rubu’ları, yâni çeyrekleri gösterir.

Bir de secde ayetlerini bildiren işaretler vardır. Orada ( سجدة )

secde diye yazar. İçeride de, secdenin sebebi olan ibareler çizgiyle belirtilmiştir. Bunlara dikkat etmek lâzım! O secde ayetlerinde secde etmek gerekiyor. Kur’an-ı Kerim’in yazısı, görünüşü ile ilgili bu bilgileri bilmek lâzım geliyor. Kur’an-ı Kerim’in incelikleri...


f. Kur’an-ı Kerim’in Okunması


Kur’an-ı Kerim okunması lâzımdır! Kur’an-ı Kerim’in okunması çok lüzumludur! Müslümanlar için çok büyük bir

66

ibadettir, çok yüksek bir zikirdir. Kur’an-ı Kerim’i okumak zikirdir ve çok sevaplıdır. Peygamber SAS Efendimiz, bu hususta pek çok teşviklerde bulunmuştur. O hadis-i şeriflerin bir kısmını okumak istiyorum.

Ama önceden söyleyeyim, Kur’an-ı Kerim’in yüzüne bakmak bile sevaptır. Yâni, insan okuma bilmese de, bu Allah’ın kelâmıdır diye yüzüne baksa, sevap kazanır.

Biliyorsunuz, herhalde aşiret reisiymiş ama, okuma yazma bilmiyormuş Osman-ı Gazi Hazretleri... Osman Gazi diyoruz ama gàzi’nin sıfat olması dolayısıyla “Osman-ı Gàzi” demek lâzım!

Osman-ı Gàzi Hazretleri, Şeyh Edebâlî’nin evine misafir gidince, duvardaki şeyi sormuş,

“—Nedir bu duvarda asılı duran?..”

Demişler ki:

“—Bu Allah’ın kelâmı, Kur’an-ı Kerim...”

Onun üzerine, gece sabaha kadar el pençe divan durup uyumamış. Ama onun sebebiyle, bu edebi Allah’ın hoşuna gittiği için, bir rüya görmüş: Göbeğinden bir ağaç çıkıyor, dalları gök yüzünü tutuyor... Kocaman bir şey.

“—Efendim böyle bir rüya gördüm.” deyince;

“—Senin neslinden çok büyük bir devlet meydana gelecek ve cihana hakim olacak!” diye, rüyayı tâbir eylemiş Şeyh Edebâli. Yâni, Kur’an-ı Kerim’e saygının çok faydası var...


Bir kâğıtta ( ا “ )Allah ” adı yazılıymış, yerde onu görmüş bir eşkıya, yol kesen harâmî. “Bu Allah’ın kelâmı, basılmasın üzerine...” diye almış o kâğıdı yerden; yıkamış, bir uygun yere, bir duvar deliğine, kovuğuna koymuş. O gece rüyasında:

“—Sen benim ismime hürmet eyledin. Ben de senin cismini mübarek eyledim, sana iman nasib eyledim!” diye, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nden böyle bir hitâba mazhar olmuş.

Rüyada böyle bir iltifat görünmüş kendisine. Ondan sonra da, büyük bir evliya olmuş.

Yâni, Kur’an-ı Kerim’i sevmek, Allah’ın ismini sevmek, hürmet etmek dahi insana çok sevap kazandırır. Kur’an-ı Kerim’in yüzüne bakmak çok sevaplıdır. Sırf yüzüne baksa bile, sevap kazanır insan.

Babasının yüzüne, anasının yüzüne baksa, sevap kazanır...

67

Kur’an-ı Kerim’e baksa, sevap kazanır... Kâbe-i Müşerrefe’ye baksa, sevap kazanır... Saygıyla, sevgiyle, muhabbetle, “Bu bana dinimi öğretiyor.” diye hocasının yüzüne baksa, sevap kazanır... Deryaya baksa, denizin enginliğini düşünüp, “Sübhàna’llàh, tebâreke’llàh...” diye Allah’ın birliğini düşünse, sevap kazanır.


Kur’an-ı Kerim’in değil okunması, bakılması bile sevaptır. Ama okunduğu zaman, sevap çok daha fazla olur. Hattâ Allah-u Teàlâ Hazretleri, her harfine on hasene verir. Peygamber Efendimiz diyor ki:

“—On sevap almak, kelime için değildir. (Elif, lâm, mîm...) denildiği zaman; elif’e on, lâm’a on, mim’e on...” Yâni her harfine onar hasene veriliyor.

Hasene de büyük sevap... Allah, insanın bir hasenesini lütfuyla, keremiyle kabul ederse, o sebeb-i duhûl-u cennet olur.

O bakımdan Kur’an-ı Kerim’in tilâvet ve kıraatine çok önem vermemiz lâzım! Tilâvet-i Kur’an, Kur’an-ı Kerim okumak... Kıraat, o da okumak... İkisi de kullanılıyor. Çok önem vermemiz lâzım ve okumaya müdâvim olmamız lâzım! Kur’an harflerini öğrenip, okumamız lâzım!..


Kur’an-ı Kerim okunurken tertîl ile okunur. Tertîl ile okumak, Kur’an-ı Kerim’in kendine mahsus bir güzel edâ ile okumaktır. Sahabe-i kiram öyle okumuşlardır. Peygamber Efendimiz öyle okumuştur. Yâni, Kur’an-ı Kerim düz bir konuşma gibi, bir nutuk gibi okunmaz. Bir güzel edâ ve sedâ ile okunur.

Lahn-i Arab üzere okunması, yâni Arab’ın üslûbuna, şîvesine göre okunması, hüzünle okunması; ehl-i kitâbın kendi kitaplarını okudukları gibi değil de, daha böyle bir ciddî, vakarlı, dokunaklı şekilde okunması; hattâ okunurken ağlanması tavsiye buyrulmuştur.


g. Kur’an-ı Kerim’i Hatmetmek


Şimdi, bu sohbetimin sonunda, buna benzer hadis-i şeriflerden bir kaç tanesini okumayı düşünüyorum teberrüken.

Kur’an-ı Kerim’de 114 sûre vardır. Kur’an-ı Kerim’in başından okunup sonunda bitirilmesine, yâni 114 sûreyi okuyup, Fâtiha’dan

68

başlayıp Kul eùzü bi-rabbi’n-nâs’ta bitirmeye hatim denilir. Hatim

mühür demek… Yâni bir şeyi, seriyi, diziyi tamamlayıp, sonra onu bağlamak, mühürlemek mânâsına geliyor.

Kur’an-ı Kerim’in hatmi çok sevaptır. Peygamber SAS:14


عِنْدَ كُلِّ خَتْمَةٍ دَعْوَةٌ مُسْتَجَابَةٌ (كر. عن أنس)


RE. 320/6 (İnde külli hatmetin da’vetün müstecâbeh) [Her hatimden sonra müstecâb bir dua vardır.] buyurmuştur. Yâni, “Hatim indirildiği zaman yapılan dualar makbul olur.” diye bir müjdedir bu. Onun için, o zaman el açıp hatim duası yapıyoruz. Çünkü o zaman dualar makbul.

Kur’an-ı Kerim’in hatmini tavsiye etmiştir Peygamber Efendimiz. Bu hususta tavsiyeleri, meselâ, her ayda bir hatim indirilmesi tavsiyesi vardır. Kur’an-ı Kerim bizim bölümlememizde otuz cüz olduğuna göre, her gün bir cüz okumak demektir. Arabî aylara göre 30 gün çeken aylarda 30 günde, 29 gün çeken aylarda da en sonuncuda iki cüz okuyarak 29 günde bitirmek olabilir. “25 günde bitirilsin!” tavsiyesi vardır... Adamına göre, “20 günde bitirilsin! 15 günde bitirilsin! 10 günde bitirilsin!” diye tavsiyesi vardır.

Yedi günde bitirme, hızlı okuyabilen bazı hafızlar için güzel bir usüldür. İşte o zaman, bir günde okunan miktara menzil deniliyor. Hind baskıları, Pakistan baskıları bu yedi günlük yerleri işaret etmişlerdir. Çünkü, onlarda buna riayet eden alim çok... Sonra üç günde okuma vardır, yâni bir günde on cüz okuyarak... Ondan daha hızlı okumayı, Peygamber Efendimiz mânâsı anlaşılmaz



14 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.416, no:2254; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, c.VII, s.260; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.VI, s.279, no:985; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.125; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IX, s.390, no:4984; İbn- i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIV, s.271, no:1577; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.47, no:4121; Zehebî, Lisânü’l-İ’tidal, c.IV, s.412, no:9643; Enes ibn-i Malik

RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.160, no:3340; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.777, no:1786; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIV, s.328, no:14396.

69

diye, yâni takip edilemez diye tavsiye buyurmamıştır.


Ama menâkıbdan biliyoruz, Bâyezid-i Bistâmî Hazretleri KS, otuz yıl yaya haccetmiş. Her gün de bir hatim yapmış. Günde bir hatim yapacak kadar hızlı okuyabiliyor.

Bizim Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendimiz Hazretleri de, Gümüşhànevî Tekkesi’nden... Rahmetli Yusuf Ziyâ Binatlı,15 profesör, onun oğluydu. Hepsi nur içinde yatsın, makamları a’lâ olsun... Yusuf Ziya Binatlı, açık öğretimde hukuk dersleri veren bir profesör. Hafızdı rahmetli... Ömer Ziyâeddin Efendi altı saatte hatmedermiş. Yâni altı saat, çok hızlı bir şekilde okuyarak hatmedermiş. Yusuf Ziya Bey de sağlığında anlatmış idi: Böyle gözünü kapattığı zaman, Kur’an-ı Kerim’in sayfası gözünün önüne gelirmiş. Kur’an-ı Kerim’i ayet ayet, aşağıdan alıp yukarıya doğru, geri geri bile okuyabilecek kadar kuvvetli hafızdı.

“—Biz şimdi ne yapalım?.. Sayın dinleyicilerimiz, izleyicilerimiz, seyircilerimiz ne yapsın?” denilecek olursa, ben diyorum ki:

“—Bunlardan ibret alalım, utanalım, kendi halimize bakalım! Hiç olmazsa, Kur’an-ı Kerim’in günde bir sayfasını okuyalım!.. Bu bir sayfasını okurken de mânâsını, mealini meal kitaplarından,



15 Prof. Dr. Yusuf Ziya Binatlı (1914-1998): Hukukçu, üniversite öğretim üyesi. 1914'te İskenderiye'de doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Medenî hukuk, borçlar hukuku ve işletme hukuku alanlarında kariyer yaptı. Çeşitli adli hizmetlerde bulunan Binatlı, ağır ceza reisliğinden ayrılarak, 1958'de Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nin kuruluşunda görev aldı. 1974'te Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi başkanlığı yaptı. 1982'de Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kurucu dekanı oldu. Daha sonra İstanbul'da yerleşti. 30 Nisan 1998'de vefat etti. İstanbul'da Edirnekapı Mezarlığı'nda defnedildi.

70

tefsir kitaplarından takip edelim. Böylece, hiç olmazsa bir senede bir hatim tamamlayalım!” diye tavsiye ediyorum.

Allah-u Teàlâ Hazretleri içimize aşkını, şevkini versin... Kur’an-ı Kerim’e saygı ve sevgi versin... Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılarak güzelce okumayı, ahkâmını anlamayı, ahkâmına uymayı nasib eylesin...


h. Kur’an-ı Kerim’i Kaç Günde Okumalı?


Şimdi vaad ettiğim hadis-i şerifleri okumak istiyorum sohbetimin sonunda... Kur’an-ı Kerim’in ne kadarda bir okunması gerektiğine dair hadis-i şerifleri okuyayım önce... Peygamber SAS buyuruyor ki:16


اِقْرَأْ الْقُرْآنَ فِي كُلِّ شَهْرٍ! قَالَ: إِنِّي أَجِدُ قُوَّةً . قَالَ: فَاقْرَأْهُ فِي


عِشْرِينَ لَيْلَةً! قَالَ: إِنِّي أَجِدُ قُوَّةً. قَالَ: فَاقْرَأْهُ فِي سَبْعٍ وَلاَ تَزِدْ


عَلٰى ذٰلِكَ! (خ. م. د. عن ابن عمرو)


RE. 78/10 (İkrai’l-kur’âne fî külli şehrin! Kàle: İnnî ecidü kuvveten. Kàle: Fakra’hü fî ışrîne leyleten! Kàle: İnnî ecidü kuvveten. Kàle: Fakra’hü fî aşrin! Kàle: İnnî ecidü kuvveten. Kàle: Fakra’hü fî seb’in ve lâ tezid alâ zâlike!)

Bu Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA tarafından rivayet edilmiş. Müslim’de, Buhàrî’de, Ebû Dâvud’da olan, sahih bir hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz bu mübarek râvîye, Abdullah RA’a demiş ki:



16 Buhàrî, Sahîh, c.IV, s.4767; Müslim, Sahîh, c.II, s.812, no:1159; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.441, no:1388; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.200, no:6880; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.293, no:2105; Bezzâr, Müsned, c.VI, s.337, no:2345; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.392, no:2162; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.396, no:3863; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.991, no:2815; Câmiu’l-Ehàdîs, c.V, s.293, no:4163.

71

(İkraü’l-kur’âne fî külli şehrin!) “Her ayda bir hatim indir, Kur’an-ı Kerim’i her ayda oku!” (Kàle: İnnî ecidü kuvveten.) “Ben kendimde kuvvet hissediyorum, daha hızlı okuyabilirim yâ Rasûlallah! Kuvvetliyim, daha fazlasını yapabilirim.” deyince; (Kàle: Fakra’hü fî ışrîne leyleten!) “O halde yirmi günde oku!” buyurmuş Peygamber Efendimiz.

(Kàle: İnnî ecidü kuvveh.) “Ben güç yetirebilirim daha hızlı okumaya!” deyince; (Kàle: Fakra’hü fî aşrin.) “O zaman on günde oku!” buyurmuş, o zaman günde üç cüz ediyor.

(Kàle: İnnî ecidü kuvveh.) “Ben kendimde kuvvet hissediyorum, daha hızlı okuyabilirim yâ Rasûlallah!” deyince; (Kàle: Fakra’hü fî seb’in!) “Yedi günde oku!” buyurmuş, yâni haftada bir. (Ve lâ tezid alâ zâlike!) “Daha da hızlı yapma! Yâni, yedi günde hatmetmek senin için uygundur.” buyurmuş.


Diğer bir hadis-i şerif. O da yine Ahmed ibn-i Hanbel rivayeti, Abdullah ibn-i Amr RA’dan:17


اِقْرَأْهُ فِي كُلِّ شَهْرٍ! اِقْرَأْهُ فِي خَمْسٍ وَعِشْرِينَ! اِقْرَأْهُ فِي عِشْرِينَ!


اِقْرَأْهُ فِي خَمْسَ عَشْرَةَ! اِقْرَأْهُ فِى عَشْرَةٍ! اِقْرَأْهُ فِي سَبْعٍ! لاَ يَفْقَهُهُ


مَنْ يَقْرَؤُهُ فِي أَقَلَّ مِنْ ثَلاَثٍ (حم. عن ابن عمرو)


(İkrai’l-kur’âne fî külli şehrin) “Kur’an’ı bir ayda bitir! (İkra’hu fî hamsin ve işrîne) Yirmi beş günde bitir! (İkra’hu fî işrîne) Yirmi günde bitir! (İkra’hu fî hamse aşrete) On beşte bitir! (İkra’hu fî aşrin) Onda bitir! (İkra’hu fî seb’in) Yedide bitir! (Lâ yefkahuhû men yakrauhû fî ekalle min selâs.) Üç günden daha hızlı okuyan, mânâsını fehmedemez, derinliğini kavrayamaz! Çünkü, hızlı okuyacağım diye geçer.” buyurmuş.



17 Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.442, no:1390; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.165, no:6546; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.977, no:2772 ve c.II, s.438, no:4133; Câmiu’l-Ehàdîs, c.V, s.293, no:4162; RE. 78/11.

72

Demek ki, üç günden daha hızlı yapanlar, artık çok olağanüstü bir şey yapmış oluyorlar.


i. Kur’an-ı Kerim’i Hüzünle Okumak


Sonra buyurmuş ki, Peygamber SAS Efendimiz:18


اِقْرَأ القُرْآنَ بالحُزْنِ، فإنّهُ نَزَلَ بِالْحُزْنِ (طس. ع. وأبو الـنصر في الأبانة عن عـبد الله بن بريدة عـن أبيه)


RE. 78/13 (İkrau’l-kur’âne bi’l-huzni) “Kur’an-ı Kerim’i hüzün ile okuyun, mahzun mahzun okuyun! (Feinnehû nezele bi’l-huzn.) Çünkü o mahzun indi.”

Kur’an-ı Kerim, nice nice acı olaylar, mücadeleler, kâfirlerin zulümleri ile karşılaşılarak indi. İmanından dolayı müslümanlar, sahabe-i kiram ne kadar eziyet çektiler... Hüzünle okunacak yâni. Şarkı değil, lâlettayin bir mûsikî parçası değil… Onun ciddiyetini gösterecek tarzda okumak lâzım:19


اِقْرَؤُوا القُرْآنَ بِلُحُونِ العَرَبِ و أصْوَاتِهَا! وَ إيَّاكُمْ وَ لُحُونَ أهْلِ الفِسقِ


وأهْلِ الْكِتَابَيْنِ! وَسَيَجِيءُ قَوْمٌ مِنْ بَعْدِي يُرَجِّعُونَ الْقُرْآنَ تَرْجِيعَ الْغِناءِ




18 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.193, no:2902; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.VI, s.196; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzan, c.I, s.409, no:1284; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.96, no:313; Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidal, c.I, s.233, no:893; Büreyde el-Eslemî RA’dan.

Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.351, no:11694; Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.978, no:2777; Câmiu’l-Ehàdîs, c.V, s.301, no:4179.

19 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VII, s.183, no:7223; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.540, no:2649; İbn-i Adiy, el-Kâmil, c.II, s.78; Huzeyfe ibn-i Yemân RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.979, no:2779; Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.350, no:11693; Câmiu’l-Ehàdîs, c.V, s.302, no:4180.

73

والرَّهْبانِيَةِ والنَّوْحِ، لا يُجاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ، مَفْتُونَة قُلُوبُهُمْ وقُلُوبُ الَّذِينَ


يُعْجِبُهُمْ شَأْنُهُمْ (هب. عد. محمَّد بن نصر في الصَّلاة، وأبو النصر

السِّجزي في الأبانة، عن حذيفة)


RE. 78/15 (İkrau’l-kur’âne bi-lühùni’l-arabi ve asvâtihâ) “Kur’an-ı Kerim’i Araplar’ın edâsıyla, sesleriyle okuyun! (Ve iyyâküm ve lühùne ehli’l-fısk) Ehl-i fıskın, yâni şarkıcıların, türkücülerin, defçilerin, çalgıcıların mûsikîsi şeklinde okumayın! (Ve ehli kitâbeyn) Ehl-i kitabın kendi kitaplarını okuyuş tarzları var, öyle okumayın!” diye de tavsiye buyurmuş.

(Ve seyecîü kavmün min ba’dî) “Benden sonra, asırlar geçtikten sonra, ümmetimin içinden bazı insanlar çıkacak; (yürecciùne’l- kur’âne tercîa’l-gınâi ve’r-rahbâniyyete ve’n-nevhu) Kur’an-ı Kerim’i şarkı okur gibi okuyacaklar; ruhbanların kendi kutsal kitaplarını okudukları gibi monoton, yâni yeknesak, tatsız bir tarzda okuyacaklar; ve bir de ölü ağlayıcılarının feryad u figanları gibi okuyacaklar.”

(Lâ yücâvizü hanâcirahüm meftûnetün kulûbühüm) “Kur’an-ı Kerim onların gırtlaklarından daha aşağıya, gönüllerine, kalblerine geçmez. Yâni sırf ağızdan okuyorlar, içten okumuyorlar. Kalpleri fitnelidir. (Ve kulûbü’llezîne yu’cibühüm şe’nehüm) Ve onların bu okuyuşlarını beğenenlerin de kalpleri fitnelidir, onlar da fitneye uğramış olacaklardır.”

Sonra buyuruyor ki Efendimiz:20


اقْرَءُوا الْقُرْآنَ وَابْكُوا، فَإِنْ لَمْ تَبْكُوا فَتَبَاكَوْا! لَيْسَ منَِّا مَنْ



20 Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.208, no:1198; Bezzâr, Müsned, c.IV, s.69, no:1235; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.97, no:314; Muhammed ibn-i Nasr el- Mervezî, Muhtasar-ı Kıyâmü’l-Leyl, c.I, s.200, no:156; Sa’d ibn-i Ebî Vakkas RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.984, no:2794; Suyûtî, Câmiu’l-Ehàdîs, c.V, s.308, no:4190.

74

لَمْ يَتَغَنَّ بِالْقُرْآنِ (ابن نصر عن سعد بن أبي وقَّاص)


RE. 78/16 (İkrau’l-kur’âne ve’bkû) Kur’an-ı Kerim’i okuyun ve ağlayın! (Ve in lem tebkû fetebâkev!) Ağlamak gelmiyorsa bile içinizden, ağlıyormuş gibi kendinizi ağlamağa zorlayın! (Leyse minnâ men lem yeteganne bi’l-kur’ân) Kur’an-ı Kerim’i dümdüz okuyan da bizden değildir.”

Kur’an-ı Kerim’i biraz şöyle kendisine mahsus, güzel Kur’an-ı Kerim okuyuşuyla okumak lâzım!..


j. Kur’an-ı Kerim’i Öğrenmek ve Öğretmek


Sonra, Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:21


تَعَلَّمُوا القُرآنَ، وأقْرَؤوهُ، وارْقُدُوا! فإنَّ مِثْلَ القُرآنِ لِمَنْ تَعَلَّمَهُ فَقَرأَهُ


وَقامَ بِهِ، كَمَثَلِ جِرَابٍ مَحْشُوٍّ مِسْكًا، يَفُوحُ رِيحُهُ فِي كُلِّ مَكانٍ؛


ومِثْلَ مَنْ تَعَلَّمَهُ فَيَرْقُدُ وَهُوَ فِي جَوْفِهِ، كَمَثَلِ جِرَابٍ أوكِيَ عَلٰى مِسْكٍ (ت. ن. ه. هب. حب. عن أبي هريرة)


RE. 253/9 (Teallemü’l-kur’âne va’kraûhü ve’rkudû! Feinne mesele’l-kur’âni li-men teallemehû fekaraehû ve kàme bihî, kemeseli cirâbin mahşuvvin misken, yefûhu rîhuhû fî külli mekânin; ve meselü men teallemehû feyerkudü ve hüve fî cevfihî, kemeseli cirâbin ûkiye alâ miskin.)

Buyuruyor ki Efendimiz, bu hadis-i şerifinde:



21 Tirmizî, Sünen, c.V, s.156, no:2876; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.78, no:217; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.5, no:1509; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.5, s.499, no:2126; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.227, no:8749; Bezzâr, Müsned, c.II, s.432, no:8402; Ebü’ş-Şeyh, el-Emsâl fi’l-Hadîs, c.I, s.386, no:334; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.791, no:2269; Süyûtî, Câmiu’l-Ehàdîs, c.XI, s.300, no:10835.

75

“—Kur’an-ı Kerim’i öğreniniz, okuyunuz ve ondan sonra uyuyunuz!”

Yâni, Kur’an-ı Kerim’in bir okunması faslı olacak, yatmadan önce okunacak, ondan sonra uyunacak.

“—Çünkü, Kur’an-ı Kerim’i öğrenen, okuyan ve onun ahkâmına uyan, içi misk kokusu dolu bir dağarcığa benzer. Kokusu her tarafa yayılır, herkes mest olur, memnun olur. Ama Kur’an-ı Kerim’i bildiği halde, okumadan uyuyan kimse de, —yâni gece veya gündüz neyse, okumayan kimse— içinde Kur’an-ı Kerim var ama, bu ağzı bağlı bir misk torbasına benzer. Yâni, içinde misk var ama kokusu yok, çünkü ağzı bağlı...”


Diğer bir hadis-i şerif. Bu da Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan:22



22 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IX, s.130, no:8648; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.118, no:29934; Saîd ibn-i Mansur, Sünen, c.I, s.35, no:6; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.279, no:808; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.1, s.286, no:133; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.828, no:2378.

76

تَعَلَّمُوا الْقُرْآنَ وَاتْلُوهُ! فَإِنَّ اللَّهَ جَازِيكُمْ عَلٰى تِلاَوَتِهِ، بِكُلِّ حَرْفٍ


عَشْرَ حَسَنَاتٍ، أَمَا إنِّي لاَ أَقُولُ: الـٓمٓ حَ رْفٌ (إبن الضريس عن ابن مسعود)


RE. 253/10 (Teallemü’l-kur’âne ve’tlûhü!) “Kur’an-ı Kerim’i öğreniniz ve okuyunuz! (Feinna’llàhe câzîküm alâ tilâvetihî) Çünkü Allah, Kur’an okuduğunuz için sizi mükâfatlandıracaktır. (Bi-külli harfin aşra hasenâtin) Her harf için, on hasene vererek mükâfatlandıracaktır. (Emmâ ennî lâ ekùlü elif, lâm, mîm harfun) ‘Elif, lâm, mîm’ bir harftir demiyorum...”

Çünkü harf, Arapça’da edat mânâsına da geliyor. Yâni bizim gibi, dilde a, b, c gibi bir harf mânâsına da gelmiyor. “Ben, (Elif, lâm, mîm) bir harftir demiyorum. Elif bir, lâm bir, mîm bir harftir demek istiyorum.” diye, tek tek, her harfine on hasene verileceğini bildirmiş oluyor. Ve buyuruyor ki:23


تَعَلَّمُوا الْقُرْآنَ وَسَلُوا بِهِ الْجَنَّةَ، قَبْلَ أَنْ يَتَعَلَّمَهُ قَوْمٌ يَسْأَلُونَ بِهِ الدُّنْيَا.


فَإِنَّ الْقُرْآنَ يَتَعَـلَّمُهُ ثَلاَثَةِ نَفَرٍ: رَجُلٌ يُبَاهِي بِهِ، وَرَجُلٌ يَسْـتَأْكِلُ بِهِ،


وَرَجُلٌ يَقْرَؤُهُ ِللهِ (إبن نصر، هب . عن أبي سعيد)


RE. 253/12 (Teallemü’l-kur’âne ve selû bihi’l-cennete kable en yeteallemühû kavmün yes’elûne bihî ed-dünyâ. Feinne’l-kur’âne yeteallemühû selâsetü neferin: Racülün yübâhî bihî, ve racülün yeste’kilü bihî, ve racülün yakrauhû li’llâh.)

Ebû Saîd el-Hudrî Hazretleri’nden rivayet edildiğine göre,



23 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.534, no:2630; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.828, no:2379; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XI, s.301, no:10838.

77

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:

“—Kur’an-ı Kerim’i öğreniniz ve onunla Allah’tan cenneti isteyiniz!” Okuyup, “Yâ Rabbi, Kur’an’ını okuyorum, bana cenneti nasib et!” diye. Ne zamandan önce?.. (Kable en yeteallemehû kavmün yes’elûne bihi’d-dünyâ) “Bu Kur’an’ı okuyup da, onunla dünyalık elde etmeye çalışan kavimler ortaya çıkmadan önce, siz Kur’an’ı okuyun ve onunla cenneti isteyin!”

Demek ki, bazıları Kur’an-ı Kerim’i dünyalık kazanmaya alet edecekler. “O olmadan, siz sırf Allah rızası için okuyup, cenneti kazanmayı isteyiniz!” buyruluyor.


(Feinne’l-kur’àne yeteallemühû selâsetü neferin) “Çünkü, Kur’an-ı Kerim’i üç kişi öğrenir, üç tip insan, üç cins insan öğrenir:

1. (Racülün yübâhi bihî) “Onunla iftihar edip, böbürlenmek için öğrenen insan.” Yâni, ben Kur’an biliyorum diye tavır koyup, fiyaka satan, ilmiyle böbürlenen... Bu makbul değil.

2. (Ve racülün yeste’kilü bihî) “Kur’an-ı Kerim’le yiyen, geçimini sağlayan, yâni dünyalığını sağlayan kimse...” Bu da makbul değil. Yaptığı iş günah...

3. (Ve racülün yakrauhû li’llâh) “Sırf Allah rızası için okuyan... Rabbim bana ne öğretmiş, ne emir buyurmuş, ben onu tutayım diye ihlâsla okuyan...”

İşte öyle, ihlâsla okuyan kimselerden olmağa gayret etmemiz lâzım!..


Başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:24




24 Dârimî, Sünen, c.I, s.83, no:221; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.7950; Dâra Kutnî, Sünen, c.IV, s.81, no:45; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VIII, s.441, no:5028; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.53, no:403; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.36; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.208, no:11953; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.63, no:6305; Şâşî, Müsned, c.II, s.395, no:778; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XI, s.378, no:2498; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.826, no:2372; Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.405, no:7133; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XI, s.301, no:10839.

78

تَعَلَّمُوا الْقُرْآنَ وَعَلِّمُوهُ النَّاسَ (حم. ك. ق. عن ابن مسعود)


RE. 253/8 (Teallemü’l-kur’âne ve allimûhü’n-nâs.) “Kur’an-ı Kerim’i hem kendiniz öğrenin, hem de insanlara öğretin!”

Demek ki, sizler ve bizler, sevgili izleyiciler, hem kendimiz öğreneceğiz; hem de çoluk çocuğumuza, hükmümüz altında olan insanlara, Kur’an-ı Kerim’in okunuşunu öğreteceğiz! Bir de anlamını, ahkâmını, tefsirini öğreneceğiz ki, mûcebince amel edelim!.. Allah-u Teàlâ Hazretleri ne buyurmuşsa, buyruğunu tutalım! Neleri yasaklamışsa, yasakladığından kaçınalım! Böylece rızasını alalım, cennetine girelim, rıdvân-ı ekberine vâsıl olalım!..


Böyle bir niyetle tefsir derslerine, Kur’an-ı Kerim’in izahı sohbetlerine başlamış olduk, Allah-u Teàlâ Hazretleri itmâmını nasib eylesin... Çok ciddî bir işe başladık, yardımcımız olsun...

79

Aczimize, kusurumuza rağmen sevabını umarak bu işi yapıyoruz. Siz de sevabını umarak dinleyin ve öğrendiklerinizi uygulayın!.. İnşâallah önümüzdeki derslerde Eùzü-besmele’den başlayarak, Fâtiha’dan başlayarak sırasıyla Kur’an-ı Kerim’in izahını yapalım!..

Siz de kaydedin!.. Hem bandlarınıza, şeritlerinize kaydedin, ses olarak bulunsun... Çünkü koyduğunuz zaman seyahatte, iş yerinizde; bir taraftan iş yapar, bir taraftan seyahat eder, bir taraftan dinlersiniz. Hem de önemli, can alıcı noktalarını, sizin için mühim olan, mühim gördüğünüz kısımlarını, “Ben şunu yazayım da, hatırımda kalsın da, uygulayayım!” diye not alırsanız; oradan da büyük sevaplar alırsınız.

Böylece inşâallah bütün izleyiciler sayısınca, Türkiye sayısınca, Türkçe bilenler sayısınca Kur’an ehli insanlar çoğalır... Dinimiz kuvvetlenir, yayılır, Allah’ın dini cihana hakim olur. Allah’ın dini hakim olunca; ilim, irfan, ahlâk, merhamet, insanlık hakim olur. İnsanlar, àlem-i İslâm, hattâ bütün cihan, bütün insanlar böylece saadete ererler.

Allah-u Teàlâ Hazretleri tevfîkini refîk eylesin... Cümlemizi iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin... Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili izleyiciler!..


06. 10. 1998 – AVUSTRALYA

80
3. BESMELE HAKKINDA