1. KUR’AN-I KERİM’İN FAZİLETLERİ
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve muhterem Ak-Radyo ve Ak-Televizyon izleyicileri! Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsânı, ikrâmı, lütfu, keremi üzerinize olsun...
a. Tefsir Dersine Başlarken
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne asistan olduğum zamandan beri, muhtelif camilerde, toplantılarda dînî konuşmalar yapardım. İskenderpaşa Camimizde de, Hocamız cennet-mekân, Mehmed Zâhid Kotku (Rahimehu’llàhu rahmeten vâsiah) Hazretleri zamanından beri, onun emri ve işareti ile konuşmalar yapmakta, özellikle Râmûzü’l-Ehàdîs isimli hadis kitabımızdan
hadis-i şerifler okumakta idim.
Bunları ve çeşitli yerlerde, çeşitli vesilelerle, çeşitli zamanlarda yaptığım dinî konuşmaların kayda alınabilenlerini, zaman zaman sizler de izliyorsunuz. Umûmiyetle bunlar, hadis üzerine sohbetler tarzında oluyor.
Yayıncı arkadaşlar, bu kez benden Kur’an-ı Kerim’in meâli ve tefsiri üzerinde de konuşmalar istediler, sohbetler istediler. Ben de, bu işin ne kadar ciddî bir iş olduğunu, ne kadar önemli olduğunu, ne kadar dikkat istediğini, ne kadar zor olduğunu bilmeme rağmen, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin affına sığınarak, lütfunu umarak, her halde konuşmalarımız bana da faydalı olur, dinleyen kardeşlerime de faydalı olur ve ahiret sevabı kazanmamıza vesile olur diye temenni ederek, dileyerek bu tekliflerini kabul ettim.
Ama, bu teklifin yapılmasından sonra iki-üç hafta geçtiği halde, başlayamamıştım. Bu arada, beni sevindiren bir gelişme, bir olay da vukù buldu. Onu anlatmak istiyorum dinleyicilerime:
Berlin’den hâlis muhlis bir kardeşimiz rüya görmüş, bana anlattı: Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendimiz Hazretleri, rüyasında ona çok güzel, nurlu, ışıltılı olarak görünmüş. “Tariflere sığmaz güzellikte ve heyecan verici bir durum idi.” diyor
anlatırken.
Hocamız beni kasdederek:
“—Es’ad Kur’an-ı Kerim tefsirini ne yaptı?” diye rüyada o kardeşimize sormuş.
Halbuki o kardeşimiz, benim sizlerden bir Kur’an-ı Kerim meal ve tefsir sohbeti talebi ile karşı karşıya olduğumu hiç bilmiyordu, birbirimizden haberli değildik. O zâten uzak bir yerdeydi. Bizim Almanya’da aldığımız mülkün bahçesindeki otları keseyim diye gelmişti, bu rüyayı kendisi anlattı. Hiç bir şeyden haberi yok, bizim böyle bir radyo-televizyon konuşması yapmak istediğimizi bilmiyor. Hocamız rüyada ona buyurmuş ki:
“—Es’ad, Kur’an-ı Kerim tefsirini ne yaptı?..”
O da, rüya bu ya:
“—Birinci cildi tamam oldu efendim!” diye cevap vermiş.
Halbuki, daha sohbetlere başlamadık. Ama “Birinci cildi tamam oldu efendim!” diye cevap vermiş. Tabii bunu da, kendi kendine neye dayanarak söylediğini bilemeden, rüyanın güzelliğinden, manzaranın güzelliğinden, Hocamız’ın nûrâ- niyetinden, feyzinden heyecanlanmış ve uyanmış.
Bana anlattı;
“—Böyle bir rüya gördüm hocam, hayırdır inşâallah!” dedi.
Ben anladım tabii… Hocamız demek ki, bu tefsir ve meal konusunda çalışmamı te’yid ediyor, istiyor, rüya yoluyla işaret buyuruyor. İşin gecikmemesini de ikaz ediyor. Yâni, bir kaç hafta geçti, ben başlayacağım dedim, başlayamadım seyahatlerim dolayısıyla; rüya yoluyla bana ikaz gönderiyor Hocamız (Rh.A).
Bu işe başlamamın güzel olduğunu, kararımın da isabetli olduğunu böylece kendi kendime anladım ve sevindim. Hocamız nur içinde yatsın, makàmı daha a’lâ olsun... Ahirete irtihal etmiş olmasına rağmen, rüya âleminden bizlere böyle lütuflar izhar ediyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi, cümlenizi enbiyâ ve evliyâsının ve hâssaten Habîb-i Kibriyâ’sı Muhammed-i Mustafâ’sının iltifat ve şefaatlerine, te’yîdat ve himmetlerine nâil ve mazhar buyursun, sevgili kardeşlerim!..
Âmîn, bi-hürmeti’smihi’l-a’zâm, ve nebiyyihi’l-ekrem, salla’llàhu aleyhi ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsân, ve selleme teslîmen kesîrâ...
İşte böylece güzel vesilelerle bu günden, şu saatten itibaren Kur’an-ı Kerim’in meal ve mânâ-yı münîfi ve tefsiri, açıklamaları üzerine sohbetler yapmaya karar vermiş bulunuyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri tevfîkini refîk eylesin, yardım eylesin... Fâtiha’dan başlayarak intizamlı bir şekilde, ayet atlamadan sonuna kadar Kur’an-ı Kerim’i böyle anlatmayı temenni ediyoruz; Cenâb-ı Mevlâmız itmâmını nasib ü müyesser eylesin...
Aziz ve muhterem dinleyiciler ve seyirciler! Kur’an-ı Kerim’in önemi ve değeri tarif edilemeyecek kadar büyüktür. Bu hususta selef-i sàlihînimiz, büyük alimlerimiz pek çok eser te’lif eylemişlerdir, Kur’an-ı Kerim’in faziletini anlatan ciltlerle kitaplar yazılmıştır.
Kur’an-ı Kerim, alemlerin rabbi Allah-u Teàlâ’nın hak kelâmıdır ve biz müslümanlara en muazzam lütfu ve ikramıdır. Çok büyük bir nimettir Kur’an-ı Kerim... Cebrâil’in indirdiği, Cenâb-ı Hak katından Muhammed-i Mustafâ’sına inzal eylediği en mukaddes kitabı ve insanlığa tahrifât ve tezvirâttan korunmuş en sonuncu ve en sağlam hitâbıdır. Allah kelâmıdır, en sonuncu ilâhî kitaptır. Bozulmamış ilâhî kitaptır, tahrifâta uğramamıştır,
bir harfi bile değişmemiştir. En sağlam hüccettir bizler için...
Onda bizden önceki ümmetlerin halleri, kıssaları, hikâyeleri; bizden sonra dünyanın ve insanların başına geleceklerin, ahiretin, olacak olanların haberi vardır. Hangi dinin, inancın, dünyadaki hangi kavmin ne kusuru olduğu, Allah katında makbul ve doğru inancın nasıl olması gerektiği onda belirtilmiştir. O bakımdan insanlığın kurtarıcısıdır.
O, cennetin nasıl kazanılacağını, cehennemden nasıl kurtulunacağını kesin çizgilerle beyan eder. Allah-u Teàlâ Hazretleri, onu terk edenin kemiklerini kırar, belini kırar. Doğru yolu onun dışında arayanı, bu küstahlığından dolayı dalâlete dûçâr eder. Ona sırt çevireni, cehenneme düşürür. Onu rehber edineni de, cennete götürür.
O, Allah’ın habl-i metîni, nûr-u mübîni, zikr-i hakîmi ve sırât-ı müstakîmidir. Bu kelimeler hadis-i şeriflerden alınmıştır. Habl-i metîn, kuvvetli ipi demek. Yâni, çukura düşmüş bir insanın sarılıp
da oradan çıkartılmasına, kuyuya düşmüş bir insanın çıkartılmasına sebep olan kuvvetli bir ip gibi. Nûr-u mübîn’i, ortalığı aydınlatan nurudur. Zikr-i hakîm’i, hikmet dolu zikridir. Ve sırât-ı müstakîm’idir, yâni Kur’an yolu Allah’ın doğru yoludur.
Kur’an-ı Kerim zenginliktir, hazinedir. Rehber ve kılavuzdur. Deva ve şifâdır. Şefaati makbul bir şefaatçidir. Allah katında, yerler ve göklerden ve onların içindeki tüm varlıklardan daha sevgili ve daha sevimlidir Kur’an-ı Kerim. O hidayet güneşidir, kurtuluş vesilesidir. O başlara tâç, dertlilere ilâçtır. Gözlere nûr, gönüllere sürûrdur.
Onu öğrenen, öğreten, okuyup ahkâmını uygulayan kimseyi bizzat Rasûl-ü Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem SAS Hazretleri elinden tutup, ona delil olup cennete sevk edecektir. Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz bizzat kendisi böyle vaad etmiştir. İslâm’ın korunması, imanın ve itikàdın sapıtmaması, fikirlerin darmadağın dağılmaması ondandır, onunladır; insanlar ona sarıldığı zamandır.
Onu bilen ileriye gider, maddeten ve mânen yüksek derecelere yükselir. Onu uygulayan Allah’ın rızasına erer, büyük mükâfatlar kazanır. Onunla hükmeden adaletle hükmetmiş olur, adalet işlemiş olur. Ona sımsıkı sarılan fitnelerden korunur ve kurtulur. Onda derinleşen, ulûm-u evvelîn ve âhîrîne kavuşur.
b. Kur’an’a Tâbî Olan Sapıtmaz
Onunla ilgili, bizzat Peygamber SAS Efendimiz’den pek çok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. İlk önce bu hadis-i şeriflerle Kur’an-ı Kerim’in fadàilini size ifade etmek istiyorum. Hadis-i şerifleri izah ederek, böylece hadis derslerinden Kur’an-ı Kerim derslerine geçerken, hadis-i şerifleri köprü ve aracı ve vesile yapmış oluyoruz.
Peygamber SAS bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:1
1 Müslim, Sahîh, c.IV, s.1873, no:2408; Tirmizî, Sünen, c.V, s.663, no:3788; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.IV, s.62, no:2357; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.330, no:123; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.133, no:30078; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II,
إِنِّي تَارِكٌ فِيكُمْ الثَّقَلَيْنِ :كِتَابُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ (وَعِتْرَتِي). مَنِ اتَّبَعَهُ
كَانَ عَلَى الْهُدٰى؛ وَمَنْ تَرَكَهُ، كَانَ عَلَى ضَلاَلَةٍ (ش. حم. حب. عن زيد بن أرقم)
RE. 144/5 (İnnî târikün fîküm es-sakaleyn: Kitâbu’llàh, azze ve celle.) Muhtemelen arada (ve itretî) olacak. (Meni’ttebeahû, kâne ale’l-hüdâ; ve men terekehû, kâne ale’d-dalâleh.)
Bu hadis-i şerif ve benzerlerini, farklı kelimelerini de izah ederek yine açıklayacağım. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(İnnî târikün fîküm) “Ben, benden sonra sizin aranızda bırakıyorum...” (Es-sakaleyn) Burada sakaleyn, “Yâ eyyühe’s- sakaleyn! Ey insanlar ve cinler!” mânâsına gelir diye izah etmiş bazı alimler. Bazıları da, “Sakaleyn; birisi Kur’an-ı Kerim, birisi de itretî, yâni ehl-i beytim mânâsına gelir.” diye tefsir etmişler, açıklamışlar.
Bu sakaleyn ikinci mânâya ise, bırakılan şeylerden bir tanesi (kitâbu’llah, azze ve celle) “Aziz ve Celîl olan, alemlerin rabbi Allah’ın kitâbı; onu bırakıyorum size. Onlar, ayetler vahyedilmiş, tesbit edilmiş. Ben ahirete göçüyorum ama, onlar sizin aranızda kalıyor.”
(Meni’ttebeahû) Buradaki hû zamiri Kur’an-ı Kerim’e gidiyor: “Kim Kur’an-ı Kerim’e tâbî olursa; (kâne ale’l-hüdâ) hidâyet üzere olur, doğru yol üzere olur. Hidâyet yolundan ayrılmamış olur. (Ve men terekehû) Kim de Kur’an’ı terk ederse, (kâne ale’d-dalâleh) dalâlet üzerine olur.”
c. Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt
s.327, no:1939, 1940; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.51, no:8175; Zeyd ibn-i Erkam RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.329, no:942 ve c.XIII, s.616, no:37624.
Bu mânâya yakın başka hadis-i şerifler de var. Meselâ, buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:2
إِنِّي أُوشِكُ أَنْ أُدْعَى فَأُجِيبَ، وَإِنِّي تَارِكٌ فِيكُمْ الثَّقَلَيْنِ :كِتَابَ اللَّهِ
وَعِتْرَتِي. كِتَابُ اللهِ حَبْلٌ مَمْدُودٌ مِنْ السَّمَاءِ إِلَى اَلأَرْضِ، وَعِتْرَتِي
أَهْلُ بَيْتِي. وَإِنَّ اللَّطِيفَ الْخَبِيرَ َخَبَّرَنِي، أَنَّهُمَا لَنْ يَفْتَرِقَا حَتَّى يَرِدَا
عَلَيَّ الْحَوْضَ، فَانـْظُرُوا كَـيْفَ تَخْلُفُونِي فِيهِمَا (ش. وابـن سـعد،
حم. ع. عـن أبـي سعيد)
RE. 144/6 (İnnî ûşikü en üd’â feücîb) “Yakın bir zamanda, ben Allah tarafından ahirete davet olunacağım ve o davete icâbet edeceğim. Yâni, aranızdan ayrılacağım, ahirete irtihal edeceğim. (Ve innî târikün fîküm es-sakaleyn) Ve ben sizin aranıza ey sakaleyn, ey insanlar ve cinler, iki şey bırakıyorum!” veyahut, “Sakaleyn diye iki şey bırakıyorum.” (Kitâba’llàh) “Bunlardan birisi Allah’ın kitabıdır; (ve itretî) diğeri de benim itretimdir.”
(Kitabu’llàhi hablün memdûdün mine’s-semâi ile’l-ard) “Allah’ın kitâbı, sanki semâdan yer yüzüne sarkıtılmış, uzun bir kurtuluş ipi gibidir. (Ve itretî ehlü beytî) İtretim de benim evimin ahâlisidir, sülâlemdir, evlâtlarımdır.”
(Ve inne’l-latîfe’l-habîra habberanî) “Latîf ve Habîr olan, her şeyi bilen Allah-u Teàlâ Hazretleri haber verdi ki, (ennehümâ len yefterikà hattâ yeridâ aleyye’l-havd) Havz-ı Kevser’in başında bana kavuşacakları zamana kadar, bu ikisi birbirinden asla
2 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.17, no:11147; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.297, no:1021; İbnü’l-Ca’d, Müsned; c.I, s.397, no:2711; İbn-i Ebî Şeybe, c.VI, s.133, no:30081; İbn-i Sa’d, Tabâkat, c.II, s.194; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.397, no:2711; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.330, no:944; Câmiu’l-Ehàdîs, c.X, s.129, no:9250.
ayrılmayacaklar, ayrı düşmeyecekler. Yâni, Kur’an-ı Kerim’le benim itretim beraber olacak, ayrı düşmeyecekler.”
(Fe’nzûrû keyfe tahlüfûnî fîhimâ) “Bakın, kendinize dikkat edin, benim geride bıraktığım bu iki güzel kıymetli şey hususunda, benim arkamdan neler yapacağınıza bakın! Yâni, hatâ etmeyin, Kur’an’a ve itretime sımsıkı sarılın!..”
d. Kur’an’a ve Sünnete Sarılın!
Başka bir hadis-i şerif:3
تَرَكْت فِيكُمْ مَا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ إنِ اعْتَصَمْتُمْ بِهِ: كِتَابُ اللهِ،
وَعِتْرَتِي أَهْلُ بَيْتِي (ش. خط. عن جابر)
RE. 250/8 (Terektü fîküm) “Ben sizin aranıza bıraktım ki, yâni ahirete göçmeden evvel bırakmış oluyorum ki; (mâ len tadillû ba’dî ini’tesamtüm bih) eğer ona sımsıkı sarılırsanız, asla dalâlete düşmeyeceğiniz şeyler bıraktım: (Kitâbu’llàh, ve itretî) yâni, Allah’ın kitabı ve itretim. (Ve itretî ehlü beytî) Benim itretim, ehl-i beytimdir.”
Bu, Hatîb-i Bağdâdî tarafından Câbir RA’dan rivâyet edilmiş. Bundan önceki hadis-i şerifleri Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Abdi’l- Ber, İbn-i Sa’d ve diğer kaynaklar Ebû Said el-Hudrî Hazretleri’nden rivayet etmişler.
Aynı mânâyı ifade eden bir tanesini daha okuyayım. Ebû Hüreyre RA’dan rivayet edilmiş:4
3 Tirmizî, Sünen, c.V, s.662, no:3786; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.III, s.66, no:2680; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.305, no:870; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XI, s.252, no:10709.
4 Dâra Kutnî, Sünen, c.IV, s.245, no:149; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.172, no:319; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.114, no:20124; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.250, no:804; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.307, no:876; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.289, no:15504.
كِتَابُ اللهِ وَسنَّتيِ لَنْ يَتَفَرَّقَا حَتَّى يَرِدَا عَلَيَّ الْحَوْضَ (أبو نصر غريب عن أبي هريرة)
RE. 339/5 (Kitâbu’llàhi ve sünnetî len yeteferrakà) —bir rivâyette de, lem yefterikà— (hattâ yeridâ aleyye’l-havd) “Allah’ın kitabıyla benim sünnetim ayrılmayacaklar birbirlerinden. Birbirlerinden farklılaşmayacaklar, bana havzın başında kavuşuncaya kadar...”
Burada sünnetî kelimesi kullanılmış. Buradan anlaşılıyor ki, bu itretî, sünnetim mânâsına da gelebilir. Ehl-i beytim demek olursa; Peygamber SAS Efendimiz’in sülâle-i tàhiresinden, hep Allah’ın mübarek kulları gelecek, onlar Kur’an-ı Kerim’i anlatan, Kur’an’dan ayrılmayan, dinin güzelliklerini, özelliklerini dosdoğru anlatan insanlar olacak demek olur.
Demek ki, Peygamber Efendimiz ahirete irtihal ettikten sonra, bizim sarılacağımız şeylerden birisi Kur’an-ı Kerim’dir. Burada Peygamber Efendimiz hararetle tavsiye etmiş, “Buna sımsıkı sarılın!” diye. Kur’an-ı Kerim’e sarılmamız gerektiğini, onun mealini, tefsirini, ahkâmını öğrenmemiz gerektiğini gösteren hadis-i şeriflerden olduğu için okumuş oldum.
e. Kur’an Ehlinin Şefaati
Bir başka hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:5
مَنْ قَرَأَ الْقُرْآنَ فَحَفِظَهُ وَاسْتَظْهَرهُ، وَأَحَلَّ حَلاَلَهُ وَحَرَّمَ حَرَامَهُ،
5 Tirmizî, Sünen, c.V, s.171, no:2905; İbn-i Mâce, Sünen, c.1, s.78, no:216; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.149, no:1277; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.217, no:5130; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.329, no:1947; İbn-i Adiy, el-Kâmil
fi’d-Duafâ, c.II, s.380; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XI, s.92, no:2717; Hz. Ali RA’dan.
Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.81, no:1715; Hz. Aişe RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.813, no:2334; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XXI, s.235, no:23384.
أَدْخَلَهُ الله الْجَـنَّـةَ، وَشَفّـَعَـهُ في عَشْرَةٍ مِنْ أَهْلِ بَيْتِــهِ، كُلُّــهُمْ قَدِ
اسْتَوْجَبَ النَّارَ (حم. ه. ت. وضعفه وابن الأنباري، وأبو نصر السجزي، كر. عد. هب. وابن مردويه عن علي؛ خط. عن عائشة)
RE. 438/1 (Men karae’l-kur’âne fehafizahû ve’stazherahû, ve ehalle halâlehû ve harrame harâmehû, edhalehu’llàhü’l-cennete ve şeffeahû fî aşretin min ehli beytihî, küllühüm kad istevcebe’n-nâr.)
Bu Tirmizî’de, İbn-i Mâce’de, İbn-i Asâkir’de, İbn-i Adiy’de Hazret-i Ali Efendimiz’den ve Hatîb-i Bağdâdî’de de Hazret-i Aişe Vâlidemiz’den rivayet edilmiş. Bu hadis-i şerif de Kur’an’ı medh eden hadislerden, okumak istediğim hadislerden birisi. Mânâ-yı münîfi, meâl-i şerifi şöyle:
(Men karae’l-kur’âne) “Kim Kur’an-ı Kerim’i okuduysa, (fehafizahû) ve onu hıfzettiyse, yâni ezberlediyse, veyahut ahkâmını bellediyse, (ve’stazherahû) ve onu ortaya koyduysa...” Ortaya koymaktan maksat, uygulamak demek. Zuhûra getirdiyse, yâni uyguladıysa demek... Veyahut zahr kelimesinden insanın sırtı mânâsına, yâni yüklendiyse sırtına; bunun ahkâmını kabul edip, sırtına alıp, “Ben bunları taşıyacağım!” dediyse... Uygulamak mânâsına her ikisi de.
(Ve ehalle halâlehû) “Kur’an’ın içinde helâl denilen şeyleri helâl bellediyse; (ve harrame harâmehû) haram dediği şeyleri haram bellediyse... Helâllerden nimetlendi, istifade etti ve haramlardan kaçındıysa... (Edhalehu’llàhü’l-cenneh) Allah onu cennete dahil eder, sokar; böyle Kur’an’a sarıldığı, onu hıfzettiği, uyguladığı için...”
(Ve şeffeahû fî aşretin min ehli beytihî) “Ailesi etrafından on kişi hakkında ona şefaat salâhiyeti, hakkı verir; (küllühüm kad istevcebe’n-nâr) hepsi cehennemi hak etmiş olan ehl-i beytinden on kişiyi cehenneme düşmekten bu Kur’an ehli kurtarır.” Cehenneme girecekken, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne niyaz edince, “Sen ehl-i Kur’an’sın!” diye, o cehenneme düşecek olanlar onun şefaatiyle kurtulur.
Şimdi buradan ne anlıyoruz? Hiç olmazsa çocuklarımızdan böyle hıfzı kuvvetli olan, Kur’an öğrenebilecek olan bir tane, iki tanesini din ilmine, Kur’an ilmine ayırmamız lâzım! Ben bazı kardeşleri, bazı talebelerimi hatırlıyorum, hoca talebelerimi hatırlıyorum; çocuklarının hepsini —kız/erkek— hafız yaptılar. Ne mutlu onlara!..
f. Kur’an’ı Öğrenen Cennete Gider
Diğer bir hadis-i şerif:6
أَلاَ مَنْ تَعَلَّمَ الْقُرْآنَ وَعَلَّمَهُ، وَعَلِمَ مَا فِيهِ، فَأَنـَا لَهُ سَائـِقٌ وَدَلِيلٌ
إِلَى الْجَنَّةِ (كر. عن إبراهيم بن هدبة عن أنس)
RE. 170/2 (Elâ men tealleme’l-kur’âne ve allemehû, ve alime mâ fîhi, feene lehû sâikun ve delîlün ile’l-cenneh.)
Bu da İbn-i Asâkir’in Enes RA’dan rivayet etmiş olduğu bir hadis-i şerif:
(Elâ) “Dikkat ediniz, uyanınız ki, kim Kur’an-ı Kerim’i teallüm ederse, öğrenirse; (ve allemehû) ve öğrendiğini başkalarına nakleder, öğretirse; (ve alime mâ fîhî) ve Kur’an-ı Kerim’in içindeki ahkâmı öğrenir, dini öğrenirse; (feene lehû sâikun ve delîlün ile’l-cenneti) ben onun cennete sevk edicisiyim ve delîliyim.” Yâni, “Onu, tutacağım elinden, cennete götüreceğim, cennetin yolunda kılavuzluk edeceğim ve cennete ulaştıracağım!”
Bu da, yukarıdaki hadis-i şerifle beraber, ehl-i Kur’an’ın cennetlik olacağının gösteren hadis-i şeriflerden.
g. Kur’an-ı Kerim Zenginliktir
Diğer bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:7
6 Târih-i Dimaşk, c.XXVII, s.67, no:3179; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.827, no:2375; Câmiu’l-Ehàdîs, c.VI, s.48.
َالْقُرْآنُ غِنًى لاَ فَقْرَ بَعْدَهُ، وَلاَ غِنًى دُونَهُ (ع. ومحمد بن نصر، طب. هب. خط. عن أنس)
RE. 227/6 (El-kur’ânu gınen lâ fakre ba’dehû, ve lâ gınen dûnehû.) Enes RA’dan Ebû Ya’lâ, Taberânî, Hatîb-i Bağdâdî, ve diğer kaynaklar rivayet etmişler. Peygamber Efendimiz SAS, bu hadis-i şerifinde Kur’an-ı Kerim için buyuruyor ki:
(El-kur’ânu gınen) “Kur’an-ı Kerim zenginliktir. (Lâ fakra ba’dehû) Onu elde ettikten sonra fakirlik yoktur onun sahibine...” Yâni, maddeten, mânen o ağniyâdan, çok zenginlerden olur. (Ve lâ gınen dûnehû) “O olmadığı zaman da, insanın zenginliği yoktur.” Yâni, maddî zenginliğin önemi yok. Kur’an’ı bilmiyorsa bir insan, o zengin değil demektir, fakir demektir. Demek ki, Kur’an-ı Kerim maddeten ve mânen zenginliktir.
h. Kur’an-ı Kerim Şifâdır
Diğer bir hadis-i şerifte buyrulmuş ki:8
الْقُرْآنُ هُوَ الدَّوَاءُ (ابو النصر، والقضاعي عن علي)
RE. 227/8 (El-kur’ânü hüve’d-devâ’.)
Ebü’n-Nasr ve Kudàî, Hazret-i Ali (RA ve kerrema’llàhu
7 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.I, s.255, no:738; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.V, s.159, no:2773; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.529, no:2614; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.186, no:276; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XIII, s.16, no:6971; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LVIII, s.74, no:7408; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.229, no:4677; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.329, no:11630; Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.804, no:2307; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.862, no:1868; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.226, no:15372.
8 Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.51, no:28; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.229, no:4676; Hz. Ali RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.805, no:2310; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.864, no:1870; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.227, no:15376.
vecheh) Efendimiz’den rivayet eylemiş. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
“—Kur’an-ı Kerim devânın ta kendisidir, şifânın ta kendisidir.”
Kur’an-ı Kerim fikrî hastalıklara, itikàdî hastalıklara, kalbî, mânevî hastalıklara şifâ olduğu gibi, —çünkü ayetleri hakikatleri isbat ediyor, yanlış fikirlere, günahlara sahip olan insanları doğru yola çekiyor— maddeten de şifâdır. Kur’an-ı Kerim sûreleri, ayetleri okunduğu zaman, hasta olan insanların maddî hastalıklarına da şifâdır.
Bunun İslâm tarihinde ve günümüzde çok misalleri vardır. Sırf Yâsin okunduğu için, kırk bir Yâsin, beş yüz Yâsin okunduğu için yıllardır çoluk çocuğu olmayan zürriyetsiz insanlar, kısır insanlar çoluk çocuk sahibi oluyor. Doktorların ümit kestiği insanlar, ölüme götürücü hastalığa tutulmuş insanlar şifâ buluyor. Kolu bacağı kesilecek insanlar şifâ buluyor. Yâni, maddî bakımdan da, mânevî bakımdan da Kur’an-ı Kerim’in şifâ, ilâç ve devâ olduğu isbatlanmış ve denenmiş, görülmüş bir husustur.
i. Kur’an-ı Kerim Şefaatçidir
Diğer bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:9
الْقُرْآنُ شَافِعٌ مُشَفَّعٌ، وَمَاحِلٌّ مُصَّدَّقٌ؛ مَنْ جَعَلَهُ أَمَامَهُ، قَادَهُ إِلَى
الجَنَّةِ؛ وَمَنْ جَعَلَهُ خَلْفَهُ، سَاقَهُ إِلَى النَّارِ (طب. حل. عن ابن
9 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IX, s.132, no:8655 ve c.X, s.198, no:10450; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.III, s.372, no:6010; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.6, s.131, no:30054; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.108; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.III, no:127, no:651; Dâra Kutnî, İlel, c.V, s.102, no:748; Ahmed ibn-i Hanbel, Zühd, c.I, s.155; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.229; no:4675; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.351, no:2010; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.341, no:11663; Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.804, no2306 ve c.II, s.404, no:4037; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.224, no:15370.
مسعود؛ حب. هب. ض. عن جابر
RE. 227/9 (El-kur’ânu şâfiun müşeffaun, ve mâhilun musaddakun; men cealehû emâmehû, kàdehû ile’l-cenneh; ve men cealehû halfe zahrihî, sâkahû ile’n-nâr.)
Taberânî ve Ebû Nuaym (Hilyetü’l-Evliyâ’sında) İbn-i Mes’ud RA’dan; İbn-i Hibban ve diğer kaynaklar da Câbir RA’dan rivayet etmişler:
(El-kur’ânu şâfiun) “Kur’an-ı Kerim şefaatçidir.” Ama nasıl şefaatçi? (Şâfiun müşeffaun) “Şefaati kabul olunan, şefaat ettiği zaman şefaatine itibar edilen, şefaati kabul buyrulan bir şefaatçidir.” Kur’an-ı Kerim şefaat edecek. (Ve mâhilun musaddakun) “Ve söylediği sözler tasdik edilen, sözü muteber bir varlıktır.”
(Men cealehû emâmehû) “Kim Kur’an-ı Kerim’i önüne alırsa, yâni kendisine rehber edinirse, Kur’an-ı Kerim’in ardından giderse; (kàdehû ile’l-cenneh) Kur’an-ı Kerim onu peşinden sürükler, kılavuzluk eder, cennete götürür. (Ve men cealehû halfe zahrihî) Kim onu sırtının arkasına koyarsa, arka tarafına atarsa, yâni Kur’an’a sırt çevirirse; yâni Kur’an-ı Kerim’i öğrenmezse, dinlemezse, anlamazsa, Kur’an üzerinde çalışmazsa; (sâkahû ile’n- nâr) o zaman, Kur’an-ı Kerim onu cehenneme iter, cehenneme sevk eder. Kur’an-ı Kerim’e sırt döndüğü için, cehenneme düşer.”
Diğer bir hadis-i şerifte, Ebû Hüreyre RA’dan Ebû Nuaym el- İsfahânî’nin rivayet ettiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz Kur’an-ı Kerim’i şöyle medh eylemiş:10
نِعْمَ الشَّفِيعُ الْقُرْآنُ لِصَاحِبِهِ يَوْمَ اْلقِيَامَةِ، يَقُولُ: يَارَبِّ أَكْرِمْهُ!
10 İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.130, no:30047; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.VII, s.206; Dârimî, Sünen, c.II, s.522, no:3311; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.IV, s.262, no:6772; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.843, no:2422; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XXII, s.258, no:24815.
فَيُلْبَسُ تَاجُ الْكَرَامَةِ، ثُمَّ يَقُولُ: يَا رَبِّ زِدْهُ! فَيُكْسٰى كِسْوَةُ
الْكَرَامَةِ، ثُمَّ يَقُولُ: يَا رَبِّ زِدْهُ اِرْضَ عَنْهُ! فَلَيْسَ بَعْدَ رِضَى
اللهِ شَـيْء (أبو نعـيم عن أبي هـريرة؛ ش. عـنه مـوقـوفا)
RE. 453/2 (Ni’me’ş-şefîü’l-kur’ânu li-sàhibihî yevme’l-kıyâmeh, yekùlü: Yâ rabbi ekrimhü! Feyülbesü tâcü’l-kerâmeh, sümme yekùlü: Yâ rabbi zidhu! Feyüksâ kisvetü’l-kerâmeh, sümme yekùlü: Yâ rabbi zidhu irda anhu! Feleyse ba’de rıda’llàhi şey’.)
Güzel, memnun olacağınız bir müjde var burada. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Ni’me’ş-şefî’, el-kur’ânu li-sàhibihî) “Kur’an-ı Kerim Kur’an ehline, Kur’an’a sahip olan insana, kıyamet gününde ne kadar güzel bir şefaatçidir, ne kadar uygun bir şefaatçidir. Ne güzel bir şefaatçidir Kur’an-ı Kerim!”
Sonra, nasıl şefaat edeceğini bildiriyor:
“Kur’an-ı Kerim, kendisine sahip olan, ehl-i Kur’an olan, kendisini öğrenmiş olan, ezberlemiş olan sahibini, arkadaşını Allah’ın huzuruna çekerken, (Yâ rabbi ekrimhu) ‘Bu kuluna ikram eyle yâ Rabbi!’ der. (Feyülbesü tâcü’l-kerâmeh) Bunun üzerine Allah-u Teàlâ Hazretleri o Kur’an ehli olan zâta, o insana, o kişiye, âdemoğluna, Kur’an’ın şefaati üzerine başına kerâmet tâcı giydirir.”
(Sümme yekùlü: Yâ rabbi zidhu) “Sonra Kur’an-ı Kerim Allah- u Teàlâ Hazretleri’ne yalvarmaya, niyaz etmeye devam eder:
‘—Yâ Rabbi, daha çok mükâfat ver! Mükâfatını daha da artır yâ Rabbi! İkram yönünden, mükâfatça onu daha da ziyâde eyle yâ Rabbi!’ diye tekrar ricâ eder.
(Feyüksâ kisvetü’l-kerâmeh) Ve bu zâtın eynine, sırtına kerâmet elbisesi giydirilir. Başına kerâmet tâcı takılır. Eynine, sırtına da kerâmet hırkası, elbisesi giydirilir.
(Sümme yekùlü: Yâ rabbi zidhu) Sonra Kur’an-ı Kerim gene durmaz, gene şefaat etmeye, niyaz etmeye devam eder, der ki:
‘—Yâ Rabbi arttır ikramını bu kuluna, arttır yâ Rabbi! (İrda
anhu) Razı ol bu kulundan yâ Rabbi!’ der.
(Feleyse ba’de rida’llàhi şey’ün) Allah o kulundan râzı olur. Allah’ın râzı olmasının ötesinde de, daha mükâfat olmaz.” diyor Peygamber Efendimiz sonunda. Allah kulundan razı oldu mu, ne mutlu o kula... Çünkü en yüksek mükâfatı almış olur.
İşte, ne kadar güzel şefaatçidir Kur’an-ı Kerim! O halde Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılalım!.. İşte orada, kütüphanemizin rafında duruyor. Öpüp başımıza koyalım ve Kur’an-ı Kerim’e çok çalışalım!..
j. Kur’an-ı Kerim Allah’ın İpidir
Diğer bir hadis-i şerife devam ediyorum. Bu hadis-i şerifler şevkimizi artırsın, gözümüzden perdeleri kaldırsın da, Kur’an-ı Kerim’e daha iyi sarılalım diye okuyorum, sevgili kardeşlerim:11
أَبْشِرُوا، أَلَيْسَ تَشْهَدُونَ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَأَنِّي رَسُولُ اللهِ؟
فَإِنَّ هٰذَا الْقُرْآنَ سَـبَبٌ، طَرَفُهُ بِيَدِ اللهِ، وَطَرَفـُهُ بِأَيْدِيكُمْ؛
فَتَمَسَّكُوا بِهِ، فَإِنَّكُمْ لَنْ تَضِلُّوا، وَلَنْ تَهْلِكُوا (ش. حب. طب. عن أبي شريح الخزاعي)
RE. 7/4 (Ebşirû, e leyse teşhedûne en lâ ilâhe illa’llàh, ve ennî rasûlü’llàh? Feinne hâze’l-kur’âne sebebün, tarafuhû bi-yedi’llâhi ve tarafuhû bi-eydîküm; fetemessekû bihî, feinneküm len tadillû, ve len tehlikû.)
11İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.329, no:122; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.188, no:491; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.125, no:30006; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.II, s.327, no:1942; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.175, no:483; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.IV, s.282, no:2302; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.235, no:899; Ebû Şüreyh el-Huzâî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.329, no:940.
Bu da birçok kaynaklarda var, mevcut. Buyurmuş ki Peygamber SAS Efendimiz:
(Ebşirû) “Müjdelenin, müjdeler olsun size, ne mutlu size!” diye, böyle bir müjdelenme kelimesiyle başlamış sözüne. (E leyse teşhedûne en lâ ilâhe illa’llàh, ve ennî rasûlü’llàh) “Siz Allah’tan başka tanrı, ma’bud, ilâh olmadığına ve benim onun rasûlü olduğuma şehadet eden kimseler değil misiniz?.. Buna inanan insanlarsınız. İşte size müjdeler olsun ki; (feinne hâze’l-kur’âne sebebün) bu Kur’an-ı Kerim bir iptir; (tarafuhû bi-yedi’llâhi) bir ucu Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin yed-i kudretinde, elinde; (ve tarafuhû bi-eydîküm) o ipin bir ucu da sizlerin elinde...”
Sebeb, Arapça’da ip demek. Kazıklar arasına gerilen ipe sebeb
derler, kazıklara da veted derler. Asıl mânâsı, yâni Bedevî lisânında ip demek.
“Kur’an-ı Kerim bir ip gibidir, bir ucu Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin elinde, bir ucu sizlerin elinde. (Fetemessekû bihî) O halde Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı yapışınız! (Feinneküm len tadillû ve len tehlekû) Böyle yaparsanız, dalâlete düşmezsiniz ve helâk olmazsınız.” buyuruyor Peygamber SAS Efendimiz. Kur’an’a ipe sarılır gibi, kurtuluş ipine sarılır gibi sımsıkı sarılmayı tavsiye buyuruyor.
İki hadis-i şerif daha okumak istiyorum. Bu fazîlet-i Kur’an üzerine, fadàil-i Kur’an üzerine çok kitaplar yazılmıştır. Alimler çok güzel deliller göstermişlerdir. Ama bunlar, bir nümûne olsun diye benim seçtiklerim... Bir hadis-i şerifinde de, el-Hakîm ibn-i Umeyr’den Ebû Nuaym’ın rivayet ettiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:12
اَلْقُرْآنُ صَعْبٌ مُسْتـَصْعَبٌ عَلٰى مَنْ كَرِهَهُ، مُيَسَّرٌ عَلٰى مَن تَبِعَـهُ،
12 İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzan, c.IV, s.391, no:1193; Hatîb-i Bağdâdî, el- Câmiu li-Ahlâkı’r-Râvî, c.IV, s.308, no:1584; Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidal, c.III, s.309, no:6546; Hakem ibn-i Umeyr RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.858, no:2467; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.225, no:15371.
وَ هُوَ الْحَكَمُ؛ وَ حَدِيثِي صَعْبٌ مُسْتَـصْـعـَبٌ، وَ هُوَ الْحَكَمُ؛ فَمَنِ
اسْتَمْسَكَ بِحَدِيثِي، وَفَهِمَهُ وَحَفِظَهُ، جَاءَ مَعَ الْقُرْآنِ؛ وَمَنْ تَهَاوَنَ
بِالْقُرْآنِ وَبِحَدِيثِي، خَسِرَ الدُّنـْـيَا وَ اْلآخِرَةِ (أبو نعيم عن الحكم بن عمير)
RE. 227/11 (El-kur’ânu sa’bun müstas’abun alâ men kerihehû, müyesserun alâ men tebiahû, ve hüve’l-hakem; ve hadîsî sa’bun müstas’abun, ve hüve’l-hakem; femeni’stemseke bi-hadîsî, ve fehimehû ve hafizahû, câe mea’l-kur’ân; ve men tehâvene bi’l- kur’âni ve bi-hadîsî, hasire’d-dünya ve’l-âhireh.)
Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(El-kur’ânu sa’bun) “Kur’an-ı Kerim zordur; (müstas’abun) aslında öyle olmadığı halde zor gelen, zor bulunan, zor olduğu hissedilen, anlayışı zor olan bir varlıktır Kur’an.” Ama kime karşı?.. (Alâ men kerihehû) “Onu sevmeyen, onu istemeyen kimseye karşı zordur; anlatmaz, anlattırmaz kendisini.” Sevmeyen insan Kur’an’ı anlayamaz, Kur’an-ı Kerim ona anlaşılmaz yâni.
(Müyesserun alâ men tebiahû) “Kendisine tâbi olana da Kur’an- ı Kerim kolaylaştırılır.” Yâni, mânâsı açılır önünde, mânâlar gönlüne doğar ve anlar. İnanmayan anlamaz, inanana açılır ve kolaylaştırılır. (Ve hüve’l-hakem) “Ve Kur’an-ı Kerim hâkimdir, hükmedicidir. Hak ile bâtılın arasında hâkimdir ve kişinin değerinin mahkeme-i kübrâda kararlaştırılmasında da hakemdir.”
Kur’an-ı Kerim’in böyle olduğunu duyurduktan sonra, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Ve hadîsî) “Benim sözlerim, hadis-i şeriflerim de, (sa’bun müstas’abun) zordur, zor gelir insanlara; zor gibi görünür.”
İstemeyene zor gelir demiyor, isteyene kolaylaştırılır demiyor ama, aynı mânâyı burada da düşünebiliriz. “Hadis-i şerifler de zor gelir bazı insanlara... Sevmeyen insanlara, anlaşılmaz gelir, birbirine zıt gibi gelir ama, ona tâbî olanlara mânâları açılır,
inceliklerini onu seven insanlar sezerler.
(Ve hüve’l-hakem) “Kur’an-ı Kerim gibi hadis-i şerifler de hâkimdir, hakemdir. İnsanın ahirette mükâfatının verilmesinde veya cezâsının verilmesinde göz önünde bulundurulacaktır.”
Kur’an’a uyan, sünnete uyan necat bulacaktır; ötekiler, helâk olacaktır. O bakımdan hakemdir. Hadis-i şerifler de hakemdir, Kur’an-ı Kerim de hakemdir.
(Femen’istemseke bi-hadîsî) “Kim benim hadis-i şerifime sımsıkı sarılırsa, (ve fehimehû) ve bunu anlarsa, (ve hafizehû) ve hadisimi hıfzederse...” Buradaki hıfzdan maksat, yâni ahkâmına riâyet ederse, sünnetime riâyet ederse... (Câe mea’l-kur’ân) “Kur’an-ı Kerim’le birlikte gelir, Kur’an-ı Kerim’e kavuşur, onunla birleşir.”
Yâni, Kur’an-ı Kerim’i anlamanın yolu, Kur’an-ı Kerim ehli olmanın yolu, Kur’an-ı Kerim’in mânâlarının mânevî bakımdan bir insana açılmasının yolu, Peygamber Efendimiz’in sünnetini öğrenmesi, tanıması, sevmesi ve sünnetine riâyet etmesidir.
Bu da, bizim yolumuzun güzel olduğunu gösteriyor. Evliyâullah büyüklerimizin güzel yol gösterdiğini gösteriyor. Bizi terbiye etmek için hadis kitapları te’lif etmişler, “Bunları okuyun!” demişler. Bizim dergâhımızda Râmûzü’l-Ehàdis okunuyor. Tabii, bunları okuyunca insan, Kur’an-ı Kerim’le de bütünleşecek, Kur’an-ı Kerim’i de güzel anlaması mümkün olacak.
Çünkü, Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerine, kalbinde eğrilik olan, hastalık olan bazı insanlar özellikle müteşâbih ayetlere yanaşıp, onları kendi keyiflerine göre te’vil edip, ondan sonra dalâlete düşmüşlerdir. Misâl olsun diye söylüyorum. Meselâ:
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ (الحجر: ٩٩)
(Va'büd rabbeke hattâ ye’tiyeke’l-yakîn) “Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr, 15/99) diye emrediliyor Kur’an-ı Kerim’de.
Yakîn iki mânâya geliyor. Tabii lügatten açılırsa, bir kelimenin pek çok mânâsı olur. Bizim Avrupalı bir profesörümüz vardı
üniversitedeyken:
“—Talebe dil öğrenirken, yabancı dilden bir metni çözerken lügate bakar. Lügatte beş altı, sekiz on, üç beş mânâ görür ve en yanlışını seçer.” derdi.
(Va’büd rabbeke hattâ ye’tiyeke’l-yakîn) “Sana yakîn gelinceye kadar, Rabbine ibadet et!” Yakîn’in bir mânâsı şeksiz kanaat, tereddütsüz, şüphesiz inanç ve kanaat demek. Yâni, “Sana bu inanç, kanaat gelinceye kadar ibadet et, ondan sonra ibadeti bırak!” mânâsını çıkarmış bazı zındıklar; namazı, niyazı, orucu, haccı terk etmeye kalkışmışlar.
Halbuki Kur’an-ı Kerim bazen, başka ayetlerinden bu ayetinin anlaşılmasına malzeme verir, işaret verir. Kur’an ayetlerini, bazı diğer Kur’an ayetlerini tefsir eder. Öbür ayetlerde hem Allah, “Namaz kılın, oruç tutun, ibadet edin!” diyor; hem de “İyi bir müslüman olunca, yakîn gelince ibadeti bırak!” der mi?.. Demez!
O zaman yakîn’in bir başka mânâsı var. Evet, o mânâyı bir başka ayet-i kerimede görüyoruz. Kur’an-ı Kerim’de bildiriliyor ki,
kâfirler cehenneme atıldıkları zaman melekler onlara:
“—Siz ne yaptınız da buraya düştünüz, size peygamber gelmedi mi, Kur’an gelmedi mi, size bu cehennemin varlığı hiç bildirilmedi mi?.. Ne şaşkınlık ettiniz de buraya düştünüz?” diye sordukları zaman, onlar diyecekler ki:
“—Peygamberler bize geldi, bize bunları anlattı, biz onları reddettik. Biz onları tekzib ettik;
حَتَّىأَتَانَا الْيَقِينُ (المدَّثـِّ ر:٤٧)
(Hattâ etâne’l-yakìn) Nihayet bize yakîn geldi; yâni hayat bitti, öldük gittik. Onun için böyle cehenneme düştük.” diye bildirecekler. (Müddessir, 74/47)
Bu ayetten de görüldüğü gibi yakîn, herkesin başına geleceği kesin olduğu için, ölümün adıdır. Yâni, yakîn kelimesinin bir mânâsı da ölümdür. “Ölümün gelinceye kadar ibadet et!” demek. Ama onu anlamıyor.
Demek ki Kur’an-ı Kerim’i ayetler tefsir eder, hadis-i şerifler tefsir eder. “Hadis-i şerifime sarılan, Kur’an-ı Kerim’le
bütünleşir.” diyor Peygamber Efendimiz. Burada müjdeyi veriyor. Hadis-i şerife sarılan, onu anlayan ve onu uygulayan Kur’an-ı Kerim’le bütünleşir.
Hadis-i şerifin devamına geçiyorum:
(Ve men tehâvene bi’l-kur’âni) “Kim Kur’an-ı Kerim’i hafife alırsa, önemsemezse; (ve bi-hadîsî) ve benim hadis-i şeriflerime değer vermez, onları hafife alırsa; (hasire’d-dünyâ ve’l-âhireh) dünyada ahirette hüsrâna uğrar, dünyası ahireti ziyan dolar, iki cihanda hüsrana uğrayan, zarar eden, cezâ çeken kişi olur.” diyor Peygamber SAS.
Demek ki, “Kur’an-ı Kerim Allah’ın sevgili, mübarek kullarına kolaydır. Sünnet-i seniyyeye uyan, hadis-i şerifleri bilen kullarına kolaydır. Ama istemeyen, sevmeyen, hafife alan kimselere mânâlarını açtırmaz, anlattırmaz, kalbine imanı verdirmez. Böylece onlar Kur’an-ı Kerim’i anlayamazlar, sevemezler, dünya ve ahiretleri harab olur.” diye bildiriyor.
k. Allah’a En Sevimli Varlık
Bugünkü sohbetimi şu hadis-i şerifi okuyarak bitirmek istiyorum; Peygamber Efendimiz Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin İbn-i Amr’dan —herhalde Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-Âs RA olmalı— rivâyet ettiğine göre buyurmuş ki:13
الْقُرْآنُ أَحَبُّ إِلَى اللهِ مِنَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ، وَمَنْ فِيهِنَّ (أبو نعيم عن ابن عم رو)
RE. 227/12 (El-kur’ânu ehabbu ila’llàhi mine’s-semâvâti ve’l- ardı, ve men fîhinne) “Kur’an-ı Kerim Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne, göklerden ve yerden ve göklerdeki, yerlerdeki bütün varlıklardan,
13 Dârimî, Sünen, c.II, s.533, no:3358; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.230, no:4679; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.823, no:2363.
zenginliklerden, nimetlerden, her şeyden daha sevimli ve daha sevgilidir.”
O halde Allah’ın sevdiği, en sevimli varlık olan Kur’an-ı Kerim’e, inşâallah bundan sonra daha çok değer vereceğiz.
Biz de bu dersimizle, Kur’an-ı Kerim’in açıklanmasına, tanıtılmasına, mânâsının ve ahkâmının öğretilmesine yayınlarımızda başlamış olduk. Bundan sonraki sohbetimde —
Allah sağlık, afiyet verir, imkân verirse— Kur’an-ı Kerim hakkında genel bilgiler, tanıtıcı bilgiler vermeye devam ettikten sonra, Eùzü-besmele'den başlayıp, Fâtihâ’dan başlayıp Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini sonuna kadar, ömrümüz oldukça, Allah fırsat verdikçe anlatmaya devam edeceğiz.
Allah-u Teàlâ Hazretleri lütfeylesin, yardım eylesin, tevfîkini refîk eylesin... Mânâsını anlamayı nasib eylesin... Doğru ve güzel söylemeyi, açıklamayı, tefsir etmeyi nasib eylesin... Söyleyeni de, dinleyeni de büyük sevaplara mazhar eylesin... Cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin...
Allah hepinizden râzı olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri ve Ak-Televizyon seyircileri!..
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
29. 09. 1998 - AVUSTRALYA