19. EBÜ'L-HÜSEYN-İ NÛRÎ HZ. (5)

EBÛ OSMÂN EL-HÎRÎ HZ. (1)



٧ - أبو عثمان الحيرىُّ النيسابورىُّ


Ebû Osmâne’l-Hîrî en-Nîsâbûrî. Künyesi Ebû Osman. Biliyorsunuz künye deniliyor ebû’lu kelimelere. Yâni, Osman’ın babası demek. Hîrî, el-hîrî, noktasız ha ile, uzun i ile, Hîrî en- Nîsâbûrî bu da ikinci bir ism-i nisbe. Şimdi asıl adı neymiş bu zât- ı muhteremin:

ومنهم أبو عثمان، سعيد بن اسماعيل بن سعيد بن منصور

الحيرىُّ النيسابورىُّ، وأصله من الرَّى.


(Ve minhüm ebû usmâne saîdü’bnü ismâîle’bni saîdi’bni mansûrini’l-hîriyyü en-nîsâbiriyyü ve asluhu mine’r-rey.) Bu mübarek şahısları anlatıyordu yazar, Sülemî Hazretleri. Bu mübareklerden birisi de Ebû Osman’dır. Osman kelimesi gayr-ı munsarıf olduğu için üstünlüdür. Ama mahallen mecrûrdur, muzâfun ileyh olduğu için. (Ebû usmâne) ama başka kelime olsaydı, muzafun ileyh olduğundan orada başka hareke

görecektiniz.

(Ebû usmâne saîdü’bnü ismâîle’bni saîdi’bni mansûrini’l- hîriyyü) Bak, büyük dedesinin adı Mansur’muş, onun oğlu Saîd, yâni bu zâtın dedesi. Onun oğlu İsmâil yâni bu Ebû Osman’ın babası. Bu Ebû Osman’ın adı da Saîd imiş. Adı Saîd, künyesi Ebû Osman.

Hîrî, noktasız ha harfiyle, cim gibi olup noktasız ha ile.


Niye bunu böyle söylüyoruz?.. Bazı kitapları karıştırdım buraya gelmeden önce. Bu mübareklerin tabii hayatlarını okuyanlar, yazanlar oluyor, Türkçe kitaplara nakledenler oluyor. Bunu Hayrî diye okumuşlar, el-Hayrî, Ebû Osman el-Hayrî diye

542

okumuşlar, yanlış. El-Hîrî diye olacak. Neden olduğunu söyleyeceğim biraz sonra. Aslında Hayri diye bir kelime de var eski medeniyetimizde, içinizden belki bazı kişilerin de adı Hayri olabilir ama, o hı harfiyledir, bu Hîrî...

Hîrî ne demek?.. Hîre şehrine mensup demek. Hîre şehri neredeymiş?.. İki tane Hîre şehri var. Birisi Kûfe’ye yakın olan, Kûfe’nin civarında bulunan, yâni Bağdat’ın güneyinde bulunan Irak’ta olan bir Hîre şehri var. Burası İslâm’dan önceki Arapların önemli bir şehriydi. Burada hükümdarlar otururdu. Yâni Arapların kabilelerinin reisleri olan hükümdarlar otururdu, Hire. Kûfe şehrine yakın bir şehir. Suriye’de Gassânîler vardı, bu Hîre şehrinde başka Arap hükümdarları vardı. Eski, mühim bir şehirdir.

Bir Hîre de Nişapur’da var. Nişapur veya Neysâbur şehri, o da Horasan’da. Yâni birisi Irak’ta, birisi İran’ın tâ kuzeydoğusunda, arada çok uzun mesafe var.


Onun için Ebü’l-Osmân-ı Hîrî en-Neysâbûrî demiş. Yâni Irak’taki Hîre şehrine ait sanmasınlar diye, bir de arkasına en- Nîsâbûrî demiş. Yâni Nisaburlu, Hîreli Ebû Osman demek. Sakın Iraklı anlamayın demiş oluyor.

“—E böyle şey olur mu Hocam; iki tane şehir aynı isimde?..”

Oluyor. Meselâ benim Çanakkale’deki köyümün bağlı olduğu kasabanın adı Ayvacık’tır, kaç tane Ayvacık var. Karadeniz’de Ayvacık var, Trakya’da Ayvacık var... Kaç tane Dörtyol var... Kaç tane Ereğli var... Marmara Ereğlisi, İzmit’in karşısındaki Ereğli, Konya’nın Ereğlisi, Karadeniz’in Ereğlisi...

“—E başka isim yok mu?..”

Bunun tarihî oluşumunun sebepleri var. İşte böyle şeyler olabiliyor. Çeşitli yerlerde aynı isimde şehirler olabiliyor.

Türkiye’de bir Taşkent var, Orta Asya’da bir Taşkent var. Türkiye’de Horasan kasabası var, Orta Asya’da bir Horasan var. İstanbul’da bir Yeni Bosna var, bir de Balkanlarda Bosna var... Çeşitli sebeplerden böyle çift isimler oluyor.

543

Bu Ebû Osman Hîreli ama, o Hîre Nişapur’daki Hîre. Nişapur civarındaki Hîre’ye mensub. (Ve asluhu mine’r-rey) Bu zât-ı muhteremin aslı Rey şehrindenmiş. Rey şehri neresiydi?.. İran’ın şimdiki başşehri olan Tahran’ın bir mahallesi şimdi. Tahran’ın yakınında idi. O civardanmış bu Ebû Osman. Sonra biraz daha Şark’a gitmiş, Nişapur şehrine gitmiş. O civarda Hire’ye ailesi yerleşmiş, orada doğmuş. Aslı Rey’den.

Rey şehrine mensub nasıl deniliyordu? Râzî... Bak ne kadar değişik geliyor. Hîre’ye mensub, Hîrî deniliyor. Nişapur’a mensub Neysâbûrî deniliyor; Konya’ya mensup Konevî deniliyor; Rey şehrine mensup, Râzî deniliyor.

Hoppalaaa! Nereden çıktı bu ze harfi?.. İşte böyle. Nereden çıktıysa çıktı. Râzî demek, Râdî diye bazıları telaffuz ediyorlar dad harfiyle; öyle değil! O hatayı da geçen hafta düzeltmiştik. Râdî, Fahreddin-i Râdî filan diyor birisi, Ankara’da vardı, herhalde vefat etmiştir ihtiyar bir adam. Yok o Râzî filan dedim. Biraz da

544

kızdı bana böyle yanlışını çıkarttım filan diye.

Bir de meselâ attâr... E attarlık bir meslek, kaç tane attârlık olabilir. Feridüddîn-i Attâr var, Tezkiretü’l-Evliyâ sahibi. Alâaddîn-i Attâr var, Nakşî silsilesinde... Başka attârları burada okuduk, böyle şeyler olabilir. Bunları karıştırmamayı bilmek, öğrenmek lâzım.

E şimdi bu gün de yazarlardan, meşhurlardan kaç tane Ahmed Şahin var, kaç tane Mehmed Doğan var, kaç tane bilmem ne var... Böyle olabiliyor. İsim ve soyadı benzerlikleri olabiliyor.

Rey şehrine mensub nasıl diyeceğiz? Râzî diyeceğiz, keskin ze ile, re gibi olan ze ile.


صحب قديمًا، يحيى بن معاذ الرازىَّ، وشاه بن شجاع الكرمانى. ثم رحل إلى نيسابور، إلى أبى حفص، وصحبه وأخذ عنه طريقته.


(Sahibe kadîmen yahye’bne muàzeni’r-râziyye, ve şâhe’bne şucâi’l-kirmâniyye, sümme rahale ilâ neysâbûr ilâ ebî hafsin, ve sahibehû ve ehaze anhu tarîkateh)

Bu Ebû Osman el-Hîrî, evvelce Yahyâ ibn-i Muàz er-Râzî ile düştü kalktı, onun sohbetinde bulundu, onunla arkadaşlık etti. Sahibe, istifade etmek için arkadaşlık etmek demek.

Bakın, Râzî… Yahyâ ibn-i Muàz er-Râzî… Nereliymiş? Rey şehrindenmiş. İlk önce Rey şehirli olan Yahyâ ibn-i Muàz’la sohbeti olmuş, onun meclislerine devam etmiş. (Şâhe’bne şucâi’l- kirmânî) Kirmanlı Şah ibn-i Şücâ’nın sohbetinde bulunmuş.

(Sümme rahale ilâ neysâbûr) Sonra Nişapur şehrine gitmiş. İlim öğrenmek için, yetişmek için böyle şehirden şehire giderlerdi. Ebû Hafs el-Haddâd’a gitmiş, (Ve sahibehû) Onun sohbetine iltihak etti, ondan dersler dinlemeğe başladı. (Ve ehaze anhu tarîkatehû) Tarikatını oradan aldı, eli oradan aldı. Tarikat elini Ebû Hafs’tan aldı.


وهو- فى وقته - من أوحد المشايخ فى سيرته. ومنه انتشر

545

طريقة التصوف بنيسابور.


(Ve hüve fî vaktihî) Bu Ebû Osman el-Hîrî zamanında, kendi yaşadığı zamanda, (min evhadi’l-meşâyihi fî sîretih) yaşamı itibariyle, iç dünyası itibariyle şeyhlerin yegânesiydi, bir tanesiydi. Çok eşsiz, muhteşem bir zâttı bu Ebû Osman el-Hîrî Hazretleri. (Ve minhü’nteşere tarîkatü’t-tasavvufi bi-neysâbûr) Nişapur’da tasavvuf bundan doğdu, yayıldı.”

Tabii bu mübarekler Horasan’da, Nişapur’da böyle bu işleri pişirdiler, olgunlaştırdılar, yetiştiler, talebe yetiştirdiler filan... Bunun sonucu ne oldu?.. Yâni bu miskin adamlar, bu tasavvuf erbâbı tekkelere girip de böyle Allah diyorlar, bilmem neler filan diye, herkes hani gözünde küçümsüyor... Bu tasavvuf büyükleri oralarda yetiştiler, bunun sonucu ne oldu?.. Bunun sonucu Anadolu’nun fethi oldu, Osmanlı devletinin kuruluşu oldu, müslümanların büyük devletler kurup, büyük zaferler kazanması oldu.


Bu adamlar, işte bu işin temelini hazırlayanlar. Bu kadroları hazırlayanlar, bu mücahidleri yetiştirenler bunlar. Horasan’da yetiştiler, olgunlaştılar, Horasan erenlerinden bir mübarek çıktı, kim?.. Ahmed-i Yesevî Hazretleri. Hadi bakalım Anadolu tarafına... Horasan’dan yetişen, o ilim irfan kaynayan, mânevî ilimler güldür güldür Horasan’dan bu tarafa aktı. Bu tarafların alimleri yetişti. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmîler vs.ler... Ondan sonra ahâli tertemiz, sapasağlam, Allah’a tevekkül eden mübarek insanlar olarak yetiştiler, Allah yolunda canını veren, Allah’ın dinine en güzel hizmet eden, en kıymetli vasıflara sahip insanlar imparatorlukları, devlet-i aliyyeleri kurdu. Bunlar sebep, bunların çalışmaları, bunların öğretmeleri. İşte tarikat, Nişapur’da bu zâttan intişar etti, yayıldı.

“—E Nişapur’dan Türkiye’ye kim gelmiş?..”

Hacı Bektâş-ı Velî geldi oradan, Nişapurlu. Yâni bir büyük tesiri olan şahıs. Merv şehrinden kim geldi?.. O da Nişapur’a

546

yakın. Mevlânâ Hazretleri geldi. O da Osmanlı devleti’nin mânevî temellerini hazırlayan çok büyük şahıs. Daha başka tabii çok büyük şahıslar geldiler. İsimleri pek çok...


سمعت عبد الله بن محمد بن عبد الرحمن الرازىَّ، يقـول: لـقـيت الجنيد، ورويما، و يوسف بن الحسـين، ومحمد بن الفضل، و أبا على الجوزجانىَّ وغيرهم من المشايخ؛ فلم أر أحدًا أعرف بالطريق

إلى الله عزَّ وجلَّ من أبى عثمان.


(Semi’tü abda’llahi’bne muhammedi’bni abdi’r-rahmâni’r- râziyye, yekùl) Râzî, Rey şehrinden. Rey şehrinden Abdurrahman oğlu Muhammed oğlu Abdullah’tan ben işittim ki diyor yazarımız:

(Lakîtü’l-cüneyde) “Cüneyd-i Bağdâdî ile karşılaştım, tanıştım, görüştüm. (Ve rüveymen) Rüveym Hazretleri ile tanıştım, görüştüm. (Ve yûsufe’bne’l-hüseyn) Hüseyin oğu Yusuf’la görüştüm. (Ve muhammede’bne’l-fazl) Fazl oğlu Muhammed’le görüştüm. (Ve ebâ aliyyini’l-cûzecâniyye) Cûzecanlı Ebû Ali ile görüştüm. (Ve gayrahüm mine’l-meşâyih.) Büyük şeyhlerden, bunlar ve bunlardan başkalarıyla görüştüm, tanıştım, hepsini tanıdım, dinledim, sohbetlerinde bulundum. (Felem era ehaden a’rife bi’t-tarîki ilâ’llahi azze ve celle min ebî usmân) Aziz ve celîl olan Allah’a giden yolu, bu Ebû Osman’dan daha iyi bilenini görmedim. En iyi bileni bu zât bana göre... Hepsini tanıdım, Allah’a giden yolu en iyi bilen bu Ebû Osman’dır.” diyor.

Demek ki; çok mühim şahısları okuyoruz. Geçtiğimiz çok büyük bir zâttı Ebü’l-Hüseyn-i Nûrî... Ebü’l-Osman-ı Hîrî de aynı şekilde, demek ki çok yüksek ayarda bir insanmış. Cüneyd-i Bağdâdî ile mukayese edilmek ne demek yâni. Çok büyük bir sùfî imiş.


مات أبو عثمان بنيسابور، سنة ثمانٍ وتسعين ومائتين؛ وكذلك

547

سمعت محمد ابن احمد بن حمدان يذكر ذلك، وقال: صلَّيت عليه.


(Mâte ebû usmân bi-neysâbûr) Bunu da söyleyip bitirelim: Ebû Osman, Neysâbur şehrinde vefat etti. Tabii aslı Nişâpur’dur. Pe harfi Arapça’da yok, Neysâbur diyor Araplar onun için. Nişapur şehrinde öldü. Hangi sene?.. (Senete semânin ve tıs’îne ve mieteyn) 298 senesinde. Bu hangi senedir? Hicrî, kamerî senedir. Yâni Recebli, Şa’banlı, Muharremli, Zilhicceli sistem. 298 senesinde vefat etti. [Mîlâdî 911 yılında.]

(Ve kezâlike semi’tü muhammede’bne ahmede’bni handân, yezkürü zâlike) “Bu tarihi Handan oğlu Ahmed oğlu Muhammed’den de böyle işittim ben. (Yezkürü zâlike) Bu tarihte öldüğünü o da söylüyordu. (Ve kàle: Salleytü aleyhi) Hatta ben namazında da bulundum.” demiş. Yâni, “Tarih doğrudur, tamam, ben namazında da bulundum.” demiş.

Evet, 298 tarihinde vefat etmiş olan bir mübarek zâtın hayatıyla ilgili bilgilere başladık, sayfa tamamlandı. Sağ olursak, selâmette olursak, Allah nasib ederse bu mübarek zâtın da hayatını ve eserlerini ve sözlerini okumağa önümüzdeki haftalar devam edeceğiz.

Fâtiha-i Şerîfe mea’l-besmele!..


31. 08. 1996 - İstanbul

548
20. EBÛ OSMÂN EL-HÎRÎ HZ. (2)