TASAVVUF YOLU NEDİR?
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA
İÇİNDEKİLER
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN (Terceme-i Hal)
İlim, Kültür ve Sanat
24. 03. 1996, İSTANBUL
Sorumluluk Duygusu Taşıyoruz
16. 03. 1996, YALOVA
Câmiamız ve Hayırlı Hizmetler
12. 07. 1996, Elvan T. K. / İZMİR
Çevre Anlayışımız
24. 11. 1996, Hâcegân / İSTANBUL
Hanımlar ve Dernek Çalışmaları
02. 10. 1996, ANKARA
Ailede Sevgi ve Anlayış
04. 04. 1996, Özelif / ANKARA
Allah'ın Sevgili Kulu Olmak
05. 08. 1996, Çankaya / ANKARA
Allah'ın Sevdiği Kimseler
08. 09. 1995, AKRA
Sâlih İnsanları Anmak
29. 08. 1996, Bayramiç / ÇANAKKALE
Günümüzde Murâbıtlık
01. 12. 1996, İskenderpaşa / İSTANBUL
Allah'ın Dinine Hizmet
12. 01. 1997, İskenderpaşa / İSTANBUL
Allah'ın Velî Kulları
17. 01. 1997, AKRA
Peygamber Efendimiz'e Tâbî Olmak
19. 01. 1997, İskenderpaşa / İSTANBUL
Ashaba ve Evliyâya Söğmek
26. 01. 1997, İskenderpaşa / İSTANBUL
Tasavvuf ve Tarikatın Hakîkatı
Şubat 1997, İSLÂM
Emperyalizm Tasavvuftan Korkuyor
13. 02. 1997, ANTALYA
Aile Eğitim Kampları
12. 02. 1997, ANTALYA
Hanımlar ve Toplumsal Çalışmalar
14. 02. 1997, ANTALYA
Sevgi ve Kaynaşma Günleri
15. 02. 1997, ANTALYA
İrşad ve Tebliğ Görevi
20. 02. 1997, Ak-Televizyon / İSTANBUL
ÖNSÖZ
İslâm düşmanları, özellikle yahudiler ve hristiyanlar ilk günden beri Peygamber SAS Efendimiz'e, dinimize ve müslümanlara saldıragelmişlerdir. Önce küçümsemişler, alaya almışlar; sonra dinden caydırmak için işkence etmişler, ambargo uygulamışlardır. Hattâ Peygamber SAS Efendimiz'i öldürmeye kalkmışlar, yerini yurdunu terkedip hicret etmek zorunda bırakmışlardır. Kendisinin ahirete irtihalinden sonra da itham ve iftiralar devam etmiş, onun sünnetini yaşamaya ve yaşatmaya çalışan zümreler de haksız saldırılara muhatap olmuşlardır.
Günümüzde de bu saldırılar devam etmektedir. Özellikle geçtiğimiz Ramazanda, gazetelerde ve televizyon kanallarında, bazı samimiyetsiz, düzmece şahıslar bahane edilerek dinimize, din alimlerimize hakaret edilmiş, tasavvuf ehli insanlar karalanmak istenmiştir. Bu iftira kampanyası günlerce devam etmiş, zihinlerde tasavvuf ve tarikatlar hakkında şüpheler uyandırılmıştır.
Tasavvuf yolu nedir, mutasavvıflar ne yapmak istiyor? Tasavvuf ehli insanlar günümüzde meselelere ve olaylara nasıl bakıyor? Günümüzde tasavvufî eğitim nasıl yapılıyor? Tasavvufa yapılan saldırıların amacı nedir?..
Bütün bu meselelerle ilgili olarak, günümüzün yaşayan tasavvuf önderlerinden Prof. Dr. M. Es'ad Coşan Hocaefendi'nin yapmış olduğu konuşmalardan bir kısmını okuyucunun istifadesine sunuyoruz.
Konuşma üslûbunu muhafaza ederek yayına hazırladığımız bu çalışmanın, okuyucuya pek çok şeyler kazandıracağını, hakkı ve haklıları anlamasına katkıda bulunacağını ümid ediyoruz.
Dr. Metin Erkaya
Sincan, Temmuz 1997
PROF. DR. MAHMUD ES'AD COŞAN
(TERCEME-İ HAL)
1938 yılında Çanakkale'nin Ayvacık ilçesi, Ahmetçe köyünde doğdu. Babası Halil Necâti Efendi, annesi Şâdiye Hanım'dır. Anne ve baba tarafından soyu, Buhàra'dan Çanakkale'ye göç etmiş seyyidlere dayanır. Küçük yaşta iken ailesi İstanbul'a taşındı. 1950'de İstanbul Vezneciler İlkokulu'nu, 1956'da Vefa Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü'ne girdi. Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu.
Aynı yıl Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. Fakülte yayın komisyonunda iki yıl sekreterlik yaptı. 1965 yılında, XV. Yüzyıl şairlerinden olan "Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri" konusunda doktora tezi vererek ilâhiyat doktoru ünvanını aldı. 1967-1968 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu'nda Türkçe ve Hümaniter Bilgiler dersini tedris etti.
1973 yılında ise, "Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât" adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını aldı ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak tayin edildi. 1977-1980 yıllarında Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1982 yılında profesör oldu. Sosyal ve kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek düşüncesiyle, 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.
İlk dînî eğitimini ailesinde gördü. Genç yaşta vefat eden annesi, zikir ehli bir hanımdı. Babası Necâti Efendi; Çırpılarlı Hacı Ali Efendi, Serezli Hasîb Efendi, Kazanlı Abdül'aziz Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi gibi âlim ve fâzıl şeyh efendilerin sohbetinde ve hizmetinde bulunmuş, hal ehli bir kimsedir. Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin yakın dostlarındandı. Bu münasebetle, küçük yaşta hocaefendilerin meclislerine devam etti, onların maddî ve manevî ilgilerine mazhar oldu.
Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile İskenderpaşa Camii'nde hadis derslerine başladı (1977). Yine onun arzusu üzerine, 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi.
Tasavvufî nisbeti; hocası vasıtasıyla Nakşibendî Tarikatı'nın, Hàlidiyye kolunun, Gümüşhâneviyye şubesidir. Ayrıca Kàdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Mevleviyye, Halvetiyye ve Bayrâmiyye tarikatlarından da irşada me'zundur.
Onun döneminde hadis derslerine ilgi daha da arttı. Cemaat yer bulamadığı için camiye ilâveler yapıldı; ders dinlenilecek yerler beş-altı kat genişletildi. Ayrıca Ankara, İzmir, Bursa, Sapanca, İzmit ve Eskişehir'de mutad hadis dersleri başlatıldı.
Mehmed Zahid Kotku Efendi'nin emri üzerine kurduğu "Hakyol Vakfı"nın çalışmalarıyla bizzat ilgilendi, muhtelif yerlerde şubeler açtırdı. Eğitim ve yardımlaşma faaliyetini yaygınlaştırmak için çalışmalar yaptı. Sanat ve kültürle ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Kültür ve Sanat Vakfı"nı, sağlık hizmetleri için "Sağlık Vakfı"nı kurdurdu. Hanımların eğitimiyle ilgili olarak "Hanım Dernekleri"nin; çevre ile ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Ahlâk, Kültür ve Çevre Dernekleri"nin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını teşvik etti. Bu çalışmalarla toplu-mun güzel amaçlar için bir araya gelmesini, organize olmasını sağlamaya çalıştı.
Vakıflara ait, harabe haline gelmiş birtakım ecdad yadigârı eserlerin tamir ve tecdidiyle ilgilendi; onların gayesine uygun olarak tekrar faaliyete geçmesini temin etti: Ahmed Kâmil Tekkesi, Selâmi Mustafa Efendi Tekkesi, Şeyh Murad Efendi Dergâhı, Şadiye Hatun Şifâ Külliyesi... gibi.
Eğitimin yaygınlaştırılması için basın ve yayın çalışmalarıyla ilgilendi. 1983 eylülünde İslâm dergisi, 1985 nisanında Kadın ve Aile ve İlim ve Sanat dergisi yayınlanmaya başladı. Daha sonra Gülçocuk dergisi çıkartıldı. Sağlık ve bilimle ilgili konularda ise Panzehir dergisi yayınlandı. Halen Vefa Yayıncılık adına yayınlanan bu dergilerle yakından ilgilenmekte ve makaleler yazmaktadır.
Kitap yayıncılığı için Sehâ Neşriyat'ı kurdu; çeşitli dinî, edebî, tarihî, kültürel eserler neşredildi. Yayıncılığın geliştirilmesi, haftalık ve günlük yayınlara geçilebilmesi için çalışmalar başlattı. Onun gayretleriyle bir matbaa tesis edildi (Ahsen), dizgi tesisleri kuruldu (Dehâ).
Sesli ve görüntülü yayıncılık alanında hizmet etmek, millî ve mânevî değerlerimize uygun yayınlar yapmak üzere, Ak-Radyo (AKRA) adı altında bir müessesenin kurulmasına öncülük etti (1992). Halen İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya'dan radyo yayınları yapılmakta; bu yayınlar Türkiye'nin her yerinden, Orta Asya'dan ve Avrupa'dan dinlenebilmektedir.
Onun teşviki ile Ak-Televizyon> adı altında Marmara Bölgesine yönelik bölgesel televizyon yayını başlatıldı (1997). Basın-yayın alanında Sağduyu isimli günlük bir gazete yayınlanmaya başladı (1998).
Kaliteli bir eğitimi temin etmek amacıyla, özel eğitim kurumlarının kurulmasını teşvik etti. Çeşitli illerde ilkokul öncesi, ilkokul ve orta öğrenime yönelik eğitim tesisleri, okullar ve dersaneler kurdurdu.
Halka güvenilir bir sağlık hizmeti verilmesi için poliklinikler ve hastaneler açılmasını teşvik etti. Buna bağlı olarak başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde sağlık kuruluşları hizmete açıldı.
Yurtdışındaki müslümanlarla diyaloğu sağlamak, ziyaretleri kolaylaştırmak amacıyla İskenderpaşa Turizm (İSPA) adı altında bir seyahat acentası kurulmasına öncülük etti. Bu şirket yardımıyla hac ve umre programları, çeşitli yurt içi ve yurt dışı geziler; aile ve eğitim kampları düzenlendi.
İlmî seviyesi yüksek hocalar yetiştirmek amacıyla İstanbul'da, Ankara'da, Konya'da ve Bursa'da hadis ve fıkıh enstitüleri açtırdı. Buralarda ilâhiyat fakültelerinde okuyan veya mezun olan kimselere, özel hocalardan Arapça, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri verdirilmesini temin etti.
Sohbet ve vaazlarına yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gösterilmesi ve çeşitli yerlere davet edilmesi, onun çok seyahat etmesine neden oldu. Avrupa'da, Kuzey Amerika'da, Afrika'da, Orta Asya'da ve Avustralya'da pek çok ziyaretler, vaazlar, sohbetler yaptı; eğitim programlarına katıldı.
Her yıl hac ve umre dolayısıyla değişik ülkelerden gelen müslümanlarla görüştü, diyalog kurdu. Hakkı ve hayrı, iyiyi ve güzeli tebliğ etme yönünde şumüllü ve verimli çalışmalar yapmaktan bir an bile geri kalmadı. Çevresini de daima bu tür çalışmalara teşvik etti.
Cuma günleri radyoda yapmakta olduğu hadis sohbetlerine ilâve olarak 1998 Eylülünden beri salı günleri tefsir sohbetleri yapmaya başladı. Son yıllarda daha çok Avustralya'da bulunmakta, sohbetlerini Akra'dan telefonla, canlı olarak sürdürmektedir.
Doğu dillerinden Arapça ve Farsça'yı, batı dillerinden Almanca ve İngilizce'yi bilmekte; yurt içinde ve yurt dışında çok yönlü sosyal faaliyetlerini, tebliğ ve irşad çalışmalarını el'an devam ettirmektedir.
Yayınlanmış Eserleri:
01. Matbaacı İbrâhîm-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiye (1982)
02. Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât
03. Gayemiz
04. İslâm Çağrısı
05. Yeni Ufuklar (1992)
06. Çocuklarla Başbaşa
07. Başarının Prensipleri
08. Türk Dili ve Kültürü
09. İslâm'da Nefis Terbiyesi ve Tasavvufa Giriş
10. Avustralya Sohbetleri 1, 2, 3, 4
11. Yeni Dönemde Yeni Görevler (1993)
12. Haccın Fazîletleri ve İncelikleri (1994)
13. Zaferin Yolu ve Şartları (1994)
14. İslâm, Sevgi ve Tasavvuf (1994)
15. Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı (1994)
16. Güncel Meseleler 1, 2 (1995)
17. Hazret-i Ali Efendimiz'den Vecîzeler (1995)
18. Hacı Bektâş-ı Velî (1995)
19. Yunus Emre ve Tasavvuf (1995)
20. Başarı Yolunda Sevginin Gücü (1995)
21. İslâmî Çalışma ve Hizmetlerde Metod (1995)
22. Sosyal Hizmetlerde Hanımlar (1995)
23. Ramazan ve Takvâ Eğitimi (1996)
24. Tebliğ ve İrşad Çalışmaları (1996)
25. İslâm, Tasavvuf ve Hayat (1996)
26. Haydi Hizmete!.. (1997)
27. İslâm'da Eğitimin İncelikleri (1997)
28. Tasavvuf Yolu Nedir? (1997)
29. İmanın ve İslâm'ın Korunması 1, 2 (1997)
30. Allah'ın Gazabı ve Rızası (1997)
31. Mi'rac Gecesi (1998)
32. Doğru İnanç ve Güzel Kulluk (1998)
33. Ramazan ve Güzel Ameller (1998)
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
İLİM, KÜLTÜR VE SANAT
Aziz ve sevgili kardeşlerim!
Allah'a hamd ü senalar olsun, bizi müslüman eyledi. Hak din üzere yaşıyoruz. Cenab-ı Hakk'ın indinde geçerli olan, onun razı olduğu bir din üzerinde bulunuyoruz. Yanlış bir yol, yanlış bir inanç içerisinde olmamak çok güzel, çok büyük bir lütuf. Allah'a hamd ü senâlar olsun...
Belki başka inanç sahipleri de kendi inançlarını en iyi sanıyor olabilirler. Afrika'daki toteme tapan kabile de, Eskimolar da, Moğolistan'daki şaman, budist inançlı grup da kendini doğru sanabilir. Bir de bunun dışında, dinler tarihinde ortaya çıkan ve aklın ve mantığın muhakemesinden, --muhakeme derken sadece düşünmek manasını değil, suçlamak veya berâat etmek mânâsını da düşünüyorum-- murakabesinden geçmiş, sıhhati tescil edilmiş, aklın ve mantığın takdirini kazanmış, an'anevi yollardan da bize kadar bozulmadan geldiği bilinen bir güzel itikad üzereyiz.
Belki biz anadan babadan müslüman olduğumuz için kendi kendimizi iyi sanıyoruz diye düşünürüz. Ama o anadan babadan hıristiyan, yahudi ve başka başka inançlardan olan kimseler uzun incelemeler sonunda müslüman olduklarına göre demek ki bu sübjektif değil, objektif bir ilmî sonuç olmuş oluyor. Çünkü onlar da aynı sonuca geliyor. Kendi dinini kendi kültürünü bırakıyor ve İslâm'a geliyor.
Bunların bir tanesi Abdülkàdir es-Sfî, bir tanesi Roce Garudi (Roger Garaudy), diğeri Moris Bükey (Maurice Bucaille)... Tarih boyunca da, günümüzde de binlerce misâl var. Günümüzde olanlar daha kıymetli. Çünkü Yirminci Yüzyıl'ın kültürünü bildikleri halde hak dini seçmişler.
Bence Roce Garudi çok önemli bir kişi. Çünkü Fransız kültürüyle yetişmiş, kapitalizmi, Fransız Devrimi'ni, fikir hareketlerini, felsefe tarihindeki çeşitli ekolleri bilen insan olarak sonunda komünizmi benimsemiş, 'Asrın Filozofu' ünvanını almış ve yazdığı kitaplar Moskova gibi komünizmin uygulandığı bir ülkenin başşehrinde ders kitabı olarak kabul edilmiş, okullarda okutulmuş; 20. yüzyılın bütün fikir cereyanlarını görmüş, yaşamış, tanımış bir insan. Bunun müslüman olması çok önemli.
Ben komünizmi iyi bilmiyorum. Hep duyarım ama, materyalizmi okumadım; okumak da istemiyorum, midem bulanıyor. İslâm'dan gayri bir şey okumamaya da prensip olarak karar verdim. Başka bir fikri okuyunca, zihnimde o fikirden bir kalıntı kalır da, İslâm hakkındaki öz düşünceme belki etki eder diye düşünüyorum. İstiyorum ki bilgilerim sadece İslâmî olsun. Ama Garudi hepsini ister istemez tanıdı, her birisine doğru diye sarıldı. Macerası İbrâhim Aleyhisselâm'ın macerasına benziyor:
İbrahim Aleyhisselâm, gece olduğu zaman bir yıldız gördü, "Bu mu benim Rabbim?" dedi; sonra olmadığını anladı. Ayı görünce, "Bu mu benim Rabbim?" dedi; sonra olmadığını idrak etti. Güneşi görünce, "Gàlibâ bu benim Rabbim, bu en büyük!" dedi; sonra olmadığını anladı. Son noktaya ulaştı ve, "Bunları yaratan benim Rabbimdir!" dedi. İbrahim Aleyhisselâm'ın sağa sola sarılıp, teveccüh edip, inceleyip sonunda Allah'ı bulması gibi, o mübarek zatlar da 20. Yüzyıl'da mevcut olan bütün fikir cereyanlarını inceledikten sonra İslâm'a ulaşmış oluyorlar. Bu çok mühim bir olaydır, çok büyük bir hadisedir, biz bunun büyüklüğünü idrak edemiyoruz.
Hasılı, elhamdü lillâh biz, hak din üzereyiz. Bu mahkeme kararlarıyla tescilli... Zaten kendimiz de, İslâm'ı bilen insanlar da elhamdü lillâh Allah'ın ahkâmının ne kadar mükemmel olduğunu biliyoruz ve başkalarına da anlatıyoruz. O bakımdan Hak Din üzere olmak çok büyük bir nimet. Bu güzel...
İkincisi: Bu Hak Din'in içinde de tarih boyunca siyasî, iktisadî, ictimâî sebeplerle Mu'tezile, Vehhabilik vs. gibi çeşitli fikir grupları meydana gelmiş. Meselâ; modern müslümanlık, modernizasyon, reformasyon fikirleri gibi çeşit çeşit görüşler var. Herkes "Ben müslümanım!" dediği halde İslâm'ı anlayışı ve yaşayışı çok farklı. Bunların içinde de elhamdü lillâh biz Ehl-i Sünnet vel-Cemaat çizgisi içinde, takvâ yolunda, yörüngenin en sağlam yönünde oturmuş bulunuyoruz. Cadde-i kübrâda, ilm ü irfan ve ihsanda yürüyoruz. İlim, irfan, ihsân malûm.
İlim yolundayız; İslâm'ı ilim yoluyla, hadisiyle, tefsiriyle, fıkhıyla, bütün ulûm-ı şer'iyyesi, akliyyesi ve nakliyyesiyle anlamaya çalışan ciddî yoldayız. Medresenin tuttuğu yoldayız.
İrfan yolundayız; muhabbetullaha takvâ yolunda ulaşmak isteyen tekkenin yolundayız. Bu bir üstünlük...
İhsân da, Allah-ü Teâlâ Hazretleri'ne yakîn üzere ve görüyormuşçasına ibadet etmek makamı olduğu için, o makamın talipleri ve o makama ulaşmış mübareklerin talebeleri olmak bakımından da en güzel yoldayız.
Bir çok kimse bu kademelerin bazılarına erişememiş oluyor, medrese seviyesinde kalıyor. Daha yüksek irfan seviyesini, ma'rifetullah seviyesini anlayamıyor. Ma'rifetullah seviyesine geliyor ama ihsân derecesine, tahkik derecesine ulaşamıyor.
Şöyle anlaşılır hale getireyim: Adam müslüman amma tasavvufa karşı katı bir tutumu var... Bakıyoruz ki, yanlış yolda, kerameti inkar ediyor... vs. Halbuki Kur'an-ı Kerim'de keramet var. Bunların inkâr ettiği zikir ve sair tasavvufun bütün unsurları var. Tasavvufa karşı... Demek ki, alt seviyede kalmış.
Çevremizde erbab-ı tasavvufa bakıyoruz. Hatta adı bizimle aynı olan, "Nakşîyim!" diyen gruplara bakıyoruz; onların tutumlarıyla da bizim tutumumuz arasında bir fark var. Acaba onlar mı haklı, biz mi haklıyız? İnceleyince; elhamdü lillâh bakıyoruz ki, bizim tavırlarımız sünnet-i seniyyeye uygun, ama onlarınki aykırı... Bugün "Nakşiyim!" diyen insanlar var. Ama tavır ve davranışları ümmetin genel tasvibine mazhar olamıyor, kusurlar var. Ben bu tekkeleri ismen zikretmek istemiyorum, ama müslümanların amme vicdanı onları tasvib etmiyor. Bazı yerlerde saplantıları olduğunu görüyor, "Haa, demek ki bu yanlış yolda!" diyor. Doğru yolda ama, yanlış davranışlar içinde... İntisab ettiği yol doğru, fakat kendisi o yolun gereği olan performansı gösterememiş durumda... Binâen aleyh tasavvufun, tarikatin, irfanın önemini anlamış, ama irfanı kazanmamış.
Bunun içinde de, bir daha yüksek seviye var: İrfanı iktisab etmiş, ma'rifetullaha ermiş, bir de makàm-ı ihsân üzere Cenab-ı Mevlâ'ya kulluk eden insanlar var. Bu tabii ideal, en güzel müslümanlık... Biz bu caddede, bu noktada, bu çizgide olduğumuz için, Allah'a hamd ü senalar olsun en doğru yoldayız. Meselâ, Vahhabiler'den üstünüz. --Dışarıdan başlayarak şöyle dolaşalım.-- Çünkü adamlar tasavvufun bütün Kur'an-ı Kerim'le, hadis-i şerifle sabit gerçeklerini inkâr ediyorlar; azılı düşmanı, hasmı durumdalar. Biz onlardan üstünüz. Onların görmediği gerçekleri görebiliyoruz. Şimdi bu önemli bir şey.
O halde bizim hem gayr-ı müslimlere karşı görevlerimiz var; onların müslüman olması için çalışmamız lâzım! Hem de irfan derecesine ulaşmamış insanlara, irfanın dinimizde cesedin ruhu gibi olduğunu anlatmamız lâzım! "Çok önemli, bu olmazsa olmaz!", dememiz lâzım ki adam katılıktan, yobazlıktan kurtulsun, yanlış işler yapmasın. Yâni, iman namına bir takım inkârlara düşmesin.
Türkiye'de de var böyle: Lise tahsilli, dinî tahsili olmayan, coğrafya mezunu bir takım acaip, garaip insanlar tasavvufa karşı... Dergiler çıkartıyor, orada veryansın aleyhte bulunuyor. Dînî kavramlar diyor, güya milletin kafasındaki kavramları düzeltmeye çalışıyor ama, kendisinin kafası karışık... Kendisinin hayatında, ailesinde, karısında, davranışlarında bu düzgünlük yok. Tabii onlarla da uğraşmamız lâzım!.. Bu nasıl bir uğraşma olacak: İrşad etmemiz, ikaz etmemiz, yaptığınız yanlıştır dememiz lâzım. Bu da bir seviye.
Bir de tasavvuf erbabı, elinde tesbih, başında sarık, sırtında cübbe... Ama yine espriyi yakalayamamış insanlar var. Hiç birisini düşman görmüyoruz, ama hepsine karşı görevimiz var. Karanlık bir yerde, doğru yolu bulmuş bir insanın karanlıktakilere: "Bu tarafa gelin, doğru yol burasıdır, çıkış buradandır!" diye seslenmesi gibi seslenme görevimiz var.
O halde ilmi iyi bilmeliyiz. İlmin temeli Kur'an-ı Kerim'dir, fıkh-ı İslâmîdir, hadis-i şerifdir, mukayeseli İslâm hukukudur, sahih itikadı anlatan eserler, kitaplar, şahıslar ve onların yollarıdır... Ondan sonra tasavvuftaki inceliklere ve tasavvufî ruh terbiyesine sahip olmaktır. Ondan sonra da sonuca ulaşmak, yarı yolda kalmamaktır. O bakımdan yolumuz çok önemli!..
Tabii biz takvâmız dolayısıyla Allah'dan korktuğumuz için, Peygamber SAS Efendimiz öyle mütevazi olduğu için böbürlenmiyoruz, övünmüyoruz. Alemin içinde öyleleri var ki, "Ben istersem ağzımla kuş tutarım, yağmur yağdırırım, şöyle ederim, böyle ederim..." diyor. Hiç bir şey yapamazsın! Atıyor; sarığıyla, cübbesiyle atıyor. Kimisi resmen açıkça televizyonlarda atıyor, tutuyor. Ben dinlemedim ama, görenler söylüyorlar; atmasyon, uydurma...
Demek ki, biz öyle yapmadık, yapmıyoruz. Ama Allah kimi sever, onu da biliyoruz. Çok sevdiği bir kul kibre, ucbe düşerse Allah'ın sevgisinden de düşebilir. Onun için Allah'ın sevgisini, rızasını kazanmak esas olduğundan genele riayet ediyoruz ama, yanlışlar karşısında da boş durmayıp çalışmamız lâzım!..