• /
  • Kütüphane
  • /
  • Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı
  • /
  • 141 ilâ 160. sayfalar
121 ilâ 140. sayfalar

O bakımdan biz de Peygamber SAS Efendimiz'in bize emretmiş olduğu, bırakmış olduğu vazifeleri, kendi çağımızda, zamanımızda devam ettirmekle görevliyiz. Bunları yapmağa çalışacağız.

Fakat, âdetâ Peygamber SAS Efendimiz'in bambaşka bir tarzda yetişmiş bir toplumun içinden çıkıp da, İslâm'ı o topluma kabul ettirdiği gibi, biz de gayr-i İslâmî bilgilerle kafası ve gönlü tamâmen karışmış olan insanlar arasında İslâm'ı anlatmağa çalışıyoruz. Durumumuz bu... Yâni, bizim çevremizde de bir cahiliye toplumu var... Peygamber SAS Efendimiz'in çevresinde olduğu gibi, bizim çevremizde de bir kâfir, müşrik topluluğu var... Bir gafil topluluğu var...

Şimdi biz bu çalışmaları yapmak isterken, böyle çalışmaları yapmak iddiasında olan başka gruplarla eşit durumda değiliz. Pozisyon itibariyle hepsinin önünde ve üstündeyiz. Çünkü biz, Allah'ın rızasını düşünüyoruz... Çünkü biz, takvâ yolunu tutmuşuz... İhlâs ve takvâ gibi mânevî, tasavvufî, irfânî vasıflar olmadığı zaman, çalışmaların başarılı olmayacağını bildiğimiz için ve o yolları tuttuğumuz için onlardan üstünüz.

141

Eğer, insanların iç alemi, batınî durumu ele alınmazsa, tamir ve ta'dil edilmezse, tenvir edilmezse, elemanlardan fayda gelmiyor. Bugün çevrenizdeki insanlara bakın, gazetelere bakın, evsaflarına bakın!.. Amerika'da okumuşlardır, Avrupa'da tahsil görmüşlerdir... İhtisas yapmışlardır, koca koca diplomaları vardır... Yabancı dil bilirler... vs. vs. Ama, memlekete faydalı insanlar değillerdir, muzır insanlardır. Hele imanları, irfanları olmayanlar, memleket için fevkalâde muzır insanlardır. Çünkü, bilgili düşmandır. Keşke, tahsilleri olmasaydı... Keşke zır câhil olsalardı... Keşke elifi gördükleri zaman mertek sansalardı, sopa sansalardı... Hiç bir şeyden haberleri olmasaydı keşke... Öyle değil, her şeyden haberleri var; yalnız dinden, imandan, irfandan haberleri yok!.. Bütün o bilgilerini şerre kullanıyorlar. Rüşvete kullanıyorlar, anarşiye kullanıyorlar, İslâm'a karşı kullanıyorlar. Onun için, çok daha zararlı oluyorlar.

Tabii biz, bunların karşısında mücadele veren öteki grupların içinde de, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin Kur'an-ı Kerim'de medhettiği, Rasûlüllah SAS Efendimiz'in sünnet-i seniyyesi ile tebellür etmiş olan takvâ yolunu, nefsi terbiye etme yolunu, Allah'tan korkma yolunu, ahlâkını düzeltme yolunu, iç alemindeki duyguları kontrol altına alma yolunu benimsemiş olduğumuz için, bizimle denk değil öteki çalışan gruplar... Tasavvufla ilgilenmeyen bir grup bizimle denk değil...

142

Tasavvufla ilgilenen gruplar ise, bizim elemanlarımız kadar çeşitli ilimlerde ilerlememiş oldukları için yine bize denk değil... Tasavvufî çeşnileri itibariyle şeriate bağlılıkları bizim kadar belirgin olmadığı için, yine bizimle eşit değil...

Bizim Gümüşhaneli Hocamız ne yapmıştır Nakşibendiliğin Halidiyye kolunda?.. Tabii onlar bir şey yapmak iddiasıyla ortaya çıkmıyorlar, üstadlarını aynen takib etmek arzusuyla hareket ediyorlar. Ama kendiliğinden ortaya çıkan bir enterasan durum var... O enterasan durum şudur ki, tasavvufî bir camiada, o üstadımız --cennet mekân, rahmetullahi aleyh-- bir hadis kolleksiyonunu ders kitabı olarak ortaya koymuştur. Bu, tasavvuf tarihinde çok mühim ve önemli bir hadisedir. Ve Gümüşhaneli Hocamız buyurmuştur ki: "Bizim şu hadis kolleksiyonumuzu dikkatle okursanız, kısa zamanda muhakkik bir alim olursunuz."

Aynı sözü başka kimselerden bazı kimseler hatırlayacaktır. Meselâ, Said-i Nursî merhum diyor ki: "Risâle-i Nurları okursanız, kısa zamanda bir muhakkik alim olursunuz."

143

Risâle-i Nur okumakla hadis-i şerif okumak arasında muazzam fark vardır muhterem kardeşlerim!.. Bizim yolumuzun, müslümanın yolunun şeriatin çizgisinden kaymaması için emniyet, hadis-i şeriftedir. Hadis-i şerife sarılmadığınız zaman, şeriatin çizgisinde devam edemezsiniz, kayarsınız. Çünkü şeriatin çizgisi kıl kadar incedir, kılıç kadar keskindir. Ona ancak hadis-i şerife sarılarak, hadis-i şerif yolunda yürüyerek, takvâ yolunu yol edinerek, ihlâs ile hareket ederek ulaşabilirsiniz.

Onun için bizim yolumuz --Allah'a hamd ü senâlar olsun ki, bize bu yolu nasib etmiş Mevlâmız-- bütün yollardan daha ileridir. Bunu şahsî bir öğünç veya bir reklam ve bir propaganda sözü olarak söylemiyorum; Allah'a hamd ü senâlar olsun diye, bir tahdis-i nîmet sadedinde söylüyorum.

Biz tasavvufa karşı, dine karşı, millî kültürümüze karşı, tarihimize karşı, her türlü ileri geri, abuk sabuk, düşmanca sözlerin söylendiği bir ortamda yaşadık. Her türlü zehirli şerbeti bize sundular. Biz o şerbetlerin tadlarını tattık ama, yutmadık. Dilimiz o tadları biliyor. Biz bütün bu çeşitli yollar arasında bu yolu benimsemişsek, elhamdü lillâh bu büyük bir nimettir.

144

Ecdâdımız da öyleydi muhterem kardeşlerim!.. Ecdadımız da Orta Asya'da iken Budizm'i biliyorlardı, Konfüçyanizmi biliyorlardı, Brahmanizm'i biliyorlardı... Totemizmi biliyorlardı, Şamanizmi biliyorlardı... Yahudiliği biliyorlardı, Hristiyanlığı biliyorlardı. Hattâ, Türklerin bir kısmı eski devirlerde yahudi olmuştu... Bir kısmı Hazar Denizi'nin kuzeyinde hristiyan olmuştu. İncil'le ilgili, Hristiyanlık'la ilgili en eski Türkçe metinler, Kodekus Komanikus denilen bir eserdir. O Gagavuz Türkleri dediğimiz kollar, Hristiyanlığa aşina olmuşlardı. İran'ı gördükleri için, Şiiliği de biliyordu dedelerimiz...

Binâen aleyh, bütün hak ve bâtıl dinleri, bütün hak ve bâtıl mezhebleri, ve bütün itikadları görüp bunların içinden Ehl-i Sünnet yolunu seçmeleri, takvâ yolunda yürümeleri ve tasavvufa sarılmaları, ecdâdımızın büyük başarısıdır (Rahmetullahi aleyhim ecmaîn). Ki, biz onların arkasından rahatlıkla bu yolda yürüyoruz. Yâni, kendimiz bir seçme zahmeti çekmeden doğru yolda gelmişiz.

Orta Asya'daki eserleri incelersek görüyoruz ki, --işte Abdullah ibn-i Mübârek Hazretleri'nden hatırınızda bir misâl olarak belirebilir-- bizim ecdâdımızın yaşadığı yerlerde İslâmî ilimler zirveye çıkmıştır. Fıkhın en yüksek üstadları, hadisin en büyük alimleri, itikadın en ileri gelen isimleri hep o bölgelerde yetişmiştir. Yâni, bizim ecdadımız İslâmî ilimlerin profesörlüğünü yapmış... Değil yüksek tahsilini, değil mastırını, doktorasını, doçentliğini; ordinaryus profesörlüğünü yapmış... Büyük müctehidlerin yetiştiği sahalarda onların tercihlerini görerek yetişmiş ve gelmişlerdir. Bu büyük bir mirastır bize!.. Çok büyük bir avantajdır. Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne hamd ü senâlar olsun...

145

Biz bu yolda yürürken burada da, şu çağın içinde de böyle sünnet ehli olmak; ama, sünnet ehli olmakla beraber, irfan yolundan da uzak bulunmamak gibi bir meziyete sahibiz.

Bugün ifrat ve tefrit diyebileceğimiz çizgilerde pek çok insan vardır. Ya modern selefî akımlarla kafaları dolmuş, onlara kapılmış insanlar tasavvufu inkâr ediyorlar... Ki, takvâ yoludur, ihsân yoludur, ihlâs yoludur, Kur'an-ı Kerim yoludur, nefsi tezkiye etme yoludur, ahlâkı güzelleştirme yoludur. Vehhâbî üniversitelerinde okuduktan sonra, Mısır'da okuduktan sonra, neo-selefîlik diyebileceğimiz bir şeyle tasavvufî gerçekleri inkâr ediyorlar. Dinin onda dokuzunu, yüzde doksanını inkâr ediyorlar. Dinin aslına sarılmak namına, dinin aslından o kadar uzaklaşıyorlar.

Ya da an'anevî yolu takib ederek, bütün öteki cereyanlardan bîhaber bir şekilde tasavvuf yolunu takib ediyorlar ama şeriatten haberleri yok... Tekkelerine sigara dumanından giremiyorsunuz. Gelen dervişe sigara ikram ediyor. Bu kadar büyük bir şaşkınlık... İşyerlerinde içki satıldığını görüyorsunuz. Kadın ve erkek konusunda acaib tutumlarını görüyorsunuz. Kendi özel hayatlarında saçma sapan, gayr-i İslâmî tavırlarına rastlıyorsunuz.

146

Şunu vurguluyorum: Allah'a sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, bizi Kur'an-ı Kerim yolunda, takvâ yolunda tam olan bir yolda, ifrat ve tefritten uzak; dinin özüne, temel çizgilerine tamamen mutabık bir yolda yürüyen bir cemaat eylemiştir Allah-u Teâlâ Hazretleri... Ben bunu, "Kıyamete kadar dâimâ hakkı tutan, hakkı destekleyen bir taife mevcud olacaktır. Onlara yardım etmeyen, çelme takmaya çalışan insanların onlara zararı olmayacaktır. Kıyamet kopuncaya kadar, böyle iyi insanlar bulunacaktır." hadis-i şerifinde bahsedilen taife olmamızı temennî ediyorum, umuyorum.

Onun için muhterem kardeşlerim, bizde o güzel irfanın bir eseri, tevâzû eseri olarak... Ama gerçek tevâzû... Bazan insan tevâzû gösterir gibi de insan tekebbür edebilir. Tekebbürü, kendini beğenmişliği tevâzû tarzında görülebilir. Bir gerçek tevâzû eseri olarak, biz kendimizden bahsetmiyoruz. Onun için konuşmacıların çoğu bu noktaya temas ettiler. Yâni, "Biz tekkeyi tanıtma çalışması yapmıyoruz. Hattâ kendi çalışmalarımızı bile söylemiyoruz." dediler.

147

Evet, biz bu eksikliği hissetttiğimiz için, zaman zaman da kıyıdan, köşeden hizmetlerimiz şunlardır diyoruz. Sakına, çekine... Çünkü söylediğiniz zaman, nazar da değiyor; çelmeleme ve engelleme de yapılıyor. Bunu söylemek zorunda kalmışızdır. Her seferinde, söylediğimizden de doğrusu pişman olmuşuzdur. Çünkü, o gelişmeleri görenler, mukabil tedbirleri alarak bize öyle zarar vermişlerdir. Ya da, daha başka türlü meseleler olmuştur.

Tabii burada bir noktaya ben çok önem veriyorum ve eğiliyorum. Kararlıyım, öyle hareket etmeğe çalışıyorum. Mesele bir hocaefendinin şahsiyetiyle ilgili değildir. Dâvâ devamlıdır. Şahıslar gelir geçer ama, bayrak elden ele yürür. Binâen aleyh, ben kendimi dâimâ aradan çıkarmağa çalışıyorum. Toplantılarınıza bazen kasden gelmiyorum, faaliyetlere kasden katılmıyorum.

Çünkü bu, bir şahsın başarısıyla kaim, şahsiyle kaim bir mesele değildir. Öyle olmamalıdır. İslâm'ın bütününe aittir. Müslümanların hepsine ait bir vazifedir ve şereftir. Güzel yapılırsa, hepsine ait bir şereftir. Kötü yapılırsa, herkese ait bir vebaldir. Bunun şahsî çıkar ve nüfuz temini meselesi haline gelmesi, yozlaşması demek olur. Ben ondan da şiddetle kaçınıyorum.

148

Binâen aleyh, şahsımıza ait bir reklam ve propaganda istemiyoruz. Ama, yolumuzun doğru olduğunu bilip, onunla ilgili bir dâvet, irşad çalışması içinde olmanızı en mühim bir vazife olarak görüyorum. Yâni, bizim asıl vazifemiz,

Gönül ne kahve ister ne kahvehâne,
Gönül sohbet ister, kahve bahane!..

dediğimiz gibidir. Bizim ticârî şirketlerimizdeki amaç bile dinîdir, tasavvufîdir. Onun için, asıl irşad ve tebliğ çalışmasına önem vermek lâzım!..

Herakliyus'a Peygamber SAS Efendimiz hakkında bilgiler gittiği zaman, o bazı bilgiler sordu gelen elçiye:

"--Bu şahıs nasıl bir şahıstır? Zenginlerle mi oturuyor, fakirlerle mi oturuyor?"

"--Fakirlerle oturuyor." dediler.

"--Haaa..." dedi. "Etrafındaki insanlar günden güne artıyor mu, azalıyor mu?" dedi.

"--Artıyor." dediler.

"--Haaa..." dedi. Daha başka sorular sordu. Sorulan şeylerin hepsinden Rasûlüllah SAS Efendimiz'in hak peygamber olduğunu idrak etti Herakliyus... Ama itiraf etmedi. İdrak etti ama eyleme geçiremedi, mücadelesini veremedi. Tatlı canına zarar gelir diye, mevkii makamı gider diye, bir adım daha ileriye atamadı. "Ölürsem öleyim!.. Arkadaşlar, hak din İslâm'dır. Ben bunu bütün bu sorularımla anladım. Bu dine tabi olmalıyız!" diyemedi. "Tabi olalım!" dedi; salondan itirazlar yükselince, "Ben sizi denemek için şaka yaptım." diye dönüş yaptı. Biliyorsunuz Herakliyusu...

149

Ama ben burada şunu ifade etmek istiyorum: Bir toplum eğer çoğalıyorsa, sıhhatlidir; çoğalmıyorsa, sıhhatli değildir. Çoğalmıyorsa, durgunlaşmışsa, duraklama devrine girmiş demektir. Çoğalmaya, gelişmeye, büyümeye açık olmayan bir bünyede, bir kusur var demektir. Biyolojik bir kusur var demektir, bünyesinde bir arıza var demektir.

Biz Hocamız'ın ahirete irtihalinden sonra, onun gibi büyük bir evliyâullahtan, mübârek bir zâttan sonra, benim gibi âciz nâçiz bir kimsenin bu hizmeti yüklenmesine rağmen, bu kadar aczimize rağmen, --elhamdü lillâh-- gelişme gösteren bir toplumuz. Türkiye içinde, Türkiye dışında gelişme gösteriyoruz. Bu inşaallah sıhhatin alâmetidir diye temennî ediyoruz.

Ama, gelişmenin doğruluğumuzla doğru orantılı olduğunu görmüyorum. Yüzde yüz doğru olup da, gelişmesi yüzde on olan bir topluluk, her halde bir tarafında bir kusur olan bir topluluk demektir.

Bizim kusurumuz, arkadaşların ittifakla üzerine bastırdıkları kusurdur. Bizim tekkemizde her şey yapılıyor ama, tasavvufî faaliyet, irşad ve tebliğ çalışması yapılmıyor. Az yapılıyor. Çok az yapıldığı için de, fanatik ve palavracı başka gruplar, keramet ticareti yapan başka gruplar daha önde gidiyorlar.

150

Tabii, biz bunların karşısına aynı metodla, kerâmet ticareti yaparak çıkamayız. Bizim için bu bahis konusu değildir. Biz soyluluğumuzu ve vakarımızı korumak babında, gelişmenin, büyümenin yüzde onda kalmasına razı oluyoruz. Biz tekkeye hıyanet eden, tekkenin mantığına aykırı hareket eden bir insana, Mısır'a sultan olsa bile dirsek çevirebiliyoruz. Her hangi bir menfaat çalışması içinde değiliz. Ama, bu vakar, ciddiyet, olgunluk ve istiğnâ içinde yine de büyümemiz lâzım!..

Bu yüzde onluk büyüme, tam bir büyüme değildir. Hakkın olmadığı yerlerdeki boşluklara batıllar yayılır. O boşlukları bırakırsak, vebâl bizim olur. Onun için, her beldeye, her şehre ve toplumun, cemiyetin faaliyetlerinin her dalına hakim olmamız lâzım!..

Biz bunu sağlayamamışızdır. Biraz onurumuzdan sağlayamamışızdır. Kaç defa ayağa kalkıp meseleyi konuştuğumuz halde, bir haftalık dergi çıkartamamışızdır. Finans meselesini çözemediğimiz için yapamamışızdır. Bir gazete atılımı yapamamışızdır, gazete çıkartacak duruma gelememişizdir. Bu büyük bir eksikliktir.

151

Elemanlarımızı bir yan faaliyet olarak, hayatlarındaki çalışmaların bir çeşnisi, bir küçük yüzdesi, bir küçük parçası olarak hizmet edici elemanlar halinde görmekten muzdaribiz. Yâni müslüman, ihvânımız amma, hayatının faaliyetleri içinde tekke ile bağlılığı, tasavvufla bağlılığı ve tekkemize faydası yüzde bir, yüzde iki, yüzde üç... Bu yanlış bir görünümdür. O kişinin yanlış bir yolda olduğunun alâmetidir. Biz bu faaliyetlerin full-time olması gerektiğine inanıyoruz. Yâni sizden bir kardeş, tekkeden ders almış, tekkeye bağlanmış bir şahıs hobi olarak, binbir faaliyetinin arasında biraz da bizim tekkeye bağlı bir derviş olduğunu arasıra hatırlamak durumunda değildir. Full-time bu dâvâya hizmet vermek durumundadır.

Bunun önüne çıkan mâni meslektir. Herkesin geçim gailesidir, derdidir. Bu geçim derdi ve gailesi sebebiyle tekkeye yüzde yüz hizmet veremiyorsa bir insan, o zaman mesleğini ve geçim kapısını düşünmek ve ayarlamak zorundadır. Yâni, "Ben nasıl bir çalışma yapayım da, yüzde yüz bu faaliyetin tam içine gireyim?" diye, o mesleğini seçerken veya o mesleğinde faaliyet gösterirken, bir takım reformlar yapmalıdır kendi hayatında... Sonuç itibariyle yüzde yüz tekkeye hizmet veren, dâvâya hizmet veren bir eleman haline gelmelidir.

152

Bu tekke meselesini de bazıları küçümsüyorlar. Bizim ders verip, burs verip de yetiştirdiğimiz bazı kimseler dediler ki: "Biz tekkeye hizmet etmeyeceğiz, İslâm'a hizmet edeceğiz!.." Kalktılar, gittiler. Aslında kendilerine hizmet ettiler, İslâm'a hizmet etmediler. Ama şu fıkra ile ben bu meselenin yanlışlığını anlatmaya çalışacağım:

Bir sokakta üç tane doktor varmış; rakib ve birbirleriyle müşteri kapma kavgası içinde... Bir tanesi düşünmüş taşınmış, penceresinin altına bir levha yazmış, demiş ki: "Türkiye'nin en iyi doktoru!" Tabii, bakmışlar öteki doktorlar... "Allah Allah, Türkiye'nin en iyi doktoru ne demek? Bu bize hakaret... Aynı sokaktayız. Adam Türkiye'nin en iyi doktoruyum yazıyor." demişler. Bir tanesi düşünmüş taşınmış, "Bu Türkiye'nin en iyi doktoru yazdığına göre, ben ne yazayım levhaya?.." diye... O da, "Dünyanın en iyi doktoru!" diye bir levha yazdırmış. O da penceresinin altına astırmış.

Tabii insan, ne Türkiye'nin en iyi doktoru olabilir, ne dünyanın en iyi doktoru olabilir. Bunlar kendilerinin iddiası... Üçüncüsü bunların karşısında ne yapacak?.. Uzay kaldı tabii... "Uzayın en iyi doktoru!" filân diyebilir belki... Dünyadan daha büyük bir mekân uzay olduğu için... Ama, o öyle yapmamış. Şaşırtıcı bir levha yazmış ama, doğru bir levha yazmış. Demiş ki: "Bu sokağın en iyi doktoru!" Sokak küçüktür. "Bu sokağın en iyi doktoru!" demiş ama, doğruyu söylemiş.

153

Biz de tekke faaliyetleri yapıyoruz derken, tekkenin faaliyetleri nedir yâni?.. Ben tekkeye hizmet etmeyeceğim de, İslâm'a hizmet edeceğim!" diyen bir insanın mantığına karşı bunu söylüyoruz. Tekkenin faaliyeti İslâmî faaliyettir... Organize bir faaliyettir... Düşünülerek yapılan bir faaliyettir... Planlanarak yapılan bir faaliyettir. Sıradan bir faaliyet değildir ve görüyorsunuz başka grupların faaliyetlerinden de farklıdır; üstündür, moderndir, sağlamdır.

Bakın Arnavutluk'la ilgili şeyleri anlatırken kardeşimiz, hristiyanların hristiyanlığı yaymak için tıptan nasıl faydalandığını anlamış olduk. Tıbbî hizmet yapıyormuş gibi, hristiyanlığı o tarzda, o yolla yayıyorlar. Bu yaygın bir şey...

Bizim faaliyetlerimiz içinde de, doktor kardeşlerimizin faaliyetleri önemli bir faaliyettir ve yatırımlarımızın büyük çoğunluğu onlarla ilgilidir. Her halde komisyon çalışmalarında bunlar dile gelmiştir ve sizden bu hususta yardım istenmiştir.

Bizim çalışmalarımız başkalarına örnek oluyor. Binâen aleyh, hakk-ı tekaddümümüz vardır ve fazl-ı tekaddümümüz vardır. Bir şeyi önceden yapmanın, önde olmanın ve ortaya atmanın fazileti ve sevabı vardır. Bizi taklid ediyorlar. Gerçi bizi taklid edenler, bize rakib olmak için taklid ediyorlar. Yâni, bizi çelmelemek için, bizim hızımızı kesmek için yapıyorlar. Bunun bazı mercîlerce şuurla yapıldığını biz biliyoruz. İfade edilmiştir bu...

154

Bizim hızımızın yavaşlatılması, başarımızın, yüzdesinin düşürülmesi, sıradan bir grupçuk haline düşürülmemiz için çok büyük çapta, Türkiye çapında; belki Türkiye hudutları dışına da taşıyorsa, beynelmilel çapta hakkımızda engellemeler olduğunu biliyoruz. Ama diyoruz ki, "Hasbünallahu ve ni'mel vekîl!" Yâni, "İnsanlar toplandılar, silahlandılar, size geliyorlar!" denildiği zaman, has mü'minler ne dediler?..

(Hasbünallah, ve ni'mel vekîl!) "Allah bize yeter, o ne iyi vekildir." dediler. "Hasbünallah!" diyoruz, "Allah bize yeter!" diyoruz ve yetiyor hakîkaten...

Fakat Allah'ın çalışma yaptığınız zaman,

(Ve en leyse lil insâni illâ mâ saâ. Ve enne sa'yehû sevfe yürâ.) Allah-u Teâlâ Hazretleri insanlara sa'yine göre mükâfat ve sonuç veriyor, muvaffakıyet veriyor.

(Ve en leyse lil insâni illâ mâ saâ) ifadesi, "İnsanoğlu için, sa'yü gayret ettiğinden başka bir mükâfat verilmez." demek... Leyse, olumsuzluk fiilidir. (Ve en leyse lil insâni) İnsan için yoktur, (illâ mâ saâ) ancak sa'yü gayret ettiği kadarı vardır. Cümle yapısı bakımından "Lâ ilâhe illallah" gibi bir cümledir bu... Kuvvetli bir cümledir, sa'yin önemini göstermektedir. "Hiç bir ilâh yoktur, ancak Allah vardır." denildiği gibi, "Hiç bir sonuç alamazsınız, ancak sa'yiniz kadar sonuç alabilirsiniz. Sa'yederseniz, gayret gösterirseniz alırsınız." demektir bu...

155

"Ben sizi seviyorum, siz benim sevgili kullarımsınız. Ben size havadan, cabadan şöyle muvaffakıyet veririm." demiyor Allah-u Teâlâ Hazretleri... "Ancak sa'yederseniz veririm!" diyor. Ama, şu incelik vardır bu işte: Sa'yeden mü'min kullarına Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin mükâfatı çok çok büyüktür. Ama sa'yetmek şartına bağlı... Durduğu yerde, durmak şeklinde değildir, uyumak şeklinde değildir... Tenbellik tarzında değildir, ihmal tarzında değildir... Vazifesini yapmamak üzerine değildir. Vazifesini yapmayan insana Allah, yapmadığı halde mükâfat vermez; yapmadığı için cezâ verir, mü'min kulu olduğu halde... Osmanlı'nın yıkılışının sebebi budur.

Şâir ne güzel söylüyor:

Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol!
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!..

(Allah'a dayan,) Tevekkül et, (sa'ye sarıl,) çalış, --işte şu bizim işlediğimiz konu-- (hikmete râm ol) ilmin peşine düş demek... Hikmet, ilmin, bilginin, doğrunun; akla, mantığa ve şeriate uygunluğun sembolü olan bir kelimedir. Ona râm olacaksın, ona tabi olacaksın.

156

Bu Konyalıların iyi bildiği bir şeydir. Çünkü, imam-hatibin kapısının üstüne yazılıdır. Ali Ulvi (Kurucu) Bey'in mısralarıdır. Ali Kemal (Belviranlı) Bey de bestelemiştir bu şiiri...

Onun için, sa'yetmeniz gerekiyor muhterem kardeşlerim!.. Bu ciddî bir iştir. Ben böyle genç, dinamik ve ciddî, teşebbüs halinde olan insanlara hitab etmenin mutluluğu içindeyim şu an... Evet, hepiniz sarıklı, sakallı hoca değilsiniz ama, sa'y eden müslümanlarsınız.

Tabii bizim temennimiz öbür tarafın da olması, yâni hocalık tarafının da olması... Bu iki şekilde olacak: Ya siz aynı zamanda hocalık bilgilerine de sahib olacaksınız... İmihali öğreneceksiniz. Bir hocanın bilgisi ne kadarsa, siz de o kadar çalışacaksınız, imam-hatib bilgilerine sahib olacaksınız. Cübbeyi sırtınıza geçirdiğiniz zaman, sarığı başınıza aldığınız zaman, hutbe okuyabileceksiniz, vaaz verebileceksiniz. Ne söyleyeceğinizi bileceksiniz. Cenâze namazını kılabileceksiniz, kıldırabileceksiniz. Cenâze yıkayabileceksiniz, talkın verebileceksiniz. Bir hocanın yapabileceği her şeyi, bir vaizin yapabileceği her şeyi bileceksiniz ve bu konuda kendinizi yetiştireceksiniz. Ya da, din adamları sizin gibi aksiyon insanı ve meslek mütehassısı olacak.

157

Yâni, ya ilahiyattan, imam-hatip okulundan mezun insanlar gidecek hukuk fakültesine, iktisat fakültesine, işletme fakültesine, tıp fakültesine, teknik üniversiteye... Öyle yetişecek ki, --İçinizde böyle insanlar var-- hoca olduğu halde öteki mesleklerden de nasibini alıyor, zülcenaheyn oluyor. Zâhir ve bâtın ilimlerine sahib oluyor. Ya da, siz doğrudan doğruya dünyevî bir ilimle yetişmişseniz, gideceksiniz imam-hatip fark imtihanlarını vererek birer imam-hatip diploması alacaksınız. Diyanete müracaat edeceksiniz, "Ben filân yerde imam olmak istiyorum." diyeceksiniz, o hale geleceksiniz. "Vaiz olmak istiyorum." diyebileceksiniz. O da gık diyemeyecek, size vermek zorunda kalacak.

Böyle olduğu zaman, dinî bir fonksiyon da üstlendiğiniz zaman, iş bütünlük kazanıyor. İslâm'da dinî görev, bir dinî kadroya mahsus ve münhasır değildir, bütün müslümanların vazifesidir. Binâen aleyh, tamlık oluyor. Hem sizin müslümanlığınız tam oluyor, hem sizin vazifelerinizi güzel görmeniz mümkün oluyor. Ben onun için hepinizden --bir dahaki toplantıya kadar demiyeyim ama-- kısa zamanda birer imam hatip lise diploması almanızı rica ediyorum; bir...

158

İkincisi: Hepinize bulunduğunuz yerdeki ihvânımızı tanımanızı, defterlemenizi, yazmanızı, yaşlı ve genç hepsini öğrenmenizi tavsiye ediyorum.

Şimdi siz belli bir yaş seviyesinin altındasınız. Yaş durumuna bakacak olursak, kırkın civarında olan insanlarsınız. Daha yüksekler yok içinizde... Sıkı bir arama yapılırsa belki eleğin üstünde bir iki kalabilir. Bu bir kopukluktur. Eski ihvânımız ile yeni ihvânımız arasında bir diyalog eksikliği vardır.

Bu sizin eksikliğinizdir. Çünkü, "Büyüklerini saymayan bizden değildir." diyor Peygamber Efendimiz... Siz gidip, sayıp, bulup bileceksiniz hacı babaları, hacı amcaları... Tanıyacaksınız, bileceksiniz. Bu bilmemek, sizin kusurunuzdur. Onların da bilmemesi onların kusurudur ama, suçun yüklenilmesi size düşer. Şamarı siz yersiniz. Her hangi bir şahıs, hakem mevkiindeki bir şahıs yaşlıyı suçlamaz. Suçlu yaşlı bile olsa, gence, "Sus bakalım, otur oturduğun yerde! Konuşma, suçlu sensin!" derler.

Onun için, bu aktivite size düşüyor. Hepsini tanıyacaksınız.

Bazı yerlerde Hocamız'ın zamanından, tarihî değeri olan sit şahsiyetler vardır. Onlara izin vermişizdir, Hocamız'ın zamanındaki ders verme selâhiyeti devam etmektedir. Hatm-i hâcegân yaptırmaktadırlar. Tamam, güzel... Yapsınlar. Onlara hürmet edin, ikilik çıkarmayın!..

159

Ama siz de (orda hazır bulunanlar) hatm-i hâcegân yapabilirsiniz, --müsaade veriyorum-- yaptırabilirsiniz. Tasavvufa intisab etmek isteyen kardeşlerimize --vekâlet veriyorum benim nâmıma-- tasavvufun zikir tarafını telkin edin ve onları camiamıza kazanın!.. Tekkemize kayıtlarının yapılmasını sağlayın, bizimle irtibata geçmesini sağlayın!..

Böylece bu ayrılık gayrılık, ikilik ve eksiklik ortadan kalksın. Din ve dünya diye ikiye ayırdığınız zaman, insanın yüzde ellisi kayboluyor. İkisi bir arada olacak; din ve dünya ve ahiret kişide aynı anda bulunacak.

Yeni yapılanmamız başarılıdır, maddi bakımdan... Başarısızdır, şu anlattığımız konular bakımından... Yeni yapılanmamızın eksikliği çok barizdir. Kusurun hepsi benimdir, yüzde doksandokuzu benimdir. Biz bu hizmetleri adetâ sivil bir toplumun çalışması tarzında götürüyoruz da; bir tekke heyecanı, neşesi, aşkı, şevki, ürpertisi aşılama konusunda bir çalışma yapmıyoruz. Bu bir eksikliktir. Yeni yapılanmamızın kusurlu tarafıdır. Bunun telâfi edilmesi lâzım!..

160
161 ilâ 180. sayfalar