• /
  • Kütüphane
  • /
  • Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı
  • /
  • 1 ilâ 20. sayfalar

ÖNSÖZ

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra getirilen yeni dünya düzeni, müslümanların başına yeni sorunlar açtı. Tacikistan'da, Azerbaycan'da, Bosna-Hersek'te ve dünyanın pek çok yerinde müslüman kanı akıtıldı. Müslüman ülkeler ve halklar hakkında türlü türlü senaryolar hazırlanıyor. Bu arada ülkemiz de, bir taraftan Güneydoğu'da bitmek bilmeyen bir terör, bir taraftan da ekonomik sıkıntılar içinde kıvranıyor. İçte ve dışta uygulanan yanlış ve beceriksiz politikalar, problemleri daha da artırıyor.

İslâm düşmanları güçlü ve iyi organize olmuş durumdalar. Sosyal yapıları sağlam, teknolojileri ileri, eğitim seviyeleri yüksek... Çok çalışıyorlar ve çok bilinçli hareket ediyorlar. Stratejik araştırmalara ve haber alma faaliyetlerine çok önem veriyorlar. Kuraldışı davranan ülkeleri ve liderleri, direkt ve endirekt yollarla cezalandırıyorlar.

Stratejik öneme sahib ve bütün müslümanların ümidi konumundaki bir ülkenin insanları olarak, üzerimizde oynanan oyunlardan ve aleyhimizde hazırlanan senaryolardan haberdar mıyız? Bunlardan nasıl kurtulabiliriz?.. Eğitim ve bilgi bakımından kendimizi yeterli görüyormuyuz?.. İlmî seviyemizi yükseltmek için neler yapabiliriz?.. Sosyal ve kültürel çalışmalara, İslâmî hizmetlere yeteri kadar zaman ve imkân ayırıyor muyuz?..

2

Halkımız yeteri kadar bilinçli mi, olan biten olayların farkında mı?.. Halkı aydınlatmak ve eğitmek için neler yapabiliriz?.. Hanımları, çocukları eğitmek ve iyi yetiştirmek için hangi müesseseleri kurabiliriz?..

Hayatın her sahasında; sosyal, kültürel, politik, teknik ve sportif çalışmalarda güzel ve başarılı sonuçlar almak için neler yapılabilir?..

Bütün bu konularla ilgili olarak Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hocaefendimizin muhtelif toplantılarda yapmış olduğu konuşmalardan bir kısmını ilginize sunuyoruz.

Hocaefendimizin meselelere yaklaşımını, değerlendirmelerini, eleştirilerini, teklif ve tavsiyelerini vermeğe çalıştığımız bu çalışmanın, okuyucuya pek çok şeyler kazandıracağını, sosyal çalışmalarda gayretini ve başarısını arttıracağını ümid ediyoruz.

Dr. Metin ERKAYA

Sincan, Kasım 1994

3

PROF. DR. MAHMUD ES'AD COŞAN

(TERCEME-İ HAL)

1938 yılında Çanakkale'nin Ayvacık ilçesi, Ahmetçe köyünde doğdu. Babası Halil Necâti Efendi, annesi Şâdiye Hanım'dır. Anne ve baba tarafından soyu, Buhàra'dan Çanakkale'ye göç etmiş seyyidlere dayanır. Küçük yaşta iken ailesi İstanbul'a taşındı. 1950'de İstanbul Vezneciler İlkokulu'nu, 1956'da Vefa Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü'ne girdi. Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu.

Aynı yıl Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. Fakülte yayın komisyonunda iki yıl sekreterlik yaptı. 1965 yılında, XV. Yüzyıl şairlerinden olan "Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri" konusunda doktora tezi vererek ilâhiyat doktoru ünvanını aldı. 1967-1968 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu'nda Türkçe ve Hümaniter Bilgiler dersini tedris etti.

4

1973 yılında ise, "Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât" adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını aldı ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak tayin edildi. 1977-1980 yıllarında Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1982 yılında profesör oldu. Sosyal ve kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek düşüncesiyle, 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.

İlk dînî eğitimini ailesinde gördü. Genç yaşta vefat eden annesi, zikir ehli bir hanımdı. Babası Necâti Efendi; Çırpılarlı Hacı Ali Efendi, Serezli Hasîb Efendi, Kazanlı Abdül'aziz Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi gibi âlim ve fâzıl şeyh efendilerin sohbetinde ve hizmetinde bulunmuş, hal ehli bir kimsedir. Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin yakın dostlarındandı. Bu münasebetle, küçük yaşta hocaefendilerin meclislerine devam etti, onların maddî ve manevî ilgilerine mazhar oldu.

Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile İskenderpaşa Camii'nde hadis derslerine başladı (1977). Yine onun arzusu üzerine, 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi.

5

Tasavvufî nisbeti; hocası vasıtasıyla Nakşibendî Tarikatı'nın, Hàlidiyye kolunun, Gümüşhâneviyye şubesidir. Ayrıca Kàdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Mevleviyye, Halvetiyye ve Bayrâmiyye tarikatlarından da irşada me'zundur.

Onun döneminde hadis derslerine ilgi daha da arttı. Cemaat yer bulamadığı için camiye ilâveler yapıldı; ders dinlenilecek yerler beş-altı kat genişletildi. Ayrıca Ankara, İzmir, Bursa, Sapanca, İzmit ve Eskişehir'de mutad hadis dersleri başlatıldı.

Mehmed Zahid Kotku Efendi'nin emri üzerine kurduğu "Hakyol Vakfı"nın çalışmalarıyla bizzat ilgilendi, muhtelif yerlerde şubeler açtırdı. Eğitim ve yardımlaşma faaliyetini yaygınlaştırmak için çalışmalar yaptı. Sanat ve kültürle ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Kültür ve Sanat Vakfı"nı, sağlık hizmetleri için "Sağlık Vakfı"nı kurdurdu. Hanımların eğitimiyle ilgili olarak "Hanım Dernekleri"nin; çevre ile ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Ahlâk, Kültür ve Çevre Dernekleri"nin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını teşvik etti. Bu çalışmalarla toplu-mun güzel amaçlar için bir araya gelmesini, organize olmasını sağlamaya çalıştı.

6

Vakıflara ait, harabe haline gelmiş birtakım ecdad yadigârı eserlerin tamir ve tecdidiyle ilgilendi; onların gayesine uygun olarak tekrar faaliyete geçmesini temin etti: Ahmed Kâmil Tekkesi, Selâmi Mustafa Efendi Tekkesi, Şeyh Murad Efendi Dergâhı, Şadiye Hatun Şifâ Külliyesi... gibi.

Eğitimin yaygınlaştırılması için basın ve yayın çalışmalarıyla ilgilendi. 1983 eylülünde İslâm dergisi, 1985 nisanında Kadın ve Aile ve İlim ve Sanat dergisi yayınlanmaya başladı. Daha sonra Gülçocuk dergisi çıkartıldı. Sağlık ve bilimle ilgili konularda ise Panzehir dergisi yayınlandı. Halen Vefa Yayıncılık adına yayınlanan bu dergilerle yakından ilgilenmekte ve makaleler yazmaktadır.

Kitap yayıncılığı için Sehâ Neşriyat'ı kurdu; çeşitli dinî, edebî, tarihî, kültürel eserler neşredildi. Yayıncılığın geliştirilmesi, haftalık ve günlük yayınlara geçilebilmesi için çalışmalar başlattı. Onun gayretleriyle bir matbaa tesis edildi (Ahsen), dizgi tesisleri kuruldu (Dehâ).

Sesli ve görüntülü yayıncılık alanında hizmet etmek, millî ve mânevî değerlerimize uygun yayınlar yapmak üzere, Ak-Radyo (AKRA) adı altında bir müessesenin kurulmasına öncülük etti (1992). Halen İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya'dan radyo yayınları yapılmakta; bu yayınlar Türkiye'nin her yerinden, Orta Asya'dan ve Avrupa'dan dinlenebilmektedir.

7

Onun teşviki ile Ak-Televizyon> adı altında Marmara Bölgesine yönelik bölgesel televizyon yayını başlatıldı (1997). Basın-yayın alanında Sağduyu isimli günlük bir gazete yayınlanmaya başladı (1998).

Kaliteli bir eğitimi temin etmek amacıyla, özel eğitim kurumlarının kurulmasını teşvik etti. Çeşitli illerde ilkokul öncesi, ilkokul ve orta öğrenime yönelik eğitim tesisleri, okullar ve dersaneler kurdurdu.

Halka güvenilir bir sağlık hizmeti verilmesi için poliklinikler ve hastaneler açılmasını teşvik etti. Buna bağlı olarak başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde sağlık kuruluşları hizmete açıldı.

Yurtdışındaki müslümanlarla diyaloğu sağlamak, ziyaretleri kolaylaştırmak amacıyla İskenderpaşa Turizm (İSPA) adı altında bir seyahat acentası kurulmasına öncülük etti. Bu şirket yardımıyla hac ve umre programları, çeşitli yurt içi ve yurt dışı geziler; aile ve eğitim kampları düzenlendi.

İlmî seviyesi yüksek hocalar yetiştirmek amacıyla İstanbul'da, Ankara'da, Konya'da ve Bursa'da hadis ve fıkıh enstitüleri açtırdı. Buralarda ilâhiyat fakültelerinde okuyan veya mezun olan kimselere, özel hocalardan Arapça, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri verdirilmesini temin etti.

8

Sohbet ve vaazlarına yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gösterilmesi ve çeşitli yerlere davet edilmesi, onun çok seyahat etmesine neden oldu. Avrupa'da, Kuzey Amerika'da, Afrika'da, Orta Asya'da ve Avustralya'da pek çok ziyaretler, vaazlar, sohbetler yaptı; eğitim programlarına katıldı.

Her yıl hac ve umre dolayısıyla değişik ülkelerden gelen müslümanlarla görüştü, diyalog kurdu. Hakkı ve hayrı, iyiyi ve güzeli tebliğ etme yönünde şumüllü ve verimli çalışmalar yapmaktan bir an bile geri kalmadı. Çevresini de daima bu tür çalışmalara teşvik etti.

Cuma günleri radyoda yapmakta olduğu hadis sohbetlerine ilâve olarak 1998 Eylülünden beri salı günleri tefsir sohbetleri yapmaya başladı. Son yıllarda daha çok Avustralya'da bulunmakta, sohbetlerini Akra'dan telefonla, canlı olarak sürdürmektedir.

Doğu dillerinden Arapça ve Farsça'yı, batı dillerinden Almanca ve İngilizce'yi bilmekte; yurt içinde ve yurt dışında çok yönlü sosyal faaliyetlerini, tebliğ ve irşad çalışmalarını el'an devam ettirmektedir.

9

Yayınlanmış Eserleri:

01. Matbaacı İbrâhîm-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiye (1982)

02. Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât

03. Gayemiz

04. İslâm Çağrısı

05. Yeni Ufuklar (1992)

06. Çocuklarla Başbaşa

07. Başarının Prensipleri

08. Türk Dili ve Kültürü

09. İslâm'da Nefis Terbiyesi ve Tasavvufa Giriş

10. Avustralya Sohbetleri 1, 2, 3, 4

11. Yeni Dönemde Yeni Görevler (1993)

10

12. Haccın Fazîletleri ve İncelikleri (1994)

13. Zaferin Yolu ve Şartları (1994)

14. İslâm, Sevgi ve Tasavvuf (1994)

15. Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı (1994)

16. Güncel Meseleler 1, 2 (1995)

17. Hazret-i Ali Efendimiz'den Vecîzeler (1995)

18. Hacı Bektâş-ı Velî (1995)

19. Yunus Emre ve Tasavvuf (1995)

20. Başarı Yolunda Sevginin Gücü (1995)

21. İslâmî Çalışma ve Hizmetlerde Metod (1995)

22. Sosyal Hizmetlerde Hanımlar (1995)

23. Ramazan ve Takvâ Eğitimi (1996)

11

24. Tebliğ ve İrşad Çalışmaları (1996)

25. İslâm, Tasavvuf ve Hayat (1996)

26. Haydi Hizmete!.. (1997)

27. İslâm'da Eğitimin İncelikleri (1997)

28. Tasavvuf Yolu Nedir? (1997)

29. İmanın ve İslâm'ın Korunması 1, 2 (1997)

30. Allah'ın Gazabı ve Rızası (1997)

31. Mi'rac Gecesi (1998)

32. Doğru İnanç ve Güzel Kulluk (1998)

33. Ramazan ve Güzel Ameller (1998)

12

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

ANA HEDEFİMİZ AHİRETTİR

Eûzü billâhi mineş şeytanir racîm...

Bismillâhir rahmânir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil âlemîn... Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn... Ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmid dîn...

Muhtelif yerlerden, uzaklardan geldiniz. Teşekkür ederiz. Davete icâbet sünnettir. Ramazan gününde kendi yerlerinizi bırakarak, zahmet edip teşrif ettiğiniz için, Allah büyük mükâfatlar ihsân eylesin... Ecriniz, sevabınız çok olsun... Ramazanınız mübarek olsun... Allah-u Teâlâ Hazretleri ibadetlerinizi, taatlerinizi, sıyamlarınızı, kıyamül leyllerinizi kabul eylesin... Şu güzel ayın hayrından, feyzinden, bereketinden faydalanmayı, istifade etmeyi nasib eylesin cümlemize... Bu aydan en kârlı şekilde istifade etmiş olarak ayrılmayı, nice nice ramazanlara erişmeyi, Allah nasib ü müyesser eylesin...

Başta Peygamber SAS Efendimiz'in rûh-i pâkine hediye olmak üzere, cümle enbiyâ ve mürselîn, evliyaullah u mukarrabînin; ve hassaten Ebûbekris Sıddîk ve Aliyyül Murtazâ'dan Hocamız Muhammed Zâhid-i Bursevî'ye kadar, turûk-ı aliyyemiz silsilelerinden güzerân eylemiş olan, cümle sâdât ve meşâyihımız ve halifelerinin ve tarikat kardeşlerimizin ruhları için; ahirete intikal ve irtihal eylemiş olan bütün müslüman geçmişlerimizin, ecdâd ü ceddât, akraba ü taallûkat, ahbâb ü yârânımızın; şu beldeleri fetheden fatihlerin, şehidlerin, gazilerin, mücâhidlerin; bu beldeleri bize bırakmış olan ecdâdımızın; beldemizin medâr-ı iftiharı enbiyânın, sahabenin ve hassaten Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin; ve sâir mü'minûn ü mü'minât ve müslimûn ü müslimâtın da ruhları için; ruhları şâd olsun, nurları ve sürurları ziyâde olsun, Allah-u Teâlâ Hazretleri kabirlerini cennet bahçesi eylesin, makamları daha yüksek olsun, mânevî mükâfatları, ecirleri daha çok olsun diye, bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup hediye edelim ruhlarına, buyurun: --Makamın sahibi Selâmî Mustafa Efendi'nin de dahil olmak üzere--

13

...................

Peygamber Efendimiz SAS Hazretleri, --Allah şefaatlerine nâil eylesin-- buyurmuş ki:

(Men kânet niyyetehül âhireh) "Her kimin ki niyeti ahiret olursa, (cemeallahu şemlehû) Allah onun iki yakasını bir araya getirir, yardımcısı olur, işlerini düzeltir, rast getirir. (ve ceale gınâhü fî kalbihî) Gönlüne bir müstağnîlik, bir gınâ, bir zenginlik, gönül zenginliği ihsân eder. İşleri de rast gider, gönlü de hoş olur. (ve etebbüd dünyâ ve hiye râğimetün) Dünyalıktan nasibi, parası, pulu, maaşı, rızkı da yine --Allah yazdığı için-- burnunu sürte, sürte gelir. Onun arkasından gene nasibi ne ise gelir; kaçsa, nasibi ona gene isabet eder. Kaderin oku gibi şaşmaz, nasibi de gelir onu bulur, hedefi şaşmaz. Sen rızkını aradığın gibi, rızkın da seni aramakla, sana doğru gelmekle meşgul!" diyor Peygamber Efendimiz.

Buna mukabil, "Kimin hevesi, arzusu, muradı, gayesi, amacı dünya olursa; (barrakallahu aleyhi emrahû) Allah onun işlerini darma-duman eder, dağıtır. Alâkalarını, muhtelif yerlere bağlantılarını çoğaltır, telâşını arttırır, kafasını karma-karışık eder, işlerine yetişemez. Günü akşama kadar çalışmayla geçtiği halde, yine bir şey olmaz. (ve ceale fakrahû beyne ayneyhi) Fakir olmak korkusu iki gözünün önünde, iki kaşının arasında durur." Demokles'in kılıcının tehdit olarak insanın kafasında sallandığını söyledikleri gibi Yunanlılar'ın... Fakirlik gözünün önünden gitmez, fakirlik korkusu kalbinden gitmez. İçi huzursuz, telâşlı... (velem ye'tâhü mined dünyâ, illâ mâ kütibe lehû) "Bütün bu telâşına rağmen de, ahireti isteyen insandan farklı bir şey olmaz. Ne yazıldıysa kaderde, o gelir; fazlası gelmez."

14

O halde biz müslümanların ana hedefimiz, ana niyetimiz --bu hadis-i şerifte çok net olarak belirtiliyor ki-- ahirettir. Biz bu dünyanın geçici bir alem olduğunu biliyoruz. Asıl yerin, asıl yurdun ahiret olduğunu biliyoruz. Asıl kazancın ahiret kazancı olduğunu biliyoruz. Asıl saadetin ahiret saadeti olduğunu biliyoruz. Hedefimiz ahiret!.. Ahireti kurtarmak, ahireti kazanmak... Allah'ın ahirette sevdiği bir kul olarak, cennetine dahil ettiği bir kimse olabilmek... Ana felsefemiz, bizi başka insanlardan ayıran felsefe, kafa yapısı, düşünce, zihniyet bu...

Bazısı da ehl-i dünyadır. Gözü paradan başka, menfaatten başka bir şeyi görmüyor ve menfaati için de yapmadığı bir şey olmuyor. Her şeyi yapıyor. Onlar da ehl-i dünya dediğimiz karşımızdaki insanlar... Materyalist diyoruz. Materyalist de materyalisttir, komünist de materyalisttir; ötekisi de, berikisi de hepsi materyalisttir. Yâni, ahiret gayesi, Allah rızası olmayan her insan sıfırdır. Sıfırdır yaptığı şey... Her şeyi hebâen mensûrâ olacak.

15

O bakımdan, bizim bu dünyadaki çalışmalardan maksadımız dünya değildir; ahirettir. Parada pulda, malda mülkte, mevkide makamda, şöhrette alkışta esas itibariyle gözümüz yoktur... Gözümüz yoktur, gönlümüz yoktur amma; biz dünya işlerini terkettiğimiz zaman, ahireti kazanmak da mümkün olmuyor. Biz bu dünya işlerini bıraktığımız zaman, dünyanın yönetimi ehl-i dünyanın eline geçiyor. Dinsiz materyalist, menfaatperest, gaddar, hain, zalim, kendisinden başka hiç bir kimseyi düşünmeyen; başkalarının zararına her türlü vicdansız işi, vicdan sızlatacak işi, vicdanı sızlamadan yapacak insan haline geliveriyor.

E şimdi, sürümüzü kurttan korumak için Kangal köpekleri, çoban köpekleri tutarken; sürüyü kurda emanet etmek gibi, en mühim işleri ehl-i dünyaya, böyle kurttan beter, gaddar, haris, insafsız kimselere terkedersek, dünyanın nizamı altüst oluyor; altüst olan dünya nizamının enkazının altında da biz kalıyoruz. Müslümanlığımız da güzel yapılamama durumuna geliyor. Toplumda İslâmî hizmetler de yapılamaz duruma geliyor. Sonunda müslümanlığımız da zarar ediyor.

16

Yâni biz öyle bir topluluğuz ki, dünyayı hiç sevmeyeceğiz ama; sevmeye sevmeye, ahiret için dünyaya nizam vermeye de çalışacağız; dünyadan elimizi eteğimizi, ilgimizi çektiğimiz zaman mekân boş kalmadığı için, yerimizi başka insanlar doldurduğu için, nizam-ı alem altüst olduğundan; halbuki nizam-ı alemi tesis için gönderilen ümmet de biz olduğumuzdan... O zaman zulmün ve haksızlıkların, cinayet ve fecâatlerin bir bakıma sebebi biz oluruz, oluyoruz, ihmalimiz olmuş oluyor.

Onun için, Ebû Hasen Ali En-Nedvî'nin güzel bir kitabı var. Bu meseleyi fikren yakalamış ve "Müslümanların Geri Kalmasıyla Dünya Neler Kaybetti?" diye bir kitap yazmış. Bir kaç defa da baskısı yapıldı bu kitabın...

Bir zamanlar dünyada söz sahibi kimseler müslümanlardı. Fransa'da hapse atılmış bir insanı bile, "Çıkar!" deyince, çıkarttırıyorlardı. "Dans etmeyin!" dediği zaman, dans etmemek zorunda kalıyorlardı. Yâni, korkuyorlardı. Gerçi o zaman da müslümanlar görevlerini tam yapmışlar mı, yapmamışlar mı; onu da Allah onlara soracak tabii... Her devrin insanı, kendi görevini yaptığından ve yapması gerektiği halde yapmadığı görevlerden sorgu suale tabi olacak. Ama, dünyanın süper devletlerinden birisi ve sözü geçen bir ülkesi durumundaymış bir zamanlar.

17

Müslümanların bu durumdan gerilemesiyle, tarifsiz zulümler olmuş dünya üzerinde... Biz bunları, tarih okumadığımız için veya kitaplara kaydedilmediği için bilmiyoruz. Ama şimdi Sırp mezaliminden canlı misali tanıdı bizim neslimiz... Bu ilk zulüm değil, tarihte ilk defa olan bir zulüm değil; müslümanlara yapılan bu zulüm, binlerce defa olmuş olan bir zulüm!.. Bulgaristan'da yapılmış, Romanya'da yapılmış, Yunanistan'da yapılmış, Girit'te yapılmış... --Girit katliamı meşhurdur.-- Kafkaslar'da yapılmış, dünyanın her yerinde, Afrika'nın muhtelif yerlerinde yapılmış. Avrupalılar Afrika'nın köylerini basmışlar, müslüman ahaliyi köle etmişler, Amerika'ya götürmüşler, tarlalarda çalıştırmışlar; korkunç bir şekilde istismar etmişler.

Şimdi biz bugün de, bu geri kalmışlığın her ne kadar bir derece, bir diziyem üstüne çıkmış gibi görünüyorsak da, derece olarak bir derece yükselmiş gibi görünüyorsak da; teknik, teknolojik, sosyal, politik, askerî güçlerimiz rantabl bir şekilde çalışmadığı için, kâfir bizim canımıza okuyor!..

18

Biz dediğimiz zaman, "Müslümanlar bir vücud gibidir." diye düşünüyoruz; Bosna'daki insanı başka insan olarak görmüyoruz, Kafkasya'daki insanı başka insan olarak görmüyoruz... Hindistan'daki, Bombay limanındaki öldürülen kardeşleri, Seylan'da katledilenleri veya dünyanın bir başka yerindeki müslümanları bizim vücudumuzun bir parçası olarak görüyoruz.

Her yerde bu mağduriyetin acısını çekiyoruz. Birlik ve beraberlik içinde hareket edememenin faturasını, dünyanın her yerindeki müslüman kardeşlerimiz, tariflere sığmayan acılar çekerek ödüyorlar. Biz, bu acılar kan olarak fışkırdığı zaman, toprağı kıpkırmızı yaptığı zaman farkına varıyoruz ama; aslında bu acıların en acısı, o kardeşlerimiz o kâfir rejimlerin altında İslâm'dan koptukları zaman, mânevî olarak olmuştu zaten... Yâni, o fatihlerin evlâtları fikren komünist olduğu zaman, mânevî kanları yere akmıştı zaten... İslâm'dan koparıldıkları zaman, zaten canları çıkmıştı. Belki onların cezâsı!.. Bu öldürülen çocuklar, bizim acıdığımız çocuklar belki besmelesiz, belki nikâhsız, belki meşru nikâhlama işlemi yapılmamış çocuklar... Belki bu öldürülen kimseler İslâm'ı unutmuş, belki iyi günlerde elinde kadeh içki içen, belki kim bilir ne sözler söylemiş kimselerdir de, belki ondan cezâ çekiyorlardır... Ne olduğunu bilmiyoruz.

19

Ama, şunu çok rahat söyleyebiliyoruz ki, müslüman milletler İslâm'dan uzaklaştırıldığı zaman, şu görülen kan dökme hadisesinden daha kötü mânevî bir durum meydana geliyor. Çünkü, bir insan müslümanken kanı dökülürse, cennete gider. Asıl hedefimiz ahiret olduğuna göre, bu bir ziyan değil... Zulmen öldürülmüştür, kâfirin elinde şehid olmuştur.

Ashab-ı Uhdud'un menkıbesinde anlatıldığı üzere, kadıncağız kucağında çocuğuyla itile kakıla, ateş yakılmış hendeğin başına getirilip itilecek, yanacak olduğu sırada diyorlar ki: "Bizim tanrımıza inan, kendi inancından vazgeç; ölme!" O, kendisi inancından vazgeçmeyecek ama, "Bari şu zavallı küçücük yavru ölmesin, şu çocuk kurtulsun diye, acaba söyleyiversem mi?.." diye düşünürken, --Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifiyle sabit ki-- çocuk konuşuyor: "Anneciğim, bana acıyarak imanından vaz geçme!" diyor.

Üç çocuk beşikteyken, kucaktayken, konuşamayacak çağda iken konuştu: Bir bu Ashâb-ı Uhdûd'dan kadıncağız ateşe atılacağı zaman, "Acabâ söyleyiversem de atılmaktan, ateşin içinde cayır cayır yanmaktan, işkenceyle öldürülmekten kurtulsam mı?" dediği zaman; "Hayır, öyle yapma anne!" diyen bebek...

20
21 ilâ 40. sayfalar