10. RAHMET VE MAĞFİRET MEVSİMİ
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedini’l-mustafâ... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’l-cezâ... Ammâ ba’d:
Çok aziz ve çok sevgili, çok muhterem kardeşlerim!.. Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlenizden râzı olsun... Cümlenizi saadet-i dâreyne nâil eylesin... İki cihanda aziz eylesin... Cennetiyle, cemâliyle, rıdvân-ı ekberiyle taltif eylesin...
a. İki Mânevî Mevsim
Senenin ilkbahar, yaz, sonbahar, kış diye dört maddî mevsimi olduğu gibi, mânevî bakımdan da dikkati çeken iki mühim mevsimi vardır. Bu mevsimlerden birisi Şevval ayından sonra gelen, Arabî ayların onbirincisi olan Zilkàde, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Bu, hac yapılması için insanların harekete geçtiği bir mevsim oluyor. Uzaklardan, yakınlardan, Allah’ın emrine uyarak, nice nice maddî ve mânevî faydaları sağlamak; nice nice ibretli hikmetli tecrübeleri kazanmak, mânevî halleri müşahede etmek için insanlar, aşıklar, fedâkârlar yollara düşüyorlar; Allah’ın emrettiği hac vazifelerini, “Lebbeyk allàhümme lebbeyk...” diye diye, gözyaşlarıyla, dağları aşarak, vadileri geçerek, denizlerden, havadan, karadan oraya gidiyorlar, çok büyük sevaplar kazanıyorlar.
Allah-u Teâlâ Hazretleri:
وَالْفَجْرِ . وَلَيَالٍ عَشْرٍ (الفجر:١-٢)
(Ve’l-fecri ve leyâlin aşrin) [And olsun fecre, on geceye…] (Fecr, 89/1-2) diye, on mübarek geceye yemin ediyor. Bu on mübarek gecenin, Zilhicce’nin hac yapılmaya mahsus olan on gününün
geceleri olduğu rivayet ediliyor.
Kur’an-ı Kerim’den böylece, hac ayetlerinden ayrı olarak anlaşılıyor ki, o zamanlar çok sevaplıdır, çok mübarektir. O vakitlerde yapılan ibadetler çok kıymetlidir. O vakitte tutulan oruçlar çok sevaplıdır. Hattâ, Arafe günü oruç tutmak hakkında Peygamber SAS Efendimiz’den rivayet edilmiş hadis-i şerifler var:51
مَنْ صَامَ يَوْمَ عَرَفَةَ، غُ فٍرَ لَهُ سَنَةٌ أَمَامَهُ ، وَسَنَةٌ خَلْفَ هُ (ه. طب.
عن قتادة؛ عبد بن حميد، كر. عن أبي سعيد)
(Men sàme yevme arafete gufira lehû senetün emâmehû, ve senetün halfehû) “Kim Arafe günü oruç tutarsa, gelecek senesinin günahları affolur ve geçmiş senesinin günahları da affolur.” diye bildiriyor.
Hac yapmayanlar için... Hacda olanlar hac vazifelerini yapacaklar ama, hac yapmayıp memleketinde bulunanlar için o Kurban Bayramı’nın Arafesinde orucun çok sevaplı olduğu bildiriliyor. O Zilhicce’nin ilk dokuz gününü, on gecesini ihyâ etmenin ne kadar çok sevap olduğunu kitaplarımız yazıyor.
Bir mevsim bu hac mevsimi, mevsim-i hac dediğimiz aylar... Bu aylar, hac yapılmak gerektiği için insanların birbirlerine kızgınlıklarını, kinlerini, düşmanlıklarını bir tarafa bıraktıkları
51 İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.551, no:1731; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XIX, s.4, no:6; Katâde ibn-i Nu’man RA’dan.
Abd ibn-i Humeyd, c.I, s.299, no:967; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXXIII, s.230; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
İbn-i Hacer, el-Emâlî, c.I, s.141; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VI, s.179, no:5923; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.460, no:7548; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.I, s.112, no:105; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.170, no:464; Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.II, s.38, no:847; Sehl ibn-i Sa’d RA’dan.
Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.300, no:8259; Ebû Katâde RA’dan.
Mecmau’z-Zevâid, c.III, s.436, no:5142; Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.115, no:12086; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.467, no:22634; RE. 426/1.
aylar oluyor. Kılıçlarını kınlarına soktukları aylar oluyor; birbirleri ile olan hesaplarını bir tarafa koydukları aylar oluyor. Haram aylar deniliyor. Ceng ü cidal yok, hacca gidenlere engel olmak yok... Babasının katilini görse bile bir Arap bu aylarda; başını çevirirmiş, görmezlikten, duymazlıktan gelirmiş. Neden?.. Bu aylar muhterem, mübarek aylar olduğundan, haram aylar olduğundan...
Bugün hepimiz biliyoruz hac İslâm’ın çok mühim olan ibadetlerinden birisidir. Aklen de, ictimâî bakımdan da, maddeten de, mânen de ne kadar büyük bir ibadet olduğunu, dost da düşman da, müslüman da gayrimüslim de itiraf ediyor: “Çok muazzam bir ibadet; böyle bir ibadet başka hiç bir dinde görülmemiştir!” diye hayranlıklarını ifade ediyorlar. Bu ibadetlerin hikmetlerine, güzelliklerine aşık olup da İslâm’a giren gayrimüslimler var...
Hac çok muhteşem bir ibadettir. Dünyanın her yerindeki mü’minler bir yerde toplanıyor. Aynı kıyafette, aynı şekilde, aynı tevâzu ile Allah’a ibadete koşup geliyorlar. Muhteşem bir ibadet, muazzam bir fırsat... Çok büyük faydaların hasıl olduğu bir toplanma, ibadet maksadıyla bir araya gelme... Muazzam bir iş, dünyayı yerinden sarsan bir hadise...
Bir de dînî bakımdan bir sene içinde bir mevsim daha var; o da Receb, Şa'ban, Ramazan aylarından oluşan Üç Aylar dediğimiz mübarek mevsim... Bu ayların da üçünün bir takım halinde mübarek olduğunu, kıymetli olduğunu, çok sevaplı olduğunu, çok değerli olduğunu Peygamber SAS Efendimiz hadis-i şeriflerinde ve bizzat kendisi hayatında davranışlarıyla, halleriyle, ibadetleriyle göstermiş. Peygamber SAS Hazretleri’nin Ramazandan sonra en çok oruç tuttuğu ay Receb ayı... Bu Receb ayında oruç tutmanın muazzam, muhteşem sevapları var...
İşte biz, bu mübarek Üç Aylar mevsimine bu akşam burada başlamış oluyoruz. “Bir şeyler öğrenelim de, kendimizi iyi yetiştirelim de İslâm’a, müslüman kardeşlerimize faydalı olalım! Daha çok faydalı olabilmek için neler yapabiliriz?” diye iyi
niyetlerle bir araya geldiğimiz şu mekânda, şu gecede, aynı zamanda mübarek bir mevsimin de ilk gecesini idrak etmiş oluyoruz. Üç Ayların birincisi olan Receb ayının ilk gecesi bu... Recebe ne zaman girdik?.. Akşam ezanı okunduğu zaman girdik. Receb ayının daha ilk saatlerinde bulunuyoruz.
b. Receb Ayı’nın Özellikleri
Receb ayının çok kıymetli bir ay olduğunu Peygamber SAS Efendimiz bildiriyor. Kur’an-ı Kerim’de de dört tane ayın haram aylardan, mübarek aylardan olduğu beyan ediliyor. Bu Receb ayı da, o dört haram aydan birisi... Yâni Zilkàde, Zilhicce, Muharrem
peşpeşe geliyor, hac yapılıyor. Hacca gidiliyor, hacdan dönülüyor. Ama bu Receb ayı da onlardan beş ay sonra gelmiş. Sayalım: Muharrem, Safer, Rebîü’l-evvel, Rebîü’l-âhir, Cemâde’l-ûlâ, Cumâde’l-âhireh, Receb... Onun için bu muhterem aya, Recebü’l- ferd derler. Hürmet, izzet, ikram ve itibar, ceng ü cidalden uzak durmak aynen Receb ayında da var...
Bir de bu ayda sevaplar kulların defterlerinin sevap hanelerine, bol bol dökülmesi dolayısıyla da Recebü’l-esab denmiştir. Yâni, sevabların bol bol, şarı şarıl, gürül gürül döküldüğü ay demek... Sabbe, Arapçada dökmek demek... Nehrin de böyle dağlardan çağlayarak şaldur şuldur akıp da döküldüğü yere münsab derler; o da aynı kökten... Recebü’l-esab; Allah’ın rahmetinin cûşa gelip, ikram ü ihsanâtının şarıl şarıl, güldür güldür kullara geldiği ay demektir.
Bir sıfatı daha var, Recebü’l-esam; yâni sağır... Yâni, kullar düşmanlarını görseler görmezlikten geliyor; senin filânca hasmın falanca yerden geçiyor deseler, duymazlıktan geliyor. Onun için böyle demişler. Çeşitli izahları yapılmış. Hâsılı, rivayetlerde çok kesin olarak bildiriliyor ki, Receb ayı enteresan, dikkat çekici mühim bir aydır. Bu ayın ilk gecesine burada şu anda girmiş bulunuyoruz.
Arifler, din alimleri kitaplarında yazmışlar ki, bu ay ekim,
ekme, ziraat ayıdır. Sevaplı işler, oruç tutmak, tevbe etmek vs. güzel şeyler yapılır. Bir mahsulün ekilmesi gibi ziraat, ekim ayıdır. Şa’ban bakım ayıdır. Ramazan biçim ayıdır, yâni mahsulün alındığı aydır demişler. Demek ki Receb ayı, bizi Ramazan’a hazırlayan bir mevsimin ilk adımı olmuş oluyor.
Ramazan da on bir ayın sultanı... Ona birden, pattadak insan girmiyor, kendisini hazırlayarak, derleyip toparlayarak giriyor. Onun için, “Receb ayı tevbe ayıdır.” demişler. Yâni kul ne yapacak?..
“—Yâ Rabbi! Ben anlayamamışım, hatâ etmişim, bilememişim, suçluyum, kusurluyum; beni affet...” diyerek hatâsını itiraf edip, hatâsından dönerek, Cenâb-ı Hakk’ın yoluna girecek.
Receb ayı tevbe ayıdır. Şa’ban ayı ibadetlere devam etme ayıdır. Ramazan da mükâfatlarını alma ayıdır. Böyle çeşitli kelimelerle bu ayların birbirleriyle irtibatlı olduğu beyan edilmiştir.
Peygamber SAS Hazretleri’nden rivayet edildiğine göre, Receb şehrullahtır. Şehir, Arapça’da ay demek... Şehr-i İstanbul, şehr-i Bursa derken kullandığımız şehir kelimesi Farsça, belde mânâsına geliyor. Şehr-i Ramazan, Ramazan ayı demek; şehr-i Receb, Receb ayı demek... Receb Allah’ın ayıdır. Tabii bütün aylar, bütün yıllar, bütün zamanlar, bütün mekânlar, bütün varlıklar, bütün insanlar, cümle eşyâ her şey Allah’ındır. Ama, her şey Allah’ın iken, “Receb Allah’ın ayıdır.” demekten maksat ne?.. Burada maksat, “Receb ayında Allah-u Teâlâ Hazretleri kulları çok afv ü mağfiret ediyor; kulları çok affettiği, tevbe eden kullarını çok bağışladığı bir aydır.” demek oluyor.
O bakımdan, Allah’ın kullarına tevbe kapısını, affetme, mağfiret eyleme kapısını açmış olduğu bir ayın kapısından geçmiş oluyoruz. Bunu hatırlatmak benim için önemli, sizler için önemli! Çünkü, kendimizi toparlamamız, kendi muhasebemizi yapmamız, sevabımızı, günahımızı tartıp, ölçüp, hatâmızı anlayıp, boynumuzu büküp Allah’a yalvarma fırsatı elimize geçmiş oluyor. Bunu yapacağız.
Tabii, Receb ayında oruç tutmak da çok sevaptır. Oruç da biliyorsunuz insanda nefsi ıslah edici, kalbi nurlandırıcı tesir yapıyor. İki çeşit tesiri var başlıca:
1. Nefsin hırsını kesip nefsi yola getiriyor.
2. Ruhu ve kalbi nurlandırıp kuvvetlendiriyor.
Onun için, insanın midesi boşaldığı zaman, oruç tuttuğu zaman —Ramazanda bunu hepiniz tatmışsınızdır, bilirsiniz— artık duyguları berraklaşmaya başlar. Gönlü rikkat kes beder, incelik kesb eder, hassaslaşır. Derin derin düşünme kabiliyeti belirir. Güzel haller müşahede eder.
İşte bu bakımdan, Receb ayında oruç tutarak Allah’ın rahmetine ermeyi kazanmak çalışması yapmak lâzım! Çünkü:
إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ (الزمر:٠١)
(İnnemâ yüveffe’s-sàbirûne ecrahüm bi-gayri hisâb) “Her şeyin mükâfatının bir katsayısı vardır, ecrinin miktarı vardır. Amma sabırlıların ecri, sevabı, mükâfatı hesaba sığmayacak kadar çok
olur.” (Zümer, 39/10)
Oruç da sabır demek olduğundan, orucu bu Receb ayı içinde mümkün olduğu kadar çokça tutmağa gayret edin! Peygamber SAS Efendimiz de bu ayda orucu fazla tutmuştur.
Tevbenizi yenileyin! Tevbe sadece dil ile “Estağfiru’llàh, ve etûbü ileyh” demek değildir. Tevbe’nin Arapçadaki mânâsı, dönmek demektir, dönüş yapmak demektir. Tevbe yapan insan, Allah’ın rızâsına uygun olmayan halinden, yolundan, huyundan, işinden dönecek; Allah’ın sevdiği hale, yola, işe, hizaya gelecek... Sadece diliyle tevbe eder de bu dönüşü yapmazsa; Hakka, hayra, güzele, sevaba dönüşü yapmazsa; o zaman Hazret-i Ali Efendimiz’in ifadesiyle, böyle tevbe edenlerin tevbesi yalancıların tevbesidir.
Hazret-i Ali Efendimiz RA, bir gün Kûfe mescidine girdi. Bir kenarda birisinin, “Tevbe yâ Rabbi!.. Tevbe yâ Rabbi!..” dediğini görünce yanına yanaştı, dedi ki:
“—Ey zât-ı muhterem! İnsanın sadece diliyle tevbe demesi, yalancıların tevbesidir.” dedi.
Tevbe dil işi değildir. Tevbe vücudun bütün âzâlarının, hayatın bütün faaliyetlerinin Hakka, hayra dönmesi demektir. Onu da bilelim! Yâni, tevbeyi sadece bir söz bölümü olarak düşünmeyelim! Sözü papağan da söyler, ama idraksiz söyler. Üç defa peş peşe, “Lâ ilâhe illa’llàh” diyen papağanı gördüm.
Eylesen tùtîye ta’limi eder kelimât,
Sözü insan olur amma, özü insan olmaz!
Tûtî, papağan demek... Papağana konuşmayı öğretsen, sözü insan gibi olur ama, özü insan olmaz, kuştur yine... Papağandır, tabiatı neyse odur. Hâlin değişmesi gerektiğini de tevbe konusunda hatırlayalım!.. Şu günlerimizi Cenâb-ı Hakk’ın yoluna dönüş için, iyi bir müslüman olmak için, gerçek bir müslüman olmak için, sahabe gibi müslüman olmak için, bir fırsat olarak değerlendirelim!.. İç hesaplaşmamızı, muhasebemizi yaparak
Cenâb-ı Hakk’ın yoluna dönelim!..
Bizim iyi müslüman olmamız sadece bizim için değil, bütün Ümmet-i Muhammed için lâzım!.. Türkiye için lâzım, İslâm alemi için lâzım, dünya için lâzım!.. Kâfirler için bile lâzım!.. Bizim iyi müslüman olmamız, kâfirlerin de hakkı duyması, öğrenmesi, belki Cenâb-ı Hakk’ın yolunu anlayıp da —biz güzel anlatabilirsek— Cenâb-ı Hakk’ın yoluna girmesi için fırsat olduğundan, kendi kurtuluşumuzu, salâhımızı, ıslahımızı, düzelmemizi cihanşumül bir olay olarak görmeliyiz, çok önemli görmeliyiz. Ona göre, bu ayda tevbe-i hakîkî, tevbe-i nasuh etmeliyiz. Tevbe-i nasuh, çok samîmî demek, çok içten demek... Çok içten tevbemizi yapmamız lâzım!..
Bu Receb ayı böyle... “Receb şehru’llàh; Allah’ın ayı, Allah’ın tevbeleri kabul ettiği ay... Şa’ban benim ayımdır. Ramazan da ümmetimin ayıdır.” buyurmuş Peygamber SAS... Demek ki, Receb’de tevbe edeceğiz, Allah’ın affını mağfiretini isteyeceğiz. Şa’ban’da Peygamber SAS Efendimiz’in has ümmeti olmağa çalışacağız. Ramazan’da da Allah’ın lütfuna ermeğe, ümmet olarak mükâfatları kazanmağa gayret edeceğiz.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:
“—Ramazan gelip de çıktığı halde halini düzeltememiş, Ramazan’ın feyzinden bereketinden istifade edememiş olan bir insana yazıklar olsun, burnu yerde sürtsün!” buyurmuş.
Ramazan’da Ramazan’dan istifade etmek için Ramazan’a hazırlanmak lâzım!.. Müsabakalara girecek olan birisinin, müsabakadan önce hazırlanması gibi bir şey bu... Onlara hazırlık yapan, antrenmanlarını muntazam yapan müsabakalarda derece alıyor. Yapmayan, birdenbire giren bir şey alamaz. Onun gibi, tâ bu aylardan Ramazan’ı görmek lâzım! Bu aylardan Ramazan’a hazırlanmak lâzım!..
Bu akşam aynı zamanda cuma gecesidir. Yarın cuma olan geceye cuma gecesi derler. Çünkü gün güneşin batmasıyla biter, yeni gün de o zaman başlar. İslâmî mantığımızda böyle tabii bir
hadiseye bağlıdır günün başlaması ve bitmesi...
Güneş batıyor, tamam... Güneş battı, eski gün bitti. Güneş battıktan sonra, akşam ezanıyla beraber yeni bir gün başlar. Eğer güneş battığı zaman hilâli görürsek, “Haa, işte bak, güneşin battığı yerde hilâl incecik göründü. Demek ki, yarın Ramazan!” deriz. Ramazanın birinci günü akşamı o zaman olduğundan yatsıdan sonra terâvih kılarız. Hemen sahura kalkarız, ertesi gün oruca niyetleniriz. Neden?.. Gün akşamdan başlıyor da ondan... Akşamleyin hilâli gördük, Ramazana niyetlendik.
Ramazanı bitirdik, sonuna geldik de, akşam güneşin battığı yerden hilâli görünce, “Haa, bayram geldi, yarın bayram!” deriz. Artık o akşam terâvih kılmayız. Neden?.. Ramazan bitti, Şevval’in birinci gecesi bu gece... Ertesi sabah Ramazan bayram namazını kılarız. Bu da hatırınızda kalsın...
Bu gece perşembeyi cumaya bağlayan gece, cuma gecesi... Yarın cuma namazı kılınan gece, cuma gecesidir. Cuma gecesi zâten her hafta muhteremdir, her hafta mübarektir. Cuma gecesi nurlarla dolu olan bir gecedir. Cuma gecesinin feyzi bereketi çok olduğundan, Peygamber Efendimiz cuma gecesine, “el-leyletül- garrâu” buyurmuştur. Yâni, nurlarla pırıl pırıl olan bir gece...
Onun için cuma gecesinin kıymetini bilmek lâzım!.. Her gecenin kıymetini bilmek lâzım tabii, şek şüphe yok... Her geceyi Allah’ın rızâsına uygun geçirmek lâzım ama, haftanın günlerinin en sevaplısı cuma günüdür, haftanın gecelerinin en sevaplısı cuma gecesidir; bunu da bilmek lâzım!..
Biz şimdi, birincisi: Receb’in birinci günü mübarek bir gündür, gecesi mübarek bir gecedir, ihyâ edilmesi gereken günlerden biridir. Bugün Recebin birinci gecesi olduğu için, mübarek bir gecedeyiz. İkincisi: Bir cuma gecesi olduğundan mübarek bir gecedir. Onun için de, ikinci bir defa mübarektir bu gece... İki kat katmerli mübarektir. Üçüncüsü de; Recebin ilk cuma gecesine Regàib Gecesi dediklerinden, bu da Recebin tesâdüfen hem biri, hem ilk gecesi olduğundan, bu da üçüncü bir defa Regàib Gecesi
olduğundan mübarektir. Üç sebepten katmerli mübarek bir gecedir.
Recebin ilk cuma gecesi kaçına rastlarsa —bu sene birine rastladı, bir dahaki sene birine rastlamaz, başka bir zamana rastlar; olsun—Recebin ikisi, üçü, beşi, altısı neyse, Recebin ilk cuma gecesine Regaib Gecesi derler. Regàib ne demek? Ragîbeler demek... Ragîbe ne demek? Rağbet edilen mükâfatlar, iltifatlar, ikramlar demek... Bu gecede Allah’ın öyle mükâfatları, öyle ikramları, öyle sevaplı bağışları, öyle bir lütufları vardır ki, onun için Recebin bu ilk cuma gecesine melekler Leyletü’r-Regàib
demişler. Allah’ın çeşit çeşit ikrâmâtının kullara ihsan olunduğu bağış gecesi, lütuf gecesi mânâsına... Onun için, ayrıca bu bakımdan mübarek bir gecede bulunuyoruz.
c. Mübarek Bir Gecenin İhyâsı
Tabii, böyle mübarek gecelerin ihyâsı nasıl olur; bunu soruyorlar. Böyle mübarek gecelerin ihyâsı, yâni ibadetle değerlendirilmesi, canlandırılması... İhyâ, aslında hayat vermek demek... Bir geceyi ölü olarak geçirmek veya bir geceye hayat vermek, bir geceyi ihyâ etmek... Boşa harcamak veya dipdiri, canlı değerlendirmek...
Şimdi bir gecenin ihyâsı nasıl olur?.. Bir gecenin ihyâsı, yatsı namazıyla sabah namazını camide cemaatle kılmakla olur. Bu, gecenin ihyâsıdır. Bütün günün ihyâsı bu... Yatsı namazı ile sabah namazını camide kılmak, o günün, o gecenin ihyâsı demektir. İnsan sabahlara kadar, akşamlara kadar ibadet etmiş gibi sevap kazanır.
Onun için, yatsı ve sabah namazlarına önem vermek lâzım!.. Peygamber SAS Efendimiz: “Bu iki namaza gelin, bu iki namazı camide kılmağa gayret gösterin!” demiştir. Neden?.. Bu iki vakit, biraz insanların gayret göstermeme ihtimallerinin olduğu vakitlerdir. Yatsı namazına gayret göstermez. Gelmek istemeyebilir, canı istemez. Nefsi engellemek ister, şeytan
engellemek ister. “Çok yoruldun! Yemek yedikten sonra, şurada namazını kılıver, yatağına yatıver. Bak gözlerinden uyku akıyor! Şimdi ne yapacaksın karanlıkta?..” der, engellemeğe çalışır.
Hakîkaten de adam ameledir, işçidir, patrondur, çalışmıştır, yorulmuştur. Şimdi de öyle oluyor ya; yemeği yedikten sonra bir mahmurluk çöküyor, televizyonun karşısında uyuyup kalıyor. Çünkü, televizyonu bile kapatmayı unutuyorlar. Televizyon açık, bayrak direğine bayrak çekilinceye kadar açık, adam uyumuş. Neden?.. Uyku bastırdı. Onun için yatsı camiye gelmek zor...
Sabah daha zor.. Çünkü, insanın tatlı uykusundan, rahat yatağından, sıcacık yorganının altından kalkıp da camiye gelmesi, nefsini yenmesini gerektiriyor. Bayağı büyük bir gayret ister. İnsanın kendi arzusunu yenmesi, kendi kendisini aşması, kendisine üstün gelmesi zor bir iştir. Bu bir eğitim işidir. Bu eğitimi almayan insanlar kendi kendilerini yenemezler.
Hacda bir hadise anlattılar. Bir şeyh efendi müridleriyle bir toplantıda iken, adamın birisi rap rap kapıdan gelmiş, bir kâğıt uzatmış hocaefendiye... Hocaefendi kâğıdı okumuş, ne yazıyorsa;
“—Olmaz evlâdım bu istediğin senin... Olmaz!” demiş.
Adam da demiş ki:
“—Bu mutlaka olacak!..”
Bütün müridler ayağa kalkıp, adamı döğecek gibi olmuşlar. “Vay bizim hocamıza karşı geliyor; o olmaz diyor da, bu olur diyor.” diye... Şeyh efendi şöyle bir işaret etse, adamı benzetecekler.
Adam çok sert ve kırıcı bir şekilde, “İlle olacak!” deyince; şeyh efendi başını böyle eğmiş, bir müddet durduktan sonra, başını kaldırmış. Derin nefes alarak:
“—Sabreden kazandı. Nefsini yenen, nefsine hakim olan kazandı.” demiş.
Sinirleniyor insan, herkes sinirlenir. Kendisine kötü bir muamele yapılınca, “Vay bana hakaret mi ediyorsun, ben senin uşağın mıyım?” der, bir şey der, sinirlenir. Gazabını yutmak, kızgınlığına hakim olmak kolay bir şey değildir. Halimlik selimlik
kolay bir şey değildir. Sabır kolay bir şey değildir. İşte sabredeceğiz! Sabrederse, nefsine hakim olursa, kendi arzularını yenerse; o zaman olgun bir müslüman demektir.
İşte insan kendi arzusunu yenecek! Ne istiyor nefsi?.. Yatmak istiyor. Sızlanıyor:
“—Yâhu zâten geç yattım, uykum az! Yatıp da sonra kılsak olmaz mı, kalkmasan olmaz mı?” diyor.
“—Kalkacağım!” diyorsun.
“—Kalk ama camiye gitme bari! Şurada namazını kıl, daha yatak soğumadan yat! Camiye şimdi nerden, nasıl gideceksin?” diyor. İşte bir bahane...
İşte onları yenmek, yatsı ve sabah namazına gelmek dikkatli insanın, nefsini yenebilen şuurlu müslümanın işi olduğundan,
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
“—Münafıklar bu iki namaza güç yetiremezler.”
Kalkamazlar, uyanamazlar. Uykusunu da bölemez, rahatını terk edip gelemez. Yatsı namazına da gelemez, sabah namazına da gelemez. Ama gündüz namazlarına gelebilirler; çünkü zaten uyanık... Öteki insanlar gördüğü için, gelmediği fark edilirse ayıp olacak, toplumun içinde durumu sarsılacak.
“—Münafıklar bu iki namaza güç yetiremezler.” diyor.
Onun için bu iki namazı camide kılmak, mü’min-i kâmillerin işidir, olgun müslümanların işidir. Bu hatırınızda olsun, bu iki namazı camide kılmayı ihmal etmeyin!
d. Cemaatle Namaz Kılmanın Önemi
Camide namaz kılınınca evde kılınmasından farkı ne olur?.. Camide namaz kılındığı zaman, erkekler için camide namaz kılmak evinde namaz kılmaktan 27 kat daha sevaplıdır.
Hadis-i şerifte Peygamber ASS Efendimiz buyurmuş ki:52
52 Buhari, Sahih, c.III, s.34, no:609; Tirmizi, Sünen, c.I, s.365, no:199; Nesei, Sünen, c.III, s.347, no:828; İbn-i Mace, Sünen, c.III, s.9, no:781; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.65, no:5332; İmam Malik, Muvatta’, c.II, s.177, no:425;
صَلاَةُ الْجَمَاعَةِ تَفْضُلُ صَلاَ ةَ الْفَذِّ بِسَبْعٍ وَعِشْرِينَ دَ رَجَةً (مالك، حم. خ. م. ت. ه. ن. حب. عن ابن عمر)
RE. 309/9 (Salâtü’l-cemâati tafdulü salâte'l-fezzi bi-seb’in ve ışrîne dereceten.) “Bir kimsenin cemaatle kıldığı namaz, evinde yalnız kıldığı namazdan 27 kat daha sevaplıdır.”
Ama bu mahalle mescidi içindir. Mahalle mescidine gidiyorsun, orada namaz kılıyorsun; 27 kat... Eğer cuma namazı kılınan büyük mescide gidersen, o zaman 50 kattır sevabı...
Bir şeyi daha hatırlatayım muhterem kardeşlerim: Cemaat o kadar mühimdir ki, Peygamber SAS buyuruyor ki:53
İbn-i Hibban, Sahih, c.V, s.401, no:2052; Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, c.III, s.59, no:4734; Begavi, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.62; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
53 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.445, no:27553; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LIX, s.340, Ebü’d-Derdâ RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.978, no:20372; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIX, s.153, no:20443.
مَا مِنْ خَمْسَةِ أَبْيَاتٍ، لاَ يُؤَذَّنُ فِيهِمْ بِالصَّلاَةِ، وَتُقَامُ فِيهِمْ بِالصَّلاَةِ؛
إِلاَّ اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ (حم. طب. عن أبي الدرداء)
RE. 381/5 (Mâ min hamsetü ebyâtin) “Hiç bir beş tane ev yoktur ki, (lâ yüezzenü fîhim bi’s-salâh) içinde namaz için ezan okunmuyor, (ve tükàmü fîhim bi’s-salâh) namaz için ikàmet getirilmiyor; (ille’stahveze aleyhimü’ş-şeytàn) şeytan oraya hàkim olur, şeytan oraya bastırır, gàlip gelir.” “Bir yerde beş tane müslüman hanesi varsa, beş evin bir arada olduğu yerde ezan okumak, kamet getirmek cemaatle namaz kılmak gerekir.” diyor Peygamber Efendimiz... Ölçü: Beş tane ev... Beş tane ev yaylada, mezraada, köyde, kentte nerdeyse; beş ev bir araya geldi mi, orda ezan okuyacaklar, topluca namaz kılacaklar!..
“Eğer ezan okunmaz, kamet getirip namazı cemaatle kılmazlarsa; şeytan onlara hakimiyetini kabul ettirir, ezer. Onları hakimiyeti altına alır. Şeytanın buyruğu, hükmü, egemenliği altına girerler.” buyuruyor.
Şeytanın egemenliği altına giren insanların hanesinden gürültü, zırıltı eksik olmaz. Neden?.. Şeytanın hakimiyetine girdiler. Şeytan onları parmaklarında oynatır.
Şeytan usta bir mahlûk... Kandırmakta usta, tecrübeli... Hazret-i Adem Atamız zamanından beri insanları kandırmakta tecrübesi olan bir varlık... İnsan şeytanın ağına düştü mü, avucuna geçti mi, şeytan onu perişan eder. Çaresi nedir?.. Ezan okunacak, kamet getirilecek ki şeytan orada hakimiyetini kuramasın!.. Namaz bu kadar önemlidir, cemaat bu kadar önemlidir. Bir yerde ezan okunmaz olursa, kamet getirilmez olursa, şeytan oraya hakim olur.
Bolu’nun dağlarına gittik, bir arkadaşın köyüne vardık, evine vardık. Bakıyoruz saate, ezan okunmadı. Dedik niye?.. İmam
emekli olmuş, yeni imam gelmemiş, köyde ezan okunmuyor... Dedim ki:
“—Çok fenâ olursunuz!..”
Köyde cami var, minare var, insanlar var; namaz kılınmıyor. Herkes evinde kılıyor ama, camide namaz kılınmıyor cemaatle... Yok mu bir ezan okuyacak insan?.. Güzel olması şart değil ki, güzellik müsabakası yapılmıyor ki... Güzel olma şartı yok... Çık oraya; bağırabildiğin kadar, ihlâs ile “Allàhu ekber” de, sesini dört tarafa duyur!..
Orada ev sahibine dedim ki:
“—Ezanı sen okuyacaksın, imamlığı sen yapacaksın! Kendin okuyacaksın, kendin imamlık yapacaksın; şu köyü ezansız bırakmayacaksın!.. Hadi bakalım camiye gidelim!” dedim.
Camiye gittik, minareye çıktı ezan okudu arkadaşlar... Ondan sonra içeride namaz kıldık. Sonradan duyduk; köyde kadınlar ağlaşmışlar, “Çok şükür köyümüzde ezan okundu.” diye...
Bunlar mühim şeylerdir muhterem kardeşlerim!.. Siz kıymetini belki takdir ediyorsunuzdur, belki bazıları takdir etmiyordur; çok önemli!.. Yatsı namazını ve sabah namazını camide cemaatle eda etmek, gecenin ihyâsı için bir sebeptir; bu bir...
İkincisi: Geceleyin yatacağı zaman, insanın abdest alıp, abdest aldıktan sonra iki rekât, dört rekât namaz kılıp, abdestliyken yatıp uyuması, o da gecenin ihyâsıdır. Neden?.. Peygamber SAS hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “O kulun iç çamaşırı ile teni arasında bir melek bulunur. ‘Yâ Rabbi, bu kulun temiz yattı, abdestli yattı; sen bunu afv ü mağfiret eyle!..’ diye dua eder.” Böyle diyor Peygamber Efendimiz... Bilmeyen bilmez, görmeyen görmez ama, gören söylüyor, Peygamber Efendimiz söylüyor.
Sonra, “Hafaza melekleri, kirâmen kâtibîn melekleri o kulu sabaha kadar ibadet etmiş diye deftere yazarlar. Abdestli yattı diye sabaha kadar cızır cızır ibadet sevabı yazılır insanın defterine...” Bu da Peygamber Efendimiz’in bildirdiği bir şey...
Sonra, “Gökteki melekler o zâtın abdestli yatıp uyuduğunu,
vücudunun mânevî bakımdan nûrâniyetinden görürler, o kulun etrafına izdihamlı bir şekilde, kalabalık bir şekilde toplanırlar.” diyor Peygamber Efendimiz... Yâni tıklım tıklım o insanın etrafı melek doluyor abdestli yattığı için... O bakımdan bir çare de, gece yatarken taze abdest alıp iki rekât, dört rekât namaz kılıp abdestli yatmaktır. Gecenin bir ihyâsı da bu...
e. Teheccüd Namazının Kıymeti
Gecenin ilk hatıra gelen, asıl klasik mânâda, herkesin bildiği mânâda ihyâsı da, bir miktar uyuduktan sonra kalkıp, Allah rızâsı için abdest alıp gece namazları kılmaktır. Peygamber SAS buyuruyor ki:
رَكْعَتَانِ مِنَ اللَّيْ لِ خَيْرٌ مِنَ الدُّنـْيَا وَمَ ا فِيهَ ا
(Rek’atâni mine’l-leyl) “Geceleyin kalkıp da kılınan iki rekât namaz, (hayrun mine’d-dünyâ ve mâ fîhâ) dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha hayırlıdır.” Kim söylüyor?
Peygamber-i Zîşân söylüyor. Asdaku’l-kàilîn, söyleyenlerin en doğru sözlüsü, Allah’ın Habîb-i Edîbi, Muhammed-i Mustafâ’sı söylüyor. Sıradan bir insan söylemiyor. Ne diyor? “Dünyadaki her şeyden daha iyidir.” diyor.
Size şu oturduğumuz Alâaddin Oteli’ni verseler ne yaparsınız muhterem kardeşlerim? Düşünün ki bir babayiğit, çok zengin, milyarder bir adam çıktı, sizi beğendi:
“—Sevdim seni yâ, benim param çok, çoluğum çocuğum da yok... Aldım bu Alâaddin Oteli’ni, sana bağışladım!” dese ne yaparsınız?
Aklını oynatabilir insan sevincinden, fırttırabilir.
Rasûlüllah’ın sözüne inanmıyor muyuz muhterem kardeşlerim? Sözün, kelimelerin taşıdığı mânâyı algılamak lâzım!
“Dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır.” diyor Peygamber Efendimiz...
Neden?.. Çünkü, büyüklerimiz demişlerdir ki:
شَمَّةٌ مِنْ مَعْرِفَةُ اللهِ خَيْرٌ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا.
(Şemmetün min ma’rifeti’llâh) “İrfandan, ma’rifetullahtan bir koklamcık, (hayrun mine’d-dünyâ ve mâ fîhâ) dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha hayırlıdır.”
Gece kalkacaksın, abdest alacaksın... Kimse yok, odanda yalnızsın... Gösteriş ihtimali yok, şöhret ihtimali yok, riyâ ihtimali yok... Rabbine yöneliyorsun, alemlerin Rabbi... El-hamdü lillâhi rabbi’l-àlemîn... Ne muhteşem kelime!.. Koca kâinâtın sahibi, yaratanı Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin divanında elpençe dîvan duruyorsun, “Sana hamd olsun yâ Rabbi!” diyorsun... Rükû ediyorsun, secde ediyorsun... İbadetin tadını böyle yudum yudum, iksir gibi tadıyorsun.
İnsan, birisi gelse kendisine baksa, utanır, sıkılır. Hattâ göstermek istemez, yapacaksa bile yapmak istemez. Ama gece yalnızsın, kimsecikler yok... Seccadene kapanıyorsun, ağlıyorsun, gözyaşlarını döküyorsun... Secde yerin ıslanıyor, “Aman yâ Rabbi!..” diyorsun. Bu duygular çok kıymetli duygular... Bu duygular insanı evliyâ yapar. Bu duygular insanı dünyanın en kıymetli insanı yapar. Bu duygular insanı, başkalarına en güzel şekilde hizmetler yapan, hayırlı, faydalı güzel insan yapar. Bu duyguları insan, işte o geceleyin kalkınca tadabilir.
Peygamber SAS Efendimiz’e ne emrolundu:
يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ . قُمْ اللَّيْلَ إِلاَّ قَلِيلاً . نِصْفَهُ أَوْ انْقُصْ مِنْ هُ قَلِيلاً
أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلْ الْقُرْآنَ تَرْتِيلاً (المزمل:١-٤)
(Yâ eyyühe’l-müzzemmil. Kumi’l-leyle illâ kalîlâ. Nısfehû evi’nkus minhü kalîlâ. Ev zid aleyhi ve rettili’l-kur’âne tertîlâ.) [Ey örtünüp bürünen Rasûlüm! Birazı hariç geceleyin kalk namaz kıl! Gecenin yarısını kıl, yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve
Kur’an’ı tane tane oku!] (Müzzemmil, 73/1-4)
İlk inen ayetler İkra’ Sûresi’nin beş ayeti... İkinci inen ayetler bir rivâyete göre “Yâ eyyühe’l-müddessir” sûresinin başındaki ayetler; öteki rivayete göre “Yâ eyyühe’l-müzzemmil” sûresinin başındaki ayetler... İkinci veya üçüncü inen ayetler bunlar... Yâni üçüncü vahiyde Peygamber Efendimiz’e ne emredilmiş? “Geceleyin kalk ey Rasûlüm!” diye emredilmiş.
O gecelerin ihtişamı, o gecelerin güzelliği... Bu beton yığınları arasında, yeni neslin insanları onu bilemiyorlar. O gecelerin ihtişamı ne kadar güzeldir!.. Ne kadar ruhâniyetlidir o geceler!..
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Geceleyin göğün kapıları açılır.” Göğün kapıları var mıdır?.. Vardır. Peygamber SAS Efendimiz Mi’rac’a çıkarken, Kuds-ü Şerif’e vardılar. Kuds-ü Şerif’ten Mi’rac’a çıkıyor, Cebrâil AS’la Peygamber SAS Efendimiz... Birinci semaya geldiği zaman, melek durdurdu.
Birinci semâ nedir?
وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَ اءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ (الملك:٥)
(Ve lekad zeyyenne’s-semâe’d-dünyâ bi-mesâbiha) “Dünyaya en yakın semâyı yıldızlarla donattık.” (Mülk, 67/5) diyor Allah-u Teâlâ Hazretleri...
Yıldızların olduğu semâ, birinci semâ... Ondan sonraki semâlarda neler olduğunu oradan anlayın! Yıldızların olduğu semânın ötesinde neler olduğunu, artık Allah bilir.
Birinci semânın bekçisi durduruyor, Cebrâil’e soruyor. Cebrâil kim?.. Allah’ın dört büyük meleğinden birisi... Peygamber SAS Efendimiz’e vahyi getiren muazzam melek... Ona soruyor melek... Hangi melek?.. Birinci semânın bekçisi olan melek...
(Men ente?) “Kimsin sen?..” Men, kim demek Arapçada.
(Ene cibrîl!) “Ben Cebrâilim!” diye tanıtıyor kendisini...
İslâmî edepte tanıtma vardır muhterem kardeşlerim!.. Kapı
çalınıyor.
“—Kim o?..” diyorlar içeriden...
Kapıyı çalan:
“—Ben!” diyor.
Eyvah, fesübhânallah!.. Herkes ben diyecek, ben diye cevap mı verilir; adını söyleyeceksin!.. Bak ne diyor: “Ben Cebrâilim!” diyor. İnsan edeb öğreniyor.
Ben deyince ikinci defa soruyorlar bu sefer:
“—Kimsin sen?..”
“—Benim, aç kapıyı!” diyor.
Tanıyacaksın, herkese kapı açılmaz ki!..
“—Herkese kapıyı açmayın, bileziklerinizi alırlar elinizden!” diyorlar. Ayağını dayar, bıçağı çeker... İyisi var, kötüsü var... Edebli edebli kim olduğunu söyleyeceksin!..
Sonra: (Ve men meake?) “Peki, yanındaki kim?..”
(Muhammed!) “Muhammed-i Mustafâ, Allah’ın elçisi!..”
“—Peki ona izin verildi mi, buralardan geçmeğe?..”
“—Evet verildi.”
“—O zaman o da geçsin!..”
Yâni, semâların böyle özelliği var muhterem kardeşlerim!.. Cebrâil’e soru soran, dur diyen bekçisi var... Kapısı var, göğün kapıları var... Bilmiyoruz; gören görür, bilen bilir. Bilenler, görenler bildiriyor. Göğün kapılarının açık olduğu zaman bu gece vakti... Göğün kapıları açılıyor, “Geç aslanım!” der gibi serbest...
İkincisi: Allah-u Teâlâ Hazretleri semâ-ı dünyaya nüzûl eyleyip, kullarına nidâ eyler. Yâni kullarına yakınlaşır Allah-u Teâlâ Hazretleri, buyurur ki:
“—Yok mu benden affını mağfiretini isteyen; haydi istesin, affedeceğim!.. Yok mu benden bir talebi olan; haydi dilesin, dilediğini vereceğim!.. Yok mu hasta olup da şifa isteyen; haydi şifasını istesin, şifa vereceğim!.. Yok mu şöyle olan, yok mu böyle olan?..” diye seslenir buyurmuş, bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz...
Ne zamana kadar?..
هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ (القدر:٥)
(Hiye hattâ matlai’l-fecr) “İmsak kesilinceye kadar.” (Kadir, 97/5)
Gecenin sonu neresidir? İmsak vaktidir. İmsak kesildi mi, gece de biter. Kadir Gecesinde de öyle...
تَنَزَّلُ الْمَلاَئِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ أَمْرٍ . سَلاَمٌ
هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ (القدر:٤-٥)
(Tenezzelü’l-melâiketi ve’r-rûhu fîhâ bi-izni rabbihim min külli emrin) [O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh, her iş için iner dururlar. O gece esenlik doludur, ta fecrin doğuşuna kadar.] (Kadir, 97/4-5) Meleklerin inmesi, o fütûhat ne zamana kadardır? Tülû-u fecir oluncaya kadar, yâni fecir tamam oluncaya kadardır.
Binâen aleyh, gözümüzle göremiyorsak, gökle âşinâlığımız yoksa, takvimden imsak vaktine bakarız. İmsak vaktinden evvel bir arada kalkarız, abdest alırız, namaz kılarız:
“—Ben varım yâ Rabbi affını isteyen!.. Ben varım yâ Rabbi muhtac olan!.. Ben varım yâ Rabbi senden dileği olan!..” diye biz de isteriz.
İsteme zamanıdır çünkü... Kulların istediği, Allah’ın da vereceğim dediği zamandır. O vakitte ibadet etmek sâlihlerin, enbiyâ ve evliyâullahın adetidir.
İnsan Allah ile baş başa kalmanın zevkini öğrenmeli!.. Yalnızlıktan bucak bucak kaçmamalı!.. Adam ceketini alıyor:
“—Hanım ben gidiyorum!”
“—Nereye gidiyorsun?..”
“—Kahveye gidiyorum.”
“—Niye?..”
“—Yalnızlıktan canım sıkıldı.”
Yalnızlığı sevmeli bir insan... Yalnızlığın tadını çıkartabilmeli:
“—Oh yâ! Çok şükür ki, hiç kimse yok... Rabbimle başbaşa şöyle bir kendimi çekip çevireyim, düşüneyim!” diyebilmeli...
Yalnızlıktan zevk almalı!.. Yalnızlık, büyük ruhların gıdasıdır. Yalnızlık mühim bir şeydir. Yalnızlıkta Mevlâsıyla bağlantı kurmak çok mühim bir şeydir. O da geceleyin güzel bir şekilde oluyor.
Onun için, gecenin bir ihyâsı, geceleyin kalkıp, abdest alıp ilâ mâ şâallah, Allah’ın dilediği kadar iki rekât, dört rekât, altı rekât, sekiz rekât, on rekât namaz kılmaktır. Çünkü namaz, ibadetin en güzel şekillerinden biridir. İbadetin çok çeşitli şekilleri vardır. En kompleks, tam şekillerinden birisi namazdır. Peygamber SAS buyuruyor ki:54
قرَّةُ عَيْنِي فِي الصَّ لاَةِ
(Kurretü aynî fi’s-salâh) “Gözümün şenliği namazda...” buyuruyor. Namaz kılarken içim rahat ediyor demek...
Rasûlüllah Efendimiz’in içinin rahatladığı, gözünün şenlendiği, serinlendiği, rahatlandığı o namazdan o zevki alamayan, kendisini kontrol etsin... Yâni,
54 Neseî, Sünen, c.VII, s.61, no:3939; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.128, no:12315; Hàkim, Müstedrek, c.II, s.174, no:2676; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.V, s.241, no:5203; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.199, no:3482; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.78, no:13232; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.280, no:8887; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l-Kübrâ, c.I, s.398; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XII, s.371, no:6812; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.303; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.135, no:1234; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.160, no:666; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LX, s.454; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.143, no:2733; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.449, no:18912, 18913; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.73, no:1089; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.496, no:8916.
“—Ben niye bu güzel namazdan bu zevki alamıyorum?” diye düşünsün, kendisi çaresini arasın!..
Demek ki, cihazları paslanmış, duyguları dumura uğramış, demek ki çok cahil, demek ki bu hususta çok mübtedî, çok yeni, çok toy olduğu anlaşılıyor. İnsan o yalnızlık zevkini duymalı muhterem kardeşlerim!..
Tabii, Kur’an okumak çok sevaplı... Kur’an-ı Kerim ile bizim aşinalığımız da kusurlu hale gelmiştir bu nesille... İngilizce öğreniyorlar, Almanca, Fransızca öğreniyorlar, bir dil yetmiyor birkaç dil öğreniyorlar... Her şeyi öğreniyorlar da, Arapçayı
öğrenip Kur’an-ı bellemek hususunda bir aşk ve şevk ve gayret yaygınlaşmış değil, makbul değil... Öğrenenler de makbul tutulmuyor. Neymiş bu?.. Hafız...
“—Hafız gel, otur, oku!.. Tamam, al şu zarfın içindeki paranı, hadi yallah!..”
Belki, “Hafız buraya gel!” dedi mi, karşıdaki kızıyor, zor tutuyor kendisini... Hakaret etmiş gibi oluyor. Halbuki hafız eskiden nasıldı yâni... Hafızlamak deniliyor, makbul olmayan bir şey olarak... Hafızlığın şân ü şerefi, kadr ü kıymeti bilinmez duruma gelmiştir.
Halbuki Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelâmıdır, yüzüne bakmak bile sevaptır. Mânâsını anlayıp, onu yaşadığı zaman, icrâ ettiği zaman iyice sevap kazanacaktır. Kur’an-ı Kerim okumak sevabdır. Kimisinin gözü rahatsız oluyor, kimisi Arapça bilmiyor, kimisi okuyamıyor, okusa mânâsını bilmediği için bir tad alamıyor.
Bir başka ihyâ şekli zikir... Zikir nedir?.. Mübarek bazı kelimeleri tekrar tekrar söylemektir. Nedir o mübarek kelimeler?.. Meselâ, “Lâ ilâhe illa’llàh” mübarek bir kelimedir. İnsanın cennete girmesine sebeptir.
Kezâ, “Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed” çok sevablıdır. Sen salât ü selâm
getirirsen, Peygamber Efendimiz’e melekler götürürler.
Meselâ, “Estağfiru’llàh” bir zikirdir, Allah’tan afv ü mağfiret istiyorsun. Meselâ, “Sübhàna’llàh”; meselâ, “El-hamdü li’llâh”; meselâ, “Allàhu ekber”; meselâ, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm” gibi sözler mübarek kelimelerdir, cümleciklerdir. Bunları zikretmek çok sevaplıdır.
Yahut da, Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin İsm-i A’zamını, Lafza-i Celâli veya Esmâ-i Hüsnâsından birini zikretmek; o da zikirdir. Meselâ, “Allah... Allah... Allah...” dese zikirdir. “Yâ Kayyûm... Yâ Kayyûm...” dese zikirdir. “Yâ Vedûd... Yâ Vedûd...” dese zikirdir. “Yâ Hû...” dese zikirdir. İşte böyle bunların hepsi zikirdir. Zikir de geceyi ihyâ etmek için bir çaredir.
Bir kul Allah’ı zikrederse, Allah da onu zikreder:
فَاذْكُرُونِي اَذْكُرْكُمْ (البقرة:٢٥١)
(Fe’zkürûnî ezkürküm) “Siz beni zikredin, ben de sizi zikrederim.” (Bakara, 2/152) buyruluyor.
Onun için, sen Allah dedikçe bil ki, Allah da seni zikrediyor.
Kul içinden Allah’ı zikrederse, Allah da onu kendisi zikreder. Kul toplulukta zikrederse, Allah da onu daha hayırlı bir toplulukta zikreder. Böylece Allah’la kulun yakınlaşması, Allah’ın kulunu sevmesi; kulunda da Allah’a karşı aşkullah, muhabbetullah hâsıl olmasına götürür iş...
O bakımdan zikir de ibadetlerin güzellerindendir. Geceyi ihyâ şekillerinden birisidir.
Bazı namazlar vardır, Peygamber SAS Efendimiz kılmıştır. Bunlardan birisi de tesbih namazıdır. Üç yüz adet:
“—Sübhàna’llàhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illa’llàhu va’llàhu ekber.” deniliyor.
Her on tanesinde veya on beş tanesinde:
“—Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâhi’l-aliyyi’l-azîm” deniliyor.
Dört rekâtlık bir namaz kılınıyor. Bu namaz tek olarak kılındığı gibi, cemaatle de kılınabilir. Peygamber Efendimiz’den sahih hadislerle rivayet olunmuştur. Sevabı çok olan bir namazdır meselâ bu... Böyle ibadetlerle de ihyâ edebilirsiniz gecenizi...
Allah-u Teâlâ Hazretleri hepinizden râzı olsun...
23. 11. 1995 - Alanya / Antalya