10. MÜ’MİNİN DÜŞMANLARI
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
اَلْمُؤْمِنُ بَيْنَ خَمْـسَ شَدَائِدَ: مُـؤْمِن يَحْسُدُهُ، وَ مُ نَافِق يَبْغُ ضُهُ، وَكَ افِر
يُقَاتِلُهُ ، وَنَ فْس تُنَازِعُ هُ، وَشَيْ طَان يُضِلُّهُ (ابن لال عن أبان عن أنس (
RE. 231/11 (El-mü’minü beyne hamse şedâid: Mü’minün yahsüdühû, ve münâfikun yebğuduhû, ve kâfirun yukàtiluhû, ve nefsün yünâziuhû, ve şeytànün yüdılluhû.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
“—Mefhar-i mevcûdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Seyyidü’s-sâdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ râ salevât!
[Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…
a. Mü’minin Beş Düşmanı
İbn-i Lâl, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:80
اَلْمُؤْمِنُ بَيْنَ خَمْ ـسَ شَدَائِدَ: مُـؤْمِن يَحْسُدُهُ، وَ مُ نَافِق يَبْغُ ضُهُ، وَكَ افِر
يُقَاتِلُهُ ، وَنَ فْس تُنَازِعُ هُ، وَشَيْ طَان يُضِلُّهُ (ابن لال عن أبان عن أنس (
RE. 231/11 (El-mü’minü beyne hamse şedâid: Mü’minün yahsüdühû, ve münâfikun yebğuduhû, ve kâfirun yukàtiluhû, ve nefsün yünâziuhû, ve şeytànün yüdılluhû.) (El-mü’minü beyne hamse şedâid) Mü’min beş türlü şiddet arasındadır:
1. (Mü’minün yahsüdühû) “Mü’minlerden bazı düşmanları vardır, hased eder.” Uğraşır, rekabet eder. Komşuluktan, ticaretten biliyoruz, hasedçi müslümanlar, ayağını kaydırmak isteyenler var. Siyasette görüyoruz, ticarette görüyoruz.
2. (Ve münâfikun yebğuduhû) Münafıklar vardır. Onlar içten pazarlıklı kimselerdir, bize kızarlar. Yüzümüze gülerler ama, fırsatını yakaladı mı da arkadan hançeri saplarlar.
3. (Ve kâfirun yukàtiluhû) “Bir düşmanı kâfirdir ki uğraşıyor.” Ordusunu getiriyor, donanmasını dikiyor, İzmir’den asker çıkarıyor, bilmem nereden istilaya kalkışıyor. Şöyle oluyor, böyle oluyor. Dindaşlarımızı kesiyor, camileri yıkıyor minareleri deviriyor; kâfir! 4. (Ve nefsün yünâziuhû) “İnsanın nefsi vardır kendi içinde, hak yola gitmek istedikçe, insanla çekişir, durur.”
“—Namaza kalkacağım!” dersin, “Kalkma uyu!” der. Hayrı yapmak istersin, “Verme, para cebinde dursun!” der. Şu tarafa sapma dersin, “Onu çok istiyor canım, illâ yapacağım!” der. Çekişir durur nefis...
O kötülüklere, nefsânî, şehvânî şeylere çekmek ister; hâkim olacaksın.
5. (Ve şeytànün yüdılluhû) “Bir de şeytan diye bir düşmanı
80 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.176, no:6548; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.284, no:809; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXII, s,96, no:24411.
vardır. Şeytan da onu dalâlete düşürmek için, saptırmak için etrafında aç kurt gibi dolanır durur.”
b. Hased İyilikleri Yer Bitirir
İbn-i Mâce ve Ebû Ya’lâ, Enes RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:81
اَلْحَسَدُ يَأْكُلُ الْحَسَنَاتِ ، كَمَا تَأْكُلُ النَّارُ الْحَطَبَ؛ وَالصَّدَقَةُ تُطْفِئُ
الْخَطِيئَةَ، كَمَا يُطْفِئُ الْمَاءُ النَّارَ ؛ وَالصَّلاَةُ نُورُ الْمُؤْمِنِ ، وَالصِّيَامُ جُنَّة
مِنَ النَّارِ (ه. ع، عن أنس)
RE. 202/17 (El-hasedü ye’külü’l-hasenâti, kemâ te’külü’n- naru’l-hatabe; ve’s-sadakatü tudfiü’l-hatîete kemâ yutfiu’l-mâü’n- nâre; ve’s-salâtü nûru’l-mü’mini. ve’s-sıyâmu cünnetün mine’n- nâri.) (El-hasedü ye’külü’l-hasenâti kemâ te’külü’n-naru’l-hatab) “Hased, sevapları ve hasenatı, ateşin odunu yediği gibi yer, bitirir. (Ve’s-sadakatü tudfiü’l-hatîete kemâ yutfiu’l-mâü’n-nâr) Sadaka ise günahları, suyun ateşi söndürdüğü gibi söndürür. ( Ve’s-salâtü nûru’l-mü’mini) Namaz mü’minin nûrudur. (Ve’s-sıyâmu cünnetün mine’n-nâri) Oruç da Cehenneme karşı siperdir.” İlk hasedi Âdem AS’ı cennetten çıkarmak için şeytan yaptı. Hasedin ilk öncüsü şeytan aleyhillânedir. Binâen aleyh hasedci, şeytanın arkasından giden bir adam demektir.
İkincisi münafıktır. Mü’mini daima incitir durur. Mü’min hayatında onunla da mücadele etmek mecburiyetindedir.
c. Kâfirler
81 İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.253, no:4200; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.267, no:6610; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.II, s.167, no:1421; İbn-i Zenceveyh, el- Emvâl, c.III, s.111,no:1032; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.247; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXVIII, s.45; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s330, no:3656; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Üçüncüsü kâfirdir. Onun yolunda bir düşmanı vardır ki, müslümanla gâvur ikiye bölünür. Müslümanlar daima gâvurların karşısında, gâvurlar da müslümanların karşısındadır. İki zümre, hikmeti ilahidir bu. Böyle iki zümrenin birbiriyle ölünceye kadar mücadelesi devam edecek.
Mü’min kâfire yenilmemek için, kâfirin esaretine düşmemek için elinden gelen her şeyi yapmakla mükellef ve muvazzaftır.
Hz. Allah-u celle ve alâ hepimize âyet-i celîlede buyuruyor ki:
وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه
عَدُوَّ اللََِّّ وَعَدُوَّكُمْ (الأنفال:60)
(Ve eiddû lehüm me’stata’tüm min kuvvetin ve min ribâti’l- hayli) “Gücünüz yettiğince düşmanlara karşı kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar, savaş malzemeleri hazırlayın! (Türhibûne bihî aduvva’llàhi ve adüvveküm) Allah’ın iyi kulları olduğunuz için sizin de düşmanınız olan o kâfirleri korkutacak ve yenmeye yarayacak her türlü tedbiri alın!” (Enfal, 8/60) diyor.
“Siz öyle hazırlanacaksınız ki, öyle hazır olmanız lazımdır ki sizin hazırlığınızdan düşman korkacak. Sizin hazırlığınız düşmanı korkutacak derecede hazırlanacaksınız. “Aman çatmayalım bunlara. Ooo, bu kadar silahı var, bu kadar topu var, bu kadar teyyaresi var.” diye korkutacak duruma gelmeniz lazım. Sizin korkmanız değil düşman korkacak. Öyle çalışacaksınız.
Var mı böyle çalışmamız bugün?
Mü’minlikteki seviyemizin ne derecede olduğunu güzel bir önümüzde levha. Nâçar, halimiz işte meydanda… Bununla da uğraşmak mecburiyetindeyiz. E Allah esirgeye kâfirin eline esir düşersek, Rusya’daki, Çin’deki müslümanların çektiklerini her gün görüyoruz, duyuyoruz. Bir gün iyiydi ama bugün çok fena… Onun için kâfir elinde kalmak fena bir belâ, felaket. Üç.
d. Nefis
Dördüncüsü; bir de nefsin var, daima seninle münâzaa yapar.”
İşte bu şehvetlerin takrikçisidir, evvela şehvetleri tahrik eder: “—Şunu da yap şunu da yap şunu da yap… Şöyle yaşa böyle yaşa…”
Allah hepimizin kusurunu affetsin...
Mal bir nimettir, servet nimettir, sıhhat nimettir. Bunları yerinde harcamazsak, bunlardan mes’ulüz.
Mal insanı tuğyana sevk ediyorsa, sıhhat insanı tuğyana sevk ediyorsa, servet, başka bilgiler insanı tuğyana sevk ediyorsa bunlar nimet değil, nikmet dedikleri azaptır.
Dünyadayken o azabı Allah o paralarla bize vermiş. Paralar bize nimet değil bilakis bizim başımıza belâ olmuştur. Zenginlik hem nimettir, Allah yolunda harcarsan; azaptır, Allah yolundan gayrıya harcarsan.
فَاَمَّا مَنْ طَغٰى. وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا. فَاِنَّ الْجَحيمَ هِيَ الْمَأْوٰى (النازعات:7-9)
(Feemmâ men tağâ. Ve-âsere’l-hayâte’d-dünyâ. Feinne’l-cahîme hiye’l-me’vâ) “Artık kim azmışsa ve dünya hayatını ahirete tercih etmişse, şüphesiz cehennem onun için tek barınaktır.” (Nâziat, 79/37-39) Kim bunlar? Bu nefislerinin arzularına uyan insanlar.
Onun için para büyük bir nimettir. Onun bir kuruşunu bile hatta 10 parasını, beş parasını bile boş yere israf câiz değildir. Onu boş yere israf ettiğinden dolayı sahibi mes’uldür. Onu Allah insanların hayatını ikàme için, idare için vermiştir ona. Ekmek nasıl bizim vücudumuza [lazımsa,] onsuz yaşayamıyorsak para da böyledir.
Onun için bir âyet-i celîlede, estaîzü bi’llâh:
وَلاَ تُؤْتُوا السُّفَهََٓاءَ اَمْوَالَكُمُ (النساء:176)
(Ve lâ tü’tü’s-süfehâe emvâleküm) “Sefihlere mallarınızı vermeyin!” (Nisâ, 5/176) diyor Hz Allah-u Teàlâ…
Sefihe biz mal vermiyoruz. Sefihin kendi parasıdır o. Sefihin kendi parası babasından miras olarak kalmış, milyoner bir adam. Mirasçıların mirasından milyonla para düşmüş. Ama herifte akıl yok, bedava buldum diyerekten paraları, har vurup harman savuruyor. Bugün şurada bugün burada paraları yiyor.
Onun etrafındaki müslümanlar onu görüp derhal mahkemeye müracaat edecekler; “—Bu adam parasını harcamayı bilmiyor, alın bunun parasını elinden.” diyecekler.
Bir mahkeme kararıyla kaç paraya ihtiyacı var bunun günlük, hakim takdir eder onu, o kadar para verilir eline.
Ama söze bak, tâbire bak!
(Emvâlüküm) “Sizin malınız.” diyor. Yani mal onunken o umumun malıdır. Umumun malını bu adam zayi ediyor, aklı yok. Dağlarda, bayırlarda, zevkinde sefasında yiyip içiyor, “Para benim. Ne karışırsın sen benim parama?” diyor.
Halbuki diyor ki Cenâb-ı Hak, “Onun değil o, âmmenin o para. Âmmenin parasını bu adam ziyan ettiği için mahkemeye müracaat eder, onun elinden alırsın. Hakim ona ne takdir ettiyse, o takdirle o adam o fenalıkları yapamayacak duruma düşer.
Onun için mü’minin nefsi var. Onu daima kötü yerlere sürükler. Nefsin âdetidir, insanları kötü yerlere sevk etmek en birinci vazifesi. Müslümanın da vazifesi ona uymamak.
Elinde kitabı var, bakacak:
“—Beni sevk etmek istediği bu yere Allah razı oluyor mu olmuyor mu?” “—Olmuyor.” Öyleyse oraya gitmeyeceksin!
Şimdi bakın, kendi teşbihim, siz ne dersiniz bilmem: Allah esirgesin gâvurla muharebe ettik, mağlup olduk. Esir olduk. Geldi işgal etti. Allah göstermesin…
Ama herkes yine bir hürriyet sahibi olarak, bugün mesela Avrupa memleketlerinde dünya kadar da müslüman var. Avrupa memleketlerinde yani hristiyan memleketleri Amerika’sında, İngiltere’sinde, şurada burada dünya kadar müslüman var.
Herkes yine Allah’a kulluğunu güzelce yapabiliyor mu orada? Yapıyor ama, bu kadar muntazam değilmiş.
Allah-u Teâlâ’ya bir kulluk vazifesi neyse onu elinden geldiği kadar ama İngiltere’de, ama Amerika’da, ama Fransa’da yapmaya çalışıyor.
Ya Allah esirgeye, insan nefsin eline düşer de bu nefs-i emmâresi altında canı giderse gürültüye?
İşte bu, her kâfirden eşed bir belâdır. Çünkü o nefsin esiri olan insan, velev ki Mekke’de olsa, velev ki Medine-i Münevvere’de olsa, nerede olursa olsun onu Allah’a ibadet ettirmez o nefis. O nefs-i emmâredir.
Mekke’de ibadet eden herkes orada evliyâ mı? Orada da ibadet etmeyen ne kadar insan var kim bilir? Neden? Nefsin esirleri oldukları için. Ebû Cehil de Mekkeli…
Firavunlar, Şeddatlar, bunlar da nefislerinin esiri olarak öldüler. Kâfire esaretten nefse esaret daha beterdir. Binâen aleyh, nefse esir olmaktansa kâfire esir olarak ibadet etmek daha iyi ama; ne ona esir etsin Allah bizi ne de o nefse esir etsin.
Nefse itaat nedir? İşte en birincisi, bakarsın Allah’ın emrine imtisal etmiyor. Ezan-ı Muhammediler güzel gürül gürül
okunuyor. Allah bunlardan bizi mahrum etmesin…
Ne büyük nimettir bu! Bunu duymayanlar da bugün çoktur dünya üzerinde. “Ah bir ezan okunsa da dinlesem!” diyen neler var, fakat mahrumlar. Ne yapsınlar?
Allah bu nimeti bize vermiş, el-hamdü lillâh… Şimdi bir de hoparlör çıkmış, o ses nereye kadar gürül gürül gidiyor. Bu insan uyanamaz da bir Allah’a ibadet etmeyi kendisine vazife edinemezse, esaretin bir perdesi altına girmiştir.
Ramazan’da oruç tutar herkes. Onun canı kıymetlidir, orucu tutamaz. İkinci esaret perdesinin altına girmiştir. Zekâtını veremez! Parayı kendisine vermiştir Allah, “Ne diye vereceğim ben onu başkasına?” der.
Üçüncüsü esaret perdesine, yani kat kat böyle çemberler içerisine giriyor. En nihayet o çemberden kurtulmanın çaresi canı feda etmek, başka türlü olmaz.
Ha o Kore’de bizim askerler çemberin içine girdiler, o çemberden çıkmak kolay olmadı ama. Kim bilir ne kadar şehid verildi de, bunların arkasından kurtulabildiler.
Binâen aleyh, nefsin çemberlerinin altından çıkıp kurtulmak, düşmanın çemberinin içinden kurtulmaktan daha zordur. Çünkü düşmanın kılığı var, karşında görüyorsun, işte topu var, nesi varsa var, senin de var. Zorlayacaksın, en nihayet şehid olursun başka. Hem şehid olursun, derece alırsın en nihayet. Esir de olsan yine hayatın elinde kalır. Ama nefsin eline düştün müydü hiçbir şey yok!
Onun için Allah bu bizim dördüncü düşmanımız olan o nefsin eline, ne bizi ne çoluk çocuğumuzu ne başkalarını, başka müslüman kardeşlerimizi düşürmesin. Düşenleri de bir an evvel kurtarsın…
e. Şeytan
Beşincisi, şeytan onu saptırma ister.
Bir de şeytan var arkamızda, gözümüz görmüyor onu. Şeytanı da gördüğümüz yok. Gördüğümüz yok ama Allah-u Teàlâ bunların mevcudiyetini bize haber veriyor:
إِنَ الشََّيْطَانَ لَكُمْ عَدُو َّ فَاتَِّخذُوهُ عَدُوًَّا (فاطر:6)
(İnne’ş-şeytàne leküm adüvvün, fe’ttahizûhü adüvvâ.) “Çünkü şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin!” (Fâtır, 35/6) diyor.
“—E canım sen şeytanı nerede gördün de böyle bir şeytan çıkarıyorsun bizim karşımıza?” “—E Allah diyor. Sen Allah’ın dediğini inkâr mı edeceksin şimdi?”
Biz sanki her şeyi görüyor muyuz? Mikropları sen görüyor musun? Hiçbirimiz gördüğümüz yok mikrobu. Ama yiyip canımızı acıtıp da bizi yatağa düşürdüğü vakitte;
“—Aman doktor!” diyoruz.
“—Filan mikrop sana musallat olmuş.” diyor.
Bu bizi de yoldan çıkaran şeytanlar da öyle... Yoldan çıktık mı, bizi çıkaranların şeytan olduğunu âhirete göçtüğümüz vakitte, gözümüz fal taşı gibi açılınca anlarız o zaman işi.
Allah cümlemizi gaflet uykusundan uyandırsın da emrine imtisal ve yasaklarından ictinab eden bahtiyar kullarının zümresine ilhak buyursun…
f. Türkistanlıların Bir Adeti
Sabahleyin okurken bir şey hatırıma geldi de, size de onu duyurayım.
Bizim bir Elham’ımız var ya, Elham’ımızın başında da bir Besmele vardır, hepiniz bilirsiniz.
Bu bizim Türkistanlı kardeşlerimizin âdetlerinden bir âdet: İki müslüman kardeş karşı karşıya geldi mi ellerini tutarlar, Besmele çekip Fâtiha Sûresi’ni okurlar:
أَعُوذُ بِاللَِّ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ . بِسْــــــــــمِ اللَِّ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ .
اَلْحَمْدُ ِللَِّ رَبِّ الْعَالَمِينَ . اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ . مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ .
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ . اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمــُسْـتَقيِمَ . صِرَاطَ
الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ، غَيْرِ المْــَغْضوُبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالـِّينَ (الفاتحة:1-7)
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
(El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Er-rahmâni’r-rahîm. Mâliki yevmi’d-dîn. İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn. İhdina’s-sırâta’l- müstakîm. Sırâta’llezîne en’amte aleyhim, gayri’l-mağdùbi aleyhim ve le’d-dâllîn.) Âmin… Ellerini yüzlerine sürerler, ayrılırlar.
İkinci bir müslüman kardeş geldi miydi onunla da böyle. Türkistan âdeti, bizim Türk âdeti yani bu.
Bunun sebebini soruyorlar;
“—Neden bu böyle her gelenle bir Elham okuyorsunuz, bir Fâtiha okuyorsunuz? Biz ellerimizi sıkarız, Es-selamü aleyküm
der ayrılırız. O kadar.
O adam diyor ki:
Bunun kökü şudur:
Şakîk-i Belhî isminde kitaplarda meşhur olan bir evliyâ var. Bu zâtın ailesi içerisinde kendisini rahatsız edenler varmış da, bu evdeki rahatsızlıktan komşular da rahatsız olmuşlar. Hocaefendiye demişler ki: “—Hocaefendi bunları bırak gayri. Biz de rahatsız olduk sizin rahatsızlığından.”
Hocaefendi demiş ki: “—Ben memnunum hayatımdan, şikâyet edecek halim yok.”
Komşular şikâyet etmişler, hakimin huzuruna gitmişler.
Sormuş hakim hocaefendiye: “—Ben hayatımdan memnunum, arkadaşımdan da memnunum, şikâyetim yok!” demiş.
“—Şikâyetim yok!” deyince hakim de bir şey diyememiş.
O zabıt katibi olan zât da orada dinliyor tabi. Nasılsa hocaefendiye komşu olmuş. Bakmış ki evdeki fecaat, oooo tahammül edilecek gibi değil. Gitmiş hocaefendiye demiş ki:
“—Hocaefendi! Sen ‘Ben hayatımdan memnunum!’ diyordun ama ben bu fecaati kulaklarımla duydum ve zapt ettim bu denilen şeyleri. Bu sefer ben dava açacağım.” demiş.
“—Bir Fâtiha okuyalım oğlum!” demiş.
Fâtiha okumuşlar, ayrılmışlar.
Ertesi gün mahkemeye çağırmışlar. Kâtibin cebinde hazırladığı zabıt kağıdı da okuyacak hakime, “Böyle böyle bir fecaat var evin içerisinde.” diyerek. Bakmış ki kâğıt tertemiz, hiçbir yazı yok üzerinde.
“—Ya acaba başka kağıt mı çıkardım?” diye bakmış, bu kağıt ama hiçbir yazı yok, silinmiş hepsi.
Bizim Fâtiha’mız böyle Fâtiha’dır. Bu içten okundu mu da her günahı siler atar. İçini insanın nur eder.
Onun için âdet olunmuş Türkler arasında. Böyle kavuştular mı birer Fâtiha okuyorlar. Onun günahı da siliniyor, ötekinin günahı da siliniyor, tertemiz birbirlerine müşerref oluyorlar.
Allah bu güzel âdet ananeleri hepimize nasip eylesin…
Fâtiha okumak paralı olsa, birbirimize para vermek lazım gelse biraz zor olurdu ama, şimdi Fâtiha okumak zor bir şey değil. Ne güzel olur, hem sevap kazanırız.
Bu Kur’an kursuna gelince, dünyada bugün ilim çok. Bu ilimlerin fevkinde daha yüz bin tane müspet ilim çıksa, mesela bugün Ay’a gitmek ilmi de çıktı. Eskiden bu yoktu. Tayyare yoktu, bir şey yoktu. Fakat bugün tayyareler çıktı, otomobiller, her türlü fenler, bir de aya gitmek çıktı şimdi. Daha bunun yüz bin misli fenler çıksa da kainattaki bütün yıldızları böyle dolaşabilsek, oradaki mahlûklarla anlaşabilsek, irtibat temin edebilsek, ne olursa olsun... Bir Besmeleye mukabil olmaz bunların hepsi.
Senin o bütün müsbet ilimlerin bir Besmele’ye muadil olmaz!
Onun için sen o Besmele-i Şerif’enin sahibi olan kitabına iyi sarıl, çoluğunu çocuğunu, hanımını, büyüğünü küçüğünü ona iyi bağla, iyi bir müslüman evlat olarak yetiştir ki, sen öldükten sonra senin adının bekası onun müslüman olarak yaşayışına bağlı. O müslüman olarak yaşadığı takdirde senin defterine her gün hasenât ile dolar. Onun yaptığı bütün hasenâtlar senin defterine geçer. Eğer maazallah o Müslümanlığın dışında yetişmişse, onun yaptığı bütün günahlar da senin defterine geçer. Sen de ondan müteessir olursun, muazzeb olursun.
Allah kusurlarımızı affetsin… Tevfikat-ı samedaniyesine mazhar etsin... Emrine imtisal, nehyinden kaçınan ve Peygamber
SAS’in sünnetlerine temessük eden kullarının arasına bizleri de kabul etsin... Şefaatine de nâil eyleyip, cennât-i âliyâtına dahil olan bahtiyarların arasına bizleri de ilhak buyursun… El-fâtihah!
g. Hatim Duası
Sübhàne rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-vehhâb…
El-hamdü li’llâhi hakka hamdihî, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ hayri halkıhî muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn…
Allàhümme rabbenâ, yâ rabbenâ, tekabbel minnâ, inneke ente’s-semîü’l-alîm… Ve tüb aleynâ yâ mevlânâ, inneke ente’t- tevvâbü’r-rahîm… Ve’hdinâ ve veffiknâ ile’l-hakkı ve ile’n-necâti ve ilâ tarîkın müstakîm… Bi-bereketi hatemâti’l-kur’âni’l-azîm, ve bi-
hürmeti men erseltehû rahmeten li’l-àlemîn…
Va’fü annâ yâ kerîm… Va’fü annâ yâ rahîm… Va’ğfir lenâ zünûbenâ bi-fadlike ve cûdike ve keremike yâ ekreme’l-ekremîn ve yâ erhame’r-râhimîn…
Allàhümme zeyyinnâ bi-zîneti kur’âni’l-azîm… Ve ekrimnâ bi- kerâmeti kur’âni’l-azîm… Ve edhilne’l-cennete bi-şefâati’l-kur’âni’l- azîm…
Allahümme’c’ali’l-kur’âne karînen… Ve fi’l-kabri mûnisen… Ve fi’l-kıyâmeti şefîan… Ve ale’s-sırâti nûran… Ve ile’l-cenneti refikan… Ve ile’l-hayrâti küllihâ delîlen ve imâmâ...
Allahümme’rhamnâ bi’l-kur’âni’l-azîm… Vec’alhu lenâ imâmen ve nûran ve hüden ve rahmeten yâ erhame’r-râhimîn…
Allahümme zekkirnâ minhü mâ nesînâ… Ve allimnâ minhü mâ cehilnâ… Ve’rzukna tilâvetehû alâ tàatika anâe’l-leyli ve etrâfe’n-nehâr… Va’hşurnâ mea’n-nebiyyi salla’llàhü aleyhi ve selleme ve âlihi’l-ahyâr…
Ve evlene’llàhümme’s-saàdete, ve’s-selâmete, ve’l-beşârete, ve’l- emân… Ve lâ tahrim lenâ bi’ş-şerri, ve’ş-şakàveti, ve’d-dalâleti, ve’t-tugyân… Ve nebbi’nâ an nevmi’l-gafleti, ve’l-keselân… Min kabli en tumîtenâ, ve min ekli’d-dîdan...
Allàhümme yemmin kitâbenâ… Ve yessir hisâbenâ… Ve sekkıl mîzânenâ… Ve a’tik rikàbenâ… Ve beyyıd vücûhenâ… Va’hşurnâ tahte livâi’l-mustafâ… Bi-rahmetike yâ erhame’r-râhimîn…
Ya Rabbi, bu okuduklarımız hatimlerden, dualardan, tesbihlerden hasıl olan ecr ü mesûbatı sevgili Peygamberimiz salla’llàhü teàlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin ve bi’l- cümle peygamberan-ı izâm hazeratının evlâd, ezvâc, ashàb ve etba’larının ve bu ana kadar geçmiş olan bi’l-cümle mü’minûn, müminât ve meşâyıh-ı izâm hazerâtının ruhlarıyla beraber, memleketimizin medar-ı iftiharı Eyyüb Sultan Hazretleri’nin ruhuna ve bi’l-umum eshabı güzin rıdvanu’llàhi aleyhim ecmain hazretlerinin ruhlarına;
Salâtin-i maziyyenin ruhları ile birlikte İskender Paşa’nın
ruhuna, bi’l-umum ashabı hayratın da ruhlarına; bâhusus hàzırûn ve cemâat kardeşlerimizin ve bu hatimleri okuyan kardeşlerimizin geçmişlerinin ruhlarına, ayrı ayrı hediye eyledik Mevla vâsıl eyleye…
Cümlesinin ruhlarını mesrûr, kabirlerini pür nûr, makamlarını âlî, derecelerini yüksek eyleyip, seyyiatlarını ve seyyiatlarımızı da hasenata tebdil eyle yâ Rabbi!
Bizlere dahi onlar gibi bu dar-ı dünyadan göç vakti gelince, cümlemizi az ağrı, asan ölüm ve kâmil bir iman ile ve buyurun:
“—Eşhedü en lâ ilâhe illla’llàh, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh…” kelime-i tayyibe-i münciyesini de can u gönülden söyleye söyleye çene kapayıp göz yummayı Mevlâ cümle Ümmet-i Muhammed’e, hâsseten biz aciz kullarına da lütf u ihsân eyleye…
Allàhümme’c’alnâ mine’t-tevvâbîn… Vec’alnâ mine’l- mutatahhirîn… Vec’alnâ min ibâdike’s-sàlihîn… Vec’alnâ mine’llezîne la havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn…
Allàhüme’hdinâ min indik… Ve efid aleynâ min fadlik… Ve esbiğ aleynâ min rahmetik… Ve enzil aleynâ min berekatik…
Allàhümme innâ nes’elüke temâme’n-nimeh… Ve devâme’l- âfiyeh… Ve hüsne’l-hàtimeh... Bi-hürmeti’l-fâtihah!
21. 03. 1976 – İskenderpaşa Camii