04. KOMŞU HAKLARI
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
الْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ، وَالْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ،
وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ السُّوءَ، وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ عَبْد
لاَ يَأْمَنُ جَارُهُ بَوَائِقَهُ (حم. ن. ع. حب. ك. والعسكري عن أنس)
RE. 230/3 (El-mü’minü men eminehü’n-nâsü, ve’l-müslimü men selime’l-müslimûne min lisânihî ve yedihî, ve’l-muhâciru men hecere’s-sûi, ve’llezî nefsî bi-yedihî, lâ yedhulü’l-cennete abdün lâ ye’menü câruhû bevâikahû.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Hep beraber Peygamberimiz SAS’e benim okuyacağım salat u selâmı beraber okuyalım:
“Allàhümme salli salâten kâmileten, ve sellim selâmen tâmmen, alâ seyyidinâ muhammedini’llezî tenhallü bihi’l-ukad, ve tenfericü bihi’l-küreb, ve tukdà bihi’l-havâicü, ve tünâlü bihi’l- rağâibü, ve hüsne’l-havâtimi, ve yüsteska’l-gamâmü bi-vechihi’l- kerîm, ve alâ âlihî ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin, bi-adedi
külli ma’lûmin leke.” Bir de istiğfar duasını okuyalım!
“Allàhümme ente rabbî... Lâ ilâhe illâ ente halaktenî... Ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü, eûzü bike min şerri mâ sana’tü, ebûu leke bini’metike aleyye, ve ebûu bi-zenbî fağfirlî, feinnehû lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ente...” Cenâb-ı Hak cümlemizi mağfurîn zümresine ilhak buyursun. Dünyada iman ile yaşayıp, ahirete de iman ile göçen kullarından eylesin…
a. Mü’min ve Müslim
Bu okuyacağım dün ve bugünkü ders, geçenki dersimizin aynıdır. Bunlar her ne kadar uzuyorsa da İslâm’ın ölçüsüdür. Kendimizi nasıl vücutlarımızı tarttırıyoruz ara sıra. Acaba kilom eksik mi, fazla mı diyerekten. Bunlar da bizim İslâm ölçümüzdür. Kendimizi ancak bunlarla ölçebilir, İslâmiyet’teki nasibimizin ne kadar olduğunu bunlarla anlayabiliriz. Bir terazi...
Onun için her gün söylediklerimiz ayrı ayrıdır. Bugünkü dersimiz yine bu hadisin son kısmına aittir.
Ahmed ibn-i Hanbel, Neseî, Ebû Ya’lâ, İbn-i Hibbân, Hâkim ve el-Askerî, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:23
الْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ، وَالْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ،
وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ السُّوءَ، وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ عَبْد
23 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.154, no:12593; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II. s.264. no:510; Bezzâr, Müsned, c.II, s.357, no:7432; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.109, no;130; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.215, no:168; İbn-i Adiy, Kâmil, fi’d-Duafâ, c.II, s.263; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.24; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.150, no:748; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXII, s.102, no:24428.
لاَ يَأْمَنُ جَارُهُ بَوَائِقَهُ (حم. ن. ع. حب. ك. والعسكري عن أنس)
RE. 230/3 (El-mü’minü men eminehü’n-nâsü, ve’l-müslimü men selime’l-müslimûne min lisânihî ve yedihî, ve’l-muhâciru men hecere’s-sûi, ve’llezî nefsî bi-yedihî, lâ yedhulü’l-cennete abdün lâ ye’menü câruhû bevâikahû.) (El-mü’minü men eminehü’n-nâsü) “Mü'min, insanların kendinden emin olduğu kimsedir. (Ve’l-müslimü men selime’l- müslimûne min lisânihî ve yedihî) Müslüman da müslümanların dilinden zarar görmediği kimsedir. (Ve’l-muhâciru men hecere’s- sûi) Muhacir de fenalığı terk eden adamdır. (Ve’llezî nefsî bi- yedihî) Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, (lâ yedhulü’l-cennete abdün lâ ye’menü câruhû bevâikahû) komşusu kendisinin eziyetinden emin olmıyan kimse Cennete giremez.”
Mü’min, bütün insanların senden emin olduğu gün, sen mü’minsin. Bütün insanlar, her çeşit, maddi-manevi, senden ne zaman emin oluyorlar; o zaman sen mü’min olduğuna kendin hükmedebilirsin:
“—Ben mü’min bir adamım!”
Eğer senden başkaları mutazarrır oluyorsa, kendi menfaatin için başkalarını mutazarrır ediyorsan, imandaki noksanına alâmettir.
Müslüman da bütün müslümanların senin elinden ve dilinden selamette olduğu gün, sen müslümansın. Eğer müslümanlar senin elinden ve dilinden mutazarrır oluyorsa, müslümanlıkta noksansın demek.
Muhacir, ne zaman ki günahları terk edebiliyorsun, o zaman muhacirsin. Günahın ufağı, büyüğü hep bir. Günahlardan uzaklaşabildiğin gün, terk edebildiğin gün hakiki muhacir sayılırsın.
İbadet etmesi kolaydır. Namaz kılarsın, oruç tutarsın, zekât verirsin, her çeşit ibadeti yapmak kolaydır. Fakat günahların
terki zordur. Günahlara bir kere alıştı mı insan, o günahı terk etmek kadar zor bir şey yoktur. Onun için bir zerre günahın terki, yer gök ehlinin nafile ibadetlerine mukabildir demişler.
İmam Birgivî Hazretleri diyor ki:
تَرْكُ ذرَّةٍ مِنْ مَحَارِ مِ اللَِّ، خَيْر مِنْ عِبَادَةِ السَّقَلَيْنِ .
(Terkü zerretin min mehàrimi’llâh, hayrun min ibâdeti’s- sekaleyn) “Zerre kadar bir haramı, ehemmiyet vermediğimiz bir hatayı, bir kusuru, bir kabahati terk edebilmek, yer gök ehlinin yapacağı nafile ibadetlerden daha hayırlıdır.”
Bugünkü asıl dersimizin son kısmı olan bu kısım:
(Ve’llezî nefsî bi-yedihî, lâ yedhulü’l-cennete abdün lâ ye’menü câruhû bevâikahû) “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah-u Celle ve A’lâ’ya kasem ederim, yemin ederim ki, komşusu kendisinden emin olmayan hiçbir kimse cennete giremez!”
Bu da bizim için bir ölçü:
“—Komşumuz bizden ne kadar emindir, ne kadar rahattır?”
Bunu geçen derslerde izah ettik. Fakat bugün gene bazı hadisler topladım size, onları açıklayacağım.
b. Komşunun Hakları
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:24
مَنْ أَغْلَقَ بَابَهُ دُونَ جَارِهِ، مَخَافَةً عَلٰى أَ هْلِهِ وَمَالِهِ، فَلَيْ سَ ذٰلِكَ بِمُؤْمِنٍ؛
وَلَيْسَ بِ مُؤْمِنٍ، مَنْ لَمْ يَأْمَنْ جَارُهُ بَوَائِ قَهُ .
24 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.83, no:9560; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.171; Amr ibn-i Şuayb babasından, o da dedesinden.
Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.185, no:25613; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXVII, s.21, no:39933.
(Men ağleka bâbehû dûne cârihî, mehàfeten alâ ehlihî ve mâlihî, feleyse zâlike bi-mü’minin; ve leyse bi-mü’minin, men lem ye’men câruhû bevâikahû.) Bir insan kapısını örtüyor, bekliyor. Komşusunun elinden evine bir zarar gelecek korkusuyla kapısını kilitliyor. Gerek malına, gerek kendine, böyle bir zarar gelecek korkusu kendisinde varsa, güveneceği yerde, korktuğu o komşu mü’min değildir.
“—Bundan bana zarar gelir, evime zarar gelir. Ben kapımı açık bırakırsam, ya malımı çalar bu benim, ya çoluğuma çocuğuma bir zarar yapar diye korkuyorum. Korktuğumdan dolayı kapımı kilitliyorum, dayaklıyorum. Bundan dolayı korktuğum insan ne kadar caminin müdavimi de olsa, mü’min değildir.
Komşun şerrinden emin olunmadığı müddetçe sen de cennete girecek değilsin. Cennete girmek için, komşularının senden emin olması gerekir. Tabii bu şimdi uzayacak aşağıya doğru ama şunu da şöyle arz etmek istiyorum:
Bu herkesin bildiği, gayet basit bir ders. Üzerinde durulmak bu kadar mühim değil. Mühim değil ama bir esas var burada. Müslümanların birbirleriyle hüsn-ü muaşeret dedikleri adab,
adab-ı muaşeret. Farz değil bunlar… Namazın terki gibi, orucun terki gibi, haccın terki gibi, zekâtın terki gibi mühim değil. Komşuyla geçinmemiş, nolacak? Ama dinimizin buna verdiği kıymete bak, ölçüye bak!
Onun için, bizim bir haftamız var pazar günü. Bugün hava bak bozuk… Ekseriyetle herkes iyi vakitlerde teneffüs için uzak yerlere, deniz kenarlarına, bağlara bahçelere dağılırlar. Halbuki biz dini esasları okumaya vakit de bulamayız. Gerek memuriyetimiz ve gerekse ticaretimiz. Buna da zamanımız yok. Haftada bir gün böyle ders dinlemek de zor gelir.
“—Bir gün var haftada, onda biraz nefes almayalım mı?” diye kıra, bayıra kaçarız.
İşte bu en basit olan komşu hakkına dahi bilgimiz noksandır. Bunlar ancak dinî esaslara vakıf olmak suretiyle bilinebilir.
Onun için rica edeceğim kardeşlerden ki, bu gibi derslere
ehemmiyetsizlik vermesinler. Bu pazarlarını böyle gezilerle kaybetmektense, asıl kayıp o gezilerdedir. O geziler insanı hem günaha sokar, hem paralarının israfına sebep olur, hem de vakitlerin ölmesine sebep olur. Hiç olmazsa bir ibadethaneye girer, üç beş kelam dinlersen, hem onun sevabı üzerinde kalır hem oradan da insan bir ders almış olur.
Efendimiz soruyor:
أَتَدْرِي مَا حَقُّ الْجَارِ؟ إِذَا اِ ستَعَانَكَ أَ عَنْتَهُ ، وَإِذَا اِسْتَقْرَضَكَ أَقْرَضَتَه،
وَإِذَا اِفْتَقَرَ عُدَّتَ عَ لَيْهِ، وَإِذَا مَرِضَ عُدَّتَهُ ، وَإِذَا أَصَ ابَهُ خَيْر هَنَّأْتَهُ، وَ
إِذَا أَصَ ابَتْهُ مُصِيبة عَزَّيتَهُ ، وَإِ ذَا مَاتَ اتَّبَعْتَ جِنَازَتَه،
(E tedrî mâ hakku’lcâri) “Siz komşu hakkını neler olduğunu biliyor musunuz?” Şimdi bakınız ne kadar güzel bir ölçüdür bu bize. Komşu
hakkıdır, fakat biz bu komşu hakkına ne kadar riayetkârız? Çünkü Allah-u Teàlâ: “—Kendi hakkım bana aittir. Benim hakkıma bir insan riayet etmezse, onun hesabı bana aittir. İstersem affederim, istersem cezalandırırım. O bana aittir, ona kimse karışmaz. Fakat kulumun hakkı, kuluma aittir, ona ben karışmam. O kulum sana hakkını helal edecek, ondan sonra bana kalacak!” diyor.
Onun için ufak gibi görünür ama haddi zatında çok da mühimdir. Şimdi burada SAS Efendimiz sordu:
(Mâ hakku’l-car) “Komşu hakkı nedir?
Bakalım. Diyor ki: (İze’steàneke eantehû) Komşun senden istiane ediyor, yardım talep ediyor, her ne cihetten olursa. Eğer onun yardımına imkânı olduğu halde yardım etmezse, bir. (Ve ize’stekradake) Borç istiyor. Bir işi var, sıkılmış. “Komşu, bana şu kadar ver!” Onu verirsen, yardımı yaparsan Müslümanlıktaki nasibin iyi. Yapamadığın taktirde, yani iyi dereceler var ya; bir, iki, üç beş… Derece derece düşüyor insan aşağıya.
(Ve izestefkera) “Muhtaç oldu.” Hepimizin başına gelecek haller tabii. Her zaman insan bir kararda durmaz. Bu muhtaç olduğu zaman da onu gidip ziyaret edecek, halini soracak. Ve haline, o sana gelip demeden, sen onun haline muttali olup, yapacağını yapacaksın.
(Ve izâ marida uddetehû) “Hasta oldu. Bu sefer de onu ziyaret edeceksin, hasta ziyareti.”
(Ve izâ esàbehu hayrun henne’tehû) “Bir hayır isabet etti kendisine.” Çocuğu geldi dünyaya yahut askerden oğlu geldi veyahut bir ev yapmıştı, evinin içine girdi, oğlunu evlendirdi… Bunun gibi böyle bir sürur alameti. Hacıdan geldi. Bunu tehniye dediğimiz, ziyaret edip, “Allah mübarek etsin!” demek.
Hacıya, “Allah kabul etsin!” demek abestir. Doğrudur ama Allah orada muhakkak onu kabul etmiştir. “Allah mübarek etsin!” demek lazım! Böyle bir hayır isabet ettiği vakitte ona mübarek olsun, güle güle oturun; evlendiyseler güle güle geçinin gibi şeyler.
(Ve izâ esàbehu musîbetun azzeytehû) “Eh bir ölüm hadisesi,
bir zarar hadisesi, yangın, zayiattan bir şey olur, böyle bir musibet isabet ettiği vakitte, “Geçmiş olsun birader. Bir ihtiyacın var mı? Allah daha iyisini verir. Cenâb-ı Hakk’ın takdiridir.” diye tesellilerle ona taziye yapacak.
(Ve izâ mâte) Bir de ölüm var Allah esirgeye. Oluyor, bir gün olacak. Öldüğü vakitte, (itteba’te cenazetehû) cenazesine gitmek müslümanın vazifesidir. Farz değil arkadaş. Farz değil ama İslâm’ın adabı bu. İslâm’ın ehemmiyetine bak. İslam’ın ölçüsü tansiyon makinesi. Koluna vurdukları vakitte, senin kanın şöyle diyor. Kan muayenesi. İşte bu da İslâm muayenesi.
وَلاَ تَسْتَطِلْ عَلَيْهِ بِالبِنَ اءِ تَحْ جُبْ عَنْهُ الرِّيحَ ، إِلاَّ بإذْنِه؛ وَلاَ تُؤذِهِ
بِقُتَارِ قِدْرِكَ إِلاَّ أَنْ تَغْرِفَ لَهُ مِنْهَا؛ وَإِنِ اشْتَرَيْتَ فَاكِهَةً فَأَهْدِ لَهُ،
فَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَأَدْخِلْهَا سِرًّا، وَلاَ يَخرُجْ بِهَا وَلَدُكَ لَ يَغِيظَ بِهَا وَلَدَهُ.
(Ve lâ testatil aleyhi bi’l-binâi tahcüb anhü’r-rîha illâ bi-iznihî) “Binanı çok yükseltip de komşunun havasına, rüzgârına mânî olma; ancak izin verirse yükseltebilirsin.” Paran çok. O adamın bir kat evi var. Senin de paran çok. Yerine yapacaksın üç katlı, beş katlı bir ev. Onun havasına ve güneşine mani olacaksın. Onu ancak o izin verirse yapabilirsin. İsteyeceksin, rica edeceksin:
“—Ben bir ev yapacağım ama işte üç kat yapmak istiyorum, beş kat yapmak istiyorum. Öyle de bir ruhsat verdiler bana…” “—Birader, sen onun yapacaksın da sonra ne yapacağız biz burada? Zindanda kalır gibi. Ne hava var, ne ışık var bize. Yok, olmaz!” dedi miydi yapamazsın o binayı oraya.
(Ve lâ tu’zihi bi-kıtâri kıdrike illâ en tağrife lehû minhâ) Senin paran var, etin kilosu bilmem kaç kuruş, almışsın kuzuyu. Evinde güzel güzel kızartıyorsun. Mis gibi kokusu yayılıyor etrafa. Öteki
komşu da eti bayramdan bayrama ya görüyor ya görmüyor. Şimdi sen ona eza verme. Dövmüyorsun, sövmüyorsun, bir şey yapmıyorsun ama o etinin kokusu yayılıyor etrafa. O zavallılar ne kadar üzülürler şimdi. Bununla da onları sakın üzme! Ancak o yaptığından bir parça korsun, onlara da ikram edersen, o zaman bunu rahat rahat yersin.
(Ve ize’şterayte fâkiheten feehdi lehû) Aziz kardeş! Bak ne kadar mühim şeyler bunlar: Gerek turfanda olsun, gerek başka zamanda olsun elmadan, armuttan, portakaldan ve sair meyvalardan almışsın. Şimdi fileler var, içinde ne var olduğu besbelli. Eskiden “zenbil” vardı, içindeki görünmezdi. Kimse içinde ne olduğunu bilmezdi. Getirirsin önüne koyarsın. Fakat şimdi file adeti, hepsi meydanda. Çoluk çocuk, onu hepsi görüyor. O aldığın meyvadan komşuna da ikram et!
(Fein lem tef’al feedhilla sirran) Veremeyeceksin. Öyleyse onu gece vakti, yahut kapalı bir halde, onlar görmeden sok evine. Komşuların görmeden sok evine! (Ve lâ yahruc bihâ veledüke li- yağîza bihâ veledehû) Sakın çocuğunun eline verip de, o turfandayı sokağa da çıkarma çocuğu. Diğer onu alamayan çocuklar, çocuğunun elinde görürlerse aralarında kavga olur, rahatsızlık olur. Fakat çocuğu da zabt edemezsin, buna dikkat etmek lazım!
Diğer rivayetlerde de, “Benim üzerime komşu hakkı nedir?” diye soruyorlar. Buyurmuşlar ki:
1. Hastaysa gidip ziyaret edeceksin.
2. Öldüğü vakitte de cenazesini teşyi edeceksin.
3. Senden bir şeyi ödünç istiyorsa, ona onu vereceksin.
4. Sana bir şeyden dolayı sığınırsa, “Beni koru, muhafaza et!” diye iltica ederse sana, himaye edeceksin.
Kâfirlerde bile, müslümanlıktan evvelki devirlerde komşu hakkına son derece riayet edilirmiş. Peygamber SAS de Taif’e çıktı, oradaki insanları davete. Sonra oradan geri geldi Mekke’ye.
Fakat Mekkeliler, Mekke’ye koymamaya karar vermişler. Yanındaki hizmetliler haber verdiler.
Peygamber SAS, Zeyd’i gönderdi:
“—Git filana söyle, beni himayesine alır mı?” dedi.
Mut’im ibn-i Adiy de söz verdi, “Ben onu himaye ederim, gelsin!” dedi. Onun himayesi altında girdi Peygamber SAS Mekke’ye.
Hakkı kabul etmek insanlara çok ağır ve çok zor. Peygamber İslâm’a davet ediyor, putlara tapmaktan, müşrik adetlerinden vazgeçmelerini istiyor. Fakat insanlar bundan dolayı ona düşman kesildiler. Memleketlerinde durmasını istemiyorlar. Şimdi böyle bir gâvurun bile böyle herkesin düşman olduğu bir zamanda onu himaye etmesi, gâvura bile bir şeref. Gavurda bile bir şeref o. Gavurda şeref olunca, İslâm kendisine böyle sığınan adamı artık nasıl muhafaza edecek bilmem.
Aman sakın şeyler gibi zannetmeyin. Neydi? Dev-gençler sığındılar mı ne yaptılar. Onları korumak yanlış iş. Mesela bir hırsız gelir, aman beni sakla derse, onu saklamak vebaldir. Eşkıya gelir, aman beni sakla derse, vebaldir. Bunun gibi kötüleri saklamak vebaldir. Onların vebaline aynı zamanda iştiraktır. Bu öyle değil.
Bir müslüman nedense sıkılmış, bize iltica ediyor. o ilticadan dolayı onu saklamak. Gerek suçluyu saklamak, gerek kendisini saklamak. Hepsine şamildir.
Şimdi bunu şöyle bir tahlil edecek olursak aramızda. Hangi müslüman bize geldi de bizden bir yardım istediği vakitte ona yardım ellerimizi açabildik? Yapabiliyor muyuz? Bu birinci. Derece bir şimdi.
İkinci derece, bizden para istiyor, sıkılmış. Ya işinde, ya nafakasında sıkılmış. O bizden para istediği vakitte ona borç verebiliyor muyuz? Ölçümüz. Oldu iki. Fakir olduğu vakitte, ihtiyaç sahibi oldu, muhtaç durumda. Ona bir yardımımız oluyor mu?
Üç. Hasta olduğu vakitte gidip de geçmiş olsun, Allah şifa versin. Paran var mı? Doktora gösterdin mi kendini, ilacın var mı? Nedir halin diyen var mı?
Dört. Sevinç gününde ona gidip de Allah mübarek etsin diyen? O belki çokça oluyor ama etmeyenlerimiz de var. Öyle bir şeyi etmemek ne kadar bir kusur yani.
Bir musibet isabet etmiş. O musibetten dolayı ona taziye. Yahut böyle öldüğü vakitte cenazesine gitmek. Şimdi bu memleket büyüdükçe, bu adetler müşkülleşiyor. Adât-ı İslamiye zorlanıyor. Memleketler büyüdükçe. Halbuki ufak memleketlerde bunlara daha çok dikkat edilir.
Mesela köylerde bir sala okunur. Bugün bir hasta var, öldü. Köylü o gün işe gitmez. Öküzünü möküzünü salar. Gidelim cenaze hazırlansın, götürelim, yerine yerleştirelim. Köylü el birliğiyle gider mezar kazar. Şunu yapar, bunu yapar, hazırlarlar. Evin sahibi de rahat eder onların yardımıyla.
Fakat şehirde üst katta oturanın, alt katta oturandan haberi yok. Alt katta oturanın üst kattan haberi yok. Cenaze gelmiş, kime ne?.. Kendisi gitsin, toplasın, götürsün. Ne cenazeye iştirak, ne cenaze sahibine ilgi. Cenaze sahibi hakkı varsa veya yoksa başka türlü, büyük şehirlerde bu imkan haricinde.
Bir gün bizi çağırdılar:
“—Hocaefendi! Cenazemiz var. Biz bu akşam hatim merasimi yapacağız. Gelir misin?” dediler. Pekiyi dedik, gittik.
Evin numarasını vermişler bize. Gittik aşağıda kapının önünde birisi oturuyor. Dedik:
“—Hemşire! Burada böyle bir cenaze olmuş, burası mı?” “—Haberim yok!” dedi.
Evi ayrı kat. Yani aynı binanın alt katındakinin üst katında olan cenazeden haberi yok. Birçok böyle vakalar dopdolu.
İkincisi, yine ben biliyorum. Bir cenaze ölmüş, fakir ama. Fakir olduğu için, eğer bugün belediye teşkilatı olmasa, cenazelerin bilmem yüzde kaçı evlerde kokar. Bereket cenaze
teşkilatları onları götürüyorlar yerlerine. En nihayet hamal getirdiler çarşıdan. O hamallara kaldırttılar cenazeyi. Çünkü herkes memur, işine gidiyor, vazifesi var sabahleyin. Gidecek o işine. Esnaf dükkanımı açacağım diyor, ekmek parası lazım çocuklara. O da çekiliyor gidiyor. E kime kalıyor? İhtiyarlarla çocuklara kalıyor iş.
E ihtiyar, benim gücüm yetmez oraları dolaşmaya diyor, o da oturuyor evinde. Çocuk da benim vazifem değil diyor, oynayacağım diyor. Bu ne kadar acı verici bir şey. Allah muhafaza… Bunlar hep el birliğiyle olacak şeyler.
c. Komşuya İyilik Yapmak
SAS Efendimiz bir de buyurmuşlar ki:
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللََِّّ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ جَارَهُ
(Men kâne yü’minu bi’llâhi ve’l-yevmil-ahiri feyükrim çarehû.) “Allah’a ve ahirete iman eden, komşusuna ikramda bulunsun!” Ebû Ubeyde RA diyor ki:
“—Üç şey vardır ki insanın belinin kemiğini kırar. Yani çok ağırdır, çok meşakkatlidir, çok zahmetlidir. İnsanın taşıyamayacağı, belinin kemiğini kıracak bir ağırlıktadır bu üç şey.
1. Gözü doymayan imam.
Hangi imam olursa olsun; ister devlet imamı, ister cami imamı. Veriyorsun da teşekkür etmiyor. Doymuyor yani, gözü
“Boyna ver!” diyor. İnsanhatadan salim değil; o hatayı da affetmiyor. Neden yaptın diyerek kıyamet koparıyor.
2. Birisi de kötü komşu. Hayır görüyor bütün gün. Hep saklıyor, gördüğü hayırları örtüyor. Eğer bir fenalık gördüyse yayıyor onu ortaya. İyilikleri saklıyor, kötülükleri yayıyor. Çok büyük yük iş insanlarının sırtında.
3. Birisi de bir kadın, evde yanında oturuyorsunuz.
Mütemadiyen ağzını açıyor, gözünü yumuyor. Seni evde oturduğuna pişman ediyor, sen de kaçacak yer arıyorsun. Eziyetlendiriyor böyle. Dili bozuk biri. Ondan eğer uzaklaşır bir yere gidersen, evinde oturduğun vakitte sana eziyet veriyor. Uzaklaşıp bir yere gittiğin vakitte de gerek namusuna, gerek malına hainlik yapıyor.
d. Komşusu Açken Tok Yatan
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:25
مَا آمَنَ بِي، مَنْ بَاتَ شَبْعَانَ وَجَارُهُ جَائِع إِلَى جَنْبِهِ ، وَهُوَ يَعْلَمُ بِه
(بر. طب. عن أنس)
RE. 369/2 (Mâ amene bî, men bâte şeb’àne ve câruhû câiun ilâ cenbihî, ve hüve ya’lemü bihî) (Mâ amene bî) “Bana inanmış olmaz, bana inanmış değildir.” Kim? (Men bâte şeb’àne ve câruhû câiun ilâ cenbihî) “O kimse ki kendisi tok yatar ve komşusu açtır yan tarafında… (Ve hüve ya’lemü bihî) O da onun aç olduğunu bildiği halde.
Bu da şimdi bizim ölçümüz. Ama dersen ki:
“—Hocaefendi bugün aç kimse yok Herkes el-hamdü lillah
arnını doyuruyor.” Ama o gün öyle değil. neler var memlekette yani. Neler de vardır. Karnını doyurmuşlar, halbuki komşu aç. Aç olduğu halde kendi karnını doyurmuş. Onun aç olduğunu bildiği halde kendisi rahat yatağına yatıveriyor. “Karnımı doyurdum, ben yatayım.” diyor.
Bu tam iman etmiş bir adam değildir. İmanı olgun bir adam
25 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.I, s.259, no:751; Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.305, no:13554; Askalânî, el-Kavlü’l-Müsedded, c.I, s.21; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.53, no:24906; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVIII, s.374, no:19647.
değildir. İnsan bu ama hani işe yaramayan insan.
Ya nedir? Gâvur mu?
Yok, estağfirullah! Gâvur da değil. yani imanında tekemmül etmiş değildir. Hasta bir adam gibi. Hasta yatakta yatınca onu insanlıktan çıkarır mı? İnsandır gene ama ne yapsın ki işe yaramıyor. Bizim halimiz de öyle.
Gene diğer tabir ile hastadır. Hastalığın da derecesi var. Kimisi yürüyebilen hastadır, kimisi kımıldayabilen hastadır. Yatakta etrafa ıstırab yığar. Ve bazı mikrop saçar. O daha tehlikelidir.
Gene ikinci bir hadis-i şerif. Hep işte bu hadisin izahı bunlar.
Peygamber SAS Efendimiz bize duyuruyor.
لَيْسَ الْ مُؤْمِن الَّذِي َيشْبَعُ وَجَ ارُهُ جَ ائِع
(Leyse’l-mü’mine’llezi yeşbeu ve caruhû câiun) “Kendisi doyduğu halde komşusu aç halde yatan insan mü’min değildir.
لَيْسَ الْ مُؤْمِن الَّذِي يَبِيتُ شَبْ عَانً وَيَبِيتُ جَ ارُهُ إِ لٰى جَنْبِهِ جَائِعًا
(الديلمي عن ابن عباس)
(Leyse’l-müminü’l-ellezî yebîtü şeb’ànen ve yebîtü carehû ilâ cenbihî câian.) “Komşusu yanında aç olarak yatarken, kendisi karnını doyurmuş olarak yatan insan mü’min değildir.” Mü’min değildir demek, kâfir demek değil; kâmil mü’min değildir demek.
Gene Enes RA diyor ki:
Bir adam gelmiş Rasûlüllah Efendimiz’e, demiş ki:
“—Yâ Rasûlallah! Bana giyecek bir şey ver!” demiş.
Rasûlüllah onun sözüne kulak asmamış. Tekrar demiş:
“—Yâ Rasûlallah bana bir şey ver, bak ben çıplağım.
Rasûlüllah SAS demiş ki:
“—Senin komşun yok mu? Sana bir esvab verecek komşun yok mu senin de ta kalktın oradan buraya bana geldin?” demiş.
Şimdi bize de geliyorlar birçok kimseler. Adını bilmeyiz, sanını bilmeyiz, memleketini bilmeyiz. Aman bize yardım.
“—Canım sen kimsin?” “—Sarı çizmeli Mehmed Ağa…” Ama bir yardım istiyor bizden. Camiye git kapıda bekle diyoruz. Bazısı da aldanıp veriyor. O da ne yapıyorsa yapıyor işte.
Böyle birine diyor ki Cenab-ı Peygamber SAS:
“—İki esvap alıp da birisini sana verebilecek kadar bir komşun yok muydu da senin kalktın buraya kadar geldin de burada benden istiyorsun?
“—Bir değil birden çok vardı ama ilgilenen olmadı.” “—Öyleyse seninle onun arasını Allah cennette de birleştirmesin. Onun yüzünü Allah cennette de göstermesin.” Cennette sana yüzünü göstermesin demek, o adam cennete girmesin demek. Onu Allah cennete sokmasın demek. Cennete girdikten sonra herkes birbirini görecek.
Bir rüya görmüş hükümdarın birisi de. Tabirci çağırmış. Adam tabir ederken demiş ki:
“—Sen bütün çoluğunun çocuğunun ölüsünü göreceksin de öyle öleceksin!” Bu ağır bir tabir. Kovun bu adamı buradan, getirin bana bir iyi tabirci yâhu demiş. Getirmişler, söylemiş:
“—Aman efendim Allah sizi o kadar muammer edecek ki, ömrün içerisinde diğerleri kalmayacak yani.
e. Komşunun Şikâyet Etmesi
Peygamber SAS Efendimiz’den, Abdullah ibn-i Ömer rivayet ediyor:26
26 Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.52, no:24899.
كَمْ مِنْ جَارٍ يَتَ عَلَّقُ بِجَارِهِ يَوْ م القِيَامةـ، يَ قُولُ: يَ ا رَبِّ، هٰ ذَا أَغْلَقَ
باَبَهُ دُونِي، فَمَنَعَ مَعْرُوفَ هُ (خد. عن أبن عمر)
(Kem min carün yetealleku bi-cârihî) Nice komşu vardır ki, komşusunun yarın kıyamet gününde yakasına yapışacak. Biçare komşu, varlıklı komşunun yakasına yapışacak:
(Yekùlü: Yâ Rabbi, hel hâzâ ağleka bâbehû dûnî) “Yâ Rabbi, buna sor: Niçin kapısını kapadı bana karşı? İstediğim vakitte vermedi bana, yardım etmedi bana. Sor bakalım ya Rabbi, niçin yapmamış? (Femenea ma’rûfehû) Artıklarını bana vermedi, fazlasını bana vermedi. İhtiyacımı karşılamadı. Bundan şikayetçiyim yâ Rabbi!” diye ilk şikâyeti bu zat yapacak.
f. Peygamber SAS’in Beş Nasihati
Beyhakî, Tirmizî, Taberânî, Ahmed ibn-i Hanbel ve Ebû Ya’lâ, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler ki:27
قَالَ رَسُولُ اللََِّّ صَلَّى اللََُّّ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ يَأْخُذُ عَنِّي هَؤُلاَءِ الْكَلِمَاتِ ،
فَيَعْمَلُ بِهِنَّ، أَوْ يُعَلِّمُ مَنْ يَعْمَلُ بِهِنَّ. فَقَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ، فَقُلْتُ : أَنَا يَا
رَسُولَ اللَِّ! فَأَخَذَ بِيَدِي فَعَدَّ خَمْسًا، وَقَالَ: اتَّقِ الْمَحَارِمَ ، تَكُنْ أَعْبَدَ
27 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s275, no: 2227; Taberânî, Evsat, c.VII, s.125, no: 7054; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.310, no: 8081; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, c.VII, s.500, no: 11128; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.113, no: 6240; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.477, no:991; Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.I, s.48, no:47; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIX, s.321, no:6024; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.242, no:44312; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IXL, s.310, no:42609.
النَّاسِ، وَارْضَ بِمَا قَسَمَ اللََُّّ لَكَ تَكُنْ أَغْنَى النَّاسِ؛ وَأَحْسِنْ إِلَى جَارِكَ
تَكُنْ مُؤْمِنًا، وَأَحِبَّ لِلنَّاسِ مَا تُحِبُّ لِنَفْسِكَ، تَكُنْ مُسْلِمًا؛ وَلاَ تُكْثِرْ
الضَّحِكَ، فَإِنَّ كَثْرَةَ الضَّحِكِ تُمِيتُ الْقَلْبَ (هب. ت. طس. حم . ع. عن أبي هريرة)
(Kàle rasûlü’llàh SAS) Cenâb-ı Peygamber SAS Hazretleri bir gün cemaate hitaben diyor ki:
(Men ye’huzu annî hâülâi’l-kelimâti, feya’melü bihinne) “Kim benden şu sözleri alır ve onlarla amel edebilir? (Ev ya’melü men ya’melü bihinne) Veya amel edecekler için kim öğrenebilir? Bunları öğrenip de başkasına kim bildirebilir?”
(Fekàle ebû hüreyrete, fekultü: Ene yâ rasûla’llah) Ebû Hüreyre RA, ‘Ben yaparım yâ Rasûlallah!’ dedim.
(Feehaze bi-yedî, feadde hamsen) “Peygamber SAS elimden tutarak beş şey saydı (ve kàle) ve dedi ki:
1. Haramlardan Sakın!
Şimdi Ebû Hüreyre RA bir hadis rivayet ediyor.
SAS Efendimiz buyurmuş ki:
“—Ben birkaç kelime söyleyeceğim. Bu kelimeleri hanginiz zapt edebilirsiniz? Kim onları zaptedecek ve amel edebilecek; yahut onu yapacak bir adama söyleyebilecek? Kendisi yapamıyorsa da bir başkasına öğretebilecek, söyleyebilecek kim var?” diye cemaate sormuş.
Ebû Hüreyre RA diyor ki:
“—Ben yaparım ya Rasûlallah! Söyle, buyur!” dedim
Peygamber SAS benim elimden tuttu ve beş şey saydı.
Bak ne güzel, sanki peygamberimizin huzurunda şimdi. Hadi buyurun bir salat u selam getirelim:
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ rasûla’llah....
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ habîba’llah…
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke ya seyyide’l-evvelîne ve’l-âhirîn…
Birinci sözü Efendimizin:
اتَّقِ الْمَحَارِمَ ، تَكُنْ أَعْبَدَالنَّاسِ،
(İttekı’l-mehàrim) ‘Haramlardan sakın, (tekün a’bede’n-nâs) nâsın, insanların en àbidi sen olursun.”
Ey Ebâ Hüreyre! Hem diline, hem başkalarının diline duyur. haramlardan sakın ve korun. İttekî korunmak ve sakınmak. Ne zaman ki haramlardan korkup kaçabiliyorsun, nasın en abidi sen olursun.
Nasın abidi demek, gece sabahlara kadar secdelere kapanan; gündüzleri akşama kadar oruç tutan değil, haramlardan kaçan adam. Şimdi haramlardan kaçış nisbetini kendimizde ölçebiliriz. Ben ne gibi haramları terk edebiliyorum, ne gibilerini terk edemiyorum. Eğer sen sigarayı da haramdan saymıyorsan, vay halimize. İkincisi birçok şeyler var. Bu dersin ilerisi çok geniştir. Erkeklerin kadına benzer kıyafete girmeleri, kadınların erkeklere benzer kıyafete girmeleri büyük kabahat. Ve bunun başında da şu tıraş olma gelir.
Allah-u Teàlâ’nın verdiği bir hilkat var. Bu hilkati veren Allah’tır. Bu hilkati tebdil ve tağyire kimsenin hakkı yoktur. Kulağını kesebilir misin? “Bu kulak fazladır burada, niçin böyle duruyor? Düz olsa daha iyi…” diye bunu buradan kesebilir misin? Bunların nasıl hepsinin lüzumu varsa, bu sakalın da lüzumu var. Fakat memleket göreneği olaraktan bugün bu adet haline gelmiştir. Biz adete değil, Hakka uymaya mecburuz.
Peygamberimiz sakallı mıydı? Sakallıydı. Herkes de sakallı mıydı? Sakallıydı. Binâen aleyh şimdi siyah sakal ne kadar güzel yakışır bir genç insana. O siyah sakal içerisinde bazen beyaz kıllar belirir. Beyazlar belirince insan der ki:
“—Yahu bizi ihtiyar zannedecekler. Şu beyazları koparayım!” der, yolmaya başlar.
Bu nurdur. Bunun yolunuşu, nurları istemiyorum demektir. Nuru da koparıyor. Kopardığın tüy değil, nurdur. Onları sen kendi kendine yok etmeye çalışıyorsun.
Hz. Ömer RA her gün bir vaiz gelirmiş başına.
“—Ya Ömer! Allah’tan kork, ölüm var!” dermiş, bir şeyler söylermiş. Hz. Ömer’in kulağına.
Hz. Ömer kendisine gelsin diye.
Hz. Ömer cahil değil ama kendisinin demek böyle bir şeye ihtiyacı var. Bunu başkaları da öğrensinler diyerekten bir adamı vazifelendirmiş. Her gün gelip ona söylermiş. Bir gün sakalında beyaz çıkmış. Adama demiş ki:
“—Gelme artık!”
“—Neden yâ Ömer?”
“—Alâmet üzerimde belirdi. Artık senin söylemene ihtiyaç kalmadı.” Onun için Allah cümlemize intibah versin. Şimdi halka bir şey diyecek tarafımız yok. Memur vazifelidir ona diyecek bir şeyimiz yok. Din adamlarına ne diyeceksin? Senin vazifen bu dinin hocasıyım diyorsun, hadimiyim, hizmetkarıyım diyorsun, okudum geldim işte buraya, imam da oldum diyorsun, vaiz de oldum diyorsun, hatib de oldum diyorsun ama pırıl pırıl bir yüz.
Allah affetsin cümlemizi. Bu tenkit değil arkadaş! Tansiyon makinesinin bizim üzerimizdeki tatbiki. İslamiyet’teki derecemizi gösteren bir alet. Cemaatimizin içerisinde belki yüzde yirmi, otuz hiç din göreviyle alâkaları yoktur. Vazifesi var herkesin. İşçidir, memurdur. Ama sakal bugün İslam’ın şiarıdır Vazifeli bir tüccar kalmış da “Allahu ekber!” diye öne geçen bir insan, ona da bakıyorsun o da sakalsız.
Rahmetlik Hoca Yakup Efendi vardı. Üç dört sene önce rahmetlik oldu. Belki tanıyanlarınız vardır. Böyle camilerde sakalsız imam gördü müydü, kıldıysa, onu iade edermiş. Ama şimdi şaşırdım diyor, hangisini iade edeyim. Hepsini tekrar tekrar
iade etmek zor geliyor. Yaşlandım artık, hakkından da gelemiyorum diye şikâyette bulunmuştu.
Allah cümlemizi affetsin…
Şimdi Ebu Hüreyre’ye, Rasûl-i Ekrem’in verdiği beş nasihattan birisi.:
(İttekı’l-mehàrim) ‘Haramlardan sakın, (tekün a’bede’n-nâs) nâsın, insanların en àbidi sen olursun.”
Bunları hep ezberlememiz lazım. Peygamberimizin sözleri. Ne zaman haramlardan kendini kaçırabiliyorsun, saklayabiliyorsun; o zaman nasın àbidi sen olursun. Onun için harama alışmamak lazım!
Bize bir vakit içkinin zararları hakkında ders vermişlerdi. O içki dersini veren doktor bize dedi ki:
“—Bir kadehten başlar!” dedi.
Bir kadeh ne zarar verir, hiçbir zarar vermez. Ağzıın kokar, ama vücuduna bir tesir yapmaz. O sarhoşluk, bir kadehten başlar. Sonra bir gün gelir ki bir kadeh üzerine bir daha içersin. Bir kadeh üzerine bir daha içersin. Derken olursun bir ayyaş. Sigara bir tane zarar etmez dersin ama bir derken iki olur, yirmi olur bir pakette. Bir paket yetmez, bir paket daha içersin üzerine, iki paket olur. onun israfı ayrı haram. Ağzının pis kokularıyla melekler senden uzaklaşıyor o ayrı kabahat. Yani biz bugün ufak şu günahlara harcadığımız paralarımızı arttırsak, memleketi ihya ederiz.
Bugün deniz orduları, kara ordusu, hava ordusu hep yardım istiyor memleketten. Ne yapıyoruz yardım edip de? Eğer sigaraların parasını toplayıp versek, kafi gelir onların hepsine... Çünkü milyonlar içiyor. Günde otuz milyonuz. On milyon olsa içen, birer lira olsa, on milyon lira. İkişer lira olsa, yirmi milyon lira. Üçer lira olsa, otuz milyon lira. Bazısı beş yüze falan oluyormuş galiba, beş yüz olsa, elli milyon lira. Bir günde elli milyon içiyor. On günde beş yüz milyon yapar. Yüz günde beş milyar yapar.
2. Allah’ın Taksimine Razı Ol!
SAS Efendimizin ikinci sözü:
وَارْضَ بِمَا قَسَمَ اللََُّّ لَكَ، تَكُنْ أَغْنَى النَّاسِ؛
(Ve’rda bimâ kasema’llàhu lek, tekün ağne’n-nâs) “Allah-u Teàlâ’nın taksimine razı ol, nâsın, insanların en zengini olursun!”
Şimdi bugünkü kıyametin kopuşu, Allah-u Teàlâ’nın takdirine razı olmamaktan… Burada Efendimiz SAS diyor ki:
“—Allah sana ne verdiyse, ona razı olmaya çalış. Öteki yiyor, çok kazanıyor. Bir günde yüz lira, beş yüz lira kazanıyor. Sana da beş lira kazandırıyor. Sen o beşe razı ol canım.
“—O yüz kazanıyor, yüz yiyor, şöyle evi var, böyle malı var!” diyerek buna göz atacağına, sen Allah-u Teàlâ’nın verdiğine razı olduğun gün, sen insanların en zenginisin. En zengin o yüz milyonlara malik olan değil, hakkına razı olan… Taksime razı olan en zengindir, iki.
3. Komşuna İyi Davran!
Üçüncüsü de, çok şayan-ı dikkat bir şey yâni; Tirmizî Hazretleri’nin rivayeti:
وَأَحْسِنْ إِلَى جَارِكَ تَكُنْ مُؤْمِنًا،
(Ve ahsin ilâ cârike, tekün mü’minen) “Sen komşuna ihsân eyle ki, mü’min olasın! Sen komşuna ne zaman ihsan edersen, o zaman mü’minsin!” Ne demek bu ya hu? Nasıl bağlıyor bizi birbirimize. Ama birbirimizden ilgiyi kestikten sonra müslümanlığı ne kadar arayacağız birbirimizde. Ne kadar aramaya hakkımız var? Allah affetsin cümlemizi.
4. Kendin İçin İstediğini Herkes İçin İste!
Dördüncü nasihati:
وَأَحِب لِلنَّاسِ مَا تُحِبُّ لِنَفْسِكَ، تَكُنْ مُسْلِمًا؛
(Ve ehibbe li’n-nâs, mâ tühibbu li-nefsik) “Kendin için istediğini bütün insanlar için iste; (tekün müslimen) o zaman müslüman olursun!” Sen nefsin için neleri seviyor, istiyorsan; komşun için ve kardeşin için de onları istemek vazifendir. Bunu yaptığın gün müslümansın. Ne kadar güzel!
5. Çok Gülme!
Beşinci nasihati de:
وَلاَ تُكْثِرِ الضَّحِكَ، فَإِنَّ كَثْرَةَ الضَّحِكِ تُمِيتُ الْقَلْبَ .
(Ve lâ tüksiri’d-dahik, feinne kesrete’d-dahiki) “Gülmeyi çok yapma, gülme iyi değil. Ne yapar? (Tümîtü’l-kalb) Kalbi karartır, öldürür.” Çünkü çok gülmek, kalbin ölümüne sebep olur.
g. Komşunun Hayırlısı
Ahmed ibn-i Hanbel, Tirmizî, İbn-i Hibbân, Hàkim, Beyhakî ve Taberânî, Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:28
28 Tirmizî, Sünen, c.VII, s.193, no:1867; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.53, no:115; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.167, no:6566; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.610, no:1620; Dârimî, Sünen, c.II, s.284, no:2439; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII,
خَيْرُ الأَْصْحَابِ عِنْدَ اللََِّّ ، خَيْرُهُمْ لِصَاحِبِهِ؛ وَخَيْرُ الْجِيرَانِ عِنْدَ اللَِّ،
خَيْرُهُمْ لِجَارِهِ (حم. ت. حب. ك. ق. هب. طب. عن ابن عمرو)
RE. 280/9 (Hayru’l-ashàbi inda’llàhi, hayruhüm li-sàhibihî; ve hayru’l-cîrâni inda’llàhi, hayruhüm li-cârihî.) (Hayru’l-ashàbi inda’llàhi) “Allah’ın indinde arkadaşların hayırlısı, (hayruhüm li-sàhibihî) arkadaşına hayırlı olanıdır. (Ve hayru’l-cîrâni inda’llàhi) Allah’ın indinde komşuların hayırlısı ise, (hayruhüm li-cârihî) komşuya hayırlı olanıdır.”
Arkadaşların en hayırlısı, arkadaşlarına en hayırlı olanıdır. Komşuların da en hayırlısı, komşusuna hayırlı olan kimsedir.
İnsanlar, “Ev alırken komşuya bak, öyle al evini!” derler. Şimdi Allah esirgeye, iki tane ev var insanda: Birisi dünyada, birisi de mezarlıkta… Dünyada eğer baktın ki adam geçinilmiyor, kaçarsın, başka yere gidersin, kurtarırsın yakayı. Fakat mezarlıkta nereye gideceksin? Hayırlı komşuların arasına girebilmenin, hayırlı insanların arasına gömülebilmenin çaresine de bakmak lâzım!
Ama şimdi sırayla gömüyorlar. Nereye isterlerse oraya koyuyorlar. Kaderin neyse o olacak. Yalnız şu kadarı var, bugünkü mezarlar en iyi taştan daha güzel. Hepsi mermer, pırıl pırıl parlıyor. Çiçeklerin envai çeşidi içerisinde…
Medine-i Münevvere’de gittik, mâlum Cennetü’l-Baki diyorlar
s.77, no:9541; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.277, no:519; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.IV, s.140, no:2539; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.224, no:1235; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.136, no:342; Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.VI, s.284, no:2341; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.177, no:2887; Abdullah ibn-i Mübârek, Cihad, .I, s.163, no:2161; Beyhakî, Âdâb, c.II, s.401, no:655; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XII, s.27, no:6392; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXII, s.137; Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan.
oranın mezarlığına… Orada peygamberimizin ashabı yatıyor, ezvac-ı tahireleri, peygamberimizin çocukları, kızları falan hep orada… Ezcümle ehl-i Medine orada… Bilmem Baki denilen mezarlığın büyüklüğü, bizim caminin belki şu avlusuyla beraber, üçü veya beşi kadar büyüklükteki bir yer… Duvarla çevrilmiştir. Ehl-i Medine’nin bin küsür seneden beri olan bütün mevtalarını oraya gömerler.
Şimdi bizim önümüze delil düştü. Gezdiriyor bizi mezarlık şeylerini. İşte burası peygamberin kızının olduğu yer. Burası oğlu İbrahim’in olduğu yer. Burası işte Hz. bilmem kim diyerekten hepsini sayıyor. Götürdü bir yere. Burası da Hz. Osman’ın mezarı dedi. Hz. Osman, biliyorsunuz Peygamberimizin iki kızını alan damadı. Biri vefat etti, diğerini de verdi Peygamberimiz. Hulefadan olmuş, Hz. Ömer’den sonra halife de oldu. On bir sene mi ne halifelik yaptı Ümmet-i Muhammed’e.
Fakat bu insanoğlu çok acayip bir mahluk. Adamı muhasaraya aldılar. En nihayetinde şehid ettiler. Oraya da gömdüler, uzatmayalım işi. Nasıl bileceksin orada Hz. Osman’ın mezarıdır diyerekten. Nasıl herkesin mezarı dümdüz ise o da öyle dümdüz. O delil olan diyor ki işte burası Hz. Osman’ın mezarı diyor, biz de ruhuna okuyoruz. Göstermese kimse bilemez.
Dedim ki:
“—Yâhu bunların önüne birer tane levha koysanız da, hiç olmazsa bu Hz. Osman’ın mezarıdır, bu şunundur diye bilsek. Hiç böyle delile de lüzum kalmaz. Herkes okuyacağını okur.” “—Yok, olmaz!” dediler. Askerler vardı.
Ama birçok şeysi var şimdi. Öldü, öldükten sonra insanın ne meziyeti var yani. Ölünceye kadar apartmanın olsun, evin olsun, malın olsun. Fakat öldükten sonra artık ne meziyet vardır ki ona böyle kubbe yapılsın, çok paralarla müzeyyen taşlarla… Hayatı bitti artık. Onun artık orada laşe dedikleri vücudun çürüme hali vardır. Kırk gün sonra, elli gün sonra hatta bir iki ay sonra git bak yanına sokulamazsın. Dağılmış, perişan olmuş bir vücut. Bunu süslemekte ne var yani. Gâvurlar ne yaparlarsa onların hemen yaptığını yapmak için mi yaratıldık yani? Allah affetsin
kusurumuzu…
Ama şimdi o mezarını sen yaptıramayacaksan, oraya seni gömdürmezler de. Ben yaptırmayacağım dedin miydi, git nereye gömersen göm derler. Burayı yaptırabilirsen gömülürsün. Para vereceksin, alacaksın. Bu kadar da para vereceksin yine yapı parası. Öyle alacaksın.
Ama hayra o paraları harcasak şimdi mezarlıklarda kim bilir kaç mezar yatıyor. O mezarların paralarını üst üste beşer onar liradan hesap etsek, ne kadar milyon para orada gömülmüş toprağa. Yazık değil mi efendi? Biz bugün muhtaç bir milletiz. Bu kadar parayı oraya gömmekte ne mana var yani? Gökte tayyaremiz yok, denizde vapurumuz yok, şurada bunumuz yok. hep bunları alem bize verecek de biz bunları kullanacağız. Böyle iş mi olur yani? Allah intibahlar nasib etsin cümlemize...
Ebû Hüreyre RA’a Peygamber SAS Efendimiz’in verdiği nasihatı bildiniz: Birisi meharimden sakınmak. İkincisi Allah-u Teàlâ’nın taksimine razı olmak. Üçüncüsü komşuya ihsan etmek. Kendin için ne istiyorsan, başka insanlar için de aynı şeyi istemek. Gülmeyi de çok yapmamak. Efendimiz SAS onun üzerinde kat’iyyen gülmemiştir. Ancak tebessüm buyurmuşlardır.
h. Komşu Komşuya Varis Olacak Zannettim
Şimdi Hz. Ömer’in oğlu Abdullah ile Hz. Aişe validemiz ikisi birden rivayet ediyorlar.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:29
29 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.2239, no:5669; Müslim, Sahîh, c.IV, s.2025, no:2625; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.360, no:13340; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Müslim, Sahîh, c.IV, s.2025, no:2624; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.760, no:5151; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.332, no:1942; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1211, no:3673; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.187, no:25580; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.265, no:511; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.202, no:647; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VIII, s.65, no:4590; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V, s.220, no:25416; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.84, no:9562; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.275, no:12389; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.III, s.1005, no:1745; ;
مَا زَالَ جِبْرِيلُ، يُوَصِّينِي بِالجَارِ، حَتَّى ظنَنْتُ أَنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ (م. د. ت. حم. ق. عن ابن عمر؛ حم. ق. عن عائشة)
RE. 375/1 (Mâ zâle cibrîl, yûsînî bi’l-câr, hattâ zanentü ennehû seyüverrisehû) “Cebrâil AS bana geldi geldi, komşuluk üzerinde o kadar durdu, o kadar söyledi ki; Allah komşuyu komşuya varis kılacak, mirasını komşuya bıraktıracak sandım.” diyor.
Kitabın sahibi diyor ki:
“—Komşu hakkının muhafazası imanın kemalindendir.” Komşu hakkı aşağıda gelecek de, biz burada şu ufacık bir ilâve yaptırdık. Şu camiyi İskender Paşa kendisi yaptırmış. Belki etrafında medreseleri de varsa onları da yaptırmış. Eğer bu bize kalırsa, bunu yapmak için bütün İstanbul’u yardıma çağırmamız lâzım!. Şu ufacık bina için memleketin kaç tarafından yardımlar bekliyoruz:
“—Aman sen de gayret et, sen de gayret et!” Neden? Komşu yapmıyor yardımı. Komşunun vazifesi bunu yapmak. Başkasından beklememek lâzım!
Şimdi bize her memleketten geliyor. Trabzon’dan geliyor, Sivas’tan geliyor, şuradan geliyor, buradan geliyor:
İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.396, no:2707; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mekârim-i Ahlâk, c.I, s.101, no:320; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.II,s.190, no:1496; Hz. Aişe RA’dan.
Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.760, no:5152; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.332, no:1943; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.38, no:2403; Bezzâr, Müsned, c.VI, s.371, no:2388; Dâra Kutnî, İlel, c.VIII, s.231, no:1538; Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.445, no:9744; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.265, no:512; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.I, s.190, no:141; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.241, no:1586; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.81, no:624; Dâra Kutnî, İlel, c.VIII, s.230, no:1538; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XVII, s.109; Ebû Hüreyre RA’dan.
Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.VIII, s.822; Ebû Ümâme RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.302, no:13541, 13542; Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.86, no:24878; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1212, no:2215.
“—Aman biz bir cami yaptıracağız. Bize de yardım edin!” diyorlar.
Canım senin memleketinde kalmadı mı adam? Trabzon neresi, Sivas neresi, Erzurum neresi?.. Geliyor burada yardım istiyor. Eh yaparım ama senin memleketin ne oldu? Öldü mü oranın insanları?
“—Fakir efendim!” Sen de camini fakirliğine göre yap!
Hani o adam gelmiş de esvab istemiş de Peygamber SAS’den. “—Senin komşun yok mu? Sana bir esvab verecek komşun yok muydu da ta oradan kalktın geldin, benden esvab istiyorsun?” demiş.
Senin memleketinde adam mı kalmadı da şimdi geldin buradan yardım istiyorsun. Allah affetsin cümlemizi…
Diyor ki şimdi:
İmanın kemali, komşuya olan hukuka riayetledir. Peygamberimizden evvelki cahiliyye devri insanları da buna riayet ediyorlardı. Herkes gücü yettiği nisbette komşusuna ihsanda bulunurdu.
Evet bu adam zekâta muhtaç değil, hediye de caiz değil mi gene?
“—Yok, ne diye vereceğim ben buna hediyeyi?” Hadi hediyeye para harcayacaksın, verme! Selâmın ne zararı var? Para pul da yok. Bir selâm vermek sünnet, almak farz diyorlar. Sevabı da ona göre oluyor.
İkincisi: Güler yüzle karşılamak. Mü’min mü’mini daima güler yüzüyle karşılayacak. Asık suratla değil.
Yüzüne baksan bin parça olur insan. Selâm vermek istesen veremezsin. Çok asık bir suratı var. Mağrur, kendini beğenen bir insan, güleç yüz gösteremez.
Komşunun halini araştırmak da vazifendir. Bazı insanlar utangaç olur, sıkılır. Kuru ekmeğe razıdır. Kendi halini başkasına
duyurmak istemez. Bunu senin anlamak lazım, senin idare etmen lazım. Buna benzer muhtaç olunan şeyleri herkes araştırıp bulacak. Sen araştıramıyorsan, bir araştırıcı koyacaksın. O araştırıp koyacak, ondan sonra ona verecek.
Ona vaki olacak ezaları önlemek. Asıl mühim olan şimdi.
Mesela Allah esirgeye bir kusuru olursa, o kusuru böyle yayıcılar vardır. Yerin kulağı var derler. Her tarafa yaymaya çalışırlar. Bire de on kataraktan.
“—Sus, ayıp, terbiyesiz, böyle şey olmaz! Bir daha duymamayım senden…” diyerek onu men etmeye çalışır.
Komşuya zarar vermez. Bu zarar ister maddî ister manevî
olsun. Komşusu onun ezasından emin olmayan kimse mü’min olamaz.
Seni gavur yapmıyor da hareketsiz hale getirmiş. Hareketsiz halde bir insan. Eli tutmaz, ayağı tutmaz, hiçbir faydası yok. Öyle bir halde… İman var üzerinde ama bu halde yani.
Onun için, içki içen bir insanın iman kalbinden ayrılır, çıkar. Gömleği sırtından çıkardığın gibi. Başı ucunda bekler. Ta o içkinin sarhoşluğu bitince, tekrar iman yerine döner derler. Kırk gün tövbesinin kabulü olmaz demişler. Bu kadar böyle imana zarar verici şeylerle beraber, bugün en basit olan komşu hakkına riayetsizlik de imanı senden uzaklaştırır.
Efendi, insan yani bak şimdi zenginliğin zararına bak. İnsan zenginleşti mi, bir yanı başında onun gurur denen bir şey tabiatıyla geliyor. Zenginleşti miydi, varlıklaştı mıydı; evini beğenmiyor, etrafını beğenmiyor, komşusunu beğenmiyor, evin mobilyasını beğenmiyor, işini beğenmiyor… Zamana göre o da zamanın adamı olmaya çalışıyor.
O zaman fukarasının, zuafasının nasıl ezildiğini sen tahmin et gayri. Kapısına gitsen, içeriye almaz. Söylesen sokmaz, dinlemez. Çünkü sen benimle muhatap da olamazsın der.
Komşuyu zarara sokmak, komşunun zararına hareket etmek günah-ı kebâirdendir. Adam öldürmek, rakı içmek, hırsızlık nasıl
kebâir ise, komşuya ezada ısrar da böyle kebâirdendir.
Dedim ya insanın alıştığı bir huy vardır. Çocukluğundan beri onunla yaşamış, büyümüş. Yaş elli olmuş, altmış olmuş, yetmiş olmuş. Fakat o huyla yetişmiş. Şimdi dinlemiş hiç faydası yok. O alıştığı huy, onunla beraber…
“—Kötü huyları teneşir paklar!” derler ya.
Kötü huyların temizlenme yerin teneşir tahtasıdır. Onun için çocukluk devrinden itibaren insanın bunlara alışması ve yapması lazım. Bununla beraber fasık facirler de burada buna dahil.
Şimdi komşu hakkında diyor ki:
En yakın kapı hangi komşunun kapısıysa, en evvel hak onundur. İki tane komşu çağırmışlar Hz. Aişe Validemiz’i galiba…
“—Ya Rasûlallah, hangisine icabet edeyim, ikisi de komşu? Çağırdılar bu akşam bizde çorba içelim diyerekten.” “—Hangisi sana kapı cihetinden yakınsa, ona icabet edeceksin. Onu atlayıp da ötekine gitmek haksızlıktır.”
Hz. Aile Validemiz diyor. Rasûlüllah Efendimiz’e sordum:
“—Yâ Rasûlallah, benim iki komşum var. Ben hediye vermek istesem, bunların hangisine daha önce vereyim?” “—Sana en yakın kapı hangisi ise önce ona ver! Çünkü senin evin geleni gideni herkesten daha ziyade yakınında olan komşu görür. Ne getirdin, ne götürdün o vakıftır. Binâen aleyh, en evvel ona vermek lazım!
Sonra maazallah bir sıkıntıda olsan, ta bilmem neredeki komşuya sesleninceye kadar, yanı başındakine seslenirsin:
“—Komşu, koş koş koş!”
“—Ne var?”
“—Yangın var, hırsız var, bir şey var…”
En evvel kim evine koşacak? Yakınındaki komşun koşacak, Binâen aleyh onun memnun et ki, öyle bir feryad olduğunda imdadına koşsun senin.
Şimdi Hz. Ali KV bu komşuyu tarif ediyor. Bu komşular kimlerdir? Diyor ki:
“—Sabah namazını seninle kimler kılıyorsa, onlar senin komşundur.” Şimdi iş değişti, Allah affetsin beni. Camimize sabahleyin bir sürü kardeşlerimiz gelir. Fakat ben en fazla üçünü beşini tanırım.
Diğer komşularla hiç ilgim yok. Adını da bilmem, kendinin hangi evde oturduğunu da bilmem, nereli olduğunu da bilmem.
Bir kardeş gelse dese ki:
“—Hoca efendi, sizin cemaatinizden filan adam nerede oturur?” Bilmem kardeş. Geliyor, camide görüyorum ama. Bilmem.
“—Niçin?”
“—Ne bir kahve ikram etmiştir, ne ‘Benim evim de burasıdır!’ demiştir. Ne bir sohbet etmiştir. Gelir gider o kadar.” Camideki cemaat komşuymuş da bizim komşularımızdan haberimiz yok. Allah affetsin…
i. Komşu Kimdir?
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:30
حَق الْجَارِ أَرْبَعُونَ دَارًا: هٰكَ ذَا وَهٰكَذَا، وَهٰكَذَا وَهٰكَذَا؛ يَمِينًا وَشِمَالاً،
قُدَّامًا وَخَلْفًا (ع. حب. عن أبي هريرة)
RE. 275/15 (Hakku’l-civari erbaùne dâren: Hâkezâ ve hâkezâ, hâkezâ ve hâkezâ; yemînen ve şemâlen, kuddâmen ve halfen.) (Hakku’l-civari erbaùne dâren) “Komşu hakkı dört taraftan kırk evdir. (Hâkezâ ve hâkezâ, hâkezâ ve hâkezâ;) Şöyle, şöyle, şöyle, şöyle; (yemînen ve şemâlen, kuddâmen ve halfen) sağdan, soldan, önden ve arkadan.” Dört taraftan kırkar tane ev deyince şimdi iş de değişti. Bir ev
30 Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X, s.385, no:5982; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.307, no:13559; Ebû Hüreyre RA’dan.
var, kırk tane hane var içerisinde. Kırk tane daire var içerisinde. Demek ikinci kapıya gitmeye lüzum kalmadan bir yahut iki apartman yetecek adama. Her apartman en aşağı on yirmi daireden ibaret.
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah evinde bir koyun kesmiş. Dışarıda işi varmış, işi bitince eve gelmiş.
“—Bizim Yahudi komşuya et verdiniz mi?” diye sormuş.
Yahudiymiş komşusu. Allah affetsin bizi. Birbirimize karşı bundan da mı aşağıyız yani. Hiç alakadar olunmaz, ilgilenilmez. Bak yahudiyi de komşuluktan çıkarmıyor. Onun da bir hakkı var. Komşu hakkı. Müslüman olsa iki hakkı var. Çünkü, “Lâ ilâhe illa’llah, Muhammedün rasûlü’llah” diyor, camiye de geliyor.
Bir de akraba olursa, üç hakkı var: Hem akrabalık, hem müslümanlık, hem de komşuluk hakkı.
Onun için Yahudi komşuya et verdiniz mi diye iki defa soruyor. Sonra diyor ki Hz. Abdullah diyor ki, ben Rasûlullah’tan işittim, buyurdular ki:31
31 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.2239, no:5669; Müslim, Sahîh, c.IV, s.2025, no:2625; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.360, no:13340; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Müslim, Sahîh, c.IV, s.2025, no:2624; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.760, no:5151; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.332, no:1942; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1211, no:3673; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.187, no:25580; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.265, no:511; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.202, no:647; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VIII, s.65, no:4590; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V, s.220, no:25416; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.84, no:9562; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.275, no:12389; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.III, s.1005, no:1745; ; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.396, no:2707; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mekârim-i Ahlâk, c.I, s.101, no:320; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.II,s.190, no:1496; Hz. Aişe RA’dan.
Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.760, no:5152; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.332, no:1943; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.38, no:2403; Bezzâr, Müsned, c.VI, s.371, no:2388; Dâra Kutnî, İlel, c.VIII, s.231, no:1538; Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.445, no:9744; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.265, no:512; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.I, s.190, no:141; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.241, no:1586; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.81, no:624; Dâra
مَا زَالَ جِبْرِيلُ، يُوَصِّينِي بِالجَارِ، حَتَّى ظنَنْتُ أَنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ (م. د. ت. حم. ق. عن ابن عمر؛ حم. ق. عن عائشة)
RE. 375/1 (Mâ zâle cibrîl, yûsînî bi’l-câr, hattâ zanentü ennehû seyüverrisehû) “Cebrâil AS bana geldi geldi, komşuluk üzerinde o kadar durdu, o kadar tavsiye etti ki; Allah komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” Bir tanecik daha okuyalım!
j. Saadet Sebebi Olan Üç Şey
Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:32
مِنْ سَعادَةِ المَرءِ المُسْلِمِ في الدُّنْيا: اَ لَجَارُ الصَّالِحُ، وَالْمَ نزِلُ الوَاسِعُ ،
والمَرْكَبُ الهَنِيءُ (حم. ك. هب. عن نافع بن عبد الحارث)
RE. 449/8 (Min saàdeti’l-mer’i’l-müslimi fîd-dünyâ) “Dünyada müslümanın, müslüman kişinin saadetinin alâmeti, mutlu-
Kutnî, İlel, c.VIII, s.230, no:1538; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XVII, s.109; Ebû Hüreyre RA’dan.
Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.VIII, s.822; Ebû Ümâme RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.302, no:13541, 13542; Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.86, no:24878; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1212, no:2215.
32 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.407, no:15409; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.268, no:7602; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.54, no:116; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.VII, s.82, no:9558; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.149, no:385; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.VI, s.267, no:2328; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.IV, s.179, no:2336; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.1056; İbn-i Abdi’l-Ber, el-İstîâb, c.I, s.470; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXIX, s.280; Nâfî ibn-i Abdü’l-Hàris RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.813, no:43234; Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.299, no:13532; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.423, no:11117.
luğunun alâmeti, ama bu mutluluğun ne olduğunu biraz sonra açıklayacağım, mutluluğunun alâmeti nedir, mutluluğu şudur yâni, mutluluğundan bir parça da şudur:
(El-câru’s-sàlih) Salih bir komşusu olması. Salih, dindar, âlim, müttakî, güvenilir, salih bir komşusu olması bir.
Komşunun güzeli, insanın saadetinin alametidir. Mesuddur insan. İnsan parayla mesud olmaz. Varlıklarla mesud olmaz. Komşun senin kötüyse, fena insansa. Öyleyse komşunun iyi oluşu, salih kişi oluşu insan için bir saadettir.
(Ve’l-menzilü’l-vâsi’) Geniş bir evi olması. Daracık değil, sıkıntılı değil, rahat, geniş bir evi olması iki.
(Ve’l-merkebü’l-henî’) İyi bir bineğinin olması. Böyle huysuz değil, güzel, iyi bir tatlı, hoş bir bineğinin olması.”
Güzel yürüyen bir hayvan. Şimdi hayvan kalmadı. Güzel yürüyen bir araba. O da insanın saadetindendir.
Evinin önünde araban var. İstediğin vakitte binersin, istediğin yere gidersin ama delicesine değil, ağır ağır, kâmil kâmil… Beş dakika sonra git, ne zararı var? Bak her gün görüyoruz dünya kadar vukuat oluyor. Bunlar deliliğin alameti, hoppalığın alâmeti. Ne var beş dakika evvel gideceksin de?.. Eceline mi gidiyorsun?
Hadi sen öleceksin de başkalarının da ölümüne sebep oluyorsun. Ne lüzum var? Bu deliliktir işte. Bu binek saadetten değil, şekavetten oldu. Saadet denirken kullananın iyi kullanamaması dolayısıyla saadet değil, şekavet… Kimisi hapishaneye gider, kimisi mezarlığa gider. Oldu bir felaket.
Ne sebep oldu? O bizim araba sebep oldu. Ne yapayım, güzel gidiyordu. Ben de sürüveriyordum. Sürüveriyordun ama karşıdan baktın bir tane geliverdi. Kaçacak yol da bulamadın. Pat, küt, gitti gürültüye.
k. Sàlih Müslümanın Faydası
Taberânî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:33
إِنَّ اللََّ لَيَدْفعُ بِالْمُسْلِمِ الصَّ الِحِ عَنْ مِائَةِ أَهْلِ بَيْتٍ مِنْ جِيرَانِهِ الْبَلاَءَ
( طب. عن ابن عمر)
RE. 90/11 (İnna’llàhe leyedfeu bi’l-müslimi’s-sàlihi an mieti ehli beytin min cîrânihi’l-belâi.) “Allah-u Teàlâ bir salih müslüman sebebiyle yüz komşudan belâyı def eder.” Cenâb-ı Hak salih bir müslüman dolayısıyla, yüz komşuya gelecek belayı def eder. O salih müslüman hürmetine def eder. Biz öyle bir sàlihi memleketten kovmaya çalışıyoruz.
Cenâb-ı Hak cümlemizi affetsin... Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar etsin. Peygamber SAS’in buyruklarına intisal etmek ve yasaklarından da kaçınmak devlet ve şerefine nail eylesin… Müslümanlıkta da olgun, kâmil bir müslüman olmak nimetini Cenâb-ı Hak cümle Ümmet-i Muhammed’e, bizlere de nasib ü müyesser eylesin…
Li’llâhi’l-fâtihah!
02. 04. 1972 – İskenderpaşa Camii
33 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.239, no:4080; Ukaylî, Duafâ, c.IX, s.293, no:2210; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.383; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.173, no:7064.