22. KARDEŞLİK
El-hamdü li’llâh, sümme el-hamdü li’llâh…
El-hamdü li’llâhi’llezî hedânâ li-hâzâ vemâ künnâ li-nehtediye levlâ en hedâna’llàh… Ve mâ tevfîkî illâ bi’llâh… Aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünîb…
Neşhedü en lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh... Ve neşhedü enne muhammeden abdühû ve habîbuhû ve rasûlüh…
Allàhümme salli ve sellim ve bârik alâ hâze’n-nebiyyi’l-kerîm… Ve’r-rasûli seyyidü’s-senedi’l-azim, Zü’l-kalbi’r-rahîm, seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
Salâten ve selâmen dâimeyni mütelâzımeyni ilâ yevmi’d-dîn… Ve selleme teslîmen kesîrâ…
Emmâ ba’du feyâ ibâda’llàh… Ûsiküm ve nefsi’l-âsiyeti bi- takva’llàhi ve tàatih… İnna’llàhe meallezîne’ttekav ve’llezînehüm muhsinûn…
Kàle’llàhu tebàreke ve teàlâ fî kelâmihi’l-hakîm, estaizü bi’llâh:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَة (حجرات:10)
(İnneme’l-mü’minûne ihvetün) “Mü’minler sadece ve sadece, yalnızca kardeştirler.” (Hucurat, 49/10)
Sadaka’llàhu’l-azîm.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
İslâm camiasının ayakta durabilmesi için yegâne vasıta müslümanların birbirlerini sevmeleridir. Namaz, oruç, zekât onlar ayrı hususi ibadetler, herkesin kendisine aittir; sevabı kendisine, günahı da kendisinedir. Fakat İslam camiasını ayakta tutmak, müslümanların birbirlerini candan sevmelerine bağlıdır. Ondan dolayıdır ki Hz. Allah-u Celle ve A’lâ Hucurât Sûresi’nin şu ayetinde bizleri kardeş olarak beyan etmiştir:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَة (حجرات:10)
(İnneme’l-mü’minûne ihvetün) “Mü’minler sadece ve sadece, yalnızca kardeştirler.” (Hucurat, 49/10) buyrulmuş Kur’an-ı Kerim’de.
Bu kardeşlik bize anadan babadan miras değil, Hz. Allah Celle ve A’lâ'nın lütf u ihsanı ile verilmiş bir kardeşliktir. Binâen aleyh, bu kardeşlik öz kardeşlikten daha üstün ve daha a’lâdır.
Onun için müslümanların birbirlerini sevmelerine nelerin sebep olduğunu, ne gibi şeylerle birbirlerini insanların seveceğini beyan etmişlerdir. İnsanlar durup dururken kuru kuruya sevemezler, sevmeleri için bir sebep lazım. Bazı meyveleri severiz, sebebi tatlıdır, güzeldir… Onunu için severiz onu. Sevdirmek için demek ki insanda bir tat, bir lezzet olması lazım. Bu tadı, bu lezzeti bulunca, onu mecburi seviyoruz.
Binâen aleyh müslümanların da birbirlerini sevebilmesi için birer tat ve lezzetlerinin bulunması lazım. Bunun için üç kaide vardır:
Müslüman müslüman kardeşinin en aşağı birbirine bakmak mecburiyetinde olduğunu bilmelidir. Mesela onun aylığı geldiği vakitte parasını nasıl veriyorsa, karnı acıktığı vakitte onu nasıl doyuruyorsa, onu barındırmak için nasıl bir yer bulup yatırıyorsa, müslüman kardeşine de en aşağı bu kadar onun iyiliği ve hizmeti olacak. İhtiyacı halinde ona imkân mertebesinde yardım edecek.
Orta mertebe; onu kendi mesabesinde koyacak. Kardeşi, ha kendisi ha o; ikimiz bir diyecek. Ben neye muhtaçsam sen de ona muhtaçsın diyecek. Binâen aleyh kendi ihtiyacını nasıl gayret edip tedarik etmeye çalışıyorsa, kardeşinin ihtiyacını da öylece gayret edip tedarik etmeye çalışacak. Ancak o zaman iki müslüman birbirini sever. Âlâsı, üçüncü derece; kendisinden daha üstün tutarak, kendisi de muhtaç ama, kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacıma tercih ve takdim ederek, onun ihtiyacını karşılamaya çalışmak... Ki bu en
yüksek ve âlâ mertebe oluyor ki buna sıddıklar mertebesi diyorlar. Bu her babayiğidin yapacağı şey değilse de bunu da imrenerek, özenerek yapmaya çalışmak vazifemiz oluyor.
Bundan dolayıdır ki bu hususta size birkaç misal vermek suretiyle izah etmeye çalışacağım: Cafer ibn-i Muhammed ismindeki zât diyor ki: "—Benim kapıma gelen düşmanlarımın hacetlerini bile görmekte, o kadar sa'y ü gayret gösteririm ki, düşmanım benim kapıma bir daha gelmemezlik yapmasın. Düşmanımdır ama ihtiyacı olmuş gelmiş kapıma. Bugün ben onun ihtiyacını yapmakta o kadar gayret gösteririm ki, bir daha gelmemezlik yapmasın..." Binâen aleyh bir müslüman, düşmanının hakkına bu kadar gayret gösterir de, kendi cinsinin, kendi milletinin, kendi dindaşının hizmetine gayret göstermezse, bu müslümanın kıymetini ölçünüz artık!..
Şimdi bunları söylerken size, tabi sizin Müslümanlığı ölçmenize bir ayar veriyorum. Bugünkü kendi Müslümanlığımızı ölçelim. Namazımız başka, orucumuz o da başka. Fakat Müslümanlık hukuklarına riayetteki geriliğimiz ne derecede, bunu kendi kendimize ölçmek için bu ayarı veriyorum size.
İbn-i Şibrime ismindeki zât-ı muhterem bir kardeşinin büyük bir ihtiyacını gidermiş. O kardeş de sevinerekten, benim ihtiyacım görüldü diyerekten bazı hediyelerle; "—Teşekkür ederim. Buyurun, bu hediyelerimi kabul edin." diyerekten İbn Şibrime'nin evine gitmiş.
İbn-i Şibrime demiş ki: "—Malını al! Âfâkallah. Afiyetle bunları ye! Ben vazifemi yaptım. Başka bir şey yapmadım. Binâen aleyh bir kardeşin bir kardeşe ihtiyacı olur da gelir onun kapısına, 'Benim şöyle bir ihtiyacım var.' der de, o ihtiyacı o kardeş karşılamazsa, diyor ki:
'—Namaz abdesti gibi abdest al, cenaze namazının tekbirleri gibi Allahu ekber diyerekten dört tekbir al, onu artık ölülerden addederek onu unut!'"
Çünkü bir ihtiyacı yapmakta bu kadar gevşekliğinden dolayı artık onun insanlık damarları sönmüş ve ölmüş, onun hayatta kıymeti yok demek, onu ölülerden say diyor.
Bundan dolayıdır ki Müslümanlıkta sevmenin ve sevilmenin kıymeti çok yüksektir. Benim bir eniştem vardı idi de rahmetlik oldu. Bu soyadları alınırken adını "Sevsevil" diye aldı. Ben bunu bir vakit anlayamadım ne demek olduğunu, "Sevsevil" diyerekten. Yâhi hem sev, hem de sevil…
Tabi o benden çok yüksek büyük olduğu için bunu vaktiyle idrak etmiş, biz bunu henüz idrak etmiş durumda değiliz. Sev ki sevilesin!
Bir kardeşiniz sizi ziyarete gelmiş uğurluyorsunuz. Siz o kardeşinizi uğurlarken o uğurlamadan dolayı Cenâb-ı Hak size öyle bir mükâfat bahşediyor ki yarın rûz-ı kıyamette tahte'l-arş hususi melekler yarataraktan seni cennete öylece teşyî edecekler, yol gösterecek, uğurlayacaklar. Senin o kardeşini uğurlamana mükâfât olarak.
Binâen aleyh bir müslüman bir kardeşinin ziyaretine Allah için giderse, onun arkasından melekler diyor ki: "—Sen ne güzel bir iş işledin! Senin için cennet vacip oldu.”
diyorlar.
İslâm’daki kardeşlik sevgisinin bahşettiği âhiret sevaplarının, başka ibadetlerle alınmasına imkân yoktur. Meselâ sabahlara kadar namaz kılsanız, bütün gün de bozmadan oruç tutsanız, kardeş sevgisinin aldığı sevabı alamazsınız.
Bakınız tekrar ediyorum: Cennet-i Âlâ'da bunlara mahsus bir köşk var fakat nuru cenneti parlatıyor, ışığı cenneti aydınlatıyor.
Diyorlar ki: "—Neresi burası?"
"—İşte o dünyada iken Allah için birbirini seven kardeşlere verilen yer."
"—Gidelim şunları ziyaret edelim!" diyorlar.
Sonra ahirette, o kıyamet gününde herkes havf u hüzün içerisinde kıvranırken, Allahu Celle ve A’lâ onlara hususi kürsüler, nurdan kıyafetler, esvaplar ve saireler vermiş. Öyle bir zevk ü sefanın içinde mest olmuşlar ki, ehli mahşer, "Acep kim bunlar?” diyerekten bayılıyor onların haline; hatta melekler, hatta sıddîklar, hatta peygamberler...
"—Kim bunlar?"
"—Bunlar dünyada iken Allah için birbirlerini sevenler!"
Bu mükâfaat kimseye verilmemiş, ancak Allah için birbirlerini sevenlere verilmiş.
Onun için aziz kardeş!
İslâm'ı ayakta tutan şey yalnız sevgidir. Binâen aleyh sevgiye muhalif ve mugayir olan her hareketten son derece tevakki edip, hazer edip uzaklaşmak lazım. Sevgiyi celp etmek için nasıl
kardeşlerin birbirine yardımı lazımsa, onun için o büyük insanlar kardeşlerinin evine uğrarlar, "Bugün neye ihtiyacınız var?" sorarlar, kardeşinin haberi olmadan bile. O gün ete, yağa ve
saireye olan ihtiyaçlarını kardeşlerinin haberi olmadan getirir evine bırakırlarmış.
Tabi bunu hisseden insanın ona karşı olan muhabbeti artar mı artmaz mı kardeş? Candan sever mi sevmez mi?
Ne güzel kardeş yahu! Benim evimin ihtiyacını bile benim haberim yokken görüveriyor. Benim de varım var, ben de yapacağım onu ama, bana bırakmadan o işi o yapıveriyor bak!
Elbette ona muhabbeti artar. Çünkü, (El-insânü abîdül-ihsân) "İnsan ihsanın kölesidir." Nereden iyilik görürse o tarafa meyleder insan. Cibilliyet, tiynet bunu icap eder.
Bunun gibi kardeşlerini arama; kendi ihtiyacını nasıl arıyor, çoluk çocuğunun ihtiyacını nasıl arıyor, çocuğunun istikbalini nasıl düşünüyorsa, kardeşinin çocuğunun da istikbalini düşünmekle mükellef, muvazzaf, vazifeli. Kardeşlik bunu icap eder.
Sen çocuğunu yüksek mekteplerde okuturken, beriki zavallı kardeşinin çocuğu iptidai dersleri bile alamayınca, senin vicdanın nasıl rahat eder dünyanın zevki safasıyla, israflarıyla paralarını harcamağa?
Bunu hangi vicdan, hangi İslâmiyet kabul eder. O orada inlesin, sızlasın, aç susuz ve her nasılsa... Sen beri tarafta arabanın içerisinde şu memleketten bu memlekete, şu zevkten bu zevke, şu beldeden bu beldeye, bu dağdan o dağa zevk u sefa içinde yaşa… Sonra da, "Ben de müslümanım!" diyerekten kimseye Müslümanlığı verme!
Onun için, eski Müslümanlarda, babaları ölürmüş de çocukların, çocukların haberi olmazmış babalarının öldüğünden. Yalnız yüzünü göremezlermiş babalarının. Yoksa babalarının zamanından daha müreffeh bir şekilde yaşarlar çocuklar. Çünkü babasının ahbapları onun evini her zaman gözetler, yoklar,
ihtiyaçlarını babalarının zamanından daha üstün bir şekilde karşılarlarmış.
Müslümanlık yalnız ibadetle değil, Müslümanlık birbirimize sarılmak, birbirimizi sevmek, birbirimizin ihtiyaçlarını görmek, birbirimizin canını canımız gibi bilmek!..
Bunun için bu kardeşliğe mugayir ve muhalif olan hareketlerden de son derece sakınmayı tavsiye eden SAS Efendimiz buyurmuş ki:229
لاَ تَبَاغَضُوا، وَلاَ تَقَاطَعُوا، وَلاَ تَدَابَرُوا، وَلاَ تَحَاسَدُوا، وَكُونُوا
عِبَادَ اللَّ إِخْوَانًا كَمَا أَمَرَكُمُ اللَّ؛ وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ
فَوْقَ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ (مالك، خ. م. ط. حم. ت. عن أنس)
RE. 466/5 (Lâ tebâgadù, ve lâ tekàtaù, ve lâ tedâberû, ve lâ tehàsedû, ve kûnû ibâda’llàhi ihvânen kemâ emerakümü’llàh, ve lâ yahillü li-müslimin en yehcüra ehàhü fevka selâseti eyyâm.)
1. (Lâ tebâğadù) “Birbirlerinize buğz etmeyiniz!” Buğz etmek ne demek, kızmak demek... Birbirlerinize kızgın, gadablı, kindar tavırla buğz etmeyiniz.
2. (Ve lâ tekàtaù) “Birbirinizle alâkaları kesmeyin!” Yâni birbirinizle küsüşüp, darılıp her biriniz bir köşeye çekilmeyin!
229 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.2253, no:5718; Müslim, Sahîh, c.IV, s.1982, no:2558; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.695, no:4910; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.329, no:1935; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Yahyâ), c.II, s.907, no:1615; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.199, no:13075; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.476, no:5660; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.144, no:398; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.280, no:2091 ve 2092; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.252, no:3549 ve 3550; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V, s.215, no:25372; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.268, no:6615; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.232, no:20850; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.III, s.7, no:1694; Hamîdî, Müsned, c.II, s.500, no:1183; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.VIII, s101, no:605; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.2158,no:3157; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.14, no:16086.
3. (Ve lâ tedâberû) “Birbirinize sırt çevirmeyiniz!” Yâni aykırı, muhalif olmak...
4. (Ve lâ tehàsedû) “Birbirinize hased etmeyiniz! Birbirinizin nimetine göz dikip onu kıskanmayınız!” Çünkü hased çok kötü bir şeydir.
5. (Ve kûnû ibâda’llàhi ihvânen kemâ emerakümü’llàh) “Allah’ın size Kur’an-ı Kerim’inde emrettiği gibi kardeş olun ey Allah’ın kulları!” diyor. “Ey Allah’ın kulları Allah’ın size emretmiş olduğu gibi kardeş olun!” diyor. Kardeşliği Allah emrediyor.
(Ve lâ yahillü li-müslimin en yahcüra ehàhu fevka selâseti eyyâm) “Bir müslümana, müslüman kardeşine üç günden daha fazla bir müddet için küsüp uzaklaşmak, hicret etmek helâl olmaz.” Üç gün bir bocalama devresi, duygularını yenme devresi olarak bir pay bırakılmış ama, üç günden sonra artık dargınlığı devam ettirmemesi lâzım!
Peygamber SAS Efendimiz yine buyurmuşlar ki:230
الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ، لاَ يَخُونُهُ وَلاَ يَكْذِبُهُ وَلاَ يَخْذُلُهُ؛ كُلُّ الْمُسْلِم
عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَام عِرْضُهُ، وَمَالُهُ وَدَمُهُ ؛ التَّقْوَى هَا هُنَا! وَأَشَارَ إِلَى
الْقَلْبِ؛ بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنَ الشَّرِّ، أَنْ يَحْتَقِرَ أَخَاهُ الْمُسْلِمَ (ت. عن
أبي هريرة؛ حم. طب. عن واثلة)
RE. 235/9 (El-müslimü ehu'l-müslimi, lâ yehùnühû ve lâ yekzibühû ve lâ yahzülühû: küllü’l-müslimi ale’lmüslimi harâmün ırduhû ve mâlühû ve demühû; et-takvâ hâhünâ! Ve eşâra ile’l- kalbi; bi-hasebi’mriin mine’ş-şerri, en yahkıra ehàhu’l-müslimi.)
230 Tirmizî, Sünen, c.VII, s.166, no:1850; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.311, no:8089; Bezzâr, Müsned, c.II, s.471, no:8891; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.150, no:747; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXII, s.166, no:24572.
(El-müslimü ehu'l-müslimi) “Müslüman müslümanın kardeşidir. (Lâ yehùnühû) Ona hıyanet isnad etmez. (Ve lâ yekzibühû) Yalan da isnad etmez. (Ve lâ yahzülühû) Ona lakayd kalmaz. (Küllü’l-müslimi ale’lmüslimi harâmün ırduhû ve mâlühû ve demühû) Her müslümanın müslümanlar üzerine ırzı, malı ve kanı haramdır. (Et-takvâ hâhünâ!) Takvâ buradadır! (Ve eşâra ile’l-kalbi) Kalbine işaret etti. (Bi-hasebi’mriin mine’ş-şerri) Bir kimseye şer olarak kâfidir, (en yahkıra ehàhu’l-müslimi) müslüman kardeşini tahkir etmesi.”
“—Bunun en birincisi de kardeşinin sözünü kesmek. Konuşuyorsun, konuştuğu söze itiraz ederek mücadeleye girişmek, onun fikrini, sözünü cerh etmek ona en büyük hakarettir ve onu ahmaklığa ve cehle nisbettir.” diyor İmam Gazâlî. Müslüman, onun için ibadethaneye gelirken bilgisini kapıdan dışarıya bırakmalı, burada söylenen sözleri can kulağıyla dinlemeli. Söylenen söz Allah için söylenmiştir. Kimsenin arzusuna uyarak söz söylemek caiz değildir. Binâen aleyh söylenen bir sözü muâraza, mümarese, mücadele şekilleriyle reddetmeye kalkışmak ki, itiraz diyorlar buna hiç uygun değildir.
Bunlar evvela fikirlerde ayrılığı, sonra sözlerde ayrılığı, sonra da cemiyetlerde ayrılığı doğurur.
Bu ayrılık çok fena bir şeydir ki, Peygamber SAS Hazretleri ashab-ı kiram hazretleriyle beraber bir yere gittikleri vakitte, bir menzile konmuşlar. Kondukları vakit ashab-ı kiramın her birisi bir tarafa dağılmış, herkes hoşuna giden bir yere üç beş üç beş oturmuşlar. Efendimiz SAS toplamış onları, demiş ki: "—Yok! Dağılmak, tefrika yok, dağınıklık yok!"
"—Efendim ne olacak işte bir meydan. Hepimiz bir ağacın birer gölgeliğin altına çekildik üç beş oturuyoruz." "—Yok, hepiniz bir yerde oturacaksınız." demiş.
Birlik var İslâmlıkta… İslamlıkta ittihad var… İslâmlık tevhid dini... Binâen aleyh müslümanın vazifesi, müslüman kardeşini candan sevmeye çalışmak ve sevmeye muhalif ve muarız olacak,
onun gönlünün kırılmasına sebep olacak her şeyden uzak olmaktır. Allah cümlemizi affetsin… Hakikati İslâmiyyeye vâkıf olup, onu kendinde tatbik etmeye çalışan zümreye sizi de, bizi de ilhak buyursun… ………………..
Elâ inne ahsene’l-kelâm ve ebleğa’l-nizam, kelâmu’llàhi’l- meliki’l-azîzi’l-allâm... Kemâ kàle’llàhu tebâreke ve teàlâ fi’l- kelâm:
وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
(الأعراف:204)
(Ve izâ kurie’l-kur'âni festemiù lehû ve ensitû lealleküm türhamûn.) “Kur'an okunduğu zaman, onu dinleyin ve susun, umulur ki merhamet edilirsiniz.” (A’raf, 7/204)
27. 03. 1970 Cuma Hutbesi – İskenderpaşa Camii