01. MÜ’MİN YUMUŞAK HUYLUDUR
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn...
Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
أَيُّمَا رَجُلٍ حَ الَتْ شَفَاعَتُهُ، دُونَ حَدًّ مِنْ حُدُودِ اللِ ، لمْ يَزَلْ فِي سَخَطِ
اللِ، حَتَّى يَنْزِعَ؛ وَأَ يُّمَا رَجُلٍ شَدَّ غَضَبًا عَلٰى مُسْلِمٍ فِي خُصُومَةٍ، لاَ
عِلْمَ لهُ بِهَا؛ فَقَدْ عَانَدَ اللُ حَقَّهُ، وَحَرِصَ عَلٰى سَخَطِهِ، وَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللِ
الْمُتَتابِعَةُ إلى يَوْمِ القِيامَةِ؛ وأيُّمَا رَجُلٍ أَشَ اعَ عَلٰى رَجُلٍ مُسْلِمٍ بِكَلِمَةٍ،
وهُوَ مِنْهَا بَرِيءٌ، يَشِينُهُ بِهَا فِي الدُّنْيَا، كَانَ حَقًّا عَلَى اللِ تَعَالٰى أَنْ
يُدْنِيَهُ يَوْمَ الْ قِيَامَةِ فِي النَّارِ ، حَتَّى يَأْتِيَ بِإِنْفَاذِ مَا قَالَ (طب. عن أبي
الدرداء)
RE. 181/9 (Eyyümâ raculün hàlet şefâatühû, dûne hadden min hudûdi’llâhi, lem yezel fî sahati’llâhi, hattâ yenzia… ilâ âhiri’l- hadis.
Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl. “—Mefhar-i mevcûdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Seyyidü’s-sâdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ râ salevât!
[Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…
a. Suçluya Şefaat Etmek
Taberânî, Ebü’d-Derdâ RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:1
أَيُّمَا رَجُلٍ حَ الَتْ شَفَاعَتُهُ، دُونَ حَدًّ مِنْ حُدُودِ اللِ ، لمْ يَزَلْ فِي سَخَطِ
اللِ، حَتَّى يَنْزِعَ؛ وَأَ يُّمَا رَجُلٍ شَدَّ غَضَبًا عَلٰى مُسْلِمٍ فِي خُصُومَةٍ، لاَ
عِلْمَ لهُ بِهَا؛ فَقَدْ عَانَدَ اللُ حَقَّهُ، وَحَرِصَ عَلٰى سَخَطِهِ، وَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللِ
الْمُتَتابِعَةُ إلى يَوْمِ القِيامَةِ؛ وأيُّمَا رَجُلٍ أَشَ اعَ عَلٰى رَجُلٍ مُسْلِمٍ بِكَلِمَةٍ،
وهُوَ مِنْهَا بَرِيءٌ، يَشِينُهُ بِهَا فِي الدُّنْيَا، كَانَ حَقًّا عَلَى اللِ تَعَالٰى أَنْ
1 Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.363, no:7040; Ebü’d-Derdâ RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.38, no:43837; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.38, no:43837.
يُدْنِيَهُ يَوْمَ الْ قِيَامَةِ فِي النَّارِ ، حَتَّى يَأْتِيَ بِإِنْفَاذِ مَا قَالَ (طب . عن
أبي الدرداء)
RE. 181/9 (Eyyümâ raculün hàlet şefâatühû, dûne hadden min hudûdi’llâhi, lem yezel fî sahati’llâhi, hattâ yenzia; ve eyyümâ racülin şedde gadaben alâ müslimin fî husumetihî, lâ ilme lehû bihâ; fekad àneda’llàhu hakkahû, ve harisa alâ sahatihî, ve aleyhi la’netu’llàhi’l-mütetâbiahû ilâ yevmi’l-kıyâmeti; ve eyyümâ racülin eşâa alâ racülin müslimin bi-kelimetin, ve hüve minhâ berîün, yeşînühû bihâ fi’d-dünyâ, kâne hakkan ale’llàhi teàlâ en yüdniyehû yevme’l-kıyâmeti fi’n-nâri, hattâ ye’tiye bi-infâzi mâ kàle.) (Eyyümâ raculün hàlet şefâatühû, dûne hadden min hudûdi’llâhi) “Hangi adam ki bağışlaması ile, Allah’ın hadlerinden birinin tatbikini önlemiş veya hafifletmiş ise, (lem yezel fî sahati’llâhi, hattâ yenzia) o işten geri dönünceye kadar Allah’ın gadabında kalır.” (Ve eyyümâ racülin şedde gadaben alâ müslimin fî husumetihî, lâ ilme lehû bihâ) “Hangi bir adam da bilmediği bir husumet hakkında bir müslümana karşı öfkesini şiddetlendirip sürdürürse, (fekad àneda’llàhu hakkahû, ve harisa alâ sahatihî) Allah’ın emrine karşı inadlık etmiş olur ve kendisini Allah-u Teàlâ’nın gadabına sevk eder. (Ve aleyhi la’netu’llàhi’l-mütetâbiahû ilâ yevmi’l-kıyâmeti) Kıyamete kadar Allah’ın laneti onun üzerine olur.” (Ve eyyümâ racülin eşâa alâ racülin müslimin bi-kelimetin, ve hüve minhâ berîün, yeşînühû bihâ fi’d-dünyâ) “Hangi bir adam da bir müslüman aleyhinde, onda olmayan bir şaiya çıkarır ve iftira ile o müslümanı küçük düşürürse, (kâne hakkan ale’llàhi teàlâ en yüdniyehû yevme’l-kıyâmeti fi’n-nâri, hattâ ye’tiye bi-infâzi mâ kàle) o kimse söylediğinden vaz geçinceye, nedamet duyuncaya kadar, Allah onu Cehenneme yaklaştırır.”
Bu hadis-i şerifte Peygamberimiz SAS buyuruyorlar ki:
Herhangi bir insan, Allah-u Teàlâ’nın emirlerine yaptığı muhalefetten dolayı bir cezaya, bir hadde müstehak olur, bir ceza verilirse… Hırsızlık yaptı, eli kesilecek meselâ... Veyahut zina yapmış, ona göre ceza verilecek. Veyahut başka bir şey yapmış, çekecek cezayı ama şefaatçileri çok… Yalvarıyorlar, “Aman
affedin bunu!” diyerek… Şefaat etmek istiyorlar o kabahat sahibine, o had vurulması icab eden adama. “Kurtaralım ne olur.” diyorlar.
Bu Allah-u Teàlâ’nın emirlerine muhalefet dolayısıyla, ceza üzerine tereddüb eden insana şefaatçi olan kimse, Allah-u Teàlâ’nın gazabında daim olur. Çünkü o şefaat etmek suretiyle onu kurtarır belki. Kurtarır ama onun kurtuluşu, Allah-u Teàlâ’nın gücüne gidiyor, gadab-ı ilahiyeye müstehak oluyor o adam. Ta o emir işleninceye kadar, o şefaatinden vazgeçinceye kadar bbu devam eder.
Yani kabahat sahiplerine şefaat etmenin makul bir şey olmadığını bize izah etmiş oluyor. Çünkü hudud-u ilahileri atalete düşürmeye sebep oluyor.
Bizim kardeşlerimizden bir avukatımız bu sene hacda imiş. Orada bir mahkemeye uğramış, avukat olmak dolayısıyla;
“—Bakayım, şuradaki mahkemeleri de bir göreyim!” demiş.
Ne kadar oturduysa oturmuş, bakmış ne gelen var ne giden.
“—Hiç kimse gelip de davacı olmadı. Bir işiniz yok mu sizin Kimse gelip dava etmez mi? Tutuklu yok mu memlekette?” demiş.
“—Suçlu bizde nadirattan olur.” demişler,
“—Niçin?” “—Bizde hırsızın eli kesilir, onu gördü mü hırsızlık yapmaya korkar insanlar… Yahut başka ne gibi şer’î cezalar varsa tatbik edilir, onun için herkes korkar kötülüğü, fenalığı yapmaya. Onun için nadirattan olur. Ya adamın kafası bozulmuştur, ya aklı bozulmuştur, ya şuuru eksiktir.” demişler.
“—E bizde dava çok…” demiş.
“—Sizde menbaları var!” demişler.
“—Nedir o?” “—İşte günah yerleri. İçkisinden tut, kumar, eğlence yerleri…” Demek şimdi şefaat edip de kurtardık adamı, iyi bir şey yaptık zannediyoruz ama, Allah-u Teàlâ’nın o haddini iptal etmiş oluyoruz. İptal edince cesaret alırlar buradan, onun çoğalmasına sebep olur. “Bana da bir kurtarıcı gelir, kurtarır:” diyerekten. Makbul bir şey değilmiş yani.
İki müslüman birbirleriyle çekişmişler. Husumetleri var birbirlerine. Birisi husumeti arttırıyor, şiddetlendiriyor. Öbür adamın da bu husumetten haberi yok. Bu Allah-u Teàlâ’nın hakkına muhalefet eder, kendisini Allah-u Teàlâ’nın gadabına sevk eder. “Bu adama kıyamete kadar Allah’ın laneti olsun!” diyor Peygamber Efendimiz.
Yani, “Kardeşine karşı husumetini arttıran, haksız yere böyle yapan kimseye Allah-u Teàlâ’nın lâneti kıyamete kadar olsun. Çünkü Allah-u Teàlâ’nın emirlerine muhalefet etmekle zalim olur.
Herhangi bir adam ki, bir müslüman kardeşinin ayıbını izhar ediyor bir sözle… Onu ayıplıyor ama onda da o hal yok… Ama onu ayıplıyor onunla. Fakat ahirette bu adamın cehenneme girmesine sebep oluyor, bu çirkin hareketi. Ne zamana kadar? Yani söylediği bitinceye kadar.
Yani resim yapanlar var ya, ressamlar; onlara Cenâb-ı Hak;
“—Şu yaptıklarınızı bir diriltin bakalım!” diyecek.
Tabii onlar da diriltmeye kàdir olamayacaklarından, diriltinceye kadar azaplarının uzaması keyfiyetiyle, bu adamın da söylediği sözünün tükenmesi ile onun azabının şiddeti beyan buyuruluyor burada.
Yani müslüman kardeşlerinize daima hüsn-ü zan ediniz. Hüsn-ü zan etmeseniz bile onun ayıbını izhar etmeyiniz. Çünkü müslümana layık olan sıfatlardan birisi, müslüman kardeşinin ayıbını örtmektir, ayıbını açmak değildir.
Beşeriyet iktizası, hatasız hiçbir insan olmaz. Hatasız insan olmayınca, o bir hata yapmıştır, nefsine aldanmıştır, şeytan
aldatmıştır. Bir hataya düşmüştür. Onu izhar etmek, ortalığa yaymak elbette akıllı insanların kârı değildir. Müslümanlar arasında ayrılık düşürmek kadar fena bir şey yoktur.
b. Sahibinden Kaçan Köle
Taberânî, Câbir ibn-i Abdullah RA’dan rivayet etmiş,
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:2
أَيُّمَا عَبْدٍ مَ اتَ فِي إِبَاقِهِ دَخَلَ النَّارَ ، وإِنْ كَ انَ قُتِلَ فِي سَبِيلِ الل
(طس. عن جابر)
RE. 182/1 (Eyyümâ abdin mâte fî ibâkıhî dehale’n-nâre, ve in kâne kutile fî sebili’llâhi.) “Hangi köle ki efendisinden kaçmıştır; Allah yolunda harpte öldürülmüş olsa bile cehennemliktir.” Bakın bu da çok dikkate şayan bir şey. Abid diye köleye diyorlar. Bizde yok ama bu eskiden her yerde olan bedava hizmetkâr. Onlara köle diyorlar. Bu adam efendisinin yanından kaçmış. Efendisi bunun mâliki, sahibidir. O abd, köle o adamın malıdır. İstediği gibi onun üzerinde tasarruf eder. Kadın olursa cariye derler, erkek olursa abd derler.
Bu adam bıkmış, sahibinden kaçıyor. Bu adamın netice itibariyle yeri cehennemdir. Kaçtıktan sonra harbe girmiş ve harpte şehid olmuş bile olsa… Ne olursa olsun. Vazifesi efendisine itaatken, bu itaati terk edip kaçtığından dolayı, netice itibariyle cehenneme düşüyor bu adam.
Şimdi biz Allah’ın kuluyuz. O adam kendi gibi bir adamın emrinden kaçıyor, bu akıbete düşüyor da, bizi bütün nimetlerine müstağrak kılmış, varlıkların sahibi olan Hz. Allah’ın emrinden
2 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IX, s.96, no:9232; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.383, no:8599; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.350, no:1404; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.89, no:25109; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.431, no:9970.
kaçan insanın halinin ne olacağını sen düşün!
Onun için Hz. Allah;
فَفِرُُّّٓوا اِلَى اللِ (الذاريات:50)
(Fefirrû ale’llàh) “O halde Allah’a kaçın!” (Zâriyat, 51/50) buyuruyor. Mina’llàh değil, ila’llàh… Öteki efendisinden kaçıyor, “Sen Allah’a kaç!” diyor. Dünyadan Allah’a kaç, çünkü netice itibariyle yerin Allah’tır. Ona rücu edeceğimiz için, dar-ı dünyada onun emrine mutî ol, inkiyad et, bu suretle de Allah’a sığın!
c. Allah Yolunda savaşmak
Taberânî, Amr ibn-i Abese RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:3
أَيُّمَا مُسْلِمٍ رَمَى بِسَهْمٍ فِي سَبِيلِ اللِ ، فَبَلغَ مُخْطِئًا أَوْ مُصِيبًا، فَلَهُ مِنَ
الأَجْرِ كَرَقَبَةٍ أَعْتَقَهَا مِنْ وَلَدِ اِسْمَاعِيلَ؛ وَأَيُّمَا رَجُلٍ شَ ابَ فِي سَبِيلِ
اللِ، فَهُوَ لَهُ نُورٌ ؛ وَأَيُّمَا رَجُلٍ أَ عْتَقَ رَجُلً مُسْلِمًا، فَكُلُّ عُ ضْوٍ مِنَ
الْمُعْتَقِ فِدَاءً لَ هُ مِنَ النَّارِ؛ وَ أَيُّمَا رَجُلٍ قَامَ وَ هُوَ يُرِيدُ الصَّلَةَ، فَأَفْضَى
الوَضُوءَ إِ لٰى أَمَاكِنِهِ، سَلِمَ مِنْ كُلِّ ذَنْبٍ وَخَطِيئَةٍ هِيَ لهُ؛ فَإِنْ قَامَ إِ لَى
الصَّلةِ رَفَعَهُ اللُ بِهَا دَرَجَةً، وَإِنْ رَقَدَ رَقَدَ سَالِمًا (طب . عن عمرو
بن عبسة)
3 Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.863, no:43434; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.434, no:9979.
RE. 182/2 (Eyyümâ müslimin ramâ li-sehmin fi sebîli’llâhi, febeleğa muhtıen ev musîben, felehû mine’l-ecri kerakabetin a’tekahâ min veledi ismâîle; ve eyyümâ racülin şâbe fî sebîli’llâhi, fehüve lehû nûrun; ve eyyümâ racülin a’teka racülen müslimen, feküllü udvin mine’l-mu’tekı fidâen lehû mine’n-nâri; ve eyyümâ racülin kàme ve hüve yürîdü’s-salâte, feakdà’l-vadùe ilâ emâkinihî, selime min külli zenbin ve hatîetin hiye lehû; fein kàme ile’s-salâti rafeahu’llàhu bihâ dereceten, ve in rakade rakade sâlimen.)
(Eyyümâ müslimin ramâ li-sehmin fi sebîli’llâhi) “Hangi müslüman ki Allah yolunda bir ok attı, (febeleğa muhtıen ev musîben) ister isabet etsin ister etmesin; (felehû mine’l-ecri kerakabetin a’tekahâ min veledi ismâîle) o müslüman için, İsmâil AS oğullarından bir köle azad etmenin ecri gibi, ecir vardır.”
(Ve eyyümâ racülin şâbe fî sebîli’llâhi) “Hangi bir kimse ki, Allah yolunda saçı sakalı ağardı, ihtiyarladı; (fehüve lehû nûrun) o beyazlık ona nurdur.”
(Ve eyyümâ racülin a’teka racülen müslimen) “Hangi bir müslüman ki müslüman bir köleyi azad etti, (feküllü udvin mine’l- mu’tekı fidâen lehû mine’n-nâri) azad edilenin her azası, azad edenin her bir azasına ateşten fidye olur.” (Ve eyyümâ racülin kàme ve hüve yürîdü’s-salâte) “Herhangi bir kimse ki namaz kılmak maksadı ile uykudan kalkar, (feakdà’l- vadùe ilâ emâkinihî selime min külli zenbin ve hatîetin hiye lehû) abdest azalarına suyu dökerken mevcut günah ve hatalarından kurtulur. (Fein kàme ile’s-salâti rafeahu’llàhu bihâ dereceten) Bir de namaz kılarsa, Allah-u Teàlâ o namaz sebebiyle derecesini yükseltir. (Ve in rakade rakade sâlimen) Eğer sonra uyursa, sâlimen uyur.
Atıcı, bir müslim düşmana atıyor kurşununu. Attığı ister isabet etsin, ister yerine vursun. Attığı kurşun boşa da gitse onun için bir ecir vardır. İsmâil AS’ın evlâdından bir köle azad eden insan ne sevap alırsa, attığı bir kurşun için bu da o sevabı alır. Ok diyor burada; o zamana göre ok, bugüne göre de kurşun.
Bir adam Müslümanlıkta, Allah yolunda, ibadetiyle, taatiyle ihtiyarlamış. İhtiyarlıkta sakalların beyazlaması, saçların ağarması ve saireler ne varsa, bunlar hep o insan için bir nurdur.
Bir adam da bir müslüman köleyi buldu, onu azad etti… Bir kimse Ramazan’da mazeretsiz orucunu bozsa; cezası ya altmış bir gün oruç tutacak, ya bir köle azad edecek ki onun vebalinden kurtulabilsin.
Şimdi böyle bir köleyi azad ediyor, kurtarıyor. Bu azad edilen insanda ne kadar a’zâ varsa, o a’zâlara bedelen, azad edenin bütün a’zâları cehennemden kurtulur. O bir müslümanı kölelikten kurtardığından dolayı, Allah da onu cehennemden kurtarıyor.
Demek ki müslümanların birbirlerine karşı ne kadar hürmetkâr ve saygılı olmaları gerektiğini buradan anlıyoruz.
Bir adam da abdestini aldı. Abdest azalarını güzelce yıkadı. Abdest azalarını yıkarken, mevcut günah ve hatalarından kurtulur.
Şimdi tabii her an için günah içerisindeyiz. Bu abdest almak dolayısıyla, bizim ne kadar günahlarımız varsa, onlardan salim oluruz, kurtuluruz, tertemiz oluruz.
Ezan okunmuş, camiye gidiyor namaz kılmak için. Camiye girdi, namaza durdu. Namaza durur durmaz dereceleri artar. Eğer gece abdestini aldıktan sonra, böyle abdestli olarak yatarsa; selamet üzere yatar ve selamet üzere de kalkar.
Onun için büyüklerimiz bize de tavsiye etmişler:
“—Yatacağınız zaman ne kadar abdestiniz olsa dahi abdestinizi tazeleyin, taze bir abdest alın! Gücünüzün yettiği kadar, en aşağı dört rekât namaz kılın! Ondan sonra besmeleyle yatın!” Yatma duaları vardır, onları da öğrenin! O yatma dualarını okuyarak Cenâb-ı Hakk’a sığınarak yatın! Çünkü uyku ölümün eşidir. Ya kalkarız ya kalkamayız. Kim bilir başımıza neler gelir.
Ama böyle ibadetiyle taatiyle yattığımız vakitte, Cenâb-ı Hak bizim üzerimize bir melek görevlendirir. O bizim sağa veya sola dönüşlerimizde, aldığımız nefeslerde bizim defterimize boyna sevaplar yazar.
d. Cariyesine “Ey zâniye!” Diyen Kimse
Hàkim, Amr ibnü’l-As RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:4
أَيُّمَا عَبْدٍ أَوْ اِمْرَأَة،ٍ قَالَ أَوْ قَالَتْ لِوَ لِيدَتِهَا: يَا زَانِيَةُ! وَلَمْ تَطْلِعْ مِنْهَا
عَلٰى زِنً ا، جَلَدَتْهَا وَلِ يدَتِهَا يَ ومَ الْ قِيَامَةِ، لأَنَّهُ لاَ حَدَّ لَهُنَّ فِي الدُّنْيَ ا (ك. عن عمرو بن العاص)
RE. 182/3 (Eyyümâ abdin ev imreetin, kàle ev kalet li- velîdetihâ: Yâ zâniyetü! Velem tatli’ minhâ alâ zinen, celedethâ velîdetihâ yevme’l-kıyâmeti, li-ennehû lâ hadde lehünne fi’d- dünyâ.) (Eyyümâ abdin ev imreetin) “Hangi bir erkek veya kadın, (kàle ev kalet li-velîdetihâ: Yâ zâniyetü) cariyesine ‘Ey zâniye!’ derse; (Velem tatli’ minhâ alâ zinen) onun bir zinâ haline muttali olmadığı halde… (Celedethâ velîdetihâ yevme’l-kıyâmeti) Kıyamet gününde o cariye onu kırbaçlayacaktır. (Li-ennehû lâ hadde lehünne fi’d-dünyâ) Çünkü dünyada hakkını alma imkânı yoktur.” İster köle olsun, ister cariye olsun; bunlardan birisi bir kabahat yapmış. Efendisi bey veya hanım kızıyor, maiyetindeki köleye veya cariyeye, ‘Ey zânî!” veya ‘Ey zâniye!’ diyor. Zinâ halini görmedi, fakat hırsla ağzından kaçırdı, ona bu sözü söyledi.
Şimdi bu sözü bir başka adama söyleseydi, o adam dava eder,
4 Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.411, no:8108; Amr ibnü’l-As RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.76, no:25034; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.428, no:9962.
bu adama kanuni cezalar verilirdi. Fakat kölenin yahut cariyenin efendisini dava etmek hakkı olmadığı için, bunun hakkı ahirete kalıyor. Bu adam, ahirette o efendisini dava eder. Cenâb-ı Hak ne ceza verirse, o hak bundan alınır.
e. Dünyada Cezası Verilen Günah
Hakim, Huzeyme ib-i Sabit RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:5
أَيُّمَا عَبْدٍ أَ صَابَ شَيْئًا مِمَّا نَهَى اللُ عَنْهُ، ثمَّ أَقِيمَ عَلَيْهِ حَدَّهُ،
كَفَّرَ عَنْهُ ذٰ لِكَ الذَّنْبَ (ك. عن خزيمة بن ثابت)
RE. 182/4 (Eyyümâ abdin esàbe şey’en mimmâ neha’llàhu anhu, sümme ukime aleyhi haddehû, keffera anhü zâlike’z-zenbe.)
(Eyyümâ abdin esàbe şey’en mimmâ neha’llàhu anhu) “Hangi bir kul ki başına, Allah’ın kendisini ondan men ettiği bir şey, bir günah geldi. (Sümme ukime aleyhi haddehû) Sonra da şer’î cezası kendisine verildi. (Keffera anhü zâlike’z-zenb) Bu ceza bu adama o günah için kefaret olur.” Kabahat yaptı bir insan. Allah’ın yasaklarında bir yasağı işledi. Meselâ, içki içti. Bu içkiden dolayı kendisine lâzım olan cezayı verdiler. Bu yediği ceza, onun ahiretteki cezasına kâfi gelir. Ahirette artık ikinci bir ceza terettüb etmez buna… Dünyada yediği ceza, ahiretteki cezasına kefarettir.
Yalnız şu kadar var ki; mesela zina etmiş, zina ettiğinden dolayı recmetmişler, cezasını vermişler. O hakkullahı orada eda etmiş oldu. Fakat onun ailesinin hakkı bakidir. Onun ailesine bir
5 Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.429, no:8167; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IV, s.87, no:3731; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VI, s.406, no:10595; Huzeyme ibn-i Sâbit RA’dan. Dâra Kutnî, Sünen, c.III, s.214, no:399; Üsâme ibn-i Zeyd RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.307, no:12967; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.427, no:9961.
leke geldi, o lekeden dolayı o vebal bakidir.
Katil de böyle… Öldürdükten sonra onun mukabilinde ya kısas yaparlar, ya diyet alırlar. Hakkullah eda edilmiş olur. Fakat öldürülen kimse kıyamet günü isteyecek:
“—Yâ Rabbi buydu beni haksız yere öldüren, ondan hakkımı isterim!” diyecek.
f. Yöneticinin Rıfk İle Muamele Etmesi
İbn-i Ebi’d-dünyâ, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:6
أَيُّمَا وَالٍ وَلِيَ فَلَنَ وَ رَفَقَ، رَفَ قَ اللُ بِ هِ يَوْمَ القِيَامَةِ
(ابن أبي الدنيا في ذم الغضب عن عائشة)
6 Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.6, no:14591; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.438, no:9988.
RE. 182/5 (Eyyümâ vâlin veliye felâne ve rafeka, rafeka’llàhu bihî yevme’l-kıyâmeti.) (Eyyümâ vâlin veliye felâne ve rafeka) “Hangi vali ki valiliğini rıfk ve yumuşaklıkla yaptı; (rafeka’llàhu bihî yevme’l-kıyâmeti) Allah da ona ahirette rıfk ile muamele eder.” Vali demek idare eden bir adam, cemiyet aleminde idarenin başında olan kimse. Ama bazı yönetici sert olur, bazı yönetici de yumuşak olur. Bu idare açısından yumuşak bir insan, herkese rıfk ile muamele ediyor.
Yarın kıyamet günü, huzur-u Rabbi’l-àlemîne gidildiği vakitte, maiyetindekilere, emrindekilere rıfk ile muamele ettiğinin mükâfatı olarak, Cenâb-ı Hak da buna rıfk ile muamele edecek. Emrindekilerin hataları olsa da, o nasıl hataları görmedi, affetti; Cenâb-ı Hak da onu böylece affediyor.
Onun için mü’minin sıfatlarını belirtti ya Efendimiz:
g. Mü’minin Sıfatları
Dâra Kutnî, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:7
اَلْمُؤْمِنُ لَيِّنُ الْمَنْكَبِ ، يُوَسِّعُ لأَخِيهِ؛ وَالْمُنَ افِقُ يَتَجَ افِى، يُ ضَيِّقُ عَلَى أَخِيهِ؛
وَالْمُؤْمِنُ يَبْدَأُ بِالسَّلَمِ، وَالْ مُنَ افِقُ يَ قُولُ حَتَّى يَبْدَأَنِى (قط. فى الأفراد عن أنس)
RE. 231/10 (El-mü’minü leyyinü’l-menkebi. yüvessiu li-ahîhi; ve’l-münâfiku yetecâfi, yudayyiku alâ ahîhi; ve’lmü’minü yebdeü bi’s-selâmi, ve’l-münâfiku yekùlü hattâ yebdeenî.) Menkeb, şu omuzlara diyorlar. Fakat zikru’l-cüz’i muradü’l-kül
7 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.178, no:6553; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.156, no:778; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXII, s.100, no:24420.
tâbiri vardır ki, bir kısmını söyler, gözü der, kulağı der, eli der fakat bütün vücudu murad eder.
(El-mü’minü leyyinü’l-menkebi) “Mü’min omuzları yumuşak kimsedir, yumuşak huyludur, iyi geçimlidir; (yüvessiu li-ahîhi) din kardeşi için genişlettirir her işini, din kardeşine rahatlık verir. (Ve’l-münâfiku yetecâfi) Münafık ise uzak durur, (yudayyiku alâ ahîhi) kardeşine sıkıntı verir. Kardeşini sıkıştırır, yapacağı yardımı yapmaz. (Ve’lmü’minü yebdeü bi’s-selâmi) Mü’min selâm vermekte erken davranır. (Ve’l-münâfiku yekùlü hattâ yebdeenî) Münafık ise, ‘Bana önce o selâm versin, sonra ben de ona aleyküm selâm diyeyim.’ der. Onu bekler, selâm versin diyerekten. Vermezse, geçer gider.”
Mü’min yumuşak huyludur, suhûlet sahibidir. Herkese karşı yumuşak bir insandır. Şimdi biz burada oturuyoruz. Buraya başkası gelse, tutmak istemeyiz, daralırız, sıkılırız. Halbuki mü’min, kendisi ona bir yer açar. Kardeşine bir yer gösterir,
genişlik sağlar. Bu mü’minin sıfatıdır.
Münafık ise uzaklık gösterir. Kendisini genişletir, gelen adamı oraya sokmamak ister. Bu hac mevsiminde çok görülen şeylerdendir. Saflar dolmuştur, fakat bir sürü insan boyna akın halinde gelir. Onlar da tabii boş buldukları yerlere girmek isterler. Bazı müslümanlar kolaylık gösterir. Kendisi sıkılır biraz. Ona da bir yer verir. Bazısı da kat’iyyen vermez. İnat eder, kavga da eder icabında… Onun için mü’min daima kardeşine yumuşaklık ve kolaylık gösterir ve yer açar. Münafık da yer açmaz ve darlaştırır, sıkıştırır onu.
Mü’minin ikinci bir sıfatı da, karşıdan müslüman kardeşini gördü mü, “Es-selâmü aleyküm!” diye kendi başlar selâma.
“—O bana selam versin de ben onun selamını alayım!” diye beklemez.
Münafık da “O bana önce selâm versin de sonra ben vereyim!” diye bekler onu. Ondan selâm beklemek münafıklık alâmeti, önce selam vermek mü’min alâmeti… İşaret bunlar işte. Ama sen selâm veriyorsun da o almıyorsa, ona ne dersin bilmem artık.
h. Mürtedin Cezası
Taberânî, Muaz ibn-i Cebel RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:8
أَيُّمَا رَجُلٍ ارْتَدَّ عَنِ الِْْسْلَمِ فَادْعُهُ، فَإِنْ تَابَ فَاقْبَلْ مِنْهُ، وَإِنْ لَمْ
يَتُبْ فَاضْرِبْ عُنُقَهُ؛ وَأَيُّمَا امْرَأَةٍ ارْتَدَّتْ عَنِ الِْْسْلَمِ فَادْعُهَا، فَإِنْ
تَابَتْ فَاقْبَلْ مِنْهَا، وَإِنْ أَبَتْ فَاسْبِهَا (طب. عن معاذ)
8 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.53, no:93; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.IV, s.372, no:3586; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VI, s.402, no:10583; Muaz ibn-i Cebel RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.91, no:390; Câmiü’l-Ehàdîs, c.X, s.406, no:9910.
RE. 182/6 (Eyyümâ racülin’irteddesani’l-islâmi fe’duhû, fein tâbe fa’kbel minhü, fein lem yetüb fa’drib unükahû; ve eyyüme’mreetini’tteddet ani’l-islâmi fe’duhâ, fein tabet fa’kbel minhâ, ve in ebet fe’sbihâ.) (Eyyümâ racülin’irteddesani’l-islâmi fe’duhû) “Hangi bir adam ki İslâm’dan çıkarsa, önce onu tövbeye davet et. (Fein tâbe fa’kbel minhü) Eğer tevbe ederse, kabul et! (Fein lem yetüb fa’drib unükahû) Eğer tevbe etmezse, boynunu vur! (Ve eyyüme’mreetini’tteddet ani’l-islâmi fe’duhâ) Hangi kadın ki İslâm’dan dönerse, onu tövbeye davet et! (Fein tabet fa’kbel minhâ) Eğer tevbe ederse, kabul et! (Ve in ebet fe’sbihâ) Eğer tevbe etmezse, esir et!” Buna dikkat edin: Herhangi bir adam hristiyandı, döndü müslüman oldu. Müslümanlıkta duramadı; gene eski dinine dönüverdi. Yahut etrafındakiler onu kandırdılar, korkuttular, döndü gene gâvurların arasına… İslâm’dan dönmüş, mürted olmuş. Hristiyanlığa avdet ediyor. Ona karşı ne yapılması gerektiğini bildiriyor.
Geçenlerde bize bir efendi getirdiler. Bu efendi Kızılbaş mı diyeceğiz artık onlara ne diyeceğiz, onlardanmış, namaz kılmayanlardan… Bunu ikna etmişler, tevbe etmiş, müslüman olmuş. Geldi burada da bir tevbe etti.
Fakat duymuşlar bunun müslüman olduğunu, çalıştığı yerde bir cemiyet halinde bunu müslümanlıktan vazgeçirmeye çalışmışlar. Tehdit etmişler, şöyle yaparız, böyle yaparız, öldürürüz demişler. Vazgeçirmişler adamı…
Dikkat edin. Bir dinsiz İslâm’a girince, onu İslâm’dan çıkarmak için ne yapmak lazım geliyorsa yapıyorlar da; bir müslüman, bir müslümanı zabtedemiyor. Evladını da zabtedemiyor.
Şimdi böyle irtidad etmiş bir insan, mürted olmuş. Onu davet et, “Tevbe et, gel gene müslüman ol!” de, İslam’a onu davet et!
Allah kusurlarımızı affetsin… Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin… Sevdiği ve razı olduğu kulları arasına bizleri de kabul eylesin,,,
Li’llâhi’l-fâtihah!
İskenderpaşa Camii