20. İMAN VE HAYÂ

21. GÜZEL AHLÂK



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


اَلْخُرْقُ شُؤْمٌ، وَالرِّفْقُ يُمْنٌ (ابن أبي الدنيا في ذم الغضب عن ابن شهاب مرسل)


RE. 205/5 (El-hurku şu’mun, ve’r-rifku yümnün.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

“—Mefhar-i mevcûdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]

“—Seyyidü’s-sâdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]

“—Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ râ salevât!

[Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]

Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…


a. Sertlik ve Yumuşaklık


İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Şihâb Rh.A’ten rivayet etmiş.

513

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:195


اَلْخُرْقُ شُؤْمٌ، وَالرِّفْقُ يُمْنٌ (ابن أبي الدنيا في ذم الغضب عن ابن شهاب مرسل)


RE. 205/5 (El-hurku şu’mun, ve’r-rifku yümnün.) (El-hurku şu’mun) “Çetinlik, sertlik uğursuzluktur; (ve’r-rifku yümnün) rıfk ile muamele ise uğurdur, berekettir.” Hayırsız ve yaramaz kişilerin sertlikle, şiddetle muamele etmesi meş’um bir şeydir, makbul değildir. Sertlik, şiddet, gadap makbul bir şey değildir. Bunun mukabili olan rıfk da bereketli bir şeydir, nemalı bir şeydir. Şiddet fayda etmez, fayda vermez; zarar verir. Yumuşaklık, rıfk daima bereket getirir.

El-hamdü lillâh Cenâb-ı Hak bizi İslâm dininde, İslâm Peygamberi Muhammed Mustafâ SAS’in ümmeti olarak yaratmıştır.

Size bugünkü hâdiselerden bir tanesini söyleyeceğim:

Bugün bir nikâh cemiyetinden geliyoruz. Çok hoşuma gitti, memnun oldum. Nikâh, düğün sahibi eski Beşiktaş müftüsü Fuad Çamdibi, çocuğunu everiyor. Davetlerini yapmış Hilye-i Saadet

diye bir şey tanzim etmiş. Rasûlüllah SAS’in harekâtını, vücudunun huylarını eski kitaplarımızda olan veçhiyle bir kâğıda yazmış. Düğün merasiminde bunu okudular. Güzelce dinlenildi. Oradan bir beyefendi insanlık nâmıyla bir mevzu yapmış, o da onu okudu. O da çok hoşumuza gitti.


İnsanlık parayı kazanıp yaşamaktan ibaret mi? Yoksa bu alemde Allah Celle ve A’lâ’nın rızasını kazanıp kâmil olarak buradan gitmek mi? Buna ait güzel bir mevzu hazırlamış. İkisi de çok hoşumuza gitti. Allah bütün Ümmet-i Muhammed’e böyle hayırlı düğünler, cemiyetler nasib eylesin... Âmin.

Evlenmekten murad zevk değil! Allah-u Teàlâ’nın emri, Peygamberimiz’in de sünneti olarak hayırlı bir neslin idamesi için



195 Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.520, no:7701; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIII, s.179, no:12869.

514

insan evlenilir. Yoksa keyfi için evlenirse, bu evlenmeden bir fayda olmaz.

“—Ben evleneyim de bu Ümmet-i Muhammed’den hiç olmazsa bir iki tane daha yavru yetişsin, Ümmet-i Muhammed çok olsun. Allah’ı zikreden, tesbih edenlerin sayısının çokluğu için evleniyorum yâ Rabbi! Sen bizim düğünümüzü mübarek eyle! Cemiyetimizi mübarek eyle! Senin rızan yolunda hareket eden hayırlı evlatlarla bizi merzuk eyle!..” diyerek Cenâb-ı Hakk’a dualar edip ve onların da o yolda yetişmesine gayret edilirse, bu evlenmelerden hasıl olan sevabın hesabını bizim söylemeye gücümüz yetmez.


İki tane huydan bahsettik. Birisi şiddet, birisi yumuşaklık. Ama Cenâb-ı Hakk’ın bizi bir yaratışı var. Ona hilkat diyoruz. Bu yaradılışta en büyük âmil anneyle babadır. Bir de bulunduğu cemiyettir.

İnsan doğarken herkes müslüman olarak doğar. Amerika’daki de müslüman doğar, Londra’daki de müslüman doğar, Çin’deki de müslüman doğar… Sonra bunların anaları babaları hangi yoldaysa, çocuğu o yola sevk ederler. Çocuğun o yola girişi analarının babalarının elindedir. Anası babası Müslümansa,

çocuk müslüman olur. Anası babası gâvursa, gâvur olur.

Hilkat var ama ana baba o hilkati nasıl çevirdi? Cenâb-ı Hak bizi yaradılışta yaratmış. Nasılsa bir huyumuz var. Fakat bir de bizim terbiye usulümüz var. Terbiye usulümüzle huyumuz Allah- u Teàlâ’nın rızasına muvafık mıdır, Peygamberimiz’in istediği bir huy mudur? Allah’ın istediği bir huy mudur?.. Onu ölçecek el- hamdü lillâh mizanlarımız var. O mizanlarımızla kendimizi ölçtüğümüz vakitte, eğer bizim bu huyumuz Hak Celle ve A’lâ’nın rızasına muvafık bir huysa; bize ne âlâ! Teşekkür ederiz, hamd ederiz. Yok değilse, onun ıslahı yolunda çalışırız.

Bugün nebatları nasıl ıslah ediyorlar? Bugünkü meyvalar hep ıslahın neticesidir. Hayvanları nasıl ıslah ediyorlar? Bu günkü hayvanlar da o ıslahların neticesi değil mi!

İnsan ıslah olmaz mı? Her şey ıslah olur da insan olmaz mı? İnsan da ıslah olur. Üzerine düştü mü insan da çok güzel ıslah olur.

515

Fakat âcizane bir görüşümüz, Cenâb-ı Hak bizi nasıl yarattıysa yarattı. Bir huyumuz var. “Can çıkar, huy çıkmaz” dedikleri de dedelerimizin sözüdür. İnsan huyu üzerinde durmaz da o anadan babadan kalma kendisindeki huyla yaşarsa, işte onu teneşir temizler.

Ama azmeder, gayret eder;

“—Yahu bu Allah’ın razı olmadığı bir huy, ben nasıl bununla yaşarım? Ne yapayım? Ben bunu terk etmenin çaresini arayacağım…” derse, Allah yardım eder, huyu değişir.

Aziz kardeşim! Bir tencereyi koyuyoruz, içine su dolduruyoruz. Ocağımızı açıyoruz, yakıyoruz; başlıyor fokur fokur kaynamaya…

O kaynadığı müddetçe sen o tencereye dersen ki: “—Su! Kaynama, buhar olma!”

Bu boş laftır. O ateş orada durdukça kaynayacak. Tabiatı iktizası. Kaynadıkça da buhar olup gidecek. Bildiğimiz şeydir. Onu kaynatmamak istiyorsak altındaki ateşi kısmak lazım.


Bize şehvet denilen bir kudret verilmiştir. Gadap da ondan bir parçadır. Sertlik bizde;

“—Yahu yapma bu sertliği kendine, ayıptır. Niçin bu kadar sertsin? Biraz yumuşak ol!” desek adam yumuşar mı?

İmkân olmaz. Tencerenin altında ateş yandıkça muhakkak kaynayacaktır. Bu söz fayda etmez. Bunu söndürmenin çaresi nedir? Efendimiz ne diyor:

“—Ayaktaysan otur, oturuyorsan yat! Kalk abdest al. Ateştir, ateşi ancak su söndürür.”

Yıkanırsın, gusledersin, o ateş söner. Ama bu görünen kısım. Asıl bu ateş bu içeriden geliyor. Bu ateş dışarıdan değil içten gelen olduğu için, bunu içten söndürmenin çaresi rıfktır. Bu ateş gıdadır. Yediğimiz yemeklerin ateşi kan oluyor vücudumuzda, o kanlar dolayısıyla hararetimiz artıyor, şiddetimiz artıyor. Binâen

aleyh kanı azalttığın takdirde tabiatıyla kuvvet söner. Tabiatıyla söner. Riyâzet bu hususta başta gelir. Riyâzetin yoksa bu işin hakkından gelemezsin, sadece lafta kalır. Hepsi lafta kalır.

Ne zaman ki riyâzete döner Rasûlüllah’ın harekâtına yönelirsen ahlâkın düzelir.


b. Nefsin Terbiyesi

516

Aziz kardeş! Rasûlüllah’ın üç gün arpa ekmeğiyle karnını doyurmadığı hepimizce bilinir. Mübarek karnına taş bağladığı belli. Bunu inkâr edecek kimse yok.

Fakat bugünkü insan üç öğün yemezse rahat edemiyor. Her üç öğünde tatlısını tuzlusunu boğazına gönderiyor, yine kanaat edemiyor. Bu böyle gittikçe, o içlerinde yanan ateşi söndürebilir misin sen? Altta ateş yandıkça, kaynamasını durdurabilir misin o suyun? İmkânı yok. Ateşi ne zaman söndüreceksin, ne zaman kanaat edeceksin, ne zaman riyazete gireceksin, ıslah-ı nefs yoluna gideceksin, bir erbabına hizmet edeceksin?

Aziz kardeş! Dünyada sayısız sanat var. Sanatların ustaları hep çıraklıkla yetişmişlerdir. Çıraklıkla girer dükkâna, bir şey bilmez. Fakat ustasına hürmet ede ede, bakarsın ki bir gün o da ustası gibi usta olmuştur. O da açar bir dükkân, aynısı olur.

Binâen aleyh en basit bir sanatı öğrenmek için bile bir ustaya hizmet şart oluyor da, insanı kemâle oluşturan cennete sokacak olan, cemâlullahı gösterecek olan o güzel ahlâk; üstada teslim olmadan öğrenilir mi?


“—Hemen kitaptan okuyayım da, ben de güzel ahlâk sahibi olayım!”

Olur mu bu iş? Eğer öyle olsa bugün doktorlara hiç lüzum yok. Doktorların kitaplarını okuruz: O hastalığa bu iyi geliyormuş, filan hastalığa filan iyi geliyormuş… O zaman ne mühendise lüzum var, ne de doktora lüzum var... Herkes okur okur, onu yapar. Olur mu? Olmaz.

Öyleyse insanlık, mutlaka erbabına hizmetin neticesinde olur. Allah onun için bizi affetsin, bu erbablarına bizi teslim etsin. Onlardan alacağımız hayırlı feyizlerle insanlar arasına girmek nasib etsin… Âmin.

Bunun için Hz. Allah Fecr Sûresi’nin nihayetinde;


فَادْخُلِي فِي عِبَادِي . وَادْخُلِي جَنَّتِي (الفجر:2٩-0)


(Fe’dhulî fî ibâdî.) “Gir benim şu has kullarımın arasına! (Ve’dhulî cennetî) Gir cennetime!” (Fecr, 89/29-30) buyuruyor.

517

Cennete girmek için, evvelâ sàlih kullarının arasına girmeyi şart koyuyor: “—Sen benim halis, sadık, salih kullarımın arasına gir; onlarla temas et, onların huylarını al! Ondan sonra sana cennetim açık!” diyor. Bu bir mücâhedeye vabeste. Bu mücâhede riyazete vabeste. Riyazet ve mücâhedeler; insan bunları yapacak durumda değilse bunların hepsi boş…

Nasıl ki bir memleketin müdafaasında ne kadar büyük mücadeleler oluyor! Eğer orasını hele bir düşman işgal ettiyse bu düşmanı oradan kovabilmek için, burayı tekrar onun elinden alabilmek için ne kadar canlar zâyî oluyor? Ne kadar mallar gidiyor? Tayyare topu tüfeği öyle her şeyi bin bir türlü mücahede!

Bu mücahede olmadıkça düşmana;

“—Hadi sen buradan git, burası bizim memleket, ne işin var burada?..” demekle gâvur gidiyor mu?

Gider mi? Ne zaman sıkıyı görecek, o zaman gidecektir.


Binâen aleyh insanın içindeki kötü ahlâk, sıkıyı görmedikçe gitmez. Oraya yerleşmiş; “Saltanat benim, nasıl giderim ben buradan!” diyor. Bunu oradan gönderecek ancak riyâzetlerimiz ve bizlerin Allah’a sarılışlarımızdır. Onu buradan kovabilirsek ne âlâ! Çünkü şeytan vücudumuzda, kanımızın içerisinde, kanımızla beraber hareket ediyor. Kanımızın içine yerleşmiş. Onu kanımızın içerisinden kovacak, çıkaracak şey ancak açlık. Açlık olsun ki daralsın, kaçsın oradan!

Riyâzet muhakkak şarttır! Paralar bol el-hamdü lillâh, işler bol… Bu günlerde nimetler de istediğinden bol!

O düğünde Hz. Âişe Vâlidemiz’in evlenme merasimini de birisi zikretti.

Tabii aşçı gelmiş. Tabaklar üzerinde çeşitli yemekler, mâlum, düğün yemekleri. Yemekleri verirken oradan biri;

“—Ben de Peygamberimiz’in evlendiği Âişe Validemizin düğününden bahsedeyim.” dedi.

Yazmış bir yere.

“—Buyur!” dediler.

Hz. Aişe Validemiz’i annesi almış; yüzünü gözünü, elini ayağını temizlemiş, saçını başını taramış. Peygamberimiz SAS Efendimiz’in odasına götürmüş. Peygamber Efendimiz de bir

518

kürsüde oturuyor.

“—Yâ Rasûlallah Allah zevcenizi mübarek etsin. Düğün hazırlığı hiçbir şey yok evde!” diyor.

Yalnız birisi Efendimiz’e bir çanak süt getirmiş. Düğün ikramı o süt! Sürekli herkes sütten bir parça içmiş.

“—Sen de iç!” diyerek Hz. Âişe Validemize de vermiş.

O da utanarak sıkılarak bir parça içmiş. Sonra Esmâ valideye vermişler. Düğün merasimindeki ikram bundan ibaretmiş. Başka bir şey yok.

Kendisi böyle yapmış ama bizim için; “—Düğünlerimizde hiç olmazsa bir koyun kesmek suretiyle akranlarınızı, ahbaplarınızı toplayıp yedirin içirin; onunla da cemiyetlerinizi şereflendirin!” diyerek müsaade buyrulmuştur.

Onun için bazen bir, iki, üç, beş, on, yüz deveyi yüz koyun kesen büyük ziyafetler olmuştur. Cevaz da vardır. Ama Rasûlüllah kendisi böylece yapmış.


Ahlâkları iyileştirebilmek, Rasûlüllah SAS’den alınacak feyz ile yapılacak riyâzetlere bağlıdır, mücahedelere bağlıdır. Bu mücadeleler ve mücahedeler yapılmadıkça, kötü ahlâk gidip de iyi ahlâk gelmez

İyi ahlâk, güzel ahlâk Allah-u Teàlâ’nın sevdiği bir ahlâk, Rasûlüllah SAS’in sevdiği bir ahlâk! İbadet sevabı var ahlâklarda; oruç tutanların sevabı var, gece ibadeti edenlerin sevabı var. Cennete insanı sokacak güzel ahlâk.

Biliyoruz ama nefis, tatbikatına bırakır mı insanı? Bırakmaz. Niçin? Altta ateş yanıyor. Ateş yandıkça onu durduramazsın. Ne zaman ki nefsini riyâzete verirsin, o zaman ıslah edebilirsin.

Ama sen dersen ki: “—Ben 60’tan sonra, 70’ten sonra bu riyâzeti yaparım!”

O olmaz. Riyâzet, vaktiyle yapılacak. Bu 60’tan sonra 70’ten sonra riyâzete tahammül olmaz. Tahammül olmayınca yapamazsın, iş geldiği gibi gider. Onun için “Kötü huyları teneşir temizler!” dedikleri odur. Ama gençlikte sen bu işin önüne geçebilirsin. Gençlikteyken kuvvet vardır, takat vardır. İnsan günlerce aç kalabilir.


Hatta açlık, insanlardaki maddî hastalıkları da gideriyor.

519

Maddî hastalıklar için doktora gideceğinize, hiç olmazsa üç gün beş gün aç durun, bakın bakalım hastalık sizden gider mi, gitmez mi?

Baş ağrısı, diş ağrısı… Mutlaka açlığın çok tesiri vardır. Bunun için Peygamber Efendimiz’in üç öğün yemeye imkânı mı yoktu? Etleri her gün yemeye imkânı mı yoktu Peygamberimiz’in. İstediği şeyleri yemeye imkânı mı yoktu? Hepsine imkânları vardı ama bize önder, bize örnek! “Siz de bana bakın da öyle olun!” diyerek riyâzeti kendisine şiar edinmiş.

Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk altı günde bir kere yemek yermiş.

İbrahim Hakkı hazretleri diyor ki: “—Hiç olmazsa haftada iki kere yemeğini ye!”

Onun için büyüklerin riyâzete verdiği önem çoktur.

Hatta bir Hristiyan İsa AS’ı övmüş. Demiş ki;

“—Bizim İsâmız 40 günde bir yemek yerdi.”

Karşısındaki müslüman:

“—Ya, ben 50 günde bir yersem…” demiş.

“—Yapamazsın, olur mu?” demiş Hristiyan.

“—Bak, dikkat et…” demiş.

Saymış, tam 60 gün yememek sûretiyle Hz. İsa’yı geçince, adam müslüman olmuş!


Açlıkla insan ölmez. Aç olup da hiç yememek suretiyle değil. Onlar riyâzetlerinde bağırsaklarını midelerini muhafaza edebilmek için biraz bir şeyler içiyorlar. Yalnız bizim gibi yeme değil.

Riyâzeti de kendi kendine yaparsan o da olmaz. Onu da yapamazsın. Riyâzette de yine bir usta olacak, bir usta onu sana gösterecek; “Bu şekilde yapacaksın riyâzeti!” diyecek.

Uykunu azaltacaksın, zikrini arttıracaksın, ibadetini arttıracaksın, yemeğini keseceksin… Nefis tabiatıyla ile o zaman sana boyun bükecek. Nefis başka türlü sana boyun bükmez. Boynunu bükmek için, her halde bu açlığa ve riyâzete ihtiyaç vardır.

Lokmanın da temizliği şart! Haramdan kazanılan paralarla yenen yemeklerden hâsıl olan kanlar, insanı deli de yapar, divane de yapar. Bırakın ahlâkı; istersen her gün şeyhülislâmları getir, söylet, olmaz. İçeriye haram lokma girmiş, bu haram lokmalardan

520

haram kanlar hâsıl olmuş. Haram kanın içerisinde dolaşan şeytanın kendisi ve yavruları dolu… Onun hakkından kolaycacık gelinmez.


Onun için, şiddet, gazap çok çirkin bir şeydir, yaramaz bir şeydir. Efendimiz SAS’e müteaddit defalar iman hususunda sormuşlar; “Gazabın terkidir.” buyurmuş.

Gazabı terk etmek de kolay bir şey olmuyor. Onun için büyüklerimiz çok büyük eserler yazmışlar. O büyük eserlerinde büyük büyük yerler ayırmışlar. Mutlaka yumuşak olmak demek değil de, her şeyi yerli yerinde kullanabilmek; yerine göre kızacaksın, yerine göre sükût edeceksin.

Hz. Ömer Halife-i mü’minîn. Adamın birisi çıkmış: “—Sen adil değilsin! Şöyle yapıyorsun, böyle yapıyorsun! Allah seni şöyle etsin, böyle etsin…” demiş.

İbn Abbas RA da orada varmış. Ona mükemmel ikramlar, izzetler, ihsanlar yapmışlar. İkramlar izzetler adamı mest etmiş, hayran etmiş; tevbekâr etmiş. Özür dilemiş.


Hele Hz. Ali Efendimiz’in torunu var, Hz. Hüseyin Efendimizin oğlu; ona birisi gelmiş çatmış. Ağzına gelenleri söylemiş. Hz. Ali Efendimiz’in torunu kalkmış, buna güzel bir kumaş elbise almış. Hâdimlerine; “—Bin tane de dirhem verin!” demiş.

O adam ona sövüyor sayıyor, tahkire yelteniyor; öteki de ona ikram ediyor, izzet ediyor, paralarla taltif ediyor. Bakınız şimdi işe!

Neden? Rasûlullah’ın evladı, torunu; evlatlarına yakışan öyle!

Hz. İsa’ya gelmiş biri, fena söylüyor söylüyor… Hz. İsa da buna daima iyilikle karşılık veriyor.

“—Yâ hu sana ne diyor, sen ne diyorsun?” demişler.

“—O içindekini harcıyor, ben de içimdekini harcıyorum. Onun içindeki pislikler dışarıya çıkıyor. Benim içimdeyse iyilik dolu, ben de iyiliklerimi çıkarıyorum dışarı!” demiş.

Bu çok güzel derstir arkadaşlar. Bunu için insanın diline hâkim olması lazım.

“—Yâ Selman! Biraz bana nasihat et!” demiş.

Demiş ki;

521

“—Kızma!”

“—Yapamam onu.” demiş, gazup bir adammış.

“—Öyleyse elinle diline hâkim ol. Kızacaksın madem, elinle diline hâkim ol da kimseyi incitme!” demiş.

Allah bizi affetsin, ihsan buyursun… Biz bu mücadelelerin de mücahedelerin de adamı değiliz, erbâbı değiliz. Allah affetsin…


Aziz kardeş!

Onun için fırsat eldeyken can bedendeyken bunun çaresine bakmak lazım. Bana diyeceksin ki;

“—Efendi! Hocaefendi! Bizim bir dünya işlerimiz var. Çalışacağız, işimiz var gücümüz var. Aç durursak riyâzet dersek bu işleri kim yapacak? Bu işleri de yapamayız…”

Onun çaresini de sen bulacaksın! Hem işini işleyeceksin, paranı kazanacaksın, çoluğuna çocuğuna bakacaksın hem de ahlâkını düzelteceksin!

Çoluğuna çocuğuna nasıl bakıyorsun, vücudunu nasıl beslemeye çalışıyorsun; ahlâkını da böyle düzeltmeye çalışmak, farzların başında gelir. Allah affetsin de kötü huylardan bizleri muhafaza edip iyi huyları bizlere nasib eylesin… Âmin.


c. Rüyada Görülen Şeyler


Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:196


اَلْخُضْرَةُ فِي النَّوْمِ الْجَنَّةُ، وَالتَّ مْرُ رِزْ قٌ، وَاللَّبَنُ فِطْرَةٌ، وَالسَّفِينَةُ نَجَاةٌ،


وَالْحَمْ لُ حُزْنٌ ، وَالْمَرْأَةُ خَيْرٌ ، وَالْ قَيْدُ ثَبَاتٌ فِي الدِّينِ، وَ أَكْرَهُ الْغُلَّ

(الحسن بن سفيان عن رجل من الصحابة)


RE. 205/6 (El-hudratü fi’n-nevmi’l-cennetü, ve’t-temru rizkun,



196 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.208, no:3029; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.379, no:41464; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.409, no:12198.

522

ve’l-lebenü fitratün, ve’s-sefînetü necâtün, ve’l-hamlü hüznün, ve’l- mer’etü hayrun, ve’l-kaydü sâbitün fi’d-dîni, ve ekrehü’l-gulle.)

(El-hudratü fi’n-nevmi’l-cennetü) “Uykuda yeşillik görmek Cennettir. (Ve’t-temru rizkun) Hurma da rızıktır. (Ve’l-lebenü fitratün) Süt, yoğurt fıtrat-ı İslâmiyye’dir. (Ve’s-sefînetü necâtün) Gemi necattır. (Ve’l-hamlü hüznün) Yük taşımak hüzün, tasadır. (Ve’l-mer’etü hayrun) Kadın görmek hayırdır. (Ve’l-kaydü sâbitün fi’d-dîni) Kendini bağlı görmek dinde sebattır. (Ve ekrehü’l-gulle) Boynundan kelepçeli görmeyi ise iyi saymam.”


“Gece rüyalarımızda yeşillik gördük mü o cennet misalidir.” Ve’t-temru rizkun. “Hurma ve ona benzer yemek şeyleri görülürse bu da rızka alamettir.” Ve’l-lebenü fitratün. “Süt, yoğurt; süt emsali de fıtrat-ı İslâmiyye alametidir.” Ve’s-sefînetü necâtün. “Gemiye biniyoruz gidiyoruz; bu da necat alametidir. Bir sıkıntın varsa kurtulacaksın, demektir.” Fakat gemiden çıkmak lazım.

Ve’l-hamlü hüznün. “Yük yüklenmiş götürüyor. Bu hüzne alamettir.” Ve’l-mer’etü hayrun. “Kadın görüyorsun rüyada, hayırdır.” Ve’l-kaydü sebâtün fi’d-dîni. “Kayd, bağlanmışsın, bu da dinde sebat edeceğine alamettir.” Ve ekerahu’l-ğulle. “Ellerin esirlerin bağlandığı gibi bağlandığı zaman onu hoş görme!” buyurmuş.


d. Güzel Yazı


Deylemî, Muhâcir el-Kelâî RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:197


اَلْخَطُّ الْحَسَنُ يَزِيدُ الْحَقَّ وَضَحًا (الديلمي عن مهاجر الكلعى)


RE. 205/7 (El-hattu’l-hasenü yezîdü’l-hakka vadahan.) “Güzel yazı, hakkı hakikatı daha ziyade açıklar.” Mesela düşünün, bizim camimizde yok ama bazı camilerde



197 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.200, no:2994; İbn-i Hacer, el-İsâbe, c.VI, s.385, no:8636; İbn-i Kàni’, Mu’cemü’s-Sahâbe, c.VI, s.132, no:1599; Muhâcir el-Kelâî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.244, no:29304; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.410, no:12199.

523

güzel levhalar vardır. Güzel sözler de vardır, bu levhalarda ibret alacağımız şeyler vardır. Bunlar hakkı hakikatı daha açık olarak

insanlara anlatır.

Güzel yazı okuyan insana neşe verir, şevk verir. Okunmasında ve yazılmasında birçok faydalar vardır.

Bu da dinlenmeye lâyık ve şayestedir, hepsi de öyledir.


e. Günahın Gizli Kalması


Deylemî. Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:198


اَلْخَطِيئَةُ إِذَا خَفِيَتِ، لاَ تَضُرُّ إلاَّ صَ احِبَهَا؛ وَإِذَا أُظْهِرَتْ فَلَمْ


تُغَيِّرْ، ضَرَّتِ الْعَ امَّةَ (الديلمي عن أبي هريرة)


RE. 205/8 (El-hatîetü izâ hafiyet, lem tedurru illâ sâhibehâ; ve izâ üzhirat felem tügayyir, darrati’l-âmmete.)

(El-hatîetü izâ hafiyet) Bir hata gizli kalırsa, (lem tedurru illâ



198 Deylemî. Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.208, no:3029; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.79, no:5582; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.411, no:12200.

524

sâhibehâ) sahibinden başkasına zarar gelmez. (Ve izâ üzhirat felem tügayyir) Aşikare yapılır ve yapılan hata düzeltilmezse, o zaman umuma zararı dokunur.”


Günahlar iki kısım; bir gizlidir, bir de aşikârdır. Bir aşikâre yapılan günahlar vardır bir de saklıca yapılanlar. Allah bilir şüphesiz. Bilir ama insanlardan saklıyorsun, Allah’ın kullarından saklıyorsun. Gizli günahların zararı ancak sahibinedir. Tevbe ettiği vakit Cenâb-ı Hak affeder, kurtulur. Yahut Cenâb-ı Hak setreder, dünyada setrettiği gibi âhirette de örter.

Bir gün adam öldü, ne olacak şimdi.

“—Ben bu kabahati yapıyorum. Allah da biliyor, alem de bilsin, ben buyum!” diyor.

Gidiyor alenen günah işliyor. Bu açıkça olan günahını da değiştirmiyorsa bunun vebali herkesedir.

Niçin? Hepimiz mes’ulüz onu ıslah etmek için çalışmaya! Buna kimse bir şey demiyor. Diyemezsin de şimdi, geçti vakit. Halbuki hepimiz muvazzafız.

“—Bunun vebali var, günahı var, sıhhate zararı var. Eve, aileye zararı var. Çoluğa çocuğa zararı var. Şu fenalığı var bu fenalığı var!” diye çeşitli bilgilerle o kardeşimizi o kötülükten çevirmeye çalışmak vazifemizken, biz de yapmıyoruz. O da tevbe etmezse, hem o mes’ul oluyor hem biz mes’ul oluyoruz. Zararı ammeye oluyor.

Onun için insan, mümkün mertebe hata yapmamaya çalışmalı da, hata yaptığı takdirde gizli yapmaya dikkat etmesi lazım!


f. Ailesine Şefkatli Olmak


Deylemî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş,

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:199


اَلْخَلْقُ كُلُّهُمْ عِيَالُ اللِ، وَتَحْ تَ كَنَفِهِ؛ فَأَحَبُّ الْخَلْقِ إِلَى اللِ مَن




199 Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.384, no:16170; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.415, no:16170.

525

أَحْسَنَ إِلٰى عِيَالِ هِ؛ وَ أَبْغَضُ الْخَلْقِ إِلَى اللِ، مَنْ ضَنَّ إِ لٰى عِيَالِ هِ

(الديلمي عن أبي هريرة)


RE. 205/9 (El-halku küllühüm iyâlu’llàhi, ve tahte kenefihî; feehabbü’l-halkı ila’llàhi, men ahsene ilâ iyâlihî; ve ebgadu’l-halkı ila’llàhi, men danne ilâ iyâlihî.)

(El-halku küllühüm iyâlu’llàhi) “Halkın hepsi Allah-u Teàlâ’nın iyali mesabesindedir, (ve tahte kenefihî) ve onun himayesi altındadır. (Feehabbü’l-halkı ila’llàhi) Yarattıkları içinde Allah’a en sevgilisi, (men ahsene ilâ iyâlihî) ailesine iyi muamele eden kimsedir. (Ve ebgadu’l-halkı ila’llàhi) Yarattıkları içinde Allah’ın en buğz ettiği kimse, (men danne ilâ iyâlihî) ailesine cimrilik yapan, kötü davranan kimsedir.”


Halk denince bütün mahlûkat; gökteki kuşlar, denizdeki balıklar, karadaki, dağdaki hayvanlar, insanlar; hepsi içine girer, hepsi mahlûktur.

Bütün mahlûklar Allah-u Teàlâ’nın iyâli, yani fukarâsıdır. Bütün mahlûklar Allah’a muhtaçtır. Bütün mahlûkatın rızkını veren Allah’tır. Sağlığını veren Allah’tır, sıhhatini veren Allah’tır. Binâenaleyh bütün mahlûk her an için Allah’a muhtaçtır. Allahu

Teâlâ bir an şu kullarından, mahlûklarından nazarını kesse, kıyamet dünyada kopuverir.

Tüm mahlûk da Cenâb-ı Hakk’ın taht-ı himâyesinde ve muhafazası altındadır. Bunun içine gayrimüslimler de dâhil.

Bu halkın içerisinde Allah-u Teàlâ’nın sevdiği, razı olduğu mahlûk evlâd ü iyâline, çoluk çocuğuna ihsanı güzel olan, iyiliği güzel edendir. Onlara iyi bakan kimseler, Allah-u Teàlâ’nın kulları içerisinden sevdiği kullarıdır.” Ne kadar güzel bir ders!


Babamın bana bir nasihati var:

“—Oğlum sakın çarşıdan yemek yemeyeceksin!”

“—Sebebi?” “—Senin paran var, çarşıda lokantalardan, kebapçılardan istediğin şeyi yersin. Fakat senin evindeki çoluğun çocuğun bunu

526

yiyemez. Onlara da alıp götüremezsin. ‘Ben bunları yedim, size de getirdim.’ diyemezsin! Binâen aleyh sakın çarşıdan yeme, evinde ye! Evini düşün, evinin adamı ol!” Çarşıda gelişigüzel kendini doyurmaya ev halkı da alışır. Evde rahatlık, huzur olmaz. Beklerler ki; ‘—Akşam babamız gelsin de sofrada beraber yemek yiyelim!’ Baba karnını doyurmuş çarşıda, geliyor. Ben tokum, diyor. Yahut kafası bozuk geliyor. O evin tadını sen ona göre hesap eyle.


Allah’ın mahlûklarının kendisine en sevgilisi evlâd ü iyâline güzel ihsanda bulunandır.

Bu iki çeşittir: Bunların birincisi canını beslemek. Bunun üzerinde pek titizlikle hareket ediyoruz.

“—Aman oğlum hasta olmasın, vücudu iyi büyüsün!” Kantar evde, ikide birde tartarız; kilosu şuna göre olsun, gıdası buna göre olsun…

Ama rûhen yetişmesinde ruhanî işlerinde gafiliz. Yetişsin de nasıl yetişirse yetişsin. Eğer ilk devirlerde iyi alâkadar olursan mum gibi bir çocuk yetişir. Aslan gibi, tertemiz; içi temiz, dışı temiz bir kişi yetişir.

Bu senin gayretinin neticesinde olacak. Onun diniyle alâkadar olacaksın, ahlâkıyla alâkadar olacaksın. Gidip dolaştığı yerlerle alâkadar olacaksın. Görüşüp konuştuğu kimselerle alâkadar olacaksın. Eğer bunlarla alakadar olmayıp da, “Adam, Allah kerim!” diye salıverirsen, Allah’ın takdirine bağlı artık. İyilerin arasına düşerse, ne âlâ! Kötülerin arasına düşerse, o zaman ne yazık! Onun için, asıl acıyacaksan buna acı!


Azıcık zayıflasa korkuyoruz, doktordan doktora koşturuyoruz;

“—Aman çocuk kansız kaldı; şurasında şusu var, burasında busu var…”

Ahlâkı için hiç kimseye koşturmuyor. Yalnız kabakulak olursa;

“—Hocaefendi, benim çocuğum kabakulak olmuş, bir okuyuver…” diyor. Allah affetsin…

Allah-u Teàlâ’nın en sevmediği kulu, çoluk çocuğuna sıkılık, bahillik yapandır. Onların maişetlerini daraltıyor; başkalarının ellerine muhtaç duruma düşürüyor. Çocukların gözleri başkalarının sofralarında, evlerinde kalıyor. Durumları böyle

527

perişan halde yetişiyorlar. Bunlar da Allah-u Teàlâ’nın sevmediği kullarıdır. Kendi nefsini düşünüyor; çoluğunu çocuğunu düşünmüyor.


g. Ailesine Faydalı Olmak


Ebû Ya’lâ, Hàkim, Beyhakî ve Taberânî, Enes in-i Mâlik

RA’dan ve Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:200


اَلْخَلْقُ كُلُُّهمْ عِيَالُ اللِ تَعَالٰى، وَأَحَبُّهُمْ إِلَى اللِ أَنْفَعُهُمْ لِعِيَالِهِ



200 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.43, no:7446; Bezzâr, Müsned, c.II, s.324, no:6947; Müsnedü’l-Hàris, c.III, s.457, no:900; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.255, no:1306; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VII, s.153; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXIII, s.277; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Taberânî, Mucemü’l-Kebîr, c.X, s.86, no:10033; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.201, no:2995; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.349, no:13707; Hatîb-i ağdâdî, el-Müttefik ve’l-Müfterik, c.III, s.274, no:1319; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

528

(ع . ك . والشيرازي، والعسكري، وابن أبي الدنيا، هب.

طب. عن أنس وعن ابن مسعود)


RE. 205/10 (El-halku küllühüm iyâlu’llàhi teàlâ, ve ehabbühüm ila’llàhi, enfaühüm li-iyâlihî.)

Daha kısa bir tabiri budur:

(El-halku küllühüm iyâlu’llàhi teàlâ) “Bütün mahlûk, Allah-u Teàlâ’nın iyâlidir ve hepsi Allah’a muhtaçtır. (Ve ehabbühüm ila’llàhi) Bunların içerisinden Allah-u Teàlâ’nın sevdiği kullar, (enfaühüm li-iyâlihî) efrad-ı ailesine faydalı olandır.” Ne şekilde faydalı olacaktır?

Esas fayda, iman u İslâm dairesinde onları yetiştirebilmek.

Efrad-ı ailesinin dini üzerinde, imanı üzerinde, ahlâkı üzerinde durarak, anasını, babasını, kardeşlerini, çoluk çocuğunu dindar yetiştirmeye gayret etmek.


Bulunduğum yerde bir mesele çıkardılar. Birisi Amerika’dan gelmiş. Amerika’da yeni bir mezhep türüyormuş. Müslümanlığa karşı hazır vaziyetteler. Fakat İslâm’ı tam bilmiyorlar. Orada tabii kitap da yok layık bir biçimde, kendilerine öğreten de yok.

Bunlar;

“—Allah-u Teàlâ’nın Rasûlü büyük adam, fakat hàtem olması niçin? Niçin hàtem oluyor? Ondan sonra da büyük adamlar gelmiş.” diyorlarmış,

Birisi çıkmış:

“—Biz de Müslümanız. Ben rasûlüm, bunlar da benim ümmetim!” diyormuş.

İman u İslâmiyet’te akâid-i İslâmiyye şart! Böyle bir bozuk yolun arkasında giden insanların ıslahı ne kadar zor! Binâen

aleyh yetişme tarzında iman u İslâmiyet’i güzel bir şekilde öğretmek, ananın babanın yegâne borcudur. Öyle saçma sapan kitaplarla yetiştirirse, o çocuğun sadece sana değil, sana da cemiyete de zararı olur vesselam.


h. Güzel Ahlâk Hataları Giderir

529

Taberânî, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:201


اَلْخُلُقُ الْحَسَنُ يُذِيبُ الْخَطَايَا، كَمَ ا يُذِيبُ الْ مَاءُ الْجَلِيدَ ؛ وَاَلْخُلُقُ


السُّوءُ يُفْسِدُ الْعَمَلَ، كَمَا يُفْسِدُ الْخَلُّ الْعَسَلَ (طب . عن ابن

عباس)


RE. 205/11 (El-hulüku’l-hasenü yüzîbü’l-hatâyâ, kemâ yüzîbü’l-mâü’l-celîde; ve’l-hulüku’s-sûü yufsidü’l-amel, kemâ yüfsidü’l-hallü’l-asel.) (El-hulüku’l-hasenü yüzîbü’l-hatâyâ) “Güzel ahlak hataları eritir; (kemâ yüzîbü’l-mâü’l-celîde) suyun buzu erittiği gibi. (Ve’l- hulüku’s-sûü yufsidü’l-amel) Kötü ahlâk da ameli ifsad eder, bozar; (kemâ yüfsidü’l-hallü’l-asel) sirkenin balı bozduğu gibi.”


Güzel ahlâk günahları eritir. Nasıl ki mum sıcakta erir, kar sıcakta erir; çok eriyen şeyler var eriten şeylerin altında. Güzel ahlâklar da hataları eritir, yok eder. Ne gibi?

Sıcak su buzu nasıl eritiyorsa, güneş karı nasıl eritiyorsa, güzel ahlâklar da hataları böyle eritir.

İyi ahlâk da var kötü ahlâk da var. “Siz güzel ahlâkın sahibi olun!” demek.

Kötü ahlâk da iyi amelleri, hayırları, hasenatları ifsad eder, bozar. Ne gibi? Sirke, balı nasıl perişan ediyorsa, bozuyorsa, kötü



201 Taberânî, Mucemü’l-Kebîr, c.X, s.318, no;10777; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.247, no:8036; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.200, no:2991; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.54. no:12690; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.247, no:8036; Ebü’ş-Şeyh, Emsâl fi’l-Hadîs, c.I, s.113, no:252; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.VII, s.281, no:40618; Ukaylî, Duafâ, c.IX, s.11, no:2074; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.51; Ebû Hüreyre RA’dan. Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.255, no:799; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XLI, s.293, no:8271; ibn-i Ömer RA’dan. Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.I, s.300, no:301; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

530

ahlâklar da amelleri öyle bozar.”

Başka biri de hased değil miydi?

Allah hepimizi affetsin de bu iyi ahlâkların sahibi olabilmenin şeref ve devletine hepimizi eriştirsin… Âmin.


i. Güzel Ahlâkın Alınması


Deylemî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:202


اَلْخُلُقُ الْحَسَنُ لاَ يُنْزَعُ، إِلاَّ مِنْ وَلَدِ حَيْضَةٍ، أَوْ وَلَدِ زَانِيَةٍ (الديلمي عن أبي هريرة)


RE. 205/12 (El-hulüku’l-hasenü lâ yünzeu, illâ min veledi haydatin, ev veledi zâniyetin.) (El-hulüku’l-hasenü lâ yünzeu) “Güzel ahlâk alınmaz; (illâ min veledi haydatin) ancak hayız mahsulü, (ev veledi zâniyetin) veya zina mahsulü olandan soyulup alınır.” Güzel ahlâk herkeste var. Cenâb-ı Hak hepimizi İslâm tıynetinde yaratınca güzel ahlâklar da hepimizin üzerinde mevcuttur. Ancak hayız halinde iken hanımına yaklaşan ve, ondan hâsıl olan çocukta iyi ahlâk bulunmaz.

Adetli iken eşine yaklaşmak haram idi, sen o yasak olan vakitte hanımına yakınlık yapıyorsun. Onun günah olduğunu, yasak olduğunu da bilmiyorsun, yahut bilerek nefsine aldanıyorsun, yapıyorsun. Bu sırada çocuk dünyaya gelse, o çocukta güzel ahlâk bulunmaz.


İkincisi; zinadan hâsıl olan, yani nikâhsız olarak meydana gelen çocuklarda da güzel ahlâk bulmanın imkânı yoktur.

Bu çok geniş… Zina denince mutlaka insanların umumhâneye gitmesi değil. Nikâh da Allah’ın dini üzerine kıyılır, dinsizlerle yapılan nikâh makbul değildir. Nikâh, iman üzerine meşrudur.



202 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.200, no:2992; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.3, no:5136; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.414, no:12207.

531

İnceleyin şimdi bunu, inceleyin: Kızımız var, evlendireceğiz. Oğlumuz da var, gelin alacağız; ne yapalım?

Karşımıza çıkıyor bir sürü talip ama 32 farzı bırak, imanın esaslarını bilmiyor! Allah’tan, peygamberden haberi yok, belki de münkir! Ama adı Ahmet, adı Mehmet… Allah affetsin.

Bu gibilerden yetişen evlatlarda ahlâk-ı hamîde bulamazsınız. Bunun mürebbisi velev ki Cibril olsun!

Allah kusurlarımızı affetsin... Tevfîkàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin…


Hayatımız kısa… Orada adamcağız güzel tasvir etti, dedi ki:

“—Evvelimiz çocukluk hâli, ağlayarak geçer. Sonumuz da âh âh diyerek ölüm hâliyle biter.”

Ah ile ağlama arasındaki şu kısa ömrün içerisinde lazım olan şey, bu dünya saltanatı değil ahiret saltanatını eline geçirebilmektir.

Eğer sen bu dünya saltanatını geçireyim dersen, o burada kalacak; onu buradan götüren kimse yok! Bu kadar büyükler gelmiş, peygamberler, sàlihler; hiç kimse buradan bir şey götürememiştir. Hepsi burada kalır. Ancak buradan gidecek olan âmâl-i sâliha ve Allah’ın rızasıdır! Onun için en büyük nimet Hakkın rızasını kazanmak… Kazanarak gidebiliyorsan, ne mutlu sana!

Li’llâhil-fâtihah!


20. 06. 1971 – İskenderpaşa Camii

532
22. İÇKİ KÖTÜLÜKLERİN ANASI