02. BELÂLARIN HİKMETİ

03. HACCIN ÖNEMİ



El-hamdü li’llâh, sümme el-hamdü li’llâh…

El-hamdü li’llâhi’llezî hedânâ li-hâzâ vemâ künnâ li-nehtediye levlâ en hedâna’llàh… Ve mâ tevfîkî illâ bi’llâh, aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünîb… Neşhedü en lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerike leh. Ve neşhedü enne muhammeden abdühû ve habîbuhû ve rasûlüh…

Allàhümme salli ve sellim ve bârik alâ hâze’n-nebiyyi’l-kerîm, ve’r-rasûli seyyidü’s-senedi’l-azim, li’l-kalbi’r-rahîm, seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Emmâ ba’du feyâ ibâda’llàh… Ûsiküm ve nefsi’l-âsiyeti bi- takva’llàhi ve tàatih… İnna’llàhe meallezîne’ttekav ve’llezînehüm muhsinûn… Kàle’llàhu tebàreke ve teàlâ fî kelâmihi’l-hakîm:

Estaizü bi’llâh:


اَلْحَج أَشْه رٌ مَعْل ومَاتٌ، فَمَنْ فَرَضَ فيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلَ


ف س وقَ وَلَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ، وَمَا تَفـْعَل وا مِنْ خَيْر يَعْلَمْـه اللَّ ،


وَ تَزَوَّد وا فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ الـتَّـقْوٰى، وَ اتَّـق ونِ يَا أ وليِ اْلأَلْبَابِ


(البقرة:7)


(El-haccü eşhurun ma’lûmât, femen ferada fîhinne’l-hacce felâ rafese ve lâ füsûka ve lâ cidâle fi’l-hacc, ve mâ tef’alû min hayrin ya’lemhu’llàh, ve tezevvedû feinne hayre’z-zâdi’t-takvâ, ve’ttekùni yâ üli’l-elbâb.) Sadaka’llàhü’l-azîm.

[Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet eder ihramını giyerse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Ey müminler! Ahiret için azık edinin. Bilin ki

99

azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden emirlerime karşı gelmekten sakının!] (Bakara, 2/197)


Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Sizlere bugün biraz hac farizasından bahsetmek isteyeceğim. Mâlum insanların hayatındaki devirler muhteliftir. Zenginlik, fakirlik birbirini daima kovalar. Sıhhat afiyet de böyle, varlık ve yokluk da böyledir. Bir insana Cenâb-ı Hak sağlık, afiyet verip bir de dünya nimetlerini kendisine mazhar kıldığı vakitte, ona hac farzı tahakkuk eder.

Eğer o mümin, o zengin olduğu sene, hacca gidebilmek imkânını bulduğu sene gider de takdir-i ilahi, yolda kendisini ecel yakalar, Mekke’ye gidemeden, hacı olamadan bir yerde ruhunu teslim ederse Mevlasına, o zat ebedi bir hacıdır. Her sene onun defterine hac sevabı yazılır ve hacılık farzını ifa etmiş diye de kayıtlanır. Onun için bu hacı olamadı, hac yerine gidemedi, buna bir bedel çıkaralım demek lazım gelmez. Bedel istemez artık o, kendisi hacıdır.

Ama şuna dikkat edin: Ama o sene gidemedi, zengin oldu da o sene hacca gidemedi. Şu işlerimi bitireyim de öyle gideyim dedi. Daha sonraki bir sene çıktı gitti hacıya, yolda eceli yakaladı kendisini… Gidemedi, hacı olamadı. Bu da öldü, ama hacı olamadan öldü. Bu hacıya bedel çıkarmak vacibdir. Hacı olamadı çünkü bu…

Evvelki hacı oldu, bu olamadı. Sebebi, tehiri. Haccı tehir ettiğinden dolayı ecel kendisini nerede yakaladıysa, hac vazifesini yapamadan dünyadan çekildi gitti. Binâen aleyh o borçlu olarak kaldı, hac borcu üzerinde kaldı. Binâen aleyh varislerinin onun için bir hac farizasını yapmak üzere bir bedel çıkarması, üzerlerine borç olur. Bu bir mesele-i diniyedir.


Haccın fadailini söylemeye gücümüz yetmez ve bitmez yani, biz de bitiremeyiz. Yalnız şu kadarcığını söyleyeyim ki size, hem tüm kardeşlerimizden rica tarikiyle, orası bir nur membaıdır. Orası bir nur kaynağıdır. O nur kaynağının olduğu yerden alınan

100

nurlar sayesinde… Müslümanlar, oradan aldıkları nurları memleketlerine yaymakla mükelleftirler.

Binâen aleyh oraya bir, iki, üç, beş … Ömür boyunca gitmek, insana borçtur. Çünkü bizim imamımız var ya, mezheb sahibimiz. Adı da İmam-ı A’zam Ebu Hanife’dir. O elli üç veya elli beş defa gitmiş. Ona sorsak:

“—Niçin ya İmam, sen bu kadar çok gittin oraya?”

Ki o zaman tayyare de yok, otobüs de yok. Ya yayan gidecek, ya hayvanlarla gidecek. Zor gidiş. Sen niçin böyle her sene bu kadar yorgunluğu çekiyordun da gidiyordun desek, acaba bize ne der? Bunu düşünmenizi tavsiye ederim sizlere.


Bir de Hz. Adem AS cennetten gelirken, Kâbe de onunla beraber gelmiştir. Adem AS mâlum Serendip adasında ikamet ediyordu. Ki Pakistan yahut Hindistan hudutları içerisinde bugün. Oradan her sene hacca gelmiştir. Adem AS yayan olaraktan, bulunduğu yerden, Mekke-i Mükerreme’ye kadar bin defa haccetmiştir. Rica ederim. Allah’tan korkmalı ve hacılık

101

hakkında öyle münasebetsiz söz söylemekten sakınmalıdır.

Bak biz günde beş defa Allah-u Teàlâ’nın huzuruna geliyoruz. Demezler mi yeter bir kere yâhu? Neden beş defa gidiyorsunuz. Bak işler dolu, bu işler dururken sen ne diye beş defa işi bırakıp da gidiyorsun buraya? Denir mi bu laf? Denmez.

Bu laf nasıl denilmezse, hacı efendiye de niçin gidiyorsun lafını dememeye insan teeddüb etmelidir, bir. İkincisi, hac yalnız Beytullah’ın ziyaretiyle değildir. Aynı zamanda o Beytullah’ı ziyaret, Arafat’ta duruş, tavaflar. Bunlar ayrı nimetler.

Bir nimet-i uzmâ daha vardır ki, bir insan haccettikten sonra mutlaka dinimizin ve bütün kâinatın ve bütün mevcudatın, varlıkların sebebi olan, Peygamber-i Ahir-i Zaman, Muhammed Mustafa SAS’in ziyareti de vacibdir müslümanlara… Haccını yapar, eğer Rasulüllah’ın ziyaretini yapmadan dönerse, (fekad cefânî) “Bana cefa etmiş olur o adam!” diyor Rasûlallah.

Niçin?

“—Onun haccının da, diğer bütün nimetlerin de varlığına sebep benim. O adam nasıl adamdır ki hakkın divanına gelmiş de oradan benim divanıma, huzuruma gelemeden dönmüş gitmiş. Şu veya bu işinden dolayı. Bu bana cefa etmiş olur, beni rahatsız etmiş olur, beni üzmüş olur. Her kim gelir de beni de ziyaret ederse, benim şefaatim de ona vacip olur.”


Bu şefaat-i Peygamberiyeden dolayıdır ki, oraya bilâd-ı İslamiyyeden koşan müslümanların haddi yoktur. Allah o şerefe bizleri de nail etsin ki, onun huzurunda bir an durabilmek zevkine ulaşmak ne demek olduğunu anlayabilecek bir gönlü de bize ihsan etsin.

Onun içindir ki biz şimdi Kâbe-i Muazzama’ya vardığımız vakitte bize bir dua öğretmişlerdir. Kâbe’yi görür görmez o duayı okuruz. Onu size teberrüken söyleyeyim. Kâbe’ye gidiyoruz, Kâbe göründü gözümüze:


أَع وذ بِرَبِّ الْبَيْتِ، مِنَ الْك فْ رِ، وَالْ فَقْرِ، وَمِنْ عَذَابِ الْ قَبْ رِ .

102

(Eùzü bi-rabbi’l-beyti, mine’l-küfri, ve’l-fakri, ve min azâbi’l- kabri.) diye dua ederiz.

(Eùzü bi-rabbi’l-beyt) “Ey Beyt’in sahibi Allahım, sana sığınırım ben!”

“—Neden sığınırsın kulum?”

(Mine’l-küfri) “Gâvurluktan, küfürden sana sığınırım ben!” Küfür ne demek? “Hakkı saklamaktan, hakkı örtmekten, hakkı örtenlere destekçi olmaktan sana sığınırım ben ya Rabbi! Beni hakkı örtenlerden etme, hakkı saklayanlardan etme, haksızların arasına katılanlardan etme yâ Rabbi!” Küfür ne demek? Gâvur, hakkı saklıyor demek. Allah’ı saklıyor. İslam dini hak. İslam dinine giremiyor, o devletten mahrum, onun için ona ne diyoruz, gavur diyoruz. Çünkü İslâm dini nur.


إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللََِّّ اْلإِسْلاَم (اۤل عمران:٩)

103

(İnne’d-dîne inda’llàhi’l-islâm) “Allah’ın indinde makbul olan din, geçerli din sadece İslâm’dır.” (Âl-i İmran, 3/19) Hak olan budur, başka din yoktur. Bu gavurluğa sebep olacak her ne varsa, onların hepsinden de ben sana sığınırım ya Rabbi, bir.

İkincisi, (ve min azabi’l-kabr) “Kabrin azabından da gene sana sığınırım.”

“Bu hayatı bize verdin, bir gün de elbette alacaksın bu hayatı bizden. Bu hayatı bizden aldıktan sonra, bizim hayatımızda yaptığımız kusurlardan, kabahatlerden dolayı o kabirde bize azap etmenden sana sığınırım yâ Rabbi! O kabirde bize azabı tattırma ve gösterme!” demek.

Yani itikadımızdan biri olarak, öldükten sonra dirilme ve orada azabı tatmanın hak olduğunu, Cenab-ı Peygamber buradaki duasıyla bize ne güzel öğretmiş oluyor.

Onun için geçenki hutbede kardeşimiz duadan bahsetti de dua çok lazım. Her mü’min ve muvahhide çok lazım. Namaz duadan ibaret. Onun için biz beş vakitte namaza gidip, bütün okuduğumuz âyât-ı ilahiyelerle, yaptığımız ibadetlerde orada dua ediyoruz Cenab-ı Hakk’a…

Bir kere Elham okuyoruz, Elham’da sırat-ı müstakim denen doğru yolu Allah’tan istiyoruz. Dua değil midir bu? Doğru yolu istiyoruz Hz. Allah’tan ve delalete düşmüş Yahudi ve Nasara’nın yoluna düşmemeyi istiyoruz. Onlardan olmamayı istiyoruz. İşte bu dua yetmez mi insana? Diğer ayetlerdeki dualar da başka.

Onun için, “Yâ Rabbi gâvurluktan, küfürden ben sana sığınırım!” diyoruz. Daha… İkincisi, (ve’l-fakri) “Küfürden sonra fakirlikten de sana sığınırım!” diyor. İkinci duamız, küfrün arkasından fakirliği söylüyoruz.

Çünkü, Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:39



39 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.267, no:6612; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.53; Ukaylî, Duafâ, c.IV, s.206, no:1790; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VII, s.237; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.342, no:586; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.IV, s.237, no:1094; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

104

كَادَ الْفَقْر أَنْ يَك ونَ ك فْرًا (حل. عن أنس)


(Kâde’l-fakru en yekûne küfren) “Fakirlik neredeyse küfür olacaktı.” Fakirlik adamı gâvurluga sürükleyen belâlardan birisidir. Onun için oradaki duamızın birincisi, küfürden ikincisi de fakirlikten Allah’a sığınmak oluyor. Çok mühimdir bu dua.

Öyle ise bize ne düşüyor? Bu fakirlikten kurtulmanın çaresini aramak lazım. Burada ders çok genişler. Bu geniş dersi içtimacı olan kardeşlerimize terk edelim! Çünkü bunları uzatmak vazifemizin haricindedir. Bunları onlar izah etsinler.

Fakat ben size kısaca söyleyeyim ki, bugünkü ictimaî hayatta dünya nizamına ayak uydurmak mecburiyetindeyiz. Bak şu Dünya Güneş’in etrafında dönüyor. Ay da Dünya’nın etrafında dönüyor. Hepsi birbirinin dönüşüne ayak uyduruyor. Nasıl? Dakikası dakikasına… Eğer bu ayak uydurma olmasa, bu hayat olmaz üzerimizde… Gecesi de öyle, gündüzü de öyle. Bir ayak uydurulmuştur, nizam-ı alem öyle gidiyor.


Binâen aleyh, bugünün yaşayan insanları da zamanın icaplarına, ihtiyaçlarına ayak uydurmak mecburiyetindedir. Akşam radyoyu dinlerken, Yahudilerin Arap adalarından birisini paraşütçülerle zapt ettiğini söylüyordu. Bu bizim için çok acı… Birisi zengin, birisi fakir…

İşte Cenab-ı Peygamber diyor ki, “Fakirlikten kurtar!” Niçin? E ufacık bir Yahudi senin tepene çökerse, ne yaparsın sen? Çünkü senin topun, senin tayyaren, senin atacağın bütün malzeme onunkinden fazla olmazsa, onun esiri olursun. Kim olursa olsun. Yahudiye mahsus değil de…

Binâen aleyh sen de herkesi korkutacak duruma gelmek mecburiyetindesin. Onun için tek çalışmanın faydası yok. Ya? Bütün vücutlar birleşecek, kafalar birleşecek, servetler birleşecek ve bu aleme ayak uydurmaya çalışacak. Bunu yapamadığımız

105

taktirde, ötekilerin ayaklarının altına düşmek tehlikesine maruz kalırız, Allah muhafaza etsin…

Onun için birinci dua:


أَع وذ بِرَبِّ الْبَيْتِ، مِنَ الْك فْ رِ، وَالْ فَقْرِ، وَمِنْ عَذَابِ الْ قَبْ رِ .


(Eùzü bi-rabbi’l-beyti, mine’l-küfri, ve’l-fakri, ve min azâbi’l- kabri.) “Ey Beyt’in Rabbi, küfürden ve fakirlikten ve kabir azabından sana sığınırım!”.

Fakirliğin hududu yok, çok geniş. Her hususta olabilir; bilgide fakirlik, parada fakirlik, sıhhatte fakirlik, dünya görüşündeki fakirlik, ahiret görüşündeki fakirlik. Çeşit çeşit fakirlikler var… Bunların hepsinden kurtulmanın çaresini arayıp, bundan kurtulmanın lüzümunu bize bu duamız ifade ediyor. Arkadakiler daha uzun.

Şimdi Rasûlüllah SAS’in huzuruna geldik. Oraya bir a’rabi, çöl adamı gelmiş. Rasûlüllah’ın huzuruna durmuş. Şöyle bir mersiye okuyor Rasûlüllah’ın huzurunda:


يَا خَيْرَ مَنْ د فِنَتْ بِالْ قَاعِ أَعْظ م ه


فَطَابَ مِنْ طِيْبِهِنَّ القَاع وَالأَكَم


نَفْسِي الْ فِدَاء لِقَبْر أَنْتَ سَاكِن ه


فِيهِ الْعَفَاف وَفِيهِ الج وْد وَالكَرَم


Ya hayra men düfinet bi’lkai a’zamuhû

Fetàbe min tıybihinne’lkàu ve’l-ekemü

Nefsi’l fidâu li-kabrin ente sâkinühû

Fîhi’l-afâfü ve fîhil-cûdü ve’l-keremü

106

[Ey toprağa defnedilenlerin en hayırlısı ve en büyüğü! Güzel kokularınla yeryüzünün alçak ve yüksek yerleri hep güzelleşti. Senin bulunduğun kabre canım feda olsun;

İffet, cömertlik ve kerem oradadır.]


Bu çok geniş mânâları ifade eder. İçinden gelen iç yanıklığını, Rasûlüllah’a karşı arz ediyor bu a’rabi.

Rasûlüllah SAS dünyadan ahirete intikal etmişler. Hz. Fatıma RA gelmiş kabr-i saadetinin başına. Bir parça toprağından almış, şöyle bir koklamış. O koklayışla diyor ki:

“—İnsanlar şu Rasûlüllah’ın kokusunu bir koklasalar, acaba başka bir koku koklamak isterler mi?” (Fetàbe min tıybihinne’lkàu ve’l-ekemü) diyerek, a’rabî de o kokunun kâinatı doldurduğundan bahsediyor. Bu Rasûlüllah’ın kokusunun kâinatın bütün arazisini miske buladığını söylüyor. Fakat bizde bu kokuyu koklayacak burun olmadığından, oraya da

107

gidiyoruz, yine o kokudan bir hissemiz olmadan dönüyoruz. Allah bize de o kokuyu koklayacak burunlar ihsan buyursun…

Onun için der ki sahib-i kitab:

“—Sen oraya vardığın vakitte, onun huzurunda durduğun vakitte körler gibi durma! Seni gören ve senin sözlerini duyan bir Rasûlüllah’ın huzurunda olduğunu hatırından çıkarma! Sen bir ölünün karşısında değilsin. Bir mezarın da karşısında değilsin. Sen kâinatın, varlıkların sebeb-i hilkati olan o fahr-i kâinatın huzurundasın. O senin her ilticanı, her duanı, her halini görmektedir. Binaen aleyh, sen orada tavrını takın, edebini takın, pencerelerden içeriye bakacağım diye aptallık da etme!”

Allah cümlemizi affetsin… Mağfiretini bizlere ihsan buyursun…


Gene Hz. Fatıma diyor ki:

“—Eğer bana gelen musibet, Fahr-i Kâinat’ın dünyadan ayrılışıyla bana gelen musibet, gündüzlerin başına gelmiş olsa, bir daha gündüz olmazdı; bütün gündüzler gece olurdu.

Fahr-i Kâinat’ın dünyadan ayrılmasının acısına tahammül edemediği için böyle söylüyordu. Biz de onun evladıyız, biz de onun ümmetiyiz, biz de kendimize şefaatçi olaraktan onun huzuruna gittiğimiz vakit:

“—Yâ Rasûlallah, biz de çok uzak memleketlerden dağları, taşları aşarak, göklerde uçarak, birçok zorluklarla şu senin huzuruna geldik. Fakat günahlarımız belimizi bükmüş, sıkleti boyunlarımızı eğmiş, huzuruna gelmeye yüzümüz de yok ama sen şafisin, ümmetine şefaatçisin. Makam-ı Mahmud sana verilmiştir. Şefaatini ümid ederek;

Allahu Celle ve A’lâ’nın;


وَلَوْ أَنَّه مْ إِذْ ظَلَم وا أَنْف سَه مْ جَاء وْكَ فَاسْتَغْفَر وا اللََّ وَاسْتَغْفَرَ لَه م


الرَّس وْل لَوَجَد وا اللََّ تَوَّابًا رَحِيْمًا (النِّسَاء:٤)

108

(Ve lev ennehüm iz zalemû enfüsehim câûke fe’stağferu’llàhe ve’stağfere lehümü’r-rasûlü levecedu’llàhe tevvâben rahîmâ) [Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileselerdi, Rasûlüllah da onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici ve merhametli bulurlardı.] (Nisâ, 4/64) ayet-i kerimesinden aldığım ilham ile huzuruna geldim yâ Rasûlallah! Allah-u Teàlâ’nın indinde bana şefaat eyle ki, Allah beni affeylesin. Çünkü benim Allah’a beni affet demeye de yüzüm de yok. Neler yapmadım.

Onun için yarın huzur-u Rasûlüllahta, kıyamet gününde Rasûlüllah Efendimiz’in havuzu vardır. O havuza gideceğiz, onun suyundan içeceğiz. Fakat onun havuzuna gitmek isteyenlerin bir kısmını da melekler ellerindeki kamçılarla kovalayacaklar;

“—Defolun buradan!” diyecekler.

Diyecek ki Peygamberimiz:

“—Ey melekler! Benim ümmetime dokunmayın, gelsinler.”

“—Yâ Rasûlallah! Bilmiyorsun sen. Sen dünyadan ayrıldıktan sonra bunlar neler neler yaptılar. Sana ve senin şeriatine ve senin

109

sünnetine ne diller uzattılar. Bunların bu sudan içmeye hakkı yok!” diyerek kovacaklar.

Allah o kovulanlardan etmesin bizi… Rasûlüllah’ın huzurundan feyizler alarak dönen bahtiyar kullarının zümresine bütün hacılarımızı, bizleri de dahil eylesin… Gitmeyen kardeşlerimize de Cenâb-ı Hak hayırlı kazançlarla birçok defalar gidip ziyaretler nasib ü müyesser etsin.

Elâ inne ahsene’l-kelâm ve ebleğa’l-nizam, kelâmu’llàhi’l- meliki’l-azîzi’l-allâm... Kemâ kàle’llàhu tebâreke ve teàlâ fi’l- kelâm:


وَإِذَا ق رِئَ الْق رْآن فَاسْتَمِع واْ لَه وَأَنصِت واْ لَعَلَّك مْ ت رْحَم ونَ

(الأعراف:٤٠٢)


(Ve izâ kurie’l-kur’âni festemiù lehû ve ensitû lealleküm türhamûn.) “Kur’an okunduğu zaman, onu dinleyin ve susun, umulur ki merhamet edilirsiniz.” (A’raf, 7/204)


İskenderpaşa Camii

Şubat 1970

110
04. HACCA GİDENLERE…