14. ZİKRİN FAZÎLETİ
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
أَلاَ أُخْبِرُكُمْ بِأَفْضَلِ أَهْ لِ اْلأَ رْضِ عَمَ لًَّ يَوْ مَ الْقِيَ امَةِ، رَجُ لٌ يَ قُولُ
كُلَّ يَوْمٍ مِاَئَةِ مَرَّةٍ مُخْلِصًا: لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لهُ؛ إِلا
مَنْ زَادَ عَلَيْ هِ (الديلمى عن ابن مسعود)
RE. 165/1 (Elâ uhbiruküm bi-efdali ehli’l-ardı amelen yevmel- kıyâmeti, raculün yekùlu külle yevmin miete merretin muhlisan: Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke lehû, illâ men zâde aleyhi.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
“—Mefhar-i mevcûdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Seyyidü’s-sâdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ râ salevât!
[Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…
a. Yeryüzünün En Hayırlısı
Deylemî, Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan rivayet etmiş,
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:187
أَلاَ أُخْبِرُكُمْ بِأَفْضَلِ أَهْ لِ اْلأَ رْضِ عَمَ لًَّ يَوْ مَ الْقِيَ امَةِ، رَجُ لٌ يَ قُولُ
كُلَّ يَوْمٍ مِاَئَةِ مَرَّةٍ مُخْلِصًا: لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لهُ؛ إِلا
مَنْ زَادَ عَلَيْ هِ (الديلمى عن ابن مسعود)
RE. 165/1 (Elâ uhbiruküm bi-efdali ehli’l-ardı amelen yevmel- kıyâmeti, raculün yekùlu külle yevmin miete merretin muhlisan: Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke lehû, illâ men zâde aleyhi.) Cenâb-ı Peygamber SAS Hazretleri bu hadis-i şeriflerinde ehl-i ardın, yani yeryüzündeki insanların hayırlısını, amel cihetinden en hayırlısını bize haber veriyor. Yeryüzündeki insanların, bütün insanların en hayırlısını…
Bir insan mesela bir cemaat içerisinde hayırlı olur da öteki cemaatte olmaz. Bu öyle değil. Bütün yeryüzünün insanları ki evliyası, hepsi bunların içinde. Yeryüzündeki insanların amel cihetinden en hayırlısı, kıyamet gününde kim olacakmış? O insan ki her gün yüz kere ihlas ile “Lâ ilâhe illa’llàhu vahdelu lâ şerike leh” diyor. Her gün vazife edinmiş, dert edinmiş. Bir gün değil, beş gün değil, ölünceye kadar her gün “Lâ ilâhe illa’llahu vahdehû lâ şerikeleh...” diyor. Hadisin arkasını yazmamış ama arkası da bildiğimiz gibi: “Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü, yuhyî ve yümîtü, ve hüve ala külli şey’in kadîr.”
Tabii bu hepimizin bildiği bir tesbihtir. Maalesef bu tesbihi okuyamayanlar da var, söyleyemeyenler de var. Acaip. Allah
187 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.130, no:454; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.151; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s,441, no:1905; Câmiü’-Ehàdîs, c.V, s,42, no: 4455
demek var, Lâ ilahe illa’llah demek de var, Hû demek de var, zikir bunların hepsi. Ama buradaki tavsiye:
لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ
(Lâ ilahe illa’ll’ahu vahdehû) “Allah’tan başka ilâh yoktur, birdir, (lâ şerîke leh) şeriki de yoktur. Eşi yok, naziri yok, misali yok, örneği yok; bir tane!” Şu koskoca kâinatı nasıl yaratmışsın, kimsenin aklı ermez. Nasıl cazibedir, nasıl kanunlar yapmış. Ne intizam, ne muntazam, ne kadar ahenkli. Dakikası dakikasına Güneş doğar, dakikası dakikasına da batar. Ay da öyle, Güneş de öyle, diğer bilemediğimiz bir sürü yıldızlar var gökte gördüğümüz, onlar da öyle… Hepsi saatine, dakikasına kadar muntazaman çalışırlar, hareket ederler.
Onun için şerikin yok, bu kadar koca kuvvetleri nasıl yaptın ya Rabbi? Kim yapabilir bunu ya Rabbi! Bu kuvvet kimin elinde olabilir? Senden başka kim yapabilir bu işi? Allah esirgeye. Birisinin nizamı bozulsa, hepsi altüst olur. Hepimiz altüst oluruz. Fakat el-hamdü lillah bak dünya ne zaman kurulmuş, kurulduğu günden ta kıyamet gününe kadar da muntazaman böyle dakikası dakikasına her şey yerli yerinde, ahengi üzerinde hareket etmekte...
Şimdi burada Cenâb-ı Peygamber bize bir şey bildiriyor ki:
“—Kıyamet gününde insanların en efdali, Allah-u Teàlâ’yı zikredenlerdir.” Bu bir zikirdir. Bunun çeşitleri vardır:
سُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ للهِ وَلاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَاللهُ أَكْبَر، وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ
إِلاَّ بِاللهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ
(Sübhàna’llàhi ve’l-hamdü li’llâhi ve lâ ilâhe illla’llàhu va’llàhu ekber, ve lâ havle ve la kuvvete illâ bi’llâhi’l-aliyyil-azîm) var.
“Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir, bütün hamdler
ona mahsustur. Allah’tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür. Azamet sahibi Yüce Allah’tan başkasında Güç kuvvet ve kudret yoktur.”
سُبْحَانَ اللهِ وَبِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللهِ الْ عَظِيمِ
(Subhàna’llàhi ve bi-hamdihî, subhàna’llàhi’l-azîm) [Allah’ı tesbîh ve Allah’a hamd ederim. Yine büyük olan Allah’ı tekrar tesbîh ederim.] var.
لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ المُلْكُ، ولَهُ الحمْدُ، وَهُو
عَلَى كُلِّ شَيءٍ قَدِيرٌ
(Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehu lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.) çeşitleri var.
Bunlar zikirler. Fakat efdal-i mahlûk, bütün insanların en efdali. Ama elimizde kitabımız var, Kur’an-ı azîmü’ş-şan. Ondan efdal bir şey olamaz. Bu ondan bir parça… Kur’an’ın içindekilerden bir tane söz bu zikir. Ama o çok geniş. E nasıl oluyor da bu kadar metholunmuş?
İnsanlar çeşitli tabii. Herkes hafız mı, herkes hafız olabilir mi? Herkes okumuş olabilir mi? Olamaz. Ne yapacağız şimdi hafız olmayanları, okumuş olmayanları? E onlara da işte bu var.
Sonra okumuş olmak da kâfi değil ki… Alim olmak da herkese nasib olmuyor, ilim ayrı bir şey. Hafız çok, ama alim pek nadir, belki ender… Kolay bir şey değil bilmek.
Binâen aleyh Kur’an okumak, alimler için efdal. Okudukça bu derya inciler, cevahirler, feyizler dopdolu içerisinde ma’rifet-i ilahi… Bunda o genişledikçe genişler, okudukça genişler o. Ama biz anlamayız ki. Ancak lafzını ezberlemişizdir. Lafzını okur, oradan sevap kazanırız. Şimdi burada iş var. Kur’an hep ayrı ayrı sözler. Güzel ama topunu bellemek herkese nasib olmuyor ve herkes onu anlayamıyor da. Binâen aleyh, onu bir ayda mı hatmedeceğiz, iki
ayda mı hatmedeceğiz, senede mi hatmedebileceğiz? Okurken şimdi görüyoruz, mesela bir cüzü okuyamıyoruz. Yarım cüz okuyacağız, çok ağır okunuyor. Neden? Okuyamadığımızdan. E işte ne dediğini de bir sorsak. Sen okudun da ne dedi o okuduğun sana?
“—Bilmem ki, okuduğum bana ne dedi bilmem! Ben okumasını bilirim yalnız, alt tarafını bilemem!” der.
Ama burada Lâ ilahe illa’llah dediği vakitte, diyor ki:
“—Allah bir, ben başka ma’bud tanımıyorum. Ma’bud olarak, Allah olarak varlık sahibi bir tane, şeriki de yok. Şu koskoca kâinatı yaratmış.” Yarattıklarından bir tanesi de biziz, bir parça da biziz. Biz de bu dünyaya bedeliz. Ufacık yaratmış bizi ama dünyaya bedel. Bak bugün işte dünyayı geziyor insan. Üç ayda gidemedikleri yere bugün üç saatte gidiyoruz.
Binâen aleyh, alim olanlar için Kur’an-ı Azîmu’ş-şanı okumak efdal; alim olmayanlar için zikrullah daha faziletli demişler.
Şimdi Allah’a vüsul iki çeşit oluyor: Birisi ilim yolundan, mezheb sahipleri gibi, büyük alimler gibi. Onlar ilim yoluyla Allah-u Teàlâ’ya tekarrüb etmişlerdir. Diğer bizim gibi zavallıların da Allah-u Teàlâ’ya vuslatları, ancak zikrullah ile mümkündür. Ama o zikrullah böyle yüz kere burada demiş Peygamber SAS ama çok demek lazım. Onun için Allah’a doğru seyretmek isteyenlere efdal olan zikrullahtır demiş.
Kur’an’daki nimetleri okuyunca, o cennetler, cehennemler, envai çeşit nimetleri tecelli eder insanın gözü önünde, hayran kalır hepsine… Fakat zâkir olan, aşık olan cennete iltifat etmez. Onun gözü Allah’ta… Onun için o büyükler Allah-u Teàlâ’ya ibadet ederlerken ne cenneti gözlerinin önüne getirmişler, ne de cehennemden korkuyu gözlerinin önüne getirmişler.
E cennet olmasaydı, cehennem olmasaydı biz Allah’a kulluk etmeyecek miydik? Cennet yok, cehennem de yok, ama biz varız. Kulluk istiyor Cenab-ı Hak bizden, yapmayalım mı şimdi kulluğu? Yapacağız kulluğu… Ne cennet için yapacağız, ne de cehennemden kurtulmak için; sırf Allah’ın rızası için yapacağız.
Onun için Ebû Bekr-i Sıddîk RA’ın bir sözü var. Ben Allah-u Teàlâ’ya ibadeti ne cennetinin sevgisinden, ne de cehennemin
korkusundan yapmam. Ya? Onun cemaline hayranım. Onu göreyim diyerekten yaparım. Onun kulu olabileyim diye yaparım!
Bu sözü bize Rabiatü’l-Adeviyye de söylemiş. Başka söyleyenler de olmuştur. Ama asıl maksat Allah-u Teàlâ’nın rızasıdır.
Şöyle bir hikâye de naklederler: Zamanın birinde şeyh efendinin dervişlerinden biri kemale ulaşmış, olgunlaşmış, Levh-i Mahfuz’u görüyor. Keşfi açılmış yani. Bakmış ki şeyhi cehennemlik diye yazılı orada. Şeyhinin adını cehennemlik diye görmüş.
“—Yâ Rabbi! Nasıl olur, bizim şeyhimiz bu? Şimdi nasıl diyelim bunu...” Sabretmiş, mabretmiş falan derken bir zaman tahammül edemez olmuş. Demiş:
“—Efendim, bana böyle bir şey gösteriliyor. İçime doğuyor, anlıyorum böyle bir şey. Bunu da size söylemeye cesaret de edemiyorum ama ne dersiniz bu işe? Acaba şeytan mı aldatıyor
beni, yoksa böyle bir şey var mı ortada?” “—Evlat!” demiş, “Onu ben de görüyorum. Fakat benim vazifem Allah’a kulluktur. Ben Allah’ın işine karışmam. İsterse beni cennete koyar, isterse cehenneme koyar. O benim vazifem değil. Benim vazifem Allah’a kulluk etmek, vazifemi yapmak. Şimdi ben vazifemi yapmakla mükellefim!..”
Ne güzel bir söz! Cennet olmasa ne yapacağız? Yapmayalım mı ibadet? Cehennem olmasa günahları mı işleyeceğiz? Emr-i ilahi ne ise onu yapacağız. Onun için Allah cümlemizi affetsin…
Zâkirlerin gözleri Allah-u Teàlâ’nın rızasındadır. Onun rızasına bakarlar. O bizden razı olsun da ….
Kolay bir şey değil. Bunun için çok sebepler var. Biz hepimiz Allah diyoruz. Allah diyoruz ama bir fayda temin edemiyoruz. Sebebine gelince, biz Peygamberin yolundan ayrılmışız. Peygamber SAS’in istediği yoldan çıkmışız da adımız da var, el- hamdü lillâh biraz ibadetlerimiz var… Fakat asıl kaide olan Peygamberin gittiği yol. O nasıl idi, nasıl yaşadı? Dünya hayatı onun nasıldı? Hepimiz görüyoruz siyer kitaplarında... O hayatı yaşamak lazım. O hayatın dışına çıktın mıydı feyiz kesilir. Ondan
sonra ne kadar zikredersen zikret ama tat alamazsın.
Onun için, Peygamber SAS günde bir kere yemiş. Akşam yediyse, sabah yememiş. Sabah yediyse akşam yememiş. Yediği de arpa ekmeği. Bizim gibi öyle üç kat, beş kat, tatlı, tuzlu, onu kaldır, ötekini koy… Allah!
Ondan başka, iltifat da etmemiş, istememiş de. Bu yokluktan da değil yani. İstemiyor, yapmıyor. Niçin? Ruhaniyetine mâni olmaması için… Mide dolunca gaflet geliyor insanlara. Bu gafleti istemediği için sabah yemesi yetiyor insanlara.
İnsanlar tabii çeşitli. Şimdi demirci var, amele var, marangoz var, ağır yük işçileri var… Bu bir öğüne tabii tahammül edemez, onlar müstesna… Onlar kendi işlerinde. Fakat bizim gibi Allah-u Teàlâ’ya ibadete yönelmiş insanların ve bazı böyle işsiz tabakanın günde bir öğün yemesi kâfidir.
O açlık olunca, ruhaniyet galebe ediyor. Ruhaniyet galebe edince, hàkim vücutta ruh oluyor. Vücutta hàkim ruh olunca, insanı daima doğru yola, hak yoluna sevk ediyor. Maazallah boğaza düşkün olduk muydu, ruh esir oluyor o zaman, nefis hakim oluyor. Biniyor ruhun tepesine, ondan sonra ruhu o kullanıyor istediği gibi. Ondan sonra günahlardan günahlara… Yağmurdan kaçarken doluya. Hepsi olup bitiyor. Onun için;
لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ المُلْكُ، ولَهُ الحمْدُ، وَهُو
عَلَى كُلِّ شَيءٍ قَدِيرٌ
(Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yumît ve hüve alâ külli şey’in kadîr.)
b. Allah İsraf Edenleri Sevmez
Onun için, tabii yemek meselesi başka. Bir yemeği de yemek için para da kazanmak lazım. Onun için ayet-i kerimede buyuruluyor ki:
كُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ (الأعراف:١)
(Külû ve’şrebû velâ tüsrifû, innehû lâ yuhibbü’l-müsrifîn.) “Yeyin için ama israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31)
İsrafa burada iki tane mânâ vermişler. İsrafın birincisi, haram yemeyin diyor. İsraf, bildiğimiz israf. O değil. Asıl israf, haram lokma yemeyin! İsrafın diğer mânâsı, günde iki defa, üç defa yemek, o da israftan. Binâen aleyh şimdi kazanmak mecburiyetindeyiz.
Çok yiyeceğiz, güzel evimiz olacak, dayamamız döşememiz ona göre olacak. Paraya çok ihtiyaç var. Hele İstanbul’da otursan çok. Bu kadar ev kirası, dükkân kirası, maişet, ev işi, mektep işi, şu işi, bu işi; çok para lazım!
E bu parayı neyle kazanacağız?
“—Azıcık da yalan söylemek lâzım, ihtikâr da yapmak lazım, bir şeyler yapmak lazım ki parayı temin edelim!” dersek, bunların hepsi haram.
Gücümüz de yetmeyecek sonra bunlara bizim... Hadi bu sefer bankalara bakalım, zenginlere bakalım, faizle para verin de şu işi çevirelim diyeceğiz. İş felâketten felâkete gidecek, Allah esirgeye…
Onun için bir lokmacık ye de helâl iş yap! Çok yemekten, az yemek daha makbul imiş. Şurada okudum bugün, çok hoşuma gitti. Ekmek, yemek yani, midenin ilacıdır. Açlık ilacıdır. Acıktığın vakitte o ilaçtan bir parça alırsın ki senin açlığını giderir. Şimdi ilacı eğer sana doktor bir ilaç verirse, onu hep birden yutarsa, ölüyor insan. Niçin? Sana dedi ki günde bir defa yutacaksın, iki defa yutacaksın. Sen toptan yuttun, gittin.
Onun için biz de yerken, toptan yersek, bizi de o manen öldürür. İşte ruh gidiyor, ruhaniyet gidiyor insandan. Battallaşıp kalıyoruz ondan sonra… Ondan sonra yalan da caiz, her şey caiz, alıp gidiyor.
Allah kusurlarımızı affetsin…
Onun için zikrediyoruz ama bu zikrimizin tadını almak için mutlaka Peygamber SAS’in sünen-i seniyyesine uymak lazım. Hatta ve hatta giyindiği gibi giyinmek, yediği gibi yemek… Yüz
yetmiş tane bugün yemek adabını sayıyor.
Çalışırsak sevabı da bize, kârı da bize. Çalışmazsak vebali de bize, zararı da bize… Vebalden kaçmak kolay. Vebalden başka bir de zararı var. O zarar da çok büyük oluyor hepimizin bildiği gibi.
Cenab-ı Hak cümlemizi affetsin, tevfikat-ı semadaniyesine mazhar etsin… O güzel Peygamberimiz’in gittiği yoldan gidebilmek devlet ve şerefine hepimizi nail etsin…
Hadi gene bir istiğfar edelim:
Estağfiru’llàh, estağfiru’llàh, estağfiru’llàh… Bi-adedi külli’stiğfârin istağferahü’l-müstağfirûn.
Sübhàna’llàh, sübhàna’llàh, sübhâna’llàh… Bi-adedi külli tesbîhin sebbehahü’l-müsebbihûn…
El-hamdü li’llâh, el-hamdü li’llâh, el-hamdü li’llâh… Bi-adedi külli tahmîdin hamidehü’l-hàmidûn…
Allàhu ekber, allàhu ekber, allàhu ekber… Bi-adedi külli tekbirin kebberehü’l-mükebbirûn…
Lâ ilâhe illa’llàh, Lâ ilâhe illa’llàh, Lâ ilâhe illa’llàh… Bi- adedi külli tehlîlin hellelehü’l-muhallilûn…
Allàh, allàh, allàh… Bi-adedi külli zikrin zekkerehü’l- müzekkirûn… Ve gafele an zikrihi’l-gàfilûn…
Ente’l-bâkî yâ bâkî… Ente’l-bâki yâ bâkî… Ente’l-bâki yâ bâkî… “—Senden başka bâki kalacak kimse yok ya Rabbi! Hepimiz faniyiz, bâki ancak sensin… Bunu dilimizle de itiraf ediyoruz. Bugün hep emanetçileriz. Bir saat mi yaşarız, beş saat mi yaşarız, beş sene mi yaşarız?.. Kimse bilmez onun ne kadar olduğunu. Onun için sen bâkisin, biz faniyiz yâ Rabbi!”
c. Salât ü Selâmın Fazîleti
Bir de Cenab-ı Peygamber’e salât u selâm getirelim. Bu salât u selâmı Abdülkàdir-i Geylâni Hazretleri Cenab-ı Peygamber’in hücre-i saadetinin karşısında söylemiştir:
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ rasu’la’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ habiba’lllàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ nebiyya’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ halîla’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ safiyya’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ veliyya’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ hayra halkı’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ nûra arşi’llâh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ emîne vahyi’llâh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ men zeyyenehu’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ men şerrefehu’llàh Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ kerremehu’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ azzemehu’llàh!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ men allemehu’llàh!
Salât u selâm o Peygambere olsun ki, bütün ilimleri ona Allah talim etti. Mektebi, medresesi yok. Onun ilmi min indi’llâh. Allah- u Teàlâ ona Cibril’i vasıtasıyla ve Cibril’siz ilmi sunmuştur.
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ men sellemehu’llàh!
Salât u selâm o Peygambere olsun ki, Allah onu korumuştur bütün küffarın her türlü şiddetlerinden. Bize de bu dini el-hamdü lillah miras bırakmıştır.
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ men ihtârehu’llàh!
Allah-u Teàlâ’nın halk ettiği mahlukun adedini kendisinden başka kimse bilmez. Melekler de içine dahil. Fakat onların içerisinden en muhtar olan sevgilisi Peygamber SAS’dir. Abdülkadir Geylani Hz. böyle söylüyor. “Allah’ın bütün mahlûkatı içinden seçip de bize hediye ettiği Peygamber SAS’e salât u selâm olsun!
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ seyyide’l-evveline ve ahirin,
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ şefîe’l-müznibîn…
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ hàteme’n-nebiyyîn…
Hàteme’n-nebiyyîn deyince de aklıma geldi. Zaman zaman insanların arasından bazı aptallar çıkıyor ben de peygamberim diye ortaya. Peygamberimizden sonra peygamber gelmeyecek.
“—Şu kadar kerameti var, gökte uçuyor, bütün insanların içindekini biliyor, dışındakilerin biliyor, evdekileri biliyor. Olacağı, olmuşu biliyor. Çok hünerleri var…”
Ne olursa olsun efendim. Peygamberimizden sonra peygamber gelmeyecek, bitti.
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ imâme’l-müttakîn.
Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ rasûle rabbi’l-àlemin.
Salevâtu’llàhi ve melâiketihi ve enbiyaihî ve rusulihî ve hameleti arşihî ve cemii kalbihi alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Çeşitli salât u selâmlar var. Bunun en kısası:
(Allàhümme salli alâ muhammedin ve alâ âli muhammed)
Bu salat u selamı getiren insana Cenab-ı Vacibu’l-Vücud ve Tekaddes Hazretleri on defa ona rahmet ediyor. Cenab-ı Hakk’ın on rahmetine nail oluyor bir salat u selâm getiren. Bundan başka Cenab-ı Hakk’ın sayısı bilinmeyen o melekleri de o insana gene salat u selâm ediyor ki:
“—Sen Allah’ın sevgilisi olan Peygamberimiz’e salât u selâm ettin. Bizden de sana dualar, istiğfarlar.” Meleklerin salât u selâmı, o kul için istiğfar etmektir:
“—Ya Rabbi onu affet! Ya Rabbi onu mağfiret et! Ya Rabbi onu cehenneme düşmekten kurtar, cennetinle mükâfatlandır!” diye bütün melekler istiğfar ederler.
Meleklerin salâtı, Ümmet-i Muhammed için istiğfardan ibarettir. Allah-u Teàlâ’nın salâtı ona rahmetten ibarettir.
Cenab-ı Peygamber Efendimiz, Hz. Aişe Vâlidemiz’e olsa gerek yanlış söylemiyorsam;
“—Yatarken tüm peygamberleri kendinden razı etmedikçe yatma!” dedi.
“—Yâ Rasûlallah, nasıl yaparım ben onu?” Buyurdular ki:
(Allàhümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve àdeme ve nûhun ve ibrâhime ve mûsa ve isâ… Ve mâ beynehüm mine’n- nebiyyîne vel mürselîn... Salevâtu’llàhi ve selâmuhû aleyhim ecmaîn...) Bu salât u selâm bütün peygamberi sevindirir. Hepsine camidir. Bütün peygamberlere selam ediyoruz ondan dolayı bütün peygamberler memnun olurlar. Allah-u Teàlâ’ya bizim için onlar
da istiğfar ederler;
“—Ya Rabbi! Bu kuluna sen rahmetini ihsan et!” derler.
(Allàhümme salli alâ ruhu seyyidinâ muhammedin fi’l-ervâh… Ve salli alâ cesedi seyyidinâ muhammedin fi’l-ecsâd… Ve salli alâ kabri seyyidinâ muhammedin fi’l-kubûr… Ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn…) Cenâb-ı Peygamber’in bir ruhu var, bir cesedi var, bir de ruhun yattığı yer var… Ya Rabbi Peygamber SAS’in cesedine, Peygamber SAS’in ruhuna, Peygamber SAS’in yattığı toprağa da sen rahmet eyle ya Rabbi! Niçin? Peygamber SAS’in yattığı yerin, kabr-i saadetin bulunduğu yerin üzerine yer yoktur. Ne Arş, ne Kürsi, ne Mekke, ne Medine. Hiçbir yer yok. En mukaddes yer Peygamber SAS’in vücud-u şeriflerini ihtiva eden kubbe-i saadetin altı.
Cenâb-ı Zü’l-Celâl Hazretleri, Azrâil AS’a demiş: Getir toprak bana, yeryüzünün topraklarından getir, ben Adem’i yaratacağım, kendimin yerine halife yapacağım. Getir toprakları.
Azrâil AS yeryüzünün çeşitli yerlerinden topraklar almış. Onun için insanlar muhtelif tiynettedirler. Birbirlerine benzemezler. Ceset yapılmış. Cebrail, sen de git, kalbi olan nurunu al da gel. O da gitmiş, Efendimizin yattığı yerdeki toprağı almış getirmiş. Bembeyaz, en sade… Ruh-u peygamberi orada vücuda getiriyor ve bugüne kadar, kıyamete kadar ondan … insan gelmekte.
Binâen aleyh Rasûlüllah SAS’in toprağına salât u selâm... Çünkü o topraktan bizde de birer nebzecik var. O topraktan vücutlarımıza gelmiş. Kimde ki çoktur, onun kalbi …. Durumda.
Geçenki misafir diyor: Gittik, izin verdiler tavafa… Tavafı yapıyorum. Önüme bir Hintli kadın çıktı. Tavafta o da. “Allah… Allah… Allah…” diye kadın dönüyor, durmuyor. İki saat döndü. Ellerini de böyle çırpıyor. Allah, Allah!.. Gözlerinden de böyle şapır şapır akıyor. Dedim ki:
“—Yâhu bu kadın be… Ben erkeğim, neden yapamayacağım! Ben de artık elli tane tavaf yaptım.” diyor.
Gençlik de var tabii. O Allah’ın Beytindeki tavafın tadı, aşıklara mahsus… Kadın olsun erkek olsun bu aşk kimde tecelli
ederse eder. İşte o nur-i Muhammedî’den kimin kalbinde biraz fazlaca olursa, o aşık oluyor, dayanamıyor artık.
Onun için aşksız olan ibadetler, tatsız olur, tuzsuz yemek gibidir. Aşk-ı ilahi oldu mu, namazı da başka olur, zikri de başka olur, kıraati de başka olur, her şeyi başka olur. O aşk, kendini Allah’a verir, Allah ile meşguldür. Dünyasını da yapar gene ama Allah’tan ayrılamaz. Eli işte, gönlü Allah’ta…
Allah cümlemizi affetsin… Bizi de öyle Allah’a candan aşık olup, Allah’ın zikrine kendisini veren, Allah’ın ibadetiyle meşgul olan, peygamber SAS’in de gösterdiği yoldan ayrılmayan bahtiyar kullarının arasına kabul etsin…
d. Allah Bize Yeter
Günahlarımız da çok, bunu istemeye de hakkımız yok ama, o günahları affedici, gafur ve rahim olan Allah’tır. Onun için onun rahmetine, gufranına sığınaraktan aczimizle istiyoruz onun fazl-ı keremini. İnşâallah bu akşamki ve sadece mübarek geceler hürmetine ve sevgililerinin hürmetine bizi de mağfûrîn zümresine ilhak buyursun ve bizi hıfz u himayesinde daim eylesin… Nefsin, şehvetin, şeytanın, sevmedikleri kullarının, sevmedikleri huyların hepsinden hıfz u himaye eylesin…
Bu bizi muhafaza etmezse, bizim gücümüz kendimizi muhafazaya yetmez. Onun için, onun hıfz-ı himayesine sığınmaya muhtacız. Onun için hasbiyal’lah-u ve ni’mel vekil ni’mel Mevla ve ni’men nasir.
Kur’ân-ı Kerîm’de de vardır; Tevbe Sûresi’nin sonunda aynı ibareler geçiyor. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
فَإِن تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللهُ لاَ إِلَٰهَ إِلاَّ هُوَ، عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ، وَهُوَ رَب
الْعَرْشِ الْعَظِيمِ (التوبة:٩٢١)
(Fein tevellev) “Eğer senin etrafındaki insanlar senin hak peygamberliğini anlamaz da ey Rasûlüm, sana sırt dönerlerse, sırt dönüp giderlerse, ittiba etmezlerse, seni peygamber kabul etmezlerse, sana uymazlarsa, buyruğuna girmezlerse, sözünü
tutmazlarsa...” Tutmasın, cümle cihan halkı isterse kâfir olsun...
(Fekul hasbiya’llàh) “O zaman de ki ey Rasûlüm; Allah bana yeter!” Nereye giderseniz gidin, isterseniz kabul etmeyin!
“—Peygamber Efendimiz’in ihtiyacı mı var etrafındakilere?” “—Hayır.” (Hasbiya’llàh) “Allah bana yeter! (Lâ ilâhe illâ hû) Ondan başka ilâh yoktur. (Aleyhi tevekkeltü) Ben sadece ona güvenip dayanırım. (Ve hüve rabbü’l-arşi’l-azîm) O yüce Arş’ın sahibidir.” (Tevbe, 9/129)
Nasıl bazı şeylerin çareleri vardır. Kur’anımız’ın da Cenab-ı Hakk’ın tevhidine ait kırk tane ayet vardır. Bu ufacık duanın son tarafında yazılıdır. Bu kırk tane ayeti ezberlemeli. Başta da bir kırk tane kadar Cenab-ı Allah’ın bize öğrettiği dualar var. O dualar da bu çıkacak kitapta mevcuttur inşâallah. Bunları ezberlemeli, Cenab-ı Hakk’a bunlarla tevessül etmeli.
Tevessül etmek için evvela bir medh ü sena lazım. Bir insana doğrudan doğruya gidip de, “Ver bana şu kadar parayı, benim şu işim var!” dersen, “Adam defol git!” buradan derler. Ama efendim, şöyledir hal, böyledir hal diye sohbet edersin, onu medh ü sena edersin, onu yumuşatırsın, ondan sonra benim de böyle bir ihtiyacım vardır dersen, bakarsın bir şeyler verirler.
Cenab-ı Hak en çok medhi seviyor. Medhi sevdiği için cenneti yarattı. Onun için El-hamdü li’llâh kitabın başındadır. El-hamdü li’llâh, Cenab-ı Hakk’ı övmedir. O övme dolayısıyla sonradan başlarız, “İyyâke na’budu ve iyyâke nestain” diyerekten. Onun için güzel duaları ezberlemek, kıraat etmek lâzım!
Geçen Güney Afrika’dan gelmiş, iki tane alim zat. Misafir oldular, gittiler. Şimdi duyuyorum ki Aliyyü’l-Kàri Hazretleri’nin Hizb-i A’zam’ı var. Duadan ibaret. Cuma günü salat u selama aittir, diğer günleri hep duaya aittir. Çeşitli dualar. Peygamberimizden menkul ve büyük zatlardan menkul duaları toplamış. Adına da Hizb-i A’zam demiş, Delâil-i Hayrat’ın kenarına yazılıdır. Ayrıca yazılı kitabı da vardır.
Şimdi o adam, Güney Afrika’dan kalkmış, Beyrut’a gelmiş, Bu Hizb-i A’zam’ı bastırıp memleketine götürüp yaydıracak. Bizim memleketimizde istediğin kadar bol, alıp da okuyacak adam
lazım. O Güney Afrika’da dinini yaymak için çalışıyor. Hristiyanların idaresinde midir, kimin idaresindedir bilmem, o Güney Afrika. Orada İslâm’ı yaymaya çalışıyor. Mektebini, medresesini her şeyini mükemmel yapmış. Canlarını da feda etmiş.
Hac’dan dönüşte bize misafir geldi. Dedim:
“—Bu akşam bizde misafir ol, ne olursun?” “—Yok dedi, iki senedir seferiyim. İki senedir dışarıda geziyorum. Artık memleketime dönmeye niyet ettim, müsaade et de gideyim!” dedi.
İki senedir dış memleketlerde İslâm’ı yaymak için uğraşıyor. Biz memleketimizde àtıl kalmışız… Allah cümlemizi affetsin... İşte bu akşam yalvarma gecesi… Her gece öyle ama bu akşamda bir istisnalık var.
e. Allah’tan Korkun, Beş Vakit Namazınızı Kılın!
Tirmizî ve Beyhakî Ebû Ümâme RA’dan rivayet etmişlen
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:188
اتَّقُوا اللهَ وَصَلُّوا خَمْسَكُمْ، وَصُومُوا شَهْرَكُمْ، وَأَدُّوا زَكَاةَ أَمْوَالِكُمْ،
وَأَطِيعُوا ذَا أَمْرِكُمْ، تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّكُمْ (ت. حسن صحيح، هب.
عن أبى أمامة؛ ورواه الخلعي في فوائده، فقال: وَحَجُّوا بَيْتَ
رَبِّكُمْ، وَأَدُوا زَكَ اتَكُمْ طَيِّبَةً بِهَا َأنْ فُسَكُمْ)
RE. 14/4 (İtteku’llàhe ve sallû hamseküm, ve sùmû şehreküm, ve eddû zekâte emvâliküm, ve etîù zâ emriküm, tedhulû cennete
188 Tirmizî, Sünen, c.III, s.3, no:559; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.251, no:22215; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.154, no:7664; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.II, s.16, no:834; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIV, s.60; Ebû Ümâme RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.385, no:18896; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.322, no:510.
rabbiküm.) (İtteku’llàhe ve sallû hamseküm) “Allah’tan korkun ve beş vakit namazınızı kılın! (Ve sùmû şehreküm) Ramazan ayınızda orucunuzu tutun! (Ve eddû zekâte emvâliküm) Mallarınızın zekâtını verin! (Ve etîù zâ emriküm) Emir sahiplerinize itaat edin! (Tedhulû cennete rabbiküm) Rabbinizin Cennetine girin!” Namazınızı kılarsanız, zekatınızı verirseniz, büyüklerinize de itaat ederseniz, cennete girersiniz.
(Revâhü’l-hulaî fî fevaidihî, fekàle) Hulaî, Fevaid adlı kitabında şu ilaveyi zikretmiştir: (Ve haccû beyte rabbiküm) Rabbinizin Beytini hac edin! (Ve eddû zekâteküm tayyibeten bihâ enfüseküm.) Zekâtınızı nefsiniz razı olarak eda edin!” “—Allah’ın bana verdiği servetimden şu kardeşime ben bunu, seve seve veriyorum.” diyorsunuz, içiniz sevinç içerisinde, sürur içerisinde… O zaman Rabbinizin cennetine girersiniz buyurmuş.
f. Allah Yolunda Cihad Edenlere Eziyet Etmeyin!
Dâra Kutnî ve Deylemî Hz. Ali RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:189
اِتَّقُوا أَذَى الْمُجَ اهِدِينَ فِي سَبِيلِ اللهِ، فَإِنَّ اللهَ يَغْضُبُ لَهُ مْ
كَمَا يَ غْضَبُ لِلرَّسُلِ، وَيَسْتَ جِيبُ لَهُمْ كَمَا يَسْتَجِيبُ لَهُمْ
(قط. والديلمي عن علي)
RE.14/10 (İttekù eze’l-mücâhidîne fî sebîli’llâh) feinna’llàhe yağdabu lehüm kema yağdabu li’r-rasûli, ve yestecîbü lehüm kemâ yestecîbülehüm.) (İttekù eze’l-mücâhidîne fî sebîli’llâh) “Mücahidlere, Allah yolunda çalışanlara da ezâ etmekten korkun!” Bu geniş bir
189 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.95, no:309; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.185; Hz. Ali RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.314, no:10664; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.310, no:479.
mânâyı ifade eder. Allah yolunda herkes ne kadar çalışabiliyorsa çalışıyor.
(Feinna’llàhe yağdabu lehüm, kema yağdabu li’r-rasûli) “Allah- u Teàlâ mücahidlere ezâ edenlere gazap eder, peygamberlere ezâ edenlere gazap ettiği gibi. (Ve yestecîbü lehüm) Onların duasını kabul eder, (kemâ yestecîbü lehüm) peygamberlerin duasını kabul ettiği gibi…”
g. Alimin Hatasını Yaymayın!
İbn-i Adiy ve Beyhakî, Amr ibn-i Avf el-Müzenî RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:190
اِتَّقُوا زَلَّةَ الْعَالِمِ، وَانْتَظِرُوا فَيْئَتَهُ (عد. ق. والعسكري في الأمثال
190 Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.211, no:20706; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.VI, s.60; Amr ibn-i Avf el-Müzenî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.135, no:28682; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.333, no:527.
عن عمرو ابن عوف المزني
RE. 14/11 (İttekù zellete’l-àlimi, ve’ntazirû fey’etehû.) (İttekù zellete’l-àlimi) “Alimde de bir kusur olduğu vakitte, onu ifşa etmekten sakının! İfşa etmeyin alimin hatasını, Allah’tan korkun, herkese söylemeyin, yaymayın etrafa… (Ve’ntazirû fey’etehû) Onun hatasından dönmesini, tevbe etmesini bekleyin!” Hepimiz hatadan sâlim olamayız. Evliya da olsak kurtulamayız. Peygamberler hariç, herkes hata edebilir.
Bugün pek iyi, bakarsın bir zaman sonra bozulmuştur. Yaramazlık yapar, elinden, dilinden bir fenalık sadır olur. Beşeriz, beşeriyet itibariyle kusur olmadan olmaz. Fakat bu kusur hacıda da olur, hocada da olur, herkeste olur.
Bir alimin hatasını gördüğünüzde, onu ifşâ etmeyin, bu hatasına tevbe etmesini bekleyin! Tevbe ederse ne a’lâ, kurtarır yakayı…
h. Mü’minin Ferâsetinden Sakının!
Taberânî, Hatîb-i Bağdâdî ve Hakîm-i Tirmizî, Ebû Ümâme RA’dan; İbn-i Cerîr, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:191
اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ، فَإِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللهِ (خ. في تارخه، ت. غريب،
191 Tirmizî, Sünen, c.X, s.399, no:3052; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.312, no:3254; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.VII, s.354, no:1529; Ukaylî, Duafâ, c.VIII, s.95, no:1856; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.191, no:1234; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIV, s.67, no:1537; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.V, s.351, no:1154; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.102, no:7497; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.III, s.183, no:2042; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.387, no:663; Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebîr, c.I, s.374, no:370; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, c.III, s.86; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.207; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.99, no:2500; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.118; Ebû Ümâme RA’dan.
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.94; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.88, no:30730; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.41, no:80; Câmiü’l- Ehàdîs, c.I, s.334, no:531.
وابن السني في الطب، حل. عن أبي سعيد؛ طب. خط. والحكيم،
وسمويه عن أبي أمامة؛ ابن جرير عن ابن عمر)
RE. 14/12 (İttekù firâsete’l-mü’mini) “Mü’minin ferasetinden korkun! (Feinnehû yenzuru bi-nûri’llâhi) Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar; gerçekleri çok güzel görür, iyiyi kötüyü anlar.” (İttekù ferâsete’l-mü’min) Mü’minde bir feraset vadır. Mü’minin ruhu bir ibret sahibidir ki ona feraset diyorlar. Ondan korkunuz. Çünkü (feinnehu yenzuru bi nurillah) Allah’ın nuru ona sirayet etmiştir, o nur ile bakar o. O nur ile baktığı için karşısındakinin içine vakıf olur. İçine vakıf olunca, onun karşısındaki terbiyesizliğinden dolayı mesul olur. Binâen aleyh mü’minlerin ferasetinden korkunuz, onların yanında edeplerinizi muhafaza ediniz demektir.
i. Peygamber Efendimiz’in Hz. Fatıma’ya Tavsiyeleri
Ebû Dâvud, Hz. Ali RA’dan rivayet etmiş.
Hz. Fatıma RA’a hitaben Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki:192
اتَّقِي اللهَ يَا فَاطِمَةُ، وَأَدِّي فَرِيضَةَ رَبِّكِ، وَاعْمَلِي عَمَلَ أَهْلِكِ؛ فَإِذَا
أَخَذْتِ مَضْجَعَكِ فَسَبِّحِي ثَلََّثًا وَثَلََّثِينَ، وَاحْمَدِي ثَلََّثًا وَثَلََّثِينَ،
وَكَبِّرِي أَرْبَعًا وَثَلََّثِينَ؛ فَتِلْكَ مِائَةٌ فَهِيَ خَيْرٌ لَكِ مِنْ خَادِمٍ (د.
عن علي)
RE. 14/16 (İttekı’llah yâ fâtımatü, ve eddî farîdate rabbike, va’melî amele ehlike; feizâ ehazte madceake fesebbihî selâsen ve selâsîn, va’hmedî selâsen ve selâsîne, ve kebbirî erbaan ve selâsîne;
192 Ebû Dâvud. Sünen, c.VIII, s.220, no:2595; Hz. Ali RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.332, no:41268; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.338, no:539.
fetilke mietün, fehiye hayrun leki hàdimin.) (İttekı’llah yâ fâtımatü) “Ey Fatıma, Allah’tan kork! (Ve eddî farîdate rabbike) Rabbinin farzını yerine getir. (Va’melî amele ehlike) Ehlinin işini yap. (Feizâ ehazte madceake fesebbihî selâsen ve selâsîn) Yatağına girince; otuz üç kere teşbih et! (Va’hmedî selâsen ve selâsîne) Otuz üç kere tahmid et, (ve kebbirî erbaan ve selâsîne) otuz dört kere de tekbir et! fFetilke mietün) Böylece yüz eder. (Fehiye hayrun leki hadimin) Bu senin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır.” Şimdi yeni yeni kitaplar çıkıyor; Hz. Fatıma’nın hakkında, Hz. Aişe’nin hakkında, Hz. Hatice’nin hakkındaki birçok kitaplar var. Onları okumanızı da tavsiye ederim. Her ne kadar kim yazarsa yazsın. Onlarda faydalar çoktur.
Hz. Fatıma’yı biliyorsunuz ki Peygamber SAS’in biricik kızıdır. Onu çok isteyenler oldu, hiç birisine vermedi. En nihayet Hz. Ali Efendimiz ki amcasının çocuğuna verdi. Verdi ama ne Peygamber SAS de ne bir şey var çeyiz denilen şeyi yapacak, ne de damat olan Hz. Ali Efendimiz’de kıza çeyizlik verecek bir şey yok. Hiçbir şey yok. İki taraf da darlık içerisinde…
Hz. Ali Efendimiz’in bir oku varmış, işte harplerde kullandıkları o şey. Onu götürmüş, yahut kılıcı; mezata vermiş. Düğün hazırlığı için. Hz. Osman görmüş, almış. Ne kadar bir para verdiyse vermiş. Okunu da kendisine iade etmiş. Al bununla düğününü yap demiş.
Cenab-ı Peygamber ona işte bir sofra tertip ettirmiş. Ekmek, çorba, ne ise işte. Onunla Hz. Fatıma gelin oluyor. Neleri var Hz. Fatıma’nın? Şöyle entarisi, böyle çeyizi… Hiçbir şeyi yok. Altına serecek bir kilim parçası, bir tepsisi, bir bardağı. Buna benzer birkaç parçadan ibaret. Peygamberin evinden gelin oluyor, Hz. Ali de onu alıyor.
Şimdi bugün, bizim en fakir bir ailenin kızına bak, ne sandıklar dolusu eşyalar, ne sandıklar dolusu çeyizler. Konu komşu, “Aman yardım edelim, gelin oluyormuş!” diyerek fakir fukaraya hep yardım edilir. Bu da saltanatıyla gider kocasının evine…
Kocası da birçok masraflara girer. Kimisi on bin, kimisi yirmi bin, kimisi otuz bin. O da döşeyecek, mobilya alacak, şu olacak, bu
olacak. Adamın parası tükenir, birçok borçlara da girer. Ne o? Düğün yaptı. Ondan sonra belini bir türlü düzeltemez zavallı.
Ne gerek var canım? İki gönül bir olduktan sonra, bir samanlık kâfi adama… Allah affetsin kusurlarımızı… Biz müslümanız ama Müslümanlığa uyamıyoruz. Her akşam okuyor müezzin efendi:
رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ (آل عمران:53)
(Rabbenâ âmennâ bimâ enzelte ve’tteba’ne’r-rasûle fektübnâ maa’şâhidîn.) “Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi hakikate şahitlik edenlerle beraber yaz.” (Âli İmran, 3/53)
“—Biz Allah’ın indirdiğine iman ettik ve Rasulüne de uyduk.” diyor.
Hangisine uyduk yâhu? Hepimizdeki çalıma bak, evlerimizdeki çalıma bak… Hiç bunlar bize yakışır şey mi?
j. Hz. Fatıma’nın Fakr u Zarureti
Şimdi Cenab-ı Peygamber’in bir hatırasını daha söyleyeyim. Bir gün bir arkadaşıyla kızının evine misafir gidiyor Efendimiz. Geçiyorlarmış, diyor ki arkadaşına:
“—Şu kızımın evine bir uğrayalım!” Zaten kızının evine uğramadan da geçmezdi Efendimiz SAS. Her zaman geçerken kızına uğrar, “Nasılsın kızım?” diye hatırını sorardı.
Kızının evine gitti. Yanında da yabancı bir adam var. Tak tak kapıyı çaldılar.
“—Kızım, ben geldim. Ama yanımda filan da var.” “—Baba hoş geldin ama, başımı örtecek bir şeyim yok dedi. Başını örtecek bir şeyi yok. Arkamda cübbe gibi bir şeyim var ama başımı örtersem, ayaklarım açılıyor. Arkama alırsam başım açılıyor!” dedi.
Çok acıdı arkadaşı. Cenab-ı Peygamber cebinden mendile
benzer, çevre derlerdi eskiden büyükçe bir şey çıkardı verdi, onunla da başını örttü. Ondan sonra içeriye misafirleri kabul etti.
Birçok Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin hasta olmuş. Demişler ki:
“—Yâ Rabbi! Çocuklarımıza şifa verirsen, senin için üç gün oruç tutacağız.” Sahura da yok bir şey, suyla oruca niyetlenmişler. Akşama Hz. Ali Efendimiz ödünç olarak gitmiş birisinden bir parça arpa mıdır, ekmek midir bir şey almış. Getirmiş ki evde iftar etsinler de oruçlarını bozsunlar.
İftar vakti kapı çalmış;
“—Tak… Tak… Tak…”
Bir miskin gelmiş, yiyecek bir şey istemiş. İftarda yiyecekleri yemeği ona vermişler. Bir suyla iftar etmişler. Ertesi günün orucuna da suyla niyetlenmişler. Çünkü bu kefaret oruçları arka akaya tutulur, arası açılmaz. Bugün bir tane tutayım da, üç gün sonra bir tane daha tutayım olmaz. Üç gün sırayla tutulacak.
Ertesi gün gene bir parça bir şey bulmuşlar, iftarda yiyecekler. Bu sefer bir yetim gelmiş, Allah için bir şey istemiş. Tutmuşlar, o günkü yemeklerini de ona vermişler.
Üçüncü gün gelmiş. Yine oruçlular. Bir miktar yiyecek temin etmişler. Bir esir gelmiş, yiyecek bir şey istemiş. O akşamki yemeklerini de esire vermişler. Üç gün de açlıkla orucu tutmuşlar.
Arabistan’daki orucu da buradaki oruca benzetme ha! Orada o sıcakta adamın ağzının dili bu kadar dışarıya çıkıyor. Kolay bir şey değil. Bak birçok hacılar geri geldiler dayanamadılar da…
Bunun üzerine ayet-i kerime nâzil oldu:
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبهِ مِسْكِيناً وَيَتِيماً وَاَسِيرًا . اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ
لِوَجْهِ اللهِ لاَ نُرِيدُ مِنْكُمْ جَزََٓاءً وَلاَ شُكُورًا . اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا
عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا (الْنسان:٨-٠١﴾
(Ve yut’imûnet-taàme alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ.) “Onlar, kendileri yemek istedikleri halde yiyeceği yoksula,
yetime ve esire ikram ederler. (İnnemâ nut’imüküm li-vechi’llâhi lâ nürîdü minküm cezâen ve lâ şükûrâ,) Ve şöyle derler: ‘Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. (İnnâ nehàfü min rabbinâ yevmen abûsen kamtarîrâ.) Biz, dehşetli, çetin bir günde Rabbimizden korkarız.” (İnsan, 76/8-10)
Peygamber SAS Efendimiz gelin giderken kızı Hz. Fâtıma’ya diyor ki:
“—Ey kızım! Rabbinin emrettiklerini tut, kocanın hizmetini de bırakma! Ben Allah’a itaat edeceğim, namaz kılacağım, oruç tutacağım diye evin işlerini bırakma! Öyle şey yok. Evinin işini de göreceksin. Çamaşır yıkanacak, yemek pişirilecek, ortalık silinecek, süpürülecek. Yırtıklar yamalanacak, dikilecek. Zevcinin hizmeti nelerse onları yapmakla mükellefsin ha kızım! Sen peygamber kızısın ama şimdi burada seni kocaya verdik.”
Geçen onu derste okuduk ya. Cenab-ı Peygamber kızı evinden giderken ne güzel nasihat etmiş.
“—Sen ona şöyle ol ki, o da sana böyle olsun diyerekten bir nasihat ediyor. Sen artık tanıdığın bildiğin babanın evinden ayrılıp gidiyorsun tanımadığın, bilmediğin bir eve… Evinin işini de, kocanın işini de güzelce yap!” diyor.
Bunu tavsiye ederlerken, tabii fakirlik var... Çeşmeler yok, kuyudan su çekiyorlar, uzak bir yerden su getiriyor. O zaman malum ya, bakır makır da yok... Kırba dedikleri deriden mamul bir kabın içine suyu doldurup, arkasına alıp, evine getirecek. Tabii on okka, on beş okka, yirmi okka büyüklüğüne göre bir ağırlığı var.
Kadın uzak bir yerden onu getirir evine. Yemek yapılacak, çamaşır yıkanacak, ortalık temizlenecek. Hep o suya ihtiyaç var. Bir tanesi yetmez bir daha getirir. Ekmek yapılacak, bizim fırınlarımız gibi hazır ekmek yok ki, gitsin de beş kuruş versin de oradan ekmek alsın. Yok. O da evde buğdayı eve getirecek, evde değirmende öğütülecek. Hamur yapılacak, pişirilecek, yenecek.
Odun dışarıdan taşınacak. Müşkülat çok… Hz. Fatıma’nın parmakları nasır olmuş o ipi tuta tuta... O değirmeni döndüre döndüre... Demiş ki Hz. Ali:
“—Esir gelmiş bir taraftan. Cenâb-ı Peygamber esirleri dağıtıyor evlere. Git, babana söyle, bize de bir esir versin de sen de bu yükten kurtul!” O da:
“—Olur.” demiş.
Hz. Fatıma gitmiş ama utanmak başka şey, haya başka şey. Babasına bize de bir esir ver diyememiş. Boynunu bükmüş, dönmüş gelmiş. Akşama Hz. Ali sormuş, ne oldu? Demiş utandım ben bir şey diyemedim.
Peygamber SAS Efendimiz onlara şöyle tavsiye etmiş:193
أَلاَ أَدُلُّكُمَا عَلَى خَيْرٍ مِمَّا سَأَلْتُمَا؟ إِذَا أَخَذْتُمَا مَضَاجِعَكُمَا فَكَبِّرَا
أَرْبَعًا وَثَلََّثِينَ، وَاحْمَدَا ثَلََّثًا وَثَلََّثِينَ، وَسَبِّحَا ثَلََّثًا وَثَلََّ ثِينَ؛ فَإِنَّ
ذَلِكَ خَيْرٌ لَكُمَا مِنْ خَادِمٍ (حم. م . خ . د. ت. حب. عن علي؛
أنه وفاطمة سألا النبي عليه السلَّم خادما، قال فذكره)
RE. 166/5 (Elâ edüllükümâ alâ hayrin mimmâ seeltümâ? İzâ ehaztümâ medâciakümâ fekebbera’llàhe erbaan ve selâsîne, va’hmedâ selâsen ve selâsîne, ve sebbihâ selâsen ve selâsine; feinne zâlike hayrun lekümâ min hâdimin.) (Elâ edüllükümâ alâ hayrin mimmâ seeltümâ) “Sizin ikinize istediğinizden daha hayırlısını delâlet edeyim mi? (İzâ ehaztümâ medâciakümâ) Yatağınıza girdiğinizde, (fekebbera’llàhe erbaan ve selâsîne) otuz dört defa Allahu ekber, (va’hmedâ selâsen ve selâsîne) otuz üç defa El-hamdü li’llâh, (ve sebbihâ selâsen ve selâsine) otuz üç defa Subhàna’llàh deyin. (Feinne zâlike hayrun lekümâ min hâdimin) İşte böyle yapmanız, sizin için bir
193 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.354, no:2881; Müslim, Sahîh, c.XIII, s.259, no:4906; Ebû Dâvud, Sünen, c.XIII, s.259, no:4403; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.136, no:1141; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XV, s.363, no:6921; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.I, s.419, no:551; Tahâvî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.233, no:4813; Bezzâr, Müsned, c.I, s.123, no:619; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.92, no:94; Taberânî, Dua, c.I, s.95, no:233; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.355; Hz. Ali RA’dan.
hizmetçiden daha hayırlıdır.”
Mânâları şöyle:
(Sübhàna’llàh) “Yâ Rabbi, seni tesbih ederim. Sen noksan sıfatlardan münezzehsin. Kemal sıfatlarıyla da muttasıfsin. Benim kusurlarım da pek çok ama sen af sahibisin, mağfiret sahibisin.” (El-hamdü li’llâh) “Yâ Rabbi, çok şükür. Sıhhat verdin, afiyet versin, akıl fikir verdin, zekâ verdin. Nimetlerin haddi hesabı yok. Bunlardan dolayı da sana, hamd ü senalar olsun ya Rabbi!” (Allàhu ekber) “Yâ Rabbi, sen her şeyden büyüksün! Güç kuvvet senin elindedir, dilediğini yaparsın.” Hz. Ali ve Hz. Fatıma RA’nın Peygamber Efendimiz’den bir hizmetçi istemeleri üzerine bu hadis varid oldu. Efendimiz onlara yatarken 33 defa tesbih, 33 defa tahmid, 34 defa da tekbir çekmelerini tavsiye buyurmuşlar.
Allah kusurlarımızı affetsin… Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin… Sevdiği ve razı olduğu kulları arasına cümlemizi kabul eylesin…
El-fâtihah!
30. 10 1977 - İskenderpaşa Camii
17 Zilkade 1397