06. İNSANLARIN YARDIMINA KOŞMAK
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn...
Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
إِن كُلَّ نَبِيٍّ أُعْطِيَ سَبْعَةَ نُجَبَاءَ رُفَقَاءَ، وَأُعْطِيتُ أَنَ ا أَ رْبَعَةَ عَشَرَ:
عَلِيٌّ، وَالْحَسَنُ، وَاْ لحُسَيْنُ، وَجَعْفَرٌ، وَحَمْزَةٌ، وَأَبُو بَكْرٍ، وَعُمَرُ،
وَمُصْعَبِ بْنُ عُمَيْرٍ، وَبِ لََّلٌ، وَسَلْمَ انُ، وَعَمَّارٌ ، وَعَبْدُ اللهِ بْنُ
مَسْعُودٍ، وَالْمِقْدَادُ، وَ حُذَيْفَةُ بْنُ اليَمَانِ (ت . حسن غريب،
طب. ك. وتعقب عن علي)
RE. 128/1 (İnne külle nebiyyin u’tıye seb’ate nücebâe rüfekàe, ve u’tîte ene erbaate aşere: Aliyyün, ve’l-hasenü, ve’l-hüseynü, ve ca’ferun, ve hamzetün, ve ebû bekrin, ve umeru, ve mus’abi’bnü umeyrin, ve bilâlün, ve selmânü, ve ammârun, ve abdullahi’bnü mes’ûdin, ve’l-mikdâdü, ve huzeyfetü’bnü’l-yemâni.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
“—Mefhar-i mevcûdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Seyyidü’s-sâdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ râ salevât!
[Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…
a. Peygamber SAS Efendimiz’in Yardımcıları
Tirmizî, Taberânî ve Hàkim, Hz. Ali RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:82
إِن كُلَّ نَبِيٍّ أُعْطِيَ سَبْعَةَ نُجَبَاءَ رُفَقَاءَ، وَأُعْطِيتُ أَنَ ا أَ رْبَعَةَ عَشَرَ:
عَلِيٌّ، وَالْحَسَنُ، وَاْ لحُسَيْنُ، وَجَعْفَرٌ، وَحَمْزَةٌ، وَأَبُو بَكْرٍ، وَعُمَرُ،
وَمُصْعَبِ بْنُ عُمَيْرٍ، وَبِ لََّلٌ، وَسَلْمَ انُ، وَعَمَّارٌ ، وَعَبْدُ اللهِ بْنُ
مَسْعُودٍ، وَالْمِقْدَادُ، وَ حُذَيْفَةُ بْنُ اليَمَانِ (ت . حسن غريب،
طب. ك. وتعقب عن علي)
RE. 128/1 (İnne külle nebiyyin u’tıye seb’ate nücebâe rüfekàe, ve u’tîte ene erbaate aşere: Aliyyün, ve’l-hasenü, ve’l-hüseynü, ve ca’ferun, ve hamzetün, ve ebû bekrin, ve umeru, ve mus’abi’bnü umeyrin, ve bilâlün, ve selmânü, ve ammârun, ve abdu’llàhi’bnü
82 Tirmizî, Sünen, c.XII, s.259, no:3721; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VI, s.215, no:6047; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.X, s.452, no:2637; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXVII, s.859, no:5972; Ahmed ibn-i Hanbel, Fadàilü’s- Sahàbe, c.II, s.636, no:1082; Hz. Ali RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.640, no:33114; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.146, no:8106.
mes’ûdin, ve’l-mikdâdü, ve huzeyfetü’bnü’l-yemâni.) (İnne külle nebiyyin u’tıye seb’ate nücebâe rüfekàe) “Her Peygambere yardımcı olarak eşraf ve kerimden yedi kimse verildi. Bana ise on dört tane verildi: Hz. Ali, Hasan, Hüseyin, Cafer-i Tayyar, Hamza, Ebu Bekir, Ömer, Mus’ab ibn-i Umeyr, Bilal, Selman, Ammar, Abdullah ibn-i Mes’ud, Mikdat ve Huzeyfe ibn-i Yemani radıya’llàhu teàlâ anhüm ecmaîn hazretleridir.”
Bunların tabii menakıbları ayrı ayrı zikredilirse, çok uzun sürer. Allah cümlemizi affetsin... Bu ashab-ı kiramın yollarında, izlerinde yaşayıp can veren kullarından eylesin cümlemizi…
Huzeyfe Hazretleri’ni geçen sefer Bağdat’ta ziyaretimizde orada Selman-ı Farisi Hazretleri ile beraber kabirlerini gördük, orada medfun olmuşlar.
Hz. Osman’ın ismi burada zikrolunmadı. O da nedendir bilmem. Hz. Osman’a bugün, işte onu şehid edecekler. Muhasara etmişler evini. O rüyasında Rasûlullah SAS Efendimizi görüyor.
Rasûlüllah Efendimiz diyor ki:
“—Ya Osman, sen susuz mu kaldın, sana su vermiyorlar mı!” “—Evet ya Rasûlallah!” Hz. Osman diyor ki:
“—Bir kova su getirdi bana, içtim. Hala içimde onun soğukluğu duruyor.” Sonra demiş ki:
“—Ya Osman! İster misin sana yardımcı olup da kurtaralım seni, ya da yarın akşam benim yanımda iftar etmeyi. ….
“—Buradan geldi gördüm, böyle dedi bana. Ben de dedim ki: ‘Yâ Rasûlallah! Senin yanında iftar etmeyi isterim!’ dedim.” Yani bu insanoğlu hani meleklerden üstün diyorlar fakat edepsizi de şeytandan daha aşağı… Hiç insan olan Hz. Osman’a bunu yapar mı? Nasıl insanlar, insan bilemiyorum artık.
b. Ümmetimin İmtihanı Mal İle
Ahmed ibn-i Hanbel, Tirmizî, İbn-i Sa’d, Hàkim ve Taberânî Kâ’b ibn-i Iyâd RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:83
إِن لِكُلِّ أُمَّةٍ فِتْنَةً، وَإِنَّ فِتْنَةَ أُمَّتِي الْمَالَ (حم. ت. حسن صحيح
غريب، وابن سعد، ك. طب. عن كعب بن عياض)
RE. 128/2 (İnne li-külli ümmetin fitneten, ve inne fitnete ümmeti’l-mâle.) (İnne li-külli ümmetin fitneten) “Her ümmetin bir fitnesi vardır. (Ve inne fitnete ümmeti’l-mâle) Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” Bütün fitneler bu mal yüzünden oluyor. Baba ölür, iki kardeş şu kadarcık mal için birbiriyle kavga ederler, darılırlar, küserler. Bu apaçık bir şey… Allah cümlemizi bu fitneden muhafaza buyursun…
Malsız olmuyor tabii. Ama her şeyin bir hududu var. Tabii o malı hudud-u şer’i dairesinde harcarsa, o mal kendisine hayır olur. Malın kabahati yok, malı kullananda kabahat. Onu hayır yerine kullanırsa sevap olur. Eğer onu şer yerlerinde kullanırsa, o da onun yerini hazırlamış olur ahirette…
Cenab-ı Hak bu malı bize ihtiyaçlarımızı karşılayalım diye vermiştir. Herkes ihtiyacı kadar o maldan alır. Allah gerisini biriktirsin yahut keyfine harcasın diye vermemiştir.
Paranın israfı gününün israfına denktir. İnsan malının bekçisidir. İhtiyaçtan fazlası, artanı muhtaç olanlara verilmelidir. Saklarsa, makbul değildir.
Cimrilik edilip mal saklanmasa, bugünkü kıyametlerin hiç birisi kopmaz. Sefahat yüzünden su gibi paralar harcanıyor. Bunu
83 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.327, no:2258; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.160, no:17506; Şeybânî, el-Âhad ve’l-Mesânî, c.IV, s.348, no:2516; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.354, o:7896; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XIX, s.179, no:404; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.280, no:10309; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.178, no:2027; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.124, no:1022; Temmâmü’r- Râzî, Fevâid, c.III, s.29, no:1030; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.938; İbn-i Sa’d, Tabakàt, c.VII, s.414; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXIV, s.188; KÂ’b ibn-i Iyâd RA’dan.
da tabii görenler görüyor, “Nedir bu yâhu?” diyorlar.
Şimdi bakınız önümüzde yaz mevsimi. Bu yaz mevsiminde gene bir sürü insanlar yazlıklara taşınacaklar. Kimsenin taşınmasına, gitmesine karışmaya hakkımız da yok. Ama biraz insaf ile düşünülürse… Hacca giderken darılıyorlar, “Bu paraları niye götürüp de Araplara yediriyorsunuz?” diyorlar. İsraf ile harcarken, haram yere götürürken kimse sesini çıkarmıyor. Bir beyefendinin, bir yazlık masrafı; bizim bir hacı parasından kat kat fazladır.
Yazlığa gidip de ne yapıyor yazlıkta. Dişinden tırnağına kadar her saat bir günahta… Çoluğu da günahta, çocuğu da günahta…
Git bak, köyler var içeride, güzel havadar yerler var. Oraya giden pek nadir. Herkes deniz kenarına... Bütün günah yerleri oralar… Kalbin katı olduğu için, Allah seni kötü yerlere sevk ediyor, haram yerlere sevk ediyor, israfa sevk ediyor, zevke sevk ediyor.
c. Kalbin Katılığı
Deylemî, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:84
ثَلََّثَخِصَ الٍ تُورَثُ الْقَسْوَةُ فِ ي الْقَ لْبِ: حُبُّ الطَّعَامِ، وَ حُبُّ النَّوْ مِ،
وَحُبُّ الرَّاحَةِ (الديلمى عن عائشة)
(Selâse hisàlin tûrisü’l-kasvetü fi’’l-kalbi) “Dinde üç şey, kalpte kasveti iras eder, kalbin katılaşmasına sebep olur:
1. (Hubbu’t-taàm) Yemeği sevmek.
2. (Hubbü’n-nevm) Uykuyu sevmek.
3. (Hubbü’r-râhah) Rahatı sevmek.” Katı kalpli insan, merhametsiz insandır. Yalnız canını düşünür, keyfini düşünür, kendi hayatını düşünür; başkasını
84 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.520, no:8950; Hz. Aişe RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.423, no:11115.
düşünmez.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:85
إِنَّ أَبْعَدَ النَّاسِ مِنَ اللهَِّ الْقَلْبُ الْقَاسِي (ت. هب. عن ابن عمر)
478/11 (İinne eb’ade’n-nâsi mina’llàhi el-kalbü’l-kàsî) (İnne eb’ade’n-nâsü mina’llàh) “İnsanların da Allah’tan en uzak olanı, (el-kalbu’l-kàsî) kalbi kasvetli olan, kaskatı olan kimsedir.” Neden? Kalbi katı, taş gibi adam, merhameti yok, şefkati yok. Onun için onlar Allah’tan çok uzaktır. Onun için, Allah imkân verirse bizi de merhametli, insaflı, cömert, hayra yarayan insanlardan etsin...
Sonra bu hakikaten üzerinde durulacak bir derstir. Uykuyu sevme, yemeği sevme, rahatı sevme… Bugün insanlara bir istatistik yapılsa, herkesin sa’yinin neticesi hep rahatlık içindir. Halbuki rahatlık belâ... Bak kasvet-i kalbi mûcib oluyor.
O zaman ölünceye kadar çalış canım. Herkes nasıl çalışıyor? Herkes rahatlık yolu ne tarafta, o tarafı tercih ediyor.
d. Ümmetimin Ruhbanlığı Cihaddır
Beyhaki, Enes ibn-i Malik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:86
إِنَّ لِكُلِّ أُمَّةٍ رَهْبانيَّةً، وَرَهْبانِيَّ ةش هٰذِهِ الأمَّةِ، الْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللهِ
(هب، عن أنس)
85 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.433,, no:2335; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.İV, s.245, no:4951; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.65, no:7475; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.439, no:1895: Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.320, no:16876.
86 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.14, no:4227; İbn-i Ebî Âsım, Cihad, c.I, s.186, no:33; Abdullah ibn-i Mübârek, Cihad, c.I, s.35. no:16; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.505, no:9431; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.230; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
RE. 128/3 (İnne li-külli ümmetin rehbâniyyeten, ve rahbâniyyeti hâzihi’l-ümmeti, el-cihâdü fî sebîli’llâhi.)
(İnne li-külli ümmetin rehbâniyeten) “Her ümmetin bir ruhbanlığı vardır. (Ve rahbâniyyeti hâzihi’l-ümmeti) Benim ümmetimin ruhbanlığı, (el-cihâdü fî sebîli’llâhi) Allah yolunda cihad etmektir.” Ruhbanlık eski ümmetlerde vardı. Bizden evvelki Hıristiyan papazları, din adamları dağlara çekilirler; mağaralarda yahut yapılmış hususi binalarda ibadete çekilir, dünya ile alâkasını keser, orada ibadetle meşgul olurlardı. Ölene kadar orada ibadet ederlerdi. Bunları ruhban tabir ediyorlardı.
Efendimiz SAS:
“—Allah’a ibadet için bizde böyle şey yok!” diyor. “Bizde Allah’a ibadet için insanlardan ayrılıp, uzak yerlere çekilmek yok. Bizim için el-cihâdü fî sebilillâh, Allah yolunda cihad var!” diyor.
Sen ruhbanlık mı istiyorsun, ibadet mi istiyorsun? Allah için cihada git! Allah için cihad, dağlarda, mağaralarda kapanıp, Allah’a ibadet etmekten daha hayırlıdır. Bizim ümmet için efdal olan budur.
Cihad ne ile olacak? Atla da olur, parayla da olur, topla tüfekle de olur. E sen zevkine, safana harcarsan, bu cihadlardan hiç birisini yapamazsın, çünkü rahatlık içindesin. Gece kalkıp namaz kılamazsın, rahatını seviyorsun. Teheccüd kılamazsın, nafile namaz hiç kılamazsın. Camide oturmak sana zor gelir, her şey zor gelir.
e. Ümmetimin Seyahati Cihaddır
Taberânî, Ebû Ümâme RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:87
إِنَّ لِكُلِّ أُمَّةٍ سِيَاحَةً، وَإِ نَّ سِيَ احَةَ أُمَّتِي الْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللهِ؛
87 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.168, no:7708; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.V, s.506, no:9532; Ebû Ümâme RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.160, no:8180.
وَإِنَّ لِكُلِّ أُمَّةٍ رَهْبَانيَّةً، وَرَهْبَانِيَّةِ أُمَّتِي، الرِّباَطُ فِي نَحْرِ الْ عَدُوِّ
(طب. عن أبي أمامة)
RE. 128/4 (İnne li-külli ümmetin siyâhaten, ve inne siyâhate ümmeti’l-cihâdü fî sebîli’llâhi; ve inne li-külli ümmetin rehbâ- niyyeten, ve rehbâniyyeti ümmetî, er-ribâtu fî nahri’l-adüvvi.) (İnne li-külli ümmetin siyâhaten) “Her ümmetin bir seyahati vardır; (ve inne siyâhate ümmeti’l-cihâdü fî sebîli’llâhi) benim ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır.” (Ve inne li-külli ümmetin rehbâ-niyyeten) “Her ümmetin ruhbanlığı vardır; (ve rehbâniyyeti ümmetî, er-ribâtu fî nahri’l- adüvvi) benim ümmetimin ruhbanlığı cephede, ribatlarda gözcülük etmektir.”
Herkes gezmek ister. Parası olduktan sonra Avrupa’ya gider, Arabistan’a gider. Nereye isterse gider. Seyahat, gezecek. “Senede hiç olmazsa beş on gün hava almak, benim de hakkımdır.” diyor. Devlet de şimdi para veriyor, döviz de veriyor, her tarafa gider.
“—Ama benim ümmetim için böyle bir şey yok!” diyor Cenab-ı Peygamber. “Benim ümmetimin seyahati fî sebîlillah cihaddır.” diyor.
Sen seyahat mi istiyorsun; git muharebeye!
“—Ama bugün muharebe yok, ne yapalım?” E muharebe yoksa da kalemine güven, parana güven, her şeyin cihadı var şimdi. Cihadın yolları çok… Bugün muharebe yolu yok ama çeşitli yollardan cihad yolu var.
“—Her ümmetin ruhbanlığı vardır. Benim ümmetimin ruhbanlığı ribatlarda nöbet beklemektir.” diyor.
Bugün düşman huduttan girmiyor, düşman içeriden vuruyor insanı...
İstanbul’u fethetmeden evvel Fatih, İstanbul’a Türkün adet ve an’anesi, İslam’ın adet ve an’anesi, adaleti girmiş içeriye. Herkes İslâmiyet’e aşık bir şekilde… Fatihin ordusundan evvel İslâmiyet’in güzelliği içeriye yerleşmiş.
Şimdi de gâvurların adetleri, an’anesi içimize yerleşmiştir.
Gâvurların bütün adet ve an’anesini hepimiz benimsemişizdir. İslam adet ve an’aneleri çok korkunç bir şekilde terk edilmektedir.
Bugünkü dersi dinlemişsinizdir. Peygamber Efendimiz’e yardımcı olan kişilerden Ammar RA, başından tırnağına kadar iman ile dolu olan zat. Anasını öldürdüler gözü önünde, babasını da öldürdüler gözü önünde… Ona dediler ki:
“—Babanı ananı gördün ya, dön dininden, yoksa seni de öldüreceğiz!” dediler.
O zavallı da “Pekiyi…” dedi, canını kurtardı.
Rasûlüllah Efendimiz’e dediler ki:
“—Ammar dinden döndü.” Rasûlüllah Efendimiz:
“—Hayır, Ammar dönmez. Ammar ta başındandan tırnağına kadar her tarafı, kemiklerinin içerisi bile iman doludur.” dedi.
Parmağındaki yüzük bile iman etmiştir. İman taşıyor bir kere. Dolduktan sonra etrafına taşıyor. İçi doluyor iman ile, bir de dışarıya taşıyor.
Şimdi bu iman sahiplerinin haline bak, Allah’a nasıl açlığı var ki ölüm hiç gözlerine görünmüyor. Ölüm, onlar için hiç, feda ediyorlar canlarını…
Aklıma geldi, ama diyemedim. Şimdi bir müslüman, yaşı altmış, yetmiş olmuş, ahirete yolu yaklaşmış, daha bir Peygamberin sünnetini yapamıyor. Sakal bırakamıyor.
Hacca gitmiş mübarek, Hacerü’l-Esved’e yüzünü sürmüş, Kâbe’yi de ziyaret etmiş Peygamberin bir sünnetine riayetten korkuyor. Gerici derler diye bundan korkuyor. Ötekisinin kafasını kesiyorlar korkmuyor da beriki gerici derler korkusuyla Allah’ın Rasûlü’nün sünnetini işlemekten çekiniyor.
Bizim müslümanlığımızla o günkü müslümanlık arasındaki fark, yerle gök arası kadar uzak.
f. Ümmetimin Cehennemden Nasibi Hummâ
Hennâd, Hasan-ı Basri Rh.A’ten rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:88
إِنَّ لِكُلِّ آدَمِيٍّ حَظًّا مِنَ النَّارِ ، وَحَظُّ الْمُؤْمِنِ مِنْهَا اَلْحُمَّى؛ تَحْرُقُ جِلْدَهُ،
وَلاَ تَحْرُقُ جَوْفَهُ، وَهِيَ حَظَّهُ مِنْهَا (هناد عن الحسن مرسلَّ)
RE. 128/5 (İnne li-külli ademiyyin hazzan mine’n-nâri, ve hazza’l-mü’mini minhe’l-hummâ; tahruku cildehû, ve lâ tahruku cevfehû, ve hiye hazzahû minhâ.) (İnne li-külli ademiyyin hazzan mine’n-nâri) “Her ademoğ- lunun ateşten payı vardır. (Ve hazza’l-mü’mini minhe’l-hummâ) Müminin ateşten payı hummadır; (tahruku cildehû) cildini yakar, (ve lâ tahruku cevfehû) içini yakmaz. (Ve hiye hazzahû minhâ) Bu onun cehennemden nasibidir.” Her ümmetin cehennemden bir nasibi vardır. Benim ümmetimin de cehennemdeki hazzı humma denilen hastalıktır. Sıtmaya da diyorlar, ateş ve üşütme yapan hastalık. Cehennemin de vazifesi yakmak ve titretmek. Zemheride kışın soğuğu, cehennemden geliyor bize. Ve insan bunu dünyadayken tadıyor işte. Ateş 40-41 derece oluyor, üşümek geliyor, bir türlü ısınamıyor insan. İşte oradaki nasibini almış oluyor. İnşâallah bu gibi mü’minleri Cenab-ı Hak cehennemde yakmayacak.
g. Ehl-i Beyti Sevmek
Hàkim ve İbn-i Asâkir Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:89
إِنَّ لِكُلِّ بَنِيٍّ أَبٍ عُصْبَةً يَنْتَمُ ونَ إِ لَيْهَا، إِلاَّ وَلَدَ فَاطِمَةَ، فَأَنَا وَلِيُّهُمْ، وَأَنَا
88 Kenzü’l-Ummâl, c.III, s,323 no:6762; Câmiü’l-Ehàdis, c.IX, s.158, no:8135.
89 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXVI, s.313; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.98, no:34168; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.161. no:8143.
عَصْبَتُهُمْ وَهُمْ عِتْرتي، خَلَقُوا مِنْ طِينَتِي، وَيْلٌ لِلْ مُكَذِّبِينَ بِفَضْلِهِمْ، مَنْ
أَحَبَّهُمْ أَحَبَّهُ اللهُ، وَمَنْ أَبْ غَضَهُ مْ أَبْغَضَهُ اللهُ (ك. كر. عن جابر)
RE. 128/6 (İnne li-külli beniyyin ebin usbeten yentemûne ileyhâ, illâ velede fâtımete, feene veliyyühüm, ve ene asbetühüm ve hüm itretî, halekù min tînetî, veylün li’l-mükezzibîne bi-fadlihim, men ehabbehüm ehabbehu’llàhu, ve men ebgadahüm ebgadahu’llàhu.) (İnne li-külli beniyyin ebin usbeten yentemûne ileyhâ) “Her baba evladının kök sülalesi vardır, nesebi ona müntehi olur; (illâ velede fâtımete) yalnız Fatıma’nın sülalesi bana çeker. (Feene veliyyühüm) Ben onların velisiyim. (Ve ene asbetühüm ve hüm itretî) Bunlar benim Ehl-i Beytim’dir. (Halekù min tînetî) Benim hamurumdandır. (Veylün li’l-mükezzibîne bi-fadlihim) Veyl onların faziletini inkar edenlere. (Men ehabbehüm ehabbehu’llàhu
Kim onları severse, Allah da onları sever. (Ve men ebgadahüm ebgadahu’llàhu) Kim onlara buğz ederse, Allah da onlara buğz eder.” Hz. Ali Efendimiz’in ve Hz. Fatıma’nın ve Hasan, Hüseyin Efendilerimiz’in faziletine aittir ki, el-hamdü lillah bütün Müslümanlar onları severler. Şiiler derler ki biz seviyoruz, ama biz onlardan daha fazla seviyoruz, çünkü biz onların tavsiyelerine de tamamiyle uymaya çalışıyoruz.
h. Mezarın Kapısı
Taberânî, Nu’man ibn-i Beşir RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki: 90
إِنَّ لِكُلِّ بَيْتٍ بَ ابًا، َ وبَابُ الْقَبْرِ مِنْ تِلْقَاءِ رِ جْلَيْهِ
(طب. عن النعمان بن بشير)
90 Heysemî, Mecmaü'z-Zevâid, c.III, s.159, no:4234; Nu'man ibn-i Beşîr RA'dan.
Kenzü'l-Ummâl, c.XV, s.600, no:42380; Câmiü'l-Ehàdîs, c.IX, s.162, no:8144.
RE. 128/7 (İnne li-külli beytin bâben, ve bâbü’l-kabri min tilkài ricleyhi.) (İnne li-külli beytin bâben) “Her evin bir kapısı vardır. (Ve bâbü’l-kabri min tilkài ricleyhi) Mezarın da kapısı ayak ucundadır.” Bu İmam-ı Şafi ve İmam-ı Ahmed’e göre. Ama Ebû Hanife, “Kıble tarafındadır.” diyor. Onun için mezarlara daima göğüs cihetinden okuruz.
i. Bakara Sûresi Kur’an’ın Zirvesidir
Ebû Ya’lâ, İbn-i Hibbân, Taberânî, Beyhakî ve Ziyâü’l-Makdîsî, Sehl ibn-i Sa’d RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:91
91 İbn-i Hibbân, Sahîh, c.III, s.59, no:780; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.465, no:7554; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VI, s.163, no:5864; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.453, no:2378, Sehl ibn-i Sa’d RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.VI, s.312, Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.887, no:2549; Câmiu’l- Ehàdîs, c.IX, s.166, no:8156.
إِنَّ لِكُلِّ شَيْءٍ سَنَاماً، وَإِنَّ سَنَامَ القُرْآنِ سُورَةُ البَقَرَةِ؛ مَنْ قَرَأَهَا فِي
بَيْتِهِ لَيْلَةً لَمْ يَدْخُلْهُ الشَّيْطَانُ ثَلََّثَ لَيَالٍ؛ ومَنْ قَرَأها في بَيْتِهِ نَهاراً،
لم يَدْخُلْهُ الشَّيْطَانُ ثَلََّثَةَ أَيَّامٍ (ع. حب . طب . هب . ض . عن سهل بن سعد)
RE. 128/8 (İnne li-külli şey’in senâmen ve inne senâme’l- kur’âni sûretü’l-bakarah; men karaehâ fî beytihî leyleten, lem yedhulhü’ş-şeytànü selâse leyâlin; ve men karaehâ fî beytihi nehâren, lem yedhulhü’ş-şeytànü selâsete eyyâmin.) (İnne li-külli şey’in senâmen ve inne senâme’l-kur’âni sûretü’l- bakarah) “Her şeyin bir yüksek yeri vardır, şerefli, kıymetli yeri vardır. Kur’an-ı Kerim’in de bu şerefi yüksek kısmı, Bakara Sûresi’dir.”
Senâm diye devenin hörgücünün üst tarafına diyorlar, devedeki en üst makam orası. Binâen aleyh her şeyde de böyle bir üst yer var. Kur’an’ın da üst noktası, Sûre-i Bakara’dır.
(Men karaehâ fî beytihî leyleten) “Kim bu sûreyi bir gece evinde okursa; (lem yedhulhü’ş-şeytànü selâse leyâlin) üç gece şeytan o eve giremez. (Ve men karaehâ fî beytihi nehâren) Kim bu sûreyi gündüzleyin okursa; (lem yedhulhü’ş-şeytànü selâsete eyyâmin) üç gün şeytan oraya giremez.” O ayetlerin nuru, melekleri, her nelerse şeytanı üç gün oraya sokmaz. Onun için Sûre-i Bakara’yı hem ezberleyebilmek, hem de onu her akşam böyle okuyabilmek büyük bir devlettir.
Sûre-i Bakara’nın faziletinin beyanında, bunun içerisinde bulunan Ayete’l-kürsi denilen, her namazdan sonra okuduğumuz Allàhu lâ ilahe illa hüve’l-hayyu’l-kayyûm var. Esmâ-i Hüsnâ’nın ve İsm_i A’zam’ın bu ayetin içerisinde olduğuna beyan ederler. Bu ayetin fadàili, saymakla tükenmeyecek kadar çoktur. Ve onu ihlasla okumak lâzım!
Bu hususta söz söylemek yine belki abes olur ama, müslüman kardeşlerin Kur’an’ı öğrenmeleri, muhakkak imanlarının iktizasındandır. Öğrenemeyecek bir şey yok yani.
Geçen bir efendi geldi de bize, dedi ki:
“—Ben bu yaşımdan sonra İngilizce’yi öğrendim.” Belli bir yaştan sonra Fransızca öğrenen de var, başka dil
öğrenen de var. Yâni insan kendisi de bir fayda gördü mü, o fayda gördüğü şeyi kasdediyor ve muvaffak oluyor.
Kur’an’daki fazilet ise öldükten sonra bizim için en büyük tutamak… Hayatımızda da öyle, hayattan sonraki ahiret alemimizde de en büyük tutamağımız Kur’an’ımızdır. Bunu bir insan okuyamazsa…
Onu okumak için fırsat da var, sağlık var, afiyet var, akıl ve zekâ da var. Akıl ve zekâsını kullanıp da ona günde yarım saatini ayırsa kâfi... Yarım saatini Kur’an’a ayırsa bir insan ne kadar gabi (anlayışı kıt) olsa, altı ayda öğrenir. Zekîler daha çabuk öğrenir.
j. İbadetin Kapısı Oruçtur
Hennâd, Damretü’bnü Hubeyb Rh.A’ten rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:92
إِنَّ لِكُلِّ شَيْءٍ بَابًا وَبَابُ اْ لعِبَ ادَةِ الصِّيامِ (هناد عن ضمرة
بن حبيب مرسلَّ)
RE. 128/9 (İnne li-külli şey’in bâben, ve babü’l-ibâdeti es- sıyâmü.)
(İnne li-külli şey’in bâben) “Her şeyin bir kapısı vardır, (ve babü’l-ibâdeti es-sıyâmü) ibadetin de kapısı oruçtur.”
92 Hennâd, Zühd, c.II, s.358, no:679; Damretü’bnü Hubeyb Rh.A’ten. Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.330, no:4992; İbn-i Hacer, Metâlib-i Âliyye, c.III, s.320, no:1049; Ebü’d-Derdâ RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.447, no:23586; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.164, no:8150.
Kapıyı açamadan giremezsin… Binâen aleyh, ibadete oruçla gireceğiz. Oruç demek, riyazet demek. Şimdi burada üç şeyi çok sever insan: Malı, rahatı, uykuyu… Riyazet yapmayı istemez. Niçin? Riyazette nefse eziyet vardır. Bunu istemez, daima rahatı ister. Az yesin biraz, yapamaz. Bugün hiç yemesin, yapamaz.
Peygamber SAS Pazartesi Perşembe’yi bırakmazdı, bir… On üç, on dört, on beşi bırakmazdı, iki… Bir de ayın başından, ortasından ve sonundan üçünü bırakmazdı. Bunları hiç bırakmaz. Bazen oradan, bazen oradan, daima oruçla meşguldü.
Bunları niçin yapıyor Peygamber SAS, muhtaç mı? Hayır muhtaç değil. Ama bize hem nümûne oluyor, hem yol gösteriyor:
“—Siz de böyle yapın ümmetim! Siz yemeye, içmeye kendinizi tamamen vermeyin bakalı!”
Niçin? Aç kaldığın vakitte, için biraz sızladığı vakitte o gün nafakasını kazanamayan açlar hatırına gelir. Ona tutarsın bir yardıma elini uzatırsın açlık zormuş diyerekten. Ama bizim açlıklardan hiç şeyimiz yok. Senelerce de oruç tutsak, açlık bizi kat’iyyen etkilemez. Çünkü yağlı, tatlı, tuzlu karnımızı doyuruyoruz.
Zaten bir öğün yeter, ikincisi israftan… İki kere yemek günde, israf. Zaten bir kere yetiyor. İşte onu da biz sahurda yiyoruz. Bir de gene iftarda da yiyoruz. Binâen aleyh acıkma bizim için mümkün değil. Ama nasıl olur? Sen tuz soğanla ye de ekmeği, bak acıkmanın nasıl olduğunu o zaman anlarsın.
Afffedersiniz, tansiyon arttı diyerekten birkaç gündür ekmeğin tuzsuz tarafından yiyoruz, yağlı mağlı da yemiyoruz. Karnım bayılı bayılıveriyor. Acıkıyor karnım. Niçin? İyi yiyorduk da acıkmıyorduk. Şimdi gene yiyorum ama otla duruyor mu karnın. Eriyiveriyor.
Ben hacamattan çok fayda gördüm de, Mayıs’ta yine hacamat olmayı istiyorum. İşinin erbabı bir hacamatcı da var. Çok faydalı bir şey. Hadis kitabında okuyordum, hacamat meselelerinden çok hadisler geçti.
k. Kötü Ahlâk Sahibinin Tevbesi
Hatîb-i Bağdâdî, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:93
إِنَّ لِكُلِّ شَيْءٍ تَوْبَةً، إلا صَ احِبَ سُوءِ الْخُلُقِ، فَإِ نَّهُ لاَ يَتُوبُ مِنْ
ذَنْبٍ، إِلاَّ وَقَعَ فِي شَرٍّ مِنْهُ (خط. عن عائشة)
RE. 128/10 (İnne li-külli şey’in tevbeten, illâ sàhibe sûi’l- hulükı, feinnehû lâ yetûbu min zenbin, illâ vekaa fî şerrin minhü.)
(İnne li-külli şey’in tevbeten) “Her şeyin tövbesi vardır, (illâ sàhibe sûi’l-hulükı) ancak fenâ ahlâk sahibinin tevbesi yoktur. (Feinnehû lâ yetûbu min zenbin) Çünkü, o kimse günahtan tövbe etmez, (illâ vekaa fî şerrin minhü) onu daha şiddetle işler.” Bu çok berbat… Onun için Allah cümlemizi tıyneti, hilkati güzel olanlardan eylesin…
Hilkat güzel olursa, güzeldir. İyi hilkatin içinde hiç birimizin tercihi yok, bu Allah-u Teàlâ’nın takdiri... İstediği gibi yapıyor ana rahminde… Çocuk hangi hilkat ile yaratılacaksa, ne ananın ne babanın dahli yok; Allah-u Teàlâ’nın takdiri… İstediği gibi takdir ediyor. Ama bunun evveliyatı var: Ana baba abdestliyse, imanlıysa, Kur’anlıysa, o çocukta da hayır olur. Abdestsiz, imansız, ahlaksız bir insanın çocuğunu da Allah nasıl yapar bilmem!
Bazen gâvurdan da iyi insanlar doğuyor, iman da nasib oluyor o çocuğa... Bilmiyoruz. Bize geçen gün geldi, bir İngiliz müslüman olmuş mesela. Bu ekseriyetle de görüyoruz. O Allah-u Teàlâ’nın ana rahmindeki takdirine göre. demek ki nasib oluyor ona.
“—Niçin bu sûi’l-hulük sahibi tevbe edemez!” diyor.
Kötü mü ahlakı, ona tevbe nasib olmaz. Mesela içki içiyor, çok fena. E tevbe eder. İçkiden daha fenasını yapar. Ne yapar? Hırsızlık yapar, başka şey yapar.
Tevbe eder, daha fenasını yapar. Ondan daha beterine düşürür
93 Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VIII, s.59, no:4133; Taberânî, Mu’cemü’s-Sagîr, c.I, s.333, no:533; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.49, no:6155; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.55, no:12697; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.441, no:7351; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.172, no:8170.
kötü ahlak. Tıynet bozuk. E bu nedir? Niye uğraşıyorsunuz öyleyse siz insanlara va’z u nasihat ediyorsunuz, tarikatlar kuruyorsunuz. Şunlar yapıyorsunuz. Hep ıslah-ı nefs edelim diye uğraşıyorsunuz. Madem ki olmayacak, bırakın artık herkesi kendi haline.
Burada iki türlü var. Birisi Allah-u Teàlâ’nın hilkat itibariyle yarattığı bir mahlûk. Kara yaratır, beyaz yaratır, sarı yaratır, yaratır. Karayı beyaz yapamazsın, beyazı sarı yapamazsın. O ne yaratırsa odur. İç huyu da böyle. Tıyneti değiştiremezsin. Bozuksa tıyneti, onu değiştirmenin imkânı yok. Hangi tarikata giderse gitsin. Hangisinin eline geçerse geçsin. Onun tıyneti, gene o o olacaktır.
Yalnız şu kadar var ki, kesbî olanlar var. Mesela şimdi hayvanlara aşı yapıyorlar, hayvan değişiyor, böyle hayvan oluyor. atlar şöyle oluyor, İngiliz kanı oluyor, bilmem ne kanı oluyor. ağaçları aşılıyorlar, şu meyve oluyor, bu meyve oluyor, güzel oluyor. e bu tıyneti bozuksa olmaz. Tıyneti iyi ise aşıyı kabul eder, iyi olur.
Bu insanların da uğraştıkları, bu tıyneti iyi olanları kötü yoldan, iyi yola çevirivermek. O kötülükten çevrilmeyecek olanı, dünya bir araya gelse çeviremez. Çünkü bu yaratılırken öyle yaratılmış. Onda da Allah-u Teàlâ’nın kim bilir ne hikmetleri vardır.
l. Kalbin Cilâsı İstiğfardır
Deylemî, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:94
إِنَّ لِكُلِّ شَيْءٍ صَدَأَ جِلََّءً، وَإِنَّ جِ لََّءُ الْقُلُ وبِ الاِسْتِغْفَ ارُ
(الديلمي عن أنس)
RE. 128/11 (İnne li-külli şey’in sadee cilâen, ve inne cilâü’l-
94 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.481, no:2103; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.169, no:8161.
kulûbi’l-istiğfaru)
(İnne li-külli şey’in sadee cilâen) “Her paslanmanın bir cilası vardır; (ve inne cilâü’l-kulûbi’l-istiğfaru) kalplerin cilâsı da Estağfiru’llàh demektir.” Her şey tabiatı durumuyla bir pas tutar. İnsanın gönlü de paslanıyor. Onun için insanların pası nedir acaba? İşte bu kasvet- i kalbe mucib olan hal rahatlıklıktır.
Su akmazsa, bir yerde durunca ne olur? Ne kadar iyi su olursa olsun, durdu muydu bozulur, kokar. Bir zaman sonra içilmez bir hale gelir. Abdest de alınmaz. Akar su olsa, daima arkası geldiği için temiz olur. Rahatlık ondan dolayı kötüdür ki ,kokar o insan.
Her şeyin bir paslanması var, insanın paslanması rahatlıktandır. Rahatladı mı insan, rahata düştü mü paslanır. Paslanınca işe yaramaz. Allah’tan en uzak kul olur. Onun için en güzel çare, istiğfar… Cenab-ı Peygamber günde yüz kere istiğfar ediyormuş. Yetmiş kere ettiği de rivayet ediliyor.
“—Niçin Peygamber Efendimiz yüz kere istiğfar ediyor canım. Peygamberin ihtiyacı mı var bu kadar istiğfara?”
İhtiyacı yok. Fakat o hem terfî-i derecât içindir, hem de bize numunedir:
“—Ey ümmetim, siz de böyle istiğfar edin!” demektir.
Ama yalancıların istiğfarı gibi olmasın! Dilimizle Estağfiru’llàh der de yapacağımız günahı gene yaparsak, bu istiğfara yalancı istiğfarı derler. Tevbeti’l-kezzabîn diyorlar. Ama yine de, dilden de olsa istiğfarı bırakmamak lazım! Bir gün olur da hakiki tevbe nasîb olur inşâallah…
m. Amellerin Sünnete Uygun Olmalı
Beyhakî, Abdullah ibn-i Amr RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:95
95 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.188, no:6764; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.399, no:3878; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.187, no:11; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.293, no:2105; Bezzâr, Müsned, c.I, s.365, no:2345; Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.III, s.239, no:1048; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.389, no:1102; Müsnedü’l-Hàris, c.I, s.357, no:235; Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.276, no:44439; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.171, no:8165.
إِنَّ لِكُلِّ عَمَلٍ شِدَّةٌ، وَلِكُلِّ شِدَّةٍ فَتْرَةٌ، فَمَنْ كَانَتْ فَتْرَتُهُ إِلَى سُنَّتِي،
فَقَدِ اهْتَدَى؛ وَمَنْ كَانَتْ إِلَى غَيْرِ ذَلِكَ، فَقَدْ هَلَكَ (هب. عن ابن
عمرو)
RE. 128/12 (İnne li-külli amelin şiddeten, ve li-külli şiddetin fetreten, ve men kânet fetretehû ilâ sünnetî, fekadi’htedâ; ve men kânet ilâ gayri zâlik, fekad heleke.)
(İnne li-külli amelin şiddeten) “Her amelin bir şiddeti, (ve li- külli şiddetin fetreten) ve her şiddetin bir gevşemesi vardır. (Ve men kânet fetretehû ilâ sünnetî) Kimin fetreti sünnetime uygun olursa, (fekadi’htedâ) o hidayet bulur. (Ve men kânet ilâ gayri zâlik) Bunun gayri olursa, (fekad heleke) o helâk olur.” İnsanda bir hırs var. Mesela bir insan ibadete yeni başladığında, bakarsın öyle ibadet ibadet... Çokça ibadet yapmaya çalışır. Fakat bir gün gelir, bu insan yorulur. Şöyle biraz gevşetmeye başlar işi. Ticaret de olsa böyle, ibadet de olsa böyle. Bir vakit bir hırs gelir, geceyi gündüze katar, çok çalışır. Fakat o geçer, bir durgunluk gelir insana. Kalbin katılığı dedim ya demin aklıma geliverdi.
Seriyyi’s-Sakati denilen bir zat var. Bağdat’ta yaşıyor. Cüneyd- i Bağdadi’nin de dayısı oluyor. Bu zat bir gün yorulmuş da şöyle ayaklarını uzatmış. İbadetten yorulduktan sonra biraz ayaklarını uzatmış. Kalbine hemen bir ilham gelmiş:
“—Ne bu sultanlar gibi böyle, padişahlar gibi ayak uzatmak! Divan-i ilahiden mi çıktın sen?”
İçine bir ilham geliveriyor, hemen kendini topluyor. Ondan sonra doksan sene ayak uzatmamış. Yüz yirmi sene muammer olmuş, doksan sene kat’iyyen ayak uzatmamış.
Neden? Kalp pırıl pırıl, gelen ilhamı alıyor. Dünyanın hiçbir anı yok ki ilhamsız olsun. Mütemadiyen Cenab-ı Hak bize ilhamlar gönderiyor. Fakat nasıl yağmur yağınca taşlar o yağmurdan istifade etmiyor, akıp geçiyor üzerinden. Ama
yumuşak, hazırlanmış yerler o suyu alıyor, içerisinde saklıyor. Ya havuz yapıyor, suyundan istifade ediyor; ya mahsulüne fayda veriyor. Çeşitli…
İşte onun için, insan böyle bir hırsı bıraktıktan sonra, sünnet üzere hareket etmeli! Sünnete göre hayatını düzenlemeli!
Günün bir kısmını uykuya vereceksin, bir kısmını rahatlığına vereceksin, bir kısmını ibadete vereceksin, bir kısmını da çalışmana vereceksin, bir kısmını kardeşlerinin ziyaretine vereceksin. Yani gündelik vazifeleri taksimli olaraktan böyle yapacaksın. Yalnız bir tarafa yüklenmek yok.
Gemide bile bir tarafa yüklendi mi insanlar, gemi o tarafa doğru yatıveriyor. Her şey ölçülü olursa, güzel güzel gidiyor. Bir tarafa yüklendi miydi, öbür taraf aksıyor.
n. Afiyet Üzere Yaşamak
İbnü’n-Neccâr, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:96
إِن للهَِِّ عَزَّ وَجَلَّ عِبَ ادًا، يَضِنُّ بِهِمْ عَنِ الْبَلََّءِ، يُحْيِيهِمْ فِي
عَافِيَةٍ، وَيُمِيتُهُمْ فِي عَافِيَةٍ، وَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ فِي عَافِيَةٍ
(ابن النجار عن أنس)
RE. 129/1 (İnne li’llâhi azze ve celle ibâden, yadinnü bihim ani’l-belâi, yuhyîhim fî àfiyetin, ve yümîtühüm fî àfiyetin, ve yüdhilühümü’l-cennete fi àfiyetin.) (İnne li’llâhi azze ve celle ibâden) “Allah-u Celle ve A’lâ’nın öyle güzel kulları vardır ki, (yadinnü bihim ani’l-belâi) Allah-u Teàlâ
onları belâdan muhafaza eder, korur. (Yuhyîhim fî àfiyetin) Onları afiyet üzere yaşatır. (Ve yümîtühüm fî àfiyetin) Afiyet üzere iken
96 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.266, no:3103; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.III, s.9, no:3728; Ebû Mes’ud el-Ensàrî RA’dan. İbn-i Ebi’d-Dünyâ, el-Evliyâ, c.I, s.10, no:3; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.427, no:11246; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.216, no:8274.
canlarını alır. (Ve yüdhilühümü’l-cennete fi àfiyetin) Cennete afiyet üzere, sıkıntısız giderler.” Bunu bir alim bir fakihe söylemişler böyle böyle diye. Demiş ki: “—Ona aklım ermez. Herkes belâda sıkıntıda olsun da bu adam rahatlıkta olsun! Olur mu öyle şey?” demiş.
“—Neden?” demişler.
“—Cehennemde zebanileri görmüyor musun? Herkes yanıyor, onların hiç umurlarına bile gelmez. Çünkü onlar öyle yaratılmış.” Cenab-ı Hak da hakikaten dünyada insanı tüm fitnelerin içerisinde bakarsın çok rahat ve afiyet üzere yaşatır. Onu o koruyor çünkü, koruyucusu o… Fitnelerden ona hiçbir zarar gelmez.
o. İnsanların Yardımına Koşmak
Taberânî ve İbn-i Asâkir, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:97
إِنَّ للهَ عِبَ ادًا اِخْتَصَّهُمْ بِحَوَائِجِ النَّاسِ، يَفْزَعُ النَّ اسُ إلَيْهِمْ فِي حَوَائِجِهِمْ،
أُولَئِكَ الآمِنُونَ مِنْ عَذاَبِ اللهَ (طب. كر. عن ابن عمر)
RE. 129/2 (İnne li’llâhi ibâden ihtassahüm bi-havâici’n-nâsi, yefzeu’n-nâsü ileyhim fî havâicihim, ülâike’l-âminûne min azâbi’llâhi.) (İnne li’llâhi ibâden) Allah’ın öyle kulları vardır ki, (ihtassahüm bi-havâici’n-nâsi) Allah onları insanların ihtiyacı için
97 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.358, no:13334; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LIV, s.5; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.190; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.225; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.350, no:13710; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.479, no:995; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.117, no:1007; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.350, no:16007; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.213, no:8266.
yaratmıştır. (Yefzeu’n-nâsü ileyhim fî havâicihim) İnsanlar sıkıştıkları vakitte onlara başvururlar. Sıkıntılarını onlardan giderirler. Yemede, içmekte, okumada, her şeyde yani. Bütün ihtiyaçları, her ihtiyacı o kullar görüverirler. Allah onları onun için yaratmıştır. Kalpleri merhametle doludur, kimseyi kapılarından çevirmezler. (Ülâike’l-âminûne min azâbi’llâhi) Onlar dünyada da ahirette de Allah’ın azabından emindirler. Niçin? Allah’ın ona verdiği kabiliyeti yerinde harcıyor. Allah da onun için onu azabından muhafaza ediyor.” Allah-u Teàlâ’nın böyle tahsis etmiş olduğu kulları, Allah’ı ma’rifetle bilmişlerdir, dilleriyle de ikrar etmektedir. Ubudiyeti de kabul edip yaparlar. Allah-u Teàlâ’nın hakkı için, halkın hukukuna hizmet ederler. Allah rızası için kullarının hakkına riayet ederler. Onun için de Allah-u Teàlâ cehennemden bunları eman ile geçirir.
İslâmiyet iki noktadadır: Allah’a ta’zim, mahlûkuna şevkat… Mahlûkuna şefkati olmayan müslüman, tam müslüman olamaz.
p. Cimriliğin Cezası
Temmâmü’r-Râzî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:98
إِن للهَِِّ عِبَادًا يَخْتَصُّهُمْ بِالنَّعَمِ لِمَنَافِعِ النَّاسِ، فَمَنْ بَخِلَ
بِتِلْكَ الْمَنَافِعِ عَنِ الْعِبَادِ، نَقَلَ اللهُ تِلْكَ النِّعَمَ عَنْهُمْ، وَ
حَوَّلَهَا إِلَى غَيْرِهِمْ (تمام عن ابن عمر)
RE. 129/3 (İnne li’llâhi ibâden, yahtessuhum bi’n-niami li- menâfii’n-nâsi, femen bahile bi-tilke’l-menâfii ani’l-ibâdi, nekale’llàhu tilke’n-neame anhüm, ve havvelehâ ilâ gayrihim.) (İnne li’llâhi ibâden) “Allah’ın öyle kulları vardır ki,
98 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.228, no:5162; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
(yahtessuhum bi’n-niami li-menâfii’n-nâsi) kulların faydalanması için nimetlerini verir onlara… Kulları onlara muhtaç etmiştir. Kullara menfaati dokunsun diye çok veriyor onlara…”
Meselâ, bana verse ben ne yaparım? Bir şey yapamam. Bir iş bilmiyorum ki. Ama öteki adama veriyor, onun aklı çok. Çeşitli işler buluyor, yapıyor. O çeşitli işler dolayısıyla, çok insanlar onun maiyetinde çalışıyor, nafakalanıyor. Bu nafakalanmaları dolayısıyla Allah-u Teàlâ böyle kullarına çok veriyor.
(Femen bahile bi-tilke’l-menâfii ani’l-ibâdi) “Bu adam cimrilik eder de bu paraları harcamak istemezse, bu menfaatları temin etmek istemezse;
“—Şimdi fabrika kursam, bu milletle kim uğraşacak. İkide bir de boykot yapacaklar. Bunlarla uğraşmanın tadı yok. Neyime lazım?” diyor.
Ha, buraya dikkat edin:
(Nekale’llàhu tilke’n-neame anhüm) “Allah o nimeti onların elinden alır. Ne yapar? (Ve havvelehâ ilâ gayrihim) Başka birilerine verir.” Sen bağır dur orada, istediğin kadar bağır. Allah o nimeti alır, başkalarına verir. Çünkü yerinde harcamadı Allah’ın verdiğini…
r. Allah’ın Üç Hürmeti
Taberânî ve Ebû Nuaym, Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:99
إِنَّ للهِ عَزَّ وَجَلَّ حُرُمَاتٍ ثَلََّثً ا: مَنْ حَفِظَهُنَّ، حَفَظَ اللهُ لَهُ أَمْرَ دِينِهِ
وَدُنْيَاهُ؛ وَمَنْ لَمْ يَحْفَظْهُنَّ، لَمْ يَحْفَظِ اللهُ لَهُ شَيْئً ا: حُرْمَةُ الِْْسْلََّمِ،
99 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.72, no:203; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.266, no:300; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXII, s.348, no:4499; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.I, s.50, no:115; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s-Sahâbe, c.V, s.339, no:1693; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.77, no:308; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.207, no:8250.
وَحُرْمَتِي، وَ حُرْمَةُ رَحِمِي (طب. وأبو نعيم عن أبي سعيد)
RE. 129/4 (İnne li’llâhi azze ve celle hurumâtin selâsen: Men hafizahünne, hafeza’llahu lehû emra dinihî ve dünyâhu; ve men lem yahfazhünne, lem yahfezi’llâhu lehû şey’en: Hürmetü’l-islâmi, ve hürmetî ve hürmetü rahimî.) (İnne li’llâhi azze ve celle hurumâtin selâsen) “Aziz ve Celil Allah’ın üç hürmeti vardır. (Men hafizahünne) Kim bunları gözetirse, muhafaza ederse, (hafeza’llahu lehû emra dinihî ve dünyâhu) Allah da onun dini ve dünyası hususlarında muhafaza eder. (Ve men lem yahfazhünne) Kim de bunları muhafaza etmezse, gözetmezse, (lem yahfezi’llàhu lehû şey’en) Allah da onun
hiçbir şeyde korunmaz.” Bunlar şunlardır:
1. (Hurmetü’l-islâmi) İslâm’a zarar veren bir şey yapmamak, mümine hakaret etmemek, Allah’ın, Rasûlünün ve müminlerin izzetini korumak.
Ona riayet edersen, ne mutlu sana. Riayet edemiyorsan, İslâmiyet’e zarar veren işlere çıkıyorsan gerek sözünle, gerek amelinle… Ha, Allah’ın hurumatını yıkmış oluyorsun o zaman.
2. (Ve hürmetî) “Bana hürmet.” Peygamberimize ve sünnetine hürmet etmek ve korumak. 3. (Ve hürmetü rahimî) “Benim aileme hürmet.” Peygamber Efendimiz’in ailesine, soy, sop ve sülâlesine hürmet etmek.
Mekke’nin de bir haremi var. Haremin hudutları var. Orada kabahat işlenilmez. Otu koparılmaz, ağacı kesilmez. Niçin? Haramdır. Oraya girerken bir kere esvabından soyunur, ben artık Allah kulu oldum der, ihrama girer. Dünya ile alakasını keser. Binâen aleyh orada kuş tutamaz, avcıya gösteremez, ağacı kesemez, otu koparamaz. Çünkü harem bölgesidir orası…
Konyalı Tahir Hoca [Büyükkörükçü] bir kitabında, edep bahsini çıkarmış da orada diyor ki: İmam-ı Azam’ı bir vakit, o zamanki emir fetvadan men etmiş:
“—Fetva vermeyeceksin sen!” demiş.
Bir gece bir kadın gelmiş, bir mes’ele sormuş İmam-ı Azam’a.
İmam-ı Azam demiş ki:
“—Ben fetva veremem. Çünkü emir beni fetvadan men etti.” Kadın demiş ki:
“—Şimdi gece yarısı, herkes uykuda. Benim senden bu fetvayı sorduğumu kimsenin göreceği, bileceği de yok!”
“—Ben fetva veremem sana; emre itaat, adab-ı diniyedendir.” diyor.
Hürmet-i İslâm, yâni padişaha hürmet bu. Şimdi onu padişah yasaklamış. Bak, padişaha hürmete ne kadar dikkat ediyor.
İmam Birgivî Hazretleri’nin eserinde okumuştum:
تَرْكُ ذرَّةٍ مِنْ مَحَارِ مِ اللهِ، خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ السَّقَلَيْنِ .
(Terkü zerretin min mehàrimi’llâh, hayrun min ibâdeti’s- sekaleyn) “Zerre kadar bir haramı, ehemmiyet vermediğimiz bir hatayı, bir kusuru, bir kabahati terk edebilmek, yer gök ehlinin yapacağı nafile ibadetlerden daha hayırlıdır.” demiş.
“—Bir zerre haramın terki, sakaleynin ibadetinden efdaldir.”
diyor.
Biz harama kıymet vermiyoruz. Lokma bozuk oldu muydu, hiçbir ibadetin kıymeti yok. Nasıl sel geldiği vakitte derler, toplar, süpürür her şeyi, alır götürür. Böyle afetler hepsini alır götürür. Onun için, lokmanın helâl olmasına son derecek dikkat etmek lazım!
Peygamber SAS Efendimiz’e hürmet edeceğiz.
Peygamber Efendimiz’i ziyaret ediyoruz. Karşısına gidiyoruz:
“—Es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ rasûla’llah!” diyoruz. “Yâ Rasûllah, ben senin ümmetindenim, uzak memleketlerden geldim.” diyoruz.
“—Sen nasıl ümmetisin yâhu? Ben ümmeti böyle mi bıraktım? Benim ümmetimin böyle mi olması lazımdı?” demeyecek mi Rasûlüllah,
Biliyorsunuz, Peygamber SAS açlıktan karnına taş bağlıyordu.
Ashabdan gelip şikâyet ediyorladı:
“—Kaç gündür açız yâ Rasulallah!” diyolardı.
Bilmiyorlardı Peygamber Efendimiz’in de aç olduğunu, açmlıktan karnına taş bağladığını. O da karnındaki taşı gösteriyor:
“—Bak bende de taş var! Ne yapalım, sabredelim!” diyordu.
İsteseydi Allah çevresindeki dağları altın yapardı ama Cenab-ı Peygamber hiç tenezzül etmiyordu dünyaya...
Peygamberin hakkına hürmet lazım, İslâm’ın hakkına hürmet lâzım! Bir de Peygamber Efendimiz’in ailesine, kıyamete kadar gelecek soy, sop ve sülalesine hürmet etmek lâzım!
Allah kusurlarımızı affetsin… Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin… Sevdiği ve razı olduğu kulları arasına cümlemizi kabul eylesin…
El-fâtihah!
İskenderpaşa Camii