02. ALLAH’IN ZİKRİ ŞİFADIR
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn...
Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
إِنَّ دُونَ اللهِ عَزَّ وَ جَلَّ، سَبْعِينَ أَلْفَ حِجَابٌ مِنْ نُورٍ وَظُلْمَ ةٍ، مَا
تَسْمَعُ نَفْسٌ شَيْئً ا مِنْ حِسِّ تِ لْكَ الْحُجُبُ، إِلاَّ زَهَ قَتْ (طب، عن ابن عمرو وسهل بن سعد معا)
RE. 122/6 (İnne dûna’llàhi azze ve celle, sebîne elfe hicâbün
min nûrin ve zulmetin, mâ tesmeu nefsün şey’en min hissi tilke’l- hucubü, illâ zehekat.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
“—Mefhar-i mevcûdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Seyyidü’s-sâdât Muhammed Mustafâ râ salevât!” [Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
“—Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ râ salevât!
[Allàhümme salli alâ seyyidenâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed…]
Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…
a. Allah’la Kulları Arasında Perdeler Vardır
Taberânî, Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-Âs ve Sehl ibn-i Sa’d RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:19
إِنَّ دُونَ اللهِ عَزَّ وَ جَلَّ، سَبْعِينَ أَلْفَ حِجَابٌ مِنْ نُورٍ وَظُلْمَ ةٍ، مَا
تَسْمَعُ نَفْسٌ شَيْئً ا مِنْ حِسِّ تِ لْكَ الْحُجُبُ، إِلاَّ زَهَ قَتْ (طب، عن ابن عمرو وسهل بن سعد معا)
RE. 122/6 (İnne dûna’llàhi azze ve celle, sebîne elfe hicâbün
min nûrin ve zulmetin, mâ tesmeu nefsün şey’en min hissi tilke’l- hucubü, illâ zehekat.) (İnne dûna’llàhi azze ve celle, sebîne elfe hicâbün min nûrin ve zulmetin) “Allahu Azze ve Celle ile mahlûku arasında nurdan veya zuletten yetmiş bin hicab vardır. (Mâ tesmau nefsün şey’en min hissi tilke’l-hucubü) Kim bu hicabı aşan bir şey hissederse, Cenâb-ı Hak’tan gelen sesi bir insan duyarsa, (illâ zehekat) mahv olur. Bayılır düşer, taşıyamaz. Yani oradan gelecek o varidâta dayanamaz.”
Bu hicaplar bizim bildiğimiz ne perdeye benzer, ne duvara benzer, ne bir şeye benzer. Bu tabirler bize anlatabilmek için bir tabirdir. Meselâ, “Ananın kanadı” derler: Şefkat kanadı. Bizde “Anada şefkat kanadı” deyince kapının kanadı ile pencerenin
19 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VI, s.148, no:5802; Abdullah ibn-i Amr ibnü’l- As ve Sehl ibn-i Saad RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.369, no:29846; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.13, no:7802.
kanadına elbette benzetilmez.
Bu da bunun gibidir. Bu hicaplar bizim göreceğimiz bileceğimiz hicaplar değil; nuranî ve zulmânî olmak üzere iki nevidir. Zulmânî hicaplar kötü ahlâklardır. Kötü ahlâklar insanlarda mevcut olduğu takdirde, Allahu Celle ve A’lâ’dan hiçbir şekilde istifade edemez, yani feyz alamaz. Feyz-i ilahi o adama gelmez. Çünkü kötü huyları hicaptır.
Bu kötü huyları bir insan yenebilirse, arkasından nuranî hicaplar çıkar ki, insanda bir kendini beğenmeler hâsıl olur; ibadetini beğenir, taatini beğenir, cömertliğini beğenir, şecaatini beğenir filan filan. 70.000 tane de böyle nuranî hicap. Bu hicaplar da yenilmedikçe insan füyûzat-ı ilahiyyeye tam manası ile mazhar olamaz.
Şimdi geçen bir kitap getirdiler, Abdülkàdir-i Geylâni Hazretleri’nin Cenâb-ı Hak ile mükâlemesi var. Onları Türkçe’ye çevirmişler, ammeye çıkarmışlar. Tabii bu herkesin hazmedemeyeceği bir şey. Ancak peygamberlere vahiy gelir. Peygamberler o vahiyleri Kur’an ve hadislerle beyan etmiştir ama, Allah’ın bir velisi de buna mazhar olmuş demek ki. Öyle bir şeyleri Cenâb-ı Hak’dan almış o, bize de vermiş. Cenâb-ı Hak şu hususta, bu hususta böyle dedi bana diyerek birçok şeyleri var.
b. Allah’ın Zikri Şifâdır
İbn-i Ebi’d-dünyâ ve Beyhâkî, Mekhûl Rh.A’ten rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:20
إن ذِكْرَ الله تَعَالٰى شِفاءٌ وإن ذِكْرَ النَّاسِ دَاءٌ (ابن أبي الدنيا
في الذكر، هب. عن مكحول مرسلَّ)
20 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.459, no:717; Mekhûl Rh.A’ten. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.426, no:1837; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.15, no:7807.
RE. 122/7 (İnne zikra’llàhi teàlâ şifâun, ve inne zikre’n-nâsi dâün.) Bak bu çok güzel bir şeydir:
(İnne zikra’llàhi teàlâ şifâun) “Allah-u Teàlâ’nın zikri şifadır, (ve inne zikre’n-nâsi dâün) insanların zikri ise derttir.” Allah-u Teàlâ’nın zikri; gerek vaaz, gerek nasihat, gerek Kur’an okumak, gerek namaz kılmak, gerek salevât-ı şerîfeler getirmek, gerek Allah Allah demek, Lâ ilâhe illallah demek, hû demek… Ne dersen de.
Allah ismi bir elif’ten, iki lâm’dan, bir de he’den ibarettir. Elif’i kaldırırsan li’llâh olur ki, gene Allah’a delalet eder. Lâm’ı kaldırırsan, lehû olur ki gene Allah’tır. Lehû mâ fi’s-semâvâti ve’l- ardı... İkinci lâmı’nı da kaldırırsan hû’su kalır ki o da Allah’tır.
Allah ismi her kelimesi Allah’ın varlığına delalet eden bir lafza-i celâldir, İsm-i A’zam’dır. Onun ismini anmak, Allah Allah Allah demek, zikirler ve nasihatler de şifadır. Nasihatler de tabii Allah-u Teàlâ’yı anmaya bir vesiledir. Onun için onlar da şifadır. Meselâ, bazen diyorlar ki filan meyve şifadır. Buyurun, bal şifadır. Buyrun, şu şifadır. Ama Kur’an hepsinden üstün şifadır. Bâhusus Elham ayrı şifadır. Bütün âyât ve ehâdis böyle şâfîdirler.
Bunu bırakır da bir insan boş şeyler konuşursa; meselâ
buraya toplanmışız, birbirimizle konuşmamamız lazım. Dereden tepeden konuşuluyor, bir sürü laf: “—İşte şu şöyle yaptı, bu böyle yaptı, şu şöyle oluyor, bu böyle oluyor…” İnsanları anmak derttir, hiçbir faydası yoktur. Zikrullah şifadır, içine şifa gelir. Balı yediğin vakitte nasıl şifa oluyorsa, bu zikrullah ondan daha üstün bir şifadır. Onun için insanların şusuyla busuyla meşgul olmaktansa, daimâ Allah’ın zikriyle meşgul olmak çok büyük nimettir.
Dâvud AS’ın nasihatinde diyor ki, ta oradan gelen bir nasihatta:
“—En itimad ettiğin kardeşlerinden de ictinab üzerine ol. Çünkü seni zikrullahtan alıkoyarlar.”
“Şifa olan zikrullahtan seni alıkoyar, dünya meşgaleleri ile seni meşgul ederler. O büyük bir nimet, fırsat elden kaçmış olur. Onun için onlardan da ictinab et! Seni dünya işleriyle meşgul edecek insanlardan uzak ol!” demek.
c. İnsanlarla Güzel Geçinmek
İbn-i Adiy ve İbn-i Asâkir, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:21
إِنَّ رَأْسَ الْ عَقْ لِ التَّحَبُّبُ إِ لَى النَّاسِ، وَإِ نَّ مِنْ سَعَادَةِ الْ مَرْءِ خِفَّةَ لِحْيَتَ هُ
(عد. وقال: منكر، كر. عن أبي هريرة)
RE. 122/8 (İnne re’se’l-akli et-tehabbübü ile’n-nâsi, ve inne min saàdeti’l-mer’i hiffete lihyetihî.) (İnne re’se’l-akli et-tehabbübü ile’n-nâsi) “Aklın başı insanlarla güzel geçinip, insanlarla muhabbetli olmak, arada sevgi tesis etmektir. (Ve inne min saàdeti’l-mer’i hiffete lihyetihî) Sakalının hafif olması, insanın saadetindendir.” Meselâ Rasûlüllah, Hz. Hasan veya Hz Hüseyin’in de galiba, ashabdan bazılarının hep rivayetleri var. Et kesmişler, kurban eti veyahut böyle bir hayvan kestikleri vakitte demiş ki: “—Bizim yahudi komşunun etinin hissesini verdiniz mi? Yahudi komşunun hissesini unutmayın ha!” Dışarıda işi bitmiş, eve dönünce;
“—Yahudi komşunun payını verdiniz mi?” diye sormuş.
Niçin? Komşu hakkı var ya! Komşu hakkı üç tane... Akraba olursa üç hak, akraba olmazsa
21 İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.364; İbn-i Asâkir, Tarih-i Dimaşk, c.XIV, s.327; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.97, no:30773; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.16, no:7810.
yakınlık dolayısıyla iki hak; biri İslâm hakkı biri komşu hakkı, hiç milletimizden de olmazsa onun sırf komşu hakkı var. Hangi milletten olursa olsun.
Demek ki, büyüklerimiz muaşereti bize çok güzel göstermiş. Hatta gene bilemedim, o Hz. Hasan ve Hüseyin karışıyor ya birbirlerine. Evinin içinden yahudi komşunun lağımı geçiyormuş.
Lağımı patlamış. İnsan rahatsız olmaz mı ya...
O zaman o yahudi komşu da nasılsa onu ziyarete gelmiş. Bakmış, fena bir koku içeride... Demiş; “—Yâ Hasan, nedir bu?”
Demiş; “—Sizin lağım patladı da...”
“—E neden söylemedin canım?”
Demiş; “—Ceddim olan dedem Hz. Peygamber bizi ezâya sabra memur etti.”
“—Ne güzel bir ceddin varmış!” diyerek, “Lâ ilâhe illa’llah Muhammedün rasûlü’llah” diyerek iman ile müşerref olmuş.
Öyle hemen kızıp da kavga gürültü çıkarmamak lazım!
d. Allah Kulun Mağfiret İstemesinden Hoşlanır
Ebûi Dâvud ve Tirmizî, Hz. Ali RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:22
إِن رَبَّكَ تَعَالٰى لَيَعْجَبُ مِنْ عَبْدِهِ، إِذَا قَالَ: رَبِّ اغْفِرْ لِي ذُنُوبِي،
يعْلَمُ إِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ غَيْرِي (د. ت. حسن عن علي)
22 Tirmizî, Sünen, c.XI, s.338, no:3368; Ebû Dâvud, Sünen, c.VII, s.174, no:2235; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.247, no:8799; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.461; Taberânî, Dua, c.I, s.250, no:786; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.I, s.428; Hz. Ali RA’dan.
RE. 122/9 (İnne rabbeke teâlâ leya’cebü min abdihî, izâ kàle: Rabbi’ğfirlî zünûbî, ya’lemu innehû lâ yağfiru’z-zünûbe gayrî.) (İnne rabbeke teâlâ leya’cebü min abdihî, izâ kàle: Rabbi’ğfirlî zünûbî) “Allah-u Teàlâ kulunun: (Rabbi’ğfirlî zünûbî) ‘Allahım, benim günahlarımı affet!’ demesinden hoşlanır. (Ya’lemu innehû lâ yağfiru’z-zünûbe gayrî) ‘Kulum benden başkasının günahlarını affedemiyeceğini biliyor.’ der.” “—Beni affet yâ Rabbi! Bana mağfiret et yâ Rabbi!” deyince insan, Cenâb-ı Hakk’ın çok hoşuna gidermiş de dermiş ki:
“—Bak bu kulum günahlarını benden başka mağfiret edecek kimsenin olmadığını biliyor da, mağfireti benden istiyor.” diye rıza gösteriyormuş. Hoşuna gidiyor, razı oluyor.
e. İyiliğin ve Kötülüğün Karşılığı
Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî ve Beyhakî Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:23
إِن رَبَّكُمْ تَعَالٰى رَحِيمٌ، مَنْ هَمَّ بِحَسَنَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا، كُتِبَتْ لَهُ
حَسَنَةً؛ فَإِنْ عَمِلَهَا كُتِبَتْ لَهُ عَشَرَةً إِلَى سَبْعِ مِائَةِ ضَعْفٍ ، إِلَى
أَضْعَافٍ كَثِيرَةٍ ؛ وَمَنْ هَمَّ بِسَيِّئَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا، كُتِبَتْ لَهُ حَسَنَةً؛
فَإِنْ عَمِلَهَا، كُتِبَتْ لَهُ وَاحِدَةً ، أَوْ يَمْحُوهَا اللهَُّ، وَلاَ يَهْلِكُ عَلَى اللهَِّ إِلاَّ هَالِكٌ (حم. طب. هب. عن ابن عباس)
23 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.279, no:2519; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.299, no:334; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.396, no:7670; Dârimî, Sünen, c.II, s.413, no:2786; Ebû Avâne, Müsned, c.I, s.82, no:242; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.II, s.39, no:1128; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.292; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
RE. 122/10 (İnne rabbeküm teâlâ rahîmün, men hemme bi- hasenetin felem ya’melhâ, kütibet lehû haseneten; fein amilehâ kütibet lehû aşereten ilâ seb’i mieti da’fin, ilâ ed’àfin kesîretin; ve
men hemme bi-seyyietin felem ya’melhâ, kütibet lehû haseneten; fein amilehâ, kütibet lehû vâhideten, ev yemhùhe’llàhu, ve lâ yehlikü ale’llàhi illâ hâlikün.) (İnne rabbeküm teâlâ rahîmün) “Rabbiniz Teàlâ Rahîmdir, merhamet sahibidir. (Men hemme bi-hasenetin felem ya’melhâ, kütibet lehû haseneten) Kim ki bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, ona bir sevap yazılır. (Fein amilehâ kütibet lehû aşereten ilâ seb’i mieti da’fin, ilâ ed’àfin kesîretin) Yaparsa, 10 ilâ 700 misli veya daha fazla sevap yazılır.” (Ve men hemme bi-seyyietin felem ya’melhâ, kütibet lehû haseneten) “Kim bir kötülük yapmak ister de yapmaz ise bir sevap yazılır. (Fein amilehâ, kütibet lehû vâhideten) Kötülüğü yaparsa bir günah yazılır. (Ev yemhùhe’llàhu) Allah isterse onu da affeder. (Ve lâ yehlikü ale’llàhi illâ hâlikün) Allah’ın muamelesinde helâk olacak adam, mahvolmaya lâyık olan adamdır.”
Bir insan bir iyilik yapmak istiyor, sevap kazanacak. Kasdediyor, yani içinden geliyor böyle ama elinden gelmiyor, yapamadı. Ona bir hasene yazılır, niyeti ile me’cur olur.
Muvaffak oldu, yaptı iyiliği… Mesela bir cami yaptırayım diyordu, gücü yetmiyordu. Fakat Allah bir servet verdi, yaptırdı camiyi. Yaptıramadan bir sevap alıyordu; boşa gitmiyor gene emeği. Yaptırdıktan sonra on’dan yedi yüz’e kadar bunun sevabı yazılır. Hattâ 700’de de kalmaz, kat kat sevap yazılır.
Bir kimse de istedi ki bir kötülük yapsın; ama yapmadı, Ona yapmadığı için gene bir sevap yazılır. Kötülüğü yaptıysa eğer, ona
bir günah yazılır. İyiliğe yedi yüz kat sevap veriliyor; kötülüğe birden fazla günah verilmiyor. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın bize karşı büyük lütuflarından. İsterse de siliverir. Helâk olacak olanlar, helâk olmaya lâyık kimselerdir.
f. Semâdaki Bir Melek
Taberânî, Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:24
إِنَّ فيِ السَّماء مَلَكًا، يُ قَالُ لَ هُ: إِسْ مَاعِ يلَ، عَلٰى سَبْ عِينَ أَ لْفَ مَلَكٍ؛
كُلُّ مَلَكٍ مِنْهُمْ، عَلٰى سَبْعِينَ أَلْفَ مَ لَك (طس. عن أبي سعيد)
RE. 127/1 (İnne fi’s-semâi meleken yukàlu lehû: İsmâîlü, alâ seb’îne elfe melekin; küllü melekin minhüm, alâ seb’îne elfe melekin.) (İnne fi’s-semâi meleken yukàlu lehû: İsmâîlü) “Semada bir melek vardır ki, o meleğin adı İsmail’dir. (Alâ seb’îne elfe melekin) O melek 70.000 meleğin amiridir.”
Ama bu 70.000 meleğin her biri kumandan. Her birisi yetmiş bin meleğin âmiridir. (Küllü melekin minhüm, alâ seb’îne elfe melekin) “O her kumandan olan 70.000 meleğin de 70.000’er tane kendi iradesinde melek vardır.”
Yani 4 milyar 900 milyon meleğe memur olan İsmail AS diye bir meleğin mevcudiyetini de Rasûl-i Ekrem bize haber veriyor.
Daha çok böyle; bilemediğimiz, aklımızın ermediği şeyler çok.
g. Sultanın Alimi
İbn-i Adiy, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:25
24 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VII, s.138, no:7097; Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.VI, s.267, no:2766; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.I, 253, no:259; Ebû Saîd el- Hudrî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.141, no:15173; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.118, no:8037.
25 Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.209, no:29103; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.126, no:8057.
إِنَّ فِي جَهَنَّمَ وَادِيًا تَسْتَعِيذُ مِ نْهُ كُلَّ يَوْمٍ سَبْعِينَ مَرَّةً أَ عَدَّهُ اللهُ
لِلْقُرَّاءِ الْمُرَائِينَ بِأَعْمَ الِهِمْ؛ وَإِنَّ أَبْ غَضَ الْخَلْقِ إِلَى اللهِ، عَالمُ
السُّلْطَانِ (عد. عن أبي هريرة)
RE. 127/2 (İnne fî cehenneme vâdiyen testeîzü minhü külle yevmin seb’îne merreten, eaddehû li’l-kurrâi’l-mürâîne bi- a’mâlihim; ve inne ebğada’l-halkı ila’llàhi àlimü’s-sultàn.) (İnne fî cehenneme vâdiyen) “Cehennemde bir vadi, bir çukur vardır ki, (testeîzü minhü külle yevmin seb’îne merreten) cehennem o çukurdan her gün 70 kere Allah’a sığınır.”
Çok şiddetli. Şiddetinden Cenâb-ı Hakk’a cehennem de sığınıyor. Diğer şubeleri, yani hücreleri demek doğru.
(Eaddehû li’l-kurrâi’l-mürâîne bi-a’mâlihim) “Cenâb-ı Hak bu en tehlikeli yeri amelleriyle gösteriş yapan alimler için hazırlamıştır.” Müraî yani riyakâr, yani münafık, iki yüzlü. Bak şimdi bunu izah ediyor: (Ve inne ebgada’l-halkı ila’llâhi. “Cenâb-ı Hakk’ın halktan en sevmediği kimseler, (àlimü’s-sultàn) sultanın alimleridir.”
Bir âlimdir ki, menfaat temin edebilmek için daima sultan kapılarındadır. Ne diyorlar şimdi ona? Dalkavuk de, ne dersen de; bu gibi insanlar Allah-u Teàlâ’ya en mebğuz mahlûklarmış.
Allah onlardan etmesin bizi…
h. Kalbin Önemi
İbnü’s-Sünnî ve Ebû Nuaym Nu’man ibn-i Beşîr RA7dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:26
26 Beyhakî, Şuabü’l-İman. c.V, s.50, no:5741; Nu’mân ibn-i Beşîr RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.243, no:1223; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s117, no:8035.
إِنَّ فِي الرَّجُلِ مُضْغَةً، إِذَا صَحَّتْ، صَحَّ لَهَا سَائرُ جَسَدِهِ؛ وَ ِ إنْ
سَقِمَتْ، سَقِمَ لَهَا سَائرُ جَسَدِهِ، قَلبُهُ (ابن السني وأبو نعيم في
الطب عن النعمان)
RE. 127/3 (İnne fi’r-raculi mudgaten, izâ sahhet, sahha lehâ sâiru cesedihî, ve in sakımet, sakıme lehâ sâiru cesedihî, kalbühû.) (İnne fi’r-raculi mudgaten) “İnsanda bir et parçası vardır ki, (izâ sahhet sahha lehâ sâiru cesedihî, kalbühû) eğer o sıhhatli olursa, yâni kalbi sağlam olursa; (sahha lehâ sâiru cesedihî) vücudun diğer tarafları da sıhhatli olur, çünkü kalbi sağlam.”
Bedenen de, maddeten de, mânen de böyledir. Maddeten de kalbi sağlam olan adamın her şeyi sağlamdır.”
Mânen de öyledir. Kalbi manen sağlam yani kötü huylar yok, riyası yok, kibri yok, hasedi yok, buğzu yok, adaveti yok, hırsı yok, bahilliği yok. Buna salim bir kalp diyorlar. Yani iyi bir kalp, evliyaların nail olduğu kalp.
(Ve in sakımet) “Kalp hasta olursa, tabiatıyla bütün vücut hasta olur.” Kalp hasta çünkü.
Bir kardeşimiz var çoktan beri camiye gelemez. Dün gelmiş diyor ki: “—Ben ancak arabayla gidip gelebiliyorum işime. Çünkü yürürken derhal tıkanıyorum.” diyor.
Kalp hastası gelemiyor. İşte bu nasıl maddeten kalbi bozuk olunca hasta oluyor insan. Mânen de bu ahlak-ı mezmûmeler içeriye yerleşti miydi bir kere, (Sakıme lehâ sâiru cesedihî) “Bütün vücut hasta olur. (Kalbühû) O da kalbidir.”
i. Namuslu Kadına İftira Etmek
Bezzâr, Neseî, Taberânî, Hàkim ve İbn-i Asâkir, Huzeyfe RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:27
إِنَّ قَذْفَ الْمُحْصَنَةِ، لَيَهْدِمُ عَمَلَ مِائَةِ سَنَةٍ (البزار، ن. طب. ك. كر. عن حذيفة)
RE. 127/6 (İnne kazfe’l-muhsaneti, leyehdimu amele mieti senetin.) Şimdi bu ashaptan birçok kimseler var. Burada da Huzeyfe var. Bağdat’ta kabrini ziyaret etmek nasip oldu. Cenâb-ı Hak inşallah şefaatlerine de nail eder.
Bu zat diyor ki: “—Eğer ben bildiklerimi size söyleyecek olsam beni kesersiniz burada.” diyor. Hazmedemezsiniz benim bilgilerimi siz. Yani sizin onları anlama zamanı değil. Sahabeye söylüyor bunu. Şimdi bu her devirde câridir. Her devrin kendisine göre bir hareketi vardır. O harekete bu böyledir dediğin zaman da olmaz. Mes’uliyet altında kalır insan.
Şimdi burada insanlar bilir ve bilmez konuşur.
(İnne kazfe’l-muhsaneti) “Bir namuslu kadına, afif bir kadına iftira etmek, (leyehdimu amele mieti senetin) 100 senelik ameli yıkar, yok eder.”
Kolay bir şey değil. Bir iftira… Bir namusluya kötü bir ad dolayısıyla iftira ediyor. Şahitlik yapmamıştır ama onu birkaç defa gidip gelip [görünce;] “Ya onlar ne için geldi biliyorum ben, biliyorum.” diye yapıştırır davayı.
Onun için bu kötülük davasında… Kötülük davası mühim. Mesela bir insan bir insana vurur iki şahitle kâfi gelir. Yahut parasını çalmıştır iki şahit kâfi gelir. Buna dört tane şahit isterler. Dört tane şahidin de fiil-i mahsus üzerinde sözleri bir olması şartıyla. Birisi şöyle birisi böyle derse hakim kabul etmez
27 Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.617, no:8712; Bezzâr, Müsned, c.I, s.446, no:2929; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.III, s.168, no:3023; Huzeyfe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.600, no:8104; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.134, no:8075.
onu. 100 senelik amel uçuyor. Onun için insanın diline sahip olması büyük bir devlettir. Kolay bir şey de değildir. Bunlar hep riyazet ister, uzlet ister, azim ister, sabır ister yani çok şeyler ister. Bunlar yapılmadıkça olmaz.
Mesela Lokman AS, Dâvud AS’ı ziyarete gitmiş. İkisi bir devrin insanı demek. Dâvud AS da zırh yapıyormuş. Esvap; çelikten mamül, ufacık halkalardan yapılıyor. Lokman AS bakmış bakmış bir şeye benzetememiş onu. Demiş ki: “—Sorayım bakayım acaba nedir bu? Ne yapıyor bu böyle ufak ufak şeylerle böyle ne meşgul oluyorsun?” diyeyim demiş fakat hikmeti sormayamani olmuş, bir türlü söyleyememiş.
Davud AS da onu yapmış, şöyle esvap haline getirmiş; “—Ni’me’z-zırh, harpte giyilen ne güzel bir gömlektir.” demiş.
O zaman Lokman AS da demiş ki:
“—Söz gümüşse sükût da altındır.”
Onun için daima sükût iyidir.
Nakşibend Bahaeddin Hazretleri’nin huzuruna gitmiş birtakım dervişân... O da sükût üzerinde öyle boynunu bükmüş, murakabe halinde imiş. Dervişler itiraz etmişler, demişler ki:
“—Efendi Hazretleri! Bizi biraz irşad etmez misiniz, bir şey söylemez misiniz?”
“—Sükûtumdan ders alamayan, sözümden hiç anlamaz evlatlar.” demiş.
Ne güzel bir ders!
Şimdi dervişlik bedava oldu ha. Nakşibendî Hazretleri’nin ilk dervişliğinde üstazı ona açlık riyazeti vermiş. Onu kontrol etmiş orada muvaffak olmuş. Ondan sonra ikinci bir riyazet daha vermiş:
“—Bitlileri temizleyeceksin.” demiş. “Bitli, hasta kim olursa insanlardan hamamda yıkayacaksın, temizleyeceksin, tedavi edeceksin. Vazifen bu. Dolaş memleketi!” demiş.
Onda da muvaffak olmuş. Kimisi hastalıktan iğrenir insan ya.
Bazısı garib-i gurabânın yanına sokulmaz, sokulunmaz. Onda da muvaffak olmuş.
Ondan sonra:
“—Şimdi de hasta hayvanları bulacaksın, onları tedavi edeceksin. Yarasını iyileştireceksin, işte neleri varsa onları tedavi edeceksin, karınları açsa doyuracaksın.”
Bir zaman da öyle bir derse almış onu. Bakmış ki onda da muvaffak oldu.
“—Şimdi de sokaklara memur ettim. Sokakları temizleyeceksin.” demiş.
Nakşibendi Hazretleri de;
“—Ben artık eteklerimi yıkamaya vakit bulamıyordum.” diyor.
O zaman sokakların temizliği için sepet mepet de yokmuş, taş toprak, neler buluyorsa etekleri ile taşıyorlarmış filan. Ondaki muvaffakiyetinden sonra “Nakşibendilik” ona ad olmuş.
Öyle kolay değil. Bir kere nefsi kırmak lazım. Nefis kırılmadıkça o Kaf Dağı’nda böyle dikili durdukça istediğin kadar Allah de… Allah kabul etmez onu.
Allah’ın kabul edeceği; “—Çık sen evimden, evi sahibine bırak” diyor.
Güzel sözdür bu.
j. Kalpler Allah’ın Elindedir
Ahmed ibn-i Hanbel, Müslim ve Dâra Kutnî, Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:28
28 Müslim, Sahîh. c.XIII, s.119, no:4798; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.414, no:7739; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.168, no:6569; Bezzâr, Müsned, c.I, s.380, no:2460; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.137, no:348; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.206, no:4582; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXI, s.239; İbn-i Ebî Âsım, Sünneh, c.I, s.220, no:179; Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan. Hàkim, Müstedrek, c.II, s.317, no:3140; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.147, no:1530; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.III, s.755, no:1369; Hz. Aişe RA’dan.
إِن قُلُوبَ بَنِي آدَمَ كُلَّهَا، بَيْنَ إِصْبَعَيْنِ مِنْ أَصَابِعِ الرَّحْمَنِ كَقَلْبٍ وَاحِدٍ،
يُصَرِّفُهُ حَيْثُ يَشَاءُ ، اَ للَّهُمَّ مُصَرِّفَ الْقُلُوبِ، صَرِّفْ قُلُوبَنَا عَلَى طَاعتِكَ (حم. م. قط. في الصفات عن ابن عمرو)
RE. 127/7 (İnne kulûbe benî âdeme küllehâ, beyne isbaayni min esâbii’r-rahmâni kekalbin vâhidin, yusarrifuhû haysü yeşâu. Allahümme musarrife’l-kulûbi, sarrif kulûbenâ alâ tàatike.) (İnne kulûbe benî âdeme küllehâ) Benî Ademin hepsinin kalpleri, (beyne isbaayni min esâbii’r-rahmâni kekalbin vâhidin) Allah’ın iki parmağı arasında tek bir kalp gibidir. (Yusarrifuhû haysü yeşâu) Onu istediği tarafa çevirir.” (Allahümme musarrife’l-kulûb, sarrif kulûbenâ alâ tàatike) “Ey kalpleri istediği yöne çeviren Allahım, (sarrif kulûbenâ alâ tàatike) bizim kalplerimizi ibadetin üzerine çevir.”
Kaç milyar insan var kim bilir şu yeryüzünde? Bu kadar insanın kalbi, Allah-u Teàla’nın iki parmağının arasında bir kişinin kalbi gibidir.”
Yani bir kişiyi tasarruf etmek, bir kişiyi kullanmak neyse, milyarlarca insanın tasarrufu da bunun kadardır. Allah-u Teâlâ’ya hiçbir şey zor olmaz. Onun için Ayete’l-kürsî’yi çok dikkatle okumak lazım! Onun mânâlarına çok âşina olmak lazım! Ne güzeldir o! Estaizü bi’llâh:
اَللهُ لاَ اِلَهَ إِلاَّ هُوَ، الْحَيُّ الْقَيُّومُ، لاَتَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَنَومٌ، لَهُ مَا
فِي السَّـمَـوَاتِ وَمَـا فِي اْلأَرْضِ، مَـنْ ذَا الَّذِي يَشـْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.397, no:1702; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.138, no:8083.
بِإِذْنِـهِ، يَعْلَمُ مَا بـَيْنَ أَيْدِيـهِمْ وَ مَا خَلْـفَهُمْ، وَلاَ يُحِيطُونَبِشَيْءٍ
مِنْ عِلْمِـهِ إِلاَّ بِمَا شَاءَ، وَسِ عَ كُرْسـِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِ، وَلاَ
يَـؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ اْلعَظِيمُ (البقرة:55)
(Allàhu lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyûm, lâ te’huzühû sinetün ve lâ nevm, lehû mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-ard, men ze’llezî yeşfeu indehû illâ bi-iznih, ya’lemü mâ beyne eydîhim ve mâ halfehüm, ve lâ yuhîtûne bi-şey’in min ilmihî illâ bimâ şâe, vesia kürsiyyühü’s-semâvâti ve’l-ard, ve lâ yeûdühû hıfzuhümâ ve hüve’l-aliyyü’l-azîm.)
(Allàhu lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyûm) “O Allah ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur, o Hayy ve Kayyum’dur. O dâimâ diri ve yarattıklarını gözetip yönetendir ve her şey varlığını onunla devam ettirir. (Lâ te’huzühû sinetün ve lâ nevm) Kendisini ne bir uyuklama, gaflet, ne de bir uyku tutar.” (Lehû mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-ard) “Göklerdekiler ve yerdekilerin hepsi onundur. (Men ze’llezî yeşfeu indehû illâ bi- iznih) İzni olmadan, onun katında kim şefaat edebilir?”
(Ya’lemü mâ beyne eydîhim ve mâ halfehüm) “O kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını, gelmiş ve geleceklerini bilir; ona hiçbir şey gizli kalmaz. (Ve lâ yuhîtûne bi-şey’in min ilmihî illâ bimâ şâe) Kullar onun ilminden, ancak kendi dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar.” (Vesia kürsiyyühü’s-semâvâti ve’l-ard) “Onun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. (Ve lâ yeûdühû hıfzuhümâ ve hüve’l-aliyyü’l- azîm) Onları koruyup gözetmek ona ağır gelmez. O çok yücedir, çok büyüktür.” (Bakara, 2/255)
Yer gök hepsi onundur. Nereye gidersen git O’nun mülkünün dışına çıkmak insanın elinden gelmez.
Onun için diyor ki:
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالاِْنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ
وَالاَْرْضِ فَانْفُذُوا (الرحمن:33)
(Yâ ma’şera’l-cinni ve’l-insi ini’s-teta’tüm en tenfüzû min aktàri’s-semâvâti ve’l-ardı fe’n-füzû) “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Elinizden geliyorsa Allah’ın mülkünden çıkın bakalım çıkabiliyorsanız?” (Rahman, 55/33)
Aya git; o da Allah’ın. Daha ötesine git o da Allah’ın. Nereye gidersen git hepsi Allah’ın.
Onun için Rasul-ü Ekrem şimdi diyor ki:
(Allàhümme musarrife’l-kulûbi) “Yâ Rabbi sen kalpleri çevirensin! (Sarrif kulûbenâ alâ tàatike) Kalplerimizi senin taatine çevir yâ Rabbi!”
“—Ma’siyete değil, kalplerimizi taate çevir!” diyerekten bizi de teşvik ediyor. Bir yerinde de, (Sebbit kalbî alâ dînike) “Kalbimi dinin üzerine sabit eyle yâ Rabbi!” diye dua ediyor.
“Zamanın ahvalin tagayyürü ile kaçamak taraflara kaçmasın benim gönlüm. Sen onu sabit kıl yâ Rabbi!” diye duaları da vardır.
k. Sevmekte ve Buğz Etmekte Aşırı Gitmeyin!
Deylemî Abdullah ibn-i Ca’fer RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:29
إِنَّ قَوْمًا أَحَبُّوا قَوْمًا، حَتَّى هَلَكُوا فِي مَحَبَّتِهِمِ، فَلََّ تَكُونُ وا
29 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.238, no:918; Abdullah ibn-i Ca’fer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.45, no:24857; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.140, no:8090.
مِثْلَهُمْ؛ وَ إِ نَّ قَوْمً ا أَبْغَضُ وا قَوْ مًا، حَتَّى هَلَكُوا فِي بُغْضِهِم،
فَلََّ تَكُونُوا مِثْلَهُمْ (الديلمي عن عبد الله ابن جعفر)
RE. 127/8 (İnne kavmen ehabbû kavmen, hattâ helekû fî hubbihim, felâ tekûnû mislehüm; ve inne kavmen ebgadù kavmen, hattâ helekû fî buğdihim, felâ tekûnû mislehüm.) Bu da güzel, şimdi bakınız: (İnne kavmen ehabbû kavmen) “İster fert ister kavim, birisi birisini seviyor. Ne kadar seviyor? Çok seviyor ama. (Hattâ helekû fî hubbihim) Onların muhabbetinden dolayı kendileri helâk oldular. (Felâ tekûnû mislehüm) Sakın siz de onlar gibi olmayın!”
(Ve inne kavmen ebgadù kavmen) Bir kavim de başka bir kavme çok buğz etti, (hattâ helekû fî buğdihim) ve ondan dolayı helak oldular. (Felâ tekûnû mislehüm) Siz onlar gibi de olmayın!”
Hristiyanlar, Hz İsa’yı sevdiler, sevdiklerinden, ifratlarından ona Tanrının oğlu diye ona isnat ettiler. Sevgileri ifrata gitti, Tanrıdır dediler.
Beşer ilah olur mu? Olmaz! İfratlarından helâke uğrattılar kendilerini… “Siz bu kadar ileri gitmeyin!” diyor.
Meselâ, Hz Ali’yi sevenlerden de ifratlarından onu da tanrılık
derecesine çıkaran bir kavim olmuş.
Burada şerhte diyor ki:
“—Bazı insanlar fasıkları da evliyalara benzetirler, ‘Bu adam evliya adam!’ derler.
Yahu bu adam fasık! Fasık adamı evliya diye nasıl uçuruyorsun?
Onu bazı meziyetlerinden dolayı beğeniyor, o beğenişinden dolayı onu evliyaya benzetiyor. Evliyayı da enbiyaya benzetirler, diyor. Enbiyaları da Allah’a doğru böyle benzetirler.
“—Sakın ümmetim sevdiklerinizde ileriye gitmeyin. Sevin ama ilerisine gitmeyin!” buyuruyor.
l. Namaz Önceki Namazla Aradaki Hataları Siler
Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî, Simeveyh, Temmâm ve Ziyâü’l- Makdîsî, Ebû Eyyûb el-Ensàrî RA’dan rivayet etmişler. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:30
إِن كُلَّ صَلََّةٍ، تَحُطُّ مَا بَيْنَ يَدَيْهَا مِنْ خَطِيئَةٍ (حم. طب. وسمويه، وتمام، ض. عن أبي أيوب)
RE. 127/10 (İnne külle salâtin tehuttu mâ beyne yedeyhâ min hatîetin.) “Bir namaz, önündeki namaza kadar olan hataları kaldırır, yok eder.” Yani namazları kıldığımız vakitte, iki namaz arasındaki yaptığımız hataları, namaza Allahu ekber diye durmak suretiyle, hatta abdest alırken, abdest alarak namaz için hazırlanıyoruz ya, o abdest alırken dökülür. Cami kapısından girerken bütün hatalarımızı alırlar öyle gireriz.
Namaza durduk mu, Cenâb-ı Hak günahkârı istemez ya huzurunda; temiz ister. Onun için melekler bizi temiz olarak koyarlar. Çünkü huzur-u Rabbi’l-âlemîn’deyiz.
Reis-i cumhurun ziyaretine gitsek, pejmürde bir kılıkla gidilir mi? Her dakika süsleneceksin, püsleneceksin. Çünkü reis-i cumhurun karşısına çıkıyorum, diyeceksin. Onun için sokmazlar zaten ya. Ona layık bir kılık takınacaksın.
İşte Allah Celle ve A’lâ ki onun huzuruna elbette daha dikkatli çıkmak gerekir.
Günah da manevi pislik. Günahlar manevi pislikler. O pisliklerle huzur-u Rabbi’l-âlemîne elbette durulmaz. İşte Cenâb-ı Hakk’ın bize en büyük rahmetlerinden birisi de, bizim elimizde değil tabii, “O temizliği yapın öyle durun benim divanıma!” diyor.
30 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.413, no:23550; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.IV, s.126, no:3879; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIV, s.434; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.31, no:1653; Ebû Eyyûb el-Ensàrî RA’dan.
El-hamdü lillâh… Dün bir kitapta rast geldim:
“—Eğer ben kullarımın günah işlemesini istemeseydim, şeytanı da yaratmazdım.” diyor.
Hiç günah işlemezdik, her taraf melek dolu olurdu.
Günahlardan değil, günaha devamdan korkmak lazım. İşlememek elbette iyi ama bir kere işledikten sonra arkasından derhal tevbe
ve istiğfarı yapıştırıp, “Aman yâ Rabbi!” de. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın mağfiret sıfatı var, afv sıfatı var.
Onun için bazı insanın beşeriyeti, aklı başından mı gidiyor, iradesi mi elinden gidiyor, nasıl oluyor; hiç istemeyerek bazı hatalara düşüyor. Düştüğünden dolayı da bir nedamet, bir pişmanlık tabiatıyla insanda hâsıl oluyor.
Allah cümlemizi böyle hatalarına pişman olup, bir daha onları işlemeyen itaatkâr kullarının zümresine ilhak buyursun…
Sübhàne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yesifun… Ve selâmün ale’l-mürselîn… Ve’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… El-fâtihah!
İskenderpaşa Camii