11. İLİM ÖĞRENMENİN ÖNEMİ

12. İMAN VE HAYÂ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn...

Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


إنا اللَّ بَاهَى مَلائِكَتَهُ ، بِالنَّاسِ يَوْمَ عَرَفَةَ عامَّةا، وَبَاهَى بِعُمَرَبنِ


الْخطَّابِ خاصَّةا؛ وَمَا فِي السَّمَاءِ مَلَك إلَِّ وَ هُوَ يُوَقِّرُ عُ مَرَ، وَمَا


فِي الأَرْضِ شَيْطَان إلَِّ وَهوَ يَفِرُّ مِنْ عُمَرَ (كر. وابن الجوزى عن ابن عباس؛ طس. عن أبى هريرة)


RE. 87/5 (İnna’llàhe bâhâ melâiketehû bi’n-nâsi yevme arafete âmmeten, ve bâhâ bi-umere’bni’l-hattâbi hàssaten; vemâ fi’s-semâi melekün illâ ve hüve yüvakkırü umere, vemâ fi’l-ardı şeytânün illâ ve hüve yefirrü min umere.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Beraber bir salevât-ı şerife okuyalım:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…

385

a. Rabbimizin Arafat’ta Kullarını Övmesi


İbn-i Asâkir, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan; Taberânî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:224


إنا اللَّ بَاهَى مَلائِكَتَهُ ، بِالنَّاسِ يَوْمَ عَرَفَةَ عامَّةا، وَبَاهَى بِعُمَرَبنِ


الْخطَّابِ خاصَّةا؛ وَمَا فِي السَّمَاءِ مَلَك إلَِّ وَ هُوَ يُوَقِّرُ عُ مَرَ، وَمَا


فِي الأَرْضِ شَيْطَان إلَِّ وَهوَ يَفِرُّ مِنْ عُمَرَ (كر. وابن الجوزى عن ابن عباس؛ طس. عن أبى هريرة)


RE. 87/5 (İnna’llàhe bâhâ melâiketehû bi’n-nâsi yevme arafete âmmeten, ve bâhâ bi-umere’bni’l-hattâbi hàssaten; vemâ fi’s-semâi melekün illâ ve hüve yüvakkırü umere, vemâ fi’l-ardı şeytânün illâ ve hüve yefirrü min umere.) (İnna’llàhe bâhâ melâiketehû bi’n-nâsi yevme arafete âmmeten) “Arafe gününde Allah-u Teàlâ Hazretleri meleklerine mübâhât eder, hacılarla övünür. Umumi olarak hacıları gösterir:

“—Bakın benim kullarıma… Yerlerini yurtlarını, rahatlarını terk ettiler, sıkıntıları göze aldılar. Yalınayak, başıkabak kefen gibi ihramlara, beyaz örtülere sarılmış olarak geldiler, burada taşların arasında, ‘Yâ Rabbi!’ diyorlar, yalvarıyorlar. Benim emrime uygun olarak Kâbe’yi ziyaret ettiler. Hac için Arafat’a geldiler. Benim kullarım ne kadar fedakâr, benim emrimi tutuyorlar.” diye Arafat’taki hacıları gösterip meleklerine övünür. Allah o gün meleklerine, “Benim mü’min kullarım ne kadar



224 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.61, no:1251; Ebû Hüreyre RA’dan. İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XLIV, s.117; Cürcânî, Târih-i Cürcan, c.I, s.117, no:208; İbnü’l-Cevzî, el-İlelü’l-Mütenâhiyye, c.I, s.196, no:307; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.575, no:32725; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s. 483, no:6723.

386

iyi.” diye övünecek. (Ve bâhâ bi-umere’bni’l-hattâbi hàssaten) “Özellikle Ömer İbnü’l-Hattab’la övünecek.” diye bildiriyor.

(Vemâ fi’s-semâi melekün illâ ve hüve yüvakkırü umere) “Gökte hiçbir melek yoktur ki, Ömer’e hürmet etmesin, saygı göstermesin. (Vemâ fi’l-ardı şeytânün illâ ve hüve yefirrü min umere) Yeryüzünde hiçbir şeytan yoktur ki, Ömer’den kaçmasın.” buyuruyor.

Niçin Cenab-ı Hak Hz. Ömer ile iftihar ediyor meleklerine, sebebi ne ki? O da bizim gibi bir adam. Evvelce şirkin içerisindeydi, 40. müslüman olarak İslâm’a girdi. Rasûlüllah’ın yakın ashabından oldu. İslâmiyet’e büyük hizmetler etti. Hizmetinden sonra halife oldu mesela. Halife olduğu vakitte, komutanı Sa’d ibn-i Vakkas RA Acemistan’ı fethetti. Medine’ye birçok ganimetler, giyecekler ve yiyecekler gönderdi.

“—Şunu da Hz. Ömer’e verelim!” demişler.


Onları görünce, Hz. Ömer kızmış, demiş:

“—Bu memlekette fakir mi yok? Bula bula beni mi buldunuz?”

387

dedi.

Giyimi çok mütevazi idi, elbisesinde yamalar vardı.

Neden övüyor Cenab-ı Hak?

Ümmet-i Muhammed hakkında güzel düşünüyor. Müslümanları kendisine tercih ediyor. Önce onlar yesin, doysun; ben sonra yerim.” diyor.

“—Gökte hiçbir melek yoktur ki Hz. Ömer’e ta’zim etmesin. Yerde de hiçbir şeytan yoktur ki Hz. Ömer’den kaçmasın.” buyruluyor.

Şeytan neden kaçıyor Hz. Ömer’den?

Şeytan ezan okununca kaçar. Neden kaçar ezan okununca? Ezanın nuru kendisini yakmasın diye kaçıyor. Ezanı dinlemekten değil. O müezzinin ağzından çıkan bir nur var. O nurdan dolayı yanmayayım diye kaçıyor.


Radyodan bazen Kur’an dinliyordum. Dün içime geldi ki, artık bu radyodan Kur’an dinlemeyeyim. Bizim Bursa’ya bir hafız gelmiş bir zaman, ismi lazım değil. Bütün köylü kentli bunu dinleyeceğiz diye bir odaya dolmuşlar. Odada namaz mı kıldıracak, mukabele mi okuyacak.

Bizim orada bir büyük hoca efendi vardı:

“—Bu millet hakikaten sapık, cahil!” dedi. “O adam biraz evvel gazinoda şarkı söylüyordu. Biraz sonra çıkacak, gene gazinoda birçok insanların, kadınların, kızların arkasında şarkı söyleyecek. Bu şarkıcının okuduğu Kur’an’dan ne olur?” diyerek, böyle bir hitabette de bulunmuştu.

Şimdi radyodan dinlenen Kur’anlar da daha biter bitmez, dın dın, dın dın başlıyor. Demek bir ağızdır ki, o ağız hem küfür çıkıyor, hem şarkı söylüyor, hem gazel söylüyor, hem envai çeşit işler yapıyor. Arasında da Kur’an okuyor.

Allah cümlemizi affetsin…


b. Gönle Gelen Vesveselerin Affedilmesi


Buhàrî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nseî ve İbn-i Mâce Ebû

388

Hüreyre RA’dan; Taberânî, Temmâmü’r-Râzî, İbn-i Asâkir ve İbnü’n-Neccâr, İmrân ibn-i Husayn RA’dan; Ukaylî, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:225


إِن اللَّ تَجَاوَزَ لأُِمَّتِي عَمَّا حَدَّثَتْ بِهِ أَنْفُسَهَا، مَا لَمْ تَكَلَّمْ بِهِ، أَوْ تَعْمَلْ بِهِ


(خ. م. د. ت . ن. ه. عن أبى هريرة؛ طب. وتمام، كر. وابن النجار


عن عمران بن حصين . العقيلى عن عائشة)


(İnna’llàhe tecâveze li-ümmetî ammâ haddeset bihî enfüsehâ, mâ lem tetekellem bihî, ev ta’mel bihî.) (İnna’llàhe tecâveze li-ümmetî ammâ haddeset bihî enfüsehâ) “Allah-u Teàlâ Hazretleri benim ümmetimin gönüllerine, göğüslerine gelen vesveseleri affetti.” Onları nazar-ı dikkate alıp, içine bir vesvese geldi diye vesvese sahibini cezalandırmaz, onları affeder. Allah-u Teàlâ Hazretleri gönüllerinin, nefislerinin içine verdiği vesveseyi hoş gördü, affetti. Ama hangi şartla?

(Mâ lem tetekellem bihî) “Söylemedikçe… Gönlüne gelen vesveseyi diliyle söylememek şartıyla; (ev ta’mel bihî) ya da o vesveseyi icrâ etmemek şartıyla...”




225 Buhàrî, Sahîh, c.XX, s.355, no:6171; İbn-i Mâce, Sünen, c.VI, s.210, no:2030; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.393, no:9097; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.I, s.299, no:332; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.179, no:4335; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.II, s.52, no:898; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.276, no:6386; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.IV, s.56, no:2718; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.167, no:1114; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V, s.53, no:18366; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.285, no:580; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.346; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.282; Ebû Hüreyre RA’dan. Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.I, s.324, no:325; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.37; Umran ibn-i Husayn RA’dan. Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XI, s.242, no:5991; Hz. Aişe RA’dan.

389

Nefislerimizden, içerimizden birçok şey gelir ya; hayır da gelir, şer de gelir. Niyetlere göre hayırlara sevap vardır ama şerleri yazmıyor Cenab-ı Hak. Mesela diyor ki:

“—Bu akşam filanca adamın evini soysam. Yahut kendisini yakalasam da malını mülkünü elinden alsam…”

İçeriden dürtüyor. Bunu işlemedikçe onun defterine bir şey yazılmaz. Yahut, “Gel bu işi beraber yapalım!” diye birisine söylemedikçe, fiilen başlamadıkça günah yazılmaz. Allah affeder onu…

Hz. Ömer’e demişler ki:

“—Ya Ömer! Filan seni öldürecek! Bunu hapsedelim!”

Tabii casuslar biliyorlar işi. Adam kasdetmiş, “Bunu ben öldüreyim!” diye. Bir vergi tahakkuk ettirmiş. Bu vergi onlara zor gelmiş. Öldürmeye karar vermiş adam Hz. Ömer’i. Duymuşlar, haber vermişler Hz. Ömer’e: “—Bu adam sana suikast yapacak. Bunu hapsedelim!” demişler.

“—Yaptı mı bir şey?” “—Yapmadı ama yapacak!” demişler.

“—Yapmadan hapsetme hakkımız yok!” demiş.


c. Hacda Günahkârların Affedilmesi


Ebû Ya’lâ ve Ziyâü’l-Makdîsî, Bilâl-i Habeşî RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:226


إِن اللَّ تَطَوَّلَ عَلَيْكُمْ فِي جَمْعِكُمْ هَذَا، فَوَهَبَ مُسِيئَكُمْ لِمُحْسِنِكُمْ،


وَأَعْطَى مُحْسِنَكُمْ مَا سَأَلَ: اِ دْفَعُوا بِاسْمِ اللَِّّ (ع. ض. عن بلال)



226 İbn-i Mâce, Sünen, c.IX, s.127, no:3015; Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.I, s.313, no:314; Bilâl-i Habeşî RA’dan. Abdürrezzak, Musannef, c.V, s.17, no:8831; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.568, no:5568; Ubâde ibn-i Sâmit RA’dan.

390

RE. 87/8 (İnna’llàhe teàlâ tetavvele aleyküm fî cem’iküm hâzâ, fevehebe müsîeküm li-muhsiniküm, ve a’tâ muhsineküm mâ seele; İdfeû bi’smi’llâhi.) (İnna’llàhe teàlâ tetavvele aleyküm fî cem’iküm hâzâ) “Allah-u Teàlâ Hazretleri şu toplantınıza —Arafat’taki toplantıyı kasdediyor— nazar eyledi ve sizin bu topluluğunuza ihsan eyledi, iyilikte bağışta bulundu. Ne yaptı? (Fevehebe müsîeküm li- muhsiniküm) İçinizdeki günahkârları, içinizdeki iyilerin hürmetine bağışladı.” o Hacıların içinde iyisi var, kötüsü var ya… Kötülerini iyilerine bağışladı. Peygamber Efendimiz: “—İyilerinin yüzü suyu hürmetine hepsini affetti.” diyor.


Cenab-ı Hak o gün bir tecellli ediyor. Bakıyor ki milyon insan oraya toplanmış. Bir şey yok orada, Allah’ın dağı; ama mukaddes bir yer… Orada onlar Allah-u Celle ve Ala’nın rızası için toplandıklarından dolayı, Cenab-ı Hak iyilerin hürmetine günahkârları da bağışlıyor.

391

İyisi de var, kötüsü de var bunların. Ama kötüleri de iyileriyle beraber bağışlayıveriyor:

“—Sizin iyilerinizin istediklerini hepinize de veriyor. Binâen aleyh, haydi Allah’ın rahmetine nail olarak dağılın!” demiş oluyor.

Bir àbid ile bir günahkâr, bir mağaraya sığınmışlar. Hava çok sıcakmış. Suları da yokmuş. Abid düşmüş bayılmış. Ayılınca, öteki günahkâr olan insanın suyu varmış. Demiş:

“—Şimdi ben bu suyu, bu adama verirsem, bu sefer ben öleceğim. Bu adam ölüyor susuzluktan ama benim suyum var. Fakat verirsem ben öleceğim. Ben de birazdan bunun gibi olacağım.” diye düşünmüş.

Sonra aklı başına gelmiş:

“—Bu abid adam, Allah’ın sevgili kulu. Buna bu anda ben yardım etmezsem, benim artık tutulur tarafım olmaz!” demiş. Tutmuş elindeyi suyu ona harcamış.

Adam ayılmış. Gidecekleri yere gitmişler.


Bu adam kıyamet gününde fasıklarla, günahkârlarla cehenneme sevk olunmuş. Giderken bu su verdiği adama rast gelmiş. Demiş ki:

“—Yâhu bak beni götürüyorlar cehenneme! Tanıdın mı beni?” “—Tanımadım!” demiş.

“—Hani mağarada beraber bulunuyorduk da senin suya ihtiyacın oldu. Bayıldın da ben seni ayılttım, kurtuldun, hayata kavuştun. İşte ben oyum! Benim için şefaatçi olur musun?” demiş.

Abid Cenab-ı Hakk’a yalvarmış:

“—Ya Rabbi! Bu adam bu iyiliği bana yapmıştı. Bunu bana bağışla!” demiş.

Bunun üzerine Cenab-ı Hak, o günahkârı affetmiş. Abide:

“—Al kardeşini, cennete götür!” demiş.

Allah-u Teàlâ’nın rahmeti bol… Yalnız iyilik edici olmak lazım!


d. Ashabın Ümmet İçin Eman Oluşu

392

Taberânî, Abdullah ibn-i Müstevrid RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:227


إِنَّ اللَّ تَعَالٰى جَ عَلَ النجُومَ أَمَ اناا لأَهْلِ السَّمَاءِ ، فَإِذَا طُمِسَتِ اقتَرَبَ


لأَهْلِ السَّمَاءِ، مَا يُوعَدُون؛َ وَإِنَّ اللَّ تَعَالٰى جَعَ لَ أَ صْحَابِ ى أماناا لأُمَّتِى؛


فَإِذَا هَلَكَ أَصْحَ ابِى اقْتَرَبَ لأُمَّتِى مَا يُوعَدُونَ (طب. عن عبد اللّ بن المستورد)


RE. 87/9 (İnna’llàhe teâlâ ceale’n-nücûme emânen li-ehli’s- semâi; feizâ tumiseti’kterebe li-ehli’s-semâi mâ yûadûne; ve inna’llàhe teàlâ ceale ashâbî emânen li-ümmetî; feiza heleke ashâbi’kterebe li-ümmetî mâ yûadûne.) (İnna’llàhe teâlâ ceale’n-nücûme emânen li-ehli’s-semâi) “Allah- u Teàlâ Hazretleri yıldızları gök ehli için eman eyledi. (Feizâ tumiseti’kterebe li-ehli’s-semâi mâ yûadûne) Yıldızlar söndüğü, döküldüğü zaman, gök ehlinin başına Allah’ın vaad ettiği kıyamet kopacak, gelecek.”

(Ve inna’llàhe teàlâ ceale ashâbî emânen li-ümmetî) “İşte bunun gibi Allah-u Teàlâ Hazretleri benim ashabımı da benim ümmetim için eman eyledi, güvenç kaynağı eyledi. (Feiza heleke ashâbi’kterebe li-ümmetî mâ yûadûne) Ashabım helâk oldu mu, ümmetimin başına gelecek şeyler yakınlaştı demektir.” diyor.

İslâm tarihini okuyanlar hatırlarlar ve ne kadar meşakkatli, zorlu, üzücü olayların tarih içinde geçtiğini bilirler.


Semadaki yıldızlar var ya, o semadaki yıldızlar, göklerin intizamının sebebi. Göklere eman… Bir gün gelecek, onların da



227 Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.58, no:1751; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s- Sahâbe, c.XII, s.465, no:4040; Abdullah ibn-i Müstevrid RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.537, no:32512; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.2, no:6759.

393

ömrü tükenecek, onlar da dökülecekler. İşte onların döküldüğü gün, göklerin kıyameti kopmuştur.

Benim ashabımı da Cenab-ı Hak ümmetime eman olarak vermiştir. Onların bizim gönüllerimizde yaşadığı müddetçe, biz de selametteyiz. Onlara hürmetsizlik başlayınca, ümmetin de helâki yaklaştı demektir.

Şimdi biz kendimizi müslüman sayıyoruz. Elimizi öpenler de çok. Bizi bir şey zannediyorlar. Hepinizin en çok günahları biziz. Ama teveccüh başka…

Şimdi bu İhyau Ulûm’de İmam Gazalî’nin çok güzel misalleri var. Bu sabah bakarken rast geldim de. Sa’d ibn-i Muaz isminde ashabdan birisi diyor ki:

“—Ben İslâm olduğum günden beri hiçbir namaz kılmadım ki, o namazımda başkası olsun!” diyor.

Huzur-u Rabbü’l-alemîne durunca geçiyor kendisinden. Daha insan Allahu ekber derken, her şeyden ayrılması lazım. Halbuki bugün bizim kıldığımız namazlarda, bir dakika yahut bir saniye şöyle huzurda kalabilsek ne mutlu bize. Böyle dönüp dururuz içimizden. Şarka gider, garba gider, şuraya gider, buraya gider. Divan-ı ilahiyeye duruyoruz.

Bak şimdi, onlarla kendimizi ölçecek bir durum var mı? O da müslüman, biz de müslümanlık iddiasındayız ama, onun namazıyla bizim namazımız arasındaki farka bak! Allah cümlemizi gafletten korusun…

Geçen gene, bir çocuk böyle delalet yolundaymış. Demişler bir yere götürelim de sen bu hatanı öğren.

“—Ben Kadirî dervişiyim, başka şeyhe hiç gitmem!” demiş.

“—Ama dalalettesin sen, ashab-ı kirama nasıl dil uzatırsın?” demişler.

Yani kötü yere düştü mü, insanın ondan kurtulması da çok zor!


e. Tevbe Kapısı


İbn-i Zenceveyh, Safvan ibn-i Assâl RA’dan rivayet etmiş.

394

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:228


أَن اللََّّ جَعَلَ بِالْمَ غْرِبِ بَاباا مَسِيرَةَ عَرْضِهِ سَبْعِينَ عَاماا لِلتَّوْبَةِ، لَِ يُغْلَقُ


مَا لَمْ تَطْلُعِ الشَّمْسُ مِنْ قِبَلِهِ ، وَذَلِكَ قَوْلُهُ: يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ لَِ


يَنْفَعُ نَفْساا إِيمَانُهَا (ابن زنجويه عن صفوان بن عسال)


RE. 87/10 (İnna’llàhe ceale bi’l-mağribi bâben mesîrete ardıhî seb’îne âmen li’t-tevbeti, lâ yuğleku mâ lem tatlui’ş-şemsü min kıbelihî, ve zâlike kavlühû: Yevme ye’tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfeu nefsen îmânühâ.) (İnna’llàhe ceale bi’l-mağribi bâben mesîrete ardıhî seb’îne âmen) “Allah-u Teàlâ Hazretleri gün batısı tarafında genişliği 70 yıllık bir kapı yarattı.” Niçin bu kapı? (Li’t-tevbeti) “Tevbe için…” Yani kullar tevbe etsin, o kapıdan emin olarak geçsinler, tevbeleri kabul olsun diye… (Lâ yuğleku mâ lem tatlui’ş-şemsü min kıbelihî) “Güneş battığı yerden doğmadıkça bu kapı kapanmayacak.” Bir gün gelecek ki, Güneş seyrini değiştirecek. Şarktan doğan güneş, garptan doğacak. O zaman bu kapı kapanır. O zamanı görünce artık herkes anlayacak ki kıyamet kopuyor, yandık. Artık tevbe edemezler. Fakat o zamana kadar tevbe etmek mümkün.

Nasıl ki insan sekerat-ı mevt haline geliyor, bakıyor ki gidiyor artık, çare yok. “Aman yâ rabbi!” demeye başlıyor, o da makbul değil. Her şey vaktinde. Onun için ondan sonraki iman para etmiyor. Allah affetsin kabahatlerimizi…

Kabahatlerimizi affetmekle iş bitmiyor. İnsan bu dünyada tekemmül devresinde çalışacak, kemale erecek. Kemale ulaşması



228 Tirmizî, Sünen, c.XI, s.444, no:3459; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.344, no:11178; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.241, no:18125; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.59, no:7360; Sefvân ibn-i Assâl RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.22, no:2985; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.3, no:6760.

395

lazım. Bu geçen dediğim dört nefsi mutlaka her mü’minin bilip, kendi nefsini mutmainneliğe çıkarması lâzım!

Cihad ediyoruz, bir karış toprak vermemek için ölüyoruz. Vermeyiz diyoruz, kanımızı akıtıyoruz. İman giderse, hiç umurumuzda değil… Toprak ile iman müsavi olur mu hiç?

İmanın tekâmülü var, nefsin mertebeleri var: Birinci mertebe, ikinci mertebe, üçüncü mertebe, dördüncü mertebe… Peygamber Efendimiz bunu isteyin dedi bize Allah’tan. O mertebeye ulaşmak nasıl olacak? Ahlak-ı hamidelerle olacak. Ahlak-ı hamide sahibi olmadıkça, bu mertebeye yükselmenin imkânı yok.

Yani ben hacıyım, ben hacıyım, ben hacıyım dese insan hacı oluyor mu? Olmuyor. Ya? Oraya kadar gidecek, o vazifeyi yapacak, döneceksin. İster hacıyım de, ister deme; sen hacı oldun o zaman… Şimdi ben müslümanım diyorsun ama, müslümanlığı yaşamadıkça müslüman olamaz ki insan…


f. Allah Güzeldir, Güzelliği Sever


Hennâd, Yahyâ ibn-i Ca’de Rh.A’ten rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:229


إِنَّ اللَّ تَعَالٰى جَمِيل يُحِبُّ الجَمالَ، وَيُحِبُّ إِذَا أَنْعَمَ عَلَى عَبْدٍ نِعْمَةا


أَنْ يَرَى أَثَرَهَا عَلَيْهِ ؛ وَيَبْغُضُ البُؤْسَ والتَّبَاؤُسَ، وَلٰكِنَّ الْكِبْرَ أَ نْ


تَسْفَهَ الْحَقَّ، وَتَبْغُضَ الْخَلْقَ (هناد عن يحيى بن جعدة مرسلا)


RE. 87/11 (İnna’llàhe teàlâ cemîlün yuhibbü’l-cemâl, ve yuhibbu izâ en’ame alâ abdin ni’meten en yerâ eserehâ aleyhi; ve yebgudu’l-bü’se ve’t-tebâüse, ve lâkinne’l-kibre en tesfehe’l-hakka, ve tebguda’l-halka.)



229 Hennâd, Zühd, c.II, s.421, no:826; Yahyâ ibn-i Ca’de Rh.A’ten. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.643, no:17191; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.13, no:6778.

396

(İnna’llàhe teàlâ cemîlün yuhibbü’l-cemâl) “Allah-u Teàlâ güzeldir, güzelliği sever. (Ve yuhibbu izâ en’ame alâ abdin ni’meten en yerâ eserehâ aleyhi) Bir kula nimet verdiğinde, eserinin kulun üzerinde görülmesinden hoşlanır. (Ve yebgudu’l- bü’se ve’t-tebâüse) Fakir değilken bir kimsenin kendini fakir gibi göstermesini sevmez. (Ve lâkinne’l-kibre en tesfehe’l-hakka, ve tebguda’l-halka.) Kibir, hakkı kabul etmemendir ve halka öfkelenmendir.”


Hz. İmam-ı A’zam içine eskileri giyermiş, üstüne de güzel elbiselerini giyermiş. Her gidişte gelişte de ayrı ayrı giyermiş. Mesela önden beyaz giydiyse, arkadan siyah giyermiş. Siyah giydiyse, lacivert giyermiş.

“—Niçin yapıyorsun bunu ya imam?” demişler. “—Fukara beni tanımasın da ‘Demin istediydim bu adamdan, şimdi bir daha istersem ayıp olur!’ demesin; tanımasın da gene istesin, gene ben de vereyim diye değiştiriyorum!” demiş.

“—E sana caiz mi yeni elbise giymek?” demişler.

“—Bak şöyle içerisine…” demiş.

Bakmışlar ki yamalı, eski iç gömlekleri. Demek ki dışarısı halka karşı, içindeki Hakk’a karşıdır.

Peygamber SAS Efendimiz’e; “—Güzel giyinmek kibir alâmeti midir?” diye sormuşlar.

“—Allah-u Teàlâ güzeldir, güzelliği sever.” diye cevap vermişler.


g. Gönül Huzuru ve Ağırbaşlılık


Deylemî Ebû Saîd El-Hudrî RA’dan rivayet etmiş.

Pygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:230


إِن اللَّ عَزَّ وَجَلَّ حَرَّمَ الْجَنَّةَ عَلَى كُلِّ مُرَاءٍ، لَيْسَ الْبِرُّ فِ ي حُسْنِ



230 Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.252, no:6401; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.18, no: 6787.

397

اللِّبَاسِ وَالزِّيِّ، وَلكِنَّ الْبِرَّ السَّكِينَةُ وَالْوَقارُ (الديلمي عن أبي

سعيد)


RE. 87/12 (İnna’llàhe azze ve celle harreme’l-cennete alâ külli mürâin, leyse’l-birru fî hüsni’l-libâsi ve’z-ziyyi, velâkinne’l-birre es- sekînetü ve’l-vakàru.) (İnna’llàhe azze ve celle harreme’l-cennete alâ külli mürâin) “Allah azze ve celle riyâkârların hepsine cenneti haram etti.

Riyakârların yeri cehennem. Hem de cehennemin kötü tarafı Allah esirgeye…

(Leyse’l-birru fî hüsni’l-libâsi ve’z-ziyyi) “İnsan güzel elbise

giyinmekle iyi olmaz. (Velâkinne’l-birre es-sekînetü ve’l-vakàru) Asıl iyilik gönül huzuru ve ağır başlılıkla olur.”


h. Allah’ın Duaları Kabul Etmesi


Hâkim, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivâyet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:231



231 Hàkim, Müstedrek, c.1, s.675, no:1832; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l- Ummâl, c.II, s.63, no:3124.

Lafız farkıyla:

Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.468, no:1488; Tirmizî, Sünen, c.V, s.556, no:3556; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1271, no:3865: İbn-i Hibbân, Sahîh, c.III, s.160, no:876; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.675, no:1831; Abdü’r-Rezzâk, Musannef, c.X, s.443,no:19648; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.211, no:2965; Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.165, no:1111; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.138, no:337; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.235, no:1311; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LVIII, s.465, no:7486; Selmân-ı Fârisî RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.423, no:13557, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan;

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.31, no:4591; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.III, s.391, no:1867, Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.

Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VII, s.142, no:4108; Abdü’r-Rezzâk, Musannef, c.II, s.251, no:3250; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.61, no:912; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

398

إِن اللَّ عَزَّ وَجَلَّ رَ حِيم ، حَيِيٌّ ، كَرِيم ، يَسْتَحْيِي مِنْ عَبْدِهِ أَنْ يَرْفَعَ


إِلَيْهِ يَدَيْهِ، ثُمَّ لَِ يَضَعُ فِيهِمَ ا خَيْراا (ك. عن أنس)


RE. 87/13 (İnna’llàhe azze ve celle rahîmün hayiyyün kerîmün, yestahyî min abdihî en yerfaa ileyhi yedeyhi, sümme lâ yedau fîhimâ hayrâ.) (İnna’llàhe azze ve celle) “Hiç şüphe yok ki aziz ve celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri (rahîmün) merhametlidir; rahmeti, merhameti çok olandır. O kadar çoktur ki, merhametlilerin en merhametlisidir. (Hayiyyün) Hayâ sahibidir; yâni Cenâb-ı Hak hayâ eder, utanır. (Kerîmün) Kerem sâhibidir; yâni cömerttir, güzel bağışlarda bulunucudur. (Yestahyî min abdihî) Kulundan istihyâ eder, hayâ eder, utanır; (en yerfaa ileyhi) kulu iki elini kaldırmış, ellerini açmış dua ediyorken, (sümme lâ yedau fîhimâ hayrâ) kulunun ellerini boş çevirmeye haya eder, utanır. Dünyada veya ahirette mutlaka duasına karşılık verir.”


i. Hidâyet ve Dalâlet


Ahmed ibn-i Hanbel, Tirmizî, İbn-i Cerir, Taberânî, Hàkim ve Beyhakî, Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:232


Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.64, no:3128, 3166, 3167, 3266-3268; Câmiu’l-Ehàdîs, c.IX, s.16, no:7811-7814



232 Tirmizî, Sünen, c.IX, s.236, no:2566; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.176, no:6644; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.84, no:83; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IX, s.4, no:17488; Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfat, c.I, s.245, no:228; İbn-i Ebî Âsım, Sünneh, c.I, s.241, no:196; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.I, s.304, no:532; İbn- i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXI, s.403; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.302, no:2291; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.170, no:43; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usül, c.IV, s.199; Abdullah ibn-i Amr RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.123, no:584; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.40, no:6830.

399

إِن اللَّ تَعَالٰى خَلَقَ خَلْقَهُ فِى ظُلْمَةٍ، ثُمَّ أَلْقَى عَلَيْهِمْ مِنْ نُورِهِ؛ فَمَنْ


أَصَابَهُ مِنْ ذَلِكَ النُّورِ، اهْتَدَى؛ وَمَنْ أَخْطَأَهُ، ضَلَّ؛ فَلِذَلِكَ أَقُولُ:


جَفَّ الْقَلَمُ عَلَى عِلْمِ اللَِّّ (حم. ت. حسن، وابن جرير، طب. ك.

ق. عن ابن عمرو)


RE. 87/14 (İnna’llàhe teàlâ haleka halkahû fî zulümâtin, sümme elkà aleyhim min nûrihî; femen esàbehû min zâlike’n- nûrini’htedâ; ve men ahtaahû dalle, felizâlike ekùlü: Ceffe’l- kalemü alâ ilmi’llâhi.) (İnna’llàhe teàlâ haleka halkahû fî zulümâtin) “Allah-u Teàlâ Hazretleri mahlûkatını karanlıklar içinde yarattı. (Sümme elkà aleyhim min nûrihî) Sonra da mahlûkatının üzerine nurunu saçtı, attı, nurunu sevk eyledi.” (Femen esàbehû min zâlike’n-nûri.) “Allah’ın o nuru, o yaydığı, gönderdiği nur mahlûkattan kimin üzerine düşmüşse, (ihtedâ) o hidayete erdi, sırat-ı müstakimi, doğru yolu bulanlardan oldu. (Ve men ahtaahû) Kime de bu nur isabet etmediyse, (dalle) o da sapıttı, dalalete düşmüş insan olarak kaldı.”


j. Allah-u Teàlâ’nın Yüz Rahmeti


Taberânî, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:233


إِنَّ اللَّ خَلَقَ مِائَةَ رَحْمَةٍ، رَحَمَةا مِنْهَا قَسَمَهَا بَيْنَ الْخَلاَئِقِ، وَتِسْعَةا



233 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.374, no:12047; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.X, s.360, no:17621;

Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.249, no:10380; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.47, no:6837.

400

وَتِسْعِينَ إِ لٰى يَوْمِ الْ قِيَامَةِ (طب. عن ابن عباس)


RE. 88/1 (İnna’llàhe teàlâ haleka miete rahmetin, rahmetün minhâ kasemehâ beyne’l-halâik, ve tis’aten ve tis’ine ilâ yevmi’l- kıyâmeh)

(İnna’llàhe teàlâ haleka miete rahmetin) “Allah-u Teàlâ yüz rahmet yarattı. (Rahmetün minhâ) O yüzden sadece bir rahmeti, yâni yüzde biri, (kasemehâ beyne’l-halâik) bütün mahlûkatın

hepsine dağıttı, taksim etti; (ve tis’aten ve tis’ine ilâ yevmi’l- kıyâmeh) doksan dokuzu da kıyamet gününe kalmıştır.” Dünyanın evvelinden sonuna kadar, mahlûkların hepsi bu rahmetin içerisindedir. Bu bir rahmetle ana evladını, hayvan evladını besler, acımasın diyerek, incinmesin diyerekten ayağını kaldırır. Hep bu bir tanecik rahmet-i ilâhiyenin eseridir bunlar... Kıyamet günü doksan dokuzu da buna katılınca, inşâallah Cenab- ı Hak o gün, her rahmetini ihsan edecek.


k. Allah’ın Bir Rahmeti Yeryüzünü Doldurur


Hàkim, Ebû Hureyre RA’dan ve Selman-ı Fârisî RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:234


إِن اللَّ خَلَقَ مِائَةَ رَحْمَةٍ، كُلُّ رَحْمَةٍ مِلْءُ مَا بَيْنَ السَّمَاءِ وَالأَْرْضِ،


فَقَسَمَ مِنْهَا رَحْمَةا بَيْنَ الْخَلاَئِقِ، بِهَا تَعْطِفُ الْوَالِدَةُ عَلَى وَلَدِهَا، وَبِهَا


يَشْرَبُ الْوَحْشُ وَالطَّيْرُ الْمَاءَ ، وَبِهَا يَتَرَاحَمُ الْخَلاَئِقُ، فَإِذَا كَان يَوْمُ




234 Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.276, no:7628; Selman RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.96, no:5667; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.48, no:6480.

401

الْقِيَامَةِ قَصَرَهَا عَلَى الْمُتَّقِينَ ، وَزَادَهُمْ تِسْعاا وَتِسْعِينَ (ك. أبى

هريرة؛ ك. عن سلمان)


RE. 88/2 (İnna’llàhe teàlâ haleka miete rahmetin, küllü rahmetin mil’u mâ beyne’s-semâi ve’l-ard, kaseme minhâ rahmeten beyne’l-halâikı, bihâ ta’tıfu’l-vâlideti alâ veledihâ, ve bihâ

yeşrebü’l-vuhşü ve’t-tayri el-mae, ve bihâ teterâhümü’l-halâiki, feizâ kâne yevmü’l-kıyâmeti kasarahâ ale’l-muttakîne, ve zâdehüm tis’an ve tis’in)

(İnna’llàhe teàlâ haleka miete rahmetin) “Allah-u Teàlâ Hazretleri yüz merhamet yarattı.” Rahmet diyoruz ama merhamet manasına. Yüz merhamet yarattı. (Küllü rahmetin melee mâ beyne’s-semâi ve’l-ard) “Her rahmet yerle göğün arasını doldurur, o kadar çok...”

(Kaseme minhâ rahmeten beyne’l-halâikı) “Sadece bir tanesini, yâni yüzde birini mahlûkatı arasında herkese nasibi kadar verdi.

(Bihâ ta’tıfu’l-vâlideti alâ veledihâ) İşte o verilen, Allah’ın lütfu olan merhamet sayesinde, anne evladına müşfik davranıyor. (Ve bihâ yeşrebü’l-vuhşü ve’t-tayri el-mae) İşte o merhamet dolayısıyla vahşi mahluklar, kuşlar su bulup içiyorlar. (Ve bihâ teterâhümü’l- halâiki) Bu merhametin kendilerine verilmiş olmasından dolayı yaratıklar birbirlerine acıyorlar.” Kitabımız, Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm diye başlıyor.

Rahman ve Rahîm, Allah-u Teàlâ’nın isimleri…

Rahman ismi dolayısıyla gâvur da geçiniyor, çingen de geçiniyor, kàtil de geçiniyor, zâni de geçiniyor; rahmeti umuma şamil.

Rahîm ismi dolayısıyla, ahirette rahmeti yalnız iman edenlere ve müttakîlere mahsus… Öteki gâvurlar o rahmetten müstefid olacak değil. Şeytan da başını kaldıracak, “Ben de acaba bir şey alabilir miyim!” diyerek ama öyle dinsizlere, imansızlara bir şey yok!


l. İlk Helâk Olacak Çekirgedir

402

Hakîm-i Tirmizî, Ebû Ya’lâ, Ebü’ş-Şeyh ve Beyhaki Hz. Ömer RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:235


إِنَّ اللَّ تَعَالَى خَلَقَ أَلْفَ أُمَّةٍ، سِتُّمِائَةٍ مِنْهَا فِي الْبَحْرِ، وَأَرْبَعُمِائَةٍ فِي


الْبَرِّ، فَأَوَّلُ هٰذِهِ الأُمَمِ هَلاَكا ا الْجَرَادُ، فَإِذَا هَلَكَ الْجَرَادُ، تَتَابَعَتْ


الأُمَمُ مِثْلَ نِظَامِ السِّلْكِ إِذَا انْقَطَعَ (الحكيم، ع. وأبو الشيخ في

العظمة، هب وضعفه عن عمر)




235 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.234, no:10132; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XI, s.217, no:5932; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.245; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usül, c.II, s.12; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.187, no:2936; Hz. Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.337, no:35295; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.38, no:6826.

403

RE.88/3 (İnna’llàhe teàlâ haleka elfe ümmetin, sittümietin minhâ fi’l-bahri, ve erbeumietin fi’l-berri; feevvelü hâzihi’l-ümemi helâken el-cerâdü, feizâ heleke’l-cerâdü, tetâbeat el-ümemü misle nizâmi’s-silke ize’nkataa.) (İnna’llàhe teàlâ haleka elfe ümmetin) “Cenab-ı Hak bin ümmet yaratmış. Bin türlü mahluk yaratmış. (Sittümietin minhâ fi’l-bahri) Bunun altı yüzü denizde, (ve erbeumietin fi’l-berri) dört yüzü de karadadır. Dün gazetede yazıyordu da, iki bin yedi yüz küsür dil konuşuluyormuş dünyada şimdi.

(Feevvelü hâzihi’l-ümemi helâken el-cerâdü) “İlk helak olacak ümmet çekirge dedikleri mahluk. (Feizâ heleke’l-cerâdü) Çekirgeler helak oldu muydu, (tetâbeat el-ümemü misle nizâmi’s- silke ize’nkataa) arkasından ipin kopup, tesbih tanelerinin döküldüğü gibi diğer ümmetler de dağılıp, yok olacaklar.”


m. Allah Dört Şeyi Yarattı


İbn-i Asâkir, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:236


إن اللَّ خَلَقَ أَ رْبَعَةَ أَشْيَاءٍ ، وَ أَرْ دَفَهَا أَرْبَعَةَ أَشْيَاءٍ: خَلَقَ الْجَدْبَ وَأَرْدفَهُ


الزُّهْدَ وَأَسْكَنَهُ الْحِجَازَ؛ وَخلَقَ الْ عِفَّةَ وَ أَرْدَفَهَا الْ غَفلَةَ وَ أَسْ كَنَهَا الْيَ مَنَ؛


وَخَلَقَ الرِّزقَ وَ أَ رْدَفَهُ الطَّاعُونَ وَأَسْكَنَهُ الشَّامَ؛ وَخَلَقَ الْ فُ جُورَ وَأَ رْدَفَهُ


الدِّرْ هَمَ وَأَسْكَنَهُ الْ عِرَاقَ (كر. عن عائشة)


RE. 88/4 (İnna’llàhe haleka erbaate eşyâin, ve erdefehâ erbaate eşyâin: Haleka’l-cedbe ve erdefehü’z-zühde ve eskenehü’l-hicâze; ve



236 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.I, s.352; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.301, no:35120; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.32, no:6816.

404

haleka’l-iffete ve erdefehe’l-gaflete ve sekenehe’l-yemene; ve

haleka’r-rizka ve erdefehü’t-tàùne ve eskenehü’ş-şâme; ve haleka’l- fücûra ve erdefehü’d-dirheme ve eskenehü’l-ıraka.) (İnna’llàhe haleka erbaate eşyâin, ve erdefehâ erbaate eşyâin) “Cenâb-ı Hak dört şey yarattı, arkasından dört şeyi de onlara ekledi:

1. (Haleka’l-cedbe ve erdefehü’z-zühde ve eskenehü’l-hicâze) Kıtlığı yarattı, arkasından zühdü yarattı ve Hicaz’a bıraktı.” Onlar tînet itibariyle zahiddirler. Bizimki uydurma suretiyle, zoru zoruna. Onlar yaratılış itibariyle kanaatkâr. O çölde nasıl geçinir insan? Hayvanları bile öyle. Ot yok, bir şey yok ama geçiniyorlar öyle.

2. (Ve haleka’l-iffete ve erdefehe’l-gaflete ve sekenehe’l-yemene) “İffeti yarattı, gafleti ilâve etti ve Yemen’e bıraktı.

Gerek Yemen’de olsun, gerek bu Arabistan taraflarında olsun, hanımlar ehl-i iffet, namuslu, dindar olmadıkça erkeklerle evlenmezlermiş. Öyle önüne gelen beni istiyor, diye razı olmazlarmış. Bu iffetin demek cibilliyet itibariyle verilen eseri.

3. (Ve haleka’r-rizka ve erdefehü’t-tàùne ve eskenehü’ş-şâme) “Rızkı, bolluğu yarattı, yanına taunu kattı, Şam’a yerleştirdi.”

4. (Ve haleka’l-fücûra ve erdefehü’d-dirheme ve eskenehü’l- ıraka) Fıskı, fücuru yarattı, yanına parayı kattı, Irak’a yerleştirdi.


n. Cennette Esen Bir Rüzgâr


İbn-i Râhaveyh, Beyhakî, İbn-i Ebî Şeybe ve Ziyâü’l-Makdîsî, Ebû Zerri’l-Gıfârî RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:237


إِنَّ اللَّ عَزَّ وَجَلَّ خَلَقَ فِي الْجَنِّة رِيحاا، بَعْدَ الرِّيحِ بِسَبْعِ سِنِينَ، فَمِن




237 Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.364, no:6281; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.VII, s.264; Ebû Zerri’l-Gıfârî RA’dan.

405

دُونِهَا بَاب مُغْلَق ، وَإِ نَّمَا يَأْتِيكُمُ الرَّوْحُ مِنْ خِلَلِ ذٰلِكَ الْبَ ابِ، وَلَوْ فُتِحَ


ذٰلِكَ لأَذْرَتْ مَا بَيْنَ السَّمَ اءِ وَ الأَرْضِ ، وَ هِيَ عِنْدَ اللَِّّ الأَذْيَبُ، وَ


عِنْدَكُمُ الْجَنُوبُ (ابن راهويه، ش. والروياني، والخرائطي في مكارم

الأخلاق، ق. ض. عن ابي ذر)


RE. 88/5 (İnna’llàhe azze ve celle haleka fi’l-cenneti rîhan, ba’de’r-rîhi bi-seb’i sinîne, femin dûnihâ bâbün muğlakun, ve innemâ ye’tikümü’r-ravhu min hıleli zâlike’l-bâbi, velev fütiha zâlike leezret mâ beyne’s-semâi ve’l-ardı, ve hiye inda’llàhi’l- ezyebü, ve indekümü’l-cenûbü.)

(İnna’llàhe azze ve celle haleka fi’l-cenneti rîhan) “Allah azze ve celle cennette bir rüzgâr yarattı. (Ba’de’r-rîhi bi-seb’i sinîne femin dûnihâ bâbün muğlakun) Bu, bir kapısı olan yedi yıllık bir saha içine alınmıştır. (Ve innemâ ye’tikümü’r-ravhu min hıleli zâlike’l- bâbi) Size bazen tatlı rüzgârlar gelir. Bu, o kapının aralanmasından esen rüzgârdır. (Velev fütiha zâlike leezret mâ beyne’s-semâi ve’l-ardı) Eğer o kapı açılmış olsa, elbette gökle yer arasını doldururdu. (Ve hiye inda’llàhi’l-ezyebü) Allah indinde buna Ezyeb denir. (Ve indekümü’l-cenûbü) Sizin lisanınızda da Cenup rüzgârı denir.” Şimdi diyorlar ki rüzgârların tabiatı şöyledir, böyledir; Çeşitli şekillerde hasıl olur. Ama bu tabiata bu kudreti veren, Allah-u Teàlâ’nın kudretidir.


o. Allah Dünyaya Rahmet Nazarıyla Bakmaz


İbn-i Asâkir, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:238



238 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LX, s.103; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.214, no:6216; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.36, no:6823.

406

إِن اللَّ عَزَّ وَجَلَّ خَلَقَ الدُّنْيَ ا مُنْذُ خَلَقَهَا، فَلَمْ يَنْظُرْ إِلَيْهَ ا بَعْدُ، إِلَِّ


مَكَانَ الْمُتَ عَبِّدِينَ مِنْهَا، وَ لَيْ سَ بِنَاظِرٍ إِلَيْهَا إِلٰى يَوْمِ يُنْفَ خُ فِي الصُّورِ ،


وَيَأْذَنُ فِي هَ لاَكِهَا، مَقْتا ا بِهَا، وَلَمْ يُؤْثِرْهَا عَلَى الآخِرَةِ (كر. عن

أبي هريرة)


RE. 88/6 (İnna’llàhe azze ve celle haleka’d-dünyâ münzü

halekahâ, felem yenzur ileyhâ ba’dü, illâ mekâne’l-müteabbidîne minhâ, ve leyse bi-nâzırin ileyhâ ilâ yevmi yenfehu fi’s-sùri, ve ye’zenü fî helâkihâ, makten bihâ, ve lem yü’sirhâ ale’l-âhireti.) (İnna’llàhe azze ve celle haleka’d-dünyâ münzü halekahâ felem yenzur ileyhâ ba’dü) “Cenab-ı Hak şu dünyayı yarattı ama yarattığı günden beri ona rahmet nazarıyla bakmadı; (illâ mekâne’l-müteabbidîne minhâ) ancak ibadet ehlinin ibadet ettiği yerlere, ibadethanelere nazar etti.

Hatta yeryüzündeki halka bazen Cenab-ı Hak nazar edip de perişan etmek istediği zaman, abidlerin ibadetine bağışladı. Yani abidlerin ibadeti, kâinata rahmet oluyor. Onları camilerden mahrum etmek, ibadetten mahrum etmek kâinatın yıkımına sebep olur

(Ve leyse bi-nâzırin ileyhâ ilâ yevmi yenfehu fi’s-sùri) “Zâten sur üflenip kyamet kopuncaya kadar, yâni kıyamete kadar Allah- u Teàlâ dünyaya iltifat etmez. (Ve ye’zenü fî helâkihâ, makten bihâ, ve lem yü’sirhâ ale’l-âhireti) Dünyayı ahiret üzerine tercih etmediğinden, cezalandırma olarak dünyanın yok olmasına izin verir.”


ö. Hz. Adem AS’ın Yaratılışı


Deylemî, Abdullah ibn-i Mes’ud ve Selmân-ı Fârisî RA’dan rivayet etmiş.

407

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:239


إِن اللَّ عَزَّ وَجَلَّ خَمَّرَ طِينَةَ آدَمَ أَرْبَعِينَ يَوْماا وَ لَيْلَةا، ثُمَّ أَخَ ذَهَا بَعْدَهُ،


ثُمَّ قَالَ هٰكَذَا قَطْعُهَا بِيَدِهِ فَ خَرَجَ فِى يَمِينِهِ كُ لُّ نَ فْسٍ طَ يِّبَةا، وَخَرَجَ


فِى يَدِهِ الأُخْرَى، كُلُّ نَفْ سٍ خَبِيثَةا ،ٍ ثُمَّ شَبَّكَ بَيْنَ أَ صَابِعَهُ حَتَّى


خَلَطَهُمَا، فَ لِذٰلِكَ يُخْرِجُ الْحَ ىَّ مِنَ الْمَيِّتِ، وَالْ مُؤمِنُ منَ الْكَافِرِ، وَ


الْكَافرُ مِنَ الْمُؤْمِنِ (الديلمى عن ابن مسعود وسلمان)


RE. 88/7 (İnna’llàhe azze ve celle hammera tînete âdeme erbaine yevmen ve leyleten, sümme ehazehâ ba’dehû, sümme kàle hâkezâ kat’uhâ bi-yedihî, feharace fî yemînihî küllü nefsin tayyibeten, ve harace fî yedihi’l-uhrâ, küllü nefsin habîseten, sümme şebbeke beyne esàbiahû hattâ haletahümâ, felizâlike yuhricu’l-hayye mine’l-meyyiti, ve’l-mü’minü mine’l-kâfiri, ve’l- kâfiru mine’l-mü’min.) (İnna’llàhe azze ve celle hammera tînete âdeme erbaine yevmen ve leyleten) “Allah Azze ve Celle Hz. Adem’in çamurunu kırk gün, kırk gece yoğurdu. (Sümme ehazehâ ba’dehû, sümme kàle hâkezâ kat’uhâ bi-yedihî) Sonra aldı, eliyle ikiye kesti. (Feharace fî yemînihî küllü nefsin tayyibeten) Sağ tarafa iyiler, (ve harace fî yedihi’l-uhrâ, küllü nefsin habîseten) diğer eline habisler ayrıldı. (Sümme şebbeke beyne esàbiahû hattâ haletahümâ) Sonra tekrar yoğurdu. (Felizâlike yuhricu’l-hayye mine’l-meyyiti) Onun içindir ki ölüden diri çıkar, (ve’l-mü’minü mine’l-kâfiri) kâfirden mü’min çıkar, (ve’l-kâfiru mine’l-mü’min) mü’minden kâfir çıkar.”



239 Taberî, Tefsir, c.VI, s.307, no:6820; Abdullah ibn-i Mes’ud ve Selmân-ı Fârisî RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.50, no:6844.

408

p. İnsanoğlunun Aç Gözlülüğü


Ahmed ibn-i Hanbel ve Taberânî, Ebû Vâkıd RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:240


إِن اللََّّ عَزَّ وَجَلَّ قَ الَ: إِنَّا أنْزَلْنَا الْمَالَ لإِقَامِ الصَّلاةِ وإِيتَ اءِ الزَّكَاةِ ، وَ لَوْ


كانَ لِبْنِ آدَمَ وَادٍ لأَحَبَّ أنْ يَكُونَ لهُ ثَانٍ، وَلَوْ كَانَ لَ هُ وَ ادِيَانِ، لأَحَبَّ


أَنْ يَكُونَ لَهُ ثَالِث ، وَلَِ يَمْلُ جَوْفَ ابْنِ آدَمَ إِلَِّ التُّرَابُ، ثمَّ يَتُوبُ اللُّ




240 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.218, no:21956; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.III, s.248, no:3303; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.295, no:11507; Ebû Vâkıd RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.200, no:6165; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.80, no:6894.

409

عَلَى مَنْ تَابَ (حم. طب. عن أبي واقد)


RE. 88/8 (İnna’llàhe azze ve celle kàle: İnnâ enzelne’l-mâle leikàmi’s-salâti ve îtâi’z-zekâti, velev kâne le’bni âdeme vâdin leehabbe en yekûne lehû sânin, ve lev kâne lehû vâdiyâni, leehabbe en yekûne lehû sâlisün. ve lâ yemleü cevfe’bni âdeme ille’t-türâbü, sümme yetûbu’llàhu alâ men tâbe.) (İnna’llàhe azze ve celle kàle) “Aziz ve Celîl olen Allah-u Teàlâ buyurdu ki: (İnnâ enzelne’l-mâle leikàmi’s-salâti ve îtâi’z-zekâti) Biz malı insana ibadet için, namazını kılsın, zekâtını versin diye verdik. (Velev kâne le’bni âdeme vâdin leehabbe en yekûne lehû sânin) Bu Adem oğlu bir vadiye sahip olunca ister ki, ikincisine de sahip olsun. (Ve lev kâne lehû vâdiyâni, leehabbe en yekûne lehû sâlisün) İkincisine sahip olunca ister ki, üçüncüsüne de sahip olsun. (Ve lâ yemleü cevfe’bni âdeme ille’t-türâbü) Adem oğlunun karnını ancak toprak doldurur. (Sümme yetûbu’llàhu alâ men tâbe) Sonra tevbe edenlerin tevbesini Allah kabul eder.”


Cenâb-ı Hak, “Biz malı size verdik ki yiyesiniz, kuvvetle- nesiniz de bana kulluk edesiniz diye. Sefahat yerlerinde, kötülük yerlerinde, günah yerlerinde harcayasınız diye vermedik.” buyuruyor.

Cüneyd-i Bağdadi’ye sormuşlar, yedi yaşında çocukmuş. Şükür hakkında ne dersin demişler. Yedi yaşındaki çocuk demiş ki:

“—Şükür odur ki, Allah’ın verdiği nimetlerle beslenip de o Allah’a günah işlememektir!” Emirlerine isyan etmemek yani. Yiyorsak, yediğimiz onun verdiği nimet. Besleniyoruz, onun nimeti, her şey onun. Öyleyse ona kulluk vazifesini yapmamak büyük bir hatadır.

Bu iki noktadan geliyor. Birisi; kazançlar helâl olmazsa seni ibadete sevk etmez. İnsanı ibadete sevk eden lokmanın helâlliğidir. Lokmalara haram karıştı mıydı insanın dengesi bozulur.

Eğer bir insanın, bir dere dolusu malı olsun. Altın, gümüş,

410

neyse… Doymaz gözü insanın da, bir tane daha olsun der. İkincisini de ister. İki dere dolusu altını, gümüşü olsa, bu üç olsun ister. İnsanoğlunun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. Sonra, tevbekârların tevbesini Cenab-ı Hak kabul eder.


Şimdi bir ders yazmıştık beraber. Yemek yedirme, içirme dersi, selâm verme dersi… Uzun da oldu. Daha çoğu da var ama ekleyemedik onları da. Burada şimdi kendi kabahatimizi söyleyeyim. Yemek yedirme ve izzet ikram kalkmıştır bu zamanda… Ramazan gelecek de beyefendinin keyfi gelecek, bir davet yapacak.

Yâsin’de bir ayet var, orada gavurlar vermiyorlar, diyorlar ki:

“—Bizden ne istiyorsunuz ya hu? Allah’tan isteyin. Bize veren Allah size de verecek, bizden ne istiyorsunuz, Allah’tan isteyin!” Rızkı Allah böyle zembille verecek değil ki. İşte sana veriyor, bana veriyor. Sen de onu bakalım ne yapacaksın? Verecek misin,

411

vermeyecek misin? Ona göre mükafat alacaksın.

Onun için bu hırs oluyor yani insanda. Gözü doymuyor, daima çoğalsın istiyor. Ama yarın ahirete gideceksin, elde bir şey yok. Onun için insan kazandığından muhakkak bir miktarını infak etmeli, başkalarına ikram etmeli!

Zekât başka, zekât vazife… Şimdi biz farz namazlardan başka namazlar kılıyoruz. Sabahleyin meselâ İşrak kılıyoruz. Arkasından Duha kılıyoruz. Gece Evvabin kılıyoruz, yatarken yatma namazı kılıyoruz, gece de kalkıp Teheccüd namazı kılıyoruz. Niye kılıyoruz bunları? Sevap kazanalım, ahireti kazanalım diyerek kılıyoruz. Günahlarımız dökülsün, sevap kazanalım, derecemiz yüksek olsun diye kılıyoruz.

Maldan da öyle… Malımızdan da böyle bir miktar, zekâttan ayrı, fakirlere, ihtiyaç sahiplerine veriyoruz, eşe dosta ikramda bulunuyoruz. Farz oruçtan ayrı nafile oruçlar tutuyoruz. Neticede Allah’ın rızasını kazanalım, derecemiz yüksek olsun istiyoruz.

Nefs-i mütmainne’ye sahip olmayan insanlar, bunu yapamazlar. Nefisleri razı olmaz. Ne zaman onu yapmaya kadir olursa, o zaman nefsin üstünlüğü anlaşılır.


r. Gàzi Allah’ın Himayesi Altındadır


Taberânî, Ebû Mâlik el-Eş’arî RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:241


إِنَّ اللَّ تَعَالَى قَالَ : مَنْ اِنْتَدَبَ خَارِجاا فِي سَبِيلِي، غَ ازِيا ا اِ بْتِغَاءَ وَجْهِي،


وَتَصْدِيقا وَعْدِي، وَإِ يمَاناا بِرُسُلِي، فَهِيَ ضَ امِنا عَلَى اللِّ عَزَّ وَجَلَّ ؛ إِمَّ ا




241 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.III, s.282, No:3418; Ebû Mâlik el-Eş’arî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.309, no:10643; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.81, no:6897.

412

أَنْ يَتَوَفَّ اهُ فِي الْجَيْشِ بِأَيِّ حَ تْفٍ شَاء، فَيُدْخِلْ هُ الْجَنَّةَ؛ وَ إِ مَّا يُسْبِحَ فِي



ضِمَانِ اللِّ، وَإِ نْ طَالَتْ غَيْبَتَ هُ حَتَّى يَرُدَّهُ اللُّ إِ لٰى أَهْ لِهِ مَعَ مَالٍ، نَالَ مِنْ


أَجْرٍ وَ غَنِيمَةٍ (طب. عن أبي مالك الأشعري) .

RE. 88/9 (İnna’llàhe teàlâ kàle: Men intedebe haricen fî sebîlî, gàziyen ibtigàe vechî, ve tasdîkan va’dî, ve îmânen bi-rusulî, fehiye dàminen ale’llàhi azze ve celle; immâ en yeteveffâhü fi’l-ceyşi bi- eyyi hatfin şâe, ve yüdhilhü’l-cennete; ve immâ yüsbiha fî dımâni’llâhi, ve in tàlet gaybetehû hattâ yeruddehu’llàhu ilâ ehlihî mea mâlin, nâle min ecrin ve ganîmetin.) (İnna’llàhe teàlâ kàle) “Allah-u Teâlâ buyurdu ki: (Men intedebe haricen fî sebîlî, gàziyen ibtigàe vechî, ve tasdîkan va’dî,

413

ve îmânen bi-rusulî) Kim benim vaadimi tasdik eder, peygamberlerime inanır, benim rızamı gönülden isteyerek yolumda gazaya çıkarsa; (fehiye dàminen ale’llàhi azze ve celle) o kimse Aziz ve Celil olan Allah’ın himayesi altındadır.” (İmmâ en yeteveffâhü fi’l-ceyşi bi-eyyi hatfin şâe, ve yüdhilhü’l- cennete) “Ya onu askerin içinde dilediği bir ölümle öldürür ve onu cennete sokar. (Ve immâ yüsbiha fî dımâni’llâhi) Ya da onu Allah’ın himayesi altında dolaştırır. (Ve in tàlet gaybetehû hattâ yeruddehu’llàhu ilâ ehlihî mea mâlin,) Memleketinden ayrılığı ne kadar uzasa da, onu ehline malı olduğu halde ulaştırır. (Nâle min ecrin ve ganîmetin) Ecre ve ganîmete kavuşmuş halde ehline dönderir.”


s. Kadınlarda ve Erkeklerde Hayâ


Deylemî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:242


إِنَّ اللَّ تَعَالَى قَسَّمَ الْحَيَاءَ عَ شَرَةَ أَجْزَاءَ، فَجَعَ لَ فِي النِّسَ اءِ تِسْعَةا،


وَفِي الرِّجَالِ وَاحِداا، ولَوْلَِ ذٰلِكَ لَتَسَاقَطَنَّ تَحْتَ ذُكُورِكُمْ، كَمَا


تَسَاقَطُ الْبَهَائِمُ تَحْتَ ذُكُورِهَا (الديلمي عن ابن عمر)


RE. 89/1 (İnna’llàhe teàlâ kasseme’l-hayâe aşerete eczâe, feceale fi’n-nisâi tis’aten, ve fi’r-ricâli vâhiden, velevlâ zâlike letesâkatanne tahte zükûriküm, kemâ tesâkatü’l-behâimü tahte zükûrihâ.) (İnna’llàhe teàlâ kasseme’l-hayâe aşerete eczâe) “Allah-u Teàlâ

hayayı on parçaya ayırdı. (Feceale fi’n-nisâi tis’aten, ve fi’r-ricâli



242 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.175, no:655; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.127, no:5800; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.102, no:6927.

414

vâhiden) Dokuzunu kadınlara, birini erkeklere verdi. (Velevlâ zâlike) Böyle olmasaydı, (letesâkatanne tahte zükûriküm, kemâ tesâkatü’l-behâimü tahte zükûrihâ) hayvanlar erkeklerinin altına nasıl yatıyorlarsa, kadınlar da erkeklerin altına yatarlardı. Utanma bilmezlerdi.” Haya, on parça, on kısım; dokuzu hanımlarda, birisi erkeklerde... Eğer böyle olmasaydı da yarısı onlara, yarısı bize olsaydı, hayvanların nasıl o çiftleşme vakitlerinde nerede denk gelirse çiftleştikleri gibi, sizin haliniz de ona dönerdi. Hayvanlar nasıl ki sıkılmak bilmezler, siz de öyle olurdunuz.

Onlara hayânın dokuzunun verilmesi, onların iffetlerinin daha ziyade muhafazaya ihtiyaçları olduğu için, kendilerini korumaları içindir.

Peygamber SAS Efendimiz yine buyurmuşlar ki:243


اَلْحَيَاءُ وَ الإِيمَانِ فيِ قَرَنٍ، فَإِ ذَا سُلِبَ أَحَدُهُمَ ا تَبِعَهُ الآخَرُ

(هب. عن ابن عباس)


(El-hayâü ve’l-imani fî karnin) “İmanla haya bir karın kardeşidir. (Feizâ sülibe ehadühümâ tebiahü’l-âhir.) Birisi alınırsa, öbürü durmaz orada... O da çekilir. Arkadaşım, kardeşim gitti diye o da gider.” Onun için, imanın olmadığı yerde haya yoktur. Mesela Hristiyanlarda iman olmadığı için hayaları da yoktur. Kaç göç bilmezler. Niçin? İman yok. Eğer hayâ yoksa, hayânın bulunmadığı yerde iman da yoktur.

Şimdi bu husustaki dersler çok da, Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:244



243 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.174, no:8313; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. 244 Tirmizî, Sünen, c.VII, s.294, no:1932; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.133, no:7707; Ebû Hüreyre RA’dan.

415

اَلْحَيَاءُ مِنَ الإِْيمَانِ ، وَالإِْيمَانُ فِي الْجَنَّةِ (ه. عن ابي بكرة؛ ت. عن ابي هريرة)


(El-hayâu mine’l-îmân) “Hayâ imandandır. (Ve’l-îmânü fi’l- cenneh) İmanlının yeri de netice itibariyle cennettir.” Hepimizin bildiği şeydir. Yine buyrulmuş ki:245


اَلْحَيَاءُ زِينَة (الحكيم عن جابر)


(El-hayâü zinetün) “Hayâ ziynettir.” İnsanın bir ziyneti var. Allah-u Teàlâ’nın verdiği güzellik hepimizde ayrı ayrı... Allah bizi süslemiş. O kaşı, bıyığı, sakalı ne güzel yaratmış, insanların güzelliği için. Cildine de güzellik vermiş. O da süstür yani. Bazısı al, bazısı pembe, bazısı çeşit çeşit… O da güzellik.

Sonra kadına karşı bir meyil vermiş bize. Ona da erkeğe karşı bir meyil vermiş ki, evlensinler, yuva kurulsun. Çocuklar olsun, nesil devam etsin. Bunlar Cenab-ı Hakk’ın cilveleri, kullarına lütf u ihsanları, ikramları…

Bugün çok hoşuma giden bir şey gördüm. Cehennem gâvurlara va’d olunmuştur, ( uiddet li’l-kâfirin) diyor. Cennet de (uiddet li’l- müttakîn)’dir, mü’minlere va’d olunmuştur.

Cehennem hadd-i zatında, insanları cennete sevk etmek için bir kamçıdır diyor. Bir ata binersiniz, at gitmezse onu kamçılarsınız, sizi yolunuza götürsün diye. Cehennem, bizi cennete sevk edebilmek için Cenab-ı Hakk’ın yarattığı bir mahlûktur. Cehennemin korkusu bizi cennete sürükler. Cennet


İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.222, no:4174; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIII, s.10, no:5704; Ebû Bekre RA’dan. 245 Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usül, c.II, s.220; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.

416

müttakîlerin yurdudur. Müttaki kimdir? İman edenlerin hepsi müttakidir. Onun için, ehl-i iman toptan cennettedir inşâallah…


t. Üç Şey Mekruhtur


Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.544, no:1560; Abdürrezzak, Musannef, c.II, s.275, no:3343;

Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.38, no:43834; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.116, no:6944.


إِنَّ اللََّّ كَرِهَ لَكُمْ ثَ لاَثاا: اَللَّغْوَ عِندَ الْقُرْآنِ، وَ رَفْعَ الصَّوْتِ فِ ي الدُّعَ اءِ،

وَالتَّخَصُّرَ فِي الصَّلاَ ةِ (عب. عن معمر عن يحيى بن أبي كثير)


RE. 89/2 (İnna’llàhe kerihe leküm selâsen: El-lağve inde’l- kur’âni, ve rafea’s-savti fi’d-duài, ve’tehassura fi’s-salâti.) (İnna’llàhe kerihe leküm selâsen) “Allah-u Teàlâ şu üç şeyi mekruh kıldı: (El-lağve inde’l-kur’âni) Kur’an okurken konuşmayı, (ve rafea’s-savti fi’d-duài) yüksek sesle dua etmeyi, (ve’tehassura fi’s-salâti) namazda elleri böğrüne koymayı.” Üç şeyi Cenab-ı Hak kerih görür, hoş görmez.

1. Kur’an okunurken konuşmak mekruhtur. Kuran okunurken konuşanları Allah sevmez.

2. Dua ederken, yalvarırken bağırmayı da Allah sevmez.

Biz mü’miniz. En güzel ibadetimiz namazdır. Namazın arkasından bir dua ederiz. Hiç bağırır mıyız? Boynumuzu bükeriz. İltica ederiz. Bazen dudaklarımız bile oynamaz. İçimizden ne diyeceksek deriz. Bunları Cenab-ı Hak duymuyor mu? Duyuyor. Onun için bağırmayı, sesini çıkarıp duyurmayı sevmez Cenab-ı Hak… Ama biz de Cuma günleri yapmaya başladık bu işi. Birkaç dua okuyuveriyoruz. Tabii bunların hepsini cemaatin hepsinin bilmesi mümkün değil. Onun için dua ederken, onlar da duysunlar da amin desinler diyerek sesimizi yükseltiyoruz.

3. Namazda ellerini böğrüne koymayı da Allah sevmez.

417

Ellerimizi şöyle tutarız ya göbeğimizin altında. Bazen de böyle yanlarına alan olurmuş. O ilk devrin insanları namaz kılmaya daha henüz alışamadığı, öğrenemediği için böyle bazı çalım yapanlar da olurmuş. Efendimiz, bunu Allah sevmez, yapmayın demiştir.


u. Allah-u Teàlâ’nın Sevmediği Şeyler


Taberânî, Ammâr ibn-i Yâsir ve Muğîre ibn-i Şu’be’den, Ma’kıl ibn-i Yesâr’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:246


إِنَّ اللَّ عَزَّ وَجَلَّ كَرِهَ لَكُمْ: قِيلَ وَقَالَ، وَكَثْرَةَ السُّؤَالِ ، وَإِضَاعَةَ الْمَالِ،


وَمَنْعَ وَهَاتِ، وَوَأْدَ الْبَنَاتِ ، وَعُقُوقَ الأُْمَّهَاتِ (طب. عن عمار بن ياسر والمغيرة بن شعبة معاا؛ طب. عن معقل بن يسار)


RE. 89/3 (İnna’llàhe azze ve celle kerihe leküm: Kîle ve kàle, ve kesretü’s-suàli, ve idàate’l-mâli, ve men’a vehâti, ve ve’de’l-benâti, vu ukùka’l-ümmehâti.)

(İnna’llàhe azze ve celle kerihe leküm) “Allah azze ve celle sizin için şu şeyleri kerih gördü: (Kîle ve kàle) Dedikodu, (ve kesretü’s- suàli) çok soru sormak, (ve idàate’l-mâli) mal telef etmek, (ve men’a vehâti) müracaatı reddetmek, (ve ve’de’l-benâti) kızları diri diri gömmek, (ve ukùka’l-ümmehâti) anaya asi olmak.”




246 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.384, no:901; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.156, no:1090; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.391, no:716; Ammâr ibn-i Yâsir ve Muğîre ibn-i Şûbe RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.224, no:522; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.391, no:714; Ma’kıl ibn-i Yesâr RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.86, no:44028; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.118, no:6949.

418

1. (Kîle ve kàle) Allah-u Celle ve A’lâ dedikoduyu sevmiyor. Filan şöyle dedi, filan böyle dedi. Bunu Allah sevmiyor. İbret alınması lazım gelen bir vak’a olursa, bunu söylemekte beis yoktur.

2. (Ve kesretü’s-suàli) Çok soru sormayı da Allah sevmiyor. Bu iki manaya gelir. Bir istemek var, dilencilerin istediği gibi; bir de meseleyi sormak var. Mütemadiyen sorular sorulur: “—Eviniz nasıl, sizin mi? Çocukları evlendirmediniz mi, nasıllar, geçiniyorlar mı?” Bu tür sualler hoş değildir.


3. (Ve idàate’l-mâli) Malın ziyan edilmesini de Allah hoş görmez. Mal ne zaman zayi olur? Malı keyfi bir surette, insanın ihtiyacından fazla harcamak, zayiattandır. Yani miktar-ı … … yiyeceksin, giyineceksin, evin… ona göre … hazırlayacaksın. İhtiyaç nisbetinde. İhtiyaçtan fazlası yasaktır. Allah hoş görmez.

Meselâ, Dâvud-i Tâî Hazretleri’ni okumuştum dün. Kuru ekmek yiyormuş. Kuru ekmek yerken de onu ufalayıp bir bulamaç haline getirip, öyle yiyormuş. Demişler:

“—Niçin yapıyorsun bunu?” demişler.

“—Nefsim bir şey istedi, yasaklı şey istedi, günahlı şey istedi, hoş olmayan şey istedi. Onu ona vermemek için ceza verdim. Kaç sene tuza banmayacağım!” demiş.

Nasıl ki mahkemeler ceza veriyor insanlara, insanlar da kendi kendilerine böyle ceza veriyorlar. Hakkın hoş görmediğ şeyleri yaptığı taktirde. Kaç sene kuru ekmek yiyor, tuzsuz.

Tabii insanın bir yemeğe ihtiyacı var, sıhhate ihtiyacı var. Bu yemek ihtiyacının dışında fazla yiyor. Bu çok yiyiş zayiattandır. Allah sorar.

Peygamber SAS Efendimiz her şeye hakim, malik iken nasıl yiyordu yemeği? Günde bir öyün yemek yiyordu. Hele bu kısa günlerde üç öyün yemek çok fazla… Bu kısa günleri Allah bize rahmet olarak vermiş, orucu kolay tutsunlar diyerekten.

Sigaralara verilen paralar, günahlara harcanan paralar, fuzuli masraflar hep mal zayiatıdır.

419

Geçen dersimizde fazla saltanat yapılmaması için bir şey söylemişiz, kardeşlerimizden birisi gitmiş evine. Evde ne varsa bu fazlaya ait, almış hepsini götürmüş, “Oğlum al bunları, istemem ben evde!” demiş. Demek ki Cenab-ı Allah’ın rızasını düşünen bir adam… Fuzuli eşya hem masraftır, hem insanlara şöhret verir, gurur verir, bir şeyler verir.

Eş’arî denilen bir kabile var. Peygamber SAS onlar hakkında:

“—Onlar bendendir, ben de onları severim!” buyuruyor.

Sormuşlar:

“—Yâ Rasûlallah, niçin seviyorsun bunları?” Çünkü onlar gerek mahalle, gerek memleketlerindeki darlık zamanlarında erzaklarının bir kısmını, erzakı bitenlere verirlermiş. Erzakı biten haber verirmiş komşularına:

“—Bizim erzakımız kalmadı.” diye.

Hemen herkes nesi varsa getirir, dökermiş ortaya… Onları komşulara, olana olmayana taksim ederlermiş.

Memleketin bugünkü haline bakalım, bugün bu kıyamet

neden kopuyor? Neden oluyor bu felâketler? Bu felaketleri doğuranlar fukaraya hakkını vermeyenlendir. Allah cümlemizi nevm-i gafletten ikaz eylesin…


İnsanların kendinden gayri diğer insanları da düşünmesi, hem Müslümanlığın iktizası, hem de insanlığın iktizası. Çünkü Müslümanlar bir vücut gibidir. Bir insanın vücudu neyse, bütün Müslümanlar da öyledir.

Farz edelim ki yemek yiyoruz. Taksim oluyor içeride, bütün azamıza dağılıyor. Kolumuza gelmiyor. Taksimat yolu kapandı. Kolumuz ne olur? Felç olur. Ayağımıza taksimat gitmiyorsa, ayağımız felç olur. Sebebi? Taksimat yok içeride. Bozulmuş taksim noktası… Bundan dolayı adamın ayağı yürümüyor, eli hareket etmiyor, iş yapamıyor. Sebebi? Makinenin bozukluğu.

4. (Ve men’a vehâti) Müracaatı reddetmek de Cenab-ı Hakk’ın kerih gördüğü şeylerden birisi.

5. (Ve ve’de’l-benâti) Kızları diri diri gömmek de Allah’ın razı

420

olmadığı bir şey… Eski zamanlarda kız çocuklarını, yük olmasınlar bize diyerekten gömerlermiş, öldürürlermiş. Kız çocuğu büyüyünce kocaya verilecek. Kız çocuğunu başkasına vermek ağır gelirmiş. Onları hemen topraklara gömerlermiş, diri diri…

6. (Ve ukùka’l-ümmehâti) Anaya-babaya asi olmak da Cenâb-ı Hakk’ın sevmediği şeylerden birisi. Allah, Kur’an-ı Kerim’de, “Onlara öf bile demeyin!” buyuruyoır.

Ana babanın intizarı, çok fenadır. İnsanın mahvına sebep olur. Hayır duaları da çok insanları ihya eder.

Meselâ, Buhari Hz. çok hoşuma gider, çocukmuş, oynuyormuş. Oynarken çocuğun birisi bir taş atmış, gözü çıkmış. Annesi gelmiş bakmış ki oğlunun gözü akıyor, kör olacak. Demiş ki:

“—Ya Rab! Ben kör evladı ne yapayım? Ben bu evlattan hayır bekliyorum. Gözü bunun sakat olmuş. Bunun gözünü senden isterim!” demiş.

Cenab-ı Hak da duasını kabul etmiş. Gözü iyileşmiş.


Çok misaller var. Mesela kardeşler varmış böyle birbirleriyle samimi kardeş olmuşlar. Bir gün bakmış ki, yok kardeşi.

“—Ne oldu bizim kardeş?” demiş.

“—Senin kardeş bundan sonra yolunu değiştirdi artık, kötü yollara gitti.” demişler.

Gitmiş, aramış, bulmuş. Bakmış ki bir kötü bir evde… Gitmiş sarılmış ona: “—Ah benim kardeşim, sen nerelerde kaldın, ben seni arıyorum!” demiş:

“—Ben artık başka fikirdeyim…” “—Yok! Ben seni bırakmam.” demiş. “Seninle bu kadar kardeşlik yaptık!” falan diyerek, onu almış getirmiş. Yani o günahkâr diye onu terk etmemiş. Ona şefkat, merhamet göstererekten yine onu eski haline çevirmiş.

Bunlar insanlıktaki büyüklükler. Allah onları cümlemize nasib etsin…

421

Şükür dersinde hoşuma gitti. Bütün azaların şükrünü yazıyor da, “Gözün şükrü kardeşlerinin kusurunu görmemektir.” diyor.

Bazı adamlar tıynet itibariyle kusurludur. Konuşmasında, yürüyüşünde, harekâtında şu şu kusurları vardır. Kusursuz insan olur mu canım?

Gözün şükrü, kardeşinin hatasını görmemesidir. Kulağın şükrü, kardeşlerinin hakaretini duymamaktır. Gel de şimdi işin içinden çık!


v. Her Hastalığın Şifası Vardır


İbnü’s-Sünnî, Ebû Nuaym, Taberânî ve Hàkim, Ebû Saîd el- Hudrî RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:247



247 Hàkim, Müstedrek, c.IV. s.445, no:8220; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.75, no:2534; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.360, no:23884; Ukaylî, Duafâ, c.IV, s.29, no:797; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

422

إنا اللّ تَعَالٰى لَمْ يُنْزِلْ دَاءا، إِ لَِّ أنْزَلَ لهُ دَواءا؛ عَلِمَهُ مَنْ عَ لِمَهُ، وجَهِلهُ


مَنْ جَهِلَهُ، إلِا السَّامَ، وَهُوَ الْ مَوْتُ (ابن السنى، وأبو نعيم، طب. ك. عن أبى سعيد)


RE. 89/4 (İnna’llàhe teàlâ lem yünzil dâen, illâ enzele lehû devâen; alimehû men alimehû, ve cehilehû men cehilehû, ille’s- sâme, ve hüve’l-mevt.) (İnna’llàhe teàlâ) “Hiç şüphe yok ki Allah-u Teàlâ Hazretleri, (lem yenzil dâen, illâ enzele lehû devâen) bir hastalık indirmişse, mutlaka o hastalığa bir de deva indirmiştir.” Her hastalığa, bir deva, bir şifa, bir çare indirmiştir. Devasını indirmediği hastalık yoktur. (Alimehû men alimehû) “Bu devayı, bu şifayı bilen bildi; (cehilehû men cehilehû) bilmeyen bilmedi.” Tabii her kul her hastalığın şifasını bilecek değil. Bilen bildi, bilmeyen bilmedi. (İlle’s-sâm) “Sâm hariç.” Sâm ne demek? (Ve hüve’l-mevt) “O da ölümdür. Ölümün çaresi yok.” Bugün bilemediğimiz devalar, cehlimizin iktizasıdır. Onun devası yok değil. Devası var da cehlimiz iktizası onun devasını bulamıyoruz. Allah yaratmıştır onu.


Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri bir gün gece yatmış, uyumak istemiş, uyuyamamış. Kalkayım demiş. Kalkmış, bakmış tesbih de çekemiyor. İç rahatsızlığı geliyor, ateş basıyor, sıkılıyor. Oturayım demiş, olmamış.

Çıkayım da şöyle bir dolaşayım bari demiş. Çıkmış bakmış ki kapısının önünde bir adam, eski bir abaya bürünmüş bekliyor.


Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.443, no:4236; Hàkim, Müstedrek, c.IV. s.441, no:8205; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIII, s.427, no:6062; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.IX, s.343, no:19344; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IX, s.113, no:5183; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VII, s.121, no:7036; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.5, no:28079; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.162, no:7032.

423

“—Selâmün alyeküm!” demiş.

“—Ve aleyküm selam! Ne var, hayrola?”

“—Mukallibe’l-kulûb olan Allah’a yalvardım ki, şu Cüneyd’i çıkar karşıma da sorgum var ona soracağım!” demiş.

Şimdi gece vakti, Cüneyd uykuda… Allah mukallibe’l-kulûb ya. Namaza durmuş. olmamış; tesbihe durmuş, olmamış; dışarıya çıkmaya mecbur kalmış. Maksat o adamla karşılaşmak…

“—Nedir derdin?” demiş.

“— Nefsin hastalığı, nefse ne zaman ilaç olur?” diye sormuş. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri:

“—Nefsin, hevasına karşı çıktığında, hastalığı kendine ilaç olur.” diye cevap vermiş.

Adam kendi kendine şöyle konuşmuş:

“— İşit ey nefis, ben bunu sana tam yedi kere söyledim, ama sen Cüneyd’in ağzından duymadıkça kabul etmedin!” demiş ve dönüp gitmiş


Bu kadar yetsin inşallah…

Şimdi beraber bir salât ü selâm okuyalım:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…

El-fâtihah!


22. 08. 1976 - İskenderpaşa Camii

424
12. ALLAH’IN SEVDİĞİ ŞEYLER