02. ALLAH’IN KULUNA YÖNELMESİ
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
إِذَا قَاءَ أَحَدُكُمْ فِى صَلاَتِهِ أَوْ قَلَسَ أَوْ رَعَفَ، فَلْيَنْصَرِفْ فَلْيَتَوَضَّأْ، ثُمَّ
لِيَبْنِ عَلَى مَا مَضَى مِنْ صَلاَتِهِ، مَا لَمْ يَتَكَلَّمْ (ض. ق. والديلمي، و ابن النجار عن عائشة)
RE. 56/1 (İzâ kàe ehadüküm fî salâtihî ev kalese ev raafe, felyensarif felyetevadda’, sümme liyebni alâ mâ madà min salâtihî, mâ lem yetekellem.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Beraber bir salevât-ı şerife okuyalım:
“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)
Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…
a. Namazda Burun Kanaması
Ziyâü’l-Makdisî, Beyhakî, Deylemî ve İbnü’n-Neccâr, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:27
إِذَا قَاءَ أَحَدُكُمْ فِى صَلاَتِهِ أَوْ قَلَسَ أَوْ رَعَفَ، فَلْيَنْصَرِفْ فَلْيَتَوَضَّأْ، ثُمَّ
لِيَبْنِ عَلَى مَا مَضَى مِنْ صَلاَتِهِ، مَا لَمْ يَتَكَلَّمْ (ض. ق. والديلمي، و ابن النجار عن عائشة)
RE. 56/1 (İzâ kàe ehadüküm fî salâtihî ev kalese ev raafe, felyensarif felyetevadda’, sümme liyebni alâ mâ madà min salâtihî, mâ lem yetekellem.) (İzâ kàe ehadüküm fî salâtihî) “Sizden biri namazda iken kusarsa, (ev kalese ev raafe) veya burnu kanarsa: (felyensarif felyetevadda’) namazdan hemen ayrılsın ve abdest alsın; (sümme liyebni alâ mâ madà min salâtihî, mâ lem yetekellem) sonra, arada konuşmamışsa namazını kıldığının üzerine tamamlasın.” Bunlar nadirattan olan meseleler ise de bilinmesi faydadan hàlî değildir. Namaz kılarken insanın istifrâ edeceği gelir, burnu kanar yahut bir yarası olur da kanı akar, abdesti bozulur. Bu abdesti bozulan insan namazdan çıkar, fakat namazı gene namazdır ve namazdadır. Hiç kimse ile konuşmadan gider abdest alır, namazına devam eder.
Bizim camilerimizin abdest alma yerleri var. Hele Bursa Camilerinin içlerindedir şadırvanlar… Öyle bir hal olduğu vakitte dışarıya çıksın, abdestini alsın, namazını eda etsin!
Gider, abdestini tazeler, gelir. Meselâ üç rekât kılmıştı, bir rekât kalmıştı. Bir rekât daha kılar, namazı tamam olur. Konuşmamak şartıyla… Dışarıya gidip gelinceye kadar kimse ile konuşmayacak.
Mesâil-i dîniyye… Az görülen bir şeydir ama hatırda kalması iyidir.
27 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.321, no:5429; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.255, no:3198; Dâra Kutnî, Sünen, c.I, s.153, no:11; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.I, s.306, no:1210; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.I, s.297; Hz. Aişe RA’dan.
İki şeyi bize hatırlatıyor:
1. Zamanı kaybetmemek. Tekrar yeniden kılabiliriz, fakat zaman kaybolur. O zamanı kaybetmemek için bir rekât kılmanın kâfi olduğunu SAS Efendimiz ifade buyurmuşlar.
Binaen aleyh, namazda vakit kaybına bu kadar dikkat edilirse, diğer zayiatlarımızı siz hesab edin! Meselâ, televizyonun karşısına geçeriz, bir saat, iki saat, belki üç saat… Uykumuz da gelmiştir ama, saatlerimizi orada nasıl öldürürüz, bilmem artık.
İnsanın en kıymetli varlığı ömrüdür. Ömür de zamana bağlıdır. Nefesler sayılıdır, nefes bitince ömür de biter. Bunun telâfisi de mümkün değildir.
Bazı zâyiatlar vardır, Allah esirgesin, hareketler oluyor, evler yıkılıyor. İnsanlar mallarını zayi ediyorlar. Vapurlar batıyor, mallar gidiyor, şu oluyor, bu oluyor. Fakat telâfisi yine mümkün… Sonradan yine kazanılabiliyor. Fakat ömrün telâfisi mümkün değil. Onun için ömrü boşa harcamamayı Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin…
Ömrün kaybına çok acıyalım! Ömrü kaybetmemek için her fırsattan istifade etmenin çaresini arayalım!
Boş şeylerle vakit geçirmek hiç de caiz değil… Bütün dünya bu telaşın içerisinde… Allah kendisinin razı olacağı kulları arasına hepimizi kabul etsin de, vakitlerimizi zayi etmeden bütün vakitlerimizi rızâullaha harcayan kullarından etsin…
b. Müslüman Kardeşine Merhaba Demek
Hatib-i Bağdadi, Enes ibn-i Malik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:28
إِذَا قَالَ الرَّجُلُ لأَخِيهِ الْمُسْلِ مِ: مَرْحَباا بِكَ! قَالَتِ لْمَ لاَئِكَ ةُ: مَرْحَباا
بِكَ! وَإِذَا قَالَ لأخيه: لَِ مَرْحَباا بِكَ، قَالَتِ الْمَ لاَئِكَةُ: لَِ مَرْحَباا بِكَ!
28 Hatib-i Bağdadi, el-Müttefik ve’l-Müfterik, c.II, s.151, no:317; Enes ibn-i Malik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.38, no:24825; Camiü’l-Ehàdis, c.III, s.390, no:2427.
إِنَّ الْعَبْدَ لَيَقْطَبُ فِي وَجْ هِ أَخِ يهِ، فَتَلْ عَنُهُ الْ مَلاَئِكَةُ (خط. عن أنس و
فيه مجاشع بن عمر وأبو يوسف)
RE. 56/2 (İzâ kàle’r-racülü li-ahîhi’l-müslimi: Merhaban bike! Kàleti’l-melâiketü: Merhaban bike! Ve izâ kàle li-ahîhi: Lâ merhaban bike! Kàleti’l-melâiketü: Lâ merhaban bike! İnne’l-abde leyaktabü fî vechi ahîhi, fetel’anühû’l-melâiketü.) (İzâ kàle’r-racülü li-ahîhi’l-müslimi) “Bir adam müslüman kardeşine, (Merhaban bike!) ‘Sana merhaba!’ derse, (kàleti’l- melâiketü) melekler de ona, (Merhaban bike!) ‘Sana da merhaba!’ derler.” (Ve izâ kàle li-ahîhi) “Eğer kardeşine, (Lâ merhaban bike!) ‘Sana merhaba yok!’ derse, (kàleti’l-melâiketü) melekler de kendisine: (Lâ merhaban bike!) “Sana da merhaba yok” derler.
(İnne’l-abde leyaktabü fî vechi ahîhi) “Hiç şüphe yok ki, kul, mü’min kardeşinin yüzüne karşı abûs bir çehre takınırsa, (fetel’anühû’l-melâiketü) melekler ona lânet ederler.”
Araplar bunu çok söylerler. Köylerde de çok söylenir, her gelen birbirine merhaba der. Bunu demek çok faydalı bir şeydir:
Merhaba; “Rahat ol, emin ol, korkma; benden sana bir zarar gelmez!” demektir. O da ona:
“—Merhaba, benden de sana bir zarar gelmez!” der. Melekler de derler ki:
“—Sana da merhaba olsun, bizim tarafımızdan…” Eğer kardeşine merhaba demezse, melekler de derler ki, “Sana da merhaba yok! Madem ki kardeşine merhaba demiyorsun, bizden de sana merhaba yok!” Bir kulun asık bir suratla kardeşine bakışı… Hepimiz kardeşiz ya… Kardeşinin yüzüne abus bir suratla bakışından dolayı meleklerin lânetine müstehak olur. Ne kadar acı bir şey!
Hem tatlı, hem acı… İnsanların birbirlerine sevgi ve saygı göstermelerinin lüzumudur bu… Kabahatli ise, senin kabahatin ondan daha çok… Af çok büyük bir devlettir. Kusurlu ise affet! Senin de kusurların var… Sen affedersen, Allah da senin kusurlarını affeder. Onun için, suratsız olmamalı! Maazallah…
Bazı adamlar tînet itibariyle nedense suratı asık olur. Hele bir de yüksek mevkiye geçtiyse, onun suratının asıklığı çok fenadır.
Allah kusurlarımızı affetsin… Bizi güleryüzlülükten ayırmasın…
c. Tevbede Kararlı Olmak
Deylemî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:29
إِذَا قَالَ الْعَبْدُ: أَسْتَغْفِرُ اللَّ وَ أَتُوبُ ِإلَيْ هِ؛ فَ قَالَهَا ثُمَّ عَ ادَ، ثُ مَّ قَالَهَا ثُمَّ
عَادَ،كَتَبَ هُ للُّ فِي الرَّابِعةِ مِنَ الْكَذَّابِينَ (الديلمي عن أبي هريرة).
RE. 56/3 (İzâ kàle’l-abdü: Estağfiru’llàhe ve etûbü ileyh; fekàlehâ sümme àde, ketebehu’llàhu fi’r-rabiati mine’l-kezzâbîn.) (İzâ kàle’l-abdü: Estağfiru’llàhe ve etûbü ileyh) “Bir kul istiğfar ederse; ‘Ben Allah’tan bağışlanmamı istiyorum, yaptığım günahtan dönüyorum.’ derse…” Peygamber SAS Efendimiz, “Ben günde yetmiş defa istiğfar ederim!” diyor. Siz de deyin!
“—Ne kadar?” “—Yüz kere…” Her müslüman günde yüz kere, (Estağfiru’llàh…
Estağfiru’llàh… Estağfiru’llàh…) “Yâ Rabbi, ben senden mağfiret taleb ederim… Yâ Rabbi, ben senden mağfiret taleb ederim… Yâ Rabbi, ben senden mağfiret taleb ederim…Beni affeyle…” desin!
Arkasından, (Estağfiru’llàhe’llezî lâ ilâhe illâ hû, el-hayye’l- kayyûme ve etûbü ileyh)’i ilâve ederse daha iyi,
“(Estağfiru’llàh, ve etûbü ileyh) derse, (fekàlehâ sümme àde) bunu dedikten sonra yine kabahat yaparsa…” Kabahati tekrarladı. Bir günah işlemişti, günahına tevbe etti, pişman oldu, fakat nefis ona yine o günahı işletti. (Sümme kàlehâ estağfiru’llàh) Sonra istiğfar etti, (sümme àde) Sonra tekrar aynı
29 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.287, no:1125; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.228, no:10290; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.396, no:2440.
günahı işledi.”
(Ketebehu’llàhu fi’r-râbiati mine’l-kezzâbîn) “Dördüncüsünde, bu yalancılar arasına yazılır. ‘Sen demek ki yalancısın, tevbende durmuyorsun!’ diye.”
Buna muhaddisler demişler ki: İnsanlar iki kısımdır: Bir, zaif olanlar. İki, kavî olanlar.
Zaif olanlar, azimlerinde duramıyorlar. Artık yapmayacağım diyor ama, zaafiyeti dolayısıyla yine yapıyor. Bu tekrarı yapmamak büyüklük alâmetidir.
Israr diyorlar, günaha devam etmek… Sigara içiyor, içki içiyor, Sonra pişman oluyor, tevbe ediyor. Tevbe edenler, hatalarında ısrar etmiş sayılmaz. Çünkü her kabahatin arkasından tevbe ediyor.
Ufak günahlarda böyle olduğu gibi, istiğfarla da günahlar büyük olmaz.
d. Tesbih ve Tahmidin Önemi
Deylemî. Ebü’d-Derdâ RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:30
إِذَا قَالَ الْعَبْدُ: سُبْحَانَ اللِّ! قَالَ اللُّ : صَدَقَ عَبْدِي، سُبْ حَانِي وَ
بِحَمْدِي، لَِ يَنْبَغِي التَّسْبِيحُ إِلَِّ لِي (الديلمي عن أبي الدرداء)
RE. 56/4 (İzâ kàle’l-abdü: Sübhàna’llàh! Kàle’llàhu: Sadaka abdî, sübhànî ve bi-hamdî, lâ yenbaği’t-tesbîhu illâ lî.) (İzâ kàle’l-abdü: Sübhàna’llàh) “Kul ‘Sübhàna’llàh’ dediği
zaman, (Kàle’llàhu: Sadaka abdî) Allah-u Teàlâ buyurur ki: ‘Benim kulum doğru söyledi. (Sübhànî ve bi-hamdî) Ben tesbih olunan, hatalardan, kusurlardan münezzeh olan bir Allahım! Hamd bana yakışır, tesbih de bana yakışır. (Lâ yenbaği’t-tesbîhu illâ lî) Benden başkasına hamd ve tesbih edilmez.’ buyurur.
Onun için, biz ne kadar çok tesbih edersek, ne kadar çok
30 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.466, no:2026; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.396, no:2443.
tahmid edersek, sevabımız o kadar çok olur. Hiç olmazsa namazlarımızın arkasından 33 defa Sübhàna’llàh, 33 defa El- hamdü li’llâh, 33 defa da Allàhu ekber diyoruz ama diğer zamanlarımızda da bunları yine dilimizden eksik etmemeliyiz. Yalnız namazların arkasına bırakmamamız lâzım!
Tesbihlerimiz, tahmidlerimiz ne kadar çok olursa, sevaplarımız da o nisbette çok olur. Sevaplarımızın nisbetinde de ahiretteki mükâfatımız o derecede yüksek olur.
e. Lâ İlâhe İlla’llàh’ın Tesiri
Deylemî. Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:31
إِذَا قَالَ الْعَبْدُ الْمُسْلِمُ: لَِ إِلَهَ إِلَِّ اللُّ؛ خُرِقَتِ السَّمَاوَاتُ، حَتَّى تَ قِفَ
بَيْنَ يَديِ اللِّ، فَيَقُولُ : اُسْكُنِ ي! فَيَقُولُ: كَيْفَ أَسْكُنُ وَ لَمْ يَغْ فِرْ لِ قَائِلِي؟
فَيَقُولُ: مَا أَجْرَيْتُكَ عَ لٰى لِسَ انِهِ، إِلَِّ وَقَدْ غَفَرْتُ لَهُ (الديلمي عن أنس)
RE. 56/5 (İzâ kàle’l-abdü’l-müslimü: Lâ ilâhe illa’llàhu; hurikatü’s-semâvâtü, hattâ takıfe beyne yedeyi’llâhi, feyekùlü: Üskünî! Feyekùlü: Keyfe üskünü velem yağfir li-kàilî? Feyekùlü: Mâ ecreytüke alâ lisânihî, illâ vekad gafertü lehû.) (İzâ kàle’l-abdü’l-müslimü: Lâ ilâhe illa’llàhu) “Bir müslüman kul diyor ki: Lâ ilâhe illa’llàh…” Bu büyük bir kelimedir. (Hurikatü’s-semâvâtü) Bu kelime ağzımızdan çıkınca göklere gider. Bunun önüne geçilmez, yarar gider. (Hattâ takıfe beyne yedeyi’llâhi) Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda durur. Ama bir heyecan ve titreme ile… (Feyekùlü: Üskünî!) Cenâb-ı Hak ona, “Sakin ol!” diye buyurur.” (Feyekùlü: Keyfe üskünü velem yağfir li-kàilî?) Bunun üzerine
31 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.285, no:1119; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.48, no:135; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.396, no:2442.
o kelime-i tevhid: Nasıl sakin olayım, beni diyen zat affolmadı ki!” diyerek özür beyan ediyor Cenâb-ı Hakk’a…
(Feyekùlü) Cenâb-ı Hak da ona buyurur ki: (Mâ ecreytüke alâ lisânihî, illâ vekad gafertü lehû) “Bu kelime-i tayyibe kimin ağzından çıkarsa, ben onu mağfiret ederim.” Onun için, dilimizi buna alıştırmalı, hiç olmazsa günde en az yüz kere, (Lâ ilâhe illa’llàh) demeli! Sabahleyin, akşamleyin, yatmadan evvel bunu çekmeli!
Acele çekme ile, ağır ağır çekme arasında fark vardır. Maksad olan ağır ağır, düşüne düşüne söylemeli!
“—Ben huzur-u Rabbi’l-àlemîn’deyim, onu tevhid ediyorum diye düşünmek lâzım!
Onun için diyorlar ki:
“—Peygamberler Allah’ın varlığını bildirmek için bize gelmediler. Bu kadar peygamber geldi, yirmi dört bin peygamber geldi; bize, ‘Allah vardır, bilin!’ diye gelmediler…” Niçin? Herkesin aklı Allah’ı bilmeye kâfidir. Varlığın sahibi Allah’tır. Nereden anlayacak? Koskoca alem, elbette bir icad edicisi var… Şu ufacık eşya kendiliğinden olmuyor, bir yapanı oluyor da, şu koskoca, akıllarımızın eremediği kadar genişlikteki alem kendi kendine olsun olur mu? Elbette olmaz!
Demek ki bunu yaratan Allah’tır. Şu ufacık aklımız bunu idrake kâfidir. Bazı münkirler var, Allah’ı inkâr ederler, onların mutlaka aklı yoktur. Yahut aklı donmuştur. Dinsiz olan kimler varsa, aklı yoktur, delidir onlar.
Delinin kırk çeşidi var diyorlar, bir çeşidi de bu Allah’sızlardır. Düşünmekten mahrum, kafası, zekâsı işlemeyen zavallılardır. Yoksa insan düşününce Allah’ı bulur.
Allah’ı tanıtmak için gelmemiş peygamberler, tevhid için, Allah’ın bir olduğunu anlatmak için gelm gelmişlerdir. Yâni, Allah birdir, onu tevhid edeceğiz.
Onun için çok dikkat edip, hiç olmazsa her gün yüz kere, diyebilirse bin kere (Lâ ilâhe illa’llàh) demeli!
Bunun fadàili çok büyüktür. Niçin? Dayancın Allah, istediğin kadar Allah’a dayan! Allah’a dayandığın kadar, işinde kuvvetli olursun.
Onun için, dinsizlerin dayancı yoktur. Dinsiz çabuk yıkılır. Ne kadar büyürse büyüsün, o büyüklüğü onu yıkılmasının alâmetidir, yıkılacaktır.
f. Kardeşine Düşmanımsın Demek
Harâitî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:32
إِذَا قَالَ الرَّجُلُ لأَِخِيهِ: أَنْتَ لِ ي عَدُوٌّ! فَقَدْ بَاءَ أَحَدُهُمَا بِ إِثْمِه، إِنْ
كَانَ كَذٰلِكَ وَ إِلَِّ رَجَ عَتْ عَلَ ى الأَوَّلِ (الخرائطي عن ابن عمر)
RE. 56/6 (İzâ kàle’r-racülü li-ahîhi: Ente lî adüvvün! Fekad bâe ehadühümâ bi-ismihî, in kâne kezâlike ve illâ raceat ale’l- evvel.) (İzâ kàle’r-racülü li-ahîhi) “Bir adam kardeşine kızmış, (Ente lî adüvvün) ‘Sen benim düşmanımsın!’ derse ve dediği doğruysa, (fekad bâe ehadühümâ bi-ismihî) bunların ikisinden biri günaha müstehak olur. (İn kâne kezâlike ve illâ raceat ale’l-evvel) Aksi halde, aslında aralarında bir düşmanlık yoksa, kardeşine suizan etmektedir ve o sözün günahı ilk söyleyene aittir.” Bazen de adam kardeşine, “Sen gâvursun!” diyor. Bu iki şeyden birisine delâlet eder: Ya o adam hakikaten gâvurdur. Gâvur değilse vebal söyleyenin olur, gâvurluk gene söyleyene döner.
Onun için dilimizi kat’iyyen böyle kötü sözlere alıştırmamalı! Kardeşimize kızdık, döğüştük, ne olursa olsun, böyle kötü söz ağızdan çıkarmamalı!
g. Fâtiha’dan Sonra Âmîn Denmesi
Buhàrî, Müslim ve Neseî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet
32 Harâitî, Mesâviü’l-Ahlâk, c.I, s.22, no:19; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.660, no:8386; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.390, no:2426,
etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:33
إِذَا قَالَ أَحَدُكُمْ فِي الصَّلاَةِ : آمِينَ! وَقَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ فِي السَّمَاءِ:
آمِينَ! فَوَافَقَ إِحْدَاهُمَا الأُْخْرَى، غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ (خ.
م. ن. عن أبي هريرة)
RE. 56/7 (İzâ kàle ehadüküm fi’s-salâti; Âmîn! Ve kàleti’l- melâiketü fi’s-semâi: Âmîn! Fevâfeka ihdâhüme’l-uhrâ, gufira lehû mâ tekaddeme min zenbihî.) (İzâ kàle ehadüküm fi’s-salâti; Âmîn!) “Sizden biri namazda ‘Âmin!’ dediğinde, (Ve kàleti’l-melâiketü fi’s-semâi: Âmîn!) melekler de göklerde ‘Âmîn” derler. (Fevâfeka ihdâhüme’l) Bu âminler birbirine tevafuk ettiğinde, (gufira lehû mâ tekaddeme min zenbihî) o kimsenin geçmiş günahları mağfiret olunur.”
Namazı durduk, hoca efendi Fatiha’yı okudu, (Vele’d-dàllîn) dedi. Hepimiz arkadan “Âmîn” diyoruz. Şâfîler seslerini yükselterek “Âmîn” derler. Biz içimizden deriz. Bu dememiz dolayısıyla göklerdeki melekler de “Âmîn” derler.
Ta Ankara’da Radyo evinde veya Televizyon binasında söylüyor da biz de dinliyoruz ya… Bazen Amerika’da konuşanı da dinliyoruz. Arabistan’ınkini de duyuyoruz. O orada, biz burada…
Bizim kelimelerimiz de göklere gidiyor. (Vele’d-dàllîn) dediğimizde göklerdeki melekler de “Âmîn” diyorlar. Ne büyük nimettir bu!
Onların “Âmîn”i ile bizim “Âmîn”imiz denk geldi miydi birbirine, geçmiş günahların hepsi mağfiret olunur.
Eski adam itiraz edebilirdi, ne bilsin radyo yok, televizyon yok;
33 Buhàrî, Sahîh, c.III, s.246, no:739; Müslim, Sahîh, c. II, s.380, no:619; Neseî, Sünen, c.III, s.499, no;921; Mâlik, Muvatta’, c.II, s.120, no:291; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.322, no:1002; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.432; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII. s.446, no:19712; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.385, no:2415.
“Bu ses nasıl gider?” diye düşünürdü. Bugün buna itiraz etmek kimsenin hakkı değil!
h. Kardeşimiz İçin En Güzel Dua
Abdü’r-Rezzak, Harâitî ve Hatîb-i Bağdâdî, Ebû Hüreyre RA’dan; Hatîb-i Bağdâdî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:34
إِذَا قَالَ الرَّجُلُ لأَخِيهِ: جَزَاكَ اللُّ خَيْراا كَثِيراا؛ فَقَدْ أَبْلَغَ فِي الثَّنَاءِ
(عب. وابن منيع، والخرائطي، خط . بر. عن أبي هريرة؛ خط. عن ابن عمر)
RE. 56/8 (İzâ kàle’r-racülü li-ahîhi: Cezâke’llàhu hayran kesîran; fekad ebleğa fi’s-senâi.) (İzâ kàle’r-racülü li-ahîhi) “Adam kardeşine, (Cezâke’llàhu hayran kesîrâ) ‘Allah seni çok hayırlarla mükâfatlandırsın!’ derse, (fekad ebleğa fi’s-senâi) onu senâ etmekte, duada en yüksek dereceye çıkmış olur.” Kardeşin sana bir iyilik yaptı. Ona karşılık, (Cezâke’llàhu hayran kesîrâ) de! Bu onun sana yaptığı iyiliğin karşılığıdır. Bundan daha iyi senâ olmaz.
Biz de küçüklüğümüzde hocalarımızın elini öpünce, onlar da bize böyle derlerdi. İşte o senânın bugünkü mükâfâtı bu! Allah cümlesinden ve cümlemizden razı olsun…
Biz de kardeşlerimizden gördüğümüz iyiliklere karşı bu duayı unutmayalım: (Cezâke’llàhu hayran kesîrâ) “Hayr-ı kesîr ile Allah
34 Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.415, no:1418; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.IX, s.70, no:27049; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.II, s.216, no:3118; Taberânî, Dua, c.I, s.539, no:1929-1931; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.II, s.28, no:1040; Müsnedü’l-Hàris, c.III, s.461, no:903; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.266, no:6758; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.319;
Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.X, s.282, no:5400; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXV, s.339; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.523, no:1682; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.391, no:2428.
seni mükâfatlandırsın!”
i. Kardeşine Kâfir Demek
Taberânî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:35
إِذَا قَالَ الرَّجُلُ لأَِخِيهِ: يَا كَافِرُ! فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا؛ إِنْ كَانَ
الَّذِي قِيلَ لَهُ كَ افِراا، فَهُوَ كَافِر ؛ وَإِلَِّ رَجَعَتْ إٰ لَى مَنْ قَالَ (طب. عن ا بن عمر)
RE. 56/9 (İzâ kàle’r-racülü li-ahîhi: Yâ kâfir! Fekad bâe ehadühümâ; in kâne’llezî kîle lehû kâfiren, fehüve kâfirun; ve illâ raceat ilâ men kàle.) (İzâ kàle’r-racülü li-ahîhi: Yâ kâfir!) “Adam kardeşine, ‘Ey kâfir!’ derse, (fekad bâe ehadühümâ) onlardan biri bu söze müstehak olur. (İn kâne’llezî kîle lehû kâfiren, fehüve kâfirun) Kendisine ‘Kâfir!’ denilen kimse gerçekten öyleyse, o kâfirdir. (Ve illâ raceat ilâ men kàle) Aksi halde o söz geri döner, söyleyen kimseye rücû eder.”
j. Herkesin İyiliğini İstemek
İmam Mâlik, Ahmed ibn-i Hanbel, Müslim ve Ebû Dâvud, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:36
35 Müslim, Sahih, c.I, s.195, no:92; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.252, no:1842; İbn-i Münde, Fevâid, c.I, s.23, no:5; Ebû Avâne, Müsned, c.I, s.32, no:54; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.242, no:1594; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. 36 Müslim, Sahîh, c.XIII, s.62, no:4755; Ebû Dâvud, Sünen, c.XIII, s.162, no:4331; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.342, no:8495; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.X, s.267, no:2109; Beyhakî, Âdâb, c.I, s.375, no:285; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.559, no:7904; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.395, no:2438.
إِذَا قَالَ الرَّجُلُ: هَلَكَ النَّاسُ ! فَهُوَ أَهْلَكُهُمْ (مالك، حم. م.
د. عن أبي هريرة)
RE. 56/10 (İzâ kàle’r-racülü: Heleke’n-nâs! Fehüve ehlekühüm.) Hepimizin yaptığı hatalardan birisi.
(İzâ kàle’r-racülü) “Adam kendisini iyi görüyor, bakıyor ki insanlar günah içerisinde, diyor ki:
(Heleke’n-nâs) “Yâ Rabbi, insanlar mahvoldu, perişan oldu.”
(Fehüve ehlekühüm) “Halbuki, kendisi onların en fazla helak olanı…” Böyle demekle alemin helâkini istemiş gibi oluyor. Halbuki şefkatle söyleseydi daha a’lâ olurdu.
k. Allah-u Teàlâ’nın Rahmeti Çok Geniştir
İbn-i Asâkir ve İbnü’n-Neccâr, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:37
إِذَا قَالَ الْعَبْدُ: أَسْتَغْفِرُ اللَّ، الَِّذي لَِ إِلَهَ إِلَِا هُوَ، الْحَيَّ الْ قَيُّومَ، وَأَتُوبُ
إِلَيْهِ؛ غُفِرَ لَهُ وَإِنْ كَانَ مُوَلِّيا ا مِنَ الزَّحْفِ (كر. وابن النجار عن أنس)
RE. 56/11 (İzâ kàle’l-abdü: Estağfiru’llàh, ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-hayye’l-kayyûme, ve etûbü ileyh; gufira lehû ve in kâne müvelliyen mine’z-zahfi.) (İzâ kàle’l-abdü) Kul (Estağfiru’llàh, ellezî lâ ilâhe illâ hû, el- hayye’l-kayyûme ve etûbü ileyh) derse, bunu tamamıyla söylerse, (gufira lehû) günahları mağfiret olur, (ve in kâne müvelliyen mine’z-zahfi) eğer bu kimse askerden kaçan günahkâr bile olsa…” Askerden kaçmak günah-ı kebâirdir, büyük günahtır. Bu istiğfarı yapan, günah-ı kebâir işlemiş olsa bile, yine affolur.
37 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LI, s.108; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VIII, s.381, no:4489; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.480, no:2095; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.395, no:2439.
“—Neden?” “— Allah-u Teàlâ’nın rahmetine hudut yok!” Adam 90 sene gâvurluk yapıyor. Her gün şarabını içiyor, putuna tapıyor. Sonra da, “Bu iş yanlışmış, tevbe yâ Rabbi, (Lâ ilâhe illa’llàh, muhammedin rasûlü’llàh)” diyor, müslüman oluyor. Cenâb-ı Hak tevbesini kabul ediyor, müslüman olmadan önceki günahlarını affediyor.
Rahmet-i ilâhî çok geniştir. Onun için yapılan kusurlardan, hatalardan dolayı ümidi kesmemek lâzım! Allah’a ilticâ etmek lâzım!
“—Yâ Rabbi, mağfiret sahibisin, kusurlarımdan dolayı beni affet!” demek lâzım!
l. Cenâb-ı Hakk’ın Lebbeyk Demesi
Beyhakî, İbn-i Asâkir ve Deylemî, Hz. Auşe RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:38
إِذَا قَالَ الْعَبْدُ: يَا رَبِّ، يَا رَبِّ! قَالَ اللُّ: لَبَّيْكَ عَبْدِي، سَلْ تُعْطَهُ
(ق. كر. وابن أبي الدنيا في الدعاء، وأبو الشيخ عن عائشة ؛
الديلمي عن جابر)
RE. 56/12 (İzâ kàle’l-abdü: Yâ rabbi, yâ rabbi! Kàle’llàhu: Lebbeyke abdî, sel tu’tahû.) (İzâ kàle’l-abdü) “Kul dua etmesini bilmiyor, (Yâ rabbi, yâ rabbi) diyor.” (Kàle’llàhu) “Cenâb-ı Hak ona: (Lebbeyke abdî) ‘Söyle kulum, ne istiyorsun? (Sel tu’tahû) İste, o istediğin sana verilecektir.’ buyurur.” Allah cümlemizi affetsin… Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin… Allah diyen, “Yâ Rabbi!” diyen, Lebbeyk denilen
38 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.286, no:1122; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LI, s.165, no:6006; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.245, no:17273; Hz. Aişe RA’dan.
kullarının arasına bizleri de dahil eylesin…
m. Bir Münafığa Efendim Demek
Hàkim ve Beyhakî, Büreyde RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:39
إِذَا قَالَ الرَّجُلُ لِلْمُنَافِقِ: يَا سَيِّدِي! فَقَدْ أَغْضَبَ رَبَّهُ (ك. هب. عن بريدة)
RE. 56/13 (İzâ kàle’r-racülü li’l-münâfıki: Yâ seyyidî! Fekad ağdabe rabbehû.) (İzâ kàle’r-racülü li’l-münâfıki) “Her kim bir münafıka, (Yâ seyyidî) ‘Ey efendim!’ diye ona bir kıymet vererekten böyle bir lakap takarsa; (fekad ağdabe rabbehû) Rabbini kızdırmış, gazaplandırmış olur.”
İnsanlar içerisinde kötü insanlar da vardır, onlara da münafık denir. İçi başka, dışı başka yâni… Dışından bakıyorsun, müslüman; içi ise Müslümanlıktan dışarıda… Buna münafık tabir ediliyor.
Üç alâmeti var münafığın:
1. Söylediği vakitte yalan söylüyorsa,
2. Vaad ettiğini tutmuyorsa,
3. Emanete hıyanet ediyorsa, o adam münafıktır.
Üçten birisini yapıyorsa, bir münafık; ikisini yapıyorsa, iki münafık; üçünü yapıyorsa, tam münafık… Alâmeti bu.
Biz bu münafıka, (Yâ seyyidî) “Ey efendim!” diyoruz, münafık olduğunu bildiğimiz halde iltifat ediyoruz. Allah’ın gazabını celbetmiş oluruz.
Bir kere Araplarda bir adet var, seyyid kelimesini Allah’tan
39 Hàkim, Mütstedrek, c.IV, s.347, no:7865; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.230, no:4884; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.VIII, s.499, no:1676; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.454, no:2991; Büreyde RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.170, no:861; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.395, no:2437.
başkası için kabul etmezler. “Seyyid ancak Allah’tır.” derler. Biz (Allàhümme salli alâ seyyidinâ muhammed) deriz, onlar demez. Vahhâbîler seyyid lafzını kullanmazlar.
Biz de münafıka (Yâ seyyidî) dersek, Rabbimizi kızdırmış oluruz. Allah affetsin…
n. Kelime-i Şehadet Getirmenin Karşılığı
İbn-i Asâkir, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:40
إِذَا قَالَ الْعَبْدُ: أَشْهَدُ أَنْ لَِ إِلَهَ إِلَِا اللُّ، قَالَ اللُّ : يَا مَلاَئِكَتِي،
عَلِمَ عِبْدِي، أَنَّهُ لَيْسَ لَهُ رَبٌّ غَيْرِي، أُشْهِدُكُمْ َأنِّى قَدْ غَفَرْتُ لَهُ
(كر. عن أنس)
RE. 56/14 (İzâ kàle’l-abdü: Eşhedü en lâ ilâhe illa’llàh; kàle’llàhu: Yâ melâiketî, alime abdî ennehû leyse lehû rabbün gayrî, üşhidüküm ennî kad gafertü lehû.) (İzâ kàle’l-abdü: Eşhedü en lâ ilâhe illa’llàh) “Kul, (Eşhedü en lâ ilâhe illa’llàh) ‘Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur.’ dediği zaman, (kàle’llàhu) Allah-u Teàlâ Hazretleri şöyle buyurur: (Yâ melâiketî) ‘Ey meleklerim, (alime abdî ennehû leyse lehû rabbün gayrî) bu kulum benden başka Rabbi olmadığını bildi. (Üşhidüküm ennî kad gafertü lehû) Siz şahid olun ey meleklerim, ben bu kulumu muhakkak mağfiret ettim.” Onun için kelime-i şehadeti her gün, bahusus akşamları yatmazdan evvel tekrar tekrar söyleyerekten yatmak efdal… Tekrar tekrar söylemeyi Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin…
o. İnsanlar Allah’ın Kuludur
40 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.VII, s.61; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.48, no:136; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.396, no:2441.
Tirmizî, İbn-i Mâce ve Beyhakî, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:41
إِذَا قَالَ الرَّجُلُ لِلرَّجُلِ : يَا يَهُودِيُّ! فَاضْرِبُوهُ عِشْرِينَ؛ وَإِذَا قَالَ: يَا
مُخَنَّثُ! فَاضْرِبُوهُ عِشْرِينَ؛ وَمَنْ وَقَعَ عَلَى ذَاتِ مَحْرَمٍ، فَاقْتُلُوهُ
(ت. وضعفه، ه. ق. عن ابن عباس)
RE. 56/15 (İzâ kàle’r-racülü li’r-raculi: Yâ yahûdiyyün! Fa’dribûhü işrîne; ve izâ kàle: Yâ muhannesü! Fa’dribûhü işrîne; ve men vakaa alâ zâti mahremin, fa’ktulûhü.) (İzâ kàle’r-racülü li’r-raculi: Yâ yahûdiyyün!) “Bir adam, bir adama ‘Ey Yahudi!’ derse, (fa’dribûhü işrîne) ona yirmi vurun!”
Öyleyse, Yahudi de olsa, bir Yahudi’ye “Ey Yahudi herif!” deme! Onun izzet-i nefsini kırmağa hakkımız yok!
İnsanlar Allah’ın kuludur. O Yahudi’dir, o Ermeni’dir, o Rum’dur ama sahibi Allah’tır. Bütün mahlûkàtın sahibi Allah’tır. Mahlûkatın içerisinde kedisi köpeği de var, mikrobu da içerisinde… Hepsi Allah’ın yaratması ile meydana gelmiştir.
Bugün de diyorlar ki, şu mikroplar onları öldüren ilaçlara mukavemet kazanmışlar, eski ilâçlar tesir etmiyormuş. Yeni bir ilaç lâzımmış.
Bu mikrop dediğimiz mahlûkun aklı nerede, kafası nerede, kudreti nerede? Gözümüzle göremediğimiz bu mahlûk, yapılan ilaçlara mukavemet kesb ediyor. Demek ki Allah-u Teàlâ onu o hilkatte yaratmış, o mukavemeti kendisine vermiş.
(Ve izâ kàle: Yâ muhannes!) “Bir adam bir adama, ‘Ey
41 Tirmizî, Sünen, c.V, s.387, no:1382; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.229, no:11580; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VIII, s.252, no:16925; Dâra Kutnî, Sünen, c.III, s.126, no:142; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.I, s.110; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.387, no:13362; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.394, no:2436.
muhannes!’ derse, (fa’dribûhü işrîne) ona yirmi vurun!” Muhannes diye, kadınlara benzeyen, edepsiz, ahlâksız gençlere diyorlar. Delikanlı bir genç, kötü bir kimse, fenalıklar yapıyor. Onun da yüzüne karşı, “Ey ahlâksız herif!” demeye hakkımız yok! Onu da rezil etmeyin! Eğer birisi derse, ona da yirmi tane dayak atın!
Bir müslüman, bu kadar edepsize edepsizsin diyemiyor da, Allah’ın beş vakit namazını kılan müslüman kardeşine çeşit çeşit iftiralar yapıyor. Buna kaç dayak lâzım, bilmem artık.
(Ve men vakaa alâ zâti mahremin) “Bir kimse mahremi olan bir kadına tasallut ederse, (fa’ktulûhü) o adamı katledin!” Kocası olan bir kadına başka bir erkek tasallut ederse, onunla muamele-i cinsiyyede bulunursa, onu da öldürün!
Burada mahremi olan dedi ama, mahremi olmasa da kocasız olan bir kadına tasallut etmeye kimsenin hakkı yok! Bugün şehirlerde umumhane denilen yerlerin olması çok acı…
Senin kız kardeşine, kızına böyle bir muamele olsa, taarruz edilse sen razı olur musun? Razı olmadığın halde başkasının kardeşine, kızına sen nasıl taarruz edersin, nasıl yoldan çıkarmaya çalışırsın?
ö. Kadının Mihri Kocasına Bağışlaması
Deylemî, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:42
إِذَا قَالَتِ الْمَرْأَةُ لِزَوْجِهَا، وَهِ ىَ مَرِيضَة : تَرَكْتُ مَهْرِى عَلَيْكَ؛ فَإِنْ
مَاتَتْ، لَمْ يَكُنْ شَيْئاا؛ وَإِ نْ عَ اشَتْ، فَقَدْ مَ ضَى مَا قَالَتْ (الديلمى
عن ابن عباس)
42 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.287, no:1128; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.617, no:46075; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.401, no:2450.
RE. 56/16 (İzâ kàleti’l-mer’eti li-zevcihâ, ve hiye marîdatün: Terektü mehrî aleyke; fein mâtet, lem yekün şey’en; ve in àşet, fekad madà mâ kàlet.) (İzâ kàleti’l-mer’eti li-zevcihâ, ve hiye marîdatün) “Kadın hastalandı, hasta bulunduğu sırada kocasına, (Terektü mehrî aleyke) ‘Mihrimi sana terk ettim, istemem artık!’ demişse; (fein mâtet, lem yekün şey’en) sonra da ölmüşse, bu sözü muteber olmaz. (Ve in àşet, fekad madà mâ kàlet) Şayet yaşarsa, bu sözü
geçerli olur.”
Biz evlenirken nikâh kıyarız. Hanımlarımıza iki çeşit mihir takdir edilir. Birisine mihr-i muaccel, birisine de mihr-i müeccel derler. Birisi evvelden verilen şeyler, ev eşyası, zînet eşyası gibi… Bir de borç olarak şu kadar nikâh bedeli diye 10 lira, 20 lira bir ad konur. Bu kadının hakkıdır. İstersen ilk gece sayarsın parasını eline, “Bende hakkın kalmasın!” dersin.
Fakat bunu hemen vermek bizim memleketimizde adet olmamış. O nikâhı kıyarız, fakat paralar cebimizde kalır. Hanım ölür gider, kimse de bizden mihir istemez.
Hanımlara tavsiye edilmiştir ki, beyine, “Ben sana mihir hakkımı helâl ettim.” desin. O zaman aralarında muhabbet daha ziyade olur.
Bazı insanlar da mihri yüksek fiatlarda tutarlar, o da doğru değil. Yarın bir hadise olsa da ayrılsalar, yüksek mihirleri herkes ödeyemez ki. Ödemeyince borçlu kalır, anlaşmazlık olur.
Mihir çok az olursa, hanımdan da ayrılırsa, hanım çoluk çocuğu ile ne yiyip içecek? Ne ile geçinecek? Bu sefer perişan olur, sokaklara düşer. Bugün kadınlarımızın, kızlarımızın çoğu fabrikalarda çalışıyor. Bu çalışmaların veballeri hep bizim üzerimizdedir.
p. Amellerin Boşa Gitmesi
İbn-i Adiy ve İbn-i Asâkir, Hz. Âişe RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz ne buyurmuş:43
إِذَا قاَلَتِ الْمَرْأةُ لِزَوْجِهَا: مَا رَأَيْتُ مِنْكَ خَيْراا قَطُّ! فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهَا (عد. كر. عن عائشة)
RE. 57/1 (İzâ kàleti’l-mer’etü li-zevcihâ: Mâ raeytü minke hayren kattu! Fekad habeta amelühâ.) (İzâ kàleti’l-mer’etü li-zevcihâ) “Kadın kocasına kızsa, derse ki: (Mâ raeytü minke hayren kattu!) ‘Be herif! Ben senden hiç hayır görmedim! Senden asla, kat’a hiçbir hayır görmedim!’ derse... (Fekad habeta amelühâ) veya (hubita amelühâ) amelleri heba olmuş olur. Amellerini iptal etmiş olur. Yaptığı hayrât u hasenâtı sildirmiş, yok etmiş olur, kocasına böyle bir söz söylediği için.” Çocuk babasına karşı hürmetkâr olacak, kadın da kocasına karşı hürmetkâr olacak. Her şey karşılıklı… Her gün yiyordu, içiyordu, üstüne başına bakıyordu. Bu sefer yapamadı.
“—Ben senden bu zamana kadar hiç hayır görmedim!” deyiverince, Cenâb-ı Hak da diyor ki:
“—Sen de iyi bir hanım değilsin! Yaptığın ameller hep boşa gitti.” diyor.
Onun için, Allah kusurlarımızı affetsin… Çocuklarımıza, bilhassa kız çocuklarına bu geçim meselesini iyi öğretmek, erkeğine karşı hürmet etmesini telkin etmek lâzım!
Meselâ şimdi en acaibi, kadın kocasına ismiyle sesleniyor:
“—Ahmet, baksana bana!” O senin beyin, “Beyefendi!” desene!
Cemiyet de bunu normal karşılıyor; olmaz, ayıp şey!
Sen ona “Ahmet!” dersen, o da “Kadın, bana bak!” der. Sen ona, “Beyefendi!” diyeceksin, o da sana, “Hanımefendi!” diyecek.
r. İbadeti Dinlenmiş Olarak Yapmak
Abdü’r-rezzak, Ahmed ibn-i Hanbel, Müslim, Ebû Dâvud, İbn-i
43 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LVII, s.84; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VII, s.167; Hz. Aişe RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.401, no:2449.
Mâce ve İbn-i Hibbân, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:44
إِذَا قَامَ أَحَدُكُمْ مِنَ اللَّيْلِ ، فَاسْتَعْجَمَ الْقُرْآنُ عَلَى لِسَانِهِ، فَلَمْ يَدْرِ مَا
يَقُولُ، فَلْيَنْصَرِفْ، فَلْيَضْطَجِعْ (عب. حم. م. د. ه. حب . عن أبى هريرة)
RE. 57/2 (İzâ kàme ehadüküm mine’l-leyli, festa’ceme’l-kur’ânu alâ lisânihî, felem yedri mâ yekùlü, fe’l-yensarif felyadtaci’) (İzâ kàme ehadüküm mine’l-leyli) “Sizden biriniz geceleyin uykusunu bölüp ibadete kalkarsa; (festa’ceme’l-kur’ânu alâ lisânihî) ama uykudan dolayı Kur’an okumak diline dolanırsa, zor gelirse, ağır gelirse, (felem yedri mâ yekùlü) ne dediğini bilemeyecek durumda olursa, (felyensarif) kalksın gitsin, (felyadtaci’) yatağına uzansın, uyusun!” Uykusunu alsın, rahatlasın, namazı öyle kılsın! Böyle uykulu halde, sersem sersem namaz olmaz.
s. Gece Namazına Kalkan Dişlerini Misvaklasın!
Beyhakî, Deylemî ve Ziyâü’l-Makdîsî, Câbir ibn-i Abdullah RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:45
44 Müslim, Sahîh, c.IV, s.194, no:1310; Ebû Dâvud, Sünen, c.IV, s.76, no:1116; İbn-i Mâce, Sünen, c.IV, s.278, no:1362; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.318, no:8214; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.16, no:4507; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.20, No:8044; Abdürrezzak, Musannef, c.II, s.499, no:4221; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.35, no:2222; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.III, s.32, no:848; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.612, no:2811; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.406, no:2460.
45 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.381, no:2117; Temmâm, Fevâid, c.I, s.367, no:935; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.313, no:26178; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.409, no:2470.
إِذَا قَامَ أَحَدُكُمْ يُصَلِّي مِنَ اللَّيْلِ، فَلْيَسْتَكْ، فإنَّ أحَدَكُمْ إذا قَرَأ في
صَلاتِهِ، وَضَعَ مَلَك فَ اهُ عَلَى فِيهِ، وَلَِ يَخْرُجُ مِنْ فِيهِ شَيء إلَِّ دَخَلَ
فَمَ المَلَكِ (هب. والديلمى، ض. عن جابر)
RE. 57/3 (İzâ kàme ehadüküm yusallî mine’l-leyli, felyestek, feinne ehadeküm izâ karaa fî salâtihî, vadaa melekün fâhu alâ fîhi, ve lâ yahrucu min fîhi şey’ün illâ dehale feme’l-meleki.) (İzâ kàme ehadüküm yusallî mine’l-leyli) “Sizden biriniz namaz kılmak için geceleyin uykusundan kalkarsa, (felyestek) dişlerini temizlesin, misvaklasın!” demek. Ağzı tertemiz olacak.
Arapların ceplerinde misvakları… Namaza kalkıyorlar, dişlerini misvaklıyorlar, öyle duruyorlar. Selâm veriyoruz, dişlerini misvaklıyorlar. Yatarken, kalkarken misvak kullanıyorlar.
(Feinne ehadeküm izâ karaa fî salâtihî) “Sizden biriniz ‘Allahu ekber!’ dedi, teheccüd namazına durdu, okumaya başladı. (Vadaa melekün fâhu alâ fîhi) Bir melek ağzını geceleyin teheccüde kalkan, Kur’an okuyan kişinin ağzına koyar.” (Ve lâ yahrucu min fîhi şey’ün illâ dehale feme’l-meleki) “Kendi ağzından Kur’an kıraati olarak ne telaffuz etmişse, ne kelime çıkarsa meleğin ağzına gider. Melek, onun okuduğu kelâm-ı ilâhiyyeyi kapar.” Onun için siz ağzınızı temiz tutunuz.
Misvak ağzın temizliği için çok faydalıdır. Dişler sağlam olunca, mide sağlam olur. Mide sağlam olunca, vücut da sağlam olur. Dişler çürük olursa, mide hazmedemez, hasta olur insan…
Misvakı incelemişler, içinde mikropları öldürücü bir madde varmış. Tükrüğümüzde de mikropları öldüren maddeler varmış.
“—Soğan sarımsak yiyen kimse bizim camimize gelmesin!” tabiri var ya… Soğan sarımsak faydalıdır. Onu yediğimiz zaman ağzımızda bir koku oluyor ya, o koku çirkin olduğundan, “Onu yiyenler bizim mescidimize gelmesin!” tabiri var.
Bugün sigara dediğimiz bir şey var, çok da çirkin bir kokusu vardır. Vücuda çok da zararlı olduğu tesbit edilmiştir. Paramıza
da ayrıca muzırdır. Böyleyken buna mübtelâ olanlar da çoktur. Benizleri sarı olur, ağızları hastalıklı olur. Vücutları hastalıklı olur.
Bir kimseye desen ki:
“—Fakir fukaraya vereceğiz, her gün bir lira at şuraya!” desek,
“—Yok yâ…” der.
Herkes verse, çok olur. Herkes bir mısır tanesi verse, bir yığın mısır olur.
Bunu sigaraya gelince veriyor da, hayra gelince kaçınıyor.
Sigaranın zararı çok! Sihhatimize de zarar verir, neslimize de zarar verir. Evladımız da hastalıklı doğar.
ş. Toplantıda Yer Meselesi
Ahmed ibn-i Hanbel, Müslim, Ebû Dâvud, Beyhakî ve İbn-i Mâce, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:46
إِذَا قَامَ الرَّجُلُ مِنْ مَجْلِسِهِ ، ثُمَّ رَجَعَ إلَيْهِ؛ فَهُوَ أحَقُّ بِهِ (حم. م. د. ق. ه. خ. في الأدب عن أبي هريرة؛ حم. عن وهب بن حنبش؛ طب. د. ه. ق. عن وهب بن حذيفة)
RE. 57/4 (İzâ kàme’r-raculü min meclisihî, sümme racea ileyhi, fehüve ehakku bihî.) (İzâ kàme’r-raculü min meclisihî) “Bir adam bir toplantıda oturduğu yerden kalkar, bir yere giderse... (Sümme racea ileyhi) Sonra yerine geri dönerse, (fehüve ehakku bihî) o yere oturmaya o herkesten daha fazla layıktır.” Çünkü onun yeriydi. Gitti, işi
46 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.447, no:9773; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.246, no:626; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.III, s.285, no:1085; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.314, no:642; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.231; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.151, no:11619; Ebû Hüreyre RA’dan.
Tirmizî, Sünen, c.IX, s.409, no:2675; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXXI, s.126, no:6754; İbn-i Hacer, el-İsabe, c.VI, s.622, no:9162; Vehb ibn-i Huzeyfe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.139, no:25398; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.411, no:2475.
vardı, işini tamamladı, geldi. Onun yerine oturmaya hakkımız yok!
t. Namazda Gözlerinizi Yummayın!
İbn-i Adiy ve Taberânî, Abdullah ibn-i Abbes RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:47
إِذَا قَامَ الرَّجُلُ إِلَى الصَّلاَ ةِ فَلا يُ غْمِضْ عَيْنَيْهِ
(عد. طب. عن ابن عباس)
RE. 57/5 (İzâ kàme’r-raculü ile’s-salâti, felâ yugmid ayneyhi)
(İzâ kàme’r-raculü ile’s-salâti) “Adam, kişi namaza kalkarsa, (felâ yugmid ayneyhi) namazda gözlerini yummasın!” Göz de secdeye bakar, o da oradan sevap alır.
u. Başkasına Ait Havluyu Kullanmayın!
Bu da Ebî Bekre RA’dan rivayet edilmiş. Beyhakî ve Tayâlisî’de var.
Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:48
إِذَا قَامَ لَكَ رَجُل مِنْ مَجْلِسِهِ فَلاَ تَجْلِسْ فِيهِ، وَلَِ تَمْسَحْ يَدَكَ
47 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.34, no:10956; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.II, s.356, no:2218; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.305, no:1205; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.237, no:2450; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.364; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.VI, s.43, no:167; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.515, no :20027; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.44, no:2549.
48 Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.233, no:5693; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.117, no:871; Mizzî. Tehzîbü’l-Cemâl, c.XXXIV, s.33, no:7479; Ebû Bekre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.142, no:25421; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.413, no:2480.
بِثَوْبِ مَنْ لَِ تَمْلِكْ (الطيالسى، ق. عن أبى بكرة)
RE. 57/6 (İzâ kàme leke raculün min meclisihî, felâ teclis fîhi; ve lâ temsah yedeke bi-sevbi men lâ temlikü) (İzâ kàme leke raculün min meclisihî) “Bir adam oturduğu yerden senin için kalkarsa, (felâ teclis fîhi) onun verdiği yere oturma, yâni kabul etme!” (Ve lâ temsah yedeke bi-sevbi men lâ temlikü) “Sahip olmadığın, mâlik olmadığın başkasına ait mendile, havluya elini silme!” Ben abdest almıştım da rahmetlik babamdan mendilini istedim. Mendilini bana vermedi,
“—Üç şey emanet verilmez: Birisi silâh, birisi mendil, birisi…” dedi, birisi hatırımda kalmamış.
Silahı verirsin, gider bir vukuat yapar, sen mes’ul olursun.
g. Camide Çakıllarla Oynamayın!
Abdü’r-rezzak, Ahmed ibn-i Hanbel, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn-i Mâce, Dârimî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân, Taberânî ve Biyhakî, Ebû Zerr-i Gıfârî RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:49
إِذَا قَامَ أَحَدُكُمْ إِلَى الصَّلاَةِ، فَإِنَّ الرَّحْمَةَ تُوَاجِهُهُ ، فَلاَ يَمْسَحِ الْحَصَى (عب. حم . د. ت. حسن، ن. ه. والدارمى، خز. حب. طب. ق. ض. عن أبى ذر)
49 Ebû Dâvud, Sünen, c.III, s.131, no:808; İbn-i Mâce, Sünen, c.III, s.311, no:1017; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.149, no:21368; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.II, s.284, no:3361; Dârimî, Sünen, c.I, s.374, no:1388; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.56, no:55; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.231, no:1529; Müsnedü’l-Hamîdî, c.I, s.70, no:128; Abdürrezzak, Musannef, c.II, s.38, no:2398; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.57, no:95; Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.III, s.463, no:1237; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.60, no:1804; Ebû Zerri’l-Gıfârî RA’dan.
RE.57/7 (İzâ kàme ehadüküm ile’s-salâti, feinne’r-rahmete tüvâcihuhû, felâ yemsehi’l-hasâ.) (İzâ kàme ehadüküm ile’s-salâti) “Sizden biriniz namaza kalktığı zaman, (feinne’r-rahmete tüvâcihuhû) Allah’ın rahmeti ona yönelir. (Felâ yemsehi’l-hasâe) O halde çakıllarla oynamasın! Yüzüne, gözüne kum bulaştı diye onlarla meşgul olmasın!” Arabistan’da secde toprak üzerine, kum üzerine yapılırdı. Böyle halılar yoktu. İnsanın alnı terler, bu kumlar, çakıllar alnına yapışır. Onları sileceğim diye uğraşma, silme onu!
ü. Namazda Sakin Durun!
Hakîm-i Tirmizî, İbn-i Adiy, Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir Hz. Ebû Bekir RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:50
إِذَا قَامَ أَحَدُكُمفِى اصَلاَتِهِ، فَلْيُسْكِنْ أَطْرَافَهُ، وَلَِ يَتَمَيَّلْ كَمَا تَتَمَيَّلُ
الْيَهُودُ، فَإِنَّ سُكُونَ الأَطْرَافِ فِي الصَّلاَةِ، مِنْ تَمَامِ الصَّلاةِ (الحكيم،
عد. حل. كر. عن أبي بكر)
RE. 57/8 (İzâ kàme ehadüküm fî salâtihî, felyüskin etrâfehû, ve lâ yetemeyyel kemâ tetemeyyelü’l-yehûdü, feinne sükûne’l-etrâfi fi’s- salâti min temâmi’s-salâti.) (İzâ kàme ehadüküm fî salâtihî. fe’l-yüskin etrâfehû) “Sizden biriniz namaza kalktığı zaman her tarafı, her yanı sakin olsun.” (Ve lâ yetemeyyel kemâ tetemeyyelü’l-yehûdü) “Yahudilerin ibadet esnasında kıpırdadığı, sallandığı gibi sağınıza, solunuza, etrafınıza sallanmayın, kıpırdamayın! (Feinne sükûne’l-etrâfi fi’s- salâti min temâmi’s-salâti) Çünkü namazın içinde insanın her tarafının sakin olması namazın kemâlindendir, tamamına alâmettir.”
50 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LIX, s.290; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l- Usül, c.II, s.171; Hz. Ebû Bekir RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.525, no:20082; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.403, no:2455.
v. Allah’ın Kuluna Yönelmesi
Dâra Kutnî, Huzeyfe RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:51
إِذَا قَامَ الْعَبْدُ يُصَلِّي، أَقْبَلَ اللُّ عَزَّ وَجَلَّ عَلَيْهِ بِوَجْهِهِ، فَلَمْ يَنْصَرِفْ
عَنْهُ حَتَّى يَنْصَرِفَ الْعَبْدُ، أَوْ يُحْدِثَ حَدَثَ سُوءٍ (قط. فى الأفراد عن حذيفة)
RE. 57/9 (İzâ kàme’l-abdü yusallî, akbela’llàhu azze ve celle aleyhi bi-vechihî, felem yensarif anhü hattâ yensarife’l-abdü ev yuhdise hadese sûin.) (İzâ kàme’l-abdü yusallî) “Kul namaza kalktığında, (akbela’llàhu azze ve celle aleyhi bi-vechihî) Aziz ve Celil olan Allah vechiyle ona yönelir.”
İkbal, yani yüz yüze geliyor. Karşılamak, hani bir dostumuz geldiğinde nasıl karşılıyoruz, onu kucaklaşıyoruz, karşılaşıyoruz. Dostların böyle karşılaştığı gibi…
(Felem yensarif anhü hattâ yensarife’l-abdü) “Kul namazdan ayrılmadıkça, (ev yuhdise hadese sûin) veya kendisinden fena bir hades vuku bulmadıkça ondan dönmez.”
Allah cümlemizi affetsin… Namaz kılmak kolay bir şey değil. Sen dersin ki:
“—Allàhu ekber derim, Elham’ı okurum, Zamm-ı sûre okurum, rükûya giderim, secdeye giderim… Olur bir namaz.” Amma asıl o değil. Asıl namaz kulun Allah ile oluşu… Namaza durduktan sonra ağzın söylüyor ama, gönlün ne kadar müddet Allah ile meşgul? Gönlün başka tarafta, aklın başka
51 Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.506, no:19988; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III. s.413, no:2478.
tarafta… Dilin başka tarafta… Yüzümüz nasıl döndüyse kıbleye, gönlümüzün de böyle dönmesi lâzım!
Gönlümüzü döndürmek de kolay bir şey değil! Nasıl ki insan bir sanatı öğrenmek için çok seneler hizmet ediyor, yoruluyor, ancak o sanatı öğrenebiliyor. Kolaycacık olmuyor.
Allah-u Teàlâ’nın divanında çok senelerden beri yatıp kalkıyoruz ama, gönlümüzü o tarafa sevk edebildiğimiz yok ki… İçi başka, dışı başka… Asıl olan gönlü uyandırıp gönlü Allah’a döndürmek. Asıl hüner burada…
Asıl hüner, vücudumuzu döndürdüğümüz gibi gönlümüzü de Allah’a döndürerekten, “Allahu ekber!” dedik miydi kendimizden geçmek lâzım!
Burada çok misaller vermişler. Bir adamın gayet güzel bir atı varmış. Hırsız da o atı gözetliyormuş. Adam namazda iken hırsızın atı götürdüğünü görmüş ama, Allah’a olan bağlılığından dolayı hiç alâkadar olmadan namazını tamamlamış.
Halbuki cevaz var, derhal adamın yakasına yapışacaksın. Bu
bizim için böyle… Onun için atmış, bilmem neymiş;
“—Ne giderse gitsin; ben Allah’ın divanındayım, ayrılamam ondan!” diyor.
y. Uykudan Uyanınca Okunacak Dua
Taberânî, Ebu Cuhayfe RA’dan rivayet etmiş,
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:52
إِذَا قَامَ أَحَدُكُمْ مِنْ مَنَامِهِ، فَلْيَقُلْ: اَلْحَمْدُ للِّ الَّذِي رَدَّ فِينَا أَرْوَاحَنَا،
بَعْدَ إِذْ كُنَّا أَمْوَاتاا (طب. عن أبى جحيفة)
RE. 57/10 (İzâ kàme ehadüküm min menâmihî, feyekul: El-
52 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.107, no:269; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.X, s.173, no:17057.
Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.353, no:41346; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.408, no:2467.
hamdü li’llâhi’llezî redde fînâ ervâhanâ, ba’de iz künnâ emvâten.) (İzâ kàme ehadüküm min menâmihî, feyekul) “Sizden birisi uykusundan kalktığında şöyle desin:
(El-hamdü li’llâhi’llezî redde fînâ ervâhanâ, ba’de iz künnâ emvâten) ‘Hamd olsun o Allah’a ki, biz uykuda ölüler haline geldikten sonra ruhlarımızı bize iade buyurdu.’ Burada kısacık, teferruatı dua kitaplarımızda yazılı…
z. Giderken Selâm Vermenin Mükâfâtı
Ebü’ş-Şeyh Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:53
إِذَا قَامَ أَحَدُكُمُ مِنَ الْمَجْلِسِ فَلْيُسَلِامْ، فَإِنَّهُ يَكْتُبُ لَهُ أَلْفُ حَسَنَةٍ،
وَيُقْضَى لَهُ أَ لْفَ حَاجَةٍ، وَيَخْرُجُ مِنْ ذُنُوبِهِ، كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ (أبو
الشيخ فى الثواب عن أبى هريرة)
RE. 57/11 (İzâ kàme ehadüküm mine’l-meclisi, felyüsellim, feinnehû yüktebü lehû elfü hasenetin, ve yukdâ lehû elfü hâcetin, ve yahrucu min zünûbihî, keyevme veledethü ümmühû.) (İzâ kàme ehadüküm mine’l-meclisi) “Sizden biriniz toplantı yerinden, başkalarıyla beraber oturduğu yerden kalktığı zaman, (felyüsellim) selâm versin!” Ne diyecek? En kısası; (Es-selâmü aleyküm) der.
(Feinnehû yüktebü lehû elfü hasenetin) “Çünkü, bu selâmından dolayı ona bin hasene yazılır. (Ve yukdà lehû elfü hâcetin) Ve onun bin tane hâceti görülür. (Ve yahrucu min zünûbihî) Ve bu adam günahlarından çıkar, (keyevme veledethü ümmühû) annesinin onu doğurduğu gündeki gibi çıkar.”
aa. Tilâvet Secdesi ve Şeytan
53 Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.145, no:25436; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.407, no:2465.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müslim, İbn-i Mâce, İbn-i Hibbân ve Beyhakî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:54
إِذَا قَرَأَ ابْنُ آدَمَ السَّجْدَةَ فَسَجَدَ، اعْتَزَلَ الشَّيْطَانُ يَبْكِي يَقُولُ: يَا وَيْلَهُ
أُمِرَ ابْنُ آدَمَ بِالسُّجُودِ، فَسَجَدَ، فَلَهُ الْجَنَّةُ وَأُمِرْتُ بِالسُّجُودِ فَأَبَيْتُ فَلِي
النَّارُ (حم. م. ه. حب. ق. عن أبى هريرة)
RE. 57/12 (İzâ karae’bnü âdeme’s-secdete fesecede, i’tezele’ş- şeytânü yebkî, yekùlü: Yâ veylehû umire’bnü âdeme bi’s-sücûdi fesecede, felehü’l-cennetü; ve ümirtü bi’s-sücûdi, feasaytü feliye’n- nâru.) Kur’an’ımızda 14 tane secde ayeti var. Şimdi topluca Kur’an cüzleri okuyoruz da, 14 tane secde edilmesi lâzım gelirken, secde edenler olmuyor. Belki evine gittiği vakitte evinde yapar inşallah… Kur’an-ı Kerim’in sayfalarının kenarında secde ayeti diye yazılıdır. O ayetleri kim okursa, o secdeleri yapmakla mükelleftir.
(İzâ karae’bnü âdeme’s-secdete fesecede) “Hz. Âdem’in evlâdı cinsinden olan biz insanlardan, müslümanlardan birisi secde ayetini okuduğu zaman, (fesecede) kalkıp secde etti mi; (i’tezele’ş- şeytànu yebkî) şeytan ağlayarak onun yanından ayrılır.”
(Yekùlu) Ve der ki: (Yâ veylehû) “Yazıklar olsun! (Umire’bnü âdeme bi’s-sücûdi fesecede) Âdemoğlu secde etmekle emrolununca, secde etti. (Felehü’l-cennetü) Secde ettiği için cennetlik olacak, cennete gidecek.” (Ve ümirtü bi’s-sücûdi) “Ben de secde etmekle
54 Müslim, Sahîh, c.I, s.227, no:115; İbn-i Mâce, Sünen, c.III, s.344, no:1042; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.443, no:9711; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.180, no:1487; Ebû Avâne, Müsned, c.I, s.521, no:1945; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.I, s.289; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.V, s.60; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.349, no:981; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.312, no:3516; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VII, s.324, no:3834; Ebû Hüreyre RA’dan.
emrolunmuştum, Allah bana da ‘Secde et!’ diye emretmişti. (Feasaytü) Ama ben dinlememiş, âsî olmuştum. (Feliye’n-nâru) Beni de Allah cehennemlik etti, ben cehenneme gideceğim.” diye ağlayarak gider. Kendi kendine nedametler, pişmanlıklar gösterir.” Bak biliyor, bildiği halde yine yapmıyor. Allah cümlemize hidayetler versin…
Şeytan Mûsâ AS’a demiş ki: “—Rabbine söyle, ben tevbekâr oldum, beni affetsin!” Mûsâ AS da demiş:
“—Yâ Rabbi, şeytan tevbe ediyor, affedilmesini istiyor.” “—Gitsin, Adem’e secde etsin, affedeyim!” demiş.
“—Ben dirisine secde etmedim, ölüsüne mi secde edeceğim?” demiş.
İnatçı… O inat da kibirden ileri geliyor.
“—O topraktan yaratıldı, ben ateşten yaratıldım. Ateş daha üstün!” dedi. “Ben kudret sahibiyim. Nasıl olur da ayaklar altında ezilen topraktan hasıl olan varlığa secde ederim?” dedi.
Halbuki bilmiyor ki, o toprak olmasa ateş nereden olacak?
bb. Kur’an Hatalı Okunursa, Melek Düzeltir
Deylemî, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:55
إِذَا قَرَأَ الْقَارِئُ فَأَخْطَأَ، أَوْ لَحَنَ، أَوْ كَانَ أَعْجَمِيًّا، كَتَبَهُ الْمَلَكُ
كَمَا أُنْزِلَ (الديلمى عن ابن عباس)
RE. 57/13 (İzâ karae’l-kàriu feahtaa, ev lehane, ev kâne a’cemiyyen, ketebehü’l-melekü kemâ ünzile.) (İzâ karae’l-kàriu) “Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan kimse Kur’ân-ı Kerîm’i okuduğu zaman, (feahtaa) hatalı okumuşsa, (ev lehane)
55 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.283, no;1137; Hz. Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.421. no:2498.
veya harekelerini yanlış okumuşsa; (ev kâne a’cemiyyen) yahut acemi ise; (ketebehü’l-melekü kemâ ünzile) melek onun bu okuyuşunu, Kur’ân-ı Kerîm nasıl indirildiyse öyle yazar.” Hanımlar arasında çok oluyormuş:
“—Hanım sen tecvid okumamışsın, iyi okuyamıyorsun. Böyle okunmaz, okuma artık!” diyorlarmış.
Onları okumamağa sevk ediyorlarmış. Onlar da gelip bize soruyorlar. Biz de:
“—Öyle şey olmaz, okuyun! Allah düzeltir o eksik olanlarını, melekler düzeltir. Siz gayret edin okuyun, okudukça düzelir.” diyoruz.
cc. Alimin Yöneticilere Yakın Olması
Ebü’ş-şeyh ve Deylemî. Muaz ibn-i Cebel RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:56
إِذَا قَرَأَ الرَّجُلُ الْ قُرْآنَ، وَتَفَقَّهَ فِي الدِّينِ ، ثُمَّ أَتَى بَابَ السُّلْطَانِ،
تَمَلُّقاا إِلَيْهِ، وطَمَعاا لِما في يَدِهِ، خَاضَ بِقَدْرِ خُطَاهُ فِ ي نارِ
جَهَنَّمَ (أبو الشيخ فى الثواب ، والديلمى عن معاذ)
RE. 57/16 (İzâ karae’r-raculü’l-kur’âne, ve tefakkaha fi’d-dîni, sümme etâ bâbe’s-sultâni temellükan ileyhi, ve tamaen limâ fî yedihî, hâda bi-kadri hutâhu fî nâri cehenneme.) (İzâ karae’r-raculü’l-kur’âne) “Bir kimse Kur’an’ı okuduğu zaman... (Ve tefakkaha fi’d-dîni) Dinde de fakih olduğu, ahkâm-ı dîniyyeyi, şeriatin emirlerini, yasaklarını öğrendiği zaman...” (Sümme etâ bâbe’s-sultàn) “Sultanın, hükümdarın sarayına kapısına gider; (temellükan ileyhi) ona yağ çekmek için, dalkavukluk yapmak için; (Ve tamaen limâ fî yedihî) Sultanın
56 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.289, no:1134; Muaz ibn-i Cebel RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.421. no:2497.
parasına puluna, hazinesine, elindeki bahşişine tamah ettiği için… ‘Bize bir iş ver, bize yardım et!’ diyerekten.” (Hàda bi-kadri hutàhu) “O zaman, o yol boyunca attığı adımlar miktarınca, (fî nâri cehenneme) cehenneme yuvarlanır.” Sana Allah’ın verdiği güzel Kur’an ilmi varken, sultanın kapısına nasıl gidiyorsun?
dd. Alimler Peygamberlerin Halifeleridir
Bir hadis-i şerif yazıyordum. Yazdığım hadis-i şerif şöyle:57
حَمَلَةُ الْ عِلْمِ فِى الدُّنْيَا خُلَفَ اءُ الأنْبِيَاءِ، وَفِى الآخِرَةِ مِنَ الشُّهَدَاءِ
(خط. عن ابن عمر)
RE. 276/10 (Hameletü’l-ilmi fi’d-dünyâ hulefâü’l-enbiyâi, ve fi’l-âhireti mine’ş-şühedâi) Hameletü’l-ilm, hamele-i Kur’an olan alimlerdir. Hafızlar değil de alimler…
“Alim olan insan, Kur’an’ı öğrendiği vakitte dünyada peygamberlerin halifesidir.” diyor.
Yoksa bizim halife dediğimiz sultanlar değildir. Asıl halife Kur’an’ı öğrenen ve onunla amil olan alimlerdir.
Bunu yazarken aklıma geldi: Sultan Selim Mısır’ı alıncaya kadar, kim bilir ne kadar askerimiz oralarda zâyî oldu, mallar ziyan oldu? Gittik Mısır’ı zabt ettik, Peygamber SAS eşyasını, emanetleri aldık getirdik.
El-hamdü lillâh, onlar şimdi bizim memleketimizde, iftihar ederiz. Araplar gelmişti, Hırka-i Saadet’i ziyaret ettik, ağladılar. Bizim için büyük bir devlet ama, bunlara sahip olmak halife olmaya kâfi değil… Bunlar bizimdir diyerekten, biz Peygamber SAS’in eşyasına sahibiz diyerekten onun halifesi olamayız.
Onun halifesi o ilmi tahsil edip, o ilmin yolunda yürüyenlerdir. O ilmin yolunda yürümedikçe, “Ben bu eşyalara sahibim, ben
57 Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.376, no:2248; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.623, no:2881; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.143, no:11642.
halifeyim!” demek doğru bir şey olmaz.
Onun için, enbiyalara halife olmak, vekil olmak, onların yerine
kàim olmak ne devlettir! Hangi devletle değişilir.
Peygamber SAS’in halifesi dört tane: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali… Bitti. Ondan sonra halifelik yok artık! Ondan sonra işte padişahlıktı, hükümdarlıktı geldi gitti.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:58
اَلْخِلاَفَةُ بَعْدِي فِي أُمَّتِي ثَلاَثُونَ سَنَةا، ثُمَّ مُلْك بَعْدَ ذَلِكَ
(حم. ت. ع. حب. عن سفينة)
RE. 205/18 (El-hilâfetü min ba’dî selâsûne seneh) “Halifelik benden sonra ümmetimde otuz senedir. (Sümme mülkün ba’de zâlike) Ondan sonra melikler gelir.” İki sene Ebû Bekr-i Sıddîk Hazretleri halifelik yaptı, on sene Hz. Ömer halifelik yaptı, on iki sene Hz. Osman halifelik yaptı, altı sene de Hz. Ali halifelik yaptı. Ondan sonrası cebbarlık, gaddarlık…
Allah kusurlarımızı afv ü mağfiret eylesin…
El-fâtihah!
23. 05. 1976 - İskenderpaşa Camii
58 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.167, no:2152; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.221, no:21978; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VII, s.83, no:6443; Neseî, Sünenü’l- Kübrâ, c.V, s.47, no:8155; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XV, s.392, no:6943; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.268; Sefîne RA’dan.