03. ALLAH İŞİTİR VE GÖRÜR

04. ALLAH’I ZİKRETMENİN FAYDALARI



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn...

Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

İ’lemû eyyühe’l-ihvân... Enne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


إِذَا قَصَّرَ العَبْدُ فِي الْ عَمَلِ، ابْتَلاهُ اللُّ تَعَالَى بِالْهَمِّ

(حم. فى الزهد عن الحكم مرسلاا)


RE. 58/1 (İzâ kassara’l-abdü fi’l-ameli, ibtelâhu’llâhu teàlâ bi’l-hemmi) Beraber bir salevât-ı şerife okuyalım:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…


a. Sıkıntıların Kaynağı


Ahmed ibn-i Hanbel, Hakem Rh.A’ten rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:72



72 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.290, no:1140; Ahmed ibn-i Hanbel, Zühd, c.I, s.10; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VII, s.111, no:3553; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.II, s.63, no:261; Hakem Rh.A’ten.

123

إِذَا قَصَّرَ العَبْدُ فِي الْ عَمَلِ، ابْتَلاهُ اللُّ تَعَالَى بِالْهَمِّ

(حم. فى الزهد عن الحكم مرسلاا)


RE. 58/1 (İzâ kassara’l-abdü fi’l-ameli, ibtelâhu’llâhu teàlâ bi’l-hemmi) (İzâ kassara’l-abdü fi’l-ameli) “Kul ibadetinde, amelinde kusur işler, noksanlık yapar, vazifeyi tam yapmaz, eksiği kusuru olursa; (ibtelâhu’llàhu teàlâ bi’l-hemmi.) Allah onu gam, keder, üzüntü, tasa ile müptela eder.” Kul, amelinde eksiklik yapıyor. Amelleri, emrolunduğu vech ile yapamıyor, yapmıyor. Meselâ, namazı geç kılıyor. Sabahları kalkamıyor, cemaate gelemiyor. Acele kılıyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor. Birçok eksiklikleri var amellerinde… O zaman. Allah-u Teàlâ ona bir kaygılanacak, meşakkatlenecek, gamlanacak bir ibtila verir ki o eksikliğini telafi etsin. Musibetler de bu meyanda...

Allah kusurlarımızı affetsin… Amellerimizi kusursuz yapmaya çalışan kullarından eylesin… Tabii hepimiz aciz insanlarız. Amellerimizi istenildiği şekilde, tam yapmaya kimsenin gücü yetmez. Öyle Peygamberimiz gibi, melekler gibi olalım, olmaz. Ama terk de olmaz. Vazifemiz, elimizden geldiğince tam yapmağa çalışacağız.


b. İnsanın Öleceği Yere Gitmesi


Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî, Hàkim ve Tirmizî, Matar ibn-i Ukâmis RA’dan; Tirmizi, Ebu Uzze RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:73


Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.328, no:6788; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.423, no:2505.


73 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.39, no:2072; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.227, no:22034; İbn-i Abdi’l-Ber, el-İstiab, c.I, s.464; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXVIII, s.56, no:5996; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.1018; Ebû Nuaym,

124

إِذَا قَضَى اللُّ لِعَبْدٍ، أَنْ يَمُوتَ بِأَرْضٍ، جَعَلَ لَهُ إِلَيْهَا حَاجَةا (حم. طب. ك. ت. حس عن مطر بن عكامس؛ ت. عن أبى عزة)


RE. 58/2 (İzâ kada’llàhu li-abdin en yemûte bi-ardın, ceale lehû ileyhâ hâceten.)

(İzâ kada’llàhu li-abdin en yemûte bi-ardın) “Allah bir kulun bir toprakta, bir ülkede, bir şehirde, bir mıntıkada ölmesini hükmettiği, takdir eylediği zaman, ( ceale lehû ileyhâ hâceten) oraya bir iş, bir ihtiyaç, bir vesile çıkarır, adam oraya gider, orada ölür.” Ecel mukadder, yeri de mukadderdir. Filan adam, filan yerde, filan zaman ölecek. Bunun tarihi tesbit edilmiş. Adam burada, ecel de orada olacak. Saat de gelmiş; beş dakika, on dakika var… Bir acele iş çıkar, arabayla gitmek istemez; tayyarenin içinde giderken, kaza da olur biter.


Bunun bir hikayesini okumuştum: Süleyman AS’ın yanına bir ziyaretçi gelmiş, oturuyor. Azrail AS da gelmiş Süleyman AS’ın ziyaretine… Bakmış ki defterde, “Bu adamın canı, filan saatte Hindistan’ın bilmem neresinde alınacak.” yazıyor. Adam burada. Buradan Hindistan’a gitmesi için aylar lazım! Azrail AS, “Nasıl alacağım ben bu adamın canını burada?” diye düşünmeye başlamış. Oradan gitmiş.

Azrail AS gidince, o adamın içine bir korku düşmüş. Yâhu ben bu adamın tipini hiç beğenmedim demiş. İnsan kılığında geliyor tabii. Süleyman AS’dan rica etmiş, demiş ki:

“—Rüzgâra emretsen de beni uzak bir yere götürse…”


Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.346; İbn-i Hibbân, Sikàt, c.III, s.391, no:1287; Matar ibn-i Ukâmis RA’dan. Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.40, no:2073; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.522, no:1360; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.276, no:706; Ebû Uzze RA’dan.

125

Süleyman AS da rüzgâra emretmiş, rüzgâr adamı Hindistan’a götürmüş.

Cenab-ı Hakk’ın kudretine bak! Tayyareler yokken Süleyman AS tayyare mesabesinde ordusunu göklerde uçururdu. O kudret-i ilahiye ile. E bugünkü uçak uçuyor da, Allah onun ordusunu uçuramaz mı? Bunlar olmayacak şeyler değil.

Adam gitmiş, Azrail AS da bakmış ki, adam Hindistan’da; hoşuna gitmiş. Gel bakalım demiş, almış canını…

Onun için,

“—Gitmeseydim de… Çıkmasaydım da… Yapmasaydım da…” boş bunlar. Bu mukadderat olan şey, olacak vaktinde. Allah hepimizin hakkında hayırlısını nasib etsin…


c. Evde de Namaz Kılın!


Ahmed ibn-i Hanbel, Müslim ve İbn-i Ebî Şeybe, Ebû Saîd el- Hudrî RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:74


إِذَا قَضَى أَحَدُكُمُ الصَّلاةَ فِي مَسْجِدِهِ، فَلْيَجْعَلْ لِبَيْتِهِ نَصِيباا


مِنْ صَلاَتِهِ فإنَّ اللّ جاعِل في بَيْتهِ مِنْ صَلاَتِهِ خَيْراا (حم. م.

ش. عن أبى سعيد)


RE. 58/3 (İzâ kadà ehadükümü’s-salâte fî mescidihî, felyec’al



74 Müslim, Sahîh, c.IV, s.180, no:1298; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.59, no:11584; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.II, s.115, no:1021; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.300, no:969; İbn-i Ebî Şeybe, Mûsânnef, c.II, s.255, no:6511; Abdürrezzak, Mûsânnef, c.III, s.70, no:4837; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.311, no:2104; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IX, s.27; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.II, s.212, no:1206; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.189, no:2858; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.III, s.446, no:1943; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.II, s.230, no:1567; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.255, no:3061; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.

126

li-beytihî nasîben min salâtihî, feinna’llàhe câilün fî beytihî min salâtihî hayran.) (İzâ kadà ehadükümü’s-salâte fî mescidihî) “Sizden biriniz namazı bir mescidde cemaatle kıldığı zaman.” Kıldı, tamam. (Felyec’al li-beytihî nasîben min salâtihî) “O namazından evine de bir nasib ayırsın, evinin de bir hissesi olsun! (Feinna’llàhe câilün fî beytihî min salâtihî hayran.) Çünkü evinde namaz kıldığı zaman, Allah o namazından dolayı evine bir hayır ihsan edecektir.” Bir kimse camiye geldi, namazını kıldı. Evi için de namazdan bir nasib ayırması tavsiye ediliyor.

Bunun için ne yapsın? Farzı camide kılsın, gitsin sünneti de evinde kılsın. Yahut sünneti evinde kılsın gelsin, farzı camide kılsın. Evin de hakkı var yani. Evini de nasipsiz bırakmasın!

O kıldığı namazla Allah, evine hayırlar verir. Nafile namaz kılar. Kaza namazları, diğer namazlar. Evimizde olduğumuz müddette bunları yapmaya imkân vardır. Farzları mutlaka camiye gelmek lazım!

127

ç. Hacdan Sonra Mekke’de Fazla Durmayın!


Hàkim ve Beyhakî, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:75


إِذَا قَضَى أَحَدُكُم حَجَّهُ، فَلْيَعُجِّلِ الرُّجُوعَ إلى أهْلِهِ، فَإنَّهُ أَعْظَمُ


لأَجْرِهِ (ك. ق. عن عائشة)


RE. 58/4 (İzâ kadâ ehadüküm haccehû, felyüaccili’r-rucûa ilâ ehlihî, feinnehû a’zamü li-ecrihî) (İzâ kadà ehadüküm haccehû) “Sizden biriniz haccını yapıp tamamladığı zaman, (Felyüaccili’r-rucûa ilâ ehlihî) beldesine,



75 Hàkim, Müstedrek, c.I, s.650, no:1753; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.259, no:10143; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.283; Dâra Kutnî, Sünen, c.II, s.300, no:289; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.24, no:11890; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.424, no:2507.

128

ailesine dönüşü acele yapsın, çabuklaştırsın. Oyalanmasın, çabuk gitsin. (Feinnehû a’zamü li ecrihî) Çünkü böyle hareket etmek, haccının sevabının daha büyük olmasına sebep olur.” Allah nasib etsin de gene gidelim. Haccımızı yaptık, bitti hac. Şeytanı taşladık, son tavafımızı yaptık, bitirdik haccı. Bitirdik mi, dönüşü çabuk et. Dönüşü, çoluğuna çocuğuna dönüşü acele et.

“—Artık Kâbe’ye bir daha gelecek değilim ya, bir ay daha kalayım, iki ay daha kalayım!” Yok. Bitti mi vazifen? Bitti. Ehline rücüda acele et! Elinden gelirse bayramın beşinci, altıncı gününde çıkar dönersin. Şirketler de öyle yaparlar zaten. (Feinnehu a’zamu li-ecrih) Bunda büyük ecirler vardır. Çünkü orada kaldığı müddetçe kusurlar eder, kabahatlar eder, kazandığı sevapları kaçırır elinden. Onun için, buna meydan kalmadan dönsün evine…


d. Kardeşine Öğrenmek İçin Soru Sor!


Deylemî, Hz. Ali RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:76


إِذَا قَعَدَ أَحَدُكُم إِ لَى أَخِيهِ ، فَلْيَسأَلْهُ تَفَقُّها ا، وَلَِ يَسْأَلْهُ تَعَنُّتاا (الديلمى عن على)


RE. 58/5 (İzâ kaade ehadüküm ilâ ahîhi, felyes’elhü tefekkuhen, ve lâ yes’elhü teannüten.) (İzâ kaade ehadüküm ilâ ahîhi) “Sizden biriniz bir kardeşinin yanına varıp da oturduğu zaman, (felyes’elhü tefekkuhen) ona bir bilgiyi öğrenmek için, dinî bir konuyu öğrenmek için soru sorsun. (Ve lâ yes’elhü teannüten) Onu imtihan etmek, mahcup etmek maksadıyla sormasın!”

Bazı meseleler vardır, içinden çıkılmaz. O zor meseleleri



76 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.299, no:1183; Hz. Ali RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.428, no:2513.

129

sormayın! “Mahcup olsun, cevap veremesin de görsün gününü!” diyerekten bu gibi sorguları yapmayınız.

Şöyle bir şey yazmış:

Muhiddin-i Arabî, terbiyesini Abdülkadir-i Geylani’den almış. Sebebi şöyle. Bunlar üç arkadaş Abdülkadir-i Geylani Hz.ni ziyarete gitmiş. İkisi Abdülkadir-i Geylani Hazretlerine çeşitli sualler sormuşlar. Bu suallerin altından çıkamayacak değil ama,

onu rahatsız etmişler sorgularıyla... Muhiddin-i Arabi Hz. sükût etmiş. Hiçbir şey söylememiş. O himmet beklemiş. Abdülkadir-i Geylani Hz. teveccüh buyurmuş, dönmüş memleketine...

Döndükten sonra güttüğü koyun söylenmeye başlamış:

“—Sen beni gütmek için, çiftçilik yapmak için yaratılmadın!” demiş.

Bir sürü, onun lisaniyle söylüyor, dilimizle. Hayvandan tabii bizim dilimiz çıkmaz ama Cenab-ı Hak, Mûsâ AS’la ağaçtan tekellüm etti. Ağaç vasıtasıyla söyledi Cenab-ı Hak. Buna da hayvan vasıtasıyla söyleniyor. Sen deme ki:

“—Canım bu bizim konuşmamız işte boğazın bir teşkilatı var. Ağızın bir teşkilatı var. Ancak bu şekilde konuşulur. Hayvan bunu beceremez ki. Hele ağaç hiç beceremez.” E senin elindeki radyo neden ibaret? Var mı ağzı, burnu? Tahtadan, tenekeden, şundan, bundan. Bunu insan yapmış. İnsan tahtayı konuşturabiliyor da Allah konuşturamaz mı? Kıyamet günü yarın ağzımızı kapatacaklar.


اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٰٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ (يس:5)


(El-yevme nahtimu alâ efvâhihim) “O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. (ve tükellimünâ eydîhim) Elleri bize konuşur, (ve teşhedü ercülühüm) ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yâsin, 36/65)

“—Hocam olur mu?”

130

Neden olmayacak? İşte elindeki televizyonun karşısında… Nesi var onun? Ne güzel söylüyor. Bu Allah’ın bize verdiği ilmin bir zerresidir. O zerreyle bak neler yapıyoruz bugün.

E Allah-u Teàlâ’nın ilmi, nâmütenahi, sonsuz… Şimdi sen beni gütmek için yaratılmadın, ne yapıyorsun sen? Bu sözü duyduktan sonra, Muhiddin-i Arabi Hz. anasına gelmiş demiş ki:

“—Ana, ben gideceğim. Tahsil-i ilme, Abdülkadir-i Geylani Hz.nin yanına gideceğim.” Anası da bir miktar altın vermiş kendisine. Pabucunun altına koymuş. Tabii, “Allah selamet versin oğlum!” demiş göndermiş. Derken yolda eşkıyalar yakalamış. Soymuşlar kafileyi. Sıra buna gelmiş.

“—Senin neyin var?” demişler.

“—Birkaç altınım var!” “—Nerede?” “—Ayağımın altında…” Adamların tuhafına gitmiş, şaşırmışlar. Bu çocuk doğruyu söylüyor da bize ne oluyor? Koskoca adam olduk da hala ne fena yollarda duruyoruz diyerekten tevbe etmişler. Muhyiddin-i Arabi’ye ilk teslim olan kimseler onlar olmuş. O eşkıyalar Muhyiddin-i Arabi’nin çocuklukta dervişleri olmuşlar. Bugünkü tabiriyle…

Allah hepimizi affetsin… Büyüklerin şefaatlerine hepimizi mazhar eylesin…

Onun için soracağımız vakitte, bilmediğimiz meseleyi öğrenmek için sorarız. Yoksa şunu şuna soralım. Gider ona sorar, ona sorar, ona sorar. Bilmediğin bir şey varsa onu sor, öğren git işte, bu kadar. Eşeler boyna… Eşelemek iyi değil.


e. Konuşana Sus Bile Demeyin!


Bu hadîs-i şerîf Ebû Hüreyre RA’dan. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:77



77 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.518, no:10731; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.III, s.219, no:5618; Mâlik, Muvatta’ (Rivayet-i Yahyâ), c.I, s.103, no:232;

131

إِذَا قُلْتَ لِصَاحِبِكَ وَالإِمَامُ يَخْطُبُ يَوْمَ الجُمُعَةِ: أنْصِتْ! فَقَدْ لَغَوْتَ

(مالك، حم. ق. د. ن. ه. عن أبى هريرة)


RE. 58/6 (İzâ kulte li-sâhibike ve’l-imâmü yahtubü yevme’l- cümuati: Ensıt! Fekad legavte.) (İzâ kulte li-sâhibike ve’l-imâmü yahtubü yevme’l-cümuati: Ensıt!) “Cuma günü imam hutbede iken, yanındakine sus dersen, (fekad legavte) Cumanı ilga etmiş olursun.” Cum’a günü, imam hutbede, hutbe okuyor. Yanında arkadaşın var, konuşuyor. Sen de ona, ‘Sus!’ diyorsun. ‘Cumanın sevabını kaçırdın!’ diyor.

Binâen aleyh, Cuma günü hutbe okunurken namazdaymış gibi edeple oturup, öyle dinlemek lâzım! Serbest oturmak da caiz değil. Ama mazeret olur, başka…

Mazeret olmadığı zaman yayılarak oturmak caiz değil. Namazda oturduğu gibi oturup, can kulağı ile dinleyeceksin ki, onu gidip evinde çoluğuna, çocuğuna, eşine, dostuna nakledeceksin ve onu belleyeceksin. Bugünkü cumada bunları öğrendim diyeceksin.

Vaaz dinliyorsan, güzel dinleyeceksin. Anlatabilecek şekilde dinleyeceksin. İstersen, unuturum diyerekten not da edeceksin. Onları güzelce başkalarına anlatmaya çalışacaksın ki, İslâm’ın esaslarını, biz okumak suretiyle öğreniriz, yahut duymak suretiyle öğreniriz. İşte muhakkak cehil çok felaket... Cehilden kurtulmak için ya okuyacaksın, ya dinleyeceksin. Okumuyorsan, dinlemiyorsan, çok fena…

Allah kusurlarımızı affetsin… Cumalarımızı biz iyi dinlersek, birkaç sene içinde hoca oluruz biz de. Mutlaka mektebe gitmek lazım değil ki. Ashab-ı kiram nasıl öğrendi? Mektebe mi gittiler? Efendimizi dinlemekle öğrendiler. Ondan duyduklarını


Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.258; Abdürrezzak, Mûsânnef, c.III, s.223, no:5416; Ebû Hüreyre RA’dan.

132

ezberlediler, bize de yetiştirdiler. Kitaplarımıza geçirdiler. Onların sayesinde biz de bak, sizlere bu hadis-i şerifleri nakledebiliyoruz. Bunlar bellenmeseydi, nasıl naklederdik?


f. Kadılık Yapan Kimsenin Ecri


Ahmed ibn-i Hanbel ve Taberânî, Abdullah ibn-i Amr RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS bu hadîs-i şerîfte buyuruyor ki:78


إِذَا قَضَى الْقَاضِي فَاجْتَهَدَ فَأَصَابَ، فَلَ هُ عَشَرَةُ أُجُورٍ؛ وَإِذَا اجْتَهَدَ


فَأَخْطَأَ،كَانَ لَهُ أَجْر أَوْ أَجْرَانِ (حم. طب. عن ابن عمرو)


RE. 58/8 (İzâ kada’l-kàdî fe’ctehede feesâbe, felehû aşeretü ücûrin; ve ize’ctehede feehtae, kâne lehû ecrün ev ecrâni.) (İzâ kada’l-kâdî fe’ctehede feesâbe) “Hakim, mahkemede iki kişi arasında hüküm vermek için çok uğraştı. Acaba hangi ayete, hangi hadise bu hadise delalet ediyor diyerek o suretle karar verdi ve kararında isabet etti, doğru karar verdi. (Felehû aşeretü ücûrin) Allah on sevap verir.” (Ve ize’ctehede feehtae) “Yine hàkim gayret etti, doğruyu bulmaya çalıştı, düşündü, taşındı, ama yanlış bir karar verdi; (kâne lehû ecrün ev ecrâni) kendisine bir veya iki ecir vardır.”


İctihad eden kimseye de, dinde gayret gösterdiğinden dolayı on sevap var. Mesela namaz kılıyoruz, bunların hep içtihadı vardır. Elimizi şöyle mi koyalım, salıverelim mi? Her imam, “Efendimiz böyle buyurmuştur.” diye bir tanesine karar veriyor. Bundan dolayı hatalı ictihad etse bile sevap kazanır. Onun da yine bir ecri



78 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.187, no:6755; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.IX, s.15, no:8988; Abdullah ibn-i Amr RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.426, no:2510.

133

veyahut iki ecri olur.

Bize gelince mukallid durumundayız. Biz onları taklid ediyoruz. “Mukallidin imanı sahihtir.” demişler ama çalışmak şartıyla... Biz de onların delillerini kendimize göre alacağız, bulacağız. “Ha burada bu doğrudur.” diyeceğiz, uyacağız ona. Delillerini bilmeden, o öyle dedi diyerek bizim de öyle dememiz bir vakit için caiz.

Fakat sonra Kur’an okuyacağız, Allah’ın dediklerini anlayacağız. Hadisleri okuyacağız, Peygamber’in dediklerini anlayacağız. Biz de hükmümüzü ona göre vererekten, o mukallitlikten kendimizi kurtarıp, biz de tahkîkî imana ulaşacağız. Allah kusurlarımızı affetsin…


Onun için diyorlar ki, Allah-u Teàlâ akıl vermiş ya, zekâ vermiş ya; hiç okumasak da, hiç mektep medrese de görmesek. Dağın başında büyümüş olsak. Kimseyle de temasımız yok. O Allah-u Teàlâ’nın verdiği kuvvet ve kudret sayesinde, bu mülkün sahibi Allah’tır diye bulabilecek kabiliyetimiz var. Fakat bu kabiliyeti harcamadan ölür gidersek, mesulüz.

“—Canım bana kimse öğretmedi ki… Ne bileyim?”

Şurada bir iz var. Bu izi görünce;

“—Buradan bir at geçmiş.” diyor.

“—Nereden biliyorsun?” “—Bak atın nalının izi var burada…”

Buradan bir kedi geçmiş bak.

“—Nereden anladın?” “—Kedinin izi var burada…”

Buradan bir adam gitmiş.

“—Nereden anladın?” “—Bak ayağının izi var burada…”

Bu izden onu anlayabiliyorsun da bu kâinati görüp de Allah’ı anlayamayacak mısın?

Allah affetsin kusurlarımızı…


g. Allah’ı Zikretmenin Faydaları

134

Hàkim, El-Hakem ibn-i Umeyr RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:79


إِذَا قُلْتَ سُبْحَانَ اللِّ، فَ قَدْ ذَ كَرْتَ اللَّ، فَذَكَرَكَ؛ وَ إِذَا قُلْ تَ الحَمْدُ للِّ ،


فَقَدْ شَكَرْتَ اللَّ فَزَادَكَ؛ وَإِذَا قُلْتَ لَِ إِلٰهَ إِلَِّ اللُّ، فَهِيَ كَ لِمَةُ التَّوْحِيدِ،


الَّتِي مَنْ قَالَهَا غَيْرُ شَاكٍّ، َولَِ مُرْتَاب ، وَلَِ مُتَكَبِّرٍ، وَلَِ جَبَّارٍ ، أَ عْتَقَ هُ


اللُّ مِنَ النَّارِ (ك. فى تاريخه عن الحكم بن عمير الثمالى)


RE. 58/9 (İzâ kulte sübhâna’llàh, fekad zekerta’llàhe, fezekerek; ve izâ kulte el-hamdü li’llâh, fekad şekerta’llàhe fezâdek; feizâ kulte lâ ilâhe illallah, fehiye kelimetü’t-tevhîd, elletî men kàlehâ gayrü şâkkin, ve lâ murtâbin, ve lâ mütekebbirin, ve lâ cebbârin, a’tekahu’llàhu mine’n-nâr.)

(İzâ kulte sübhâna’llàh) “Sübhâna’llah dediğin zaman, (fekad zekerta’llahe fezekerek) Allah’ı zikretmiş olursun; Allah da seni zikreder. Sana Tevfik eder, rahmet eder. Beni tesbih ediyor kulum diye.

Onun için, Cenab-ı Peygamber Efendimiz beş vakit namazın arkasına otuz üç defa Sübhàna’llàh, otuz üç defa El-hamdü li’llâh, otuz üç defa da Allàhu ekber dermiş.

Hz. Fatıma Validemizle Hz. Ali Efendimiz fakr u zaruret halindelerdi. Evin tüm işleri Hz. Fatıma’ya kalıyor. Evde su yok, dışarıdan kırba ile gelecek. Kova da yok o zaman. Kırbaların içine dolduracak, arkasına alacak, getirecek suyu eve… Çocukları yıkayacak, yemeğini pişirecek, evini temizleyecek, çamaşırını da yıkayacak bu suyla… Kaç defa gidip gelecek yani. Su da neredeydi biliyor musunuz? Kim bilir Fatih’te mi, yoksa daha uzak bir yerde



79 Kenzü’l-Ummâl, cI. s.466, no:2030; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.430, no:2518.

135

mi; oradan taşıyacak suyu… Tabii kolay bir şey değil.

Değirmende çevireceksin buğdayı, un yapacaksın. Fırınla evde pişireceksin, yiyeceksin. Bizimki gibi böyle hazır yok. Allah affetsin cümlemizi…


Esirler gelmiş, Cenab-ı Peygamber esirleri dağıtıyor. Şuna buna… Hz. Ali Efendimiz Hz. Fatıma’ya demiş ki:

“—Git babana söyle! Bize de bir esir versin, sen de kurtul bu yükten…” Gitmiş ama utancından diyememiş. Ertesi gün beraber gitmişler. Hz. Ali demiş ki:

“—Yâ Rasûlallah! Kızının halini görüyorsun, elleri nasır tuttu.” Hz. Peygamber neticede demiş ki:

“—Kızım yatarken otuz üç defa Sübhàna’llàh, otuz üç defa El- hamdü li’llâh, otuz dört defa da Allàhu ekber de! Bu sana vereceğim hizmetçiden daha hayırlıdır.” demiş.


Şimdi Sübhàna’llah’lar, El-hamdü li’llâh’lar, Allàhu ekber’ler insanlarda büyük kaynaklar hasıl eder. Şimdi Sübhàna’llah deyince, Allah-u Teàlâ’yı zikretmemiz dolayısıyla Allah-u Teàlâ

bize tevfik veriyor. Yapmaya imkân veriyor ve merhamet-i ilahiyeyi celbe sebep oluyor.

(Ve izâ kulte el-hamdü lillâh) Nimetlerine karşı da bir de El- hamdü lillâh diyoruz ya. Bunu da dediğimiz vakitte (fekad şekerta’llàh) Allah’ın nimetlerine de şükretmiş olduruz. (Fezâdeke) O zaman (leezîdenneküm) emri mucibince nimetler mütemadiyen artar. Bir adamın bir nimeti artıyor, demek ki Allah’a şükrediyor. Artmıyorsa, şükrü yok. Şükrü olsa, mütemadiyen artacak.


Rahmetlik dedemden dinlemiştim. Hz. Mûsâ’nın zamanında adamın birisi çok zengin olmuş. Bıkmış artık zenginlikten. Mûsâ AS’a demiş ki:

“—Ya Mûsâ! Şu Cenab-ı Hakla konuşmaya gittiğin vakitte söyle de bu zenginliği artık benden alsın. Vermesin artık, yeter bu

136

kadar.” Mûsâ AS da söylemiş, Cenab-ı Hak da demiş ki:

“—Çocuklara ekmeği sokakta yedirsin!” O da söz dinlemiş. Çocuklarına ekmeği sokakta yediriyor. Çıkarken al bir dilim ekmeği diyor. Ama boyunlarına birer torba dikmiş çocukların. Ekmek kırıklarını yere düşürmeyin ha diyerekten tenbih etmiş. Torbanın içerisine dökülüyor.

Daha artıyor, daha artıyor.

“—Ya Mûsâ! Hani azalacaktı?” Hamd ediyor, şükrediyor benim nimetlerime, saygı gösteriyor. Elbette arttıracağım onu.

Emr-i ilâhîdir:


لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ (ابراهيم:7)


(Lein şekertüm leezidenneküm) “Eğer şükrederseniz elbette size olan nimetimi artırırım.” (İbrâhim, 14/7)


(Feizâ kulte lâ ilâhe illa’llah) “Lâ ilâhe illa’llah dediğin zaman ise, (fehiye kelimetü’t-tevhîd elletî) bu tevhid kelimesidir, Allah’ı birleme sözüdür ki; (men kàlehâ gayrü şâkkin ve lâ murtâbin ve lâ mütekebbirin ve lâ cebbârin) tereddüt etmeden, şüphe etmeden, kibirlenmeden, cebbar olmadan, kim bu Lâ ilâhe illa’llàh sözünü halisâne söylerse, (a’tekahu’llàhu mine’n-nâr) Allah onu cehennemden âzad eder.” Her namazın arkasından on kere demeyi tavsiye etmişler. Biz sabah ve yatsı vakitlerinde diyoruz ama beş vakitte de söylenebilir, sen müezzine bakma! Müezzin bize bir şey demese de kendi kendimize çekeceğiz. Onun için her namazın arkasından hiç olmazsa on defa Lâ ilâhe illa’llah demeli. Günde hiç olmazsa yüz kere Lâ ilâhe illa’llah demeli, en aşağı. Daha fazla yaparsan, daha fazla sevap...

Böyle şeksiz, şüphesiz ve azamet, kibir, gurur yapmadan söylediği takdirde, Cenab-ı Hak onu, bu kelime-i tevhid sebebiyle

137

cehennemden kurtarır.


Hepimiz yaratıldığımız vakitte, iki yer yaratmış Cenab-ı Hak, gâvura da bize de… Biri cennette, biri cehennemde… Cennette de yerimiz var, cehennemde de yerimiz var. Gâvurunki de öyle. Onun da cennette yeri var, cehennemde yeri var. Burada çalışırsın, hangisini kazanırsan, o senin. Cenneti kazındık mı, cennetteki yer bizim. Gâvurun da hakkı vardı orada, cennetteki yeri… Ama kazanamadı o. Onu da bize miras olarak verecekler. Onun

mirasçısı olarak biz cennette iki yere sahibiz. Cehennemdeki yerimizi de o gâvura verecekler. Bizim yerimiz de onun olacak.

Biz nasıl kurban kesiyoruz, bunun kanı, derisi, kemiği, eti benim yaptığım kusurlara feda olsun diye, bu çocuğum için feda olsun diye kesiyoruz kurbanı… İşte gâvur da bize feda olaraktan gidecek. Biz de inşâallah kelime-i tevhidin sayesinde kurtulacağız.

Onun için dilimizi bu kelimeye alıştırıp, daima söylememiz lazım. Ölürken de insan alıştığı için kolay olur, söyler, öyle gider ahirete... Cenab-ı Hak nasib etsin…


h. Gece Namazına Kalkınca Biraz Ses Çıkar!


Deylemî Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:80


إِذَا قُمْتَ مِنَ اللَايْلِ تُصَلَِّي، فَارْفَعْ صَوْتَكَ قَل۪يلاا ، تَفْزَعُ الشَايْطَانُ،


وَتُوَقُِّظ الْج۪يرَانُ، وَتَرْضَى الرَاحْمَنُ (الديلمى عن أنس)


RE. 58/10 (İzâ kumte mine’l-leyli tusallî, fe’rfa’ savteke kalîlen, tüfziu’ş-şeytâne ve tûkızu’l-cîrâne, ve türdi’r-rahmâne.)



80 Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.736, no:21450; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.437, no:2529.

138

(İzâ kumte mine’l-leyli tusallî) “Namaz kılmak maksadıyla geceleyin uykunu bölüp kalktığında, (fe’rfa’ savteke kalîlen) sesini biraz yükselt!” diyor Peygamber Efendimiz.

“Adamın ödünü patlatacak gibi değil de sesini azıcık yükselt!” Ne olur? (Tüfziu’ş-şeytàne) “Böyle yapınca şeytanı korkutursun. Şeytanı telâşa, korkuya düşürürsün. (Ve tûkîzu’l-cîrâne) Komşuları da uyandırırsın! (Ve türdi’r-rahmâne) Rahman’ı da razı edersin.”


Geceleri kalktığımız vakitte ki, bazı uzun gecelerde mutlaka kalkılır. Namaz da kılacağız. Aldık abdestimizi, durduk namaza…

“—Azıcık sesini yükselt! İçinden okuma, açıktan oku; şeytanı korkutursun!” Kur’an okunan yerde, ezan okunan yerde şeytan duramaz! Ezan okunurken öyle bir kaçışla kaçıyor ki, tarifi mümkün değil. Şimdi Kur’an’da da öyle. Kur’an’ın okunduğu yerde de duramaz, kaçar. O bazı ruhani hastalıklar var. O evlerde demek Kur’an okunmadığı için, bunlar insanlara Mûsâllat oluyorlar. Kurtulmaları da mümkün olmuyor, Allah muhafaza etsin…

Etrafta yatanlar var. Biz de sesli sesli okuyunca, onların da uyanmasına vesile oluyoruz, onlar da uyanıyor. Onlar da kalkıyorlar namaza… O zaman Allah-u Teàlâ da razı olur.

Hem kendimiz kalktık, hem etrafımızdakileri kaldırdık. Allah’ın divanına durduk. Gecelerde kimse yok, sessiz sedasız. O güzel gönülle Allah’a bağlamışız kendimizi… Ne kadar güzel bir şey! Allah cümlemize nasib etsin…


ı. Namazda Safları Düzgün Tutun!


İbn-i Ebî Şeybe, Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:81



81 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.3, no:11007; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.II, s.16, no:2098; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.128, no:402; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.507, no:1355; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.303, no:984; İbn-i

139

إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاَةِ، فَاعْدِلُوا صُفُوفَكُمْ، وَسُدُّوا الْفُرَجَ، فَإِنِّي


أَرَاكُمْ مِنْ وَرَاءِ ظَهْرِي (ش. عن أبى سعيد)


RE. 58/11 (İzâ kumtüm ile’s-salâti, fa’dilû sufûfeküm, ve süddü’l-fürece, fe-innî erâküm min verâi zahrî.) (İzâ kumtüm ile’s-salâti) “Namaz kılmaya kalktığınız zaman, (fa’dilû sufûfeküm) saflarınızı düzeltin! Saflarınızı doğru yapın, doğruluğuna dikkat edin!” (Ve süddü’l-fürec) “Namaz kılanların arasında arada gevşek durmalar var da boşluk varsa, onları da kapatın! Aranızda boşluk bırakmayın, omuz omuza sıkışın! (Feinnî erâküm min verâi zahrî) Çünkü ben sizi arkamdan da görüyorum.” buyuruyor.


Ebî Şeybe, Mûsânnef, c.I, s.379, no:3839; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.254, no:2518; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.629, no:20607; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.438, no:2531.

140

Bu da bizim Peygamberimiz’in bir özelliğidir; arkasındakileri görürdü. Halbuki biz göremeyiz, ama o görürdü.

Cenab-ı Peygamber SAS zamanında saflar düzelmeden “Allàhu ekber!” demezdi Peygamber Efendimiz. Saflara bakar, icab ederse kalkar, “Sen geriye, sen ileriye…” diyerek onları nizama sokar, ondan sonra gelir, namaza dururdu.


Şimdi usulen, (Sevvû sufufeküm) “Saflarınızı düzeltin!” diye imam bir kere ihtar ediyor. El-hamdü lillâh şimdi de eskisi gibi değil, insanlar gerek askerlik dolayısıyla, gerek tahsilleri dolayısıyla her şeyi bilirler. Kendileri saflarını düzeltirler. Ama yine de saflara bakıyorsunuz, yamukluk olabiliyor.

Kalplerin harekâtı da ona göre oluyor. Saflar doğru olunca, kalpler de doğru oluyor. Saflar bozuk olunca, kalpler de bozuk oluyor. Namazda mıydım, değil miydim farkına varmadan, “Es- selâmü aleyküm” diye namazdan çıkıyoruz. Onun için safların düzgünlüğüne dikkat etmek lazım!

Bizim imamımız, İmam-ı Azam Hazretleri:

“—Müezzin efendi, (Kad kameti’s-salâh) dediği vakitte namaza durulur.” demiş.

İmam-ı Muhammed ile İmam-ı Yusuf itiraz etmişler:

“—Kameti dinleyip, kamet bittikten sonra namaza durmak daha evlâdır!” diye fetvayı öyle vermişler.

Kamette de olur, kamet bittikten sonra da olur.


i. Alimlerin Kıymeti


İbn-i Adiy ve İbn-i Asâkir, Ebû Ümâme RA’dan ve Vâsile ibn-i Ekva’ RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz diyor ki:82




82 İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.162; Zehebî, Mîzânü’l-İtidal, c.III, s.44, no:5531; Ebû Ümâme RA’dan ve Vâsiletü’bnü Ekva’ RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.172, no:28894; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.1, no:2653.

141

إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ، جَمَعَ اللَُّّ الْعُلَمَاءَ، فَقَال: إِنِّي لَمْ أَسْ تَوْدِعْ


حِكْمَتِي قُلُوبَكُمْ، وَأَنَا أُرِيدُ أَنْ أُعذِّبَكُمْ؛ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ (عد. كر. عن أبى أمامة وواثلة معا)


RE. 58/13 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, cemaa’llàhu’l-ulemâe fekàle: İnnî lem estevdia hikmetî kulûbiküm, ve ene ürîdü en üazzibeküm; üdhulü’l-cenneh.) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti) “Kıyamet günü vuku bulduğu zaman, olduğu zaman, geldiği zaman, (cemaa’llàhu’l-ulemâe, fekàle) Allah alimleri toplayacak ve diyecek ki: (İnnî lem estevdi’ hikmetî fî kulûbiküm, ve ene ürîdü en üazzibeküm) “Ben sizin kalbinize hadis bilgisini, tefsir bilgisini, din bilgisini, hikmeti, İslâmî hakikatleri, o müslümanca bilgeliği sizi azaplandırmak için koymadım. (Üdhulü’l-cenneh) Hadi yallah, cennete girin bakalım!” diye cennete sokacak.

“—Size dünyada hikmeti, dini ilimleri, basîreti vermem, hak ve doğru düşünmek ve söylemek meziyetini vermem sizi azaplandırmak için değildi; sizi şimdi azaplandırmayacağım, hadi bakalım cennete!” diyecek.

Kime diyor bunu? Alimlere diyor. İnşâallah hepimiz de o ulema sınıfına dahil oluruz da hepimiz de böyle cennete gideriz.


Ulema burada, din alimleri. Diğer mesleklerin de alimleri var ama burada matlub olan ilim, dünya ilmi değil, ahiret ilmidir. Çünkü insana lazım olan Allah’ı tanımaktır. Allah’ı tanımadığı takdirde, onun yolunda gitmediği vakitte, dünyayı bilsen kıymeti yok. Asıl matlub Allah’ı tanıyıp, onun yolunda yürümektir. Bugün ilm-i şer’i diyorlar buna.

Çünkü bir rivayette gördüm de çok hoşuma gitti: “Ümmet-i Muhammed’in hepsi ulemadır.” diyor. Niçin? Bu Lâ ilâhe illa’llàh’ı diyebilmek kolay bir şey değil. O Lâ ilâhe illa’llàh bütün ilimlerin mecmuudur. Varlığın sahibini idrak ediyoruz, ondan Lâ

142

ilâhe illa’llàh diyoruz. Muhammed rasûlü’llah’ı da tasdik etti miydi, oldu işte ulemadan …

Ashab-ı kiram ne biliyordu? Hangi fenni biliyordu? Hiçbir şey bilmezlerdi. Okuma yazmaları da içlerinde pek nadir. Okuyup yazdıklarını da bugün biz okuyamayız onların yazdıklarını.

Onların hepsi yıldız mesabesinde, hepsi hidayete vesile. Hangisine yapışırsanız yapışın, mutlaka hidayete gidersiniz. Niçin? Onlar peygamberden aldılar, aldıkları gibi bize de naklettiler.


Kıyamet gününde şehidlerin kanlarıyla, alimlerin mürekkebi tartılacak. Şehid diyecek ki:

“—Bak bu kadar kan harcadım senin yolunda ya Rabbi!” Ulema da diyecek:

“—Ben de bu kadar mürekkep harcadım bak. Bir şeyler yazdım.” Teraziye koyacaklar, ulemanın mürekkebi, şühedanın

143

kanından ağır gelecek. Çünkü şehid süngü kullanacak yahut ok atacak… Nereye kadar gider? Şuraya kadar gider. Daha ileriye gidemez, bir hududu var. Ama ilim dünyayı dolaşır. İlmin hududu yok, dünyaya yayılır. Eh Allah’ın nasib ettiği insanlar da hidayete erişir.

Sizden rica ederim, her gün okumayı ihmal etmeyin! Cenab-ı Peygamber Efendimiz, “İki günü müsavi olan zarardadır.” demiş. Dün ile bugün aynı olmamalı, her ilimde günden güne ilerlememiz lazım.

Çok kızıyor insan bazen kendi kendine: Şu köprüyü biz neden yapamadık? Buradaki o mühendisler toplanın, gidin. Amerikaya mı gideceksiniz, nerede varsa bu ilim, tetkik edin. Bu adamlar nasıl yaptıysa, biz de yapalım bunu. Yapamaz mıydık? Pekâla

yapmamız lazım. Onlara muhtaç olduğumuz taktirde ne kıymetimiz kalır bizim.


j. Belâlara Sabretmenin Karşılığı


İbnü’n-Neccâr, Hz. Ömer RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:83


إِذَا كَان يَومُ الْ قِيَامَةِ، جِىءَ بِ أَهْلِ الْبَ لاَءِ، فَلاَ يُنْشَرُ لَهُمْ دِيوَان ، وَلَِ


يُنْصَبُ لَهُمْ مِيزَان ، وَلَِ يُوضَ عُ لَهُمْ صِرَاط ، وَيُصَبُّ عَلَيْهِمُ الأَجْرُ صَبااا (ابن النجار عن عمر)


RE. 58/14 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, cîe bi-ehli’l-belâi, felâ yünşerü lehüm dîvânün, ve lâ yünsabü lehüm mîzânün, ve lâ yûdau lehüm sırâtun, ve yusabbü aleyhimü’l-ecrü sabbâ.) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti) “Kıyamet günü geldiği, kıyamet koptuğu zaman, (cîe bi-ehli’l-belâi) belâya müptela olan kimseler



83 Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.334, no:6814; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.3, no:2657.

144

getirilir.” Hastalıktan, fukaralıktan, çeşitli ibtilâlardan dolayı ömrü böyle geçiyor. Doktordan doktora, hocadan hocaya koşuyor. Kapı kapı dolaşıyor, yardım isteyerekten.” (Felâ yünşerü lehüm dîvânün) “Onlar için divan açılmaz. (Ve lâ yünsabü lehüm mîzânün) Mizan kurulmaz.” (Ve lâ yûdau lehüm sırâtun) “Onlara sırat da konulmaz, ‘Cehennemi geçsinler.’ diye köprü de konulmaz. (Ve yüsabbü aleyhimü’l-ecru sabbâ) Onların üzerine şakır şakır sevaplar yağdırılır; sevaplar üzerine dökülür de dökülür.” Allah Celle ve A’lâ bunları rahmete gark eder, cennete atar bunları. O iptilâ sahibi imanlı ise, “Allah’tan geldi, ne yapalım?” diyerekten ona şükrediyorsa; bu ahirette hiç hesap görmeden, mizana girmeden, Sırattan geçmeden uçup gidecek cennete…

Onun için ibtilâlara mümkün mertebe hiç olmazsa üç gün sabretmeli. Sonra derdini açarsa, şikâyet tarzıyla değil de;

“—Yâhu uyuyamıyorum geceleri, ne yapayım?” Önüne gelene söyler, önüne gelene söyler… Yok, öyle değil. Şikâyet tarzıyla değil de, bir çare var mı bu ibtilaya diyerekten bir çare arar. Yoksa şikayet olursa, bu sevabı kaçırır.


k. Yöneticinin Ahirette Hesap Vermesi


Taberânî, Âsım ibn-i Ebû Süfyan es-Sakafî RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:84


إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ، أُمِرَ بِالْوَالِي فيُوقَفُ عَلَى جَسْرِ جَهَنَّمَ، فَيَأْمُرُ اللُّ


الْجِسْرَ فَيَنْتَفِضُ انْتِفَ اضَةا، فَيَ زُولُ كُلُّ عَظْمٍ مِنْهُ عَنْ مَكَانِهِ، ثُمَّ يَأْمُرُ اللُّ



84 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVII, s.175, no:464; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.V, s.372, no:9041; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.20, no:7383; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s-Sahabe, c.XV, s.216, no:4808; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.553; Asım ibn-i Ebî Süfyan es-Sakafî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.44, no:14773; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.497, no:2647.

145

الْعِظَامَ فَتَرْجِعُ إِلَى مَكَانِهَا، ثُ مَّ يَسْأَلُهُ، فَإِنْ كَانَ للَِِّّ مُطِيعا ا، اِجْتَبَذَهُ،


فَأَعْطَاهُ كِفْلَيْنِ مِنَ الأَجْرِ، وَإِنْ كَانَ عَاصِياا خَرَقَ بِهِ الْجِسْرَ، فَهَوَى


إِلَى جَهَنَّمَ سَبْعِينَ خَرِيفاا (طب. عن عاصم بن أبى سفيان الثقفى)


(İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, ümire bi’l-vâlî feyûkafü alâ cisri cehenneme, feye’müru’llàhu’l-cisre feyentefidu intifâdaten, feyezûlü küllü azmin minhü min mekânihî, sümme ye’müru’llahu’l-izâme feterciu ilâ mekânihâ, sümme yes’elühû, fein kâne li’llâhi mutîan, ictebezehû, featâhu kifleyni mine’l-ecri; ve in kâne âsiyen, hurrika bihî’l-cisrü, fehevâ ilâ cehenneme seb’înâ harîfâ.) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti) “Kıyamet günü olduğu zaman, (ümire bi’l-vâlî) vali emrolunur, huzura getirilir. (Feyûkafü alâ cisri cehenneme) Cehennem köprüsü üzerinde durdurulur. (Feye’müru’llàhu’l-cisre feyentefidu intifâdaten) Allah, köprüye emreder ve köprü şiddetle sarsılır. Geçen gün bizim Boğaz Köprüsü de rüzgâra tutulmuş da böyle sallanıyormuş. Sonra iki taraftan yolu kesmişler, arabalar içine girmesin, ne olur ne olmaz diye. Kopma ihtimali de olduğundan, fırtına olduğu vakitte kapalı kalmış.

Allah’ın emriyle köprü sallanıyor, nasıl sallanıyorsa; (feyezûlü küllü azmin minhü min mekânihî) öyle ki, o valinin her kemiği yerinden ayrılır. Korkudan, valinin kemikleri birbirinden ayrılır.

Sümme ye’müru’llahu’l-izâme feterciu ilâ mekânihâ) Sonra Allah o kemiklere emreder de onlar da yerlerine gelir. (Sümme yes’elühû) Sonra da Allah valiyi sorguya çeker. (Fein kâne li’llâhi mutîan, ictebezehû, featâhu kifleyni mine’l-ecri;) Eğer o Allah’a mutî bir kimse idiyse, onu geçirir ve onun ecrini iki misline çıkarır. (Ve in kâne âsiyen, hurrika bihî’l-cisrü, fehevâ ilâ cehenneme seb’înâ harîfâ) Şayet asi bir kimse idiyse, köprü yarılır ve o Cehennemin içine yetmiş yıl düşer. Allah muhafaza etsin. Büyük adam olmak iyi de, orada Allah-

146

u Teàlâ’ya muti olup, kimsenin hakkını kimseye geçirmemek, haksızlık yapmamak lâzım!


l. Kardeşini Affedenlerin Mükâfâtı


Okuduğumuz ilk hadîs-i şerîf, Râmûzü’l-Ehâdîs’in 59. sayfasının 1. hadîs-i şerîfidir. Peygamber SAS Efendimiz, bu hadîs-i şerîfinde affetmenin kıymeti üzerinde bizim bilgi kazanmamız için bir malûmat veriyor, buyuruyor ki:85


إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ، نَادَى مُنَادٍ مِنْ بُطْنَانِ الْعَرْشِ: أَلِ لَيَقُومَنَّ


الْعَافُونَ مِنَ الْخُلَفَاءِ ، إِلَى أَكْرَمِ الْجَزَاءِ، فَلا يَقُومُ إِلَِّ مَنْ عَفَا

(خط. كر. عن عمران بن حصين)


RE. 59/1 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, nâdâ münâdin min butnâni’l-arşi: Elâ li-yekùmenne’l-àfûne mine’l-hulefâi, ilâ ekremi’l-cezâi, felâ yekùmü illâ men afâ.) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeh) “Kıyamet günü olduğu zaman, (nâdâ münâdin min butnâni’l-arş) Arş’ın ortasından bir münâdî nida eder. Mahşer halkına, kalabalıklara seslenir.”

(Elâ) “Âgâh olun, mütenebbih olun, dikkat edin! (Li- yekùmenne’l-àfûne mine’l-hulefâ) Allah-u Teàlâ’nın halifelerinden affedici olanlar kalksın!” diye seslenir. Nereye kalksınlar? (İlâ ekremi’l-cezâ) Mükâfâtların en cömertlerini gelip almak üzere kalksınlar, kalabalığın içinden çıksınlar, gelsinler.” diye seslenilir. (Felâ yekùmü illâ men afâ) Ancak dünyada affetmiş olanlar, affedici olanlar, affetmiş olanlar kalkarlar.” Niçin? Allah affedici. Allah affedici olduğu için beşerden de



85 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.44, no:7451; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VI, s.145; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.VII, s.156; İmran ibn-i Husayn RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.375, no:7013; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.15, no:2678.

147

affedicileri, kendisine halife olarak isimlendiriyor. Affedici. Binâen aleyh kusur çok, hepsi bizde. Eğer Allah-u Teàlâ bizim kusurlarımızla bizi muaheze etse, hiç kımıldamaya halimiz yok. Fakat affediyor bizi… Binâen aleyh, bu kardeş de bir hata yapmış. Kavga edip küsmektense affediverirsin.

Ama bazı adamlar çok titiz oluyor, asabi oluyor, isterim de hakkımı isterim diyerekten tepiniyor, ya ölyüor, ya öldürüyor.

Bu lütfa ancak affediciler mazhar olur. Affedici olmaya dünyada da çalışmak lazım. Orada belki mecburî affedeceğiz ama burada da affedici olmamız lâzım!


m. Ancak Allah İçin Olan Ameller Kabul Edilecek


İbn-i Asâkir, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:86


إِذَا كَانَ يَوْمُ القِيامَةِ، يُجاءُ بِالأعْمَالِ فِي صُحُفٍ مُحْكَمَةٍ ، فَيَقُولُ اللُّ :


اِقْبَلُوا هَذَا، وَ رُدُاوا هَذَا! فَتَقُولُ المَلائِكَةُ: وَعِزَّتِكَ مَا كَتَبْنا إلَِّمَا عَمِلَ.


فَيَقُولُ: إِنَّ عَمَلَهُ كَانَ لِغَيْرِي، وَإِنِّي لَِ أَقْبَلُ الْيَوْمَ إلَِّ مَ ا كَانَ لِوَجْهِي (كر. عن أنس)


RE. 59/2 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, yücâü bi’l-a’mâli fî suhufin muhkemetin, feyekùlu’llàhu: İkbelû hâzâ, ve rüddû hâzâ! Fetekùlü’l-melâiketü: Ve izzetike mâ ketebnâ illâ mâ amile, feyekùlü: İnne amelehû kâne li-gayri vechî, ve innî lâ akbelü’l- yevme illâ mâ kâne li-vechî.)

(İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeh) “Kıyamet günü olduğu zaman,



86 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.183, no:6133; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.X, s.635, no:18395, 18396; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.477, no:75/6; Câmiü’l-Ehàdîs, c.İV, s.20, no:2688.

148

(yücâü bi’l-a’mâli fî suhufin muhkemetin) muhkem yazılı defterlerin içinde ameller Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin divan-ı ilâhîsine getirilir, sunulur.” Bunlar hep güzel şeyler. Kıyamet gününde hepimizin amelleri; işte şu kadar namaz kılmış, bu kadar oruç tutmuş, bu kadar sadaka vermiş, bu kadar hacca gitmiş. Hepsi bir tomar halinde gelir. Hem de sağlam, hiçbir şeysi eksik değil, hepsi içerisinde… Arz ederler:

“—Yâ Rabbi, bunlar bu kulunun amelleri. Namazı, orucu, şuysu, buysu, hepsi içinde…” (Feyekùlu’llàhu) Cenab-ı Hak der ki: (İkbelû hâzâ, ve rüddû hâzâ!) “Şunları kabul edin, bunları da reddedin!” (Fetekùlü’l-melâiketü) Melekler derler ki: (Ve izzetike mâ ketebnâ illâ mâ amile) “Yâ Rabbi! İzzet ü celâlin hakkı için biz yanlış bir şey yazmadık. Bu adam ne yaptıysa onu yazdık. Binâen aleyh bunların hepsi bu adamın!”

(Feyekùlu) Cenab-ı Hak der ki:

(İnne amelehû kâne li-gayri vechî) “Sizin haberiniz yok; onun o yaptığı benim için değildi. Allah’ın rızası yalnız olur. Bu rızaya başkalarının karıştırılması caiz değil. Hatta ve hatta … Cuma namazlarında müezzinler adet, okurlar. Bilâl-i Habeşî’nin ruhu için, gelen geçen imamlarımızın ruhu için, caminin banisi için, şusu için, busu için, cemaat için, bir de Allah rızası için der. Bu küfre kadar gider derler. Niçin sen Allah’ın rızasıyla, cemaatin rızasını bir tutuyorsun? Allah başka, mahlûk başka…

Ya Allah rızası için dersin yahut filanların rızası için dersin. Allah’la ikisini karıştırmazsın. Binâen aleyh yaptığımız ameli şimdi Ahmed beni beğensin diye, Mehmed de beni beğensin diye yaparsak, Allah-u Teàlâ ona bir şey vermez. Hiçbir sevap alamaz. Yapılan ibadet ancak Allah için yapılır. Onu da Allah biliyor, başkası bilmez. Allah kendi rızası için yapılanları kabul ediyor, rızasından gayri olanları geri çeviriyor.

(Ve innî lâ akbelü’l-yevme illâ mâ kâne li-vechî) “Ben bugün ancak benim için halisâne olarak yapılmış olan ibadetleri kabul ederim, başkalarını kabul etmem!” buyuruyor.

149

n. Mevki ve Makamdan da Sorgu Olacak!


Temmâmü’r-Râzî ve Hatîb-i Bağdâdî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:87


إِذَا كَانَ يَوْمُ الْ قِيَامَةِ، دَعَا اللُّ بِعَبْدٍ مِنْ عَبيدِهِ، فَيَقِفُ بَيْنَ يَدَيْهِ، فَيَسْأَلُهُ


عَنْ جَ اهِهِ ، كَمَ ا يَسْألُهُ عَنْ مَالِهِ (تمام، خط. عن ابن عمر)


RE. 59/3 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, dea’llàhu bi-abdin min abîdihî, feyakıfu beyne yedeyhi, feyes’elühû an câhihî, kemâ yes’elühû an mâlihî.) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti) “Kıyamet günü olduğu zaman, (dea’llàhu bi-abdin min abîdihî) kullarından bir kulu huzuruna çağırır.” (Feyakıfü beyne yedeyhi) Kul Allah’ın huzurunda, Huzur-u Rabbü’l-izzette divana durur. (Feyes’elühû an câhihî) Allah ona mevki ve makamını da sorar; (kemâ yes’elühû an mâlihî) malını sorduğu gibi…”


Kıyamet gününde huzur-u Rabbü’l-àlemînde sorgu sual olurken, “Nereden kazandın bu parayı ve nereye harcadın bu parayı?” diye malından sorgu olduğu gibi, mevkiinden de sorgulanır.

İnsanların üzerinde bir memuriyet var tabaka tabaka,



87 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.142, no:448; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.33, no:18; Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.I, s.98, no:97; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.X, s.627, no:18374; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VII, s.171; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.137; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VIII, s.99, no:4204; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LI, s.172; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.VI, s.330, no:1177; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.459, no:7430; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.5, no:2662.

150

askerlikte paşalığa kadar gider. Muhtarından tut da valisine kadar hep bunlar derece derece…

“—De bakalım, sen muhtarlığın vaktinde, yahut kayma- kamlığın vaktinde, yahut valiliğin vaktinde nasıl yaptın idareni? Onun cevabını ver bakalım!” Bu cevap verilmedikçe olmuyor. Dört şeyden sorulacak. Bakalım bu parayı nereden kazandın, nereye harcayacaksın. Ömrünü nasıl geçirdin, gençliğini nerede harcadın?


Onun için, bugün bir şey gördüm: Allah malı bizim refahımız, ahiretimizi kazanmamız için vermiş. Bu mal ile ahiret kazanılmak şartıyla… Ahiret amellerine harcanmak için kazanılan paralar hep sevaptır. Ama dünya maksadıyla kazanılıyorsa, yazık onların haline artık.

Binâen aleyh;

“—Sefih insanlara mallarınızı vermeyin!” diyor.

“—Canım acıdık işte…” Ama namazı yok, abdesti yok, tahareti yok, beynamazın birisi… Bu adama sen para verirsin, gidiyor bu kumarhanede yahut başka bir yerde bunu yiyecek. Sen nasıl veriyorsun o paranı? Bu parayla sen cenneti kazanacaktın. Cenneti kazanacağın yere verirsen, senin için fayda verir. Yoksa cehennemi kazanacak yerlere verirsen, o da seni niçin vebaldir.

Bu parasını harcamasını bilmeyen adama sefih diyorlar. Sefih parasını harcamasını bilmiyor, aklı ermiyor. Kâr nerede, zarar nerede, hayır nerede, şer nerede; bunu idrak edemeyen adam. Parası var, babasından, dedesinden kalmış. Milyonlarca lira. Ama bu kendi aklı ermediği için bunun etrafındaki mirasçıları, varisleri der ki hàkime:

“—Hàkim bey, bu bilmiyor parayı harcamasını!” Ona bir vâsi tayin eder hakim, buna günde ne kadar harcar; beş lira, on lira... “Buna her gün beş lira, on lira verirsin, fazla vermeyeceksin.” der. Onun malıni zaptederler ve ona gündelik parasını verirler, hàkimin emriyle… Allah’ın emri de böyle...

151

Niçin? Parasını harcamasını bilmiyor.

Onun için, paralarınızı muhakkak Hakk’ın rızası yollarına harcayın!


خَيْرُ الْمَالِ مَا أُنْفِقَ فِي سَبِيلِ اللِّ


(Hayru’l-mâl, mâ ünfika fî sebîli’llâh) “Malın hayırlısı, Allah yolunda harcanan paralardır.” Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın harcadıkları gibi.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bize de malımızı Allah yolunda harcamayı nasib etsin…


o. Kâfirlerin Mü’minlere Fidye Olması


Müslim, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî RA’dan rivayet etmiş.

152

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:88


إِذَا كَانَ يَوْمُ الْ قِيَامَةِ، أَعْطَى اللُّ كُلَّ رَجُلٍ مِنْ هٰذِهِ الأُمَّةِ رَجُلاا


مِنَ الْكُفَّارِ ، فَيُقَالُ لَهُ: هٰذَا فِدَاؤُكَ مِنَ النَّارِ (م. عن أبى موسى)


RE. 59/4 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, a’ta’llâhu külle racülin min hâzihi’l-ümmeti racülen mine’l-küffâri, feyükàlü lehû: Hâzâ fidâüke mine’n-nâr.) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti) “Kıyamet günü olduğu zaman, (a’ta’llâhu külle racülin min hâzihi’l-ümmeti racülen mine’l- küffâri) bu ümmetten her bir adam için Allah kâfirlerden bir adam verir. (Feyükàlü lehû) Sonra bu müslümana denilir ki: (Hâzâ fidâüke mine’n-nâr) Bu senin cehennemden âzatlığındır.”


Kıyamet oldu şimdi. Allah Celle ve A’lâ bu Ümmet-i Muhammed’in her bir kuluna, kâfirlerden birisini verecek. “Bu senin için cehennemlik olarak feda olunmuştur. Sen cennete, o cehenneme…” denilecek.

Allah hepimizi affetsin… Ölüm var ya, insan öldüğü vakitte, gözünün önünde bütün hayatını ona arz ederler. O anda işte ruhu da çıkmak üzere. Fakat hayatı çocukluğundan itibaren gözünün önünde canlanır. Sen bakarsın ki ölen kimse gözünü dikti bakıyor. O hayatını seyrediyor.

O hayatını seyrederken, hayırlı ise sevinç ve sürur içinde kapanır gider. Eğer korkunç bir şekildeyse suratı ekşir, büzülür, o da öyle gider.


Öldükten sonra girdik mezara... Mezara girdiğimiz vakitte size kazandığımız yer neresiyse dünyada. Cenneti mi kazandık, yoksa



88 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXV, s.201; Beyhakî, el-Ba’s ve’n-Nüşûr, c.I, s.89, no:83; Ebû Mûse’l-Eş’ârî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.73, no:287; Câmiü’l-Ehàdîs, c.III, s.496, no:2645.

153

cehennemi mi kazandık? Hangi tarafı kazandıysak, sabah bir, akşam bir gösterilir. Nasıl bizim gözümüzün önünde televizyon oynuyor, sabah akşam seyrediyoruz. Gözümüzün önüne cennet de gelir, cehennem de gelir.

Cennet bahçeleri senin yerin, fakat ucu yok, bucağı yok… Şadırvanlar, fıskiyeler, envai çeşit nimetler.

“—Ooo, ne mutlu bana, çok şükür yâ Rabbi!” der.

Öbürü de Allah Peygamber, ibadet taat bilmemiş, iman bilmemiş. O da gözünü yummuş gitmiş. Ona da cehennemin çukurları bir sabah, bir akşam arz olur. Ta kıyamet kopuncaya kadar devam eder.

Allah cümlemize imanla göçmeyi nasib etsin…

Onun için oraya fedai olaraktan kâfirler gönderilecek. Biz de cenneti kazanamazsak, bizim yerimiz de cennetliklere verilecek.


ö. Allah Rızası İçin Yapılmayan Amel


İbn-i Sa’d, Ebû Saîd ibn-i Ebî Fudale RA’dan rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:89


إِذَا كَانَ يَوْمُ القِيَامَةِ، نَادَى مُنَادٍ: مَنْ عَمِلَ عَمَلاا لِغَيْرِ اللِّ، فَلْيَطْلُبْ


ثَوابَهُ مِمَّنْ عَمِلَهُ لَهُ (ابن سعد عن أبى سعد بن أبى فضالة)


RE. 59/5 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, nâdâ münâdin: Men amile amelen li-gayri’llâhi, felyatlüb sevâbehû mimmen amelehû lehû.) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, nâdâ münâdin) “Kıyamet günü olduğu zaman, bir münâdî seslenir: (Men amile amelen li- gayri’llâhi) Allah’tan başka bir sebeple amel işleyen kişi, Allah için değil, Allah’tan gayrı için amel işleyen bir kişi, (felyatlüb sevâbehû mimmen amelehû lehû) bu ameli kimin için işlemişse,



89 Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.96, no:264; Câmiü’l-Hàdîs, c.IV, s.16, no:2681.

154

gitsin sevabı ondan istesin. Gelip Allah’tan sevap beklemesin!’“ “—Canım, bu kadar namazlar kıldık ya?” diyecek.

“—Onun için kıldın, benim için kılmadın ki.” denilecek.


p. Alimlerin Mürekkebi, Şehidlerin Kanı


İbnü’n-Neccâr, Enes RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:90


إِذَا كَانَ يَوْمُ القِيَامَةِ، يُوزَنُ دِمَاءُ الشُّهَدَاءِ بِمِدَادِ الْعُلَمَاءِ فَيُرَجَّحُ


مِدَادُ الْعُلَمَاءِ عَلَى دِمَاءِ الشُّهَدَاءِ (ابن النجار عن أنس)


RE. 59/6 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, yûzenü demü’ş-şühedâi bi-midâdi’l-ulemâi, feyureccehu midâdü’l-ulemâi alâ demi’ş- şühedâi) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti) “Kıyamet günü oldu mu, (yûzenü demü’ş-şühedâi bi-midâdi’l-ulemâi) şühedanın kanıyla ulemanın mürekkebi tartılır. (Feyureccehu midâdü’l-ulemâi alâ demi’ş- şühedâi) Ulemanın mürekkebinin ağırlığı, şühedanın kanının ağırlığından fazla gelir.”


r. Hz. Fatıma’nın Cennete Gidişi


Ebû Bekir eş-Şâfiî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:91


إِذَا كَانَ يَوْمُ القِيَامَةِ، نَادَى مُنَادٍ مِنْ بُطْنَانِ الْعَرْشِ: أيُّهَا النَّاسُ غُضُّوا




90 Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.23, no:2694.

91 Ebû Bekir eş-Şâfî, el-Gaylâniyât, c.İ, s.534, no:686; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.106, no:34210; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.96, no:263;

Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.16, no:2679.

155

أَبْصَارَكُمْ، حَتَّى تَجُوزَ فَ اطِمَةُ إِلَى الْجَنَّةِ (أبو بكر فى الغيلانيات عن أبى هريرة)


RE. 59/7 (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti, nâdâ münâdin min butnâni’l-arşi: Eyyühe’n-nâsü, guddû ebsâreküm, hattâ tecûze fâtımetü ile’l-cenneti.) (İzâ kâne yevmü’l-kıyâmeti) “Kıyamet günü olduğu zaman, (nâdâ münâdin min butnâni’l-arşi) Arş’ın orta yerinden doğru bir münâdî nida eder. Bir çağıran, seslenen yüksek sesle seslenir, çağırır, bağırır. Der ki: (Eyyühe’n-nâs) “Ey insanlar! (Guddû ebsâreküm) “Gözlerinizi kapayın! (Hattâ tecûze fâtımetü ile’l-cenneti) Hz. Fâtıma RA cennete geçinceye kadar bakmayın!”


Allah şefaatlerine nail etsin... Ehli beyti sevmek, üzerimize vacip... Cenab-ı Peygamber’in kızı, Hz. Fatıma yarın yevm-i kıyamette cennete giderken olan bir şey bu. Onun kıymetinin yüksekliğini bize göstermek için. Bize diyecekler ki:

“—Gözlerinizi yumun bakalım!” Ama burada çok ders var ha... Peygamberimiz orada, ahiret orası… Orada nâ-mahremlik falan artık söz konusu değil. Ama öyleyken denilecek ki:

“—Gözünüzü kapayın, çünkü Hz. Fatıma geçiyor.” Şaka değil. Onu görmeyin! Niçin? Ondaki saltanat, dünya saltanatlarına benzemez

Ah ah! Bugün bizim derdimiz çok büyük. Kızlarımızı gelin ederken ne kılığa sokuyoruz biliyor musunuz? Bu kılıklar nereden geldi bize? Damadın da hayrı kalmıyor zavallı, paraları harcamaktan… Entarisiymiş, şusuymuş, busuymuş, bir sürü saltanat. Canım Peygamber SAS’in kızı Hz. Fatıma nasıl gelin oldu, okumadınız mı hiç?

Bu paraları hayırlara harcasak, göklerimiz tayyareyle dolar, denizlerimiz de gemiyle dolar. Niçin? Kırk milyon insan bu

156

belânın içerisinde… Kırk milyon... Milyara varıyor diyorlar müslümanın sayısı ama bu çeşit müslümanız işte…

Onun için, bir zaman gelecek ki ahir zamanda benim ümmetim kitapları var ama kitabın resmi var. Önünde duruyor ama kendisinin haberi yok. Rafa atmış, tavana da koymuş. Orada asılı ama okuyan yok. Okuduğuyla amel eden de yok. Şimdi var mı bir tane aile ki, kızını eski zamandaki gibi gelin edebilsin.

Dün bir nikâha çağırmışlar. Anne diyor ki:

“—Ben kızımı gelinlik elbisesiyle götürmeden vermem damada!” O gelinlik elbisesini giyecek, herkese kendini göstererek gidecek. Bundan da anne kıvanacak.


Hz. Fatıma gelin oldu gitti. Şimdi gâvurlar var, o zaman da var gâvurlar yani. Gâvurlar Hz. Fatıma’yı çağırmışlar düğüne, kendi düğünlerini görsünler diye. Hz. Fatıma ne getirmiş babasının evinden? Bir hırkaları var. Yarısı altlarında, yarısı üstlerinde. Şimdi gâvurlar tabii debdebeli, saltanatlı bir düğün. Hz. Fatıma nasıl gidecek şimdi o düğüne. Onun giyeceği yok. Allah-u Teàlâ cennetten ona bir elbise gönderdi. Hayran kaldılar tabii onlar.

Şimdi bugün de Cenab-ı Hak ona mükâfaten “Gözünüzü yumun!” diyor bize. Hz. Fatıma geçecek, Peygamberin kızı geçecek. Şimdi burada bize de bir ders var gene. Siz kadınlara bakmayın! Niçin? Ben size bir şehvet verdim, onu önleyemezsiniz. O gençliğin verdiği kuvvet sayesiyle, nefisler çileden çıkar, günahlara girersiniz. Binâen aleyh bakmayın!

Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Keriminde buyuruyor ki:


قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ (النور٠٣)


(Kul li’l-mü’minîne yeğuddù min ebsârihim ve yahfezû furûcehüm) “Ey Rasûlüm mü’min erkeklere söyle, gözlerini kapatsınlar, namuslarını muhafaza etsinler, nâ-mahreme bakmasınlar.” (Nur, 24/30)

157

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ (النور١٣)


(Ve kul li’l-mü’minâti yağdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehünne) “Ey habibim, mü’min kadınlara da söyle, onlar da gözlerini muhafaza etsinler, nâ-mahremre bakmasınlar ve namuslarını korusunlar.” (Nûr, 24/31)

Kadınlara da bakmak yasağı var. Bize de diyor, kadınlara da diyor. Niçin? Bakılınca işte o temasların, bakışların altından felâketler doğuyor da ondan... Onu önlemek için de gözü yummaktan başka çare yok...

Burada kalsın. Allah kusurlarımız affetsin…

Salât u selâm okuyalım beraber:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenab-ı Hak sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…

El-fâtihah!


30. 05. 1976 – İskenderpaşa Camii

158
05. GÜNAHLAR VE HÜZÜN