11. CEHENNEME GİRECEK KİMSELER
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi hakka hamdihî, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ hayra halkıhî seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîn...Emmâ ba’d:
Aziz ve kıymetli ve sevgili müslüman kardeşlerim, mübarek cemâat-i müslimîn!..
Allah-u Teàlâ Hazretleri oruçlarımızı, namazlarımızı, niyazlarımızı kabul eylesin... Dünyadaki, ahiretteki muradlarınıza cümlenizi nâil eylesin...
Size yatsı namazının arkasındaki bu zamanda kısa bir iki ayet- i kerime ve bir hadis-i kudsîden cümleler anlatmak istiyorum:
a. Ahiret İçin Hazırlanın!
Muhterem kardeşlerim! Allah-u Teàlâ Hazretleri birçok ayet-i kerimesinde bize takvâyı emrediyor. “Müttakî kul olun, takvâ ehli kul olun, takvâya sarılın, takvâyı şiar edinin!” diye bizden takvâyı istiyor. Her zaman duyduğunuz ayet-i kerimeler...
Haşr Sûresi’nde “Huva’llàhu’llezî lâ ilâhe illâ hû” ayetlerinin evvelinde, Mevlâmız şöyle buyuruyor, Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r- rahîm: يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَن وا اتَّق وا اللهَ وَلْتَنْظ رْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَد ، وَاتَّق وا
اللهََّ، إِنَّ اللهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَل ونَ (الحشر:٨١)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’tteku’llàhe veltenzur nefsün mâ kaddemet li-gad, ve’tteku’llàh, inna’llàhe habîrun bimâ ta’melûn.) (Haşr, 59/18)
Meâli: (Yâ eyyühe’llezîne âmenû) “Ey iman eden kullarım, ey
müslümanlar! (İtteku’llàh) Allah’tan sakının, ittikà eyleyin, takvâ ehli olun! (Veltenzur nefsün mâ kaddemet li-gad) Bir nefis, bir insan, bir kişi yarın için şimdiden neyi hazırladığını, yarına neyi gönderdiğini, takdim ettiğini; yarınına malzeme olarak şimdiden ne yaptığını gözlesin, ne yaptığına baksın!” Bugün dediği, şu dâr-ı dünyadaki hâl-i hazır hayatımız... Yarın dediği, ahiret... Bu dünyadan ahiret için ne yaptığına bir kişi baksın!.. Neyi gönderiyor ahirete, neyi takdim ediyor?.. Oraya ne hazırlıyor burada önceden?..
Biliyorsunuz Peygamber SAS Hazretleri bir benzetme ile herkesin anlayacağı şekilde meseleyi izah eylemiş:42
الدنـْيَا مَزْرَعَة اْلآخِرَة .
(Ed-dünyâ mezraatü’l-âhireh) “Dünya ahiretin ziraat yeridir, tarlasıdır.” Burada ahiret mahsullerinden ne ekerseniz, ahirette karşınıza gelecek. Ne ekerse insan, onu biçer. Buğday ekip de pamuk biçmez. Ektiği şey ne ise, alacağı da odur. Bu dünyada yaptığı neyse, ahiretteki karşılığı da odur. Basit, çok açık; köylü dayının da, ümmî insanın da, alim fâzıl kâmil bir mübarek zâtın da kolayca anlayacağı gibi basit ve açık; iki iki daha dört eder gibi aşikâr gerçekler...
“Kişi bu dünyadan ahirete neler yaptığına baksın?” diye Rabbimiz emrediyor. O halde bizim her gün ne yaptığımıza bir bakmamız lâzım!.. Dönüp geriye doğru bir bakmamız lâzım!.. Binâen aleyh, her akşam bir muhasebe yapmamız lâzım!..
Bazı büyükler bu işi ciddî yapmışlar. Eline kâğıt kalem almış; gündüz yaptığı sevapları günahları, defterinin sevab günah hanesine yazmış. Günahları bir daha işlemeyeyim diye, sevabları terketmeyeyim diye; “Vay ben bunu nasıl kaçırdım dikkatimden?” diye muhasebesini tutmuş bu işin...
Hazret-i Ömer RA tavsiye ediyor:43
42 Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.301, no:1320.
43 Tirmizî, Sünen, c.IV, s.638, no:2459; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.96, no:34459; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.103, no:306; İbn-i Esîr, Üsdü’l-
حَاسِب وا أَنْف سَك مْ قَبْلَ أَنْ ت حَاسَب وا (ت. ش. عن عمر)
(Hàsibû enfüseküm kable en tühàsebû) “Ahirette hesaba mâruz tutulmadan, hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin! Siz burada bir hesap yapın bakalım!”
Sene sonu gelmeden, insan dükkânının hesaplarını önceden kontrol etmez mi?.. Nereye gidiyor, kasa ne oluyor?.. Her insan dikkat eder. Dikkat etmezse, sene sonunda ne kadar büyük açıklar vereceği, ne kadar büyük zararlara uğrayacağı belli olmaz. Her akşam kontrolünü yapıyor.
Onun için, “Ahirete neler gönderiyorum?” diye bir düşünmesi lâzım!.. Her gün yatmadan önce, insan o günün olaylarını bir hatırlamalı; “Sabahleyin ne yaptım ben?.. Ne zaman evden çıktım, nerelere gittim, ne işler yaptım?..” diye araştırmalı bunu!..
Medine-i Münevvere’de bir mübarek varmış. Hâli de güzelmiş, iyi bir müslümanmış. Peygamber Efendimiz’in türbesini ziyaret ediyormuş da, “Es-salâtü ves selâmü aleyke yâ rasûlallah!” dediği zaman, Rasûlüllah SAS Efendimiz’in selâmına selâmla karşılık verdiğini duyuyormuş. Kulağa bak, duruma bak; güzel!.. Selâm verince, selâmının alındığını duyuyor, selâmı alınıyor; güzel bir hâl...
Bir gün memleketinden hemşehrileri gelmiş. O da memleketinden sormuş: “Ne var ne yok?.. Falancalar nasıl, filâncalar nasıl?.. Ne oldu, ne kaldı, ne bitti?..” Memleket hasretiyle sohbet yapmışlar, konuşmuşlar. Sonra yine namaz vaktinde Mescid-i Nebevî’ye gitmiş, Peygamber Efendimiz’e salât ü selâm getirmiş amma, selâmın karşılığını almamış, duymamış.
“Eyvah! Bir kabahat işledim, bir hatam var benim!” demiş, hemen geriye doğru neler yaptığını düşünmüş. “Ben ne yaptım yâ Rabbi?.. Niye Rasûlüllah benim selâmımı almadı, niye selâmımın
Gàbe, c.I, s.828; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXXIV, s.314; Hz. Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl,c.XVI, s.188, no:44203; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXVI, s.433, no:29408.
karşılığını duyarken duymaz oldum?..” diye düşünmüş, taşınmış, bulamamış. Bir daha aramış, bir daha aramış, sonunda anlamış, yakalamış hatâsını... Meğer demiş ki: “Ah o memleketin yoğurtları ne kadar güzeldir, ne kadar kaymaklıdır; buranın yoğurtları da yoğurt mu?.. Burada doğru düzgün yoğurt yiyemiyoruz.” demiş.
Sen misin Rasûlüllah SAS Efendimiz’in beldesini, beldesinin ahvâlini ve oradaki yaşantıyı beğenmeyen?.. Mertebesinden düşmüş. Sonra, işte artık uzun çalışmalardan sonra tevbe etmiş, gözyaşı dökmüş de hâli düzelmiş.
İnsan geriye doğru ciddî bir şekilde araştırdı mı, ne hayır ne şer işlediğini anlar.
Hayır nedir?.. İnsanın gönlüne inşirah veren, huzur veren şeylerdir. Günah nedir?.. İnsanın gönlüne takılan, ağırlık veren, hoşuna gitmeyen şeylerdir. Ölçü bu, gayet kolay anlaşılır.
وَاتـَّق وا اللهَ
(Ve’tteku’llàh) “İttikà edin, Allah’tan sakının, takvâ ehli olun, müttakî kul olun!” demek. “Kişi şimdiden yarına ne takdim ettiğine baksın!” Bakacağız, demek ki muhasebe edeceğiz. Ama ilk kelime itteku’llah’tır; “İttikà ediniz, takvâ ehli olunuz!” İttikà ne demek?.. Sakınmak çekinmek demek...
b. Takvâyı Öğrenme Ayı
İşte bu Ramazan ayında mübarek ibadet oruç da niçin bize farz kılınmış?.. Bu Kur’an-ı Kerim’de bildiriliyor, bismi’llâhi’r- rahmâni’r-rahîm:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَن وا ك تِبَ عَلَيْك مْ الصِّيَام كَمَا ك تِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن
قَبْلِك مْ لَعَلَّك مْ تَتَّق ونَ (البقرة:٣٨١)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenû kütibe aleykümü’s-sıyâmü kemâ kütibe ale’llezîne min kabliküm lealleküm tettekùn.) “Ey iman edenler, sizin üzerinize oruç tutmak yazıldı. Farz olarak yazıldı boynunuza... (Kemâ kütibe ale’llezîne min kabliküm) Sizden önceki ümmetlere de oruç tutmak farz kılındı. Onlara yazılmış olduğu gibi, size de bu vazife olarak, dinî bir ibadet olarak farz kılındı, yazıldı. (Lealleküm tettekùn.) Tâ ki, ittikà edesiniz, sakınmayı öğrenesiniz, takvâ ehli olasınız diye...”
İlk ayetin tamamını okuyalım, bir kere daha takvâyı tavsiye ediyor Allah... Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَن وا اتَّق وا اللهََّ وَلْتَنْظ رْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَد ، وَاتَّق وا
اللهََّ، إِنَّ اللهََّ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَل ونَ (الحشر:٨١)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’tteku’llàhe veltenzur nefsün mâ kaddemet li-gad) “Ey iman edenler, Allah’tan sakının, ittikà eyleyin, takvâ ehli olun! Kişi yarın için şimdiden neyi hazırladığına baksın! (Ve’tteku’llàh) Allah’tan yine ittikà eyleyiniz! (İnna’llàhe habîrun bimâ ta’melûn.) Allah sizin her işlediğinizden hakkıyla haberdardır. İçini dışını, gizlisini, âşikârını bilir. Yaptığınızı, işlediğiniz amellerin her tarafını çok iyi biliyor. Her şeyden haberdardır.” buyruluyor.
Şimdi biz ittikà edeceğiz. İttikà etmek, kelime olarak sakınmak demek... Sakınacağız. İyi ama neden sakınacağız?.. (İtteku’llàh) Allah’tan sakının!.. İyi ama Peygamber SAS Efendimiz buyurmuyor mu:44
44 Müslim, Sahîh, c.I, s.93, İman 1/39, no:91; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.399, no:3789; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XII, s.280, no:5466; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.201, no:7365; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.160, no:6192; Begavî, Şerhü’s- Sünneh, c.VI, s.367; Ebû Avâne, Müsned, c.I, s.39, no:85; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Hàkim, Müstedrek, c.I, s.78, no:70, Abdullah ibn-i Amr RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.203, no:7822, Ebû Ümâme RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VII, s.78, no:6906, Câbir RA’dan.
إِن اللهَ جَمِيلٌ، ي حِبُّ الْجَمَالَ (م. حم. حب. ك. هب. عن عبد الله بن مسعود)
(İnna’llàhe cemîlün, yuhibbü’l-cemâl.) “Allah güzeller güzeldir, güzelliği sever.”
Allah’a aşık olunur ancak... Allah’tan sakınmak niye?.. Alah’ın azâbından, cehennemden sakınmak... “Cehenneme düşmekten kendinizi kollayın, koruyun, sakının, vikàye edin!..” Vikàye etmek, korumak demek... Yâni, “Ey mü’minler kendi kendinizi cehenneme girmekten siz koruyun, korunun!”
Nasıl korunacak?.. Günahlara düşmemek sûretiyle korunacak. Çünkü cehennem tariflere sığmayacak kadar müthiş, fecî, korkunç bir yerdir. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki: “Cehennemde Allah’ın günahkârlara içireceği zakkumun bir damlası dünyanın o koca deryâlarına, okyanuslarına damlasaydı, bütün denizleri zehir gibi acı yapardı. Cezâsı bunu içmek olan insanların vay hâline!..” Bir damlası okyanusların sularını mahvediyor, zehir ediyor; bunu içen insanların hâli ne olacak?.. İçecek;
كَالْم هْلِ يَغْلِي فِي الْب ط ونِ .كَغَلْيِ الْحَمِيمِ (الدخان:٥٤-٦٤)
(Ke’lmühli yağlî fi’l-butùn.) “Karınlarında fokur fokur kaynayacak, ne azaplar çekecekler.” (Kegalyi’l-hamîm.) Allah zebânilere emreder: “Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin!” der. (Duhan, 44/45-46)
Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.320, no:1055; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.163, no:6201; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.143, no:1067; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.299, no:2322; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.330, no:2420; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.528, no:7748, 7763, 7769; c.VI, s.642, no:17188-17190; Câmiu’l-Ehàdîs, c.VIII, s.12, no:6775-6781; RE. 87/11.
Bir de Peygamber SAS buyuruyor ki:
“—Ey mü’min kardeşler, ey mü’minler, ey müslümanlar! Cehenneme düşmemeğe gayret edin!”
Bazı insanlar burada söyleyemeyeceğim sözler söylüyorlar. Cehennem önemli bir yer... Çünkü içine bir kere girdi mi insan... Hani mü’minlerden cehenneme girecek olanlar var... Sayacak işte, kimler girecek; bir hadis-i kudsîde onları sıralayacağız.
Mü’min olup da cehenneme girecek olanlar var... Kimler?.. Günahkârlar; Allah’ın yapmayın dediği işleri yapanlar... Mü’min ama, yapıyor. Yapmaması lâzımdı, yaptı. O zaman cehenneme girmemesi lâzımdı, girer. Mü’min olarak girmemesi lâzımdı ama, girer, cezâsını çeker.
“Cehenneme girmemeğe gayret edin!” diyor Peygamber Efendimiz... Çünkü giren cehennemde ne kadar kalacak:
لاَِّبثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا (النبأ:٣٢)
(Lâbisîne fîhâ ahkàben) “Orada hukublar kadar kalacaklar.” (Nebe’,78/23)
Hukub, bir zaman birimidir Araplarda... O zaman biriminin bizim anlayabileceğimiz miktarı nedir?.. Bir hukub seksen küsur senedir, bir ömürdür yâni... Ahkàben ne demek; ömürlerce kalacak demek... En aşağısı nedir ahkàbenin?.. (Ekallül cem’i selâseh) “Çoğun en aşağısı üçtür.” der Araplar... Çünkü, iki’nin başka sîgası var Arapçada...
En aşağı üç hukub kalacak. En aşağı üç seksen küsur sene kalacaksa, biz de biraz matematik bilgimizi kullanalım: 3 x 83 = 259 Yâni, en aşağı ikiyüzelli sene kalacak. Cehenneme düşen bir insan mü’min de olsa, düştü ya cezâsı icabı, en aşağı iki yüz elli sene kalacak.
Bitti mi bu kadarla?.. Hayır, daha hesap bitmedi. Matematik bilgimizi biraz daha kullanacağız. Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teàlâ
Hazretleri buyuruyor ki… Allah bizi afv ü mağfiret eylesin, rahmetine mazhar eylesin:
وَإِن يَوْماً عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَة مِّمَّا تَع دُّونَ (الحج:٧٤)
(Ve inne yevmen inde rabbike keelfi senetin mimmâ teuddûn) “Allah indinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl kadardır; haberiniz olsun!” (Hac, 22/47)
Bizim bugünkü takvim yılı, dünyanın güneş etrafında dönmesi hesabına göre bin sene yapar bir gün... Ne oldu şimdi iş?.. Bir gün bir sene olunca, üç yüz altmış beş gün üç yüz altmış beş bin sene oldu mu?.. 250 x 365 000 kaç ediyor, varın hesab eyleyin!.. Varın hesab eyleyin de hiç düşmeyin!.. Mü’min de olsa insan cehenneme düştü mü, milyonlarca sene cehennemde cayır cayır yanacak. O halde Allah’ın her şeyi hikmetlidir, boşuna söylemez.
وَاتَّق وا النَّارَ الَّتِي أ عِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ (اۤل عمران:١٣١)
(Vetteku’n-nârelletî uiddet li’l-kâfirîn) “Kâfirlere hazırlanmış olan cehennemden kendinizi koruyun, kollayın, sakının!” (Âli- İmran, 3/131) demesinin hikmeti var! Acıyor mü’min kullarına... Acıdığı için Kur’an-ı Kerim’de çok yerde, cehennemden sakınmamızı bize emrediyor.
Emrediyor da, cehennemden nasıl sakınacağımızı da bize öğretiyor. Biliyor musunuz nasıl öğretiyor?.. Farkında mısınız nasıl öğretiyor bize?.. Çok kimse farkında değil... Çünkü şâir demiş ki:
Ol mâhîler ki deryâ içredür, deryâyı bilmezler.
Balık denizin içinde ama, haberi yok... Denizde olduğundan haberi yok, farkında değil... Biz Ramazan’da bir ay takvâ kursu görüyoruz. Her sene müslüman bir ay kursa çekiliyor, takvâ kursu görüyor.
İnsan her sene otuz gün bir kurs görse, o işin profesörü olur. Kambur bir ihtiyar her yıl bir ay takvâ dersi görse, önüne geleni
devirir. Kolay mı, bir ay eğitim az mı?.. Her sene, her sene... İnsan korkar yanına yaklaşmağa, parmağının ucunda döndürür insanı... “Yâ bu eğitim görmüş, jimnastikli bu, alışkın... Lastik gibi vücudu var... Aman, ezip gidiyor.” filân denilir.
Her sene bir ay takvâ eğitimi görüyoruz. Neden?.. Oruç takvâ içindir; takvâyı öğrenmek için, sakınmayı, çekinmeyi öğrenmemiz içindir oruç...
—Nasıl öğretiyor Allah?..
Suyu içmeden yaşayabilir miyiz?.. Yaşayamayız, su lâzım!.. Su bize de lâzım, çiçeklere de lâzım, ağaçlara da lâzım, ekinlere de lâzım!.. Allah suyu indirmese, hayat söner.
ق لْ أَرَأَيْت مْ إِنْ أَصْبَحَ مَاؤ ك مْ غَوْرًا فَمَنْ يَأْتِيك مْ بِمَاء مَعِين (الملك:٠٣)
(Kul eraeytüm in asbaha mâüküm gavren femen ye’tîküm bi- mâin maîn.) [De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?] (Mülk, 67/30)
Suyu Allah gökten yağdırmasa, yeryüzünden çekse, susuz ne yapacak millet?.. Mahvolur. Su çok önemli...
Sonra gıda... Gıda da çok önemli, yemeden yaşayamayız. Bir müddet yaşarız, ondan sonra iflahımız kesilir.
Üç yüz altmışbeş x 250 = Doksan bir milyon iki yüz elli bin sene... En az yanacak olan müslüman cehennemde doksan bir milyon iki yüz elli bin sene yanacak!.. Gel de sen günaha yanaş bakalım!.. Gel de sen harama bak bakalım!.. Doksan bir milyon iki
yüz elli bin sene cayır cayır yanacak ateşe tahammül et... Güneşin harâretine tahammül edebiliyor musun?.. Gölgenin altına kaçıyorsun, başına bir şey giyiyorsun, gazete örtüyorsun... Doksan
bir milyon iki yüz elli bin sene!..
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, orucumuzu adam gibi tutalım!.. Adam gibi derken, mertçe, erkekçe demek istiyorum, tam
demek istiyorum.
c. İnsanı En Çok Cehenneme Sokan İki Şey
Oruç sadece midenin terbiyesi, yokluğa, açlığa, susuzluğa tahammülü demek değildir. Bir de cinsel duyguların terbiyesi gerekir, ona da sabır var... O da çok mühim bir duygudur.
Su da çok lâzım insana, yemek de çok lâzım insana; öteki duyguyu da Allah vermiş insanın içine, o da çok kuvvetli bir duygu... Birçok insan ondan rezil rüsvâ oluyor. İnsanları yerlere seren, rezil rüsvâ eden, cehennem sokan en kuvvetli duygulardan birisi nedir?.. İşte o şehvet duygusudur.
Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki: 45
أَكْثَر مَا ي دْخِل النَّاسَ النَّارَ اْلأَجْوَفَانِ: َالْفَم ، وَالْفَرْج (حم. خ. في الأدب، ت. ه. ك. حب. هب. عن أبي هريرة)
(Ekseru mâ yüdhilü’n-nâse’n-nâre el-ecvefân) Ekseriyetle insanları iki boşluk cehenneme sokar: 1. (El-femü)) “İki dudağı arası...” Yâni dil.. Diliyle olmadık bir laf söyler, cehennemlik olur gider, eşkıyâ olur gider. İki dudağı arasından söylediği sözden cehennemlik olur. Demek ki, iki dudak arası insanları cehenneme götürüyor.
2. (Ve’l-fercü) “İki bacağı arası...” Bir de oradan gidiyor işte gümbürtüye... Birçok Allah’tan korkmaz, utanmaz neşriyatçı bunun ticaretini yapıyor. Mecmuada basıyor, gazetede basıyor...
45 Tirmizî, Sünen, c.IV, s.363, no:2004; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.442, no:9694; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.224, no:476; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.108, no:289, 294; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.360, no:7919; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.324, no:2474; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.235, no:4914; Kudàî, Müsnedü’ş- Şihâb, c.II, s.137, no:1050; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.IX, s.470, no:3787; İbn-i Ebi’d- Dünyâ, el-Vera’, c.I, s.93, no:135; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.379, no:1073; Ramhürmüzî, Emsâlü’l-Hadîs, c.I, s.159, no:132; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.VIII, s.470; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.60, no:2340; Begavî, Şerhü’s- Sünneh, c.VI, s.311; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.141, no:44071; Câmiü’l-Ehàdîs, c.V, s.357, no:4283; RE. 80/3.
Film var, tiyatro var, bar var, pavyon var... Bunun üzerine ticaret kurulmuş. Cehennemin üzerindeki köprüde ticarî dükkân kurmuş. Cehennemin içinde dükkân kurmuş. Bunun için ışıklı reklamlar, en lüks yerler, sıra sıra şişeler... O likör, rakı, votka, bilmem ne fabrikaları ve sâireler... Hepsi işte oraya hizmet ediyor.
Yâni ne cür’ettir, şu zâlim insanoğlunun şu cür’etine bakın ki, cehennemin üzerinde eğlenmeye yüreği titremiyor. Ne kadar aptal, ne kadar câhil, ne kadar gàfil, ne kadar vurdumduymaz, ne kadar bir adım ötesini görmez bir yaratık şu insanoğlu!..
Onun için, bu bir aylık zamanda orucun, bu kursun bize fayda vermesi lâzım!.. Bu kurstan bizim geçiş belgesi, takdirnâme almamız lâzım!.. Bu kursu başarı ile bitirmemiz lâzım, takvâyı öğrenmemiz lâzım!..
Takvâ yalnız yememek değildir, takvâ yalnız içmemek değildir, takvâ yalnız cinsel ilişkilerden uzak durmak değildir. Başka nedir?.. Gönlün de takvâsı vardır. Gönlün takvâsı nedir?.. Harama bakmamaktır. Çünkü Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:46
اَلْعَيْنَانِ تَزْنِيَانِ (حم. طب. عن ابن مسعود)
(El-aynâni tezniyân) “Gözler de zina eder.” Hadi... İnsan oruçluyken zinâ eder mi?.. Ederse oruç kalır mı, takvâ olur mu?.. Gözler de zinâ ederse, gözümüz harama bakarsa,
46 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.412, no:3912; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.IX, s.134, no:8661; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IX, s.246, no:5364; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.I, s.394, no:384; Bezzâr, Müsned, c.I, s.311, no:1956; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.VI, s.211, no:2282; Ebû Nuaym, Hilyetü’lEvliya, c.II, s.98; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.344, no:8520; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.267, no:4419; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, c.IV, s.365, no:5428; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.VII, s.89, no:13289; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.72; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.I, s.116, no:30; Bezzâr, Müsned, c.II, s.473, no:8913; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.VI, s.213, no:2284; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.327, no:13062; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.77, no:1799; Mecmaü’z-Zevâid, c.VI, s.390, no:10543; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIV, s.382, no:14541.
o zaman orucun sevabı gider. Onun için, oruçluysan bakma- yacaksın!.. Allah’ın haram kıldığı tarafa bakmayacaksın!..
Sonra, dilin de afetleri vardır. O da günahlardan korunacak. Kulağın da afetleri vardır, kulağını da haramdan koruyacak. Dilini de haramdan koruyacak, elini de harama uzatmayacak; adımları da harama yürümeyecek, varmayacak, harama gitmeyecek... Bütün âzâlarına takvâyı öğrettiği zaman zâten, orucu kabul oluyor.
İmâm-ı Gazâlî sıralıyor: Oruç üç mertebededir:
1. Avâmın orucu... Avâm ne demek?.. Tahsilsiz, cahil güruh, yığın... Avâmın orucu nedir?.. Aç kalmak, susuz kalmak, cinsel ilişkiden uzak durmak... Basit, bu kadar...
2. Havâsın orucu, yâni yüksek şahsiyetlerin orucu nedir?.. Yemez, içmez ama, gözlerini de haramdan sakınır, kulağını da haramdan sakınır, dilini de haramdan sakınır... Elini de harama uzatmaz, ayağıyla da harama varmaz... Her taraftan günahlardan tam kesilir. İşte asıl oruç budur.
Eğer gözünü haramdan tam sakınmazsa, dilini gıybetten, yalandan, iftiradan sakınmazsa, havâsın orucu bozulur, sevabı gider. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:47
ر ب صَائِم لَيْسَ لَه مِنْ صِيَامِهِ إِلاَّ الْج وع وَالْعَطَش (حم . خز. ع .
47 İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.539, no:1690; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.373, no:8843; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.257, no:3481; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.596, no:1571; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.242, no:1997; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.429, no:6551; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.316, no:3642; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.270, no:8097; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.239, no:3249; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.309, no:1425; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.78, no:77; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXVII, s.346; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.II, s.268, no:3248; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.250; Ebû Hüreyre RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.382, no:13413; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.309, no:1424; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.401; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.853, no:7491; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.348, no:1365; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIII, s.101, no:12658, 12661; Münzirî, et-Tergîb, c.II, s.94, no:1646.
هب. ق. كر عن أبي هريرة؛ طب. عد. عن ابن عمر )
(Rubbe sàimin) “Nice oruç tutan insan vardır ki, (leyse lehû min sıyâmihî ille’l-cûü ve’l-ataş) orucundan ona bir kâr yoktur, bir fayda yoktur. Akşama kadar aç ve susuz kalmıştır.” Demek ki, avâmın orucudur; makbul olmadı. Neden?.. Gözüyle harama baktı, kulağıyla haramı dinledi, diliyle haramı söyledi, elini harama uzattı... Ondan dolayı kabul olmuyor.
3. Bir de hâssü’l-havâs vardır, hasların hasları vardır. Onlar da tabii, mâsivallahtan kendilerini çekmişlerdir. Mâsivallahı da seyretmezler, sâdece Allah’ın cemaline gözlerini dikmişler, sâdece cemâlullahı müşâhede zevkindedirler. Oruçları mâsivallahtan da alâkalarını kesmekledir, mâsivallaha iltifatları yoktur.
Tabii, onu biz onu anlayamayız. Ortadakini biraz anlayabiliriz. Aç kalmak, susuz kalmakla beraber öteki günahlardan da kesilmeyi öğrenirsek, tamam... O zaman oruç kabul olur.
Biz bu ay içinde günahlardan gündüz kendimizi tutar da, gece günahları işlersek, yine olmaz!.. “Akşamda söz verip de, sabaha dönüş mü olur?” diyor şair... “Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşırır.” diyor bir başkası... Gündüzde oruç tutuyor, mâşaallah filân diyorsun; akşama bakıyorsun, tamam, oruç bitti, yallah günah yerlerine... Olmadı. sen bu orucu niye tuttun; bir idman yaptın, niye yaptın?..
Mehmed Akif (Rh.A) bir şey anlatmış Safahat’ında: Sarhoşun birisi içki içmemeğe karar veriyor:
“—Tamam, söz verdim, tevbe ettim içki içmeyeceğim!” demiş.
Meyhanenin sokağına gelince yüreği küt küt atmağa başlıyor. Kapıya doğru heyecanlanıyor. O da kendisine takviye veriyor, diyor ki:
“—Bak söz verdin, heyecanlanma! Kapıya doğru bakma, yürü geç git!” Kapının hizasına gelince sallanıyor. Yine yürü, yine takviye...
Kapıyı geçiyor, aklı arkada... Gözleri önde ama, aklı arkada... Meyhanenin kapısı geride kaldı. Canı istiyor. Köşeye varınca duruyor:
“—Aferin, sen bu işi başardın. Gel sana bir kadeh mükâfat!..” diyor, geri dönüyor.
Ne oldu şimdi?.. Tevbe ne oldu, söz ne oldu?.. Böyle tevbe mi olur?..
Gündüzleyin oruç tutup da, akşama günah işlemek olur mu muhterem kardeşlerim?.. Onun için, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Allah bu mübarek ayın gündüzlerinde size oruç tutmayı farîza kıldı, mecburiyet kıldı; geceleri namaz kılmayı tatavvu’, nafile ibadet, sevaplı ibadet kıldı.” Gündüz oruç tutacaksın; geceleyin de teheccüde kalkacaksın da namaz kılacaksın! Geceni de namazla niyazla geçireceksin. Gündüz oruç tutulup da akşam çiftetelli oynamağa gidilmez!.. Gündüz oruç tutulup da gece içki içilmez!..
Bazı amcalara bakıyorum, müezzin “Allahu ekber...” dedi mi, iftar topu patladı mı, hemen sigara yakıyor. Be mübarek adam, aziz kardeşim, sevgili kardeşim, canım ciğerim, sen gündüz sabretmedin mi?.. Akşam da sabret!.. Akşamleyin ahdini niye bozdun?.. Bu da mekruh...
Bizim alimlerimiz incelemişler, sigaraya kerahet-i tahrimiye ile mekruh demişler. Tamam, mekruh; ne derlerse başımızın üstünde fıkıh alimlerimizin sözü... Amma bazı alimler de var ki, haram diyorlar. Haramlığını isbat için de yazılar yazıyorlar. “İsraf haram değil mi?.. Haram... Sıhhate zararlı bir şey haram değil mi?.. Haram... Duman haram değil mi?.. Haram... Binâen aleyh, bu da haramdır.” diyorlar.
Ben üniversite hocalığım zamanında, İstanbul’da Sahaflar Çarşısı’na gittim. Orda bir elyazması kıymetli eser satın aldım. Elyazması eser kıymetlidir, antikadır çünkü... Eski yazı ile yazılmış, bizim çağımızdan üç asır önce yazılmış. Kitabı yazan alim, sigara ilk çıktığı zaman Mekke-i Mükerreme’de dört mezhebin
kadısına, “Ne dersiniz bu sigara hakkında?” diye fetvâ sormuş. Dört mezheb; Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî...
Bizim memleketimizdeki insanların çoğu Hanefîdir. Şarktaki bir kısım kardeşlerimiz İmâm-ı Şâfiî Hazretleri’ne mensubdur, Şâfiiyyü’l-mezhebdir. İmâm-ı Şâfiî Efendimiz Hazretleri’nin kabr-i şerifi Kahire’dedir. Ebû Hanife Hazretleri’nin kabr-i şerifi Bağdat’tadır. “Ana gibi yâr olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz.” demişler. Abdülkàdir-i Geylânî Efendimiz’in kabr-i şerifi de ona yakındır.
Mekke’deki dört mezhebin kadılarına, alimlerine duhan hakkında soru sormuş, cevaplarını yazmış. Hepsi de o zaman haram demişler. İhtilâflı mesele; haram diyenler de var ama, iyidir, hoştur diyen yok... Doktorlar da diyorlar ki: “Sigara içiyorsan, yavaş yavaş intihar ediyorsun.”
Hastanelerde diyor ki:
“—Lütfen burada sigara içmeyiniz!.. Sigara içmek yasaktır!”
Bazı müesseselere kibar bir levha koymuşlar:
“—Sigara içmediğiniz için teşekkür ederiz.”
Yâni, içmeyin diyor. Vasıtalarda, otobüslerde, uçaklarda sigara yasaktır. Neden?.. Sağlığa zararlı, içmeyene de zararlı... Ötekisi içti mi, onun dumanı içmeyenin de canına okuyor.
Adam gündüz oruç tutuyor, akşam sigara içiyor, orucu sigarayla açıyor. E mübârek işte Allah sana bir fırsat vermiş gündüz sabretmişsin; akşam da sabret, yarın da sabret, bitsin bu iş, kurtul şu meretten!.. Şu nâmertten kurtul, sıhhatine kavuş!..
Bir hukuk profesörü arkadaşım anlattı. Akademide bazı günler dersimiz vardı, onun da dersi vardı, aynı akademide hocayız. Hukuk profesörü şimdi ama, eskiden mesleğe savcı olarak başlamış. Kendisi savcı olduğu için, hani ölümler, cinayetler, boğulmalar vs. olduğu zaman savcıyı çağırırlar, resmî işlemler yapılır.
“—Bir gün beni, bir yüzme şampiyonumuz suda boğulmuş, ona çağırdılar.” diyor. Türkiye yüzme şampiyonlarından 18-20 yaşında bir delikanlı boğulmuş. Savcı efendiyi de çağırmışlar. “Gittim.”
diyor. İstanbul morgunda meşhur bir Alman profesör varmış. O doktor Alman profesör, talebeleri yanında... Bu genç de boğulmuş, 18-20 yaşında... Demişler ki:
“—Demek ki, kramp girdi de yüzme şampiyonu ondan boğuldu.” Alman profesör:
“—Nayn, hayır!.. Kramp girseydi, şampiyon kendisini suda tutar, boğulmazdı.” demiş. “—Peki, neden boğuldu o zaman?..” demişler.
Demiş ki:
“—Bakın şu parmaklarına!.. Bu müthiş sigara tiryâkisi...” demiş.
Nerden belli oluyor?.. Sigarayı tutan kısımları kahverengi oluyor, koyu renkli oluyor. Dumanı, zifiri boyuyor orayı...
“—E nasıl boğulmuş?..” Otopsi yapmışlar, göğsünü açmışlar, ciğerini çıkartmışlar. Profesör arkadaş diyor ki: “Lastik eldiven vardı ellerinde... Ciğerini çıkarttılar. Ciğerin aşağısı simsiyah, yukarıya doğru koyu kahverengi... Şöyle bir sıktı, deliklerinden boncuk boncuk zift aktı.” diyor. Alman profesör demiş ki:
“—Bakın, bu ciğerini sigara dumanıyla doldurmuş. Yüzeceği zaman da, vücudun oksijene ihtiyacı var, adaleler çalışıyor. O zaman, bu ciğer vücuda lâzım olan oksijeni sağlayamadı. Hareket etti etti, oksijensizlikten öldü.” demiş.
Yâni, zararlı bir şey... Doktorlar aleyhinde, fıkıh alimleri aleyhinde... İnsanın bundan vaz geçmesi lâzım!.. İçeniniz varsa, ibret olsun bu...
Aziz ve muhterem kardeşlerim! Bu bir ay içinde kendimizi, günahlardan, kötülüklerden, mekruhlardan alıkoymayı öğreneceğiz.
Diyor ki, bir hadis-i kudsîde: “Bir günah işlediğin zaman, o günahın küçüklüğüne bakma; kime karşı işlendiğine bak!..” Allah’a karşı işlenmiş bir kusur; o zaman küçüklüğü kalmaz. Allah’ın huzurunda günah işlenmez. Küçük büyük günahlardan Ramazanda insanın kesilmesi lâzım!..
Ben kısa olsun dedim ama, matematik hesapları, takvâ filân derken biraz uzadı. İsterseniz burda keseyim, isterseniz bir hadis-i kudsînin sonunu okuyayım diyordum; onu kısaca okuyuvereyim, söz verdiğimiz için...
d. Cehenneme Girecek Kimseler
Cehenneme kimler girecek diye bu hadis-i kudsîde sayılmış, bunları sizlere anlatayım; sizler de bunları bilin! Eğer yakınlarınızdan bu kusuru işleyenler varsa, söyleyin! Sizde bu kusurlardan parçalar varsa, kendinizi düzeltin!..
يَا ابْنَ اۤدَ مَ! مَ ا هٰذَا النِّ يرَان اِ لاَّ لِك لِّ عَاقِّ الْوَالِدَيْنِ ، وَلِ ك لِّ بَخِيل ،
وَنَمَّام ، وَم رَاء ، وَمَ انِعِ الزَّكَاةِ ، وَاۤكِلِ الرِّبَا، وَشـَارِبِ الــْخَ مْ رِ، وَظَالِمِ
الْيَتيمِ، وَالاَجِيرِ الـْ غـَادِرِ ، وَالنَّ ايِحَةِ، وَجَ امِعِ الْحَرَامِ، وَنَ اسِيَ اْلق راۤنِ ،
وَلِك لِّ فَاجِر ، وَمـ ؤَذِّي الْجِــيـرَ انِ ؛ إِلاَّ مَنْ تَابَ، وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً
صَالِحًا فَأ وْلَئِكَ ي بَدِّل الله سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَات وَكَانَ الله غَف ورًا رَحِيمًا
(الفرقان:٠٧) فَ ارْحَ مـ وا اَنـْ ف ـسَك مْ يَا عـِبَادِي، فَاِ نَّ الاَبْدَان ضَ عِـيفـَةٌ،
وَالسَّـفَر بـَ عِـيدٌ، وَالــْحَمْـل ثَ قـِيلٌ، وَالْم ـنَادِي اِسْـرَافِـيـل ، وَالـنـَّار تَلَظَّى،
وَالـْ قـَ اضِــى رَبُّ الْعَ الَ مِــينَ ، وَ ي حَذِّر ك م الله نَ فــسَــه .
(Ye’bne âdem! ) “Ey Ademoğlu!” Biz hepimiz Hazret-i Adem’in oğullarıyız, torunlarıyız. Yâni, kardeşiz hepimiz aslında... Adem AS bizim babamız.
(Mâ hâzen nîrânü) Bu ateşler şunlar için… Kusurları saymaya başlıyor, siz aklınızda tutun, dikkatli dinleyin!
1. (İllâ li-külli àkkı’l-vâlideyn) Anne ve babasına âsî olanlar için...
Eğer içinizde annesiyle babasıyla dargın olanınız varsa, gidin, elini öpün, barışın! Annesine babasına âsî olanınız varsa, gidin, gönlünü alın!.. Çünkü, annesine bebesine âsî olan ne oluyormuş?.. Cehenneme atılacakmış. Cehennem onlar içinmiş.
Bir hadis-i şerifi var Peygamber Efendimiz’in: Peygamber Efendimiz hutbeye çıkarken, Cebrâil AS buyurmuş ki:
“—Anne ve babasına yetişip de, sağlığında anne ve babasını görüp de cenneti kazanamayanlara yuh olsun, yazıklar olsun, burnu yerde sürtsün!..” Peygamber Efendimiz de:
“—Amin!..” demiş.
Bundan ne anlaşılıyor?.. Anne ve babasına âsî olanlara Cebrâil AS beddua ediyor, Peygamber Efendimiz “Amin!” diyor. Hem anne babasının gönlü olacak; hem Cebrâil sevinecek, melekler sevinecek, hem de Peygamber Efendimiz sevinecek... Onun için, anne babanın gönlünü almak lâzım, anne babanın duasını almak lâzım!.. Elini öpmek lâzım, gönlünü hoş etmek lâzım!.. Hediye vermek lâzım, bir şeyler yapmak lâzım!.. Ustalık yapmak lâzım, politika gütmek lâzım!.. Anne babayı memnun etmek lâzım!..
Biliyor musunuz, anne babaya yapılan harcamalar bire yedi
yüzdür. Cihada sarf edilen para kadar kıymetlidir. Onun için anne babanızın gönlünü alın!.. Ana babaya âsi durumunda evlat olmayın!.. Böyle bir durumunuz varsa, gidin, barışın!..
Bizim fakültede, bir talebem geldi karşıma... Kapıyı çaldı. —Biz tabii, hoca olduğumuz için, her talebe ile yüz-göz olmuyoruz ama, bazıları özel gelirse ilgileniyoruz onlarla— “—İçeri girebilir miyim hocam?..” dedi.
“—Buyur gir!” dedim.
Sakallı bir çocuk...
“—Sizinle konuşmak istiyorum...” dedi.
“—Buyur, konuş!” dedim.
“—Hocam! Babam beni evden kovdu, evlatlıktan reddetti.” dedi.
“—Eyvah! Neden?..” “—Sakal bıraktım diye beni evlâtlıktan reddetti.” “—Nedir babanın mesleği?..” dedim.
Çalgı imalcisi imiş. Hoşuna gitmemiş oğlunun sakal bırakması, dindar olması... Evlatlıktan reddetmiş.
“—E, ne yapıyorsun şimdi?..” dedim.
Evden atılmış çocuk, açıkta kalmış. Yardımcı olayım dedim.
“—Yok... Mâlî durumum iyi, mâlî destek istemem. Bir evde kalıyorum. Yalnız, durum bu...” dedi.
Ben ona dedim ki:
“—Anne baba rızâsı çok önemlidir, sen onlara bir mektup yaz!” dedim. Allah söyletti bana... “Mektupta çok güzel bir üslûb kullan!.. De ki: ‘Sevgili ve değerli, muhterem, başımın tâcı annem, babam!.. Ellerinizi öperim, ayaklarınızı öperim. Benim dinim, benim İslâmî inancım bana, size güzel evlatlık yapmayı emrediyor. Ben onu yapmak istiyorum. Siz bana lütfen bu fırsatı verin!.. Siz bana kızdınız, evinizden attınız; müsaade edin ben sizin elinizi öpeyim, ayağınızı öpeyim, size hizmet edeyim!.. Size güzel evlatlık yapayım... Bunu istiyorum.
Amma, ne olursunuz benden Allah’a âsî olmamı istemeyin!.. Allah’ın yolundan dönmemi istemeyin!.. Allah’ın emirlerini tutmamamı istemeyin benden... O zaman mecbûren, belki parçalanarak Allah’ın yolunu tercih ederim. Çünkü o alemlerin Rabbidir, benim Hâlikımdır; siz vız gelirsiniz. Allah’ın sözünü tutarım, size itaat etmem. Ne olur beni bu durumda bırakmayın, müşkül durumda bırakmayın!.. Ben size hizmet etmek istiyorum.’ filân diye yaz!” dedim. Demek iyi niyetle geldi çocuk ki, Allah bunu bana söylettirdi.
“—Peki hocam!” dedi, gitti.
Aradan birkaç ay geçti. Yanında tepeden tırnağa örtülü, elleri eldivenli, bol maksi mantolu bir genç kız vardı. Yine kapıyı çaldı.
“—Hocam, girebilir miyiz?..”
“—Buyurun!” dedim.
Yanında da baktım bir kız var, çok güzel kapalı... Herhalde bizim talebe evleniyor galibâ diye düşündüm.
“—Hocam, bu kızı tanıyor musunuz?” “—Tanımıyorum. İlk defa görüyorum, nerden tanıyayım?” dedim.
“—Bu benim kız kardeşim... Hani siz bana bir mektup yazın demiştiniz ya, ben o mektubu sizin söylediğiniz şekilde yazdım. Benim mektup evde bomba gibi patlamış, darmadağın olmuş ev... Annem ağlamış, babam ağlamış, kardeşlerim ağlamış.” dedi.
Mektuptaki samîmiyetten baba yola gelmiş, affettim demiş. Bizim talebe eve gitmiş, barışmışlar el-hamdü lillâh...
Biraz daha zaman geçti, çocuk bir daha geldi karşıma...
“—Hocam girebilir miyim?..” “—Gir içeri!..” “—Hocam müjde!..” dedi.
“—Hayrola!..” dedim.
“—Annem, babam, kardeşlerim hepimiz hacca gidiyoruz.” dedi.
El-hamdü lillâh, ne güzel!.. İşte annenizle babanızla ihtilâfınız varsa, böyle çözümleyin!.. Olabilir, bazan anne babalar haksız oluyor.
“—Lokantaya içki koyacağım!” diyor babası...
“—Neden baba?..” “—E evlâdım, müşteri gelmiyor. İçki olsa, ayyaşı sarhoşu kazıklarız, alırız paraları... İçki olmayınca, normal lokantadan bir kâr olmuyor.” “—Baba! İçki koyacaksan, müsaade et ben senin evinden gideyim!.. Çünkü, haramla beslenemem! Haramla kazanılmış lokmayı ağzımdan içeri atamam!.. İçki koyacaksan, müsaade et ben evden gideyim. Benim evden gitmemi istemiyorsan, içkiyi koyma!..” demiş.
Bazan babalar yanlış yolda oluyor, o zaman evlat onu
doğrultuyor. Bazan evlatlar haylaz oluyor, delikanlı oluyor, başında kavak yelleri esiyor; anne baba doğru yolda oluyor, evlâdını doğru yola çekmeğe çalışıyor.
Ama evlat âsî oluyor, söz dinlemiyor, laf dinlemiyor, annesini babasını üzüyor, Tamam, işte buna ne derler?.. Âkku’l-vâlideyn; anne babasını üzen, anne babasına asî olan... O cehenneme gidecek.
2. (Ve li-külli bahîlin) Cimriler, eli sıkı, bahil olanlar... Eskiden bahal derlerdi. O da cehenneme girecek.
“—Cimriliğin ölçüsü nedir, hududu nedir hocam?.. Herkes veremiyor, kolay değil... Para biraz sıcak, canlı, seviyor insan... Cebinde para olsun istiyor. Hududu nedir?” Cimrilikten kurtuluşun sınırı, hududu zekâttır. Zekâtını veren, cimrilikten beraat eder. Zekâtını vermeyen cimridir. Zekâtını veren tamam, farzını yapmıştır, bahillikten beraat eder. En aşağısı zekâtı verecek.
Zekâtınızı verin Ramazan’da, ihmal etmeyin! Ramazan’da verirseniz sevabı yetmiş kat fazladır. Amma bir şeyi hatırınızda tutun muhterem kardeşlerim: Zekât cömertliğin en aşağıdaki çizgisidir, asgarî hudududur, en düşük seviyesidir.
—Yukarısı nedir?”
Yukarısı, her şeyini Allah için vermektir. Nesi varsa Allah için vermektir.
“—Kim yaptı bu işi, var mı dünyada böyle yapan?” Var tabii, Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz her şeyini verdi.
Hazret-i Ömer de yarısını vermiş. Düşünmüş ki: “Peygamber Efendimiz’in hayır gösterdiği her zaman Hazret-i Ebû Bekir beni geçiyor. Bu sefer de ben düşüneyim, taşınayım, Hazret-i Ebû
Bekir’den daha çok vereyim!” demiş. Malının yarısını ayırmış, Rasûlüllah’a vermeğe... Bir de gelmiş ne duysun, Ebû Bekr-i Sıddîk her şeyini vermiş, hiçbir şeyi kalmamış.
Peygamber Efendimiz soruyor:
“—Çoluk çocuğuna ne bıraktın yâ Ebâ Bekir?..” “—Allah’ı ve Rasûlünü bıraktım.” diyor.
Allah Rezzâk değil mi, Ganî değil mi, Muğnî değil mi?.. Muğnî
ne demek, zenginlik veren demek... Mu’tî ne demek, bahşeden demek... Zenginliği veren Allah, rızkı veren Allah... Tedbiri ne yapacaksın; Rasûlüllah râzı olursa bir insanın sırtı yere gelir mi?.. Demek ki sıddîk olunca insan, imanı o mertebede olunca, her şeyini verir. Canını da verir, koşa koşa verir, sevinerek verir.
3. (Ve nemmâmin) Nemmam; laf taşıyan, ara bozan demek... Ali’nin söylediğini Veli’ye söylüyor. Ali’le Veli’nin arasını bozuyor. Veli de Ali’yi duymadığı halde sokakta görse canına kıyacak hale geliyor. O da cehenneme girecek.
4. (Ve mürâin) Mürâi cehenneme girecek. Mürâi ne demek?.. Gösterişçi; ahiret amelini dünya menfaati sağlamak için, gösteriş yapmak için yapıyor, ihlâslı değil... Yaptığı şeyi şöhret kazanmak için, işini görmek için yapıyor. Başkası görsün diye yapıyor. Bu da ihlâslı olmadığı için, niyeti bozuk olduğundan, Allah’ın rızâsı için değil de, kulların kalbini çelmek maksadıyla iş yaptığı için, ameli makbul olmadığından cehenneme girer.
5. (Ve mânii’z-zekâti) Zekâtı men’eden, vermeyen... Zekâtını malından ayırıp vermeyen; o da cehenneme girecek...
Tabii, başkalarının zekâtına da mâni olur mu bazı insanlar?.. Böyleleri de oluyor. Bizim bir kardeşimiz, vakfımızın bir toplantısında külliyetli bir miktar çıkardı, kendi şehirlerindeki vakfımızın şubesine verdi, hayır olsun diyerek...
Ertesi gün yolda baba dostu birisi görmüş:
“—Yâhu, bu kadar da cömertlik yapılmaz!” demiş.
Çatmış ihvânımıza, hayır yaptı diye... Bizim arkadaş da demiş ki: “—Amca, sen babamın arkadaşısın; sohbetin var biliyorum, dostusun babamın... Ama bak babam öldü.” demiş.
“İnsan ölüveriyor, hayr u hasenâtı olması lâzım! Babam öldü. Sen de onun arkadaşısın, sen de ölebilirsin; sen de hayır yap!” demek istemiş. Anlamış o da o lafı:
“—Sus, beni ölümle tehdit etme, ölümle korkutmağa çalışma!” demiş.
“Hocam, Allah’ın ibretli işine bak ki, birkaç gün geçti. Şehrin
ortasındaki en kıymetli yerde, bir metrekaresi milyonlarca lira eden yerde arsası vardı, belediye istimlâk ediverdi.” dedi. Sen misin başkasının hayrına bile o kadar hayır yapma diyen?.. Bak, elindeki para durdu mu?.. Elindeki arsa durdu mu?.. Hadi bakalım belediye istimlâk etti. Ne kadar verdi?.. O kadar vermez, ettiği kadar vermez.
Onun için, kimisi de başkasının hayrını da engellemeğe çalışıyor.
6. (Ve âkilü’r-ribâ) Faiz yiyen... Faizi alıyor, faizi veriyor, faiz yiyor. Bu da cehenneme girecek.
7. (Ve şâribü’l-hamr) İçki içen... O da cehenneme girecek.
8. (Ve zàlimi’l-yetîm) Yetime zulmeden... Hem döğüp söğüp zulmeden, hem malını çarçur edip zulmeden... Yetim anasız, babasız kalmış, koruyucusu yok diye, ona zulmeden kimse de cehenneme girecek.
9. (Ve’l-ecîri’l-gàdir) İşçi çalıştırıp da işçinin ücretini vermeyen, ücretlisine gadreden, haksızlık eden... Bu da cehenneme girecek.
Bazı insanlar var... Suudî Arabistan’da pek çok kardeşimiz iş yaptılar, birçok firmalarda çalıştılar, parasını alamadılar. Firmadan alamadılar, firmaya da öbür taraf vermiyor. Libya’da iş yapanlar var... Kazzafî vermiyor iş adamlarının parasını... İşçiler de o kadar çalışmışlar, ücretleri birikmiş, şu kadar lira olmuş; alamıyorlar.
Haa, işçiyi çalıştırıp da ücretini vermeyenler, haksızlık edenler de cehenneme girecek... Bazı zorba adamlar var; “Şu kadar aldığın yeter, kaybol!” diyor. Mafia babası, işçi hakkını arayamıyor. Arayamıyor ama, Allah hakkından gelecek; o zaman cehenneme gidecek.
10. (Ve’n-nâyihati) Ölü ağlayıcıları... Bazı kadınlar vardı Araplarda, bizim mevlidciler gibi para ile tutulurdu. “Gel bakalım bizim ölümüz var, bizim ölümüze ağlayıver!” denirdi. Saç yolup, yaka yırtıp, “Ah şöyleydi... Vah böyleydi... Kömür gözlüydü...” diye feryad ederlerdi. Nâyiha deniliyor buna... Feryad eden, ölüye ağıt
yakan kimse...
11. (Ve câmii’l-haram) Haram mal toplayanlar... Mal toplamış ama, malı cem etmiş ama, haram mal toplamış. O da cehenneme girecek.
12. (Ve nâsi’l-kur’ân) Kur’an’ı unutan... Kur’an’ı unutan da cehenneme girecek.
Muhterem kardeşlerim! Kur’an-ı Kerim’i unutmak iki türlü olur:
a. Ezberlemiştir, sonra üzerine düşmemiştir, Kur’an-ı Kerim’i unutmuştur. Bu çok oluyor, sizin de aranızda vardır. Ezberlediğini unutmak çok büyük bir günahtır. Ezberlediği yeri hatırında tutacak, çalışacak, kuvvetlendirecek. Bir bu unutmak var... Çünkü, Kur’an’ı Kerim’e önem vermiyor da, eskiden ezberlediği yeri unutuyor.
“—Er-rahmân Sûresi’ni ezbere biliyor musun?” “—Biliyordum ama, şimdi okuyamam!” “—Tebâreke’yi biliyordun, oku!!” “—Unuttum.” Günah... Bildiği Kur’an’ı unutmak günah...
b. İkincisi: Kur’an-ı Kerim’in ahkâmını unutuyor, tutmuyor, uygulamıyor. Ne yapacak müslüman?.. Kur’an ahkâmına uyacak, Allah’ın buyruğunu tutacak, haram işten kaçınacak.
13. (Ve li-külli fâcir) Fâcir, günah işleyen demek...
14. (Ve mü’zi’l-cîrân) Komşusuna ezâ cefâ veren kimse... Şimdi geçtiğimiz şehirlerin birisinde, birisi şikâyet etti: “—Hocam! Ben bir mahallede oturuyorum, komşularımız var... Tabanca çekip beni tehdit ediyorlar.” dedi.
Allah seni onların şerlerinden korusun!.. Ya onları ıslah etsin, ya seni onların arasından kurtarsın, ya da onları oradan def etsin...” dedim.
Komşusuna ezâ cefâ edenler cehenneme girecek.
Bir daha sayalım: Anasına babasına âsî olanlar, cimri olanlar, laf taşıyıcı olanlar, mürâi olanlar, zekâtı vermeyenler, faiz yiyenler,
içki içenler, yetime zulmedenler, ücretli işçisine gadredenler, ölüye meslek icabı ağlayanlar, haram mal toplayanlar, Kur’an’ı unutanlar, fâcirler, komşusuna ezâ cefâ edenler, müslüman da olsa cehenneme girecekler.
“—E ne olacak şimdi hocam, ya bunlardan bazısı bizde varsa?.. Biraz cimrilik varsa, biraz onun sözünü buna götürmüşsek, nemmamlık olmuşsa, mürâilik olmuşsa, zekât vermemişse ne olacak?.. Kolay değil ki mürâi olmamak, gıybet yapmamak, nemmamlık yapmamak.” Haa, bir kurtuluş kapısı var:
e. Tevbe Etmek ve Sàlih Amel İşlemek
إِ مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَ لاً صَالِحًا فَأ وْلَئِكَ ي بَدِّل الله سَيِّئَاتِهِمْ
حَسَنَات وَكَانَ الله غَف ورًا رَحِيمًا (الفرقان:٠٧)
(İllâ men tâbe) “Evet, bunları yapmış ama, tevbe etmişse...”
Tevbe ne demek?.. Dönmek demek... Vaz geçmişse, dönmüşse yaptığından; onlar girmeyecek.
Hazret-i Ali Efendimiz diyor ki:
“—Sözle ‘Estağfiru’llah el’azîm ve etûbü ileyh’ demek, yalancıların tevbesidir.”
Tevbe, dönüş demek... Olduğun yerde duruyorsun, olduğun işi yapıyorsun, tevbe diyorsun; bu yalancıların tevbesidir. Asıl tevbe, günahı bırakmak, günahtan dönmektir.
Tevbe edecek, dönüş yapacak. Hani bazan diyoruz ki, “Falanca adam dönüş yaptı. Artistti, şarkıcıydı, dansözdü; tevbekâr olmuş, başörtüsü örtmüş, Kur’an kursuna gitmiş, müslüman mütedeyyin insan olmuş. İslâm’ı yaymak için çalışıyor. İçkiciydi, dönüş yaptı. Hapishaneye düşüyor, hapishanede ıslah oluyor, tevbekâr oluyor, çıkıyor; iyi insan oluyor.
Tevbe eden; bir... (Ve âmene ve amile amelen sàlihan) Sâlim bir şekilde iman ediyor ve amel-i sâlih işliyor. Yâni, Allah’ın hoşuna
gidecek güzel işler yapıyor. Tevbe edenler ve imanını kurtaracak amel-i sâlih işleyenler müstesnâ... Ne olur bunlar?..
(Feülâike yübeddilu’llàhu seyyiâtihim hasenât) Allah bunların günahlarını hasenâta döndürür. Affeder, affetmekle yetinmez, günahlarını silmekle yetinmez; seyyiatlarını da hasenâta döndürür. Günahlarını sevaba dönüştürür. Neden?.. Tevbe etti diye... Tevbe edenin eski günahları siliniyor.
(Ve kâne’llàhu gafûran rahîmâ) “Çünkü, Allah-u Teàlâ
Hazretleri Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Furkan, 25/70)
Gafûr ne demek?.. Çok çok çok mağfiret edici demek... Rahîm ne demek?.. Çok çok çok merhamet edici demek, merhameti çok demek... Allah çok merhametlidir, çok mağfiret edicidir.
Onun için tevbe etmişse, imanını kuvvetlendirmişse, iyi insan olmuşsa, amel-i sâlih işliyorsa; hem affeder, hem siler günahlarını, hem de seyyiatlarını da hasenâta döndürür. Çünkü, Allah Gafûru’r- Rahîm’dir. Çok mağfiret edicidir, çok merhametlidir.
f. Kendinize Merhamet Edin!
فَارْحَمـ وا اَ نـْف ـسَك مْ يَا عـِبَ ادِي! فَاِنَّ اْلاَبْدَان ضَعِ ـيفـَةٌ، وَالسَّـفَر بـَعِ ـيدٌ،
وَالــْحَمْ ـل ثَـقـِيــلٌ، وَالْ م ـنَادِي اِ سْـرَافِـيـل ، وَالـنـَّ ار تَلَظَّى، وَالـْ قـَاضِ ــى رَبُّ
الْعَالَمِــينَ، وَي حَذِّر ك م الله نَ فْــسَــه .
(Fe’rhamû enfüseküm yâ ibâdî!) O halde ey benim kullarım, kendinize merhamet ediniz!.. (Feinne’l-ebdânü daîfetün) Çünkü, şu bedenler azaba dayanamaz, zayıftır. Ateşe dayanamaz bu bedenler... Acıyın kendinize!.. (Ve’s-seferu baîdün) Ahiret yolculuğu uzak bir yolculuktur, uzun bir yolculuktur. (Ve’l-hamlü sakîlün) Yükler, vazifeler ağırdır. Beden zayıf, yol uzun, yük ağır... (Ve’l- münâdî isrâfîl) İnsanları çağıran da İsrâfil AS’dır. Sura üfürecek,
insanları Arasat meydanına çağıracak. Herkes nerde gömüldüyse, oradan kalkıp o meydana toplanacak. Oraya gidecek. Yol uzaktır, yük ağırdır, bedenler zayıftır Kendinize acıyın, günahlara dalmayın!..
(Ve’n-nâra telezzà) Cehennem ateşinin alevleri de fışkırıcıdır. Bir hadis-i şerifte anlatıyor Peygamber Efendimiz: Mahşer yerine cehennem melekler tarafından getirilecek. Muazzam bir şey, müthiş genişlikte ama melekler tarafından mahşer yerine getirilecek. Sağa sola saldıracak. Mücrimler cehenneme atılacaklar, mücrimler cehenneme atılacaklar. Allah-u Teàlâ
Hazretleri cehenneme soracak:
“—Doldun mu yâ cehennem?.. İçin doldu mu, tamam mı?..” Cehennem cevap verecek:
“—Var mı daha yâ Rabbi, gönder!.. Daha ziyadesi varsa, onu da gönder!..” diyecek.
(Vel kàdî rabbü’l-àlemîn) Allah-u Teàlâ Hazretleri mahkeme-i kübrâsını kuracak da, insanlara bu dünyada yaptıklarının hesabını soracak. Zerre kadar hayrın karşılığı olacak, zerre kadar şerrin de cezâsı olacak.
(Ve yühazzirukümü’llàhu nefsehû) “Allah sizi kendisinden ikaz ediyor, sakındırıyor, korkutuyor; önceden bildiriyor.” diyor hadis-i kudsî... Ben de size naklettim. Peygamber SAS Efendimiz hadis-i kudsîyi bildirmiş, ben de kürsüye çıktım, tebliğ ettim. Siz Arapça bilmiyorsunuz, bu hadisi okumamışsınız diye benden de bildirmesi... Hitab hem bana, hem size...
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi sevdiği işleri yapan iyi mü’minlerden eylesin... Cehennemden âzâd olanlardan eylesin...
g. Ramazan Mağfiret Ayı
Peygamber SAS Efendimiz Ramazan ayı hakkında buyurmuşlar ki:48
48 İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.191, no:1887; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.305, no:3608; Heysemî, Müsnedü’l-Hàris, c.I, s.412, no:321; İbn-i Şâhin, Fadàilü
وَه وَ شَهْرٌ أَوَّلـ ه رَحْمَةٌ، وَأَوْسَط ه مَغْفِرَةٌ، وَآخِر ه عِتْقٌ مِنَ النَّارِ
(خز. ق. عن سلمان)
(Ve hüve şehrün evvelühû rahmetün, ve evsatühû mağfiretün, ve âhirühû ıtkun mine’n-nâr)
(Ve hüve şehrün evvelühû rahmetün) “Bu Ramazan öyle bir aydır ki, evveli Allah’ın merhametinin, rahmetinin kullara yağdığı zamandır. (Ve evsatühû mağfiretün) Ortası kulların affedilmesi zamanıdır. (Ve âhiruhû ıtkun mine’n-nâr) Cehennemden azad olma
Şehri Ramadàn, c.I, s.18, no:16; Selmân-ı Fârisî RA’dan.
İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.311; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXVII, s.19, no:3146; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.162, no:671; İbn-i Hacer, Lisânü’l- Mîzân, c.VI, s.33, no:135; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.38, no:79; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.757, no:23714 ve s.961, no:24276; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIII, s.176, no:25782 ve c.XXXV, s.105, no:37946.
belgesinin müslümanın eline verilmesidir. “Hadi kulum seni affettim, günahlarını mağfiret ettim, cehenneme düşmeyeceksin. Cehennemden kurtulma belgeni al!” diye cehennemden azad olunma belgesinin verilmesidir.
“—Kime?” Ramazan’ı Allah’ın sevdiği gibi güzel geçirenlere...
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Fırsat elden kaçmamıştır. Ramazan sona ermemiştir. Çalışma imkânı vardır. Allah’tan korkun!.. Takvâyı şiar edinin, takvâya riayet edin!.. Gündüz oruç tutup akşam günah işlemeyin!.. Allah’ın yolunda dâimâ sağlam bir şekilde yürüyün!.. Arif kullar olun, mutî kullar olun!.. Cehennemden âzadlık belgesini kaçırmayın!.. Ramazan fırsatını elden kaçırmayın; bir dahaki Ramazan’a çıkmayanlar olabilir, ilerde bu fırsat eline gelmeyenler olabilir.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi nevm-i gafletten îkàz eylesin... Sevdiği amelleri işlemeğe muvaffak eylesin... Yolunda dâim zikrinde kàim eylesin... Huzuruna sevdiği râzı olduğu bir kul olarak varmayı nasib eylesin...
Bi-hürmeti habîbihî muhammedini’l-mustafâ… Ve bi-hürmeti şehru ramazàne’l-mübârek… Ve bi-hürmeti esrârı sûreti’l-fâtihah!
11. 02. 1995 – ADANA
11 Ramazan 1415