16. KANI HELÂL OLAN ÜÇ KİMSE
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàh!
Geçen derste anlatmış olduğum hukuklardan, valide hakkının cezası dünyada görülür, gecikmez, ahirete bırakılmaz. Onun yanı sıra, sıla-i rahim de bunun gibi, mükâfatı çabuk gelir. Eşkıyalığın da cezası çabuk gelir.
Bugün de, cennetin kokusunu duymayacak olanlardan birisi de şeyh-i zânî olarak bildirilmiştir. Cenâb-ı Peygamberin usûlü, bir şeyi anlatırken, onun arasında diğer bir mes’elenin göze çarpmasını temin etmesidir. Burada beş-altı tane mes’ele söylüyor: Àsî olanlar, zàlim olanlar, zinâya mübtelâ olanlar.
Zinâ, bütün dünya milletleri indinde mezmum bir şeydir, sevilmez. Bunu yapanlar da hiç kimse tarafından hoş görülmez. Zina kötüdür.
Bunun için, Cenâb-ı Peygamber’in bir buyruğu var:20
لاَ يَحِل دَمُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ، يَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَِ إِلاَّ اللُّ ، وَأَنِّي رَسُولُ اللّ،ِ
إِلاَّ بِإِحْدَى ثَلاَثٍ : الثَّيِّبُ الزَّانِي، وَالنَّفْسُ بِالنَّفْسِ، وَالتَّارِكُ لِدِينِهِِ
الْمُفَارِقُ لِلْجَمَاعَةِ (حم . خ . م . ت . ه . ن. عب. ش. عن ابن
مسعود)
20 Buhàrî, Sahîh, c.XXI, s.171, no:6370; Müslim, Sahîh, c.IX, s.25, no: 3275; Tirmizî, Sünen, c.V, s.285, no: 1322; Neseî, Sünen, c.XII, s.370, no:3951; İbn-i Mâce, Sünen, c.VII, s. 425, no:2525; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.1, s.382, no: 3621; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.10, s.257, no: 4408; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.8, s.283; Ebû Dâvud, Sünen, c.4, s.126, no: 4352; İbn-i Ebî Şeybe, c.XIV, s.270, no: 37646; Tayâlisî, Müsned, c.1, s.37, no: 289; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.9, s.128, no: 5202; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.291, no:3479: Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.IX, s.38, no:1698; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.87, no:368; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.57, no:17561.
RE. 484/10 (Lâ yuhillü demi’mriin müslimin, yeşhedü en lâ ilâhe illa’llàh, ve ennî rasûlü’llàh) “Bir müslümanın kanı caiz değildir ki, o müslüman kelime-i şehadet getirir ve benim de rasûlüllah olduğumu ikrar eder. Bunun öldürülmesi câiz değildir. (İllâ bi-ihdâ selâs) Ancak, üç sebeple öldürülebilir. Bir insanın öldürülmesinde üç sebep vardır.
1. (Es-seyyibü’z-zânî) “Evli bir insanın, başından nikâh geçmiş bir adamın zina etmesi, katlini mucibdir.”
Bak, hiç bir kimsenin katline cevaz vermemişken, bu ne kadar çirkin bir şey ki, katli caiz!
2. İkincisi, (Ve’n-nefsü bi’n-nefs) “Öldüreni öldürmek.” Buna da kısas diyorlar ki,
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ (البقرة:٧١٩)
(Ve leküm fi’l-kısàsi hayâtün) “Kısasta sizin için hayat vardır.” (Bakara, 2/179)
Neden? Kendisinin de canının gideceğinden korkarak, kolaycacık cinayet işleyemez. Ancak deli gibi bir şey olursa, aklı başından gider, belki onlar yapabilir. Fakat aklı olan insan, kendi öleceğini de hesaba kataraktan, bu işe kolay kolay teşebbüs edemez. Onun için hayat vardır.
Bugün cesaret ondan ileri geliyor. Bir idare gelir, şu kadarını affeder; bir idare gelir, bu kadarını affeder. Üç beş sene yattıktan sonra çıkar, yine yapacağını yapar. Kurtuluş var. Ötekisinde ise, (en-nefsü bi’n-nefs) öldürürsen, sen de öldürülürsün.
3. Üçüncüsü, (Ve’t-târikü li-dînihî) “Dinini terk eden.” Biz buna mürted diyoruz, dininden dönen demek.
Birisi vardır ki, gâvurdur aslen. Memleketimizde olan gâvurlar gibi, dünyada olan gâvurlar gibi. Bunlar değil. Bunlara elleşemeyiz. Onlar vergilerini verirler, hükümete itaat ederler; biz de canlarını koruruz. Onlara elleşemeyiz.
Bu, dinini terk etmiş, müslümanlıktan dönmüş. Beğenmemiş müslümanlığı, başka dine geçmiş, yahut da dinsiz olmuş. Bu çok fena... Bu öldürülür.
Birisi zânî, birisi adam öldüren, üçüncüsü de dinini terk eden. Oldu üç… (El-müfâriku bi’l-cemâah) Bir de cemaati ayıranlar, bölenler, bölücülük yapanlar. Bu da caiz değildir. Bunun üzerine uzun bahisler açılmış.
Evli olan insan zina ederse, onun öldürülmesi atmakla olmuyor, recm ediliyor. Taşlanarak öldürülür. Niçin? İbret olsun da, bir daha buna teşebbüs eden olmasın diye.
Küçük taş atmak da caiz değil. Ufak tefek taşları alır atarsa, o ona zarar vermez. Kocaman bir taş alıp da, vurup öldürmeyi de caiz görmemişler. Çünkü ondan da fayda yok. Maksat onu tedrici bir şekilde, hem de bir İslâm cemaatinin huzurunda öldürmek. Öyle kapalı bir yerde de değil. Herkes görecek.
“—Ha bu şahıs bu kabahati yapmış. Bu kabahatinden dolayı öldürülüyor.” diyerekten ilân olunur, sonra herkesin gözü önünde öldürülür.
Bu ölüm, herkese duyurulur. Herkes duyar ki, “Filan adam böyle bir kabahat yapmış ve bundan dolayı bugün cami önünde veya bir meydanda öldürülmüş.” Bundan dolayı, bu günahtan korkulur ve kaçılır. Kolaycacık böyle kötülüklere cesaret edenler bulunamaz.
İmam-ı Şafiî, “Namazı terk edenler de katlolunanlar arasına girer. Çünkü namazın terki, İslâm’ın terki demektir, bunun da katli caizdir.” demiş ise de, İmam-ı Azam Efendimiz, “Hapsolunur.” demiş.
Şu üç mesele... Allah hepimizi affetsin... Burada bir de sàil diyerekten bir kelime koymuş ki, savletten ileri geliyor; insanın üzerine saldıran saldırgan. Kudurmuş insan gibi seni öldürmeğe çalışıyor. Senin imkânın var da kendini müdafaa edebiliyorsan, edersin. Baktın ki, kendini müdafaa edemeyeceksin, ölüme gidiyorsun, başka çaren de yok; o zaman onu öldürmeğe de cevaz
vermişler.
Allah kusurlarımızı affetsin... Bugün bu kadarla iktifâ edeyim. Yarın da bunun altında elbise giyenler zikrolunacak ki, aynı hadisin tamamıdır. Orada iftihar ile süslü elbise giyenler yahut da iftiharı mucib olacak şekilde, o devirde uzun esvaplar giyerlermiş, etekleri yerlerde sürünürmüş. Onlar ta’yib olunmuş. Bugün de onlara benzer ne çeşit esvaplar varsa, onların aleyhinde...
Dünkü takvimde şöyle bir hikâye gördüm, onu da kısacık söyleyivereyim:
Hàtem-i Esam isminde bir zat var. Büyük bir zatın müridlerindendir. Bu zat yüz küsür arkadaşıyla Medine-i Münevvere’ye gelmiş. Medine-i Münevvere’den, bunları karşılamak için bir cemaat çıkmış. Bunlar demişler ki:
“—Burası neresi?”
“—Burası Peygamber SAS’in şehridir, Medine-i Münevvere’dir.” Demişler.
“—Onun köşkünü gösterir misiniz?” demiş.
“—Onun köşkü filân yok!” demişler.
“—Canım, koca bir peygamber olur da, köşkü olmaz olur mu?”
“—Yok. Onun basit bir evi vardı, orada yaşardı.” demişler.
“—Orasını gösterin de, ben oraya teberrüken gideyim de bir namaz kılayım!” demiş. Takvimde böyle yazmış.
Bu hususta kitaplarda gördüğümüz: Hàtem-i Esam Hazretleri Medine-i Münevvere’ye gelmiş.
“—Burası neredir?”demiş.
“—Medine-i Münevvere’dir, Rasûlüllah’ın beldesidir.” demişler.
“—Yok, burası Firavunlar beldesine benziyor.” demiş.
Hapse atmışlar, “Böyle şey söylenir mi?” diyerekten. Nihayet hàkim huzuruna çıkarmışlar. Peygamber’in hayatına uygun bir hayat olmadığından dolayı, beraat etmiş.
Allah kusurlarımızı affetsin...
Bu zinada en mühim àmil göz, ikincisi el... En mühimi göz, sonra da eller... Gözler gördü müydü, o câzibe insanı o tarafa sürükler. Eller de temas etti miydi, onun da vücuda verdiği hararetle, insan o tarafa doğru sürüklenir.
Binâen aleyh, İslâm’da gözlerin yumulmasının emredilmesi, ellerin de temas etmesinin yasaklanması, bu sebepten olsa gerek.
Allah cümlemizi affetsin de, böyle laûbâlilikten hepimizi muhafaza buyursun… Li’llâhi’l-fâtiha!
29. 12. 1978 – İskenderpaşa Camii