14. ALLAH KORKUSU VE SILA-İ RAHİM
Muhterem kardeşler!
İhyâ’dan okuduğum bir dersi size söylemek isteyeceğim. Anlatabilirsem ne a’lâ… Câbir RA rivayet ediyor:15
خَرَجَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَِّّ صلى اللّ عليهِ وسلم، وَنَحْنُ مُجْتَمِعُونَ، فَقَالَ:
يَا مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ، اتَ قوا اللََّّ وَصِلُوا أَرْحَامَكُمْ، فَإِنَ هِ لَيْسَ مِنْ ثَوَابٍ
أَسْرَعَ مِنْ صِلَةِ الرَّحِمِ؛ إيَ اكمْ وَالْبَغْيَ، فَإِنَ هِ لَيْسَ مِنْ عُقُوبَةٍ أَسْرَعُ
مِنْ عُقُوبَةِ بَغْيٍ؛ إيَ اكمْ وَعُقُوبَةَ الْوَالِدَيْنِ، فَإِنََّ رِيحَ الْجَنَّتِ يُوجَدُ مِنْ
مَسِيرَةِ أَلْفِ عَامٍ، وَاَللَِّّ لاَ يَجِدُهَا عَاقٌَّ، وَلاَ قَاطِعُ رَحِمٍ، وَلاَ شَيْخٌ
زَانٍ ، وَلاَ جَارٍَّ إزَارَهُ خُيَلاَءَ (طس. عن جابر)
(Harace aleynâ rasûlü’llàh salla’llàhu aleyhi ve sellem, ve nahnü müctemiùn) “Biz bir topluluk halinde bir yerde
oturuyorduk.” Topluluk, ma’lûm ya, aza da derler, çoğa da derler. Ne kadar olduğunu söylemiyor. “Derken, Rasûlüllah üzerimize çıka geldi.”
(Fekàle) Gelince bize dedi ki: (Yâ ma’şere’l-müslimîn) “Ey müslüman cemaati, (itteku’llàh) Allah’tan korkun!”
15 Taberânî, Evsat, c.VI, s.18, no: 5664; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.292, no:8219; Mecmau’z-Zevâid, c.V, s.125; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XVIII, s.81; Hz. Ali RA’dan
Et-Tergîb ve’t-Terhîb, c.III, s.225, no: 3786; ; RE. 174/8.
Bu kelime üzerinde Kur’an-ı Azimü’ş-şan’da birçok ayette durulur. Birçok hadiste bize hep Allah korkusundan bahsedilir. Allah korkusu olmayınca, hiç bir iş olmaz. İmanın kökü Allah korkusuna bağlıdır. Allah korkusu olsa, dünya balla kaymak olur. İbadetleri, Allah korkusu olanlar yapar. Allah korkusu kendisinde olan insan, ibadetlerine devam eder. Allah korkusu kendisinde olan insan, günahlardan kaçar ve korkar. Çünkü, ibadetleri Allah sever; haramları da sevmez. Haram şeylere cehennemi vaad etmiş; sàlih amel işleyenlere de cenneti vaad etmiş... Binâen aleyh:16
رَأْسُ الْحِكْمَةِ مَخَافَةُ اللِّ (الديلمي، هب. عن ابن مسعود)
(Re’sü’l-hikmeti mehàfetu’llàh) “Hikmetin başı, Allah korkusudur.” Allah korkusu olmayınca, hiç bir şey olmaz. Hikmetin mânâsı çok geniş.
Onun için, imanın kökü Allah korkusudur. İlmin kökü Allah korkusudur. Bir ilimde Allah korkusu yoksa zarardan başka bir şey değildir. Çünkü Efendimiz SAS diyor ki:17
اللَّهُم إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عِلْمٍ لاَ يَنْفَعُ (م. عن زيد بن أرقم؛ حب. عن جابر؛ ه. عن ابي هررة؛ حم. عن أنس)
(Allàhümme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa’) “Fayda vermeyen ilimden yâ Rabbi, sana sığınırım.”
16 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.470, no: 743; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.270, no: 3258, Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.141, no:5873; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.507, no: 1350; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIII, s.56, no:12550.
17 Müslim, Sahîh, c.IV, s.2088, no: 2722, Zeyd ibn-i Erkam RA’danç
İbn-i Hibbân, Sahîh, c.1, s.283, no: 82, Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.92, no: 250, Ebû Hüreyre RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.283, no: 14055, Enes ibn-i Mâlik RA.
Binâen aleyh, faydalı ilim, kendisinin Allah’tan korkusunu artıran bir ilimdir. Ne olursan ol; yalnız, içinde Allah korkusu olsun da, emr-i ilâhiyeye itaat edip, Allah’ın yasaklarından kaçınabilesin.
Altından geliyor, sıla-i rahim.
(Ve sılû erhàmeküm) “Akraba ü taallûkàtınıza sıla yapın!” Sıla-i rahim: Akraba ü taallûkàtını; amca, dayı, teyze, hala ve sâireyi ziyaret etmek, onların hukukuna riayet etmek...
Akrabadan daha kuvvetlidir komşu! Çünkü akrabanın her biri bir taraftadır; kimisi İzmir’de, kimisi Erzurum’da, kimisi bilmem nerde... Başının sıkıştığı vakitte sana yetişecek olan komşundur. Onun için, komşunun hukuku, akraba ü taallukat hukukundan aşağı değildir. Binâen aleyh, sıla-ı rahim yapın; hem akraba ü taallûkàtınıza, hem de komşularınıza karşı faydalı olun! Şimdiki insan komşusunu tanımıyor, alâkası da yok. Hepimiz öyle, umûmî... Halbuki, İslâm’da komşunun o kadar kıymeti var
ki... Evini satarken, evvelâ komşusuna söyleyeceksin:
“—Ben bu evi satıyorum, sen alacaksan sana vereyim?”
Sen dersen ki: “—Bir milyon isterim, filanca veriyor.”
O da derse ki:
“—Benim bir milyon vermeye gücüm yetmez ama yedi yüz bin lira vereyim.”
Yedi yüz bin liraya komşuya vereceksin, bir milyona başkasına vermeyeceksin... Komşu hakkı, bu... Buna da riayet edenimiz kaç tane çıkar, bilmem.
“Sıla-ı rahim yapın; (feinnehû leyse min sevâbin esrau min sılati’r-rahimi) çünkü sevap cihetinden sıla-i rahimden daha çabuk gelen sevap yoktur. En çabuk sevap sıla-i rahimdedir.” (İyyâküm ve’l-bağy) “Zulümden sakınınız! (Feinnehû leyse min ukùbetin esrau min ukùbeti bağyin) Çünkü en çabuk ukùbeti olan şey zulümdür; cezası çabuk gelir.”
(İyyâküm ukùku’l-vâlideyn) Valideyninize asi olmayın! Çünkü
cennetin kokusu bin yıllık yoldan duyulur; (va’llàhi lâ yecidühâ àkkun) Allah’a yemin olsun ki, anasına babasına asi olan bu kokuyu duyamaz.”
(Ve lâ kàtiu rahimin) “Akrabalarıyla alâkasını kesmiş, koparmış kimse de bu kokuyu duyamaz. (Ve lâ şeyhun zânin) Yaşlı olduğu halde zinâ eden kimse de bu kokuyu duyamaz. (Ve lâ cârrun izârahû hayûlâ) Kibirinden elbisesini yerde sürüyen kimse de cennetin kokusunu duyamaz.”
Yâni, cennete giremez demek. O kokuyu duymamak, cennete
girememenin alâmeti...
Geçenki derste nasıldı: O kadar ibadet ediyor ki çocuk, sararmış solmuş, incelmiş, zayıflamış, bir şeysi kalmamış; iğne- iplik kalmış... “Anan baban senden razı olmadıkça, ben senden razı olmam!” diyor Allah...
Senin evvelâ, ananı babanı kendinden razı etmen şart! Öyle ki, anne baban senin için, “Allah ömrünü uzun etsin! Tuttuğun
toprak altın olsun!” diyecek halde olmalı... Evlât anasına karşı bu kadar mutî olmalı.
Binâen aleyh, sıla-i rahim yapınız, sevabı çok çabuk gelir. Zulümden sakınınız, azabı çok çabuk gelir. Valideyninize karşı asi olmayınız; çünkü cenneti kokusu bin yıllık yoldan duyulurken, onu duyamazsınız.
Allah hepimizin kusurunu affetsin... Bu akşam Cuma gecesidir. O televizyonlar, boş şeyler; hepimizin hoşuna da gider. Bunlar saatlerce bizi meşgul eder. Bakarız bakarız, hayran hayran seyrederiz.
Şimdi, bu akşam Cuma gecesi; bir Sûre-i Kehf’i oku bakalım! Bir de Sûre-i Duhàn’ı oku bakalım! Tebâreke’yi de oku, Amme’yi de oku arkasından! Allah’a dua et, yalvar! Sevaplarını da dedelerimize, babalarımıza hediye edelim de, onlar da sevinsinler kabirlerinde;
“—Çok şükür yâ Rabbi, iyi bir evlâd bırakmışız da, bak bizi hatırlıyor.” diyerekten.
Hepimize değil her akşam, hatta her namazın arkasından, beş vakit namazın arkasından, akraba ü taallûkatımıza dua etmek, ana-babalarımıza dua etmek vazifelerimizin başında geliyor. Onlara dua etmeyenlerin rızıkları kesiktir, diyor Efendimiz. Yâni, mâneviyatları olmaz onların. Maddiyatları ne kadar olursa olsun ama mâneviyatları olmaz. Dâimâ nefislerine mağlub, şehvetlerine mağlub, şeytana karşı da mağlub olurlar. İmdâd-ı ilâhiyye verilmeyince, insan kendi kendine ne yapabilir? Hiç bir şey yapamaz. Hepimiz ölüme mahkûm bir nesneyiz...
Binâen aleyh, mezarını unutma! Ölüm, gözün ile kaşının
arasındadır. Ne zaman geleceğini Allah bilir. Onun saati, dakikası yok; gençliğe, ihtiyarlığa bakmaz. Ne zaman gelecekse hazır olmak için, ölümü çok düşünmek lâzım! Çünkü ölüm insanı bu dünyadan ayırıyor; fakat, hakikatta Allah’a kavuşturuyor. Binâen aleyh, öyle bir ölüm olsun ki, Allah bizden razı olduğu halde ona kavuşalım! Allah bizden razı olmadığı halde ölüm, çok felaket!
Onun için, Cenâb-ı Hak cümlemizi affetsin... Sizlerden de bir ricam olsun: Mutlaka Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeye çalışın! Dünya paraları burada kalacak, servetler burada kalacak, bütün şeyler burada kalacak... Bir kefene sarıp götürecekler bizi... Orada, Kur’an’ımız neyse onunla haşrolacağız. Binâen aleyh, Kur’an’ı öğreniniz!
Yalnız şunu da hatırlatayım: Almanya’dan bir doktor ahbabımız geldi. İngiltere’ye gitmişler. İngiltere’de, İngiliz asıllı kişilerden iman ü İslâm ile müşerref olmuş birçok profesör, doçent ve bunun gibi kimselere rast gelmişler. Onlar bir köy almışlar, o köye toplanmışlar; bütün gün imanlarının ve İslâmiyet’in nasıl
kuvvetli olacağını mütalaa ediyorlarmış... İslam’ın kökü nedir: Arapça... Öyleyse Arapça’yı öğrenelim diye kasd etmişler; cayır cayır çalışıyorlarmış...
Bize Allah, her türlü fırsatı vermişken, biz bu İngilizce’yi öğrenebiliyoruz, Fransızca’yı öğrenebiliyoruz, Almanca’yı öğrenebiliyoruz da, dinimizin kökü olan Kur’an-ı Kerim’i neden öğrenmeyelim? O kadar zor bir şey mi? Fransızca’dan da zor değil, Almanca’dan da zor değil; hepsinden kolay! Zaten lisanımızın çoğu onların kelimeleri ile dolu.
Onun için, Allah hepimizi affetsin... İman ile ahirete göçmek isteyen, Kur’an’a yapışsın, Kur’an’a sarılsın... Bizim için saadet-i dareyn ancak Kur’an yoludur. Kur’an yolu ile amel etmiş olsak; ne kimse kimseyi hor görür, ne kimse kimseye yan bakar... Yan da bakmaz. Herkes elinden geldiği kadar birbirine hürmet ve saygı gösterir.
Allah’tan korktuktan sonra, bir cami dolusu altın olarak birisine versen de, şu adamı öldür desen, öldürebilir mi kardeş? Bir müslüman bunu yapabilir mi? Allah’tan korkan bunu yapabilir mi? Yapamaz... Bunu kim yapar? Allah’ı tanımayan yapar. E biz de onların arasına mı katılalım? Allah’ın verdiği can. Biz vermedik ki o canı, onu veren Allah... Hepsi Allah’ın kulu. İnsan bir tavuğu bile keserken düşünüyor da,
Allah kulunu nasıl olur da öldürür böyle? Demek ki, kabahat hep bizde ki, insanların Allah’sız olmalarına göz yummuşuz. Musibet başımıza gelince, “Vah, vah, vah, neden oldu?” diyoruz. Neden olacak, meydanda işte...
Allah hepimizi affetsin... Bu akşam yatmazdan evvel, yeni bir abdest alın; hiç olmazsa dört rekât namaz kılın! Mümkün oldukça, okumak bilmiyorsak hiç olmazsa Kul hüva’llàhu ehad’ı, Elham’ı, daha kısa surelerden bildiklerimizi çokça okumak suretiyle, ecdadımızın ruhlarına hediye edelim!
Hoca efendi dua okudu, biz de âmin dedik; o umûmî bir dua... Herkesin kendisinin, kendi akrabasının adlarını anaraktan, “Anamın babamın, filânın ruhlarına hediye ettim!” demesi, elbette umûmî bir duadan daha güzeldir.
Allah hepimizi affetsin... Kusurlarımızı affedin! Allah hepimize iman-ı kâmil, ahlâk-ı hasene ihsân buyursun...
Kasîde-i Bür’e’den beraberce okuyalım:
Hüve’l-habîbü’llezî, türcâ şefâatühû,
Li-külli hevlin mine’l-ehvâli muktehimi.
Mevlâye salli ve sellim, dâimen ebedâ;
Alâ habîbike hayri’l-halkı küllihimi.
(Üç defa okundu.)
El-fâtiha!
21. 12. 1978 – İskenderpaşa Camii
Perşembe (Yatsı namazından sonra)