Aziz Dost, Hàlis İhvân,
Kâmil Mü’min, Üstün İnsan, Zü’l-Cenahayn
07. Y. MÜH. HACI MUAMMER DOLMACI
Prof. Dr. M. Es’ad COŞAN
Her şeyden önce ve dâimâ, her türlü nimetini üzerimize saçan, hassaten birbirimizi sevmeyi emreden ve bizi dinde kardeş eyleyen ulu Allah’a sonsuz hamd ü senalar ederiz.
Hüdâ’nın habîb-i edîbi Muhammed-i Mustafasma da salât ü selâm ile, tahiyyât ü ihtirâmâtımızı àcizâne, muhibbâne arz; iltifat ve teveccühüne, rıza ve şefaatına nâil olmayı muhlisàne temenni ve niyaz eyleriz.
O eşref-i mürselîn ve ekmel-i àlemînin mübarek âline, ashabına, etbâına ümmetin eminleri ve Peygamberimizin mânevî varisleri ve hakîkî halifeleri olan mürşîdîn-i kiram ve evliya-yı izâm ve meşâyıh-ı vâsılîn Sâdât-ı Güzîn-i Turuk-ı Aliyyemiz kaddesa’llàhu ervâhahum hazretlerine; ve onlara en güzel tarzda ittiba ve iktida eyleyen àrifîn ve àşıkîn-i sàdıkîne, müridîn ve talibîn, sàlikîn ve muhibbîne; ve sair mü’minîn ü müminât, müslimîn ü müslimât kardeşlerimize terfi-i derecât ve rahmetler diler, hayır dualar ederiz.
Emmâba’d: Mübarek ve muhterem dostumuz merhum ve mahbub kardeşimiz Muammer Dolmacı, eşsiz ve emsalsiz bir insandı, hakkında ne söylesek, aziz hatırasına ne yapsak az görürüz. Nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun...
Kısaca özetlemek gerekirse: Hilkaten çok sevimli ve sempatik idi; kısa dolgun vücutlu, yuvarlak güzel ve güleç yüzlü, tonton görünüşüyle hemen dikkat çeker, gönle girerdi. Gece sohbetlerinde evimize gelen muhterem ihvanımız arasında, ona daha ilk görüşmemizde ısınmıştık.
Sesi tatlı ve yakıcı idi, dinî musikiye âşinâ olduğundan çok güzel
ilâhî söylerdi. Hatm-i hàcegân ve zikir meclislerinin sonunda, Hocamız ona işaret ederek, diğer sesi güzel kardeşlerimiz de onunla bir araya gelir, ilâhilere başlar, hàzırûnu mest ü hayran ederlerdi. Hele,
Sevdim seni, canlara cânan diye sevdim.
Bir ben değil âlem sana hayran diye sevdim.
gazeli, adetâ onun özel ilâhisi gibi idi. Keşke bildiği ilâhilerin hepsi onun sesinden banda alınmış olsaydı; ne güzel bir koleksiyon olurdu!
Son derecede içten, samimi ve sokulgandı; insanın boynuna sarılır, bazen alnını alnına dayar, kalb kazanacak, gönül yapacak, sevgi uyandıracak tatlı şeyler söylerdi. Küçüğüne dahi mütevaziâne “Ağabey!” diye hitab ederek konuşurdu. Asla kibir, gurur göstermez; nice yüksek görevlerde bulunduğu halde mevki ve makam çalımı ve tafrası satmazdı.
Her gruptan insanla iyi geçinir, dost olurdu. Çok geniş bir ahbab ve arkadaş, tamdık ve dost çevresi vardı.
Tasavvufa daha Teknik Üniversite’de talebeyken intisap etmiş, temiz ve dindar bir genç olarak okumuş, nice kimselerin de hidayete ermesine, tarikate intisabına vesile ve kılavuz olmuştu.
Çok iyi bir dervişti, şeyh ve mürşidlerinin sevgi ve iltifatına mazhar olduğunu iyi biliyorum. Bir kere, Hocamız Muhammed Zahid Kaddesa’llàhu sırrahu Hazretleri’ne bir tebrik mektubu göndermiş, kısa birkaç paragraf, fakat sevgi, saygı, samimiyet ve edeb timsali... Hocamız açtı, okudu, çok beğenmiş olarak bendenize uzattı:
“—Bak oku, edeb, ihlâs, bağlılık, dervişlik nasıl oluyor, gör!” buyurdu.
Ben fakir-i pür-taksîr Hocamızın emri üzere görevi üstlenince, ilk evvel bey’at eden grubun içinde o da vardı ve ömrünün hitamına kadar tekkemize, vakıflarımıza, ihvanımıza en büyük hizmeti ve
desteği vermeğe devam etmişti. Ben de kendisinden son derece hoşnııd ve razıyım ve dâimâ muhlis duacısıyım.
Çok güzel ahlâka sahipti, gözü yaşlıydı, duyguluydu, mütevazı idi. Karşısındakini dikkatle dinler, hakkı kabul ederdi. Söylenen doğru değilse, çok tatlı bir şekilde doğru bildiği şekilde konuşur, itiraz eder, fakat kalp kırmadan muhalefet etmeyi, yanlışı düzeltmeyi başarırdı.
Hocalarına çok bağlı ve itaatli idi. Bir kere müsteşar iken, bir bölge müdürünü takip ve teftiş sonucu, uyan ve itaatsizliğinden
dolayı cezalandırması noktasına gelmiş. O müdür İskenderpaşa’da Hocamız’a gelip yalvarıp yakarmış. Ben de Ankara’dan kısa bir müddet İstanbul’a gelmiş dönüyordum. Hocam:
“—Es’ad! Muammer’e söyle, filânca müdüre ceza vermesin!” buyurdu.
Gittim Hocamızın selâmını ve emrini tebliğ ettim. O müdür, merhumu çok üzmüş olacak ki, bu emri ilk duyunca sanki yüzüne vurulmuş gibi koltuğunda sarsıldı. Ama son derece sür’atle, hemen kendisini toparladı, derhal:
“—Başüstüne, kerata (müdür) hiç olmazsa nereye müracaat edeceğini doğru bilmiş!” diye cevap verdi ve affetti.
Kendisi yıllarca Süleyman Demirel’in mühendislik bürosunda dost ve arkadaş olarak çalışmıştı. Babası merhum da AP’ye sempati duyardı, ama Hocamız emir verince o, aralarındaki hukuka rağmen, bunlara karşı olan bir siyasî çalışmada görev aldı. Bu onun için çok zor ve güç idi, nezaket ve vefa, evlâtlık ve arkadaşlık duygusuna aykırı idi. Ama emir öyle olduğu için, sevdiği ve saydığı insanların karşısında yer almakta asla tereddüt etmemişti.
Zül-cenahayn, yâni hem maddî, hem mânevî yönü kuvvetli olan bir insandı: Hem iyi bir mühendis, kaliteli bir teknik eleman; hem de iyi bir mü’min, halis muhlis bir ihvan idi. Devlet Planlama Teşkilatı’nda yüksek görevlerde bulunmuş, özel sektörde büyük tesislere müdürlük ve koordinatörlük yapmıştı. Mühendislikte ve planlamacılıkta mahirdi; ama namazlarını da hiç kaçırmaz, gecelerini ibadetle geçirir, tesbihi elinden düşürmezdi. Hemen her
sene hacca, umreye giderdi. Zikir meclislerinde mütevaziàne diz çöker, göz kapar, tehlil çeker, Allah derdi.
Bazı haclarda beraber bulunduk. Pek çok zikir meclislerinde Hocamız’ın dizi dibinde beraber oturduk. Hakyol Vakfımızın İstanbul şubesi onun himmetiyle yürürdü. İşyerinin kapısında, ihtiyaç sahipleri kuyruk olurdu. Herkesin derdini dinler, çare bulmağa, deva olmağa, yardım etmeğe çalışırdı. Ömrü boyu hayır hizmetinde çalışmış, binlerce, milyonlarca kişiye faydalı olmuştu. Her türlü hayır işinde öncü veya destekçi olmuş, şahsen de hayrat ü hasenat yapmış, sadaka-i câriye olacak tesisler yadigâr bırakmıştı.
Vefatının vuku bulduğu seyahatine çıkmadan önceki gece bize gelmişti; saatlerce konuşmuş, kendisine işler havale etmiştik. O gece son görüşme gecesi imiş.
Kaza haberini ve vefatını duyunca, teessürden helâk olacak dereceye geldik, kulaklarımıza inanamadık. Bütün Türkiye yasa boğuldu, binlerce insan ona karşı son sevgi, dostluk ve kardeşlik
görevlerini candan îfa etmek için doğduğu belde olan İsparta’ya revan oldu. Şehir olağanüstü bir gün yaşadı, cami tıklım tıklım doldu. Arkamda nice büyük adamlar, meşhurlar, siyasî parti mensupları, millet vekilleri, a’yan ve erkân, ağniyâ ve eşraf, Türkiye’nin her yerinden fevc fevc gelmiş muhibbân olduğu halde, cenaze namazını kıldırmak, göz yaşları ile cemaate hitap etmek, haklarını helâl etmelerini dilemek bana nasib oldu. Gür sesle ve kalpten, “Helâl olsun!.. Helâl olsun!..” sesleri ortalığı çınlattı. Göz yaşlan ile kabristana getirdik, dualarla defn eyledik.
Ruhu şad, kabir istirahati yevmen feyevmen müzdâd olsun! Allah sâdât ve meşayihimiz ile, ihvân-ı sàdıkîni, ahbâb u yârânı, akraba vü taallûkàtı, evlâd ü iyâli, nesl-i pâki ve zürriyeti ile Firdevs-i A’lâ’ya dahil, Habîb-i Hüdâ Muhammed-i Mustafa (salla’llahü aleyhi ve âlihî ve sellem) Hazretleri’ne komşu eylesin... Müşâhede-i cemâli ile müşerref buyursun…
(Bir Güzel İnsan Muammer Dolmacı, s. 5, Seha Neşriyat, İstanbul 1992)