• /
  • Kütüphane
  • /
  • Muhtelif Yazılar
  • /
  • 14. MUSLİHU’D-DİN HAMİDOĞULLARI VE HIZIR BEY
13. BİR NA’T-I ŞERİF

XV. Asır Türk Yazarlarından 14. MUSLİHU’D-DİN HAMİDOĞULLARI VE HIZIR BEY



Doç. Dr. M. Esad COŞAN


GİRİŞ


Beylikler devrinin siyasî ve kültürel tarihini aydınlatan vesikaların az olduğu bilinen bir gerçektir. Bu yüzden hâlâ bazı beyliklerin hükümdar silsilelerinde dahi karanlık kısımlar, kesintiler ve boşluklar bulunabilmektedir. Ele geçen yeni bir kitâbenin, bir mezar taşının, bir el yazmasında yer alan birkaç satırın bazen tarihin karanlık bir noktasına ışık tuttuğu çok görülür.

Kütüphanelerde yazmalar üzerinde çalışırken, biz de, Anadolu Beylikleri devri tarihi ile ilgili bazı mühim kayıtlar bulmuştuk; bunları aşağıdaki yazımızda ilgililere arz etmek istiyoruz. Kanaatimizce, verdiğimiz bilgiler ve açıklanan vesikalar, Hamid- oğulları Beyliği’nin bilinen şeceresini değiştirecek ve meçhul kalmış bir beyi tanıtacak mahiyettedir.


A. MESELENİN ORTAYA ÇIKIŞI


Ankara İli Halk Kütüphanesi - Eski Eserler Bölümü (Cebeci) 329 numarada [Eski tasnife göre: 5/42] Türkçe, mensur bir Mülk Sûresi Tefsiri bulunmaktadır.47 Bu eser, lisanının eskiliği (14. Asr’a ait) ve ithaf edildiği beyin kimliği dolayısıyla dikkati çekmiş; çeşitli



47 Sûrenin diğer bir ismini kullanmak suretiyle, “Tebâreke Tefsiri” de deniyor ki kasdedilen, Kuran-ı Kerîm’in 67. sûresi olan Mülk Sûresi’dir. Bazı makalelerde “Mülk” kelimesinin “Melek” şeklinde okunması ise (Msl. Yeni Türk Mecmuası sayı: 4. s. 283’de olduğu gibi), açık bir yanılmadır.

265

makalelerde zikredilmiştir.48 Nitekim mezkûr nüshanın49 mukaddimesinde, besmele, hamdele, salvele ve dua ibârelerinin arkasından şu sözler gelmektedir:

“... çün mahdûm-zâde, melikü’l-ümerâ’i ve’l-ekâbir, iftihâru’l- emâsili ve’l-efâhir, sâhibü’s-seyfi ve’t-takrîr, vezîr ibnü’l-vezir Hızr ibn-i Göl Beği —ahsena’llàhu avâkıbehû ve zâde uluvvehû— bu zaîf duacısından Tebâreke tefsirin Türkçe kılmak diledi kim, anun müstakîm zihnine hoş gele, anın ma’ânîsi serbetîle cânına gıdâ vire ve, ümîddür kim, okıyub anûnile yol vara, tamudan kurtılmağa sebeb ola; bu za’if dahi muvafakat yolın dutub, muhâlefetden kaçub ... bu risâlei yazdı.” (varak 1b)

Araştırıcılar bu Hızr (Yahut da: Hızır veya Hıdır) b. Göl Beği’nin kimliğini bulmağa çalışırken, “Göl Begî” sözünün delaletiyle onu, 14. Asır başlarından itibaren Göller Bölgesine hükmetmiş olan Hamîd-oğulları Beyliği sahasında aramışlardır.50 Biz bu Hızr b. Göl Beği’nin kimliğini araştırmağa geçmeden önce, mezkûr tefsirin müellifini, kısaca tanıtmak istiyoruz.


B. MÜLK SÛRESİ TEFSİRİ’NİN MÜELLİFİ




48 Bk. Köprülü F. “turc” maddesi, Ancyclopaedia of İslam C. IV. s. 940: Aynı mlf. Yeni Türk Mecmuası (İstanbul Halk Evinin neşriyatıdır) sayı: 4, s. 283; Levent, A. S., Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Safhaları, s. 23; Uzunçarşılı İ. H. Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, s. 213 (İlk baskıda s. 81) ve aynı müellifin diğer bazı eserleri... vs.

49 Bu elyazması nüsha, harekeli, güzel bir nesihle; saykallı, su çizgili. Avrupa imali kağıtlara yazılı 37 varaktan ibarettir. İçinde müellifinin adı, istinsahının tarihi, müstensihi (kâtibi)nin kimliği zikredilmemiştir. Biz, kağıt, lisan ve imlâ özelliklerine bakarak, yazmanın 15. asırda istinsah edilmiş olduğunu tahmin ediyoruz.

50 Nitekim Köprülü, Hamîd-oğlu Felekü’d-din Dündar Bey’in, belki de Göl Beyi lakabıyla anıldığını ileri sürmüş, o zamanın Kütüphaneler Müdürü Hasan Fehmi Turgal da, bu şahsın kimliğinin tesbiti için, durumu, lsparta Halk Evi Mecmuası “ÜN”e yazmış: bunun üzerine mezkûr mecmuada, bu konuda Tahir Erdem tarafından bir araştırma neşredilmiş ve az ilerde bahsedeceğimiz bir kitabe tanıtılmıştır. (Bk. Ün Mecmuası, C. IV. Sayı: 37. s. 518 v.d. Nisan 1937.)

266

1. Müellifin Adı:


Mülk Sûresi Tefsiri’nin bu Ankara nüshasında müellifinin adı zikredilmemiştir. Biz araştırmalarımız esnasında, bu tefsirin daha başka nüshalarını da tesbit ettik. Bunları birbirleriyle mukabele ederek, eserin bir tenkidli ve tahkikli metnini (edition critique) hazırladık. Bu çalışmalarımıza dayanarak, müellif ve eser hakkında kesin bazı bilgiler verebiliriz. Şöyle ki:

Müellifin adı: Mustafa ibn-i Muhammed’dir. Eserinin değişik nüshalarını, zamanının muhtelif beylerine, ayrı ayrı hediye etmiş olduğu, mevcut nüshaların tedkikinden anlaşılıyor. Nitekim, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 7 numarada kayıtlı, fevkalâde önemli nüshası mukaddimesinde şöyle söylemektedir:

“... Amma bu duàcılar kemteri, yazuklular bedteri, Rahman Tanrı’dan rahmet umucı, el-vâsık bi’s-Samed MUSTAFÂ ibn-i MUHAMMED —gafara’llâhu lehû ve li-vâlideyhi ve ecra’l-hayra alâ yedeyhi— diledi kim, kadim muhabbetin ve dostlık maddesin .... SÜLEYMAN BEG [b. ORHAN] b. OSMAN rahima’llàhu zıllehümâ51 ve e’azze vefdehümâ ve nasara cündehümâ âlî hazretine arz eyleye ve ol hazreti sevdüğin bildüre...”


Bu nüshanın, gerek iç kapak durumunda olan ilk sayfasında, gerekse eserin hatimesi nihayetlerine “731” rakamı bulunmaktadır. Bu, eserin, müellif tarafından yazıldığı seneyi gösteriyor olmalıdır.

Eserin, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî-Şer’iyye kısmı 821 numarada bulunan nüshası mukaddimesinde ise aynı mahal ve makamda “MURAD BEG b. ORHAN BEG b. OSMAN” ismi yazılmış olduğuna göre; ayrıca o zaman şehzade olan Murad Bey’e de takdim edilmiş olduğu anlaşılıyor.


Burdur Halk Evi (Şimdi: Burdur Eski Eserler Kütüphanesi)



51 Süleyman Bey, Orhan Gazi’nin büyük oğlu olup, 716/1316 yılında doğmuştu (Bk. Oruç Bey Tarihi s. 14). 731 tarihi doğru ise, eser ona, henüz 15 yaşında iken sunulmuş olmaktadır.

267

nüshası ile: İstanbul Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Seminer Kütüphanesi 3779 numarada kayıtlı nüsha ise, Denizli İnanç-oğulları’ndan İshak Beg b. Murad Arslan Beg’in adını ihtiva ediyorlar. Bu, eserin, o şahsa da ithaf ve takdim edildiğini göstermektedir. Bbunlara kıyasla eserin, o devirde yaşamış daha başka beylere de takdim edilmiş olabileceği düşünülebilir.

Bu nüshaların hepsinde, beyin adı zikredildikten sonra gelen Arapça dua cümlelerinde, tesniye sigasıyla ve (ebka’llàhu zıllehümâ, eazze kadrehümâ, nasara cündehümâ, ebbeda’llàhu devletehümâ....) gibi ifadelerin kullanılması; eserin bu şehzadelere, genç yaşlarında ve babalarının sağlıklarında verildiğine delâlet eden mühim ipuçlarıdır.

Süleyman Bey’in 1357 veya 1358’de babasının sağlığında bir av esnasında attan düşüp ölerek, Bolayır’a gömüldüğü; ve Murad Arslan ibn-i İnanç Bey’in 735/1335’den sonra bey olup, 763/1361’den bir miktar evvel vefat ettiği düşünülürse, eserin 14. Asr’ın ilk yarılarında yazıldığı belli olur ve yukarda zikredilen 731/1331 tarihinin sıhhatli olma ihtimali artar.


2. Müellifin Lakabı:


15. Asır Osmanlı alim ve şairlerinden biri olan Hatib-oğlu Muhammed, bu Mülk Sûresi Tefsîri’ni, 817/1414 tarihinde nazma çekmiş ve Letâif-Nâme adını verdiği eserinin mukaddimesinde müellifimiz Mustafa b. Muhammed hakkında bazı bilgiler vermiştir.52 Şöyle ki:


Kimdür ol medh itdüğüm iy şehriyâr?

‘İlmile meşhur u bellü, âşikâr


Kaziye’l-kuzât-ı şehr-i Lâzikî

Hükm içinde saklar idi yazıkı,



52 Hatib-oğlu Muhammed hakkında geniş bilgi, bizim Doktora tezimizde bulunmaktadır. Bk. Coşan, Esad, Hatib-oğlu Muhammed ve Eserleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Doktora tezi s. 30 v.d. Ankara 1965.

268

Muslihu’d-dîn-i Muhammed’dür hemân

Tayyeba’llàhu sera [hu] dur âmân

....... Sûre-i Mülk tefsirin fikr eylemiş,

Hoş hikâyetler bile zikr eylemiş,


Ben dahi çün okıdum buldum safâ,

Vüs’u tâkat ol yola kıldım vefâ,


Nazm kıldum hep kamu uçdan uca, Okıyanlar göreler kim hâl nice53


Bu beyitlerden, Hatib-oğlu zamanında çoktan ölmüş bulunan müellifimizin, bir zaman Lâziki, yani Denizli’de baş kadılık (Kâdı’l- kudatlık) yaptığı, ve daha ziyade “Muslihu’d-din” lakabıyla tanındığı54 anlaşılıyor.


3. Müellifin Diğer Eserleri:


Muslihu’d-din Mustafa b. Muhammed’in, Mülk Suresi Tefsiri’nden başka daha birçok, Türkçe eserler yazdığını biliyoruz. O kadar ki, bu son derecede faal ve velûd şahsın hayatı ve arifane eserleri üzerinde müstakil bir etüd yapmak, bir kitap yazmak



53 Yegâne nüshası, İst. Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Ef. kısmı 3326 numaradadır. Bu beyitler vr. 6a’da yer alır.

54 Üçüncü beyitteki Muslihu’d-din-i Muhammed, Muslihu’d-din İbn-i Muhammed mânâsına gelen Farsça bir tamlamadır: Zâl oğlu Rüstem için Farsça’da Rûstem-i Zâl denildiği gibi. O devirlerde Sinanü’d-dîn, Feleküd’d-din. Necmü’d-din... gibi lakaplar, beyler ve alimler için çokça kullanılırdı. Bu lakapların ardında daima şahsın asıl ismini aramak, düşünmek gerekir: Mübarizü’d-din İSHAK, Tacü’d-din İBRAHİM... gibi. Yalnız bu ikinci isim izafet kesresi ile bağlanmış ise muhakkak baba adı olur (Beyitteki gibi). Muslihu’d-din’in adı. kendi kitapları mukaddimesinde Mustafa olarak tasrih edilmiştir. (Süleyman ve Murad beylere sunulan nüshalarda)

269

gerekir. Biz, —bu teferruatı bir başka yazımıza bırakarak— burada sadece onun diğer Türkçe eserlerini sıralamak ve onların ithaf edildikleri beylerin adlarını göstermekle iktifa edeceğiz:55


a. Fatiha Sûresi Tefsiri:


Kur-an-ı Kerîm’in ilk sûresinin Türkçe tefsiridir. İthaf edildiği bey Çelebi Murad Arslan b. İnanç Beg’dir.56


b. İhlâs Sûresi Tefsiri:


Kur’an-ı Kerîm’in 112. sûresinin Türkçe tefsiridir. Yine Murad Arslan Beg’e ithaf edilmiştir. Bir nüshası Ankara İl Halk Ktp. Eski Eserler bölümü (Cebeci) 145 numaradadır.57 Eserin diğer mühim bir nüshası, az sonra geniş olarak bahis konusu edilecektir.


c. Yasin Sûresi Tefsiri:


Kur’an-ı Kerîm’in 36. sûresinin Türkçe tefsiridir. Tarafımızdan çeşitli nüshaları bulunmuştur.58 Bunlar el-Hacı Hızr Beg Çelebi’ye ithaf edilmiştir. A. S. Levent, Süleyman b. Orhan b. Osman adına, Mustafa b. Muhammedî adlı birinin Türkçe Yasin Sûresi Tefsiri yazdığını söylüyor.59 Böyle bir ithaf ihtimali, imkânsız değilse de biz



55 Bu konuda geniş bilgi için bizim yukarda zikri geçen doktora tezimize bakılmalıdır: s. 50-53. 56 Bk. Köprülü F. “Anadolu Beylikleri Tarihine Ait Notlar”, Türkiyat Mec. C. II. s. 1-32 (1026); Kocatürk, V. M., Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, s. 188: Levent, A. S., Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Safhaları, s. 22... vs. (V. M. Kocatürk’ün müellifimiz için “Ankaralı” demesi açık bir yanılmadır)

57 İmlâsi çok bozuk ve yanlışlıklarla dolu olan bu nüshanın mukaddimesinde ve s. 128’de Murad Arslan Bey zikrediliyor.

58 İstanbul Üniversitesi Ktp. Ty 252. 7298, 7299... vs.

59 Bk. Levent A. S. Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Safhaları s. 24. Müellifin baba ismi yanlış tesbit edilmiş ve eserin yeri de gösterilmemiş olmasına bakılırsa. bu mâlûmatı bir başka yerden karıştırarak aktardığı, onun faydalandığı kaynağın aslında Mülk Sûresi Tefsiri’nin Süleyman Bey’e sunulduğunu söylediği anlaşılır.

270

araştırmalarımızda böyle bir nüshaya rastlayamadık.


d. Tezkiretü’l-Evliyâ Tercümesi ve Diğer Eserleri


Biz bu eserler hakkında, yeni ve orijinal bilgiler ihtiva edecek olan ayrı bir makale hazırlamak üzereyiz. Sadece bu Tezkiretü’l- Evliyâ’nın Feridü’d-dîn-i Attar’dan ve Aydın-oğlu Mehmed Bey (Ölümü: 734/1334)’in isteği üzerine tercüme edildiğini, —

müellifimizin yaşadığı muhiti ve zamanı tayinde göz önüne alınsın düşüncesiyle— zikretmemiz gerekiyor.


C. MUSLİHU’D-DİN VE HIZR BEY’İN KİMLİĞİ


a. Muslihu’d-din’in Eserlerinde Hızr Bey


Muslihu’d-dîn Mustafa b. Muhammed’in eserleri içinde, üç farklı görünümde Hızr adlı bir bey bahis konusu edilmektedir. Bunları sırayla zikrettikten sonra, Hızr Bey’in kim olduğu meselesini çözmeğe çalışacağız:

1. Türkçe Mensur Mülk Sûresi Tefsiri’nin Ankara nüshası mukaddimesinde ve “Hızr b. Göl. Begi” tarzında bunu yazımızın başında anlatmış ve ibareyi aynen vermiştik.

2. Yâsin Sûresi Tefsiri mukaddimesinde ve “el-Hacı Hızr Beg Çelebi” tarzında. Diğer unvan ve vasıfların da iyice görülmesi için, ibareyi aynen kaydedelim:

“.....dahi Mahdûm-ı muazzam, sâhibu’s-seyfi ve’l-kalem, el-Hâcı Hızr Beg Çelebi, bu duacı zaiften iltimas kıldı ki bunı Türkîceye idinem (Türkçe eyidem?) ki, fâ’idesi àmm ola; işidenler bu sûreyi okımağa rağbet ideler. Bu zaif dahi ol mahdumun emrine muvafakat kılup....” (14) (14) Bk. Millet Ktp. Ali Emirî, Şer’iyye Kısmı 821 numaralı yazma. vr. 2b. Aynı cildin içinde, müellifimize ait Mülk Suresi Tefsiri de bulunmaktadır.


3. İhlâs Sûresi Tefsiri sonlarında ve “Bedrü’d-din Hızr Beg b. İshak Beg” tarzında.

Bu İhlâs Sûresi Tefsiri’nin Ankara nüshasının, Murad Arslan b.

271

İnanç Bey’e ithaf edildiğini yukarda belirtmiş idik. İkinci bir nüshasını da İst. Ü. Ktp. Ty. 471 numarada bulduk, ve bu ikinci nüshanın sonlarında (vr. 155b - 156a), ilk nüshada bulunmayan üstelik de son derece önemli olan bir ifade ile karşılaştık. Eserin o kısımlarında. Sultan Mahmud-ı Gaznevî ile ona imamlık yapan bir âlimin arasında geçen bir hâdise hikâye edilirken söz, başka bir noktaya çevrilerek şöyle deniliyor:

“... Pes sultân (Yani Mahmûd-ı Gaznevî) anun ‘özrin kabul eyleyüp atàlar buyurdı ve azım nuvâht eyledi.

Melikü’l-ümerâ’i ve’l-ekâbir, kehfü’l-küberâ’i ve’l-efâhir, nâsırü’l- adl, bâsitu’l-fazl, mugîsü’l-halâyik, münîrü’l-hakàyik, şerifü’l- elkâb, mefharü ülî’l-elbâb, BEDRÜ’D-DEVLETİ VE’D-DİN, cemâlü’l-İslâmi ve’I-müslimîn HIZR BEG. b. İSHAK BEG —

eazza’llàhü ensàrahû ve kahara a’dâehû, ve şeraha sadrehu, ve eyyehehû bi-Ruhi’l-kudüs— Pes diledüm ki, emîrü’l-ümerâ’ Hızr Beg hazretine bir kitâb iledem ...”


Bu üç ayrı görünümü nasıl yorumlayabiliriz?

Kanaatimize göre; aynı müellifin ayrı ayrı eserlerinde, yukarda gösterildiği tarzda zikri geçen bu Hızr Bey, tek bir şahsiyettir. Ünvanların ve vasıfların —küçük farklara rağmen— medlulleri birdir. Farklılıklar, aradan geçen zamanlar zarfında, meydana çıkan değişme ve gelişmelerden doğmuştur. Hızır henüz “bey” unvanını kesb etmediği bir çağda, müellifimizden, Mülk Sûresi Tefsiri’ni yazmasını rica etmiş; o da “Göl Beyi”nin bu dindar oğlunun isteğine uymuştur. Mülk Sûresi mukaddimesinde müellifimiz ona “bey” demiyor, “mahdum-zâde” diyor; “iftihàrü’l- emâsil: akranlarının medâr-ı iftiharı” sıfatından ve —Allah àkıbetini güzel eylesin, yüceliğini artırsın— dualarından hep onun gençliğini sezinliyoruz.

Daha sonra hacca gitmiş olmalıdır ki, Yâsin Tefsiri

mukaddimesinde el-Hacı Hızr Beg Çelebi diye anılıyor. Çelebi sıfatı, hem dindarlığına, hem de Mevlevi tarikatına intisab veya muhabbetine işaret sayılabilir. Yâsin Tefsiri de Hızr Bey’in ricası üzerine kaleme alınmış. Bu tanışıklıklarının eskiliğini gösterir.

272

Orada artık “mahdum-zade” değil de, “mahdum” (kendisine hizmet edilen itibarlı kişi) diye anılması, rütbe ve makamının diye anılması, rütbe ve makamının nisbeten arttığına delâlet ediyor.


Üçüncü kayıt ise, daha da sonraki bir zamana aittir. Hızr Bey mevki bakımından, daha da yükselmiş ve itibarlanmıştır. “Emirü’l- ümerâ” olmuş, herkesin himayesine sığındığı, àdil, fâzıl ve iyiliksever bir kimse olarak tanınmıştır.

Hızr Bey’in bütün eserlerde, “sàhibü’s-seyfi ve’l-kalem, sàhibü’s- seyfi ve’t-takrîr” diye anılması, hem komutan, hem de bilgili ve ilimsever bir kimse olduğunu gösterir. Hattâ “münîrü’l-hakâik” (hakikatleri aydınlatan, söyleyen) ve “mefhar-i üli’l-elbab” (gönül erbabının medâr-ı iftiharı).... gibi ifadelerle tavsifi, onun tasavvufla (muhtemelen Mevlevîlikle) ilgisine, mânevî bakımdan gönlü uyanık bir kimse olduğuna işarettir.

Ayrıca biz, bedrü’d-din (dinin mehtabı) ve cemâlü’l-islâm (islâm dininin güzelliği, süsü) diye lakaplandırılmasından, kendisinde dindarlık ve ahlâk güzelliği yanısıra, yüz ve vücut güzelliği de bulunduğunu hissediyoruz.


b. Muslihu’d-din Devrindeki Muhtelif Hızr Bey’ler


Müellif Muslihu’d-din’in daha ziyade, 14. Asr’ın ilk yarısında yaşamış kimselerle temasta bulunduğu (Aydın-oğlu Mehmed Bey, İnanç-oğlu Murad Arslan...vs.) eserlerinden anlaşıldığına göre, gerek Hızr Bey’i, gerekse babası Gölbeyi lakaplı İshak Bey’i, bu zamanlarda aramak uygun olacaktır.

Gerçekten de 14. Asr’ın ilk yarısında yaşamış bazı Hızr Bey’ler vardır. Bunları bahis konusu ederek, hangisinin aradığımız kişi olduğunu tesbite çalışalım:


1. Hamîd-oğullarından Sinânü’d-din Hızr Beg:

Bu beyin tam adı Hızr b. Yûnus b. İlyâs b. Hamîd’dir. Lakabının Sinânü’d-din olup 719/1319’da Korkuteli’nde emîr bulunduğu,

273

oradaki medresenin kitabesinden anlaşılıyor.60 Meşhur seyyah İbn

Battûta, Antalya’ya uğradığında (1330’dan sonra, muhtemelen 1333’te) gördüğü bu şahsın hasta olduğunu beyan ediyor.

Baba adının Yûnus olduğu, kaynaklardan sarih olarak anlaşıldığından, bizim Hızr b. Gölbeği’nin bu şahıs olamayacağı ortaya çıkmaktadır.


2. Hamîd-oğullarından Hızr b. Dündar (?):

Hamîd-oğullarından Felekü’d-din Dündar Beg’in Hızr adında bir oğlu olduğu ve onun, Dündar Beg’in öldürülmesinden sonra ortaya çıktığı eski ve yeni tarih kitaplarında kaydedilmiştir.61

Onlara göre bu Hızr Beg, Dündar Beg’in oğlu İshak Beg 728/1328’de Mısır’da babasının kanı davasını takip ettikten sonra gelip Eğridir’e hakim oluncaya kadar beyliğin başında bulunmuş, Eğridir Ulu Camii’ni tesis etmiş ve ona adını vermiş, beyliğe Eşrefoğullarına ait Beyşehir, Akşehir ve Seydişehir gibi yerleri katmıştır.

Birtakım araştırmacılara göre ise de, bu bilgiler bir iltibas ve karıştırma sonucu ortaya çıkmıştır. Tarihçilerin Dündar Beg’in oğlu vehmettikleri Hızr Beg, aslında Dündar Beg’in biraderi olan Yûnus Beg’in oğlu Hızr Beg’dir.62 Bizim bu husustaki kanaatimiz ise bu yazımızın (E) bölümünde tafsilatıyla anlatılacaktır.


3. Aydın-oğlu Hızr Beg :

Aydın-oğlu I. Mehmed Beg’in Hızr adlı bir oğlu vardı. Babasının sağlığında Ayasuluğ (Efes, Selçuk) ile Sultanhisar Begi iken,



60 Bk. Uzunçarşılı, Ord. Prof. İ. H. Anadolu Beylikleri 2... s. 67 ayn. mlf. Kitabeler II s. 249. Korkuteli kitabesindeki “Câlis” şeklinde okunan kelime, herhalde “Hızr” veya “Çelebi” olsa gerektir.

61 Bk. yukarıda zikredilen kaynaklar ve “Hamld-oğulları” maddesi, İslâm Ansiklopedisi; Yiğitbaşı. Süleyman Sükuti, Eğirdir-Felekabâd Tarihi s. 33-34. istanbul 1972; Mehmed Arif, “Anadolu Tarihinden: Hamidoğulları. TOEM c. 1, s. 938-947... vs.

62 Bk. mesela: Uzunçarşılı I. H. Osmanlı Tarihi c. 13 s. 50; Erdem Tahir. “Hamidoğuları Tarihi” Ün Mecmuası c. 5, sayı 49 (Nisan 1938). s. 702

274

kardeşi Umur Beg’in 749/1348 de vefatı üzerine, Aydın-oğlu “ulu- beyi” yani hükümdarı olmuştu. Müellifimizin, Aydın-oğlu Mehmed Bey’le tanıştığı ve görüştüğü bilindiğinden, bu Hızr Bey’i de tanıdığı muhakkaktır. Fakat Hızr b. Göl Begi, baba isimlerinin farklılığından dolayı bu zat olamaz.


4. Saruhan-oğlu Hızırşah Bey :

Bu zat, babası Muzafferü’d-din lakaplı İshak Bey’den sonra 790/1388’de onun yerine geçmiş ve 813/1410’da Manisa’da, Osmanlılar tarafından öldürülmüştü. Baba adı uygunluğuna rağmen, aradığımız Hızır Bey bu şahıs da olmasa gerektir. Zira:

Evvelâ bu şahsın adı Hızr değil, Hızırşah’tır; sonra zaman bakımından müellifimiz ile arasında farklılık ve uzaklık görülüyor. Şahsî ve ahlakî evsaf bakımından da Saruhanoğlu Hızırşah Bey, başka bir şahsiyet manzarası arzediyor: Hızr b. Göl beyi, âlim, âdil, fâzıl, ve kâmil bir kimsedir; Hızırşah ise, zulme mail, sefîh ve işrete münhemik olduğundan, pederinin ümerâsı ve ahali kendisinden nefret etmiş ve Yıldırım Bayezid’e baş vurmuşlardı.63


5. Diğer İhtimaller:

Karaman-oğullarından Bedrü’d-din İbrahim’in 1332’den sonra beylikten çekilmesini müteakip yerine Alâü’d-din Halil, Lârende beyi olmuştu. Bunun, kendi namına para da bastırmış olan Hızr adlı bir oğlu olduğunu biliyoruz.64 Bunun yaşadığı bölge ve baba adı da farklıdır, binaenaleyh Hızr b. Gölbeyi olamaz.

Bir de İshak Bey adlı kimseler üzerinde teemmül ederek, onlardan birinin, tarihlerde zikri geçmemiş Hızır adlı bir oğlu olup olmadığı yönünden araştırma sürdürülebilir.

Meseleye bu açıdan bakınca da karşımıza başlıca iki ihtimal çıkıyor.

Bunlardan biri müellifimizin kendisine Mülk Sûresi’nin bir nüshasını ithaf etmiş olduğu İshak Bey b. Murad Arslan b. İnanç



63 Câmiü’d-düvel’den naklen bk. Uzunçarşılı, I. H., Kitabeler II, s. 64.

64 Bk. Uzunçarşılı I. H. Anadolu Beylikleri 2, s. 10 ve aynı sayfa not 2.

275

Beydir.

Bu İshak Bey’in doğum ve ölüm tarihleri bilinmiyor. Kendisinin 762/1360 tarihli gümüş bir sikkesi vardır.65 Kütahya’daki Germiyan-oğlu II. Yakub Bey’in inşa ettirdiği medrese kitabesinde:66


“....Tonuzlu’nun Hôber (Hûbyâr) kapusındaki iki bahçeyi Bayezid-i Hüdavendigâr, İnanç oğlu İshak Bey’den aldı.” deniyor.

Yıldırım Bayezid, 792/1389’da tahta geçtiğine göre, İshak Bey bu tarihlerde sağ ve hükümdar idi. Yerine geçen bir kimse bilinmiyor. Hızır adlı bir oğlu olup onun yerine geçse idi herhalde, o devri artık iyi takip edebilen tarihler bunu kaydederdi. Ayrıca bu İshak Bey’e “Göl Beyi” lakabı da uygun düşmemektedir.

İkinci ihtimal ise, yine Hamid-oğullarından İshak Bey’in Hızr adlı bir oğlu olmasıdır. Şimdi bu ihtimali geniş bir şekilde takip edelim.

Gerçekten de Hamid-oğlu İshak Bey’den sonra gelen bir Hızr Bey’in varlığına dair birtakım tarihî rivayetler ve emâreler vardır. Biz bunların açıklamasına ve münakaşasına geçmeden önce İshak Bey’in devresini açıklamayı faydalı görüyoruz:


D. HAMİD-OĞLU İSHÂK B. DÜNDAR BEY


Hamîd-oğullarından İshak Bey diye bilinen bir hükümdarın varlığı münakaşasız bellidir.

Eğridir’i istila edip Dündar Bey’i öldüren Moğol valisi Demirtaş b. Emir Çoban’ın, İlhanlı Devleti’ne isyan ederek Memlûk Sultanı Melik Nasır Mehmed’e ilticasından sonra; Dündar Bey’in oğlu İshak Bey 728/1328, Eğridir şubesinin başına geçip Hamideli beyi olmuştu.67 Bu şahıs, babasının sağlığında Mısır’da bulunmuş, hacc’a gitmiş, dindar bir kimse idi.



65 Bk. Kitabeler II, s. 198 ve Anadolu Beylikleri 2, s. 57.

66 Bu kitabenin tam metni için bk. Uzunçarşılı I. H. Kütahya Şehri, s. 80 vd.

67 Teferruat için bk. Kitabeler II, s. 243 - 245.

276

Seyyah ibn-i Battuta, 733/1333 civarında Eğridir’e uğradığı zaman bu İshak Bey’e misafir olmuş ve yanında Ramazan ayını geçirmişti.68


Lakabı tarih kitaplarında Necmü’d-din ve ilerde zikri geçecek bazı kitabelerde ise Mübarizü’d-din şeklinde geçiyor. Beyliğine, Beyşehir, Seydişehir, Akşehir gibi yerleri ilave ettiği; Antalya mıntıkasına hakimiyetini yaydığı nakledilir. Nitekim kardeşi Mehmed (Doğrusu: Muhammed) Çelebi’nin, Gölhisar beyi olduğu bilinmektedir.


İbn-i Battuta, Eğridir’e geldiğinde Ulu Cami’nin karşısındaki medreseye misafir edilmiş. Buranın müderrisi, âlim, fâzıl, fakîh, hacı, Mekke – Medine’de mücavir olmuş, Mısır’da, Şam’da okumuş, Irak’ta ikamet etmiş, düzgün ve güzel Arapça konuşabilen, hoşsohbet, arif, eşine ender rastlanan bir zat imiş. Lakabı “Muslihu’d-din” olan bu zata. Eğridir Sultanı Ebu (!)69 İshâk Beg b. Dündar Bey, herkesten ziyade iltifat ve ikram eder, meclislerde hemen sağ yanına oturturmuş.

İbn-i Battûta’nın belirttiğine göre bu İshak Bey, her gün ikindi namazında Ulu Cami’ye gelir, namazdan sonra hafızlara Feth, Mülk, Amme sûreleri okutur, dinlermiş.70 Ayrıca cömert, hayırsever bir kimse imiş. İbn-i Battuta’ya bazı bağışlarda bulunmuş.


Uzunçarşılı, bütün eserlerinde İshak Bey’in vefat tarihinin bilinmediğini söylüyor, sadece Seyahatü’l-Kübrâ s. 43’e atıfla, kabrinin Eğridir’de, Baba Sultan Türbesi civarında, mescid ile



68 İbn-i Battûta Seyahatnamesi’nin Arapçası : Rihle c. l, s. 183 vd. Kahire 1358/1938.

69 Bey adındaki bu yanlışlık, her halde İbn-i Battuta’nın kendisinden neş’et etmiş olamaz. Bu hata nüshalarda katiplerce yapılmış veya baskı esnasında ortaya çıkmış görünüyor.

70 İbn-i Battûta o sırada, sultanın bir oğlunun vefat ettiğini yazıyorsa da, ismini, yaşını zikretmiyor.

277

sakahane arasında ve avluya açılan kapının sol tarafındaki çukurluk içinde olduğunu ve bir zamanlar kitabesinin de bulunduğunu yazmakla iktifa ediyor.71


Halbuki İshak Bey’in vefat zamanı ile ilgili bir vesikaya sahip bulunmaktayız. Şöyle ki:

İshak Bey Yazla’da bir hanekah yapılmasını vasiyet etmiş ve bu bina da 736/1335-6’da inşa olunmuştur. Yakın zamanlara kadar ayakta duran bu binanın macerası şöyle anlatılıyor:

”Eğirdir’de Yazla’da, otuz-otuz beş sene evveline kadar dimdik ayakta duran .... hanekah maalesef, bilgisiz, insafsız eller tarafından, yekpare kaya halini almış kubbe ve duvarları dinamitle tahrip edilmek suretiyle yok edilmiştir”72


Kitabeden haberdar olmayan, fakat eserinin (Kitabeler II’nin) yazılış tarihinden evvel (1929) bu yapıyı gördüğü anlaşılan Uzunçarşılı da şöyle der: “Eğirdir’e on beş dakika mesafede Yazla mevkiinde hanikah ismi verilen bir yer vardır. Burada tek kubbeli, muazzam ve ortası havuzlu bir bina görülür .... Bunun karşısında harap olmuş hamam enkazı ve bir de türbe görülür. Hanikahın büyük olan cümle kapısı göçmüştür. Kitabesi olmadığından bu binanın kime ait olduğu bilinemedi.”73


Halbuki bu kitabe Isparta Halk Evi’ne nakledilmiş ve orada hıfzolunmuştur. İki parça taş üzerine yazılı olup, 1. ve 2. satırları 51x53 cm. ebadında ve kemer şeklinde bir taş üzerindedir; diğer satırları (3 satır) 79x63 cm ebadlıdır. Metni ve tercümesi şöyledir:74



71 Bk. Uzunçarşılı I. H. Kitabeler II, s. 245

72 Bk. Yiğitbaşı Süleyman Sükuti, Eğridir-Felekabad Tarihi, s. 44 ve 49-50. 73 Uzunçarşılı, Kitabeler II, s. 233.

74 Kitabenin fotoğrafı ve okunuşu için bk. Erdem, Tahir. “Hamidoğulları Tarihi” Ün Mec. C. V, sayı 49 (Nisan 1938). Kitabe İsparta Halkevi Müze kısmı 38 numarada kayıtlıdır; ebad ve tasviri, eski Konya Müzesi Müdürü M. Zeki Oral tarafından, şimdi İlahiyat Fekültesi Kütüphanesine hediye edilmiş kitapları arasında bulunan Uzunçarşılı’nın Kitabeler II kitabının 233. sayfasına kendi

278

بســـــــــــــم الله الرحمن الرحيم الحمد لله لخالق الانسان الرازق المنَّان وصلى الله على نبيه محمدٍ واۤله وبعد: فقد اوسى بعمارة هذه الخانقاه المبارك الامير المرحوم مبارز الدين اسحاق بيَّض غرَّته فى سنة ستٍّ وثلثين وسبعمائة


Okunuşu:


1. (Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

2. El-hamdü-li’llâhi li-hàliki’l-insan

3. er-râziku’l-mennân, ve salla’llàhu alâ nebiyyihî Muhammedin ve âlihî

4. ve ba’dü: Fekad evsâ bi-imâreti hazihi’l-hanekahi’l-mubârek [eti] 5. el-Emîrü’l-merhùm Mübârizü’d-din İshak beyyaza[llà]hu gurretehû, fi seneti sittin ve selâsîne ve seb’i-mieh.)


Tercümesi:


“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

İnsanı yaratan, rızık verici ve bağışlarda bulunucu olan Allah’a hamd olsun.

Bundan sonra: Bu mübarek hanekahın inşasını, merhum emir Mübârizü’d-dîn İshak vasiyet etmişti; Allah onun alnını ak eylesin...


elyazısı ile eklenmiş bulunan bir nottan nakledildi. Bu nottaki okunuş ile, Eğridir Felekabad Tarihi s. 49-50’deki okunuşlarda bazı eksiklik ve hatalar vardır. Biz bunları fotoğrafa da bakarak düzelterek yazdı: ikinci satırdaki li-haliki ve dördüncü satırdaki el-mübârek kelimelerinin- doğru şekilleri —Arap grameri bakımından— hâlikı ve el-mübâreketi olmalıydı.

279

(İnşâsı) 736 /1335-6] tarihindedir.” Bu kitâbe, İshak Bey’in 736’dan evvel vefat etmiş bulunduğunu isbatlayan bir vesikadır. Ayrıca lakabının burada Necmü’d-dîn değil Mübârizü’d-dîn olduğu da dikkati çekiyor.

Bu, İshak Bey’in bir oğlu ile bir kızı bulunduğunu da, yine bazı mezar taşı kitabeleri isbat etmektedir. Uzunçarşılı bunları da görmemiş ve eserlerine geçirmemiş olduğundan, biz burada metinlerini vermeyi uygun bulduk.75


İshak Bey’in oğlunun mezar taşı:


فاعتبروا يا اولى الالباب. قد ارتحل من دار الفناء الى اللقاء المرحوم المغفور العبد المحتاج الى رحمة الله تعالى زكريا بك ابن

المرحوم مبارز الدين اسحاق بك رحمهما الله فى تاريخ سنة

خمسٍ وخمسين وسبعمائة.


Okunuşu:


(Fa’tebirû ya üli’l-elbâb, kad irtehale min dâri’l-fenâi ile’l-likà el- merhùmu’l-mağfur, el-abdü’l-muhtâcü .... ilâ rahmeti’llâhi taâlâ Zekeriyyâ Beg ibnü’l-merhum Mübârizü’d-dîn İshak Beg rahimehüma’llàhu fi târihi seneti hamsin ve hamsîne ve seb’i-mieh.)


Tercümesi:


“Ey akıl sahipleri, ibret alınız!

Merhum Mübârizü’d-dîn Ishâk Bey’in oğlu, merhum, mağfur, Allah’ın rahmetine muhtaç kul Zekeriyya Bey, bu fanilik yurdundan (Allah’a) kavuşmak üzere 755 senesinde (1354) irtihal etti.



75 Bk. (Köse, Neşet), “Hamidoğulları Sülâlesine Alt Mühim Vesikalar”, Ün Mec. c. 1, sayı:4, s. 55 vd.

280

Allah her ikisine de rahmet etsin...”


İshâk Bey’in kızının mezar taşı:


بسمه الرمن لمغفورة حوا خاتون بنت مبارز الدين

اسحاق رحمهما الله. اللهم ارحمها وتجاوز عنها. فى سنة اربعٍ واربعون وسبعمائة .


Okunuşu:


(Bismihi’r-rahmân. Li-mağfûreti [doğrusu: El-mağfûreti] Havvâ Hàtun binti Mübârizi’d-dîn İshàk —rahi-mehüma’llàh— Allàhümme’rhamhâ ve tecâvez anhâ. Fi seneti erbain ve erbaùne [doğrusu: erba’îne] ve seb’i-mieh.)


Tercümesi:


“Rahman olan (Allah)’ın ismiyle, (bu kabir taşı), Mübârizü’d-dîn İshak’in kızı mağfure Havva Hàtun’undur; Allah her ikisine de rahmet eylesin...

Ey Allahım! Bu hatuna rahm eyle ve günahlarından geç. 744 [1343-4] senesinde.”


Bu iki kitabeden de İshak Bey’in lakabının Mübarizü’d-dîn olduğu teyyüd etmektedir. Fakat, her üç kitabeden de, İshak Bey’den sonra beyliğin başına kimin geçtiğini anlatacak bir ipucu çıkmıyor.


E. ŞİMDİYE KADAR BİLİNMEYEN YENİ BİR HAMİD- OĞLU BEYİ: BEDRÜ’D-DİN HIZR BEG B. İSHAK BEG


Makalemizin başında bahsedip şahsiyetini araştırdığımız Hızr b. Göl Begi veya İhlâs Süresi’ndeki deyişle, Bedrü’d-din Hızr Beg

281

ibn-i İshak Beg, işte bu İshak Beg ibn-i Dündar’ın oğlu olsa gerektir. Buraya kadar teferruatla kaydettiğimiz vesikalar ve bilgiler bizi, bu kanaata sevk etmiştir. Hacı, dindar, àdil, faziletli Hızr Beg Çelebi ile; yine hacı olan, dindar ve faziletli İshak Beg’in evsaf ve şemâili, bu iki şahsı baba-oğul olarak görmeye fevkalâde müsaittir. İbn-i Battûta’nın Eğridir’i ziyaretinde karşılaştığı müderris Muslihu’d-dîn de, herhalde bizim müellifimiz Muslihu’d- dîn Mustafa b. Muhammed olsa gerektir.76 Hızr Beg, babası İshak Beg’in her ikindi vakti hafızlardan zevkle dinlediği Mülk Sûresi’nin mealini merak etmiş ve tefsirini yazıvermesini müderris Muslihu’d-din’den rica etmiş olmalıdır. Bu tanışıklık, samimiyet ve ricalar, diğer eserlerin de te’lifine sebep olmuştur.


İleri sürdüğümüz bu tez, tarih kitaplarındaki şimdiye kadar daima tereddütle karşılanan, yanlış sanılan ve cerhine çalışılan bazı ifadelerle de uyumlu olup, onları doğrulayacak mahiyettedir. Şöyle ki: Dündar Beg’in öldürülmesinden sonra, Hamid-oğlu Beyliğinin başına Hızr Beg’in geçtiği muhtelif yeni ve eski tarih kitaplarında yazılmışsa da, son devir araştırıcıları bunu kabul etmek istememişlerdir (32). Halbuki bizim tezimize göre bu durum kolaylıkla izah edilebilir:

(32) Bakınız not 16, 17.


Moğol valisi Demirtaş, Hamideli Beg’i Dündar’ı takip ederken o esnada muhtemelen Mısır’da bulunan İshak’ın oğlu olan; ve dolayısıyle Dündar Beg’in de torunu bulunan Hızr’a —herhalde genç olduğu için dokunmamış; ama Dündar Beg’i, Antalya’ya kadar takip ederek ele geçirmiş ve öldürmüştür. Bu tarihten itibaren birkaç yıl Eğridir’in idaresi Moğol yüksek hakimiyeti altında ve onların müsaadesiyle genç Hızr Beg’e kalmış olabilir. (Nitekim Antalya şubesinde de Yunus Beg oğlu Mahmud, Demirtaş



76 Eğridir Nis adasında Muslihu’d-din adlı birisine ait eski bir türbe vardır. Bu şahsın müellifimiz olması muhtemeldir. Fakat biz mahallinde yaptığımız incelemede herhangi bir kitabe elde edemedik.

282

tarafından beylikte ibkà edilmişti.)

Fakat İshak Beg, babası Dündar’ın kan davasını Memlûk sarayında hallederek 728 [1328]’lerde Mısır’dan Eğridir’e geri dönünce, tabii olarak oğlu Hızr Beg’in muvakkat birinci emirliği nihayet bulmuştu.


İşte tarih kitaplarında Dündar Beg’den sonra Eğridir’de Hızr Beg adının biraz görünüp birden kayboluvermesi, böylece makul bir olay durumuna gelir. Kitaplarda bu şahsa Hızr ibn-i Dündar denmesi de, o devirlerde görülen bir olaydır. Nitekim Mülk Sûresi Tefsiri’nin bir nüshası mukaddimesinde onun Süleyman ibn-i Osman’a ithaf edildiği kayıtlıdır ki doğrusu “Süleyman ibn-i Orhan ibn-i Osman” olmak gerekirdi.

Hızr Beg, babası İshak Beg’den evvelki ilk emirliğinde Eğridir’deki Ulu camii tesis etmiştir. (Binanın kiliseden camiye çevrildiği de söylenir.77


Hızr Beg, İbn-i Battuta’nın Eğridir’i ziyaretinden sonra (yani 733 den sonra) ve babası İshak Beg in 736 da veya az önce vefatı üzerine, ikinci bir defa bir müddet Eğridir’e hakim olmuş olmalıdır. Beyliğin tarihini yazan eserler İshak Beg’den sonraki durumun mübhem olduğunu belirtirler ve İbn-i Battuta’dan o esnada Göl Hisar hakimi bulunduğunu Öğrendiğimiz Mehmed Beg’in oğlunu Hamideline hakim gösterirler. Bu Mehmed Beg’in oğlu Muzafferü’d-din Mustafa, Burdur’da 745/1344’de Muzafferiye medresesini yaptırmıştı. Kitabede “el-Emirü’l-muazzam” diye vasıflandırılıyor.


Mustafa Beg Burdur dolaylarına hakim iken, bizim Hızr Beg’in de baba mülkü olan Eğridir’de hüküm sürmesi pekâlâ mümkündür. 759/1357 yılında Eğridir’in Yazla mevkiinde yaptırılmış olan Baba Sultan (veya Dede Sultan) türbesi kitabesinden o esnada Eğridir’e,



77 Bk. Yiğitbaşı S. S. Eğridir-Felekabad Tarihi, s. 134. Uzunçarşılı I. H. Anadolu Beylikleri 2, e. 63; Böcüoğlu, Süleyman Sami. Eğridir - İsparta Tarihi s. 213 vd. Halil Hamit Paşa Ktp. lsparta yazmaları arasında.

283

Emîr-i kebir lakabıyla Hüsame’d-din İlyas Beg’in hakim olduğu anlaşılmaktadır. Şubbu’l-A’şa adlı tarih kitabına göre bunun babası, Burdur Muzafferiye medresesi banisi Muzafferü’d-din Mustafa’dır. İlyas Beg’in 767/1365 de Mısır hükümdarıyla yazışması vardır.

Eğridir idaresindeki bu gelişmelerin yanısıra 14. asrın ortalarından sonra bile hâlâ oralarda Hızr Beg adlı birinin bulunduğunu gösteren kayıtlar vardır. Bunlardan birisi Şeyhu’l- İslâm Berda’î Sultan hakkındaki rivayetler arasında bulunuyor.78 Bu rivayetlere göre:


“Hamid-oğlu Hızr Beg 765/1364 tarihi sıralarında Hicaz’a gittiğinde, Şeyhü’l-İslâm Berdaî Hazretleri’ne tesadüf edip onu Eğridir’e davet etmiş; o da istihareden sonra müsbet cevap vermiş ve haccı müteakip ailesi, çocukları ve dervişleri ile Semerkant’dan Eğridir’e müteveccihen hareket etmiş.”79


Bu rivayet, 765 tarihleri sırasında Hamid-oğullarından Hızr Beg adlı birinin varlığını göstermesi bakımından fevkalade önemlidir.

Aynı mahiyette olan ve tezimizi destekleyen diğer bir vesika da, bölge olarak coğrafî yönden Eğridir’e bağlılığı aşikar olan Şuhut kasabasındaki Kubbeli Mescid’in kitabesidir. Aşağıda metnini vereceğimiz bu kitabede Muizzü’d-din İbrahim b. Hızr diye bir Beg adı geçmektedir. Mütehassıslar bu şahsın da Hamid-oğulları ile alâkalı olduğunu kabul ediyorlar.80 Bu takdirde bu kitabe de 14. yüzyıl ortalarında Hamidoğulları Beyliğinde Hızr adlı birinin



78 Bu zat hakkındaki bilgiler Hicri 1005 tarihinde yazılan Menâkıb-ı Kebir; ve 1225 de Hafız Yunus-zade Halil-i lspartavî tarafından yazılan Menâkıb-ı Sultanü’l-Muhakkıkîn adlı eserlerde toplanmıştır. Bir nûshası lsparta Halil Hamid Paşa Kütüphanesi no: 305’de bulunmaktadır.

79 (35) Bk. Eğridir-Falekabad Tarihi, s. 69 vd. Köse Neşet, Eğridirli Şeyh Mehmet Çelebi ve Sülâlesi”, Ün Mecmuası c.1. sayı:5, (1935); Aynı mecmua c. 8 sayı 91-96, s. 1383 vd.

80 Süleyman Hilmi, “Şuhut’ta Hamidoğulları’na ait mühim bir kitabe”, Ün Mecmuası c. 1, sayı 8. (1935), s. 128 vd.

284

varlığını göstermiş olur.

Kitabenin bizim de mahallinde dikkatle incelediğimiz metni şöyledir:


امر بناء هذا المسجد المبارك الامير الكبير العادل الكامل معز الدنيا والدين، اۤمر الخيرات والحسنات ابرا- هيم ابن المرحوم المغفور خضر بك خلَّد الله ملكه وابد دولته

طلبًا لمرضاته، كما قال عليه السلام: من بنى لله مسجدًا يبتغى

به وجه الله، بنى الله له مثله فى الجنة. فى تاريخ ستةٍ وسبعين

وسبعمائة.


Okunuşu:


1 Emere bi-binâ-i hâze’l-mescidi’l-mübârek el-emirü’l-kebirü’l- àdilü

2 el-kâmilü Muizzü’d-dünyâ ve’d-din âmirü’l-hayrâtı ve’l- hasenât İbrâ- 3. hîm ibnü’l-merhùm el-mağfûr Hızr Beg, halleda’llàhu mülkehû ve ebbede devletehû...

4. Taleben li-marzàtihî, kema kàle aleyhi’s-selâmu: Men bena’ li’llâhi mesciden yebteği bihi

5. veche’llàhi bena’llàhu lehî misleh fi’l-cenneti. Fi tarihi sittetin ve seb’îne ve seb’i-mieh.


Tercümesi:


“Bu mübarek mescidin inşâsını, merhum ve mağfur Hızır Beg’in oğlu, hayır ve hasenatı emredici àdil ve kâmil büyük emîr Muizzu’d- din İbrâhim, Allah’ın rızasını dileyerek emreyledi. Allah hükümdarlığını sonsuz ve mutluluğunu ebedî kılsın.,, Nitekim Hz. Peygamber AS buyurmuştur ki:

285

“Kim Allah’ın rızasını kazanmayı düşünerek bir mescid inşa ederse, Allah da ona bu hayrının benzerini cennette bina eyler.”

İnşâ 776 tarihinde olmuştur.”81


Bu iki vesikadan anlaşıldığına göre Hamidoğlu Hızr Beg, Eğridir şehri amcazadelerinin hakimiyetine girdikten sonra bile hayattadır. 765’lerde hacca gitmiş fakat, Şuhut kitabesinden anlaşıldığına göre, 776’lardan önce vefat etmiştir. Amcazadesi İlyas Beg Eğridir’e hakim olduğu zaman, onun maiyetine girmiş olması veya ona tâbi olarak Eğridir’den daha kuzeydeki şehirlerde hüküm sürmüş bulunması düşünülebilir.82 Bizim, makale içindeki izahlarımız muvacehesinde Hamîd- oğulları Beyliği hükümdar sülâlesi şeceresinin bu şekilde tashihi ve düzenlenmesi gerekir.83 (Sadece Eğridir Şubesi)



(Vakıflar Dergisi, Ankara 1981, sayı 13, s. 101-112)





81 Tarih kelimelerinden “sitte: altı”nın “sene”, şeklinde okunma ihtimali de vardır. Bu takdirde kitabenin tarihi 770/1368 olur.

82 Tahir Erdem, Eğridir Ağa Mahallesi’ndeki Ağa Camii kitabesine dayanarak Hızr b. Gölbeği’nin hicri 815/1412 tarihinde sağ Göstermek istiyor. (Bk. Ün Mecmuası c. 4, sayı 37, s. 518 vd.) Fakat bu kitabenin okunuşu sağlam değildir, tarihi 825 de okunabilir; şahısların unvanları farklıdır; ve burada Göl Beği baba değil dede olarak, iki ibn’den sonra gelmektedir.

Ağa Camiinin bânisi ve Şeyhü’l-İslâm Berdâî Sultan Vakıflarının vâkıfı belki de aynı şahsiyet olup; bizim “Hızr b. İshak Bey’in soyundan; hattâ torunu olabilir; ama bizzat kendisi olamaz: çünkü zaman bakımından araları çok uzaktır. Bu mesele için krş. “Hızır Bey Vakfiyesi” Ün Mec. C. IX. sayı 99-102 (Haziran-Eylül 1942), s. 1405 vd. ve bizim doktora tezimiz.

83 Çeşitli hatalı şecereler için bk. makalemiz içinde zikredilen eserler ve Yiğitbaşı S. S., Eğridir-Felekabad Tarihi, s. 53; Uzunçarşılı, I. H. Anadolu Beylikleri 2, s. 68.

286
15. İSLÂMÎ TÜRK EDEBİYATI’NDA ÜKKÂŞE HİKAYESİ