• /
  • Kütüphane
  • /
  • Muhtelif Yazılar
  • /
  • 16. MEHMED ZÂHİD KOTKU (RH.A) HAZRETLERİ’NİN KISA TERCEME-İ HÂLİ
15. İSLÂMÎ TÜRK EDEBİYATI’NDA ÜKKÂŞE HİKAYESİ

16. MEHMED ZÂHİD KOTKU (RH.A) HAZRETLERİ’NİN KISA TERCEME-İ HÂLİ



Prof. Dr. M. Es’ad COŞAN


Müellif Rahmetullàhi Aleyh’in adı Mehmed Zâhid, soyadı Kotku idi. Kendisinin naklettiğine göre babası ona: “Oğlum Mehemmed!” diye hitab edermiş. Soyadının “mütevâzi” mânâsına geldiği nüfus cüzdanının başına not edilmiş idi.

Tevellüdü 1315 hicrî kamerî (rûmî 1313, milâdî 1897) yılında Bursa şehrinde, kale içinde Türkmenzâde Çıkmazı’ndaki baba evinde vâki olmuştur.


a. Ailesi


Baba ve annesi Kafkasya’dan 1297’de göç eden müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir. [Bugünkü Azerbaycan’ın Şeki şehri.]

Babası İbrahim Efendi Bursa’ya 16 yaşlarında [1869] iken gelmiş, Hamza Bey Medresesi’nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hazret-i Peygamber SAS sülâlesinden bir seyyid’dir. 1929’larda 76 yaşlarında iken Bursa ovasındaki İzvat Köyü’nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuş, ehl-i tarîk bir kimsedir.

Annesi Sabire Hanım, Mehmed Zâhid Efendi 3 yaşlarında iken vefat etmiş, Pınarbaşı Kabristanı’na gömülmüştür.

Bu anne ve babadan doğma ağabeyi Ahmed Şâkir (1308-1335) subaylık yapmış, Kudüs’te Çanakkale’de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat edip Söğütlüçeşme’ye defnolunmuştur. Aynı anneden bir küçük kardeşi daha olmuşsa da çok yaşamamış. birkaç aylık iken vefat etmiştir.

Babasının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma Hanım’la olmuştur. Ondan doğma üç kız kardeş halen hayattadırlar. [1981] Bunlardan Pakize Hanım’ın efendisi de,

310

Bursa Ulu Cami imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmet Efendi (K.S)’dir.


b. Tahsili, Askerliği


Mehmed Zâhid Efendi (Rh.A) ilk mektebi Oruç Bey İbtidâîsi’nde okudu, Maksem’deki idâdîye devam etti. Sonra Bursa Sanat Mektebi’ne girdi. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 18 yaşlarında askere celb olundu. 14 Nisan 1332’de asker oldu, senelerce askerlik yaptı, çok tehlikeli günler geçirdi, hastalıklar atlattı. Ordunun Suriye’den çekilmesinden sonra, bin bir güçlükle İstanbul’a döndü.

10 Temmuz 1335’de Cuma gününden itibaren de 25 K. 30 şubede yazıcı olarak vazifeye devam etti. Kendi hatıra defteri kayıtlarından 1338 Martlarında henüz bu vazifede olduğu görülüyor.


c. Tasavvufî Yetişmesi ve Dînî Hizmetleri


İstanbul’da bulunduğu esnada çeşitli dînî toplantılara, derslere,

311

camilerdeki vaazlara devam etti. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi’yi çok sevdiği anlaşılıyor. Bu arada 16 Temmuz 1336 Cuma günü namazı Ayasofya Camii’nde edadan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi’ye intisâb eyledi. Günden güne ahvâlini terakkî ettirdi.

Bu zât-ı şerifin, 18 Kasım 1337 Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzî Efendi’nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etmiş, müteaddit defalar halvete girmiş, 27 yaşlarında hilâfetnâmeyi aldıktan sonra, ondan Râmûzü’l- Ehàdîs, Hizb-i A’zam ve Delâilül-Hayrât icâzetnâmelerini de almış, Bayezit, Fatih ve Ayasofya Camii ve medreselerinde derslere devam etmiş, bu esnada hafızlığını da tamamlamıştır. Bu aralarda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde dînî hizmet îfâ etmiştir.

Tekkelerin kapatılmasından sonra Bursa’ya dönmüş, evlenmiş, 1929’da vefat eden babası yerine Bursa ovasındaki İzvat Köyü’nde 15-16 sene kadar imamlık ettikten sonra Üftade Cami-i Şerifi’nin imam-hatipliğine tayin edilerek, şehirde hisar içindeki baba evine yerleşti. Burada 1945-46’dan 1952’ye kadar hizmet eyledi.

312

1952 Aralığında Gümüşhaneli Dergâhı postnişini ve eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdül’aziz Bekkine’nin vefatı üzerine, İstanbul’a naklolarak Fatih’te bulvara nazır Ümmügülsüm Mescidi’nde vazife gördü.

1 Ekim 1958 tarihinde Fatih İskenderpaşa Cami-i Şerifi’ne nakloldu ve vefatına kadar bu vazifede kaldı.


d. Vefâtı


Mehmed Zâhid Efendi Rahmetullahi Aleyh, ömrünün son yıllarında rahatsız idi; ayakta gezmesine rağmen; şiddetli ağrılarından muzdaripti. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittiği Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubatı’nda dönmek zorunda kalmıştı. 7 Mart 1980’de ameliyata girdi ve midesinin üçte ikisi alındı.

Ameliyattan sonra tedricen düzeldi, hatta 1980 Ramazanı’nda hiç aksatmadan oruç tuttu. Hatimle teravih kıldı, vaaz etti. Yazın Balıkesir Ilıca’ya, Çanakkale Ayvacık sahiline ağrıyan ayakları için götürüldü, hac mevsimi gelince de Hicaz’a gitti. Fakat ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüks etmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980’de çok ağır hasta olarak İstanbul’a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980’de (5 Muharrem 1401), Perşembe günü öğleye yakın, dualar, Yâsin’ler, tesbih ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eyledi.

Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü İstanbul Süleymaniye Camii’nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemm-i gafir tarafından kılınarak, mübarek vücudu, Kanûnî Süleyman Türbesi arkasında, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgâhına defnolundu.

Bu esnada Süleymaniye, Şehzâdebaşı, Fatih ve çevrelerinde trafik durmuş, Süleymaniye’nin içi ve avlusu kâmilen dolduğu gibi, cemaat sokaklara taşarak Esnaf Hastahanesi’nin yanına kadar uzanmıştı. Vefatını duyanlar içinde Anadolu’nun en uzak şehirlerinden olduğu kadar Avrupa’dan gelenler de vardı. Uzakta bulunan muhiblerinden çoğu da vaktinde haber alamama yüzünden cenazesine yetişememişlerdi.

Vefatı İslâm Alemi’nde de büyük üzüntüye yol açmış, Suudi

313

Arabistan’da, Kâbe’de, Kuveyt’te ve daha başka şehirlerde gıyabında cenaze namazı kılınıp, dualar edilmiş, ajanslar bu elim vefat haberini yayınlamışlardı.

Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında tevâfukan çok mânidar ibareler yer alıyordu. Meselâ bunların birindeki şu parça ne kadar şâyân-ı taaccübdür:


Arkamdan Ağlama


Öldüğüm gün tabutum yürüyünce

Bende bu dünya derdi var sanma!

Bana ağlama, “Yazık, yazık!” “Vah, vah!” deme!

Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.

Yazık yazık asıl o zaman denir.

Cenâzemi gördüğün zaman “El-firak, el-firak!” deme!

Benim buluşmam asıl o zamandır.

Beni mezara koyunca elvedâ demeğe kalkışma!

Mezar cennet topluluğunun perdesidir.

Mezar hapis görünür amma,

Aslında canın hapisten kurtuluşudur. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret!

Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki?

Sana batma görünür amma

Aslında o doğmadır, parlamadır.

Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi?

Neden insan tohumu için

Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?

Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi?

Can Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın?

Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!

Çünkü artık hay-huyun, Mekânsızlık aleminin boşluğundadır.


e.Ahlâk ve Şemâili

314

Merhum uzunca boylu, şişmanca, heybetli, beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca aksakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse idi. Gençken zayıf olduğunu, öksüzlükte yemek yerine yumurta içivererek böyle iri vücutlu olduğunu gülerek anlatırdı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hali vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güleryüz gösterir, gönül alırdı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin mânâlı gözleri vardı. Gözü içinde kırmızılık, sırtında ve karnında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu.

Hafızası çok kuvvetli idi, konuşması tatlı ve sâfiyâne idi. Çok kere halk telâffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır; kesinlikle bildiği bir şeyi bile sanki ilk duyuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, mânâlı ve nükteli cevap verirdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında sesini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticâlen konuşurdu.


Özel hayatında ev halkına karşı müşfik ve latîfeci davranır, kimseye doğrudan doğruya bir şey emretmez, telmih ve remiz ile söyler, anlaşılmazsa sabrederdi.

Fevkalâde mütevâzi idi. Kerametleri zâhir ve şöhreti àlemgir olduğu halde, talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmaz, kendisini ihvânı arasında lâlettayin bir fert gibi görür, makamını ve kemâlini büyük bir maharetle gizlerdi.

Kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idi. Tekke arkadaşları olan yaşlılar, üstadının meclisine gittiğinde diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduğunu anlatırlar.

315

Çok uzun ve derin düşünürdü, sohbetlerindeki buluşlara, teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Bir ayetin, bir hadisin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştuğu olurdu.

Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırdı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı.

Dostlarına vefâsı emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar sorardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara her türlü yardımı esirgemezdi.

Çok açık elli idi, verdiği zaman şaşılacak miktarda verir, geriye kalmamasından korkmaz, verdiğini doyururdu. Sofrasında ekseriya misafir bulunurdu. Hizmet edenleri bir vesile ile memnun eder, ziyaretçilere güleryüz gösterir, kapısını her zaman açık tutmağa çalışırdı.


Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet eder, talebelerini de bunlara teşvik eylerdi. İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket gittiği yere yağar; bolluk onunla beraber gezer, en hücrâ,

316

en kıtlık yerde o gelince nimet dolardı. Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî ve mânevî hallere ve ikramlara şaşar, hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı.

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri derecâtını ulyâ eyleyip, biz âciz ü nâcizleri de füyûzat ve şefaatından feyzyâb u nasibdâr buyursun...

Âmîn, bi-hürmeti seyyidi’l-mürselîn SAS, ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahüm bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn, ve’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn…


f. Mehmed Zâhid Kotku Rh.A’in Eserleri


01. Tasavvufî Ahlâk (5 cilt)

02. Mü’minlere Vaazlar (2 cilt)

03. Hadislerle Nasîhatlar (2 cilt)

04. Cennet Yolları

05. Ehl-i Sünnet Akàidi

06. Ana Baba Hakları

07. Nefsin Terbiyesi

08. Faydalı Dualar ve Otuz iki Farz

09. Tezkiretü’l-Evliyâ Tercümesi

10. Risâle-i Hàlidiyye Tercümesi

11. Evrâd-ı Şerif


Konuşmalarından Hazırlanan Eserler:


01. Zikrullahın Faydaları

02. Özel Sohbetler

03. Peygamber SAS Efendimiz

04. Tenbihler

317
01. TEZKİRETÜ’L-EVLİYÂ: TAKDİM
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2