• /
  • Kütüphane
  • /
  • Muhtelif Yazılar
  • /
  • 15. İSLÂMÎ TÜRK EDEBİYATI’NDA ÜKKÂŞE HİKAYESİ
14. MUSLİHU’D-DİN HAMİDOĞULLARI VE HIZIR BEY

15. İSLÂMÎ TÜRK EDEBİYATI’NDA ÜKKÂŞE HİKAYESİ



Doç. Dr. M. Esad COŞAN


Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış manzum veya mensur dinî hikâye ve destanların kültür tarihimizde mühim bir mevkii vardır. Halkımızın bugünkü inanç, zihniyet, davranış ve zevklerinin oluşmasında, onların rolü ve payı büyük olmuştur. Onlara vâkıf olmadan, köylü, kentli, halkımızın iç dünyasını iyice ve doğru olarak tanımak ve açıklamak mümkün değildir. Ayrıca, bu sâfî ve samîmî mahsuller, çoğunlukla sevimli ve tatlı olup asırlardır halkımızca okuna gelmiştir; içlerinde hâlâ zevkle okunabilecek evsafta olanları bulunmaktadır.

Konuları İslâmî —dolayısıyla da Arap ve İran gibi, diğer İslâm milletleriyle müşterek— olan bu hikâyeleri ecdadımız, tercüme, nakil, tebdil ve ilâve sûretiyle millî edebiyatımıza mâl etmiş; halkın tarihi, dinî, edebî bilgi ihtiyacını karşılamak ve bediî, hamasî, dinî duygularını ve merakını tatmin etmek yolunda ve müslümanlığı yayma veya kökleştirme vasıtası olarak kullanmıştır.

Bahis konusu hikâye ve destanlar çok kere, —diğer öğretici mâhiyetteki dinî eserler gibi— akşam toplantılarında, uzun kış gecelerinde meclis meclis okuna gelmiş olmalıdır. Hattâ manzum olanların makam ve nağme ile söylenmesi de kuvvetle muhtemeldir. Nitekim bazılarının Mevlid kitaplarına ilâve, edilmeleri bunu gösterir.

Kesik Baş Destanı, Ejderhâ Destanı, Güvercin Hikâyesi, Geyik Hikâyesi, Hatun Destanı, Fâtıma Destanı... gibi.84 Bu tarz dinî edebiyat mahsullerinden biri de Ükkâşe hikâyesidir.


Ükkâşe hikayesi, bu yazımızda göstereceğimiz gibi, edebiyat



84 Bunlar ve benzeri eserler için bk. meselâ: Kocatürk, Vasfı Mahir, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 143-166, 192 vs.

287

tarihimizde, değişik şahıslar tarafından, farklı zamanlarda tekrar tekrar kaleme alınmış bulunuyor. Demek ki şairlerce beğenilmiş, halktan da rağbet görmüştür. Önceleri kısas-ı enbiyâ, siyer, hadîs kitapları içinde iken, daha sonraları çeşitli mevlid kitaplarının yazma ve basma nüshalarına eklenerek günümüze kadar gelmiştir.


a. Hikâyenin Konusu


Ükkâşe85 Hikâyesi’nin konusu kısaca şöyledir:

Hazret-i Muhammed AS hayatının son günlerinde, hasta haliyle odasından Mescid-i Nebevî’ye çıkar. Artık dünyadan ayrılma zamanının yaklaştığını îmâ ile; kimin kendisi üzerinde bir hakkı var ise gelip hemen istemesini, hesabı ahirete bırakmamasını tekrar tekrar söyler. Bunun üzerine yaşlı Ükkâşe RA kalkarak, bir savaş dönüşünde Hazret-i Peygamber’in, bineğine salladığı (kamçı veya) sopanın kazara kendisine çarptığını bildirir. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber aynı şekilde, kısas yoluyla Ükkâşe tarafından kendisine vurulmasını emreder. Sahabenin ileri gelenleri, Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin RA kâh yalvararak, kâh tehdit yollu, bu işi yapmamasını Ükkâşe’ye söylerler. Fakat, hem Hazret-i Peygamber, araya girenlere mânî olur; hem de o kısastan vazgeçmez.

Mescidin içi hüzün ve heyecan dolmuştur: Ükkâşe, nasıl olup da Allah’ın sevgili kulu ve Rasûlüne vuracaktır?

Hal böyle iken Ükkâşe ikinci bir talep daha ortaya atar ve:

“—Ey Allah’ın elçisi! Sizin bana vurduğunuzda benim sırtını açık ve çıplaktı, binaen aleyh sizin de sırtınızı açmanız gerekir.”



85 Arapçada (ükkâş, ükkâşe, ükâş ve ükaşe şeklinde, şeddeli ve şeddesiz, yuvarlak t’li ve t’siz olarak geçen kelime aslen, “hamle eden, sarmaşan, bağlayan...” demektir; buradan alınarak sarmaşık, dişi örümcek, örümceğin ağı... mânâlarına kullanılmıştır, (bk. Mütercim Âsım Ef. el-Ukyanus fi Tercemeti’l- Kàmus, 3 ciltlik 1250 İstanbul baskısı, II/339).

Kelime Arapçada erkek adı olarak da geçer. Türkçemizde ötresi, Farsça tesiriyle (ö) gibi okunarak ve müenneslik alâmeti olan t’si atılarak; “Ökkeş” şeklinde ve bilhassa Güneydoğu Anadolu ahalisi tarafından da aynı şekilde erkek adı olarak kullanılmaktadır.

288

der.

Kalabalığın heyecan ve kızgınlığı bir kat daha artar, mescidin içi feryat ve hıçkırıklarla dolar. Hazret-i Peygamber sırtından örtüsünü sıyırır. Ükkâşe elinde kamçı beklemektedir; fakat vurmaz Hazret-i Peygamber’in sırtına sarılır; yüzünü, gözünü onun, “Mühr- i Nübüvvet”86 (3) denilen, keklik yumurtası kadar olan kabartılı benine sürer. Bütün yaptıklarını, bu mübarek işareti görmek için yaptığını söyler. Bunun üzerine kendisinin cennette Rasûlüllah ile komşu olacağı müjdelenir; o da bahtiyar ve memnun yerine döner...


Görüldüğü gibi hu hikâyede heyecan unsuru boldur; sonuç,

okuyucunun karşısına ansızın ve umulmayacak bir tecellî ile çıkmaktadır; vak’alar dokunaklı tasvirlere elverişlidir. Ana fikir olarak, Allah’ın şerefli ve sevgili kulu olmasına rağmen Hz. Peygamber’in, kul hakkını ödemeğe ne denli önem verdiğini ortaya koymakta; ayrıca bütün Ashab’ın Hazret-i Peygamber’i ne kadar içten sevdiğini sergilemektedir. Bütün bunlar hikâyenin sevilmesini izah edici unsurlar olsa gerek.


b. Hikâyenin Kaynağı ve Sıhhati


Ükkâşe hikâyesinin edebiyatımızdaki bazı rivayetlerinde, onun, İbn-i Abbâs RA’dan nakledildiği tasrih edilmiştir. Hikâyenin kendisinden de Ükkâşe’nin, ashab-ı kirâmdan ma’ruf ve muteber bir kimse olduğu aşikâr olmaktadır. Biz bu noktalardan hareketle Ükkâşe adını taşıyan sahabîleri ve çeşitli dinî eserlerdeki “vefât-ı Nebi AS” ve “Mühr-i Nübüvvet” bahislerini dikkatle araştırdık ve güvenilir kaynaklarda87, bu hikâyenin anlattığı hadiseyi bulamadık. Nihayet İbn el-Cevzî (h. 510-597/m.1116-1200)’nin Mevzùat’ında, Türk edebiyatındaki şekline oldukça yakın bir



86 Mühr-i Nübüvvet denilen bu et beni hakkında pek çok rivayet mevcuttur. Bk. msl. Ebû İsâ Muhammed el-Tirmizî, Şemâil. 2. babı.

87 Baktığımız kaynakların bazıları: İbn-i Sa’d’ın Tabakàt’ı Hidâyetü’l-Evliyâ,

Sahîh el-Buhâri, çeşitli şemail kitapları, el-Bidâyetü ve’n-Nihâye, el-İsâbe, Üsdül- Gàbe, Târih et-Taberi vs.

289

rivayeti elde ettik.88


İbn el-Cevzî bu hikâyeyi tafsilatlı olarak ve Muhammed ibn-i Abdi’l-Bâkî ibn-i Ahmed - Ahmed ibn-i Muhammed el-Haddâd - Ebû Naîm Ahmed ibn-i Abdi’llâh el-Hâfız - Süleyman ibn-i Ahmed - Muhammed ibn-i Ahmed ibn-i el-Berâ - Abdü’l-Mün’im ibn-i İdrîs ibn-i Sinan - Onun babası (yani İdrîs) - Vehb ibn-i Münebbih rivayet zinciri ile Câbir ibn-i Abdi’llah RA’dan ve İbn-i Abbas RA’dan naklederek kaydediyor ve rivayetin sıhhati hakkında şu hükmü veriyor:

“Bu, vukuu imkânsız, uydurma bir hadistir. Allah onu uyduranın cezasını versin… Böyle soğuk bir halt ile, Rasûlüllah SAS ve sahabe RA’a yakışmayan sözler isnad ederek, şerîat-ı İslâm’ı kötüleyen o kimseyi hayırdan mahrum eylesin...”

Bu rivayeti uydurmakla itham olunan kişi, rivayet zincirindeki Abdü’l-Mün’im ibn-i İdrîs’tir ki, Ahmed ibn-i Hanbel Rh.A: “Bu kişi Vehb’den yalan haber uydururdu.” der. Ya’kub: “Yalancı, habis bir kimsedir”; İbn el-Medînî ve Ebû Dâvûd: “Sikà (güvenilir) değildir”; İbn-i Hibbân: “Onunla ihticac (vesika ve delil getirmek) uygun değildir”; ed-Dârakutnî: “Hem o, hem babası alimler tarafından terk olunmuş kimselerdir.” dediler. (Buhârî’nin de bu kanaatlerde olduğu eş-Şifâ şerhinde belirtilmiştir.)


İbn el-Cevzî’nin bu hükmüne rağmen, Hazret-i Peygamber AS hakkında, mevsuk rivayetlere dayanılarak yazıldığı için çok beğenilen ve ciddî bir kaynak olan Kitâb eş-Şifâ’da, Kadı İyâz, bu rivayetin birkaç cümlesini, Rasûlüllah’ın ince adalet vasfını isbat sadedinde, delil olarak zikretmiştir. Şöyle ki:

Ükkâşe, Hazret-i Peygamber SAS’e şöyle dedi:

“—Beni çomakla vurmuştun; bilmem ki bu vuruş kasden mi idi, yoksa deveye mi vurmak istemiştin?”

Bu söz üzerine, Hazret-i Peygamber SAS ona şöyle cevap verdi:



88 Bk. îbn el-Cevzî, Küâbıı’l-Mevzûât 1/295-301. Burada kamçı yerine, uzun ince çomak (kazib) kelimesi geçiyor ve Mühr-i Nübüvvet’ten bahsedilmiyor. Rasûlüllah’ın sırtını değil, karnını açtığı söyleniyor vs.

290

“—Rasûlüllah’ın sana kasden vurduğu zannına sapmak suretiyle, büyük bir belâya düşmenden seni Allah’a sığındırırım.”

Demek oluyor ki, çok ciddî ve müdekik bir âlim olan Kadı İyâz, Ükkâşe RA’a bir çomakla vurulma hadisesini, dolayısıyla bizim üzerinde durduğumuz hikâyenin bazı kısımlarının doğruluğunu ve vukuunu kabul ediyor.89


Biz İbn el-Cevzî’nin kaydettiği uzun rivayeti dikkatle inceledik. Bu parçanın sonu ve Hazret-i Peygamber’in vefatı ile ilgili kısmı, üslûp bakımından, başı, yani Ükkâşe hikâyesi kısmından çok farklı ve iğreti görünüştedir. Yani zannımızca, haberin bazı kısımları muhtemelen doğrudur. Uydurmacı şahıs, sahîh bazı rivayetleri esas alıp, onu kendi yalan ve ilâveleriyle genişletmiş olabilir. İbn el-Cevzi’nin, rivayeti tenkit ederken kullandığı, (et-talit el-bârid) “bu soğuk halt” ifadesi de böyle bir karıştırmayı îma ediyor gibidir.

Bu müşahedelere dayanarak, biz rivayetin külliyen yalan ve uydurma olmadığı, bazı kısımlarının bir esasa ve gerçeğe dayandığı ihtimalini varid görmekteyiz.


c. Ükkâşe’nin Kimliği


Bahis mevzuu hikâyenin kahramanı Ükkâşe’nin kim olduğu, babasının adı, kabilesi... rivayetin kendi içinde açıkça belirtilmiş değildir. Sadece yaşlı bir kimse (şeyhün kebîr) olduğu tasrih edilmiştir.

Eş-Şifâ’ adlı kitabı şerh eden Ali el-Karî, onun adını Ükkâşe ibn- i el-Mıhsan el-Esedî olarak veriyor.90


Bu Ükkâşe ibn-i el-Mihsan, çok ma’ruf ve önde gelen bir sahâbîdir. Benî Esed kabilesinden ve Medine’ye ilk hicret



89 el-Kâdı İyâz, Kitâbu’ş-Şifâ’ bi-Ta’rifi Hukùki’l-Mustafâ 3. kısım, 2. bab, 8. fasl sonu; izahı için bk. Alî el-Kâri, Şerh eş-Şifâ’ II/364-365, İstanbul, Matbaa-i Amire, 1308.

90 Şerh eş-.Şifâ’ II/363.

291

etmişlerden (el-muhâcirün es-sâbikün) idi. Baştan beri bütün cihadlara (Bedir, Uhud, Hendek vs.) katılmış, seriyyelere kumandan olarak tayin edilmiş, Rasûlüllah’ın sevgisine ve müjdesine mazhar olmuş; cennete hesaba çekilmeden (bi-gayri hisâb) girecek 70.000 kişiden birisi olduğu, kendisine Hazret-i Peygamber tarafından söylenmiş bir kimseydi. Yüzü çok güzeldi. Hazret-i Peygamber’in vefatında 44 yaşlarında olduğu, kaynaklarda belirtiliyor. Ebû Bekir RA hilafeti zamanında Ridde olaylarında Tuleyha ibn-i Huveylid el-Esedî adlı yalancı tarafından şehid edilmiştir.

Ebü Hüreyre ve İbn-i Abbâs, ondan hadis rivayet etmişlerdir ki, bunları üç büyük hadisçi, koleksiyonlarında kaydetmiştir.91 İsmi şeddesiz olarak Ükâşe şeklinde de kullanılır.


Ali el-Kâri’nin belirttiği bu Ükkaşe b. el-Mihsan’ın bizim hikâyemizin kahramanı olması, hikâyenin anlatım tarzı ve kahramanın tavrı bakımından biraz şüpheli gibidir. Bir kere, ondan meşhur bir kimse olarak değil de “kendisine Ükkâşe denilen bir adam” tarzında bahsediliyor. Ayrıca kaynaklar tarafından Hazret-i Peygamber AS’ın vefatında 44 yaşında olduğunun belirtilmesi de “yaşlı, ihtiyar bir adam” tarifine aykırı düşüyor. Acaba bu Ükkâşe, meşhur Ükkâşe ibn-i el-Mihsan’dan daha başka biri olamaz mı?.. Bu nokta düşünülmeğe değer.

Nitekim biz Farsça yazma bir Kısas-ı Enbiyâ kitabında92 kahramanın adının Ükkâşe ibn-i el-Haris olarak kaydedildiğini bulduk. Yalnız, bu değişik kaydın kaynağı maalesef belli değil. Üstelik, bu Kısas-ı Enbiyâ kitabının diğer yazma nüshalarında bu kayda yer verilmemiş. Ayrıca Ashab-ı Kirâm’ı anlatan biyografi



91 Ükkâşe b. el-Mihsan için bk. Üsdü’l-Gàbe IV/2-3; İbn Sa’d, Kitâb et-Tabakât el-Kebîr, Leiden baskısı II (l. kısım) s.5 (9. satır), 58 (13), 61 (12), 118 (21); III (1. Kısım) 62 (24), (2. Kısım) 36, 37 (2,5); IV (l. Kısım) 77 (17) ve Hayre’d-dîn ez-Zirikli, el-A’lâm V/43; el-İsâbe t.5634 ve Ş. Sami, Kamusu’l-a’lâm V/3166 vs. Bu sahabî bilhassa (Sebekake ükkâşetü...) hadisi dolayısıyle meşhur olmuştur. Bu hadîs için bk. er-Ravzu’l-Unf II /73, Mısır 1332; Keşfu’l-Hafâ, I/448 Mısır 1351.

92 İst. Süleymaniye Ktp. Lala İsmail kısmı No. 364, vr. 266a. Eserin istinsah tarihi yoktur

292

kaynaklarında bu isimde bir sahabî de göremedik. Böylece, konunun bu yönü karanlıkta kaldı.

.

d. Türk Edebiyâtında Ükkâşe Hikâyesi


Ükkâşe Hikâyesi, incelemelerimize göre, edebiyatımızda defalarca ele alınmış, muhtelif şairlerce nazma çekilmiş bulunuyor. Bunlardan tesbit edebildiklerimizi, tarih sırasıyla aşağıda tanıtmağa çalışacağız.


1. En Eski Kayıtlar:


Kütüphanelerde yazma eserler üzerinde çalışırken Ükkâşe Hikâyesi ile ilgili bazı mühim ibarelere tesadüf ettik. Edebiyat tarihimizin, eserleri nadir olan devirlerine ait olduğu için, kıymetli bir vesika sayılması gereken bu ibareler, Farsça bir Kısâs-ı Enbiyâ

nüshasında93 şöylece geçiyor: (vr. 169b)


در ين جا حكايت عكاشة و تازيان مهر محمد رسول ا

و بوسدنِ مهر و حرام شدنِ اۤتشِ دوزخ و ان مجمع اۤورده اند تا خواننده نگويذ كه نويسنده مقصر بوذه است. كتاب

اين قصص بسا وفات كه گفته از تازى و پارسى وتركى از

نظم و نـثر مطالـعـه كرده است إلا اۤنچ مخِ سخن است انجا نوست: .... و فاطمه گريبان بدريد. اينجا ﴿...﴾ فقيه بتركى خوش ميگويد:



93 Kısas-ı Enbiyâ, Farsça, muhtemelen İshak b. ibrahim b. Ebî Mansûr b. Halef el-Müzekkir en-Nisaburûnî’nin telif eseri, İst. Süleymaniye Ktp. Fatih 4449 ve Lala İsmail 364 ve Türkçe tercümesi: Hacı Mahmud 4329 vs.

293

كوُكا دوشدى تَهْنِيَت يركا كلدى تَغْزِيَت

بوندًا اُولوُ مُصِيبَت

اۤيروق قچن بُلــْغَيَا


Tercümesi:


Bu mahalde, Ükkâşe Hikayesi, kamçı, Ükkâşe’nin mühr-i nübüvveti görüp öpmesi, cehennem ateşinin ona haram olması ve o toplantı... [anlatılmak gerekirdi], ta ki okuyucu, “müellif burada kusur etmiş, kısa kesmiş demesin”. Bu Kısas-ı Enbiyâ kitabının kâtibi (yani müellif kendi), Arapça, Farsça ve Türkçe, manzum ve mensur, pek çok vefat-ı Nebî kitabını okumuş incelemiştir. Sözün özü ne ise buraya yazdı.

.... ve Fatıma RA (babası Hz. Muhammed’in vefatına üzüntüsünden) yaka yırttı....

Bu makamda [.....] Fakîh Türkçe ne güzel söyler:94


Gök [k]e düşdi tehniyet

Yirge keldi ta’ziyet Bundan ulu musibet

Ayruk kaçan bolgaya.


Bu çok mühim satırlar h. 693 / 1294 m. yılı Tevbe Ayı’nın (Cumâdâ’l-ûlâ) 16’sında cuma günü yazılışı (istinsahı) tamamlanan Fatih 4449 nüshasında bulunuyor. (Eserin diğer nüshası tarihsiz olup bu satırlar onda mevcut değildir). Bu kayıtlardan,



94 Bu güzel ve önemli manzumenin şairinin ismi, maalesef yazmada kazınmış ve silinmiştir. Eğer isim mevcut olsa idi, Türk edebiyatı için mühim bir şahsiyeti teşhis etmiş ve tanımış olacaktık.

294

edebiyatımızda bu erken tarihlerde, Hazret-i Peygamber’in vefatı ile ilgili (ve dolayısıyle o günlere ait bir olay Ükkâşe hikâyesinden de —büyük bir ihtimalle— bahseden) bazı eserlerin mevcut olduğu ortaya çıkıyor. Burada bir dörtlüğü verilen o eserin, 13. Asr’a ve belki de daha öncelere ait olduğu söylenebilir.


2. Hatîboğlı Muhammed’in Nazmettiği şekli:


Ükkâşe hikâyesini, 15. Asır Osmanlı alim ve şairi Hatîboğlu Muhammed (ki Fatih devri büyük müderrisi, meşhur Hatîb-zâde Muhyi’d-din Efendi’nin babasıdır) de ele almış ve 829/1425’te tamamladığı, 100 hadîs ve 100 hikâyeden müteşekkil olan Ferah- nâme adlı eserine, 97. hikâye olarak dahil etmiştir.95 (Metni makalenin sonunda)


3. ‘Arif’in Mevlid’i içinde bulunan şekli:


‘Ükkaşe hikâyesi, mevlid kitabı nazmetmiş şairlerden ‘Arifin 842/1438’de telif ettiği eseri içinde de bulunmakladır.96


4. Yazıcıoğlu Muhammed’in Nazmettiği şekli:


Ükkaşe hikayesi, Yazıcı oğlu Muhammed (ö. 1451) tarafından da Muhammediye adlı meşhur eserinde nazma çekilmiştir.97 Bu eserin telif tarihi 853 /1449’dir. Müellif hattıyla nüshası, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşiv Md. 431 /A’dadır.




95 Hatiboğlu Muhammed, Ferahnâme ve nüshaları hk. bk. Coşan, M. Es’ad, Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri, basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1965.

96 Bunun metni için bk. Kocatürk, V. M. Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, s. 262- 263. Kütüphanelerde (Arif’in Mevlid’ine ait çeşitli nüshalar bulunmaktadır. Bunlar için bk. Pekolcay N., Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i neşri (1980); ve orada gösterilen kaynaklar.

97 Bk. Kocatürk, V.M., Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, s, 278-281; Çelebioğlu, Dr. Amil, Muhammediye 2 cilt. Tercüman 1001 Temel Eser Serisi No. 55-56, II /s. 372 vd.

295

5. Diğer Mevlid Nüshalarında görülenler:


Ükkâşe hikâyesi konu yakınlığı dolayısıyla çeşitli mevlidlere eklenegelmiştir. Bunlardan gözümüze ilişenlerin bazıları şunlardır:

1) Ebülhayr Mevlidi (Nüshaları İst. Millet Ktp. 1365, 1366)

2) 87 beyit halinde İstanbul Üniversite Ktp. Ty. 2569. (İstinsah tarihi 1119 h.)

3) 85 beyit halinde İ.Ü. Ktp. Ty. 610 (tarihsiz)

4) İ.Ü. Ktp. Ty. 279 (İstinsahı 1195 h.)

5) İst. inkılâp Ktp. Muallim Cevdet 106, K. 200 (tarihsiz)

6) İst. Süleymaniye Ktp. Lâleli 3756.

7) İst. Millet Ktp. manzum 1350.

8) İst. Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud 4407 (tarihsiz)


e. Ükkâşe Hikâyesi Metni:


Bu yazımızın sonunda Ükkâşe Hikâyesi’nin, Hatîboğlu tarafından nazmedilmiş şeklinin metnini vererek konuyu bağlamayı uygun buluyoruz:


Ferah-nâme’den el-Hikâyetü’s-sâbi’(at)ü ve’t-tis’ùn


Nitekim üşde hikâyetdür iy yâr,

İbn-i Abbas’dan rivâyet âşikâr.


Hak Rasûlinün-dürur bu vâkıa

Sen dahı kıl buna göre vâkıa


Gel ana ne vâkı’ olmuşdur işit,

Sen dahi varub ana göre iş it.


Dinle göre peygambere ne kıldılar

Gör peygamberler nice yol buldılar

296

Hazret-i Ahmed meger hastayidi;

İşi hem ol hastalıkta vây idi.


Didigüm ol hastalıkdur iy ulum,

Kim irişti Ahmed’e andan ölüm.


Dünyadan nakl eylemekdeydi özi

Bu işi Ahmed bilürdi kendüzi


Mescide geldi çıkub hutbe okıdı

Va’z idüben halka düpdüz okıdı (dokıdı)


Dükeli halk ah idüb ağlaşdılar Heb sahâbîler akıldan şaşdılar


Ah idüben dökdi pevgamber yaşın

Anlamışdı çarh-ı gaddârun işin


Kim cihanda kimseye kılmaz vefa

Dâyim işidür kılur cevr ü cefâ


Lütfu göslerür virür kahr u belâ

Zahmatıla kılur âhir mübtelâ


İmdi vakt oldı bizi dahi bugün,

Mahv idüb tebdîl ide bu çarh-ı dûn.


Emr irişdi kim kılavuz intikâl,

Dâr-ı dünyâdan iderüz irtihâl.


Her kimün kim bende hakkı var ise,

Ya kimi hükmümde incitdüm ise;


Yâhud hükm eyler iken key görsün,

Her kime meyl eyledümse dursun

297

Şimdi benden hakkını kılsun taleb

Ben mutî’ oldum bana olsun galeb


Hakkın alsun bunda âzâd eylesün

Hoşnud oldum diyüben yâd eylesün


Ahiretde benden hak istemesün;

Vir beri sende hakum var dimesün.


Sarb durur yarıngı gün hak istemek,

Hak ödemege yarın çokdur emek.


İsteyen şimdiden istesün didi.

Nice kim cehd itdi kimse durmadı.


Nesne söylemedi hiç kimse ana,

Hakkı yokdur kimse ne disün ana.


Hazret-i Ahmed yine kıldı nidâ

İyi müslimânlar durun dir ma’nîde


Gönlünüzde ne varısa gizlemen

Sonra bana senden utandum dimen


Tanrıdan korkun durun siz özr yok

Hakkunuz varısa isten az u çok


Lütf idün yarın bana zeer eylemen

Hak katında sende hakkum var dimen


Şu gün isten hakkunuz her ne ki var,

İşde güş itmen bana iy ulular!


Bu hitabı çün ki kıldı ol pür usûl;

298

Durı geldi bir kişi eydür: Yâ rasûl!


Kim Ukâşaydı anun adı iy yâr,

Bu hıkâyet bellü meşhur aşikâr.


Durmazıdum illâ key dutdun becid

Te’kid idübeni durdun şöyle cid


Ben bu hâldan virmeyiserdüm habar

Gizleyiserdüm bu sırrı mu’teber


Lîki sizden çün işaret oldı

Gizleyümedüm yüregüm toldı


İmdi bir kez kim gazâdan döndük

İkümüz dahi deveye bindük


Kamçı varıdı elünüzde sizün

Gavrını dinle ne direm bu sözün


Siz giderdünüz önümce iy ulu,

Ardunuzca ben gelürdüm belgülü.


Güneş ıssısına bağrum yanuban,

Gideridüm ben deveye binüben.


Kamçı kaldurdun deveyi vurmağa,

Çâra yoğımış kazayı ırmağa;


Ben kafanuzda gelürken nâgehân,

Kamçı ucı bana irişdi hemân.


Bilmezem kasdılamı vurdun beni,

Key acıtdı kamçı bu canı teni,

299

Bilmezem sîz bilmezin dokındı,

Cânum acıtmakda yavlak koyındı


Katı zahmat çekdi anda bu özüm,

Hâlî şimdi size bildürdüm sözüm.


Siz bilürsiz bakîsin ben didüm uş,

Tekîd itdünüz, kılmazdum hurûş.


Hazrat-ı Ahmed buyurdı yâ Bilâl

Kamçı var Fâtıma evinde sen al var


Tiz getür kamçıyı ol kim görsün,

Bu kişi bana kısasın ursun!


Âhırata kalmasın alsun hakın,

Ger kılursan bundadur itmek hakın.


Tîz durugeldi Bilâl oldı revân

Ağlaya ağlaya gözden dökdi kan


Fâtıma kapısuna geldi iy yâr

Kamçıyı diler u kılur âh u zar


Fâtıma eydür nidersin yâ Bilâl

Kamçıyı bana habar vir noldı hâl


Ol Bilâl eydür ki, yâ Fâtıma bugün

Atanun göçmesi yakın oldı çün


Vaktıdur gerek vire halka kısas

Hakkı olan kişiye budur esâs


Hakk’a irenler kısas virür didi

Zârî kıldı sanki kendüzin yidi

300

Çün işitdi Fâtıma kıldı fığan

Göz yaşı seyller gibi oldı revan


Şöyle düşdi kim sanur kişi anı,

Nez’ hâlidür kılur” teslîm canı.


Inçkıru ınçkıru durı geldi,

Kimdür atamdan kısas alan didi


Pes Bilâl eydür Ukâşa dirler

Bir kocadur kim bu sözi söyler


Fatıma eydür ana kim: Yâ Bilâl!

Bile varsunlar Hasan Hüseyni al!


Ol Ukâşa di atamdan almasun;

Bunlara ursun kısâs, anı kosun!


Bu gice sıtma dutubdı atamı

Key za’îfdür hem yakındur mâtamı


Döyimez atam kısasa yâ Bilâl,

Almasun boynına, yazukdır vebal.


Kamçıyı virdi eline Fatıma

Didi bunlan bile al, gitme!


Bile vardılar Hasan Hüseyin ile,

Kamçıyı getirdiler üçi bile.


Virdiler ol kamçıyı Peygamber’e Ya’ni kim ol kamçıdan yiye bere


Virdi Peygamber Ukâşa eline,

301

Didi: Er oldur ki dura kavlına.


Al kısâsun hîç şefkat eyleme,

Âhıratda sende hakkum var dime!


Eyle diyecek bu halk ağlaşdılar,

Ol Ukâşa yanına dolaşdılar.


Didiler gel Tanrı yolundan iy yâr;

Kılma üş bu işi, kogıl zinhâr.


Hem Rasûlüllâh döyemez hastadur

Söyleme bu sözi, ko dem beste dur


Hiç birinün sözin işitmedi ol,

Rahm idüb kılmadı birini kabûl.


Duru geldiler Hüseyn ile Hasan:

Yâ Ukâşa, didi min vechin hasen


Sayrudur incitmegil dedemüzi,

Key za’îfdür gel dinle bu sözi!


Bu gice sıtma dutubdurur anı,

Gör nice benzi tagayyurdur canı.


Arkamıza vur gerek yüzümüze;

Üş kısasun bizden al, uy bu söze.


Râzî olmadı Ukâşa iy amu,

Zâru zar ağlaşdılar ol halk kamu


Ortadan bu kez duru geldi Ali:

Yâ Ukâşa, dir beru gel iy velî!

302

Sayrudur peygamberi incitmegil!

Giceden beru katı oldı şekil.


Üş bana kıl ne kılarsan iy ulu,

Olmazam Rasûl yoluna kaygulu


Arkama vur, karnuma vur, yüzüme;

Gel kerem eyle vü uygıl sözüme!


Râzî olmadı Ukâsa iy kibar,

Sende hakkum yokdur incitme iy yâr.


Çün Ukâşa râzî olmaz gördiler,

Durdılar 0sman, Ebü Bekr ü Ömer.


Didiler: Gel üş bize vurğıl bere!

Ol kısâsun afv kıl peygambere!


Virelüm biş bin koyun al yüz deve,

Getürelüm şimdi üş ive ive...


Dek bağışla hakkunı sen iy ulu,

Kılma bizi hem bu halkı kayğulu...


Hastalığınun melulluğı yiter,

Sen de yük urma bize andan biter.


Hak yolunda gel sözümüz kıl kabûl,

Bizi şâd eyle sen, ol sahib kabûl...


Külli halk bir kezden uru durdılar

Elin ayağın öpüb yalvardılar


Yâ Ukâşa didiler kes sözüni

Sana gerekmez mi hiç kendüzüni

303

Terkin ur ko kaç kısas istemegil!

İsterisen başa iltem dimegil!


Ger bugün bir kamçı urursan iy yâr,

Yiyesin oddan çomaklar sad hezâr...


Ne yüz ile Hak katına varasın

Rahmet olmaya nice yalvarasın


Kılmaya kimse şefa’at özüne

Yine taksîr idesin kendüzüne


Üşbu resme çok nasihat virdiler Ol kabul itmez hemen söyler bular


Nice kim cehd itdiler virmez rızâ

Def olınamaz bir mukadderse kazâ


Bu kezin yalvarmağı terk itdiler

İttifâkıla gönül berk itdiler


Didiler kim yâ Ukâşa sen bere

Ger vurur olurısan peygambere


Çık gid imdi aramızda durmağıl

Dahi bizümle durub oturmağıl


Çün bu sözi didiler anlar ana

Didi peygamber ki söz virmen ana


Kon kısasın alsun incitmen anı

Nesne dimen ana kurtarsın beni


Ahıratlık dostı oldur kişinün

304

Bunda gösterür kolayın işinün


Çünki bu dünyâ azâbudur genez

Geçdügi yigdür bugün bunda az az


Ahıratda çün azabun ucı yok

Bunda çekmek yigdürür işi sovuk


Kon kısasın benden alsın ol kişi

Aralansun bunda fesh olsun işi


Çün Rasûlüllâh buyurdı bu sözi

Yine ağlaşdı bu halk göndi özi


Baş açub feryâd idüb yalvardılar

Elin öpüb ana çok mâl virdiler


Bir girî kopdı vu feryâd u figân

Göz yaşı seylâb olup akdi revân


Ah idüb düşdi kamu ayağına

Üşdiler cümle solına vü sağına


Kanludur katunda gel âzâd kıl

Kayguyı sür gönlümüzi şâd kıl


Ol Ukâşa didi virmezmen rızâ

Söz bir olur âhır didüm ben size


Böyle diyicek Resuli gör ne dir

Gel kısâsun al gey iy Ukâşa dir


Kamçıyı eline aldı ol kişi

Durı geldi işid imdi bu işi

305

Yâ Rasûlallah didî ol gün ki siz

Çıb yalıncakdum beni vurdun azîz


Bir izâr ile hemin üryân idüm

Issıdan bağrum bişüb biryan idüm


Bunı işitdi Rasûl-i mu’teber

Elin urdi şeşdi belinden kemer


Soyınub bir bir çıkardı donların

Çıb yalıncak oldı açdı kolların


İki yağırnı arasında mühr

Aşikâr oldı kamuya düşdi mihr


Toptolu oldı mescid içi nûr ile Şakıdı gözler kamaşdı şûrile


Yıldırım şakır gibi şimşek dokır

Sünnî kılub küfri imâna okır


Misk ü anberden bigi kokdı arak

Es-salâtu ve’s-selâm oldı yarağ


Halk beküllî çığrışur yâ müslimîn

Ahırına irdi mi islâm u dîn


Bu ne dün bugün kıyamet mi aceb Hak kılurlar Hak rasûlinden taleb


Halk bu resme ditreşür zan kılur

Heb Rasûlüllâh içün yârî kılur


Hîç bulamazlar bu derde kim devâ,

Cehd idüben bir du’â olmaz revâ.

306

İlerü geldi Ukkâşa ol zaman

Kamçıyı ditretdi yürüdi revân


Kasdıle kamçıyı eline aldı

Kaldırub kolun yukaru şaldı


Halk urur sandılar anı küllisi

Külli feryâd itmeğe açdı busı


Kamçıyı ardına atdı Ukkaşa hemân

Ağlayu ağlayu geldi ol zaman


Sürdi yüzini Rasûlün mührine

Gâlib olmuşıdı mührün mihrine


Yüzinî mührün yüzine urdu

Ol mübarek arkasına sürdi


Ak sakalın kodı mührün üstine

Hâlini arz itdi Tanrı dostuna


Yâ Rasûl senden kısâs alan kişi

Dünyâ âhir makbul olmasın işi


Hak Taàlâ ana lutf işlemesün

Afv idüben ana bağışlamasun


Dâyimâ yiri cehennem olsun

Meskeni kahr u azâbdan tolsun


Ömri geçsün görmesin hiç yahşi gün

Ahiratda hışın ile olsun zebûn


Yâ Rasûlallâh bu işümden garaz

307

Mührüni görmegidi bana ‘ivaz


Bu degüldi maksadım alam kısas

Kangı mezhebde olaydı bu esâs


Lîkin işitmişidüm kim soylaya

Şol mutahhar cismüni kim yıylaya


İ’tikadile sürenler yüzini

Rahmet olmış bula ol kendüzini


Tanrı odı her giz anı yakmaya

Ol cehennemdin yana hiç bakmaya


Gövden açdurmakda maksûd bu idi

Kokulamağıdı arzum bûyidi


Hazret-i Ahmed didi utanmagıl

Yarına koma hu gün hakkunı al


Ol Ukâşa didi afv itdüm bugün

Nesne hiç istemeyem yarıngı gün


Şimdi afv itdüğimiçün görmiyem

İnşâallah kim Tamuya girmiyem


Hak Rasûli dir bağışlağıl yârın

Dahi da’vî itme sen bana yarın


Döndü Ukâşa bugün eydür iy yâr,

Yâ Rasûlallâh, bilgil âşikâr


Toğrısın işid kim uş şimdi direm

Maksudum ol idi kim mührün görem

308

Ne beni vurdun vü ne gördüm seni

Ol gazada ne hôd incütdün beni


Nesne yokdur bu arada bî gümân

Üşbuyıdı bunda maksudum hemân


Cismüne bu ak sakalım süredüm Mührüni gözlerimile göredüm


Sol ümid ile ki oddan kurtılam

Hak bana fazleyleye rahmet bulam


Bu kadar zikr itdi başladı kelâm

Ağlayu ağlayu medh itdi tamâm



(A.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, c. 26, s. 275-286, Ankara 1983)

309
16. MEHMED ZÂHİD KOTKU (RH.A) HAZRETLERİ’NİN KISA TERCEME-İ HÂLİ