13. RASÛLÜLLAH SEVGİSİ
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü lillâhi rabbi’l-àlemîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Kemâ yenbagî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultànih... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ ve tâci ruûsinâ ve menbai’s-sıdkı ve’s-safâ, bürhânü’l-asfiyâ muhammedini’l-mustafâ aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsân... Emmâ ba’d:
Aziz ve muhterem, sevgili ve değerli kardeşlerim!
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlenizden râzı olsun... Cümlenizi Peygamber Efendimiz’in sevgisine, şefaatine, iltifatına nâil eylesin... Peygamber Efendimiz’in has ümmeti olmanızı nasib eylesin... Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin... Firdevs-i A'lâ'da Peygamber-i Zîşânımız’a cümlenizi komşu eylesin... Cennet nimetleriyle mütena’îm eylesin...
a. Gerçek Mü’min Olmanın Şartı
İyi bir müslümanın, tam bir müslümanın en başta gelen vasfı, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin emrini, yasağını, dinini, sevgisini, ona itaati, ibadeti, taati her şeyin üzerinde tutmaktır. Cân u gönülden Rabbinin emirlerine bağlanıp, yasaklarından kaçınıp iyi bir kul olmağa çalışmaktır.
İyi bir kul olmanın en başta gelen şartı ise, Peygamber SAS Efendimiz’e sevgi ile bağlanıp ittibâ etmektir. Sevgi ile bağlanmayı Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:77
77 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.14, no:15; Müslim, Sahîh, c.I, s.67, no:44; Neseî, Sünen, c.VIII, s.114, no:5013; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.26, no:67; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.177, no:12837; Dârimî, Sünen, c.II, s.397, no:2741; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.405, no:179; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.23, no:3258; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.129, no:1374; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.534,
وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ
مِنْ وَلَدِهِ، وَوَالِدِهِ، وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (خ. م. ن. ه. حم. در.
حب. ع. هب. عن أنس)
(Ve’llezî nefsî bi-yedihî lâ yü’minü ehadiküm, hattâ ekûne ehabbe ileyhi min veledihî, ve vâlidihî, ve’n-nâsi ecmaîn.)
Sahîh hadis-i şerîftir: “Sizden biriniz kâmil bir müslüman derecesine gelemez, mü’min olmuş olamaz, tam bir imanı sağlamış olamaz; ben ona babasından, evlâdından ve bütün sevilebilecek insanlardan daha sevgili olmadıkça...”
Yâni imanın, mü’minin kâmil müslüman olduğunun alâmeti,
no:11744; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.355, no:1175; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.29, no:70; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.490, no:17360.
işareti, göstergesi, şartı, onun Peygamber SAS Efendimiz’e aşkı ve muhabbetidir. Aşık mı Rasûlüllah’a, muhabbetinden ölüyor mu, “Canım sana kurban olsun!” diyor mu, kurban edilme zamanında da kurban edilmesine râzı mı? Tam müslüman. Bu duygulardan hiç haberi yok mu? Allah uyandırsın...
الناس نيامٌ، فَإذا ماتوا، انتبهوا.
(En-nâsü niyâmün, feizâ mâtû, intebehû)78 “İnsanlar uykudadır, ölünce gözleri açılacak.” Daha Hanya’yı Konya’yı anlayamamış, dinin ruhunu kavrayamamış, dinin özüne, esasına ulaşamamış. Rasûlüllah’ı sevmenin dinimizde ne kadar önemli bir yeri olduğunu, bu hadis-i şerifte Efendimiz bize bildiriyor.
Rasûlüllah’a ittibaın şart olduğunu da, şu ayet-i kerimeyle anlatabilirim size, bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهََّ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللهَُّ وَيَغْفِرْ لَ كُمْ ذُنُوبَكُمْ،
وَاللهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ (اۤل عمران:١٣)
(Kul in küntüm tühibbûna’llàhe fe’ttebiùnî yuhbibkümu’llàhu ve yağfirleküm zünûbeküm, va’llàhu gafûrun rahîm.) [Rasûlüm, de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.] (Âl-i İmrân, 3/31) Sadaka’llàhu’l-azîm. Allah emrediyor...
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى . إِنْ هُوَ إِلاَّ وَحْيٌ يُوحَى (النجم:٣-٤)
(Ve mâ yentıku ani’l-hevâ. İn hüve illâ vahyün yûhâ.) [O, arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir.] (Necm, 53/3-4) Ne söylediyse Rasûlüllah SAS Efendimiz, Allah emrettiğinden söylüyor. Allah emrediyor, konuş diyor, söyle
78 Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.312, no:2795; Hz. Ali RA’ın bir sözüdür.
diyor; söylüyor.
بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَ فْعَ لْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَ هُ (المائدة:٧٦)
(Belliğ mâ ünzile ileyke) “Sana ne tebliğ olunmuşsa, gönderilmişse Allah tarafından, onu insanlara tebliğ et! (Ve in lem tef’al femâ bellağte risâleteh) Tebliğ vazifeni güzel yapmazsan, peygamberliğini güzel yapmamış olursun.” buyruluyor. (Mâide,
5/67) O da harfiyyen, tam tamına, Allah ne emretmişse onu yapıyor. Emrini tutuyor.
(Kul) “Ey Rasûlüm söyle şu insanlara. (in küntüm tühibbûna’llàh) ’Eğer siz Allah’ı seviyorsanız...’ de onlara...” “Seviyor musunuz Allah’ı?” Seviyoruz tabii, yaratanımız, yaşatanımız, erzâkımızı veren, sıhhatimizi veren, aklımızı, irfânımızı, bedenimizin âzasını, her çeşit ihsânı, ikrâmı, ihtiyacı veren Allah. Elbette sevecek. İsdırarî olarak, mecburi olarak, aşkullah muhabbetullah hasıl olması lâzım akıllı bir insanın gönlünde.
Kim veriyor bunu sana yâ? Kimse kimseye, babasına bakmıyor, evladına bakmıyor bu devirde de bu kadar nimetleri kim veriyor sana? Allah veriyor. Seveceksin Allah’ı.
“—E ben Allah’ı seviyorum.”
Yooo! Öyle seviyorum demek yeterli değil. Kuru bir şekilde “Ben Allah’ı seviyorum.” demek yetmez. Ne lâzım yâ Rabbi? (Kul in küntüm tühibbûna’llàhe fe’ttebiûnî yuhbibkümu’llàh) “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana tâbî olun de o insanlara. Ey Rasûlüm ben seni peygamber gönderdim ya dünyaya, sen Rasûlüllah değil misin, Allah’ın gönderdiği bir mübarek kul değil misin? Diyeceksin bunu, utanmayacaksın, tevâzu göstermeyeceksin, boynunu bükmeyeceksin, kendileri anlasın demeyeceksin. Ne diyeceksin? (Fe’ttebiùnî) Tâbi olan bana, uyun benim buyruğuma, gelin benim yoluma, düşün benim peşime diyeceksin; (yuhbibkümu’llàhu ve yağfirleküm zünûbeküm) bir insan böyle yaparsa, Allah o zaman onu sever.
“—Ben Allah’ı seviyorum...”
Rasûlüllah’a uy! Allah’ın seni sevmesi için nelerin gerektiğini
sana o öğretecek. Sevgili, mübarek, iyi bir kul olmanın yolunu, formülünü, şeklini, ilmini, esasını kim öğretecek? Rasûlüllah Efendimiz öğretecek. Ona ittiba edeceğiz.
“—Efendim ben berbere giderim, güzel tıraş olurum. En güzel elbiseleri giyerim, en güzel losyonları üstüme sıkarım, güzel kokulu, yakışıklı, boylu poslu... Ayakkabılarımı da güzelce boyattırırım, en güzel terziye elbiseleri diktiririm, yakışıklı bir adam olurum.”
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:79
إِن اللهَ لاَ يَنْظُرُ إِلٰى صُوَرِكُمْ وَأَمْوَالِكُمْ، وَلَكِنْ إِنَّمَا يَنْظُرُ إِلٰى
قُلُوبِكُمْ وَأَعْمَالِكُمْ (م. ه. حم. عن أبي هريرة)
(İnna’llàhe lâ yenzuru ilâ suveriküm ve emvâliküm) “Allah sizin boyunuzun posunuzun güzelliğine, endâmınızın mütenâsib olmasına, elbisenize bakmaz; paranıza bakmaz, maddî mevkiinizin, makamınızın yüksek olmasına bakmaz. (Velâkin innemâ yenzuru ilâ kulûbiküm ve a’mâliküm) Lâkin gönüllerinize ve amellerinize bakar.” İçinizdeki duygularınızın, fikirlerinizin, niyetinizin nasıl olduğuna bakıyor.
İçini temizleyeceksin! İnsanlar dışını süslemeğe uğraşır, kıymeti yok. İçini süslemeğe çalışacaksın... İnsan gönlünü nurlu
79 Müslim, Sahîh, c.XII, s.427, no:4651; İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.173, no:4133; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.284, no:7814; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.120, no:394; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.328, no:10477; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.272; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.I, s.369, no:379; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.140, no:264; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.166, no:614; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.70, no:69; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.326; Hatîb-i Bağdâdî, el-Müttefik ve’l-Müteferrik, c.III, s.217, no:1352; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.98; Ebû Hüreyre RA’dan. Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.540, no:1544; Yahyâ ibn-i Ebî Küseyr Rh.A’ten. İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XVIII, s.193; Ebû Ümâme RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.23, no:5262; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.143, no:6995; RE. 92/4.
bir gönül yapmağa çalışacak. İçine aşkullahı, muhabbetullahı, şevkullahı, itaatullahı, ibadetullahı yerleştirecek, ma’rifetullahı, muhabbetullahı yerleştirecek içine... Niyeti pırıl pırıl tertemiz olacak. Hangi işleri yapacağını da, Allah’ın Rasûlü ona liste halinde verecek:
“—Ey müslüman! Al, şunları şunları yap. Bir, iki, üç, dört, beş... on, yirmi, otuz, kırk, elli...”
Rasûlüllah öğretecek. İyi bir insanın Allah’ın sevgili kulu olması için ne yapması gerektiğini kim öğretecek? Rasûlüllah öğretecek.
“—E ben Rasûlüllah’ı dinlemem de Kur’an’ı okurum.”
Kur’an’ı da Rasûlüllah getirdi. Ahmak, aklını başına topla! Kur’an-ı Kerim’i sana Allah, Rasûlüllah’a indirip getirdi. Kur’an-ı Kerim gökten tekbirlerle inmedi. Kur’an-ı Kerim’i Allah 23 yılda Peygamber SAS Efendimiz’e, necmen necmen diyorlar, yâni ayet grubu, ayet grubu halinde, hadiseler üzerine, ihtiyaç üzerine hikmetle, ibretle, sebeb-i nüzûl ile indirdi. Peygamber Efendimiz hazmettire hazmettire okuttu, öğretti Kur’an-ı Kerim’i. Bunun mânâsı budur, şöyle müslüman olacaksın, şöyle yapacaksın...
Kur’an-ı Kerim’in en büyük müfessiri kim? Peygamber Efendimiz. Dinin en büyük muallimi kim? Peygamber Efendimiz. Kur’an-ı Kerim’i bize getiren kim? Peygamber Efendimiz. Kur’an-ı Kerim’in tefsirini kimden anlayacağız, kimden öğreneceğiz? Peygamber Efendimiz’den. Kur’an-ı Kerim’e uygun bir Kur’an ehli müslüman olmak isteyen müslüman ne yapacak? Peygamber SAS Efendimiz’e tâbi olacak. Çünkü o tâbi olmuş, en iyi o anlamış, en iyi o anlatmış, en iyi o yaşatmış... Onun için Rasûlüllah SAS’e tâbi olacağız. (Fettebiûnî yuhbibkümu’llàh) “Tâbi olursanız Allah sizi o zaman sever.”
Tâbi olmazsa bir insan, hem doğru yolu bulamaz, hem güzel insan olmaz, kâmil insan olmaz, hem de Allah’ın sevdiği bir kul olamaz. Birçok insan dünyada birçok iş yapıyor. Hepsi de bu yaptığı işi, “Eh işte ben bunu iyi görüyorum, doğru görüyorum.” diye ondan yapıyor. Herkes bir yol tutturmuş ve herkes kibirli, kendini beğenmiş, “Benim yolum doğru.” diyor.
Hepsi öyle diyor ama hepsi yamuk yumuk gidiyor. Yalların
çıkmaz olanı var, cadde-i kübrâ, dosdoğru cennete götüreni var... Peygamber Efendimiz’in yolu bir cadde-i kübrâdır ki, insanı cennete götürüyor. Öteki yollar? Öteki yollar çıkmaz, gitmez oraya, yarı yolda kalır. Ormanda kalır, dağda kalır, köyde kalır, çıkmaz sokaktır, orada kalır. Öbür tarafa gitmek için, ana yoldan gideceksin.
E Ankara’ya gitmek için insan ara sokaklara mı dalıyor, Pendik’ten şuradan buradan, yoksa E5’e, E6’ya mı çıkıp gidiyor? Ötekiler gitmez ki...
“—Bu benim sırât-ı müstakîmimdir, buna tâbi olun, öteki yollara tâbi olmayın, öteki yollara sapmayın, yoldan şaşırırsınız.” diyor.
Peygamber Efendimiz SAS, Allah’ın en sevdiği kul. Allah sevmiş, Allah göndermiş, Allah yaratmış, en güzel huy üzere, huluk-u azîm üzere yaratmış. Geleceğini önceden müjdelemiş. Ahir zaman peygamberi eylemiş. İmanımızın ifadesi olan kelime-i şehadetimizin yarısı Lâ ilàhe illa’llàh, yarısı Muhammedün rasûlü’llah... Ezanımızın bazı cümleleri Allàhu ekber, bazı cümleleri Eşhedü en lâ ilâhe illa’llàh; bazı cümlesi de, Eşhedü enne muhammeden rasûlü’llàh... Ezanımızda var, kelime-i şehâdetimizde var, imanımızın anahtarı olan ana cümleler... Namazımızda var, tahiyyâtımızda Rasûlüllah SAS Efendimiz’i anıyoruz. Peygamber SAS Efendimiz, kendisini seversek, Allah’ın sevgili kulu olacağımızı; kendisini seversek, imanımızın tamam olacağını bildiriyor.
Peygamber SAS Efendimiz’in ashâbı, zamanının mübarekleri, hâl-i hayatında onun etrafına toplanmış olan mü’minler, Rasûlüllah Efendimiz’e:80
80 Buhàrî, Sahîh, c.IV, s.1541, no:3968; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.184, no:2836; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan.
Müslim, Sahîh, c.II, s.686, no:990; Neseî, Sünen, c.V, s.10, no:2440; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.152, no:21389; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.85, no:34386; Tirmizî, Sünen, c.III, s.12, no:617; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.27, no:19597; Ebû Zer RA’dan.
Neseî, Sünen, c.VI, s.185, no:3496; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.335, no:8407; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.VII, s.158, no:12611 ve 12612; Ebû Hüreyre RA’dan.
فِدَاكَ أَبِي وَ أُمِّي يَ ا رَسُولَ اللهِ!
(Fidâke ebî ve ümmî yâ rasûla’llàh!) “Anam, babam, canım sana kurban olsun, fedâ olsun yâ Rasûlallah!” diye söze başlarlardı ve feda ederlerdi. Rasûlüllah’a göğüslerini siper ederlerdi. “Rasûlüllah’a atılan oklar benim göğsüme saplansın.” derlerdi. Peygamber Efendimiz için hayatını feda ederdi.
Birisini müşrikler yakalamış, öldürmeğe götürürken soruyorlar, diyorlar ki:
“—Bak, bütün bunlar sen müslüman oldun diye başına geldi. O Muhammed’e uymasaydın, müslüman olmasaydın, ölmeyecektin şimdi. Seni ölmeğe götürmeyecektik. Müslümansın diye öldürüyoruz seni. Bak şimdi sen çoluk çocuğunun yanında olsaydın, Muhammed bizim elimizde olsaydı, onu öldürseydik biz. Sen de rahat etseydin.”
“—(Lâ) Vallàhi onun ayağına diken batmasına râzı değilim! Değil öyle sizin elinize düşüp de sizin tarafınızdan işkence edilmesine, ayağına diken batmasına râzı değilim. Canım yoluna feda olsun!” diyor.
Sahabe-i kirâm Rasûlüllah Efendimiz’i böyle severlerdi. Yâni neydi? İmanları tamdı.
Öyle alimler yazıyor ki kitaplar, her gece yatarken dua edermiş:
“—Yâ Rabbi! Dün gece öldürmedin beni, bu geceye kadar yaşattın işte, dün ölmek istedim öldürmedin. Bari bu gece öldür de, Muhammed’ime kavuşayım!” dermiş, böyle dua edermiş. “Dayanamıyorum yâ Rabbi artık hasretine, bari bu gece öleyim de, bu gece kavuşayım!” dermiş.
Her akşam insan:
Neseî, Sünen, c.IV, s.49, no:1932; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.186, no:12961; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.260; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.]
Ebû Ya’lâ, Müsned, c.I, s.421,no:556; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.281; Hz. Ali RA’dan.
“—Yâ Rabbi, sen beni elemden, kederden, akrepten, yılandan, çıyandan koru da, güzel bir istirahat edeyim de sabaha selâmetle, esenlikle çıkayım...” diye yatar.
O mübarek de her gece:
“—Bari bugün canımı al da yâ Rabbi Muhammed’ime kavuşayım.” diye yatıyor.
Rasûlüllah sevgisi onların yaşadığı, bildiği şey. Kitaplar yazılmış onun için, şiirler yazılmış, kasideler yazılmış. Kaside-i Bürdeler, Kaside-i Bür’eler, na’t-ı şerîfler, şemâil-i şerîfeler, gazeller... Bunların hepsi Allah’ın mü’min-i kâmil kullarının Peygamber SAS Efendimiz’e olan aşkını, muhabbetini gösteren eserler.
b. Rasûlüllah SAS’in Kadr ü Kıymeti
Burada akşamla yatsı arasında, merasimimizin başladığı zaman okunan bir aşr-ı şerîf var, Hücûrât Suresi... Hücûrât Sûresi’nde Allah-u Teàlâ Hazretleri diyor ki, mü’minlere tavsiye buyuruyor ki:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلاَ
تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَ عْضٍ أَنْ تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ ،
وَأَنْتُمْ لاَ تَشْعُرُونَ (الحجرات:٢)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenû) “Ey iman edenler! (Lâ terfaù esvâteküm fevka savti’n-nebiy) Sesinizi Rasûlüllah’ın sesinden fazla, daha yukarı çıkartmayın! Öyle saygısızlık yapmayın! (Ve lâ techerû lehû bi’l-kavli kecehri ba’dıküm li-ba’din) Öyle birinizin ötekisine diklendiği gibi, aşikâre bağıra bağıra konuştuğu gibi yapmayın! (En yahbeta a’mâlüküm ve entüm lâ teş’urûn) Yâni farkına varmazsınız sevaplarınız gidiverir, amelleriniz hebâ olur.” (Hücûrât, 49/2) diyor. Sesinizi bile yükseltmeyin diye emrediyor.
Peygamber SAS Efendimiz’in huzurunda fısıltıyla konuşurlardı. Başlarının üstüne kuş konmuş da, kıpırdarlarsa kaçacakmış gibi öyle candan dinlerlerdi. Hatta bazıları Rasûlüllah’a sevgisinden, Rasûlüllah’ı görünce duyduğu heyecandan, Rasûlüllah Efendimiz camiye gelirken başını kaldırıp bakamazlardı. Rasûlüllah’ın yüzüne bakamazlardı.
Birisi diyor ki o mübareklerden:
“—Ömrüm boyunca, Rasûlüllah’a saygımdan, gözümü kaldırıp yüzüne bakamadım. Doya doya bakamadım Rasûlüllah’a...” Bakamıyor ki... “Saygımdan, edebimden doya doya Rasûlüllah’ın yüzüne bakamadım.” diyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri, benim demin okuduğum Fetih Sûresi’nin ayetlerinde:
إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا (الفتح:١)
(İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ) (Fetih, 48/1) Rasûlüllah’a büyük fütühat ihsân ettiğini bildiriyor.
Sonra, namazda okuduğum ayet-i kerimede:
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللهََّ يَدُ اللهَِّ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ (الفتح:٠١)
(İnne’llezîne yubâyiûneke innemâ yübâyiùna’llàh) “Ey Rasûlüm, ey Rasûl-ü zîşânım! Kim senin elini tutar da, ‘Yâ Rasûlüllah! Uzat mübarek elini, tutayım, sana bey’at edeyim, senin emrinde olduğumu sana ahd ü misak edip bildireyim.’diye elini tuttuğu zaman, Allah’ın elini tutmuş olur.” diyor ayet-i kerime. (Yedu’llàhi fevka eydîhim) “Allah’ın eli sizin o tutuştuğunuz elin üzerindedir. Rasûlüllah’a bey’at eden, Allah’a bey’at etmiştir.” (Fetih, 48/10) diyor. Rasûlüllah böyle bir mübarek.
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ ، وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ (الفتح:٩٢)
(Muhammedün rasûlü’llàh) “Muhammed Allah’ın Rasûlüdür. (Ve’llezîne meahû eşiddâu ale’l-küffâri ruhamâu beynehüm) Onun beraberinde bulunanlar kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.“ (Fetih, 48/29)
O kadar çok ayet-i kerimeler var:
يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا (الأحزاب:٥٤)
(Yâ eyyühe’n-nebiyyü innâ erselnâke şâhiden ve mübeşşiren ve nezîrâ.) “Ey Rasûlüm biz seni şahid olarak indirdik bu insanlara, sen hepsinin şahidisin. Mahkeme-i kübrâda en büyük şâhid sensin bu insanlara; muhakeme olurken, sen şahid olacaksın. (Ve mübeşşiran) Cenneti müjdeleyeceksin insanlara:
‘—Ey insanlar! Allah’ın iyi kulları olun, ibadet edin, müslüman olun, ahlâklı olun, Kur’an’a uyun, cennete gideceksiniz.’ diye müjdeleyeceksin, müjdeci olarak gönderdik seni.
(Ve nezîrâ) Günah işleyenlere de ihtar edeceksin, diyeceksin ki:
‘—Böyle yapmayın, cehenneme gidersiniz, Allah cezanızı verir,
belânızı verir, mahvolursunuz, kahrolursunuz, ahirette fecî durumlara düşersiniz.’ diye ihtar edeceksin.” (Ahzâb, 33/45)
وَدَاعِيًا إِلَى اللهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُنِيرًا (الأحزاب:٦٤)
(Ve dâiyen ila’llah) “Allah’ın yoluna bir mübarek davetçi olarak gönderdi insanlara...” O asırda insanları Allah’ın yoluna davet etti. (Ve dâiyen ila’llah) Allah yolunun davetçisi, cennetin davetçisi. ‘Gelin, Allah’ın yoluna girin, gelin cennete gidin!’ diye Allah’ın davetçisi. (Ve sirâcen münîrâ) “Etrafa ışıl ışıl ışık saçan, etrafı aydınlatan bir ışık kaynağı olarak gönderdi.” (Ahzâb, 33/46)
Evet, Rasûlüllah SAS’in böyle yüce vasıflara sahip olduğu, ayet-i kerimelerde bildiriliyor.
لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسـُولٌ مِنْ اَنـْفُسـِـكُمْ عَزِيزٌ عَلـَيْ هِ مَا عَنِتُّمْ
حَرِيصٌ عَلـَيْـكـُم بِالـْمُؤْمـِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ (التوبة:٨٢١)
(Lekad câeküm rasûlün min enfüsiküm) “Sizin içinizden beşer kılığında, kıyafetinde, meleklerden üstün, sizden, insanoğlundan bir kişiyi, size peygamber olarak gönderdi Allah da, o böyle sizin içinizden bir peygamber olarak geldi. (Azîzün aleyhi mâ anittüm harîsün aleyküm bi’l-mü’minîne raûfun rahîm) O sizin üzerinize titrer, size gelen belâlardan üzülür, sizin herhangi bir sıkıntıya düşmemenizi ister. Size karşı bir şefkat ile üstünüze böyle kanatlarını germiş, sizi korumağa çalışır. Size karşı raûftur, çok re’fetlidir, çok şefkatlidir, çok rahmetlidir.” (Tevbe, 9/128) diye medhediyor Allah-u Teàlâ Hazretleri.
لَعَمْرُكَ (الحجر:٢٧)
(Le amruke) diye Rasûlüllah’ın ömrüne and içiyor. “Senin ömrüne yemin olsun ki...” (Hicr, 14/72) diye Peygamber Efendimiz’in ömrüne and içiyor. Rasûlüllah SAS’in şânını gösteren işaretler olarak.
Hadis-i şerîflerde o kadar çok şeyler var ki... Allah râzı olsun, makamını daha a’lâ eylesin Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin Efendimiz, Râmûzü’l-Ehâdis’in en son bölümüne Rasûlüllah SAS Efendimiz’in şemâil-i şerîfesini derc etmiş. Bizim kardeşlerimiz de onları izahlarımızdan toplayıp, Peygamber Efendimiz’in ahlâkını, şemâilini gösteren hadis-i şerîfleri bizim neşriyatımızın arasında neşrettiler.81
Neden? Okuyun diye! Rasûlüllah SAS Efendimiz’i tanıyasınız diye. Onunla ilgili bir bilgi hasıl olsun, içinizde sevgi cûşa gelsin diye... Onları bastırdık ki, onlar okunsun, bilgi sahibi olsun kardeşlerimiz diye.
c. Ali Ulvi Kurucu’nun Bir Şiiri
Tabii bu hususlarda nice nice kitaplar yazılmış. Kimisi şiir yazmış, duyguları en güzel anlatan anlatım vasıtası şiir olduğundan... Medine-i Münevvere’de, Hocamız’ın evine misafir gittiği meşhur şair Ali Ulvi Kurucu82 var. Bir kardeşimiz buraya gelirken davet etmiş de, bir yere davetli olduğu için:
“—Gençlere söz verdim oraya gideceğim demiş. Orası mübarek yer, gelmek isterdim ama söz verdiğim yere gitmek zorundayım.” demiş.
Ali Ulvi Bey Medine’de çalıştığı için, onun bir şiirini okumak, izah etmek istiyorum. Ne demiş:
Ruhum sana, varlık sana hayrandır Efendim
Bir ben değil alem sana hayrandır Efendim.
81 Mehmed Zahid Kotku, Peygamber Efendimiz SAS, (Hazırlayan: Dr. Medin Erkaya), Seha Neşriyat, İstanbul 1994.
82 Ali Ulvi Kurucu, (1922 - 3 Şubat 2002): Konya’da doğdu. İlk ve orta eğitimini doğduğu şehir olan Konya'da tamamladı. Hafızlığını babasından ikmal etti, Arapça öğrendi. Amcası ve babasından dini eğitim alırken jandarma tarafından basılması sebebiyle dini eğitimini tamamlayabilmek için ailesiyle Medine'ye göç etti.[1] Eğitimini Kahire el-Ezher Üniversitesinde tamamladı. Medine’de Evkaf Dairesinin İnşaat ve Sicillat Emini olarak vazife yaptı. Daha sonra sırasıyla Mahmudiye Kütüphanesi'nde ve Şeyhülislam Arif Hikmet Kütüphanesi'nde çalıştı. 1985’te emekli oldu. 3 Şubat 2002 tarihinde Medine’de vefat etti. Cennetü’l-Bakî mezarlığına defnedildi.
Eserleri: Gümüş Tül ve Alevler, Gecelerin Gündüzü, Hatıralar (4 Cilt).
(Ruhum sana, varlık sana hayrandır Efendim.) Yâni, hem ben, benim ruhum tâ derinden, ruhumun en derinliklerine kadar muhabbet-i Rasûlüllah’la dolmuş, ruhum da sana aşık, cümle mahlûkat da sana hayrandır Efendim.
Evet, Peygamber SAS Efendimiz geçerken, ağaçlar, taşlar Peygamber Efendimiz’e selâm verirlerdi. Yâni, Peygamber Efendimiz’e cümle cihan aşık.
(Bir ben değil alem sana
hayrandır Efendim.) Seni seven sadece ben değilim, bu hazineyi keşfetmiş olan sadece ben değilim; cümle alem sana hayrandır Efendim.
Ecrâm-ı felek, Levh ü Kalem mest-i nigâhın,
Dîdârına aşık ulu Yezdân’dır Efendim!
Ecrâm-ı felek ne demek? Gökteki bütün cirimler, yıldızlar demek. Feleğin varlıkları, maddeleri, yâni gökteki yıldızlar, Levh-i Mahfûz ve Levh-i Mahfûz'a yazı yazan Kalem-i Ezel, şöyle senin bakışına mest, ondan sonra bayılmışlar. Senin dîdarına Allah-u Teàlâ Hazretleri aşık, seni sevmiş, seni kendisine Habibullah edinmiş.
Mahşerde nebîler bile senden meded ister,
Rahmet diyen alemlere rahmandır Efendim.
Mahşerde bütün peygamberler, Peygamber Efendimiz’in hadis- i şerîfinde bildirdiği üzere, bir kenarda boynu bükük böyle bekleşecekler. İnsanlar o peygamberlere gidecekler. Hangi peygambere gittilerse, Âdem AS, İdris AS, Nuh AS, Musa AS, İsâ AS... Gidecek diyecekler ki:
“—Çok sıkıntıdayız, sen Allah’ın peygamberisin, lütfen şefaat eyle..”
Hepsi başları önde eğik, hepsi kendisinin dünyada başından geçmiş olan bir hadiseyi beyan ederek, mazeret ileri sürecekler. Mahşer halkı Peygamber SAS Efendimiz’e gelecek. Peygamberler bile Peygamber Efendimiz’den meded isteyecekler. Doğru.
Mahşerde nebiler bile senden meded ister,
Rahmet diyen àlemlere Rahman’dır Efendim.
Tabii, alemlere rahmet diye seni isimlendiren Allah-u Teàlâ Hazretleri:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ(الانبياء:٧٠١)
(Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l-àlemîn) [Rasûlüm, biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.] (Enbiyâ, 21/107) diyen kim? Allah. Hem bu dünyada, hem ahirette alemlere rahmet olduğundan...
Diyor ki Peygamber Efendimiz, kendisini anlatırken: “Benim elimde Livâü’l-Hamd olacak, Hamd Sancağı olacak. Peygamber Efendimiz’in elinde Hamd Sancağı olacak mahşer yerinde. Uzun, muazzam, muhteşem, nurlu bir sancak, bayrak, livâü’l-hamd, hamd sancağı olacak. (Âdemün ve men dûnehû) Adem AS ve ondan sonraki Peygamber Efendimiz’e kadar gelen bütün peygamberler, hepsi Livâü’l-Hamd’i altında toplanacaklar Peygamber Efendimiz’in. Mahşer halkı kalabalık, nereye gidecek? Herkes grup grup olacak.
وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ زُمَرًا(الزمر:١٧)
(Vesîka’llezîne keferû ilâ cehenneme zümerâ) [O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür.] (Zümer, 39/71)
وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنةِ زُمَرًا (الزمر:٣٧)
(Vesîka’llezîne’ttekav rabbehüm ile’l-cenneti zümerâ) [Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir.] (Zümer, 39/73)
Zümre zümre, gurup gurup olacaklar insanlar mahşerde. Ama Peygamber Efendimiz Livâü’l-Hamd’i açacak, dalgalanacak Livâü’l-Hamd... Bütün peygamberler, sıddîklar, şehidler, salihler Peygamber Efendimiz’in Livâü’l-Hamd’i altında toplanacak. Biz de inşâallah, Peygamber Efendimiz’in Livâü’l-Hamd’i altında toplanacağız. Mahşerde melekler bile ondan meded isteyecek. Yâni, rahmeten li’l-àlemîn...
Sonra:
Tâ Arş’a çıkar her gece àşıkların âhı
Medheyleyen ahlâkını Kur’an’dır Efendim!
Geceleyin ne olur yâ hu? Geceleri Allah’ın aşık-ı sàdık kulları uyanırlar, abdest alırlar, namaz kılarlar, tesbih çekerler, gözyaşı dökerler... Ahları, feryâdları nereye çıkar? Arş-ı A’lâ’ya çıkar. Geceleri aşıkların gözünü uyku tutmaz. Teheccüd vaktinde aşıklar abdestli, seccadesinde, secdede, gözlerinden ılık ılık yaşlar akar, böyle seccadesini ıslatır. Allah o muhabbetten cümleye ihsân eylesin...
(Medheyleyen ahlâkını Kur’an’dır Efendim) “Seni Kur’an-ı Kerim’in ayetleri medhediyor; raûf diyor, rahîm diyor, şefkatli diyor, merhametli diyor. Size karşı harîs diyor, sizi korumak için dikkatli diyor.
Ulvî de senin bağrı yanık àşık-ı zârın,
Feryâdı bütün àteş-i sûzândır Efendim.
Ali Ulvi Kurucu ya adı... (Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın) Aşık-ı zâr ne demek? İnim inim inleyen, zâri zâri ağlayan demek. O da senin öyle zâri zâri ağlayan bir aşıkındır.
(Feryâdı bütün âteş-i sûzândır Efendim) Sûzan ne demek? Yakıcı demek. Aaah dedikçe, feryâd ettikçe, zâri zâri ağladıkça, yakar ortalığı aşıkların feryadı.
Aşkınla buhurdan gibi tütmede bu kalbim
Sensiz bana cennet bile hicrândır Efendim.
Doğ kalbime bir lahzacık ey nûr-u dilârâ
Nurun ki, gönül derdine dermândır Efendim.
d. Şeyh Galib’in Bir Na’tı
Tabii hepsi içeriden geliyor. Yanıyor, dayanamıyor, kalemini eline alıyor, öyle... Meselâ Şeyh Galib’in şiiri:
Sultân-ı rüsül şâh-ı mümeccedsin Efendim
Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim
Divân-ı ilâhîde serâmedsin Efendim
Menşûr-u leamrükle müeyyedsin Efendim.
Sen Ahmed ü Mahmûd ü Muhammed’sin Efendim
Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim.
Ne demiş? Sultân-ı rusülsün, peygamberlerin sultanısın. Evet, bütün peygamberlerin serveri, sultanı, seyyidi, seyyidü’l-beşer, eşrefi Peygamber Efendimiz. Sonra? Şâh-ı mümecced, yüceltilmiş, mânevî makamın sultanı, şâhı.
“Bîçârelere devlet-i sermedsin” Yâni, insan Allah’ın huzurunda suçuyla nedir? Biçaredir. Ne yapacak? Allah CC eğer emrederse cezasını çekecek, affetmezse hali harap olacak. Biçare. Onları kurtaracak kim? Rasûlüllah SAS Efendimiz. Hadis-i şerifinde buyurmuş ki:83
شَفَاعَتِيلأَِهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّ تِي (حم . د. ت. ن. ع. حب. طب. ك. هب. ض. عن أنس؛ ط. ه. ت. ك. طب. حل. ض. هب . و ابن خزيمة عن جابر؛ خط. عن ابن عمر؛ قـط. خط. عن كـعـب بن عجرة؛ طب. عن ابن عباس)
RE. 306/4 (Şefâatî li-ehli’l-kebâiri min ümmetî) “Benim şefaatim ümmetimin günahkârlarına olacak. Günahkârdır diye, ben onları bırakmayacağım. ‘Affet yâ Rabbi!’ diyeceğim, ‘Ümmetimi dilerim yâ Rabbi!’ diyeceğim, Rahmân’ın huzurunda secdeye kapanacağım, ümmetimi bağışlamasını isteyeceğim. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin affını sağlayacağım.” diye müjdesi var. Allah-u Teàlâ Hazretleri Rasûlüllah SAS Efendimiz’in bu
83 Ebû Dâvud, Sünen, c.2, s.649, no:4739; Tirmizî, Sünen, c.4, s.625, no:2435; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.3, s.213, no:13245; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.14, s.387, no:6468; Hàkim, Müstedrek, c.1, s.139, no:228; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.1, s.258, no:749; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.6, s.40, no:3284; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.1, s.287, no:310; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.8, s.17, no:15616; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.7, s.261; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.1, s.166, no:236; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Tirmizî, Sünen, c.4, s.625, no:2436; İbn-i Mâce, Sünen, c.2, s.1441, no:4310; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.14, s.386, no:6467; Hàkim, Müstedrek, c.1, s.140, no:231; Tayâlisî, Müsned, c.1, s.233, no:1669; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.1, s.287, no:311; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.3, s.201; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.11, s.189, no:11454; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
yalvarmasını, bu şefaatini kabul edeceğini bildiriyor. Şâfi-i müşeffa’ ne demek? Şefaati makbul tutulan, şefaati geçerli olan şefaatçi demek. Her şefaatçiyi Allah kabul etmeyebilir.
“—Ben de istiyorum, şunu da kurtar yâ Rabbi!”
“—Sen otur yerine, edebsiz! Karışma!” diyebilir.
Ama, şâfi-i müşeffa’ olunca;
“—Seni şefaatçi tayin ettim, seni şefaatçi olarak kabul ettim, sana şefaatçi olarak konuşmağa müsaade ettim, sana şefaatçilik makamını ihsân ettim, şefaat et!” denilecek, o da şefaat edecek.
O kadar, o kadar, o kadar afv u mağfiret olacak ki mahşer yerinde... Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin rahmeti cûşa gelip, afvı galebe eyleyip, o kadar insan affolunacak ki... Nasıl anlatalım acaba, o affın ne kadar çok olacağını: Şeytan-ı aleyhi’l-la’ne bile, “Acaba ben de affolacak mıyım?” diye heveslenecek bir ara.
“—Dur bakalım ne oluyor, vaziyet iyi gidiyor galiba... Dur bakalım, şeytanlığıma rağmen Allah beni de mi affedecek?” diyecek.
Hayır! Seni affetmeyecek. Sen affolmayacaksın. Ama onun hevesleneceği kadar affedecek.
Ümmetinden yetmiş bin kişinin bi-gayri hisâb cennete gireceğini Peygamber Efendimiz müjdeliyor.
“—Benim ümmetimin mübarekleri, Benî İsrâil’in, eski ümmetlerin, ehl-i kitâbın peygamberleri gibi kıymetlidir.” buyuruyor Peygamber Efendimiz.
Ümmet-i Muhammed’den öyle kâmil, öyle zarif, öyle âlim, öyle fazıl insanlar gelmiş. Peygamber gibi ama, peygamber değil. Benî İsrâil’in peygamberleri gibi makamı yüksek...
“—Yetmiş bin kişi senin ümmetinden cennetime girecek ey Rasûlüm!” diye müjdeleyince, Peygamber Efendimiz ısrarlı bizim için, istekli.
Diyor ki:
“—Yâ Rabbi, arttır! Arttır yâ Rabbi!” dedim, böyle müjde olunca bana.
“Senin ümmetinden yetmiş bin kişiyi bi-gayri hisab cennetime sokacağım yâ Muhammed!” diye müjdeleyince; “Arttır yâ Rabbi!”
diye niyaz eylemiş.
“—Tamam, pekiyi arttırıyorum. Her birisine yetmiş bin kişi bağışladım. Her bir yetmiş binin bir tanesine yetmiş bin kişi, onun hürmetine affedeceğim.” buyurmuş.
Yetmiş bine yetmiş bin bağışlamış, bir de diyor ki: “Rahmân’ın avuçlarından birkaç avuç daha...” Yâni, Rahmân’ın avucu nedir, ne kadardır kendisi bilir. Hani alış veriş yaparken, tartarsın biter de teraziye terazinin hakkı diye dükkancı biraz daha koyar. Yetmiş bine yetmiş bin bağışlamış da, Rahmân’ın avuçlarıyla birkaç avuç daha bağışlanmış.
İşte öyle, biz biçarelerin ebedî saadeti Peygamber Efendimiz, devlet-i sermed, ebedî devamlı saadet.
(Divân-ı ilâhîde serâmedsin Efendim) Serâmed ne demek? Başta gelen demek. Allah’ın divanı var mı? Var. Herkes elpençe Allah’ın divanına duracak mı, ayaküstü duracak mı, diz çökerek duracak mı yarın mahşer gününde?
وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً(الجاثية: ٨٢)
(Ve terâ külle ümmetin câsiyeh) “Her ümmeti diz çökmüş görürüsün.” (Câsiye, 45/28) Diz çökecekler. Öyle yağma yok. O divan öyle divan. Diz çökecekler.
Etrafa bakınacaklar mı? “Kaldır ey kulum başını!” deyinceye kadar kaldırmak yok. Başlar aşağıda muhterem kardeşlerim! Diz çökecek, başlar aşağıda..
Birisini anlatıyor Peygamber Efendimiz:
“—Kaldır başını ey kulum!” demiş.
O kul, Allah’ın divanında başını kaldırmış. Kaldır demese kaldıramaz. Allah’ın divanında öyle başını oynatmak yok. “Kaldır kulum başını!” denmiş, kaldırmış. Aman yâ Rabbi! Karşıda bir köşkler var ki, aman Allahım, ne güzel köşkler! Mücevherlerden. Kenarları mücevherle süslenmiş muhteşem cennet köşklerini görecek. Allah gösteriyor. “Kaldır başını!” dedi, gördü.
“—Acaba bu kimin yâ Rabbi? Hangi peygamberin, hangi şehidin bu?”
“—Hayır, peygamberin değil, şehidin değil.” “—E kimin yâ Rabbi bu köşkler? Bunu şimdi bana gösterdin, benim yüreğimin yağı eriyor şimdi, dayanamıyorum. O köşklerin güzelliğine dayanamıyorum, kimin bu köşkler yâ Rabbi?” “—Bedelini ödeyenin...”
“—Kim ödeyebilir bu köşklerin bedelini?” “Dünyada bir ev sahibi olamadık, kirayla ömrümüz geçti” diyecek meselâ fukara. Nasıl ödeyebilir onu? “—Sen ödeyebilirsin ey kulum!”
“—Yâ Rabbi! Nasıl ödeyeyim?”
“—Bu köşkler kardeşlerini affedenlere verilecek. Sen de filanca kardeşinle kavgalıydın ya, dargındın ya, kızıyordun ya... Görsen bir karış suda boğacaktın ya, küstünüz ya... Bu köşkler affedenlere verilecek. Sen affedersen sana da verilebilir.”
“—Affettim yâ Rabbi! Affettim.”
“—E o zaman al, köşk senin hadi...”
Köşke giderken Allah-u Teàlâ Hazretleri diyecekmiş ki:
“—Dur! Nereye gidiyorsun?” “—E köşküme gidiyorum yâ Rabbi, verdin ya, köşkü bana vermedin mi, köşküme gidiyorum.”
“—Verdim ama, sen o kardeşini affettiğin için, o da cehenneme düşmekten kurtuldu. O da cennete gidecek. Tut elinden, onu da götür!”
Peygamber Efendimiz SAS diyor ki:
“—Ey müslümanlar! Allah’tan korkun, ibret alın. Allah iki müslüman kulunu barıştırmak için, bak neler yapıyor mahşer gününde. Cennetin güzel köşklerini gösteriyor, ‘Affedersen vereceğim.’ diyor, öteki müslümana affettiriyor. Öteki müslüman cehenneme düşecekken, bu hakkını affettiğinden, o da cehenneme düşmekten kurtuluyor; ‘Hadi bakalım elini tut da öyle gidin, dargınlık yok.’ diyor.”
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُتَ قَابِلِينَ
(الهجر:٧٤)
(Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ihvânen alâ sürurin mütekàbilîn) [Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.] (Hicr, 15/47) Göğüslerinden, kalblerinden, gönüllerinden kızgınlıklar, kinler, dargınlıklar alınacak. “Tut bakalım elinden!” denilecek, tutacaklar, el ele gidecekler cennete...
وَالْعَافِينَ عَنْ النَّاسِ (اۤل عمران: ٤٣١)
(Ve’l-àfîne ani’n-nâs) “İnsanları affedenlere…” (Âl-i İmrân, 3/134) o köşkler verilecek.
Ne oluyor muhterem kardeşlerim? Nedir bu bizim kavgamız, gürültümüz, ihtilafımız, kızgınlığımız, kırgınlığımız şu iki paralık dünya hayatında? Ben bunu neden anlattım? Dargınlar barışsın... Tabii o çıktı karşımıza, Allah’ın o nasihati çıktı. Rasûlüllah’ın bu mübarek akşamda, bize bu nasihatı karşımıza çıktı. Ben şunu demek istiyordum: Herkes Allah’ın divanında diz çökmüş duracak,
başı eğik olacak, kaldıramayacak başını derken aklıma geldi de, ondan söyledim.
Kimisi dizine kadar, kimisi beline kadar, kimisi boynuna kadar, kimisi kulağına kadar tere batmış olacak. Sadaka verenlerin sadakaları başına gölge edecek, ötekiler güneşin altında duracak. Herkes, “Nefsî, nefsî, nefsî, nefsî” diye kendi canının derdine düşecek o günde... İyilik yapanlara ne mutlu, Arş’ın gölgesinde duranlara ne mutlu, bi-gayri hisâb cennete girenlere ne mutlu! Evet, “Sultân-ı rüsül şâh-ı mümeccedsin Efendim” Efendim dediği kim? Rasûlüllah SAS. Ona aşkını yazıyor Şeyh Galib.
Sultân-ı rüsül şâh-ı mümeccedsin Efendim
Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim
Divân-ı ilâhîde serâmedsin Efendim
Menşûr-u leamrükle müeyyedsin Efendim.
“En başta gelensin Allah’ın divanında, en önde duransın Efendim. Kur’an-ı Kerim’de Allah sana:
لَعَمْرُكَ (الحجر:٢٧)
(Leamrük) ‘Senin ömrüne and olsun.’ (Hicr, 15/72) diye şeref vermiş ömrüne, bir de berat vermiş eline... (Leamrük) beratıyla te’yid edilmiş bir mübarek kulsun Efendim!”
Sen Ahmed ü Mahmûd ü Muhammed’sin Efendim
Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim.
Peygamber Efendimiz’in isimleri çok. Diyorlar ki:
“—Yâ Rasûlüllah! Kendini anlat, nesin sen?” “—Ben Hazret-i İbrâhim AS’ın duasıyım.” diyor. Öyle anlatıyor bir keresinde de... Çok anlatışları var kendisinin de.
“—Ben Hazret-i İbrâhim’in duasıyım ey müslümanlar!”
Allah Allah ne demek istedi?
İbrâhim AS, İsmâil AS kucağındayken Hacer Validemiz’i getirdi Hicaz’a. Nereden getirdi? Ürdün’den getirdi, Suriye’den getirdi. Oralardan aşağıya yürüdü, geldi, Mekke’nin dağlarının arasına geldi.
“—Burası mı yâ Rabbi?”
“—Burası...”
“—Tamam.”
Allah’ın emrettiği yere hanımını, kucağındaki yavrusuyla, küçük çocuğu İsmail AS’la beraber oraya getirdi. Ne var orada? Hiç bir şey yok. Taşlar var, kayalık. İnsan var mı? Yok. Ev var mı? Yok. Ağaç var mı? Ağaç da yok. Ekin var mı? Ekin de yok.
بـِوَادٍ غـَيْرِ ذِى ذَرْعٍ (إبراهـيم: ٧٣)
(Bi-vâdin gayri zî zer’in) “Ziraatsız, ekinsiz bir vadi...” (İbrahim, 14/37) E ne olacak şimdi? “Allah’a ısmarladık” dedi, gitti. Hacer Validemiz’in yüreği küt küt, küt küt atıyor. Çocuk yanında, kocası İbrahim AS gidiyor; taşların arasında çocuğuyla onları bırakıyor.
“—Yâ İbrâhim! Gidiyor musun?” “—Evet, gidiyorum.”
“—Biz ne olacağız? Allah mı emretti bizi buraya bırakmanı?”
“—Evet Allah emretti.”
“—Eh Allah emrettiyse, o bize kâfi.” diyor.
Yürüyüp gidiyor İbrâhim AS, dua ediyor giderken. Kur’an-ı Kerim’den biliyoruz duasını. O maceraları Kur’an-ı Kerim’den anlıyoruz, tüylerimiz diken diken oluyor. Elini kaldırıyor, diyor ki:
رَبـَّنـَا اِنــِّى اَســْـكَـنْتُ مـِنْ ذُرِّيــَّتـِـى بـِوَادٍ غـَيْرِ ذِى ذَرْعٍ عِ نْدَ
بـَيْـتـِكَ الـْمُحـَـرَّمِ رَبـَّنــَا لـِيُقـِيمُو ا الصَّـلۤوةَ فــَاجْـــعـَلْ اَفْـ ئِدَةً مـِنَ
النَّاسِ تَهْوِى اِلـَيْهِمْ وَارْزُقـْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
(إبراهـيم:٧٣)
(Rabbenâ innî eskentü min zürriyyetî bi-vâdin gayri zî-zer’in inde beytike’l-muharremi rabbenâ li-yukîmu’s-salâte fec’al ef’ideten mine’n-nâsi tehvî ileyhim ve’rzukhüm mine’s-semerâti leallehüm yeşkürûn.) (İbrâhim, 14/37)
Ayet-i kerimeler uzun. Kısaca açıklayalım: “Yâ Rabbi! Ben zürriyetimin bir kısmını...” Çünkü başka evlatları da vardı İbrâhim AS’ın. Bu Hacer Validemiz’le İsmail AS.. “Zürriyetimden bir kısmını yâni Hacer’le İsmail’i ekin bitmez şu vadiye...” (İnde beytike’l-muharrem) Yalnız dikkat edin! Bazıları tatmadıkları, hissetmedikleri, düşünemedikleri şeyi bilmezler. İbrâhim AS çok merhametli bir peygamberdi.
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُنِيبٌ(هود:٥٧)
(İnne ibrâhîme le-halîmün evvâhün münîb) [İbrâhim AS cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah’a vermiş biri idi.] (Hûd, 11/75) Gözü yaşlı bir peygamberdi, yalnız yemek yememişti, sofrası fukarasız yemek yemezdi. Merhametliydi İbrâhim AS...
E o merhametli peygamber niye evlâdını ekin bitmez, taşlık, kayalar arasındaki bir yere Sevgili karısını ve sevgili çocuğunu niye bırakıyor?
Orada Beyt-i Muharrem var. (İnde beytike’l-muharrem) “Senin mübarek, muhterem Beytullah’ının yanına bıraktım.” Hani nerede o beyt? Melekler yapmışlar, Âdem AS yapmış, ondan sonra Nuh tufanında seller altında kalmış filan... Orası ama iz belli değil. Kumlar gelmiş etraftan, yığılmış, bir şey görünmüyor orada…
Allah-u Teàlâ Hazretleri:
“—Benim Beyt-i Muharreme’min, yâni Kâbe-i Müşerrefe’min, Beyt-i Muazzama’mın olduğu yere git, Hàcer’i ve İsmâil’i bırak!” diye vahyetmiş demek ki.
O da el açıp diyor ki:
“—Yâ Rabbi! Zürriyetimden bir kısmını emrin üzere buraya bıraktım.” Merhametli, gözü yaşlı, ağlıyor ama Allah’ın emri. Ama ölmeyeceğini biliyor, peygamber. Allah bildirmiş. Orada yaşayacaklarını biliyor. “Yâ Rabbi! Burada bu mübarek beytin yanında ibadetlerini yapsınlar, namazlarını kılsınlar, insanlar
bunlara teveccüh etsin ve bunları çeşit çeşit rızıklarla merzuk eyle...
(Ve’b’as fîhim rasûlen minhüm) Buraya bu yerleştirdiğim evlâdımın neslinden bir peygamber çıkar; (yetlû aleyhim âyâtihî ve yüzekkîhim) onlara senin ayetlerini okusun, onları tertemiz müslümanlar eylesin, onları helâl rızıklarla rızıklandır...” diye dua ediyor. Yâni, Peygamber Efendimiz için dua ediyor. İçlerinden, yerleştirdiğim bu evlâdımın neslinden öyle bir peygamber getir ki, işte şanı şöyle olsun, böyle olsun diyor.
Onun için Peygamber Efendimiz,
“—Sen kimsin bir anlat.” dedikleri zaman,
“—Ben İbrâhim atamın, İbrâhim AS’ın duasıyım. Tâ o zaman dua etmişti, Allah beni işte burada nerelere getirdi.”
Tabii biliyorsunuz, çok ibretlidir. Yâni İbrâhim AS’ın ihlâsını, samimiyetini anlayın da, samimiyet neymiş biraz koklayın! Güzel kokuları duysun ruhunuz...
“—Kes çocuğunu...” deniyor, kesmeğe kalkışıyor.
“—Kurban et!”
“—Baş üstüne...”
“—Çok sevdiğin hanımını çocuğunla beraber taşların arasına, kayalık bir yere bırak.”
“—Baş üstüne...”
Allahu ekber! Ne İbrâhim AS’mış yâ! Allah şefaatine erdirsin... Ne fedakârmış. Hem merhametli, hem sevgili, hem aşık; hem de Allah neyi sevdiyse alıyor elinden...
Ona veriyor. “Sen evlat mı istedin, erkek evlat mı istedin?” Vermedi vermedi vermedi, erkek evladı Hacer Validemiz’den verdi. Yaşlı anında verdi.
“—El-hamdü lillâh, evlat verdi bana.”
“—Çok mu sevdin evladı?”
“—Çok sevdim yâ Rabbi! Çok şükür, el-hamdü lillâh!”
“—Hadi bakalım, onu götür dağ başına bırak!” “—Pekiyi yâ Rabbi! Veren sensin, bırak diyen de sensin...”
Şu hale bakın muhterem kardeşlerim! Biz nasıl müslümanız yâ! Biz nasıl mü’miniz, o peygamberler nasıl insanlarmış muhterem kardeşlerim? “Verdin, çok şükür.” E oraya bırak diyor;
“Pekiyi yâ Rabbi!” diyor, bırakıyor. Arada sırada geliyor ondan sonra. Tekrar geliyor, tekrar gidiyor. Ölmeyecekleri malumu, Allah emretti filan tabii. Tekrar geliyor, gidiyor...
Muhterem kardeşlerim! Sabahlara kadar bu sohbetler bitmez, Kur’an-ı Kerîm’in zevkine, keyfine doyulmaz...
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَابُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْ مَنَامِ أَنِّي أَ ذْبَحُكَ
فَانْظُرْ مَاذَا تَرَى (الصَّافات:٢٠١)
(Felemmâ beleğa meahu’s-sa’y) (Saffât: 102) Yürüyecek hale gelip de, babasının yanında tıpış tıpış maiyyetinde gezinecek hale gelince, İsmail AS, emrediyor Allah:
“—Kurban et bu İsmail’i bana!”
Hadi... Üf... Anlayın bakalım. Bir baba çok sevdiği evladını, yıllar yılı dua edip de Allah’tan istediği evladını aldı, çocuk büyüdü, güzeller güzeli bir çocuk. Allah emrediyor:
“—Kes bu çocuğu, kurban et! Al eline bıçağı, sür boğazına, fışkırt kanını, kurban et!”
“—Peki yâ Rabbi..” diyor.
Neden Allah İbrâhim AS’ı Halilullah eylemiş, samimi dost eylemiş? Neden? E pekiyi diyor. Alıyor çocuğunu, götürüyor:
(Kàle yâ büneyye innî erâ fi’l-menâmi innî ezbehuke) “Bana rüyamda vahiy olarak gösterildi ki, seni kesmem lâzım, Allah kes dedi. (Fenzur mâ zâ terâ) Bu işe ne dersin? Bir bak bakalım sen bu meseleye ne dersin?” diyor. (Saffât, 37/102)
Ne der bir çocuk? Babası diyor ki:
“—Seni keseceğim ey yavrum. Yavrucuğum, Allah seni kes dedi, keseceğim.”
Ne der bir evlat düşünün, ne diyebilir, ne der? Tahmin edin! Hangi evlat babasına nasıl bağlanır, ne cevap verir? Diyor ki:
قَالَ يَاأَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِنْ شَ اءَ اللهُ مِنْ الصَّابِرِينَ
(الصَّافات:٢٠١)
(Yâ ebeti’f’al mâ tü’mer) “Babacığım! Allah sana ne emrettiyse yap. Kes kafamı yâ, kes boynumu... (Yâ ebeti’f’al mâ tü’mer) Emrolunduğun işi yap! (Setecidünî inşâa'llàhu mine’s-sàbirîn) İnşâallah, beni sabırlı bir evlat bulursun. İnşâallah sen benim boğazımı keserken, sana çırpınıp da bir zarar vermem. Bağlayıver elimi de, gözümü bağlayıver de babacığım sana elimde olmadan can havliyle zarar vermeyim.” (Saffât, 37/102) filan diyor.
Anlatırlar kitaplar o kesilme macerasını. Bıçağı eline alır, taşa yatırır İsmâil AS’ı, keseceği zaman ne oluyor? Koç gönderiyor Allah:
“—Dur yâ İbrâhim!
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا(الصافَّات: ٥٠١)
(Kad saddakte’r-rü’yâ) “Rüyadaki emri yerine getireceğin belli oldu. Bu işte sadakatini gösterdin.” (Saffât, 37/105)
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ(الصافَّات: ٧٠١)
(Ve fedeynâhu bi-zibhin azîm) “Al sana muazzam bir kurban, evlâdının yerine bunu kes!” (Saffât, 37/107) diyor. İmtihan.
Allah-u Teàlâ Hazretleri insanı, nefsine zor gelecek şeyle imtihan eder muhterem kardeşlerim! İmtihanı güzel cevap veren, iyi kulluk yapan kazanır. İmtihandan korkan, Allah’ın emrini tutmayan, yasağını işleyen imtihanı kaybeder.
“—Ben babam İbrâhim AS’ın duasıyım, dua etmişti, ben doğdum. İbrâhim AS’ın neslinden, İsmâil AS’ın neslinden. İbrâhim AS’ın duasıyım. Annemin rüyasıyım.” Annesi rüya gördü...
İşte ben şu sıfata sahibim, bu sıfata sahibim diye Peygamber SAS hadis-i şerîflerinde bildirmiş. Çok aşikâr olarak belli ki...
Okuyorduk biraz, devam edelim. Aşıkların sevgisi tesir eder insana da, onlara da biraz bir şeyler olur... Tabii her kelimenin mânâsını kardeşlerimiz bilemez, atlayarak gidelim:
Hutben okunur minber-i iklim-i bekàda,
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda
Gülbenk-i kudûmün çekilir Arş-ı Hüdâda
Esmâ-i şerîfin anılır arz u semâda
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim
Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
Ol dem ki nebîlerle velîler kala hayran
Nefsî deyü dehşetle kopa cümleden efgân
Ye’s ile üsâdın ola ahvâli perişân
Destûr-u şefaatle senindir yine meydân
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim
Haktan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
Peygamberler hayran kalır, veliler hayran kalır, herkes “Nefsî, nefsî” diye dehşetle feryâd eder, asilerin ümitsizlikle hali perişan olur ama sana şefaat desturu verilir, müsaadesi verilir, meydan yine sana bırakılır, sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin
Efendim.
Niye çok ismi var Peygamber Efendimiz’in? Muhterem kardeşlerim! Sıfattır bunlar. İsmi Muhammed, İncil’de Ahmed diye müjdelemiş Allah. Mânâsı aynı... Muhammed ile Ahmed’in manaları birbirine benziyor.
Ahmed ism-i tafdîldir, tabii hamdden ism-i tafdîldir. İsm-i fâilin ism-i tafdîli olur, ism-i mef’ûlün de ism-i tafdîli olur. Yâni hamd övmek demek, ahmed övülen mânâsına da gelir, çok hamd eden, çok öğen mânâsına da gelir, her iki mânâsı da var. Öğülen mânâsına geldiği zaman, Muhammed mânâsıyla eşit olur. Aynı mânâ demektir yâni.
Allah, İsâ AS’a Peygamber Efendimiz’in geleceğini müjdelemiş, isminin Ahmed olacağını da İncil’de bildirmiş. Kur’an-ı Kerim’de var, İncil’de var. İncil’deki ayetlerde okuduk, Kur’an-ı Kerim’de de, İncil’de olduğunu bildiriyor. Bi’smi’llahi’r-rahmâni’r-rahîm:
وَاِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيـَمَ يـَا بَنِى اِسْرَئيِلَ اِنـِّى رَسُولُ اللهِ
اِلـَيْـكُمْ مُصَدِّقـًا لمِــَ ا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْ رۤيةِ وَمُـبَشِّرًا بِرَسُو لٍ
يَاْتـِى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ (الصفّ:٦)
(Ve iz kàle îse’bnü meryeme yâ benî isrâîle innî rasûlü’llàhi ileyküm musaddikan limâ beyne yedeyye mine’t-tevrâti ve mübeşşiren bi-rasûlün ye’tî min ba’di’smühû ahmed) “Ben ileride Ahmed isminde bir peygamber geleceğini size müjdelemekle vazifeliyim.” (Saff, 61/6) diyor İsâ AS.
“Allah bildirdi. Ahir zamanda gelecekmiş, adı Ahmed olacakmış.” diye İncil’de bildiriyor. Kime bildiriyor? İsâ AS hristiyanlara bildiriyor. Ne hikmeti var, ne sebeple Allah hristiyanlara Peygamber Efendimiz’in geleceğini söylettirmiş İsa AS’a?
Anlamıyor musun, ne kadar hikmetli... Hristiyanlar devam edecek, devam edecek, devam edecek. Bir yılda kalmayacak ki, asırlar geçecek, devam edecek, devam edecek, devam edecek...
Peygamber-i Zîşânımız doğduğu zaman, peygamberlik kendisine verildiği zaman, bilecekler ki, “Ahmed adında bir peygamber gelecekti, ona tâbi olacaktık biz!” diye hristiyanlar ona tâbî olsunlar diye. Hristiyanlara önceden bir kolaylık... “Bak, ileride Ahmed diye bir peygamber gelecek. O geldiği zaman sakın karşı gelmeyin, ona uyun, ona iman getirin!” demek bu.
“—Peygamber Efendimiz gelmeden evvel, öyle bir peygamberin geleceğini insanlar bekliyorlar mıydı?”
Bekliyorlardı. Vallàhi de, billâhi de bekliyorlardı. Daha Peygamberimiz ortada yokken, bir peygamber gelecek diye bekliyorlardı. Bunun misalleri çok. Beklediklerinin delilleri çok... Bir tanesi ne?
Delillerinden bir tanesi Selmân el-Fârisî RA.
Selmân el-Fârisî ateşe tapan bir ateşperest dihkanın oğlu idi, köy ağasının, köy muhtarının, kabile başkanının oğluydu. Ateşe tapmağa götürülürken yolda bir hristiyan papazını görüyor. O zaman Hristiyanlık hak din, daha İslâm gelmemiş. Hristiyanlık o zaman geçerli, muteber olan din. Hristiyan papazını görüyor. Yâni hak dinden bir rahip görüyor, o rahiple tanışıyor, ateşperestliği bırakıyor, hak din olan Hristiyanlığa giriyor. Hristiyan oluyor. Ama o zaman hristiyanlık, daha İslâm gelmediğinden muteber yâni. O zaman hak dine giriyor. O vefat edince ederken diyor ki:
“—Efendim, hocam, üstadım! Siz vefat ediyorsunuz, ben ne yapayım şimdi?” “—Filanca şehirde benim sevdiğim dindar bir başka âlim var, ona git!” diyor, ona gidiyor.
O ölüyor, o ölürken,
“—Filanca şehirde bir başka şahıs var, ona git.” diyor.
Böyle hocadan hocaya, rahipten rahibe intikal ediyor da en sonuncu ölürken:
“—Efendim, bu benim kaderim. Kimin yanına geldiysem ölüyorlar. Şimdi ben siz ölünce kime gideyim?” diyor Selmân el- Fârisî. O da diyor ki:
“—Artık ben böyle iyi, dindar bir insan hatırlamıyorum, bilmiyorum. İnsanlar bozuldu. Pek iyilerini hatırlamıyorum. Yalnız ahir zaman peygamberinin gelmesi yaklaştı, sana tavsiye ederim Hicaz taraflarına git. Oralardan onu zuhur etme zamanı
yakınlaştı, zaman olarak bize bildirilen zaman yakınlaştı, o tarafa git.” diyor.
Selmânü’l-Fârisî, bu hristiyanlarının ahir zaman peygamberini beklediklerinin şahididir. Daha başka şahidler çok yâni. Böyle bekliyorlardı. İnananlar inandı.
Muhterem kardeşlerim! Bir başka şahid: Bir yahudi hahamı vardı, Peygamber Efendimiz Medine’ye geldiği zaman bir yahudi haham başı vardı. İsmi neydi? Abdullah ibn-i Selâm. Selâm oğlu Abdullah adlı bir... Tabii yahudiler şimdi şalom diyorlar ya, şalom selâm demek yâni. Abdullah ibn-i Selâm diye bir alimleri vardı onların. Peygamber Efendimiz Medine’ye varınca herkese İslâm’ı anlattı. Tebliğ et dedi ya Allah, bildir peygamberliği. Herkese anlattı anlattı anlattı, kabilelere anlattı...
Mekke’de de öyleydi. Millet panayıra gelirdi, Ukaz panayırına
mal satmağa gelirdi, Peygamber Efendimiz gidip panayıra gelen guruplara İslâm’ı anlatmağa dolaşırdı.
“—Siz nereden geldiniz?” “—Taif’ten geldik.”
“—Ben peygamberim, ahir zaman peygamberiyim, imana gelin, Allah’ın varlığını, birliğini kabul edin, putlara tapmayın.”
Giderdi ötekilere:
“—Siz nereden geldiniz?” “—Biz Necran’dan geldik.”
“—Siz nereden geldiniz?” “—Biz Yemâme’den geldik.”
Hepsine böyle tebliğ ederdi. Medine’de de münafıkların reisine tebliğ etti, başkalarına tebliğ etti, geldi sıra bir gün yahudilere tebliğ edecek İslâm’ı, yahudilerin havrasına gitti. Yahudilere dedi ki: “—Ey yahudi cemaati! Sizin kitabınızda...” Onlara da Musa AS ahir zaman peygamberinden bahsetmiş. Her peygamberin bildirmesi vardır ümmetine. “Sizin kitabınızda, ayetlerinizde ahir zaman peygamberinden bahsediliyor ya ben o peygamberim, ben o ahir zaman peygamberiyim. Filanca ayette, falanca ayette bildirilen peygamberim.” diye Tevrat’ın ayetlerini onlara —
Allah’ın bildirmesiyle— okudu.
Hiç ses çıkartmadılar. Böyle başlarını önlerine eğdiler, hayır
demediler, evet de demediler. Böyle durdular. Baktı baktı Peygamber Efendimiz, çıktı. Arkalarından —Peygamber Efendimiz’in yanında birkaç kişi vardı— Abdullah ibn-i Selâm koştu geldi, dedi ki:
“—Yâ Rasûlallah! Sen doğru söylüyorsun, sen haklısın, Tevrat’ta o ayetler var, ben sana iman ediyorum, sen ahir zaman peygamberisin, bunlar kıskançlıklarından evet demediler, ama senin sözlerin doğrudur.” dedi. Peygamber Efendimiz’in arkasından koştu, bunu böylece söyledi. O da bir şahit... Çok şahitler vardır. Çok şahitler var.
Aziz ve muhterem kardeşlerim! Peygamber Efendimiz’in bir adı Ahmed’di, dedesi Muhammed adını koymuştu. Muhammed, çok övülmüş demek. Yâni hamide övmek demek, hammede çok övmek demek. Teksîr, çokluk mânâsı var o sîgaya geldiği zaman fiilde o mânâ oluyor. Muhammed de çok övülmüş demek. Dediler ki:
“—Yâ Abde’l-muttalib! Sen bu torununa böyle aramızda muteber ve tanınmış ve bilinmiş olmayan bir garip isim koydun, niye bu ismi koydun?” dediler,
“—Yerde de gökte de bu torunum övülsün diye koydum.” dedi.
Tabii Allah ilham ediyor. Onun kalbine o ismi koydurmasını Allah ilham ediyor. Onun için Ahmed’dir, Muhammed’dir, Mahmud’dur. Mahmud da ne demek? O da hamide kökünden ism- i mef’uldür. Oda övülmüş demek. Hepsi aynı mânâya. Ahmed; çok övülmüş, Mahmud; övülmüş, Muhammed de çok çok sık sık övülmüş demek.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim
Çeşit çeşit isimlerle anılmış Peygamber Efendimiz, çeşit çeşit sıfatlarla mübarek kılınmış, tavcîl edilmiş.
Ümmiddeyiz ye’s ile ah eylemeyiz biz
Sermâye-i imanı tebah eylemeyiz biz.
Bâbın koyup ağyârı penâh eylemeyiz biz
Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim
Hak’tan bize sultàn-ı müeyyedsin Efendim
Ümiddeyiz yâ Rasûlüllah, ye’se düşmüş değiliz, ümitsiz değiliz. Ah eylemiyoruz o bakımdan, Peygamber-i Zîşânımız var, şefaatçimiz var diye ümitteyiz. Sermâye imanı tebah eylemeyiz, yâni ümide düşüp imanımızı tehlikeye düşürmeyiz. Çünkü ümitsizliğe düşmek imanda yok. Allah Kur’an-ı Kerim’de ümitsizliği yasaklamıştır.
لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللهِ (الزمر:٣٥)
(Lâ taknetû min rahmeti’llâh) “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!” (Zümer, 39/53) demiş. Onun için öyle imanın sermâyesini harcamayız. Ümidimiz var yâni, ümidi kesmeyiz.
“Bâbın koyup ağyârı penâh eylemeyiz biz.” Senin kapını koyup da başkasının, gayrinin şeyine dayanmayız biz. Sana sarılmışız. “Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz” başkasına bakmayız.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim
Haktan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
Sonuncusunu okuyorum:
Bî-çâredir ümmetlerin nisyânına bakma,
Dest-i red urup hasret ile düzaha yakma,
Rahmeyle, aman ateş-i hicrânına yakma,
Ez cümle kulun Galib-i pür cürmü bırakma,
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim
Haktan bize sultàn-ı müeyyedsin Efendim
Ümmetlerin biçaredir, onların isyanlarına, kusurlarına bakma yâ Rasûlüllah! Reddedip de hasret ile ateşlere yakma bizleri yâ Rasûlallah! Rahmette aman hicrân ateşine bizleri düşürme, ayrılık ateşine düşürme, sizinle beraber olmak istiyoruz, ayrı düşürme bizi, ezcümle bunlar arasında, o ümmetin arasında şu
Gàlib-i pürcürmü de bırakma bir kenarda. Tabii o Gàlip demiş, ben Esad derim, sen Ahmed dersin, adın neyse onu koyarsın oraya. Bizi de bırakma yâ Rasûlüllah! “Sen Ahmed ü Mahmudu Muhammed’sin Efendim!”
Peygamber Efendimiz’in ismi Muhammed ile amân kelimesi Ebced hesabıyla aynı düşüyor, rakam aynı, ikisi de aynı rakama çıkıyor.
Amân lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvidir.
Aman’ı da hesaplarsan aynı, Muhammed’i de hesaplarsan aynı rakam çıkıyor.
Amân lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvidir.
Anınçün aşıkın zikri aman’dır yâ Rasûlallàh!
Onun için “Aman!” diyor aşıklar ikide birde. Yâni “Yâ Rasûlallah!” demek istiyor diyor şair. Biz de “Yâ Rasûlallah!”diyoruz. Şu mevlidinin olduğu bu gecede onun dünyaya teşrifinden dolayı şâd olduğumuzdan, sevincimizden, ne yapacağımızı şaşırdığımızdan böyle “Aman” diyoruz, “Aman yâ Rasûlallah! Bizleri de bırakma yâ Rasûlallah!” diyoruz.
e. Dua
Allah-u Teàlâ Hazretleri günahkâr da olsak cümlemizi Peygamber Efendimiz’in şefaat ettiği kullarından, ümmetlerinden eylesin... Bizi şu akşam rûh-u pâkine nice nice hatimler, salât ü selâmlar, acizâne nâçizâne okuduğumuz şeyleri gönderdik, bir tane 4444 salât-ı tefriciyye, yetmiş bin kelime-i tevhid, daha gelemeyen neler vardır onların hepsini Peygamber Efendimiz’e hediye ettik, yâ Rasûlallah, aman yâ Rasûlallah aman bizleri şefaatine mazhar eyle yâ Rasûlallah! Biz günahkâr, àciz, mücrim ümmetlerini unutma, ihmâl etme, dest-i red urup reddetme yâ Rasûlallah! Bizi şefaatine mazhar eyle...
Yâ Rabbi! Peygamber Efendimiz’in hakkımızdaki şefaatini kabul eyle... Habîb-i Edîbinin yüzü suyu hürmetine bizleri afv u
mağfiret eyle... Yâ Rabbi! Biz Peygamber Efendimiz’in sünnetine uymak istiyoruz, bizi Peygamber Efendimiz’in sünnetine uymaya muvaffak eyle... Bid’atlardan korunmak istiyoruz, bizi haramlardan, günahlardan, isyanlardan koru yâ Rabbi!
Biz senin yolunda yürüyüp sana güzel kulluk etmek istiyoruz, bizi sana güzel kulluk etmeğe muvaffak eyle yâ Rabbi! Yolunda dâim, zikrinde kàim eyle yâ Rabbi!
Gafletten bizleri uyandır yâ Rabbi! Gözlerimizden, gönüllerimizden perdeleri kaldır yâ Rabbi! Mânevî hakikatleri olduğu gibi bize göster yâ Rabbi! Marifetullaha, muhabbetullaha erdir yâ Rabbi! Muhabbet-i Rasûlüllah’ı tattır yâ Rabbi!
Şu aşık-ı sâdık kulların o mübarek evliyaullah büyüklerimiz nasıl senin sevginle, muhabbetullahla, nasıl Rasûlüllah’ın aşkıyla, aşk-ı Muhammedîyle yanıp tutuşmuşlar da Kur’an’a sımsıkı sarılmışlar, Peygamber Efendimiz’in sünnetine sımsıkı tutunup ifa etmişler, sünnet-i seniyyeye göre yaşamışlarsa; sünnettir diye sakal bırakmışlar, sünnettir diye namaz kılmışlar, sünnettir diye her türlü sünnet-i seniyyeyi yapmak istemişlerse, biz de senin sünnetine uymak istiyoruz, yâ Rabbi Peygamber Efendimiz’in sünnetine uymayı bizlere nasib eyle... Bid’atlardan bizi koru... Bizi nefse, şeytana uydurma... Gözümüzün gönlümüzün perdesini kaldır, hakkı hak olarak görüp ona uymamızı nasib eyle... Batılı batıl olarak görüp ondan korunmamızı nasib eyle...
Kur’an-ı Kerim’i öğrenmemizi nasib eyle... Peygamber Efendimiz’in sünnetini öğrenmemizi nasib eyle... Evlatlarımızı Kur’an yolunda sünnet-i seniyye ile yetiştirmemizi nasib eyle... Ümmet-i Muhammed’e faideli işler yapmamızı nasib eyle... Kurmuş olduğumuz vakıflarımızı, derneklerimizi, şirketlerimizi, yapmış olduğumuz yayınlarımızı, faaliyetlerimizi, çalışmalarımızı hayırlı neticelere, sonuçlara, semereli neticelere vasıl eyle... Çalışmalarımızı hayırlı eyle... Akıbetlerini, sonuçlarını hayırlı eyle...
Çalışmalarımızla evlatlarımızın ve muhataplarımızın İslâm’ı öğrenmelerini, din-i mübîn-i İslâm’ı sevmelerini, senin yolunda yürümelerini nasib eyle... Bize de insanlara faideli olup onları irşâd etmemizin mükâfatını ihsân eyle...
Bizi de yolunda daim, zikrinde kaim eyle... Senin dinini şu
hudutların dışında, dünyanın her yerinde insanlara tebliğ etmemizi nasib eyle... İnsanları İslâm’ın güzelliklerinden haberdâr etmemizi nasib eyle... İslâm’ı herkese öğretmemizi nasib eyle... Yolunda dâim, zikrinde kàim eyle... Vaktimizi hayırlı faaliyetlerle geçirmeğe bizleri muvaffak eyle...
Yâ Rabbi! Cümlemize sıhhat, afiyetler ihsân eyle... Hastalarımıza şifalar bahş eyle... Gönüllerinde muradları olan kardeşlerimizin gönül muradlarını ihsân eyle... Dileklerini, taleplerini, dualarını kabul eyle... Şaşıranlara hidâyet yolunu ihsân eyle... Ayağı kayanları, yere düşenleri kaldır yâ Rabbi! Yoluna sok yâ Rabbi! Rızana uygun ömür sürmeyi nasib eyle yâ Rabbi! Yuva kurma durumunda olan evlatlarımıza hayırlı eşler nasib eyle... Mutlu, mesud, bahtiyar aileler kurmalarını nasib eyle... Hem dünyada hem ahirette bahtiyâr eyle yâ Rabbi! Tahsil gören evlatlarımıza hayırlı tahsiller yapmağa muvaffak eyle... Üstün başarılarla muvaffak eyle... Hayırlı hizmetler yapmaya muvaffak eyle yâ Rabbi! Evlatlarımızın güzel hallerini, hoş günlerini, mürüvvetlerini, düğünlerini, başarılarını görmeyi bizlere nasib eyle yâ Rabbi!
Bizim şu beldemizi ve bütün İslâm beldelerini her çeşit maddi mânevî semâvî, aradî, görünür görünmez afet, musibet, felaket ve belalardan koru yâ Rabbi! Belâları def eyle yâ Rabbi! Şerleri def eyle yâ Rabbi! Hayırları fetheyle yâ Rabbi!
Bizleri hayırlara mazhar eyle yâ Rabbi! Müslümanların başına sevdiğin, râzı olduğun idareciler ihsân eyle yâ Rabbi! Müslümanlara zulmeden zalimleri, kâfirleri, fâsıkları, facirleri müslümanların başından def eyle yâ Rabbi! Müslümanlara zulmeden zalimlerin mallarını, canlarını, evlatlarını, diyarlarını, o mazlum müslümanlara ganimet ihsân eyle yâ Rabbi!
Dünyanın ve ahiretin bildiğimiz bilmediğimiz her türlü hayırlarına bizleri nail eyle yâ Rabbi! Dünyanın ve ahiretin bildiğimiz bilmediğimiz her türlü şerlerinden bizleri mahfûz eyle yâ Rabbi!
Sübhâne rabbinâ rabbi’l-izzeti ammâ yasifûn ve selâmün ale’l- murselîn ve’l-hamdü lillahi rabbi’l-âlemin. El-Fâtihah! .....................
Hangi semtteyseniz sabah namazını gene camide kılın! Şimdi nasıl yatsı namazını camide cemaatle kıldık, sabah namazında da camide olun! Bir insanın bütün gece ibadet edip, sabah namazını evinde kılıp camiye gitmeyi kaçırmasından, bütün gece uyuyup sabah namazını camide kılması daha hayırlı... Cemaat daha kıymetlidir. Onun için, cemaati ihmal etmeyin!
Bir insan yatsı namazını da, sabah namazını da camide cemaatle kılarsa, bütün geceyi ihyâ etmiş olur. Onun için mutlaka sabah namazında camide namaz kılmağa niyet edin. Allah-u Teàlâ Hazretleri ibadetlerinizi kabul eylesin... Tevbelerinizi kabul eylesin...
Birbirinize dua edin. Çünkü müslümanın müslümana duası makbuldür. Bizi de duadan unutmayın. Allah geçmişlerinize rahmet eylesin... Evlatlarınızı hayırlı evlat eylesin... Nice nice nice mübarek kandillere eriştirsin...
Peygamber Efendimiz’in sevdiği ümmet eylesin... Gül cemâlini rüyalarınızda göstersin... Ahirette komşu olmak nasib etsin... Sohbetine erdirsin... Firdevs-i A’lâ’da Havz-ı Kevser’inden doya doya içmeyi de nasib eylesin... Peygamber Efendimiz’in komşuluğunu nasib eylesin...
Allah’ın rıdvân-ı ekberine vâsıl eylesin... Selâmına mazhar eylesin...
Sübhâne rabbinâ rabbi’l-izzeti ammâ yasifûn. Ve selâmün ale’l- mürselîn. Ve’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-âlemin. El-fâtihâh!
27. 07. 1996 - İskenderpaşa