18. ALLAH VE RASÛLÜNÜN SEVGİSİ
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!
Bir cuma sohbetinde yine sizin huzurunuzdayım, karşınızdayım. Uzaklarda da olsak, mânevi bakımdan kalbler yakın...
Peygamber SAS Efendimiz’in Mevlid’i, yakında idrak edip yaşadığımız güzel bir mutlu, mübarek hadise olduğu için, bugün Peygamber SAS Efendimiz’le ilgili hadisleri topladım ve bu cuma konuşmamı bunlar üzerinde, bunları anlatarak yapmak istiyorum.
a. Salât ü Selâmı Çok Eylemek
Birinci hadis-i şerif Aişe-i Sıddîka Validemiz’den Deylemî kaydetmiş, rivâyet etmiş (Rh.A). Peygamber SAS Efendimiz’e salât ü selâm getirmekle ilgili. Herkesin bildiği bir konu ama, tekrar perçinlensin ve bu konuda daha gayretli olsunlar diye okuyorum. Efendimiz SAS buyurmuşlar ki:104
مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَلْقَى اللهَ عَزَّ وَجَ لَّ غَدًا رَاضِـيًا، فَلْيُكْثِرِ الصَّ لََةَ عَلَيَّ
(الديلمي عن عائشـة)
RE. 424/3 (Men serrahû en yelka’llàhe azze ve celle gaden râdıyen, felyüksiru’s-salâte aleyye)
Peygamber SAS Efendimize salât ü selâm getirmenin faziletleri, mükâfatları, ecirleri çok fazla ama, burada da bir başka güzel yönünü öğrenip sevineceğiz. İnşâallah, Peygamber Efendimiz’e salât ü selâmı daha da çok yapacağız. Peygamber
104 İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.18; Cürcânî, Târih-i Cürcan; c.I, s.404, no:688; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.IV, s.303, no:852; Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidâl, c.III, s.196, no:6103; Hz. Aişe RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.504, no:2229; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.391, no:22437.
Efendimiz buyuruyor ki:
(Men serrahû) “O kimse ki, onu sevindirir, (en yelka’llàhe azze ve celle) kendisinin aziz ve celîl olan Allah’a mülâki olması, Allah’ın huzuruna varması, Allah’ın huzuruna varıp ona kavuşması... (Gaden râdıyen) Yarın, yâni ahirette, Allah kendisinden razı bir vaziyette karşılaşmayı kim severse...”
Toparlayalım: “Kim yarın rûz-u mahşerde, Allah’ın kendisinden razı olduğu bir güzel durumla, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna varmayı, ona kavuşmayı severse, arzu ederse, temennî ederse; (felyüksiru’s-salâte aleyye) bana salât ü selâmı çok eylesin!” diye tavsiye buyuruyor Peygamber SAS Efendimiz.
Biliyorsunuz salât ü selâmın çok çeşitleri var. En kısası:
اَللُّهمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
(A’llàhümme salli alâ seyyidinâ muhammed.)
Daha kısası:
عَلَيْهِ السَّلََمُ
(Aleyhi’s-selâm) “Ona selâm olsun!” demek. Mûsâ AS, İsâ AS, Muhammed AS... Hiç olmazsa en kısası söylenmeli!..
Peygamber Efendimiz’in ismi anıldığı halde, salât ü selâm getirmeyen cimridir. Peygamber SAS Efendimiz onun bahil, cimri olduğunu, öyle sayılacağını bildiriyor. Salât ü selâm getirmek lâzım! Uzunları var, anlamı çok heyecanlandırıcı, duygulandırıcı olanları var. Namazları bitirdiğimiz zaman okuduğumuz Salâten tüncîna, Salât-ı Münciye deniliyor; çok güzel anlamı olan bir salât ü selâm...
Daha başka salât ü selâmlar var. Salât-ı Münferice var. Daha başka çeşitleri var. Ama kısa veya uzun, hacmi küçük veya büyük, hangi çeşitte olursa olsun salât ü selâm getirmek, Allah’ın emri
olduğu için yerine getirilmesi gereken önemli bir vazife...
Kur’an-ı Kerim’de:
إِن اللهََّ وَمَلََئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ، يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ
وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا (الأحزاب:٦٥)
(İnna’llàhe ve melâiketehû yusallûne ale’n-nebiyy, yâ eyyühe’llezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ.) [Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey mü’minler, siz de ona salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin!] (Ahzâb, 33/56) buyruluyor.
Onun için, biz kardeşlerimize, günde hiç olmazsa yüz defa salât ü selâm getirmeyi tavsiye ediyoruz. Yine Peygamber Efendimiz’in hadis-i şeriflerinden öğrendiğimiz, aldığımız bilgilere dayanarak... Yâni kendi kendimize, kardeşlerimize herhangi bir şeyi yükleyecek tavrı sevmiyorum şahsen ben. Peygamber Efendimiz ne tavsiye etmişse, onu tavsiye etmeyi seviyorum. Aynen nakletmeyi seviyorum. Ne az, ne fazla; aynen sünnet-i seniyyeyi uygulamalarını tavsiye ediyorum, temenni ediyorum kardeşlerimizin.
Onun için, yüz defa salât ü selâmı her gün söylersiniz. Ayrıca, cuma günü salât ü selâmın çok yapılması da Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi olduğundan, cuma günleri de bin tane yapmanızı tavsiye ederim. Hocam Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Efendimiz de, ben kardeşinize öyle tavsiye eylemişti. Bunlar da benden size yâdigâr olsun!..
Demek ki insan, Peygamber SAS Efendimiz’e salât ü selâmı çok ederse, yarın Cenâb-ı Hakk’a onun kendisinden razı olduğu bir şekilde mülâki olur, karşılaşır. Bu çok büyük bir devlet, çok büyük bir nimettir.
İnşâallah bu tavsiyemi unutmazsınız, uygularsınız, hepimiz uygularız. Temenni ederiz ki, Cenâb-ı Hak bu hadis-i şerifte va’d
edilen mükâfâtı biz àciz, nâçiz, kusurlu, eksikli, günahkâr kullarına da ihsân eder. Çünkü va’di haktır, va’dinden hulfü yoktur, rahmeti çoktur.
b. Allah ve Rasûlü’nün Sevgisi
İkinci hadis-i şerif yine Efendimiz SAS’le ilgili. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:105
مَنْ سَرَّهُ أَنْ يُحِبَّ اللهَ وَرَسُولَ هُ، وَ يُحِبَّهُ اللهُ وَ رَسُو َ لهُ، فَلْيَ صْدُقْ فِي
حَدِيثِهِ إِذَا حَدَّثَ، وَ لْـيُؤَدِّ أَمَانَتَهُ إِذَا ائـْتُـمِنَ، وَلْـيَحْسِنْ جـِوَ ارَ مَنْ
جَاوَرَهُ (هب. عن عبد الرحمن بن أبي قراد)
RE. 424/1 (Men serrahû en yühibba’llàhe ve rasûlehû, ve yuhibbühu’llàhu ve rasûlühû, felyasduk fî hadîsihî izâ haddes, velyüeddi emânetehû ize’tümin, velyuhsin civâra men câverahû.) Daha önce çeşitli vesilelerle bu hadis-i şerifleri camilerde ve
105 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.201, no:1533; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.713; İbn-i Hacer, el-İsâbe, c.IV, s.353, no:5189; Abdurrahman ibn-i Ebî Kurâd RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1291, no:43373; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.382,
no:22409.
radyoda, televizyonda söylemiş olabiliriz. Ama bilinen bir şeyin tekrarı, hem hatırlatma olur, faydası vardır, sevabı vardır; hem de insan bazen bildiği şeyleri de, üzerinden zaman geçince gevşiyor, sevabını faziletini unutuyor. Tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var. Nitekim Peygamber Efendimiz:106
جَدِّدُوا إِيمَانَكُمْ، أَكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ لاَ إِ لَهَ إِلاَّ اللهَُّ
(حم. ك. حل. عد. عن أبي هريرة)
(Ceddidû îmâneküm, eksirû min kavli lâ ilâhe illa’llàh.) diye de tavsiye buyurmuş. Tabii mü’minler imanlı kimseler ama, “İmanınızı sık sık ‘Lâ ilâhe illa’llàh’ sözünü söyleye söyleye tazeleyin!” buyuruyor. Demek ki, tazelemekte fayda var. Bu hadis- i şerifi de bu bakımdan okuyorum:
(Men serrahû en yühibba’llàhe ve rasûlehû) “Her kim ki, kendisini Allah’ın ve Rasûlünün sevmesinden memnunluk duyarsa... Yâni, içinde Allah sevgisi var, Rasûlüllah sevgisi var. Bunu kim isterse, bundan kim memnun olursa, böyle bir durum var da, bundan kim sevinecekse... (Ve yuhibbehu’llàhi ve rasûlühû) Allah’ın ve Rasûlünün de kendisini sevmesinden kim memnun olursa, böyle bir durumu kim isterse, temenni ederse...”
İki taraflı yâni. Hem kendisinde aşkullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Rasûlüllah oluşmasını istiyor. Kalbine bakıyorsun, coşkulu bir Allah sevgisi var, coşkulu bir Rasûlüllah aşkı, muhabbeti var. Bu tabii büyük bir nimet, herkese nasîb olmuyor. O yüksek duygulara erişmek için, yüksek insan olmak lâzım! Cenâb-ı Hakk’ın büyük lütfu tabii...
Kim içinde Allah sevgisi, Rasûlüllah sevgisi uyansın, var olsun, o aşk ateşi canlansın diye temenni ediyorsa; bir de Allah ve
106 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.359; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.285, no:7657; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II, s.357; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.417, no:1424; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.76, no:925; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.416, no:1768; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.51, no:1068; Câmiü’l- Ehàdîs, c.XII, s.34, no:11367; RE. 270/13.
Rasûlü onu sevsin diye istiyorsa... Karşılıklı yâni, kendisi Allah’ı sevecek, Allah da onu sevecek; kendisi Rasûlüllah’ı sevecek, Rasûlüllah da onu sevecek... Böyle bir şeye sahib olmaktan kim memnun olursa, kim böyle bir durumdan sevinç duyacaksa... (Serrahû) “Sevindirecekse...” mânâsına.
Tabii herkes sevinir. Her müslüman sevindiği için, “Kim böyle bir şeyi temenni ediyorsa...” gibi anlamak lâzım bu ifadeyi. Tabii, bütün müslümanlar temenni eder. bütün müslümanlar, bütün mü’minler Allah’ın kendisini sevmesini, Rasûlüllah’ın kendisini sevmesini ister. Kendisinde de onlara karşı sevginin, muhabbetin tabii, hàlisâne, muhlisâne olmasını ister tabii.
Böyle isterse, onun için ne yapsın:
1. (Felyasduk fî hadîsihî izâ haddese) “Konuştuğu zaman sözünde doğru olsun, sözü doğru söylesin, doğru dürüst konuşsun! Yâni yalancı olmasın, kıvırtıcı olmasın, aldatıcı olmasın, hilâf-ı hakîkat söz söyleyen kimse olmasın.” Doğru sözlü olacak bir müslüman...
2. (Velyüeddi emânetehû ize’tümin) “Kendisine bir şey emanet verildiği zaman, emanet edilen şeyi, karşıdaki emanet veren kimseye, zamanı gelince versin!”
Tabii, emanete riayet edilir Bunu yapmamağa da emanete hıyânet denilir. Emanet etmiş birisi buna, vermiş bir şey; o da “Yok böyle bir şey, almadım!” diye inkâr ediyor. Üstüne yatmak derler, iç etmek derler; zimmetine geçirmek, almak, karşı taraf isbat edemiyor diye gasbetmek demek... Bir çeşit hırsızlık, hırsızlıktan da kötü bir şey!
Emânetlere riayet etmek, emaneti geriye vermek, dürüstlük işaretidir. Emanetler de çok çeşitlidir. Hattâ Allah’ın dini bize emanettir. Hattâ Kur’an-ı Kerim bize emanettir; bizim ona hizmet etmemiz lâzım!.. Basit eşyaların emanet olarak verilmesinden öte, ulvî emanetler de vardır.
Hanımlar bize emanettir. Kayınpederler, kayınvalideler ciğerpâresini çok sevgili yavrusunu vermiştir, erkeklerin emanetidir. Erkek hanıma hàmî olacak, her türlü tehlikeden koruyacak, kollayacak... Hem dünyasını koruyacak, hem ahiretini... İmanına bir zarar gelmemesi, amelinde bir noksanlık
olmaması için var gücüyle çalışacak. Doğru yolda yaşaması için, var gücüyle gayret gösterecek. Bu benim eşim, hayat arkadaşım, bana emanet diye.
Sonra çoluk çocuk insana emanettir, Allah’ın emanetidir. Onlara da İslâm’ı güzelce öğretmesi, bakması lâzım!..
Emanet çok geniş kapsamlı, alanı çok geniş olan bir sözdür. Ama en basiti verilen maddî para, pul, eşyayı, “Al sende bir müddet kalsın, sonra alacağım!” denilen şeyi, istediği zaman sahibine hemen şıp diye vermektir.
Aksi oluyor mu?.. Tarihte olmuş, şimdi de olur. Malın sahibi itimad etmiştir bu adama, vermiştir ama, bu adam da itimada lâyık değil demek ki, iyi ölçememiş; “Almadım öyle bir şey!..” der, kovalar, kışalar, haydi bakalım der. O da nereye başvursun?.. Başvuracak bir yeri yoktur, elinde isbat edecek belgesi yoktur ama, Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyi biliyor, görüyor. Ahirette bunun acı bir hesabı vardır, cezası vardır. Dünyada da cezası kalmaz, emanete hıyanet edenler, bir gün ettiğinin cezasını çeker.
3. (Velyuhsin civâra men câverah) “Kendisine mücâvirlik eden kimsenin, bu mücâvirliğine güzel riayet etsin!” Yâni, “Kendisinin komşularına, komşuluğu güzel etsin!” mânâsına gelebilir. Komşularla iyi geçinmek tavsiyesi olabilir.
Bir de yanına gelip, bir müddet yanında beraber bulunan kimseye de, iyi davranmak anlamına gelir. Yolda bir müddet beraber bulunabilir insan, askerlikte bir arada bulunabilir... Çeşitli vesilelerle belli bir zaman için bir arada bulunabilir. Mücâvir olduğu, beraber bulunduğu, komşu olduğu, yan yana olduğu kimseye, bu yan yana olmanın âdâbına uygun muamele etmek; onları üzmemek, iyilik etmek gerekir.
Allah’ın bizi sevmesini istiyoruz, Rasûlüllah’ın bizi sevmesini istiyoruz, içimizde Allah aşkı, Rasûlüllah aşkı uyansın diye temennî ediyoruz... O zaman doğru sözlü olacağız, emanete riayet edeceğiz ve komşuluğu güzel yapacağız.
Basit gibi görünen tavsiyeler, ama riayet edilmiyor. Komşular birbiriyle kavgalı, ihtilâflı... Artık kabahat kimse ise, yapmak istemediği halde, bazen de bir tanesinin hırçınlığından böyle şeyler oluyor. Barışmak isteyen istediği halde ötekisi yanaşmazsa; hırgürü, ihtilâfı beri taraf yapmamak istediği halde, sabrettiği halde, öbür taraf kasden çıkartırsa; o zaman asıl suçluyu Cenâb-ı Hak bilir ve cezalandırır.
c. Rasûlüllah’ı Görmek İsteyen...
Peygamber SAS Efendimiz'le ilgili konularla devam ediyoruz. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:107
مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَنْظُرَ إِلَيَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَأَنَّهُ رَأْيُ عَيْنٍ، فَلْيَقْرَأْ إِذَا
107 Tirmizî, Sünen, c.V, s.433, no:3333; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.27, no:4806; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.620, no:8719; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.IX, s.231; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XVIII, s.16, no:3996; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.283, no:11468; Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.211, no:38346; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.398, no:22456.
الشَّمْسُ كُوِّرَتْ، وَإِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ، وَإِذَا السَّمَاءُ انْشَقَّتْ
(حم. ت. طب. ك. ض. عن ابن عمر)
RE. 423/12 (Men serrahû en yenzura ileyye yevme’l-kıyâmeti keennehû re’yü aynin, felyakra’ ize’ş-şemsü küvviret, ve ize’s- semâü’nfetarat, ve ize’s-semâü’nşakkat.)
Bu hadis-i şerifi Abdullah ibn-i Ömer RA rivâyet eylemiş. Ahmed ibn-i Hanbel (Hanbelî mezhebinin imamı), İmam Tirmizî, Taberânî, Hàkim ve diğer kaynaklar kaydetmişler. Bunlar güzel kaynaklardır, büyük alimlerdir, ciddî alimlerdir, eserleri muteberdir. (Rahme-tu’llàhi aleyhim ecmaîn.) Buyuruyor ki Peygamber SAS Efendimiz:
“Kıyamet gününde, bana sanki böyle gözüyle görüyor gibi nazar etmeyi kim isterse, yâni âşikâre, karşı karşıya, kim vech-i pâkime nazar etmek isterse; (felyakra’ ize’ş-şemsü küvviret, ve ize’s-semâü’nfetarat, ve ize’s-semâü’nşakkat.) İze’ş-şemsu küvviret, yâni Tekvir Sûresi’ni; İze’s-semâü’nfetarat, yâni İnfitar Sûresi’ni; ve İze’s-semâü’nşakkat, yâni İnşikak Sûresi’ni okusun!”
Bu üç sûre otuzuncu cüzde, yerlerini bulun, okuyun! [s. 585, 586, 588] Ezberinizde değilse ezberleyin! Üçüncüsünde secde âyeti vardır, geriye doğru dördüncü âyet; okudukça secde edeceksiniz. Mânâsını da okuyup anladığınız zaman, Rasûlüllah SAS Efendimiz’in neden tavsiye ettiğini de o zaman keşfedersiniz.
Bunlar kıyamet alametlerini ve ahirette hesaba çekilen insanların durumlarını anlatıyor. Ahirete iman en önemli mesele olduğu için, imanımızda en önemli konu olduğundan, bunu çok iyi düşünmemiz lâzım ve ahirete çok iyi hazırlanmamız lâzım! Ahirete iyi hazırlanarak, amellerimizi dikkatli yapmamız lâzım! Onun için bu sûreleri tavsiye buyuruyor.
Buyurun size yeni bir vazife: Bunları bilmeyenler ezberlesin! Bilenler tefsirine baksın, çok iyi bir şekilde tefsirini öğrensin! İçindeki mânâları düşünsün! Ne yapması gerekiyorsa, mûcebince amel eylesin!..
d. Bir Müslümanı Sevindirmek
Ve sonuncu hadis-i şerif. Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan, İbnü’n-Neccâr ve Ebü’l-Hüseyin rivâyet etmişler. Onların kitaplarında kayıtlı... Efendimiz buyuruyor ki:108
مَنْ سَرَّ مُسْلِمًا بَعْدِي، فَقَدْ سَرَّنِي فِي قَبْرِي؛ وَمَنْ سَرَّنِي فِي
قَـبْرِي، سَرَّهُ اللهُ تَعَالٰى يَوْمَ الْ قِيَامَـةِ (أبو الحسين واب ن النجار عن ابن مسعود)
RE. 423/9 (Men serra müslimen ba’dî, fekad serranî fi kabrî;
femen serranî fî kabrî serrahu’llàhu teàlâ yevme’l-kıyâmeh.)
Abdullah ibn-i Mes’ud hadisin râvîsi oldu mu, bana bir başka itimad geliyor, bir başka rahatlık geliyor. Çünkü tefsirde ileri bir sahabi, alim bir sahabi, Abâdile-i Erbaa’dan, Dört Abdullah’tan birisi... Rıdvânu’llàhi aleyhim ecmaîn. Allah şefaatlerine erdirsin...
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Men serra müslimen ba’di) “Kim benden sonra bir müslümanı sevindirirse; yâni benim vefatımdan sonra, ahirete irtihalimden sonra, bir mü’min kardeşini sevimli bir şey yapıp da, gönlünü hoş edip de sevindirirse; (fekad serranî fi kabrî) beni kabrimde sevindirmiş gibi olur.”
Çünkü, Peygamber Efendimiz bütün müslümanların velîsidir. Her müslümana yapılan iyilik onu sevindiriyor.
لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ، عَلَيْهِ مَ ا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ
عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ (التوبة:١٨٢)
(Lekad câeküm rasûlün min enfüsiküm azîz, aleyhi mâ anittüm
108 Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.674, no:16413; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.376, no:22394.
harîsun aleyküm bi’l-mü’minîne raûfün rahîm) [And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.] (Tevbe, 9/128)
Raûf ve Rahîm olduğundan, (harîsun aleyküm) bizim üzerimize çok şefkatli, şefkat kanatlarını germiş bir peygamber olduğundan; (bi’l-mü’minîne raûfün rahîm) mü’minlere Raûf ve Rahîm olduğundan; birisine iyilik yapıldı mı, kendisine iyilik yapılmış demektir diyor Efendimiz.
Vasiyet gibi oluyor bu. Yâni, benden sonra bakın işte yapabileceğiniz şey budur. Bir müslümanı sevindirin de, kabrimde sanki beni sevindirmiş gibi olursunuz. Çok güzel bir mânâ...
Bir müslümana iyilik yaparken bu anlamı düşünerek, bu mânâyı düşünerek iyilik yapalım! Rasûlüllah SAS’e sanki kabrinde bir ikram yapmışız, bir iyilik yapmışız gibi kabul olunacak.
(Femen serranî fi kabri) “Kim ben kabrimdeyken beni sevindirirse, (serrahu’llàhu teàlâ) Allah-u Teàlâ da onu sevindirir, sevinçlere gark eder; (yevme’l-kıyâmeti) kıyamet gününde...”
Demek ki, bir müslüman kardeşimize yaptığımız iyilik, Rasûlüllah’a yapılmış iyilik sayılacak. Ne mutlu, ne güzel!.. Rasûlüllah’a yapılmış olan iyiliği de, Cenâb-ı Hak kıyamet gününde o kulu sevindirecek mükâfatlar, sevaplar vererek, muratlarına erdirerek taltif edecek.
Sonuç itibariyle; bir müslümanı sevindirecek şeyler yaptınız mı, ahirette Allah da sizi sevindirecek, ahireti hayırlı edecek. Sizi ahirette Allah bir sevindirir ki, azab etmez. Sevindirdi mi, arkası iyi gelecek demektir. Sevinçten sonra, “Al biraz sevinç, ondan sonra haydi cezaya!” diyecek durum olmaz ahirette.
Onun için, müslümanları sevindirmeye gayret edelim! Kimsenin kalbini kırmamağa, gönül yıkmamağa çalışalım! Kimseyi mağdur etmemeğe gayret edelim, üzmemeğe gayret edelim!..
İnsanlar bazen kendi haklarını savunamazlar, bazen de savunmazlar. Yâni susar, “Cenâb-ı Hak biliyor!” der, Allah’a havale eder. En fenası o... Suskun haklı, Allah’a havale etti mi,
haksızlık yapanı Allah perişan eder. O bakımdan son derece dikkatli olmak lâzım!..
Bu adam sessiz, gık demiyor. Ağzından lokmasını alsan ses çıkartmıyor. Vur ensesine, al ağzından lokmayı... Ama Allah-u Teàlâ Hazretleri Azîzün züntikàm’dır, onun cezasını çıkartır. Saf da olsa, anlamıyor da olsa, veya anladığı halde edebinden, tenezzül etmeyip karşılık vermiyorsa; öteki de şirretliğe devam ediyorsa, Allah onun cezasını verir.
Aman kalb yıkmamağa çalışın! Çünkü kalbi yıkmak, Kâbe’yi yıkmak gibi kötüdür. Kalb yapmak, gönül yapmak, sevindirmek de ahirette sevinçlere gark olmanın, Allah’ın iltifatına mazhar olmanın sebebidir.
Aman müslüman kardeşlerinizi kollayın, üzmeyin, yardımcı olun! Hem Türkiye’de, hem Türkiye dışındaki müslüman kardeşlerinizi düşünün! Afrika’yı düşünün, Orta Asya’yı düşünün, Kafkasya’yı düşünün, Çeçenistan’ı düşünün, Bosna’yı, Hersek’i düşünün; her türlü yardımı yapın!..
Ah!.. Elimizde imkânlar olsa da, şu susuzluktan insanların zayıflayıp kuruduğu Afrika ülkelerine gitsek. Sondaj makineleriyle gırıl gırıl yeri delerek aşağıdan suları bulsak, şırıl şırıl akıtsak, insanları sevindirsek... Bu Avustralyalıların benim size nakletmek istediğim bir güzel tarafları var. Bunlar her birisi, suyun her damlasının kıymetini çok iyi bildikleri için, suyu korumaya çok gayret ediyorlar. Çok yağış olan bir kıta değil yani, iç tarafları çöl. Onun için, her arazide üç beş tane gölet var, sun’î. Toprağı kazıyorlar, sel akan kısmının önünü yükseltiyorlar, tedbirleri alıyorlar.
Benim bahçemde de var şu anda. Yâni şöyle Türkiye’de böyle bir bahçe olsa, böyle göstersem içinde kayığı da var, gezilebiliyor; ama sun’î. Şöyle kazılmış, kazma makineleriyle set yapılmış. Su birikmiş, ortasında bir buçuk adam boyu derinlik, kenarlara doğru azalıyor. Nilüferler ve sâireler var, orada yaban ördekleri sürüleri var. Türkiye’de olsa tüfekleri alırlar, hemen vururlar. Tabii o tarlada olan kuzular, inekler, mahlûkat geliyor, oradan sularını içiyor. Gerekirse sulama yapılıyor. Yâni, su böylece değerlendiriliyor.
Türkiye’de de olabilir. Türkiye’nin de birçok yerinde bu uygulanabilir. Yağışların az olduğu yerlerde, sellerin aktığı yerlere, usulüne uygun küçük bendler yaparak, yâni setler yaparak, oraya suyun toplanması sağlanır. Sonra yağmur yağmadığı zamanlarda, o su kullanılır.
Sulandığı zaman da, toprak çok sadık bir dosttur, çok münbit oluyor. Cenâb-ı Hak topraktan neler bitiriyor. Çok muhterem bir varlık toprak. Hizmetin karşılığını hemen veriyor, kat kat veriyor.
Bakıyorsunuz hiç ummadığınız yerde; bizim bahçede bakıyorum, hiç ummadığımız otların arasında, kiraz domatesi denilen küçük domates bitmiş; salkım salkım domatesler var.
“—Allah Allah!.. Ben ekmedim, çayır çimendi burası, nereden oldu?..”
Kuşlar kanatlarıyla, gagalarıyla bunları taşıyorlar. Gidiyorlar domates bahçesinden yiyorlar, ağızlarında bulaşıklar; kanat çırptıkları zaman buralara düşüyor. Cenâb-ı Hak buralarda bitiriyor. Yiyoruz, tadı da güzel oluyor, tabii olarak geldiği için.
Hatta anlatıyorlar televizyonda, okyanusta volkan, yanardağ patlıyor, suların üstüne toplanıp da lavlar çıkıyor, donuyor, bir
ada oluyor. Yanardağdan oluşan yeni bir ada... Bakıyorsunuz yüksek yerinde bir göl var. Bu krater ağzındaki göl... Bakıyorsunuz bu gölde bir zamanlar yanardağ gittikten sonra, soğudu uzun zaman göl.
Okyanusta yeni çıktı krater. Ve kızgın lavların çukurluğuna yağmur yağdığı için su birikti. Burada bir şey olmaması lâzım!
Ama bakıyorsunuz bitkiler var, bakıyorsunuz balıklar var, bakıyorsunuz mahlûklar var... Nereden geliyor bunlar?.. Kuşlar vasıtasıyla, rüzgârlar vasıtasıyla Cenâb-ı Hak oradan oraya sevk ediyor.
Levâkıha, yâni rüzgârların böyle ilkah edici olduğunu da Kur’an-ı Kerim bildiriyor:
وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ (الحجر:٢٢)
(Ve erselne’r-riyâha levâkıha) [Bir de ilkah edici rüzgârlar gönderdik] (Hicr,15/ 22) Bakıyorsunuz hiç ummadığınız yerde balıklar oluyor, mahlûklar oluyor, çeşit çeşit bitkiler bitiyor. Cenâb-ı Hakk’ın lütfu... Onun için, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin lütfuna ne kadar hamd ü senâlar eylesek azdır.
Aman gönül yapmaya çalışalım! Aman mü’minleri sevdirmeğe çalışalım!.. Ondan açıldı konuşma. Zayıfların yardımına koşalım, yoksulların yardımına koşalım!.. Muhtaçlara yardım edelim, hastalara yardım edelim! Sevap kazanalım, ecir kazanalım. Dünyamız, ahiretimiz mâmur olsun, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
16. 06. 2000 - AVUSTRALYA