• 289 •EKLER: YAZILARINDAN ÖRNEKLER
ESKİ RAMAZANLAR
Abdüllatîf DUYGULU1
Eski Ramazanlar deyince çok eskilerden değil, bundan 10 sene, 15 sene öncesinden [1973-1975 arasından], öğrencilik yıl- larında İskenderpaşa Camii’nde geçirdiğimiz Ramazanlardan bahsetmek istiyorum. Caminin arka tarafındaki yurtta kalıyorduk. Otuz arkadaştık. Efendi Hazretleri (Rh. A.) imamlık yapıyorlardı. Çok zaman namazları kendileri kıldırırlardı. Namazlardan sonra cemaatle yakından ilgilenirler, camiden evin kapısına kadar sıralanmış olan muhtelif kimselerin dertlerini dinler, yardımcı olmaya çalışırlardı. Kapıları her zaman açıktı. Her fırsatta hakkı tavsiye ederler, büyük küçük herkese şefkatle muamele ederlerdi. Ramazan ayı gelince, ilk teravih kılındıktan sonra Ramazan hakkında kısa bir konuşma yaparlar ve cemaatin Ramazan’ını tebrik ederlerdi. Bir seferinde şöyle dediklerini hatırlıyorum: “—Bu Ramazan’da beş şeye dikkat edelim, dostlarımıza ve ahbaplarımıza da söyleyelim: Gözümüze hâkim olalım, günah- 1 Dr. Metin ERKAYA’nın müsteâr adıdır.
lara bakmayalım!.. Kulaklarımıza hâkim olalım; kötü, günah şeyleri duymayalım!.. Ağzımıza hâkim olalım, ağzımızdan kötü söz çıkartmayalım!.. Gırtlağımıza hâkim olalım; haram lokmayı boğazımızdan aşağıya indirmeyelim!.. Ellerimize de hâkim ola- lım, kimseyi incitmeyelim!.. Ramazan-ı Şerif’in kabulü bunlara bağlı... Bunlara hâkim olamazsak, açlık yanımıza kâr kalır!”
Teravihler hatimle kılınırdı. Değişik iki imam kıldırırdı; on rekâtını birisi, on rekâtını birisi kıldırırdı. Efendi Hazretleri de cemaat olarak katılırlardı. İstanbul’un her yerinden gelenler olur, cami dolar taşardı. İmamlardan ince sesli ve hızlı oku- yanlar daha çok sevilirdi. Teravihten sonra Hatm-i Hacegân yapılırdı. Efendi Hazretleri bulunmadığı zamanlar, Necati Amca yaptırırdı. Onun kendine mahsus Kuran okuyuşunu ve Hatm-i Hacegân duasını, “Fetekabbelehâ rabbüha bi-kabûlin hasenin sırrına mazhar eyle...” deyişini hep hatırlarım. O zamanlar, Hatm-i Hacegan’dan sonra bir salevat okunurdu. O salevat artık “İskenderpaşa Salevatı” denilecek kadar cami ile özdeşleşmişti. Cemaatle bir ağızdan söylenirdi: “Allàààhümme salli alâââ seyyidinâââ muhammedin ve alâââ âââli seyyidinâââ muhammed... Bi-adedi külli dâââin ve devâââin ve bââârik ve sellim... Aleyhi ve aleyhim kesiiirâââ...”
Sabah namazlarından evvel genç hafızlar bir cüz mukabele okurlardı. Sabah namazından sonra —diğer günlerde oldu- ğu gibi— İşrak vaktine kadar camide beklenir, Evrad okunur, Hatm-i Hacegân yapılırdı. Cemaat ancak İşrak namazını kıl- dıktan sonra dağılırdı. Efendi Hazretleri, Ramazan’da çok şevkli ve gayretli olur- lardı. Normalde her zaman yaptıkları, cuma günleri cumadan evvel ve pazar günleri ikindiden sonraki hadis derslerine ilave olarak yeni dersler yaparlardı. Bir seferinde (1974) ilk on beş günde, öğle ve ikindi namazlarından sonra yarım saat Et-Tergîb ve’t-Terhib’den oruç bahsini anlattılar; ikinci on beş günde ise, aynı saatlerde Münebbihat’dan ders yaptılar. Daha sonraki yıllar, yatsı namazından önce de ders yaptıkları olurdu.
Akşamları camide iftarlık bir şeyler dağıtılır, daha sonra cemaatle akşam namazı kılınırdı. Efendi Hazretleri, Evvabîn na- mazını normal günlerde altı rekât kıldıkları halde, Ramazan’da iki rekât kılarlardı. Bir seferinde yine iki rekât kılıp çıkmak istediler. Arkada namaz kılanlar vardı, çıkamadılar. İki rekât daha kıldılar. Çıkarken, kenarda dikilenlere gülerek: “—Şimdi yemek zamanı, sofuluk zamanı değil!” dediler. Akşam namazından sonra caminin yemekhanesinde iftar yemeği verilirdi. Yemeklere daha çok öğrenciler katılırlardı. Bazen davet sahibinin yakınları da gelirdi. Cami cemaati, fazla kalabalık etmeyelim diye evlerine gitmeyi tercih ederlerdi. Yemekte servisi yurtta kalan arkadaşlar yapardı. Efendi Hazretleri’nin sofrasına genellikle misafirler, uzaktan gelen kimseler oturtulurdu. Oranın servisini tecrübeli arkadaşlar ya- parlardı. Herkes teberrüken, Efendi Hazretleri’nin tabağından bir şeyler almayı, ondan yemeyi çok arzu ederdi. Tanıdıkları- mıza, sevdiklerimize o tabaklardan iletirdik. Yemekten sonra Efendi Hazretleri, yemek yiyenler için ve davet sahibi için uzun dualar ederlerdi. O yıllarda caminin yaşlı, heyecanlı, sinirli bir müezzini vardı; Efendi Hazretleri’ni de çok severdi. Millet ayağa kalkarken o da bir dua ederdi: “—Ya Rabbi! Davet sahibinin sa’yini meşkûr, amelini makbul, zenbini mağfur eyle... Hoca Efendimiz’i başımızdan eksik etme! O olmasaydı, bu davetler olmazdı.” derdi. Ramazan’ın son on günü gelince, Efendi Hazretleri i’tikâfa girerlerdi. Kendileriyle beraber 10-15 kişi de i’tikâfa girerdi. Kendileri caminin alt katında, müezzin mahfilinin sağ tara- fında bir oda vardı orada kalırlardı. Diğer kimseler caminin üst katında kalırlardı. İ’tikafa girenlerin çoğu yaşlı kimselerdi; İçlerinde bir-iki de genç olurdu. Efendi Hazretleri i’tikâfa çok önem verirler ve çok tavsiye ederlerdi. Bir seferinde şöyle dediklerini hatırlıyorum: “—İ’tikâfın faydaları saymakla bitmez. En evvelâ, insanın misafir olduğu zata bakılır. Şimdi, bir bakana misafir olsanız, bir
reis-i cumhura misafir olsanız; onu anlatmakla bitiremezsiniz. Siz, varlıkların sahibi Allah-u Teàlâ’nın evinde, Allah Celle ve A’lâ’ya misafir oluyorsunuz.
Kadir Gecesi bu on günün içerisinde... Bu sünneti ihya etmek- le hem Kadir Gecesi’ni kaçırmıyoruz hem de memleketimize gelecek belâları önlemiş oluyoruz. Şimdi, herkes bir bahane bulur, işim çok diye... Peygamber SAS’deki işler kadar kimde iş vardı? On sene zarfında 27 tane muharebeye girmiş. Milletin işi var, devletin işi var... Fakirlik var, zaruretler var. Öyleyken yine de Cenab-ı Peygamber i’tikâfı bırakmamıştır.”
Kadir Gecesi olunca çok şevkli olurlardı. Teravihten sonra, mihrabda oturdukları yerde dualar ve nasihatlar ederlerdi. Hatm-i hâcegân ve sesli zikir yapılırdı. Sonunda musafahalaş- ma olurdu. Bazen Sakal-ı Şerif ziyareti yapılırdı. En sonunda tesbih namazı kılınırdı. Son yıllarında (1980) rahatsızlıkları dolayısıyla teravihe kıs- men gelebildiler. —Hadis derslerini ve i’tikâfı M. Es’ad Coşan Hoca Efendimiz yaptırdı— Ancak cuma namazlarından sonra 15-20 dakika sohbet edebiliyorlardı. Fakat o yıl çok değişik bir uygulamaları oldu; Ramazan’ın son on günü boyunca, her gün ikindiden sonra evlerinde hatm-i hâcegân ve zikir yaptırdılar. Sesli sessiz değişik zikirler, ileri düzeyde zikirler öğretiyorlar ve tatbik ettiriyorlardı. Birkaç saat sürüyordu ama, içinde bu- lunulan mânevî hazdan dolayı bitmesini hiç istemiyorduk. Aradan on yıl geçtikten sonra 1990 Ramazan’ında, bir sabah vakti İskenderpaşa Camii’ne gitmek nasib oldu. İçeriye girerken ruhâni bir havayla karşılaştım, içimi bir huzur kapladı. Bir yere oturdum ama, sanki kâmil bir zât ile diz dize oturuyordum. Mukàbele okundu. Namaz kılındı. Evrad okundu, hatm-i hâcegân yapıldı. İşrak namazı kılındı. Cemaatin bir kısmı çıktı, bir kısmı içerde kaldı. İçerde kalanlar i’tikâfdaydılar. Çoğu genç kimselerdi, sayıları yetmiş kadar vardı. Halsiz görünüyorlardı ama yüzleri pırıl pırıldı. M. Es’ad Coşan Hoca Efendimiz de üst
katta, perde ile ayrılmış küçük bir bölmede i’tikâfa girmişlerdi. Bir vesile ile yanına çıktık; orada ruhâniyet ve huzur daha da fazla idi. Yanından ayrılmayı canımız hiç istemedi. O akşam Kadir Gecesi’ydi. Terâvih yine hatimle kılındı, yine iki imam kıldırdı. Hatm-i hâcegân ve dualardan sonra Sakal-ı Şerif ziyaret edildi. Önce yüksek Sakal-ı Şerif rahlesi mihrabın önüne kondu. Cemaat ayağa kalktı, salevat getirilmeye başlandı. Hoca Efendimiz salevatlarla kırk bohçayı açtılar; Sakal-ı Şerif’i öpüp gözlerine sürdüler. Sonra iki eliyle rahlenin üzerinde tuttular. Herkes öpüp gözüne sürüyordu. Sevinç ve heyecan içindeydik; sanki Rasûlüllah SAS’in elini öpüyorduk.
Cemaat çok kalabalıktı. On yıl önceki yaşlı amcalardan 4-5 kişi kalmıştı. O zamanki arkadaşlardan bazılarını gördüm; ço- cuklarıyla beraber gelmişlerdi. Tanımadığım genç kimseler çoğunluktaydı. Çok şey eskisi gibiydi. Değişen birkaç şey vardı: Efendi Hazretleri gençleşmiş, cami büyümüş, cemaat çoğalmış; biz de yaşlanmıştık...
Ramazan’da kâmil insanların civarında olmak ne güzel!
Mayıs 1991- İslâm Dergisi
ALİMCAN BARÛDÎ EFENDİ1
Dr. Metin ERKAYA
Alimcan Barudi Efendi 1857 yılında Kazan vilâyetinin Baru- diye (bugünkü B.D.T. Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin Pork- hovaya Sloboda) yöresinde doğdu. Babası ticaretle uğraşan Muhammedcan Bünyaminoğlu Efendi, annesi Bibi Fahrünnisa Hanım’dır. Beş yaşına gelince Kazan şehrinde bulunan Kölboyu Medresesi’nde okumaya başladı. İlk dört yıl Kur’an okumayı ve Türkçe’yi öğrenmekle geçti. İkinci dört yıl Arapça (sarf-nahiv) okudu. Daha sonraki üç yılı da mantık ve kelâm kitapları okuya- rak geçti. Medresedeki hocaları kendisine Buhara’ya gitmesini, tahsiline orada devam etmesini tavsiye ettiler.
1875 yılında kardeşi Azizcan ile birlikte Buhara’ya gitti. Buhara’ya varır varmaz, iyi hocalar aramaya koyuldu, onlarla görüştü. Kitaplıkları dolaşıp iyi ve faydalı kitaplar buldu ve zamanını azami derecede faydalı şeyler öğrenmekle geçirdi. Buhara’nın manevî havası, insanları kendisini çok etkiledi. Bunu kendisi şöyle anlatır: “Buhara’da geçirdiğim yedi yıl, hayatımın en tatlı bir devri sayılabilir. Buhara halkının ve talebenin sade yaşayışı, insan- lık edeplerine riâyetleri; halkın, hatta uluların ve zenginlerin ilme ve ilim yolunda bulunanlara karşı saygı ile davranmaları, 1 Metin Erkaya, “Alimcan Barûdî Efendi”, Büyük İslâm ve Tasavvuf Önderleri (İs- tanbul: Vefâ Yayıncılık, 1993), 503-506.
benim pek hoşuma gidiyor, ders ve mütalaa babında neşatımı arttırıyordu. Genç şakirdler, gecenin serin havasında medrese avlusuna çıkıp, çapanlarına (cübbelerine) bürünüp ders tekrar- layıp bitirdikleri sırada, ben yatağa giriyordum. Sabahın erken saatlerinde kalkıp, ibrik biçimindeki küçük se- maverimi yakıp, çayımı hazırlayıp hemen mütalâaya başlardım. Tanyeri ağarıncaya dek yanımdaki kardeşimin bir dersini dinle- dikten sonra, büyük üstadım Şeydi İhtiyar Han Hazretleri’nin evine giderdim. Ders arkadaşlarım gelinceye dek, kapı yanında, üstadın gözyaşları dökerek Kur’an okumasını ve münâcaatını dinleyip otururdum. Ne kadar tatlı idi “o saatlerim!”
Alimcan Barudi Efendi, Buhara’da yedi yıl kaldıktan sonra, kafası bilgi ve fikir ile doygun ve develere yüklediği denkleri çok kıymetli kitaplarla dolgun bir halde memleketi Kazan’a döndü. “Ak Meçit” adını taşıyan camide imamlık yapmaya başladı. Bir süre sonra medrese açtı. Medresesi zamanla gelişti, büyüdü, yeni binalar yapıldı (1901) ve “Medrese-i Muhamme- diye” adıyla adlandırıldı.
Alimcan Barudî Efendi, medresesinde yeni bir usûl takib etti. Eski medreselerdeki eğitimin problemlerini yakından bi- liyordu. Gerek metod yönünden gerek müfredat yönünden pek çok eksiklikler vardı. Öğretim okumaya ve ezbere dayanı- yordu ve birkaç yılda öğretilebilecek bilgiler için yıllar harca- nıyordu. Onun için Kırım’da Gaspıralı İsmail Bey’in başlattığı yeni metodları (Usûl-i Cedîd) benimsedi. Buna göre, ilkokul medreseden ayrılıyor, elifba öğretimi heceleme yoluyla değil de “Usûl-i Satviyye” denilen yeni bir metodla yapılıyor; oku- manın yanında yazı da öğretiliyordu. Kızlar için de ilkokullar açılması, erkeklere öğretilen bilgilerin onlara da öğretilmesi isteniyordu. Medresede tefsir, hadis, fıkıh ve Arapça’nın yanı- sıra müsbet ilimlere de (tabiiyat, riyaziyat, tarih, coğrafya) yer verildi. Ayrıca millet dili olan Türkçe ile, devlet dili olan Rusça da programa alındı. İslâmî ilimlerin Arapça’nın yanısıra Türkçe olarak da anlatılmasının faydalı olacağı kanaatinde olduğu için,
medresede okutulmak üzere ders kitapları yazdı: Ezkârüs Salât, Bed’ül Maarif, Muamelât-ı Diniyye... gibi.
Alimcan Barudi Efendi’nin kurduğu, hocalık ve idarecilik yaptığı bu medrese (Medrese-i Muhammediye), devrinin en ileri eğitici kadrosuna sahipti ve en iyi eğitim kuruluşu olarak tanı- nıyordu. İbtidai, rüşdiye, idadî ve âliye kısımları vardı. Ayrıca öğretmen yetiştirmek için “Muallimin Şubesi” tesis edilmiş idi. Rusya Müslümanlarının uyanışında, eğitim ve kültür seviyele- rinin yükseltilmesinde bu medresenin büyük payı vardır.
Alimcan Barudî Efendi bu faaliyetlerinin yanında, İdil-Ural bölgesindeki siyasi ve sosyal hareketlere de etkili bir şekilde katıldı. Rusya Müslümanlarının tertip etmiş olduğu ikinci (13/23 Ocak 1906) ve üçüncü (16-21 Ağustos 1906) kongrelerde faal rol oynadı. Bilhassa üçüncü toplantıda dinî-ruhanî müesseselerin ıslahı konusunda kurulan komisyona başkanlık etti. Müslüman- ların haklarını korumak için kurulan “İttifâku’l-Müslimin” adlı siyasi partinin kuruluş çalışmalarına katıldı. Ayrıca “Ed-Din vel-Edeb” adında, Usûl-i Cedidciler safında yayın yapan onbeş günlük bir dergi çıkardı (1906). Fakat bütün bu çalışmalar Rus yönetimini çok rahatsız ettiği için iki yıl müddetle kuzeydeki Vologda şehrine sürgün edildi (1908).
Alimcan Barudî Efendi ilmî ve sosyal çalışmalarını tasavvufî çalışmalarla birlikte yürüttü. O, öteden beri faydasız, neticesiz bilgiden kaçınıyordu; ilminin ve gayretlerinin boşuna gitme- sinden pek korkuyordu. Ona ilmin faydalı ve neticeli olması için, ilim sahibinin müttakî, dindar ve ahlâklı olması birinci şart gibi görünüyordu. Okuduğu Teracüm-i Ahval kitaplarından, işittiği kıssalardan, görüştüğü ünlü zatlardan, o yüce sıfatların tasavvuf ehlinde mevcud bulunduğu neticesine vardı. Onun için talebelik devrinden beri tasavvufa ilgi duydu. Gümüşha- neli Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin, Kazan ve Kafkasya’da tari- kat neşrine memur ettiği halifelerinden Şeyh Zeynullah Rasûli Efendiye intisab edip, tasavvufî eğitimini tamamladı. Kazanlı Şeyh Zeynullah Rasûli Efendi, tarikat çalışmalarının yanısıra
kendisine ait “Rasuliye” medresesinde hocalık yapan ve Tatar entellektüel hareketinde büyük tesirleri olan bir kimseydi.
Alimcân Barudî Efendi, Rusya’da 1917 Şubat ihtilâlinden sonra ortaya çıkan geçici hürriyet havasından faydalanmak is- teyen, Müslüman Türk unsurların 1-11 Mayıs tarihleri arasında Moskova’da tertib ettiği Bütün Rusya Müslümanları Kurultayı’na katıldı. Burada İç Rusya, Sibirya ve Kazakistan Müslümanlarının dini işlerini yürütmek için yapılan müftülük seçiminde en fazla oyu alarak “Rusya Müslümanları Müftüsü” seçildi. Daha sonra, Ufa’da kurulan İç Rusya ve Sibirya Türk-Tatarları’nın Milli Mecli- sinde bulundu. Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmelerinden sonra da bir müddet görevine devam ederek, bu yıllarda Müslümanların haklarının korunması için çalışmalar yaptı. Osmanlı Devleti’nin Moskova elçisiyle çeşitli görüşmeler yaparak Rusya’daki Türklerle ilgilenmelerini sağlamaya çalıştı. Fakat faaliyetlerinden dolayı, bir müddet sonra Bolşeviklerce birkaç ay hapsedildi. O yıllarda Rusya’da ortaya çıkan kıtlık ve açlık yüzünden zor günler geçirdi. 1921 yılında Moskova’da vefat etti.
Aynı zamanda bir Nakşî şeyhi olan Alimcân Barudi Efendi, “Usûl-i Cedid” hareketinin eğitime uygulanmasında, yenilikçi fikirlerin Rusya Müslümanları arasında yayılmasında ve bu yolla Müslümanların şuurlanması, fikri ve kültürel seviyelerinin yük- seltilmesinde ilmî şahsiyetinin yanında, bilhassa tasavvufî kişiliği ile mühim tesirler icra etmiştir. Fakat “Cedidciler” safında yer almakla birlikte, İslâm birliğini zayıflatacağı inancıyla milliyet- çilik akımlarına; dini ve millî hayata zarar vereceği için batıcılık akımlarına taraftar olmamıştır. Yazdığı eserlerde ve mecmua- sında bu fikirleri savunmuştur. O zamanki kültür merkezleri olan İstanbul, Şam, Mekke, Medine ve Kahire’de bulunmuş ve buralardaki tanınmış ilim adamlarıyla görüşmüştür. Bir başka özelliği de ilim adamlarının faydalandığı çok zengin ve kıymetli yazmalara sahib özel bir kütüphane kurmuş olmasıdır.
Öğretimin Türkçe yapılması fikrinde olduğundan birçok ders kitabı yazmış ve bunlar devrin mekteplerinde okutulmuştur.
Bunlar arasında en önemlisi kabul edilen Maarif-i İslâmiyye adlı eseri, kaleme alındığı 1890 yılından başlayarak defalarca basılmış, Rusya Müslümanlarının uyanış hareketlerinde önemli tesirler yapmıştır. “Ed-Dîn vel-Edeb namında ayda iki merte- be neşredilir mecelle-i İslâmiyyedir.” başlığıyla 1906 yılında Kazan’da yayınlamaya başladığı ve kaydedildiğine göre 1917 yılına kadar yayınını sürdüren onbeş günlük mecmuası, devrin en uzun ömürlü neşir organlarından biri olduğu kadar, mutedil yenilikçi fikirlerin de temsilcisi durumundaydı.
Alimcân Barudî Efendi hakkındaki yazımızı bir talebesinin ifadeleriyle noktalıyoruz:
“Yumuşak, tatlı bir eda ve yavaş bir sesle konuşan; her so- ruyu düşünerek cevaplandıran, umumiyetle bir mütefekkir ve hâkim tavrıyle görünen, ağır başlı, ince yüzlü, orta boylu, nahîf bedenli bir kişiydi üstadımız... Gerçekten riyazî ve perhizkâr adam olduğu besbelliydi. Öte yandan -bir tüccarzâde olma- sından mıdır, nedir- bir batılı gibi hesaplı kitaplı bir âlimdi; dünyalıktan da elini ayağını çekmiş değildi. Çocuğu olmadığı için zürriyet bırakmadı ama, onun kültür ve terbiye alanında bıraktığı nurlu izler döl-döş aratmayacak ve unutulmayacak kadar ulvîdir.”
Rahmetullahi Aleyhim
Kaynaklar
A. Battal Taymas, Kazanlı Türk Meşhurlarından Alimcan Barudi, İstanbul 1958, s. 7-35.
TDV Ansiklopedisi, İstanbul 1989, c.2, s. 463-464. Doç. Dr. Mehmet Saray, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey, Ankara 1987, s. 61,94.
Sûfî ve Komiser-Rusya’da İslâm Tarikatları, A. Bennigsen, tercüme: O. Türer, Ankara 1988, s. 123.
Dr. İrfan Gündüz, Gümüşhanevî Ahmed Ziyaüddin ve Halidiyye Tarikatı, İstanbul 1984, s. 157-158.
• 299 •ÖZBEKİSTAN SEYAHATİ SONRASI ESAD HOCAEFENDİ’YE VERDİĞİ RAPOR
Muhterem Efendim,
26 Şubat 1994 – 11 Mart 1994 tarihleri arasında Özbekistan’a bir seyahat yapmış bulunuyorum. Seyahatimle ilgili müşahede ve kanaatlerim:
26 Şubat 1994 Cumartesi saat: 02.00’de Taşkent’e vardık. Ha- vaalanında 16 saat beklettiler. Herhangi bir davetle gitmediğim için otel parası olarak 30 günlük vize için 1050 dolar ödememi istediler. Uzun görüşmelerden sonra ucuz bir otelde kalmak üzere 13 gün için 223 dolar ödedikten sonra serbest bıraktılar. Dr. Selman Çınar kardeşimizin evinde misafir oldum. Ken- disi bir buçuk yıldır Taşkent’te bulunuyor. Bir yıldır o semtte oturuyormuş. Önceleri mahalleli soğuk davranmış. Sonradan hanımı kız öğrencilerle diyalog kurmuş. Onlara sûreleri, namaz kılmayı, Kur’an okumayı öğretmeye başlamış. Daha sonra erkek öğrenciler de gelmeye başlamışlar. Onlarla da Dr. Selman kardeşimiz ilgilenmiş. Evlerinin bir odasında kızları, bir odasında erkekleri okutmaya başlamışlar. Şu anda otuzdan fazla kız, otuzdan fazla erkek öğrenci var. Annelerinden ve babalarından da gelenler var. Ayrıca onlara videokasetler, dinî filmler de gösteriyorlar. Kur’an-ı Kerim kasetleri izlettirerek telaffuzlarını düzeltmeye çalışıyorlar.
Ramazan dolayısıyla teravih kılmak için bir aile evlerinin salonunu tahsis etmiş. Orada teravih namazlarını kıldık. Tale- belere sûre okuttuk, dini bilgiler vermeye çalıştık, ilâhi öğret- tik, zikir yaptırdık. Samimi bir hava içinde güzel bir Ramazan geçirmelerini sağlamaya çalıştık. Gündüz vakitleri camileri ziyaret ettik. Bazı imamlarla med- rese talebeleriyle sohbet ettik. Yapılabilecek vaaz ve sohbet çalışmaları hakkında tavsiyelerde bulunduk. Akşamları iftar için değişik yerlere, evlere, davetlere gittik. Bazen gece yarılarına kadar dinî konularda sohbet ettiğimiz oldu. Yazarlardan, okumuş kimselerden tanıdıklarım oldu. Dr. Selman kardeşimiz onlarla diyaloğu devam ettirecek.
Gelmeden iki gün önce mahallenin yöneticileri geldiler. Bizi köy odası gibi bir yere götürdüler. Orayı mescid yapmaya ka- rar vermişler. Orada yalnız öğrencilere değil yetişkinlere de dinî bilgileri öğretmesini istediler. Dr. Selman kardeşimiz de memnuniyetle kabul etti. Bayram ertesi orası faaliyete geçecek ve işten geldikten sonra akşamları onlara ders verecek.
a. Genel Durum
Ülkenin başında komünizm dönemindeki tek parti havasını devam ettiren muhalefete tahammülü olmayan, diktatör bir yönetim bulunuyor. Muhalefet liderleri takib ediliyor, sıkıştı- rılıyor, tutuklanıyor, yurt dışına kaçmak zorunda bırakılıyor. Basına sansür uygulanıyor.
Müslümanlar potansiyel tehlike olarak görülüyor. Tacikistan olayları örnek gösterilerek fundamentalistlerden, aşırı dinciler- den bahsediliyor. Türkiye Diyanet Vakfı’nın Taşkent’te cami yaptırmak istediği, fakat müsaade edilmediği söyleniyor.
Havaalanı girişinde kontrolleri askerler yapıyor. Onların da ekseriyetini Ruslar teşkil ediyor. Askeriyede ve istihbarat teşkilatında çoğunluğun Rus oluşu, Rusların hâkim bir sınıf olduğunu gösteriyor. Rusların halinden, davranışlarından bu hava seziliyor.
Resmî dairelerde, sokaklarda, çarşıda pazarda Rusça konu- şuluyor. Özellikle Ruslar, Özbekçe konuşmuyorlar.
İmamlar ve din görevlileri, daha çok cami cemaati ve sıradan insanlarla meşgul oluyorlar. Aydınlarla, okumuş kimselerle ve öğrencilerle pek diyalogları yok... Ayrıca, açıktan Vahhabiliği savunan imamlar bile var.
Müftü efendi rejimin bir adamı gibi görülüyor. Eski müftü ile kıyaslayarak yeteri kadar cesur olmadığını söylüyorlar.
b. Ekonomik Durum
Ekonomik sıkıntılar Gorbaçov zamanından beri devam edi -
yormuş. Müstakillikten sonra iyice artmış. “Som Kuponu” de- dikleri geçici bir para kullanılıyor. Vardığımızda bir dolar 12.000 som idi; iki hafta sonra 13.250 som oldu.
Maaşlar ortalama beşle on dolar arasında değişiyor. Su, elektrik, doğalgaz, telefon ve ulaşım ücretleri düşük tutularak; ekmek, süt, pirinç gibi temel ihtiyaç maddeleri ucuza temin edi- lerek halka yardımcı olunuyor. Bütün bunlara rağmen evlerde normal bir geçim için birden fazla kişinin çalışması veya ek iş yapılması gerekiyor.
Son yıllarda evler özelleştirilmiş. Kimisine parasız, kimisine düşük bir fiyata oturdukları evleri vermişler. Bazı Ruslar kendi ülkelerine döndükleri için, satılık evler her zaman bulunabiliyor. Geçen yıl 2.500 dolarken, bu yıl 5. 000 dolar ediyor.
Hükümet son zamanlarda içeriye mal girişini tamamen serbest bırakmış. Fakat dışarıya mal çıkarmak yasaklanmış. Ancak devletin izniyle ve uzun muamelelerden sonra mal ih- racı yapılabiliyormuş. Halktan pek çok kişi küçük çapta bavul ticareti yapıyor.
Devlet mağazalarının içinde, yanında özel mağazalar ve reyonlar açılmış. Fiyatlar, halkın alım gücüne göre oldukça yüksek... Satılan malların kalitesi düşük ve miktarı az... Bazıları yalnız dolarla alışveriş yapıyor.
“Çarsu” dedikleri açık bir pazar yeri var. Her gün kuruluyor.
Türkiye’deki herhangi bir semt pazarından daha az mal var. Daha çok Çin’den getirilen ucuz mallar görülüyor. Türkiye’den gelen bazı Ülker mamülleri ve iç çamaşırları gördük.
Geçen yıl hırsızlık olayları çok fazla imiş. Son zamanlarda biraz azalmış. Resmi dairelerde rüşvetsiz iş yapmak mümkün değil diyorlar.
Halk hep eski günleri arıyor. En çok söyledikleri: “İlgeri arzan idi, üç tiyin turardı; hâzır kımmet bolib ketti - Eskiden ucuzdu, üç kuruş ederdi; şimdi pahalılaşıp gitti.” Yaşlılar ka- ramsar, gençler ümitli... Önümüzdeki 3-5 yıl içinde ekonomik durumun düzeleceğine inanıyorlar.
c. İslâmî Çalışmalar
Taşkent’in nüfusu iki buçuk milyon olduğu halde toplam 150 mescid bulunuyor. Bunların 90’ında cuma namazı kılınıyor, diğerleri küçük mescid... Yüksek binaların olduğu, Ruslarla Özbeklerin karışık olarak yaşadığı yerlerde mescidler açılması gerekiyor.
Hutbeler Arapça okunuyor. Hocaların çoğunun ve cemaatin nerdeyse tamamının kıraatleri çok bozuk...
Medreselerde eski usulde, ezbere dayalı bir eğitim var. İmam- hatip okullarına ve İlahiyat Fakültelerine ihtiyaç var.
Kâğıt sıkıntısı olduğu için dinî kitapların basılmasında da sıkıntılar var. Kur’an-ı Kerim’in Özbekçe meali basılmış. Tir- mizî’den ve Buhari’den hadisler yayınlanmış. Kitap satış yer- lerinde Nakşibendilikle ilgili kitaplar ve namaz hocası türünde eserler de görülüyor.
Taşkent’te sokakta Ramazan olduğu pek anlaşılmıyor. Fakat Fergana vadisinde oruç tutanların %80’e vardığı söyleniyor.
Türkiye’den giden kimselerin açtığı kolejlere çok itibar edi- liyor. Orda okuyan çocukların dini bakımdan ailelerini de et- kiledikleri görülüyor. Zamanla güzel gelişmelere sebep olaca- ğını söyleyebiliriz. Fakat yönetimin tavrı değişebilir diye, okul yöneticileri her zaman tedirgin bir vaziyetteler.
Zaman Özbekistan gazetesi, halkı uyarmak ve İslâm’ı teb- liğ etmek bakımından hayırlı hizmetler görüyor. Fakat siyasi haberlerde sıkı bir sansürden geçiriliyor. Rusya aleyhinde, Er- meniler aleyhinde ve Yahudiler aleyhinde yazı yayınlanmasına izin verilmediğini söylediler.
Nurculardan bir grubun (Kurdoğlu Cemaati) ev çalışmaları var. Onlar da bizim Dr. Selman Çınar arkadaşımız gibi mahalle- nin gençleriyle ilgileniyorlar. Mescid açtırıyorlar. Kendileri evli olmadıkları için kız öğrencileri Dr. Selman Çınar kardeşimizin hanımına gönderiyorlar.
Türkiye’den gidenler arasında bir diyalog ve samimiyet var.
d. Yapılabilecek Çalışmalar
1. Başta Taşkent, Semerkant, Buhara şehirleri olmak üzere her şehirde evler açılmalı (satın alınmalı veya kiralanmalı), bu evlere orda herhangi bir üniversitede çeşitli alanlarda (edebiyat, tarih, tıp vs.) doktora veya ihtisas yapacak kimseler gönderilmeli!..
Bu kimseler genç, yeni evli, kendisi ve hanımı en az imam- hatip mezunu olmalı... Bulundukları mahallede kızlara, erkek- lere, mahalleliye yönelik tebliğ ve eğitim faaliyetleri yapmalı... İhtisas yaptıkları okullarda aydınlara yönelik tebliğ çalışmaları yapmalı...
Böyle bir aileye ayda yüz dolar gönderilse, normal geçim- lerini sağlayabilirler (Eğer ev kira ise ayrıca 50-100 dolar da ev kirası göndermek gerekir.)
2. Orada ilgilenilmiş, diyalog kurulmuş gazeteci, yazar ve aydınlardan uygun olanlar Türkiye’ye davet edilmeli, bir hafta - on gün misafir edilmeli, yapılan faaliyetler gösterilmeli; benzer faaliyetleri orda da yapmaları sağlanmalı...
3. Türkiye’de okuyan Özbek öğrencilerle yakından ilgilenil- meli!.. Onların kalması için evler açılmalı, evlere alınmalı!.. Üç yıl sonra ülkelerine geri döndükleri zaman, İslâmî bir şuura sahip, iyi yetişmiş insanlar olarak dönmeleri sağlanmalı!..
Bu çalışmayı en kolay, en verimli ve en ekonomik çalışma
olarak görüyorum. Çünkü Özbekistan’da müsbet bir gelişme olacaksa, ancak buradan gidecek Özbek öğrencilerle yapılabi- leceğine inanıyorum.
Arz ederim Efendim.
Dr. Metin ERKAYA
24 art 1994
• 305 •ANADOLU’DA ERMENİ İSYANLARI1
Abdüllatîf DUYGULU (Dr. Metin ERKAYA)
Her yıl nisan ayı gelince, Ermeniler geniş propagandalarla soykırım iddialarında bulunurlar. Pek çok ülkede destekleyici birtakım kararlar alınmaktadır. Bu konuda maalesef yetkililer ve kamuoyu bilinçsizdir. Ermeniler ve yaptıkları hakkında kı- saca tarihe bir göz atmak ve birkaç çarpıcı örnekle meselenin hakîkatını okuyucularımıza arz etmek istiyoruz. Daha geniş bilgi için mutlaka kitaplara müracaat edilmelidir.
A. Ermeniler Hakkında Genel Bilgi
Osmanlılar döneminde Ermeniler Adana’dan Kafkaslara kadar uzanan bir bölgede dağınık olarak ve azınlık olarak yaşıyorlardı. Kendilerinin Nuh AS’ın oğlu Ya’fes’in oğlu Hayk’ın soyundan geldiklerine ve bölgenin yerli halkı olduklarına inanıyorlardı. Tarihî belgeler ise onların M.Ö. 6. Yüzyıl’da Balkanlardan bölgeye geldiklerini, Trak-Frig kökenli olduklarını gösteriyor.
Ermeniler M. Ö. 521 yılından itibaren İranlıların, M. Ö. 331 yılından sonra Makedonya’nın, M. Ö. 66 yılından sonra Ro- malıların egemenliği altında yaşamışlardır. Zaman zaman el değiştiren bölge 642 yılında Emevilerin yönetimine geçmiştir. 970’te tekrar Bizanslıların eline geçen bölge 1071 tarihinden 1 Son Uyarı Gazetesi, Haziran (1998).
itibaren Selçuklular tarafından ele geçirilmiştir. Selçuklulardan sonra İlhanlıların, Akkoyunluların, daha sonra da Osmanlıların yönetimine girmişlerdir. (1473 - 1555) Osmanlı devleti yıkılın- caya kadar da azınlık statüsünde yaşamışlardır.
Osmanlı devleti yönetimi altındaki Asya topraklarının hiçbir bölümünde Ermeni yoğunluğu olmadığı için, hiçbir yer Ermenis- tan adıyla isimlendirilmemiştir. Birinci Dünya Savaşından önce Anadolu bölgesinde, 1.193.394 Ermeni yaşıyordu. Bu toplam nüfusun %7’si civarındaydı. Ermenilerin en kalabalık olduğu Bitlis ilinde bile, toplam nüfusa oranları %25’i geçmiyordu.
Bugün Türkiye’de 1960 sayımına göre Ermenice konuşan halkın toplamı 53.173’tür. Bunun 41.311’i İstanbul’da, 11.862’si diğer illerde bulunmaktadır.2
Ermenilerin Ermenice denilen bir dili vardı ve bu dil çok gelişmemişti. Soylular ve şehirliler, idaresi altında bulundukları milletin dilini konuşurlardı. Hattâ Osmanlı yönetiminde iken 18. Asır ortalarına kadar Türkçeden başka dil konuşmazlardı. Kilisede bile İncil’in Türkçesi okunurdu. Kültürlerinde, folklör ve edebiyatlarında Türklerin geniş tesiri vardı.
Ermeniler de ilk zamanlarda İranlılar gibi ateşperest idiler; aya, güneşe, yanardağlara taparlardı. 301 yılında Kirkor Lusaroviç
denilen bir rahibin çalışmalarıyla hristiyan oldular. Hristiyan olunca, Kirkoriye (Gregorien) ismiyle kendilerine mahsus bir kilise kurdular. İnaçları ve ibadetleri katolik ve ortodokslar- dan farklıydı. Kiliseye yalnız erkekler devam ediyordu. Dînî liderlerine katagigos deniliyordu. En büyük dînî liderleri Eri- van yakınındaki Eçmiyazin’de bulunuyordu. Fatih İstanbul’u fethettikten sonra 1461 yılında, Bursa’daki Ermeni dînî lideri Hovakim’i İstanbul’a getirtti. Yayınladığı bir fermanla Ermeni Patrikhanesini kurarak, onu ilk patrik ilân etti.
İranlılar Ermenileri tekrar ateşperest yapmak için, Bizanslılar da kendi mezheplerine çevirmek, ortodoks yapmak için çeşitli 2 Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, Halil Metin, M. Eğitim Yayını, İstanbul 1997, s. 16.
baskılar yaparlardı. Müslümanların idaresi altında, yâni Emevî, Abbasî, Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Ermeniler serbestçe dînî faaliyetlerini yapabildiler. Askerlikten muaf oldukları için sanat, ticaret ve tarımla uğraştılar. Her bakımdan mutlu ve müreffeh bir hayat yaşıyorlardı.
İkinci Viyana bozgunundan sonra (1683) Osmanlı devle- ti gerileme sürecine girince, devleti yıkmak için batılı büyük devletler planlar hazırladılar, iç işlerine karışmaya başladılar. Azınlıkları devlete karşı ayaklandırmak için çeşitli çalışmalar yaptılar. Başta Rusya olmak üzere, İngiltere, Fransa ve ABD, konsoloslukları vasıtasıyla, açtıkları kolejler vasıtasıyla, Erme- niler arasında milliyetçilik ve ayrılık fikirlerinin gelişmesini sağladılar. Tanzimat ve ıslahat fermanlarıyla azınlıklara tanınan haklar, Ermenileri iyice şımarttı.
1877-1878 Osmanlı Rus savaşı kaybedilip Ayastefanos ant- laşması imzalanırken, Ruslarla görüştüler. Daha sonra 1878’de Berlin konferansında Doğu Anadolu’da Ermeni azınlığın olduğu bölgelerde ıslahat yapılacaktır diye bir madde konulmasını sağladılar.
Devletin zayıf zamanlarında çeşitli isyanlar çıkartarak yaban- cı devletlerin müdahalesini beklediler. Böylece Balkan ülkeleri gibi bağımsızlıklarını kazanacaklarını, müstakil bir Ermenistan kuracaklarını umuyorlardı.
B. Ermenilerin Örgütlenmesi
Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenilerin ilk ulusal hareket- leri 1860 yılında kurulan derneklerle başlamıştır. Bu dernekler zamanla dış yardım ve kışkırtmalarla, Ermenileri devlete karşı ayaklandıran komiteler haline gelmiştir. Ermeni kiliseleri ve Erme- ni okulları ihtilalci fikirlerin aşılandığı en önemli merkezlerdir.
a. Dernekler
1860’ta Adana’da Hayırsever Cemiyeti, arkasından Fedâkârlar Derneği kuruldu. 1870 - 1880 tarihleri arasında Van’da Araratlı,
Muş’ta Okulu Sevenler, Doğulu ve Klikya dernekleri kuruldu. 1880 tarihinde bu dört dernek birleşerek Ermenilerin Birleşik Derneği adını almışlardır. 1876’da Ermenistan’a Doğru Derneği, 1879’da Milliyetçi Kadınlar Derneği, 1880’de Erzurum’da Silah- lılar Derneği, Kafkasya’da Genç Ermenistan Derneği, 1872’de Van’da İttihat ve Halâs Derneği, 1882’de yine Van’da Karahaç Derneği kuruldu. Bu derneğin amacı gerekli yerlerde isyanlar çıkartmak ve gençleri silahlandırmaktı.
1881’de Erzurum’da kurulan Müdâfi Vatandaşlar Derneği, daha sonra büyüdü, çeteler kurdu, dört yüzden fazla usta çeteci yetiştirip komutanlar atadı. Bunları düzenli silahlı eğitime tabi tutup, silâh ve cephane depoları kurdu.
b. Komiteler
1. Hınçak (Çan) Komitesi: 1887’de İsviçre’de Kafkasyalı Ermeni- ler tarafından kurulmuştur. Amacı Türkiye Ermenistanı’nı kurmak, daha sonra Rus ve İran Ermenistanlarıyla birleşerek bağımsız bir Ermenistan yaratmaktı. Sosyalizmi benimsemişlerdi.
2. Taşnaksutyun Komitesi (Ermeni İhtilâl Cemiyetleri Birliği): 1890’da Kafkasya’da kuruldu. Amacı Ermeni örgütlerini birleştir- mek, Türkiye’ye geçen çetelere yardım etmek, isyanlar çıkartmak suretiyle Türkiye Ermenistanı için siyasî ve iktisâdî özgürlük elde etmekti. Nasyonal-sosyalizmi benimsemişlerdi.
Komitenin örgütüne verdiği emir şu idi:
“—Türk’ü, Kürd’ü her yerde, her türlü koşullar altında vur! Mürtecileri, ahdinden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al!”3
C. 1908 Öncesi Ayaklanmalar
Ermeni komiteleri Ermeni zenginlerinden ağır tehditlerle büyük paralar sızdırdılar. Doğu Anadolu’da komitenin emir- lerini dinlemeyen yüzlerce Ermeni öldürdüler. Türk ve Kürt 3 Türkiye’nin S. T. E. ve E. O. s. 87-93.
köylerini de basıp yağmalamaya başladılar. Türkleri ve Kürt- leri yurtlarını bırakıp gitmeye mecbur etmek için, akıl almaz işkencelerle öldürüyorlardı.
Anadolu’da yer yer çıkan küçük Ermeni isyanları hızla bastı- rıldı. Büyük isyanlarda Avrupa ülkeleri konsolosları vasıtasıyla müdahale ettiler. Yurt dışındaki komiteciler Avrupa ve Amerika gazetelerinde Türklerin hristiyanları doğradığını iddia ederek amansız bir propagandaya giriştiler.
Sultan Abdülhamid bölgedeki Müslüman halkın can güven- liğini sağlamak için, Hamidiye Alayları denilen süvari birlikleri teşkil ettirdi. Bunların subayları bölgedeki aşiretlerin ileri ge- lenlerinden seçiliyordu.4
Bu ayaklanmalardan önemlileri:
1. Sivas Ayaklanması (11 Ekim 1881)2. Erzurum Olayı (20 Haziran 1890)3. İstanbul’da Kumkapı Ayaklanması (15 Temmuz 1890)
4. Yozgat Olayı (Ekim 1893)5. Tokat Olayı (Ağustos 1894)6. Birinci Sason İsyanı (Haziran 1893- Ağustos 1894)
7. İstanbul’da Bâb-ı Âli Baskını (18 Eylül 1895)
8. 1895 - 1896 ayaklanmalar ı: Bu iki yı l içinde Ermeniler Anadolu’nun çeş itli yerlerinde ayaklanmalar yapt ılar. Bunları n başlıcaları ; Geyve, Yozgat, Kayseri, Develi, Diyarbak ır, Siverek, Harput, Malatya, Arapgir, Ad ıyaman, Maraş , Urfa, Antep, Sivas, Niksar, Divri ği, Merzifon, Amasya, Trabzon, Gümü şhane, Bitlis, Muş, Erzincan, Bayburt, Erzurum, Hınıs ayaklanmalarıdır.
9. Adana Olayları (Ekim 1895 - Mart 1896)10. Zeytun İsyanı (Temmuz 1895 - Ocak 1896)11. Van İsyanı (Ekim 1895 - Ekim 1896)12. Osmanlı Bankası Baskını (14 Ağustos 1896)13. İkinci Sason İsyanı (1898 - 1904)
4 Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7, s. 180-181.
14. Sultan Abdülhamid’e Suikast Girişimi, Bomba Olayı (21 Temmuz 1905)
BİTLİS AYAKLANMASI (Ekim 1895)
Bitlis Ermenilerini Diyarbakır, Erzurum ve Van komiteleri ihtilâl ve isyana sürüklemişlerdir.
Bitlis’teki Amerikan kolejinin de ihtilali tahrik ve teşvikte önemli yeri vardır. Bu koleji Bitlis’ten Amerika’ya gitmiş bir Ermeni açmıştır. Bitlis Koleji bu Amerikalının Bitlis’te doğmuş ve çocukluğunu orada geçirmiş olan oğlu Corc’un idaresinde- dir. Bitlis’e on beş-yirmi saat uzaktaki köylerden gelen Ermeni çocukları burada yatılı olarak okumaktadırlar. Misyoner Corc, Ermeni çocuklarının kafalarını hükümet aleyhine ihtilâl ve isyan düşünceleriyle doldurup köylerine göndermektedir. Buradan mezun olanlar yakınlarına ve komşularına da ihtilâl ve isyan fikrini aşılamışlar, Ermenileri bağımsızlık hayaline sürüklemiş, Osmanlı Devleti ve Türk milletine düşman etmişlerdir.
Misyoner Corc ile piskopos vekili Ermenilerin ileri gelenlerine, onlar da Ermeni halkına Hınçak komitesinin programını telkin ederek ayaklanma düşüncesini zihinlerine yerleştirdikten sonra, fedâî kaydına başlamışlardır. Bundan sonra her taraftan fedâîler Bitlis’e dolmuşlar, hayalî vaatlerle cesaretlenmişler, devlet me- muru Ermeniler istifa edip vazifelerinden ayrılmışlardır.
Ermeni esnafına gelince, alış-veriş için dükkânlarına gelen Müslümanlara; “Şu belindeki bıçağı ne taşıyorsun? Birkaç güne kadar hükmü kalmayacaktır.” gibi hükümete sadakat, itaat ve tabiiyete aykırı küstahlıklara başlamışlardır.
Gümüşhane olayının çıktığı 13 Ekim 1895 Cuma günü, Müs- lümanlar camilerde hutbe dinlerlerken, protestan kolejindeki kilise çanının ilk kez çalınmasında, Ermenilerin ileri gelenleri görünürlerden çekilip şuraya buraya gizlenmişler; ikinci defa çan çalınmasında, bütün Ermeniler dükkânlarını kapamışlar, eşyalarını öteye beriye dökerek yangın çıkarmaya kalkışmışlar;
bir taraftan da evlerine gidip silahlarını alarak camilerin kapı- larına doğru ilerlemeye başlamışlardır.
Bu sırada, Ermenilerin her taraftan birden hücuma geçme- lerinin işareti olan kilisenin çanlarını üçüncü kez çalmasından önce pencerelerden durumu gören İslâm kadınları çocuklarını camilere göndermişler, Ermenilerin hücuma geçmek üzere ol- dukları haberini vermişlerdir. Bu haber üzerine Müslümanlar hutbenin bitmesini beklemeden dışarı fırlamışlardır. Camilerden dışarı çıkan İslâmlar, Ermenileri kapı önünde silahlı ve hücuma hazır görünce, çatışma başlamıştır.
Ermenilerin silah kullanmaktaki korkaklığı, Müslümanların ise; iyi silah kullanmaları sonucu, Ermenilerin tasarladıklarını yapmalarına imkân bırakılmamıştır. Müslümanlar böyle bir du- rumla karşılaşacaklarını akıllarına getirmediklerinden yanlarında bıçak ve deynekten başka silah olmadığı halde çarpışmışlardır. Memurlar, komutan ve askerlerin aldıkları ciddi tedbirlerle ayak- lanma ancak iki saat sürmüştür. Bu kargaşalıkta İslâmlardan 38 ölü 135 yaralı, Ermenilerden de 136 ölü 40 yaralı olmuştur.
Bitlis’teki olay çevreye de sıçramış, Bitlis’in kaza ve köylerin- de de ayaklanmalar olmuştur. Bu ayaklanmalarda İslâmlardan 86 ölü 38 yaralı, Ermenilerden 171 ölü 49 yaralı olduğu alınan tahkikat raporlarından anlaşılmıştır.
Ermeni ayaklanmasının bastırılması elbette hükümetin va- zifesidir. İslâmların bu işe karışmasının sebebi, Ermenilerin olaydan önce tenhalarda rast geldikleri İslâmları öldürmele- ri, Müslüman kızlarını kaçırıp ırzlarına tecavüz etmeleri; en sonunda Müslümanlar Cuma namazı kılmak için camilerde toplandıkları bir sırada tecavüze kalkışmaları; ve nihayet zühd ve takvâsıyla İslâmların büyük saygı duydukları Şeyh Haydar Efendi’nin Ermeniler tarafından korkunç bir şekilde, vahşice şehid edilmesi, bardağı taşıran son damla olmuş; İslâmları nefis müdafaasına zorlamıştır.5
5 Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Mehmet Hocaoğlu, İstanbul 1976, s. 275-
D. İkinci Meşrutiyetten sonra ayaklanmalar
Meşrutiyetin ilanıyla (1908) herkeste bir hürriyet sarhoşluğu görüldü. Gazeteler eski idarenin kötülüklerini, hürriyetin nimet- lerini sayıp dökerken her köşe başında bir hatip türemişti. Tek kelime ile ağızdan çıkanı kulak işitmiyordu. Bu hengâmeden faydalanan Ermeni siyâsî suçluları, mahkûmları, kaçakçıları İstanbul’a doldular. Şapkaları, kelebek kravatları, Rus lehçesiyle konuştukları Ermeniceleriyle dikkati çekiyorlardı.
Meşrutiyetin ilanıyla, komitelerin artık ihtilalci siyasetlerini bir tarafa bırakarak meşrutiyete yardımcı olmaları, memleke- tin iktisâdî ve medenî gelişmesi için çalışmaları gerekiyordu. Komiteler görünüşte buna karar verdiler.
İttihatçılar Ermenilerin yalanlarına aldandılar, devletin yüksek mevkilerine birçok Ermeni aydını getirdiler. Bayram ve merasim- lerde en önde, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli kişilerinin yanında bulundular. Şişli mezarlığında sözüm ona meşrutiyet uğruna ölen Ermeni fedaileri adına düzenlenen törende İttihat Ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleri de bulunuyordu. Türk ve İslâm düşmanı kanlı katil Patrik Matyos İzmirliyan sürgünde bulundu- ğu Kudüs’ten İstanbul’a gelirken, İttihatçılar tarafından karşılandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti Ermeni cemiyetlerini himayesine aldı. Bu cemiyetler adına müsamere ve konserler verildi.
En önemli yerler, Rusya’dan kovulmuş, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden İstanbul’a gelmiş vatansız, milliyetsiz alçaklar ta- rafından işgal edilmişti. Bu sözde diplomatlar, içlerindekini açığa vurarak Osmanlı devletini devlet olarak tanımayacaklarını ilan ediyorlardı. Taşnak, Hınçak ve diğer komiteler yeniden örgütlenmeye, şubeler açmaya başladılar. İstanbul’daki Ermeni basınında Türk-İslâm düşmanlığını körükleyen yazılar birbirini takip etmeye başladı.6
276.
6 Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 478 - 480.
ADANA AYAKLANMASI (14 Nisan 1909):
Adana piskoposu Muşeg, büyük devletlerin dikkatini çekmek ve Türkiye’den bir Ermenistan devleti koparabilmek için aylarca hazırlanmış, binlerce Ermeniyi silahlandırmıştı. Piskopos isyan emrini, Osmanlı Devleti’nin en nazik anında, 31 Mart ihtilalinin ertesi günü, 14 Nisan 1909’da verdi. Adana, Tarsus, Erzin, Misis, Dörtyol, Bahçecik ve diğer kazalardaki Ermeniler ayaklanarak zayıf buldukları Türk evlerine dalıp, ırza, mala ve cana saldırma- ğa başladılar. Üç günde Adana ve çevresi altüst oldu. Ermeniler beşikteki Türk çocuklarını bile öldürüyor, hazırlıksız olan asker ve polis karşı koyamıyordu. İsyana bizzat Türk halkı karşı koydu, nefsini savundu; Ermenilere yıllarca unutamayacakları bir ders verdi. Piskopos Muşeg Mısır’a kaçtı.
Ayaklanmanın sonunda harb divanı kuruldu. Uzun tahkikat ve muhakemeler sonucunda 9 Türk, 6 Ermeni idama mahkûm edildi.
Ermeniler durumu Avrupa basınına Türklerin zulüm ve barbarlığı şeklinde aksettirdiler. Tamamen vahşî, yüksek kültür ve medeniyetten külliyyen mahrum, musiki, şiir, yemek gibi en ibtidâî ihtiyaçlarını Türk kültüründen aynen iktibas eden bir kavim olan Ermeniler, Avrupa ve Amerika basınında mazlum olarak ilan edildi.
Sultan Abdülhamid’i devirdikleri için Avrupa basınında al- kışlanan İttihatçılar, telaşa düştüler. Avrupa’ya şirin görünmek için meşrû müdafaa halinde olan Türkleri rastgele asıp kestiler. Bu sırada Adana valisi olan meşhur Cemal Paşa, (o zaman Kur- may Albay Cemal Bey) yeniden harp divanı kurdurdu. Adana şehrinde 30 Müslümanı, Erzin kasabasında 17 Müslümanı idam ettirdi. İdam edilenler arasında Adana’nın en eski ve zengin ailelerine mensup gençler olduğu gibi, bölgede pek büyük bir nüfuza sahip olan Bahçe müftüsü de vardı. Ermenilerden ise yalnız bir kişiyi idam ettirdi.7
7 Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7, s. 227.
E. Birinci Dünya Savaşında Ermeni Olayları
Daha Osmanlı hükümeti Ruslarla savaşa girmeden önce, Kafkasya’da hazırlıklar başlamıştı. Her taraftan Ermeni gönüllüle- ri Rus ordusuna, Türkiye’ye karşı savaşacak çetelere, intikam alay- larına girmek üzere Kafkasya’ya, Tiflis’e doluşuyordu. Osmanlı meclisinde Erzurum milletvekili olan Karakin Pastırmacıyan, komite tarafından örgüt için Kafkasya’ya gönderildi. Ermeniler bölgeyi iyi tanıyorlardı. Rusların da bunlara ihtiyacı vardı.
Uzlaşma devletleri Ermenilere büyük umutlar bağlamışlardı. Öteden beri siyasi çıkarlarına alet ettikleri bu topluluğu Osmanlı devletine karşı kullandılar. Rus, Fransız ve İngiliz konsolosları bulundukları yerlerde, Çarlık Genel Valisi de Tiflis’te komite başkanlarına gerekli emri verdiler. Ermeni komitelerine elle- rinden gelen yardımı yaparak Ermenileri cepheye sürdükleri gibi, bol miktarda para ve cephane vererek içeride de isyanlar çıkarttılar.
Osmanlı Devleti pek az bir zaman önce Balkan Savaşı gibi bir yenilgiden çıkmıştı (1913). Dünya savaşının patlamasıyla, yaşa- mı ve geleceği söz konusu olmaya başladı. Bu nedenle seferber- lik ilan etti. Ermenilerden askere alınanlar, silahlarıyla birlikte düşman saflarına kaçarken, ülkede yaşayanlar da Türk devletini yıkmak için yer yer silahlı ayaklanmalara kalkıştılar.8
Bu ayaklanmaların başlıcaları:1. Zeytun Olayları
2. Kayseri Olayları3. Bitlis ve Muş Olayları4. Erzurum ve Erzincan Olayları5. Elâzığ (Harput) Olayları
6. Yozgat Olayları7. Sivas Olayları8. Adana Olayları9. Trabzon ve Samsun Olayları
8 Türkiye’nin S. T. E. ve E. O. s. 129-131.
10. İzmit ve Adapazarı Olayları
11. Urfa Olayları
12. Van İsyanı
MUŞ’TA ERMENİ ZULMÜ
Muş ahalisinden Mehmet Resul’un yeminli ifadesi:
Ben asker olarak harpte bulunuyordum. Aldığım yaradan ötürü Bitlis’e doğru çekilen birliği takip edemediğim gibi, yaralı ve sakat üç erle birlikte geri kaldık. Az sonra Rus kazaklarının öncüleri olan Ermeniler yanımıza geldiler. Arkadaşlarımızdan Harputlu Hüseyin adındaki erin gözlerini çıkararak, “Kalk bak, Türk askeri geliyor mu?” dediler. Sonra zavallıyı kurşunlayarak şehid ettiler.
Diğer erin sağ yanından derisinin bir kısmını yüzerek çan- ta şekline koydular. Bu Zavallıya da, “Elini sok, bu çantada padişahınızın parası var mı?” diye işkenceye başladılar, sonra şehid ettiler.
Üçüncü arkadaşımızı yere yatırıp tenâsül aletini kestiler; sonra ağzına koyarak, “Bu boruyu çal, size Osmanlı askerinden yardıma gelsin!” yollu hakaretlerden sonra, onu da şehid ettiler. Artık sıra bana gelmişti. Bu alçaklıkları yapanlar bana yabancı gelmiyorlardı. Yüzlerine baktım, içlerinden üçünü tanıdım. Bunlardan birisi Muş Ermenilerinden ve Çıkar mahallesinden Keşiş oğlu Aram. İkincisi yine Muş’un Yaş mahallesinden Bağ- dasar Körük oğlu Alkesam, üçüncüsü yine aynı mahalleden Avukat Herant Efendi oğlu Herant idi.
Bunlar beni bir dereye götürdüler. Yaktıkları ateşte tüfekle- rini, şişlerini güzelce kızdırdıktan sonra yirmi dört yerimden dağladılar. Yalvarmalarıma, bağırıp çağırmalarıma, sızlanma- larıma asla kulak vermiyorlardı. O sırada birkaç Rus askeri yetişti. Bunlardan birisi beni ölümden kurtardı. Bu asker gizlice kulağıma Rusya’daki Müslümanlardan olduğunu söyledi.
Artık Rus, Kazak ve Ermeni çeteleriyle birlikte Bitlis’e doğru yola çıktık. Yolda kaçak kafilelerine, ordunun arkasından göçen
zavallılara rastladık. Ermeniler, bu müdafaasız kadın ve çocuklarla, zavallı ihtiyarlara şiddetle saldırıyor, yürekler parçalayıcı, insanlık dışı vahşilikle zavallıları katlediyorlardı. İçlerinden Muş’un Ziyaret köyü ahalisinden olduğunu tanıdığım bir Ermeni ile altı arkadaşı, altı Müslüman kızını getirdiler. Bunları rükûa varacak şekilde çırıl- çıplak durdurdular, sonra iffetlerini kirletmeye başladılar. Bir taraf- tan bu çirkin ve insanlık dışı işi yapıyorlar, bir taraftan da “Bundan sonra Müslümanlara böyle namaz kıldıracağız!” diyorlardı.
Biz oradan ayrıldık, Tel köyüne vardık. Orada üç gün kaldık. Bu üç günde evvelce beni kurtarmış Tatar Abdülmelik ekmek verdi. Üçüncü gün, artık yardım edemeyeceğini, zira bir Müs- lümanı himaye ettiği anlaşılırsa şiddetli ceza göreceğini söyledi. Bu sebeple başımın çaresine bakmam lâzım geldiğini anlattı.
Gecenin karanlığından faydalanarak oradan kaçtım. Şafak sökerken Kızanan köyünün karşısındaki tepeye yetiştim. Köy- den feryad ve figanlar işitiliyordu. Ermeni çeteleri bir taraftan köyü ateşe vermişler, diğer taraftan katliâma girişmişlerdi. Ora- dan da kaçtım. Birçok tehlikeler atlattıktan sonra muhacirlerle birlikte geri çekildik.
9
VAN’DA ERMENİ ZULMÜ
Van jandarma alay komutanının Raporu:
Çarıksır köyünde bir çocuğun kuzu gibi kızartılarak bir sün- gü üzerinde direğe iliştirildiğini birçokları yeminle söylemişler cesedin kalıntılarını göstermişlerdir. Ahorik ve Avzerik köyleri arasında elleri bağlı ve karınlarına sokulmuş tenasül aletleri ke- silerek ağızlarına sokulmuş dört Türkün cesedi bulunmuştur.
Kavlık Köyünde 7 yaşındaki Fatma ve 5 yaşındaki Gülnar adlarında iki kız çocuğunun iki taraftan kirletilmiş oldukları, ve bu kötü hareketin sonucu, her ikisinin de sakat kaldıkları görülmüştür. Bugün bu zavallılar Ermeni mezaliminin canlı bir timsali olarak yaşamaktadır. Yine bu köyde 70 yaşından fazla 9 Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 720-721.
Ali adında bir ihtiyarın, çene kemiklerini süngülerle kırarak, kesip ağzına koymuşlardır. Bunu Van’ı geri alan Türk ordusu- nun ileri gelen subayları gözleriyle görmüşlerdir.
Ahtoci Köyünde Kemo adındaki şahsın Zeliha isimli eşi tandır başında ekmek pişirirken, Ermeniler Zeliha’nın altı aylık çocuğunu ateşe atarak pişirmişler, zorla annesine yedirmek iste- mişler; zavallı annenin reddetmesi üzerine, kadının bir bacağını ateşe sokarak yakmışlardır. Bugün bu zavallı kadın yaşıyor. Gördüğü bu korkunç zulmü anlatırken yürekler tırmalayıcı feryat ediyor. Bu zavallı kadının hikâye ve feryadına katılmamak için taş veya demirden yürek gerekiyor.
Yine bu köyde Ermeniler birçok Türk çocuğunu tezek yığın- ları arasına koyduktan sonra tezekleri ateşlemişler; bu zavallı masum yavruları diri diri yakmışlardır ki, durum yerinde ya- pılan inceleme sonucu kalıntılardan anlaşılmıştır.10
ESMA NİNE ANLATIYOR
Molla Kasım köyünden 95 yaşındaki Esma Hanım yaşadığı faciayı hafızasında kalan kırıntılarla şöyle anlatıyor:
Ermeniler, Molla Kasım köyünü yerle bir ettikten sonra Zeve’ ye gittim. Zeve çayını geçemedim, beni atla gelip aldılar. Zeve’de toplu halde bulunan kadınların tamamını Ermeniler bir dama koyduktan sonra, yere oturulmasın diye su ile doldurdular. Yarı belimize kadar su içinde kaldık. Sonra erkekleri ayırıp götürdüler. Onları başka bir damda diri diri yakmışlar. Ermeniler, 15 yaşın- dan küçük çocukları da bir tarafa ayırdıktan sonra süngüleyerek katlettiler. Kadınları da gruplar halinde Van’a götürdüler.
Bir çocuğumu, gözümün önünde koyun boğazlar gibi boğaz- ladılar. Bir Ermeni, komşumuz Firdevs hanımın oğlunu ayağının altına alıp, iki bacağından ayırarak iki parça edip şehid etti. Ermeniler o kadar çok Müslüman boğazladılar ki, akan kanlar 10 Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 723.
koskoca tandırları doldurdu. En son Rus ordusunda vazifeli bir Tatar bu korkunç faciaya son verdi.
Ermeniler, esir ettikleri Müslüman kadınları iki sıra halinde aralarına alıp türkü söyleyerek, tef çalarak götürüyorlar; ikide bir, “Korkmayın sizi Van valisi Cevdet Paşa’ya götürüyoruz Cevdet paşa size pilâv ikram edecek!” diyorlardı. Sonra koro halinde: “Cevdet Paşa et temâşa / Gelinlerin oldu matuşka! (fahişe demek)” diyorlardı.
Molla Kasım köyünden Şeyh Selim Efendinin gözlerini oyduk- tan sonra şehid ettiler. Gene Molla Kasım köyünden Müslim am- cayı öldürdükten sonra, cesedini namaz kılıyor gibi bir duruma soktular, İslâmın dini ve imânına küfür ettiler, alaya aldılar.
Ermeniler, bir taraftan erkekleri öldürüyorlar, sonra da: “Kork -
mayın, size bir şey yok! Onları Rusya’ya para kazanmaya gönde- riyoruz.” yalanını gözümüzün içine bakarak söylü yorlardı.11
ZEVE’DE ERMENİ KATLİAMI
Kıymet Başıbüyük, Zeveli annesi Hediye hanımdan naklen bu faciayı şöyle anlatıyor:
Seferberlik ilân edilir edilmez Van halkı muhacir olmaya başladı. Zeve ve çevresindeki köyler muhacir olmadılar. Buna sebep olan Zeve ve çevresindeki köylerin muhtarı Süleyman Çavuştur. Çünkü muhtar köylüyü toplayıp, “Buradan muhacir olup gitmeye hiç lüzum yok! Ben Ermenilerle kardeş oldum, (!) size bir şey yapmazlar.” diye teminat verdi.
Bu söze inanarak köyü terk etmedik. Sonra Van’daki Erme- nilerin ortalığı kana buladıklarını, her tarafı yakıp yıktıklarını duyduk. Ermeniler binlerce Müslümanı kesmeye başladılar. Van’ı terk etmeyen hasta, yaşlı, çocuk ve kadınları asıp kesmeye, bir kısmını da çaylara, kuyulara atmaya koyuldular. Sıra bizim köylere gelmişti. O sırada komşu köylerin ahalisi bizim köyde toplandı. Her köyün en az 400-500 nüfusu vardı.
11 Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 733-734.
Ermeniler, bir sabah köyümüzü ateşe tuttular. Zeve’de top- lanmış Müslümanlar, cephaneleri bitinceye kadar köyü müdafaa ettiler. Türklerin cephaneleri bitince Ermeniler köye girdiler. Korkunç facia bundan sonra başladı. Önce Ermenilerle kardeş olduğunu söyleyerek halkın göç etmesine engel olan Süleyman Çavuş’u yakalayıp, korkunç şekilde şehid ettiler. Ermeniler, hamile kadınların karnını yırtıp çıkardıkları çocukları süngü- lerinin ucuna takarak annelerine gösterdiler.
Kızların ve kadınların kollarındaki bilezikleri almak için çok kolay bir usul buldular. Kasaturalarıyla kızların ve kadınların kollarını kesiyor, sonra bilezik ve yüzükleri çıkarıyorlardı.
Ben, annem ve 20-30 kadar köylü kadını ve çocuk, Sultan Hacı Hamza’nın türbesine sığındık. Ermeniler bizi öldürmek için türbe- ye gazyağı ve benzin serptiler ve ateşlediler. Türbe yanmadı. Kaz- ma kürekle türbeyi yıkmak istedilerse de, yıkamadılar. Hayret ve şaşkınlık içinde, “Yahu bu mutlaka bizdendir.” diyerek gittiler.
Biz oradan çıktık. Çıktığımızı gören Ermeniler üzerimize hücum ettiler. Bu sefer köyün köpekleri bizi kurtardı. Köydeki köpekler insan cesedi yiyerek kuduz gibi olmuşlardı. Her tarafa saldırıyor, köye hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bir zaman kö- pekler bizi korudu. Sonra Ermeniler köyü işgal ettiler. Biz yine katil ve canavar Ermenilerin eline düştük. Bir hafta sonra Ruslar bizi alıp aç, susuz Van’daki Ermeni kışlasına götürdüler.
Rus Kırgız muhafızlarına, yiyecek bulmak için bizi serbest bırakmaları için yalvarıyorduk. Kısa bir zaman kışlanın yanı- na çıkınca, hayvanlar gibi söğüt yapraklarına üşüşüyor, bir yandan çabuk çabuk bu yaprakları yerken, diğer yandan etek ve ceplerimizi dolduruyorduk. Aç midelerimize bu acı söğüt yaprakları, bal gibi tatlı geliyordu.
Böylece günler geçti. Sonra Ruslar bizi serbest bıraktılar. Tarlalara dağıldık, ektik, biçtik. Değirmen gösterdiler buğdayları öğüttük. Türk askerinin görünmesiyle tam ve gerçek hürriyete kavuştuk.12
12 Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 735-736.
F. Ermenilerin Savaş Bölgesinden Çıkartılması ve Tehcir Kanunu (14 Mayıs 1915)
Osmanlı hükümeti ilk aylarda, isyanlara karşı yalnız yöresel ve özel önlemler almakla yetindi. Rus ordularının doğu illerini işgali sırasında, özellikle onlara öncülük eden Ermeni gönüllü intikam alayları tarafından Müslüman halk acımasızca yok edi- liyordu. Van’ın düşmesi, Bitlis, Muş, Erzincan, Bayazit, Zeytun, Sivas vs. bölgelerde isyanların ve saldırıların sürmesi üzerine hükümet, orduyu korumak için hareket etmek zorunda kaldı. Halâ serbestçe çalışan Ermeni komite merkezlerini kapattı, komite liderlerini ve kışkırtıcıları tutuklattı. (24 Nisan 1915) Dışardaki Ermeni topluluklarının her yıl katliam yıldönümü diye andıkları 24 Nisan işte bu tarihtir.
Daha sonra 14 Mayıs 1915’te tehcir (göç) kanunu çıkarıldı. Buna göre:
1. Seferde ordu, kolordu ve tümen komutanları, bunların vekilleri ve bağımsız bölge komutanları, ahali tarafından her- hangi bir surette hükümetin emirlerine ve ülkenin savunmasına, güvenliği korumaya ilişkin uygulamalara karşı koymak, silahla saldırı ve direnme görürlerse, derhal askerî kuvvetlerle şiddetli biçimde cezalandırmaya ve direnmeyi esasından yok etmeye izinli ve mecburdur.
2. Ordu, müstakil kolordu, tümen komutanları askerî icap- lardan dolayı veya casusluk ve hainliklerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini, tek tek veya topluca diğer yerlere sevk ve iskân edebilirler.
3. İşbu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir.13
Bu kanuna göre, ayaklanma hazırlığı içinde olan Ermeniler İç ve Doğu Anadolu’dan güneye, o zaman sınırlarımız içinde bulunan Suriye, Lübnan ve Irak’a göç ettirilmiştir.
13 Türkiye’nin S. T. E. ve E. O. s. 146-147.
G. Ermenilerin 1918 - 1920 Yılları Arasında Yaptıkları Zulümler
Ermenilerin Ruslara yardımcı olarak birlikte işgal ve kat- liamlar yaptıklarını yukarıda anlatmıştık. İşgal yıllarında bu zulüm çeşitli şekillerde devam etti. Nihayet 7 Kasım 1917’de Rusya’da ihtilâl oldu, 22 Ocak 1918’de Rusya mütareke istedi. Bunun üzerine Rus ordusu işgal ettiği doğu Anadolu’dan çekil- meye başladı. Bu esnada Ermeniler yine yağma ve katliamlar yaptılar. Her tarafı yakıp yıktılar. Trabzon, Gümüşhane, Erzu- rum, Erzincan, Van, Bitlis, Muş ve Kars bölgelerinde pek çok zulümler icra ettiler.
ERZURUM’DA ERMENİ ZULMÜ
Ilıca’da kaçamayan Türklerin hepsinin öldürüldüğünü ve kör baltalarla enselerinden kesilmiş birçok çocuk cesetleri gördü-ğünü, Erzincan’dan Erzurum’a dönüşünde bizzat başkomutan Odişelidze söyledi. Ilıca katliamından üç hafta sonra 11 Mart 1918 pazartesi günü oradan dönen Yarbay Griyazmof gördük-lerini şöyle anlattı:
“Köylere giden yollarda uzuvları tahrib edilmiş birçok ce- setlere rastladım. Her geçen Ermeni bu cesetlere bir kere söğüp tükürüyordu. 25-30 metrekarelik cami avlusuna iki arşın (141 cm) yüksekliğinde cenaze yığılmıştı. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çoluk çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cesetlerinde zorla ırza geçme halleri pek belli bir halde idi. Birçok kadın ve kızların tenasül yerlerine tüfek fişeği sokulmuştu.
Alaca menzil komutanlığı müteahhidi olan bir Ermeni 12 Mart 1918’de yapılan vahşilik üzerine şunu anlattı: Ermeniler bir kadını canlı olduğu halde bir duvara çivilemişler; sonra kalbini oyup başının üstüne asmışlar.
Erzurum’da Rus topçu subaylarından Gürcü asıllı teğmen Midvani şöyle bir olaya tanık olduğunu anlattı: Bir Ermeni, arabacılardan bir Müslümanı vurmuş, fakat öl dürememiş, sırt üstü düşmüş. Ermeni elindeki sopayı, can
çekişen Müslümanın ağzına sokmak istemiş. Dişleri kilitlenmiş olduğundan sopayı ağzına sokamayan Ermeni, Müslümanın karnını tekmeleye tekmeleye öldürmüş.14
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra Türk Ordusu Kars ve çevresini terk ederek 1877-1878 Türk-Rus savaşı sonrası çizilen sınırın batısına çekilmişti. Bu bölge tekrar Ermeni cellatla- rın ellerine bırakılmış oldu. Bağımsız Ermenistan devletine bağlı çeteler iki yıl boyunca çeşitli zulümler yaptılar. Nihayet Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu 30 Ekim 1920’de Kars’ı, 12 Kasım 1920’de Iğdır’ı Ermenilerden kurtardı. 3 Aralık 1920 günü Ermenistan’la Gümrü anlaşması imzalandı.
Mondros Mütarekesinin 7. maddesine dayanarak Uzlaşma Devletleri Anadolu’nun her bir tarafını işgale başlamışlardı. Güney illerimiz (Urfa, Antep, Maraş, Adana) önceleri İngiliz- ler tarafından işgal edilmiş ve daha sonraları ise Fransızların denetimine geçmişti. Ermeniler bu bölgede de, Fransızların himayesinde zulüm ve katliamlarını sürdürdüler.
ADANA’DA ERMENİ ZULMÜ
Vanlızade Nihat anlatıyor:
Fransızlar, Ermenilerle iş birliği halinde vesileler icat ederek Türkleri öldürüyorlar; para ve mallarını yağmalıyorlardı. Ermeni kilisesi kasaphane (maktel) olmuştu. Köşe bucaklarda, ıssız yerler- de yakaladıklarını sürüyerek kiliseye götürürler, işkenceler içinde canını alırlardı. Bu gibi facialar bir taraftan devam ederken diğer taraftan Fransızlar sorgusuz sualsiz masum Türkleri Kumlukta Hacı Ali tekkesinde kurşuna dizerlerdi. Rahmetli babam Eski Saray’da oturuyordu. Güpegündüz evini bastılar. Bütün ev eşyasını aldıktan sonra depodaki çemberli pamuklarını da götürdüler.
Ermeni çeteleri ansızın çiftliğimize baskın yaptılar. Hazırla- dığımız bütün malları, ne var ne yok, yataklarımıza varıncaya kadar alıp arabalara yüklediler. Hayvanlarımızı da önlerine 14 Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 764.
katıp, bizim üçümüzün elini kolunu sıkı sıkıya bağlayıp, Şahin Ağa kilisesi köyüne sevk ettiler. Burası mahşerden bir nümune idi. Binlerce Ermeni ile dolmuştu. Çeteler, dişinden tırnağına kadar çapulcu, yağmacı Ermeniler burada mevcuttu. Bizi hay u huyla karşıladılar. Bin bir çeşit yakası açılmadık küfür ve hakaretler içerisinde, çete başı Sivaslı Kireççi Agop’un önüne çıkardılar. Gayet terbiyesiz bir biçimde bizden para istedi:
“—Sakladığınız yeri gösteriniz, aksi takdirde başınıza çeşitli işkencelerle ölüm gelecektir!” dedi.
Varımız olan 17 altun lira ile 637 banknotumuzu daha önce elimizden almışlardı.
“—Bir şeyimiz kalmadı ki verelim; verecek paramız yok!” der demez, öldüresiye bir dayak atıp beni merdivenden aşağı- ya tekmelerle yuvarladılar. Kahkahalarla halimizi seyredenler arasında, Adana’nın zengin ileri gelen Ermeni tüccarlarından Kalasyan ile Bızdıkyan ve Kasparyan’ı gördüm.
Babamı çırıl çıplak ederek bir çukura götürdüler. Aşıkyan fabrikasında çalışan İstepan adındaki Ermeni, belinden çıkardığı 60 cm. uzunluğundaki kamayı babamın sağ böğrünün karaci- ğer nahiyesine sapladı. Kelime-i şehadet getiren babama kızan katil, Peygamber Efendimiz’e küfür etti. İkinci darbeyi de aynı bıçakla boynunun sağ tarafına indirdi. Rahmetli babamın başı göğsüne sarktı, şehid olarak gözlerini kapadı.
Babamın ayaklarına bir ip takarak takur tukur sürükleyip kör bir kuyuya cesedini attılar. Tüyler ürpertici bu manzara, hemen beş metre uzağımda cereyan etti. Facianın dehşetinden kanım dondu. Şimdi sıra bana gelmişti. Perişan halimde yanıma geldiler. Beni de anadan doğma soyundurdular. Üzerime bir teneke gaz yağı döktüler. Bir elinde kibrit, diğerinde kutusu olan Ermeni üzerime geldi. Dedi ki:
“—Siz çok zenginsiniz, çok paranız olduğunu biliyoruz. Üzerinizden çıkan para ile bizi aldatamazsınız. Eğer paranın yerini söylemezseniz, babanın akıbetini gördün, seni de diri diri yakacağız. Çabuk söyle, böyle bir ölümden kendini kurtar!”
Diri diri yakılıp ölmenin çok feci olduğunu düşünerek vakit kazanmak maksadıyla:
“—Evet, çok paramız var, hem de heybe dolusu... Bunların yerini çiftlikte size göstereceğim!” dedim.
Derhal gazlı vücuduma elbisemi giydirdiler. Çete başının yanına götürdüler. Çete başının verdiği emir de, derhal çiftliğe gidilmesi, paralar alındıktan sonra geri dönülmesi idi. Verdiğim cevapta:
“—Bu çok yanlış bir emirdir. Paralar samanlıkta gömülüdür. Samanlığı boşaltmak, gömülü yeri açmak hayli vakte bağlıdır. Burası akşam olur olmaz Türk çetelerinin at oynattığı ve etrafı gözettikleri bir yerdir. Şimdi vakit akşam, nerede ise güneş batmak üzeredir. Biz oraya gidip işe başladığımız zamanda, behemehal Türk çeteleri gelecek, iki taraf arasında şiddetli bir çarpışma olacaktır. Ben belki bu çarpışmalarda ölebilirim. Sizin elinize para geçmediği gibi, bir hayli zayiata maruz kalabilirsi- niz. Beni öldürseniz bu saatte çiftliğe ayak basmam!” dedim.
Çete başı bu düşüncemi haklı buldu. İşi yarına bıraktı. Beni üç nöbetçinin nezareti altında bir odaya soktu. Köyün etrafına da nöbetçiler kondu. Çeşitli yerlere de gözcüler dikildi. İlk işim kolay ölümün çaresini aramaktı. Yarın çiftliğe gidip kendilerini aldattığımı anlarlarsa, kim bilir bana nasıl işkenceli bir ölüm tatbik edecekler. Bunları düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu.
Altının, çuval dolusu banknotların neşesi içinde, çeteler yaptıkları günlük mezalimi iftiharla çete başına anlatıyorlardı. Ye ğenim Tahsin’in Taşcı’da cesedinin kuyuya atıldığını, Zağar- lı, Kamışlı, Yalnızca, Mıhıllı köylerinin tamamen yakıldığını, buralarda ellerine geçenleri ve Yalnızca’da Afganlı Müslüman bekçinin, Aşık Kâhya’nın, Zağarlı’dan Sağır Sait’in ve Berber Mahmut’un kız kardeşleriyle birlikte çocuklarının; Şahin Ağa kilise köyünden Deli Kerim’in, Gök Mehmet’in karısı Emine’nin, Veysel’in karısı Emine’nin ve daha isimlerini hatırlıyamadığım elli kadar Türk’ün, çeşitli işkenceler içinde nasıl öldürüldüklerini kahkahalarla anlatıyorlardı.
Geç vakte kadar içtiler, hepsi de sızdı. Yediğim dayaktan,
yarın karşılaşacağım felaketten yerimde oturamıyordum. Kur- tulmak değil kolay ölmek istiyordum.15
Fransızların ve Ermenilerin zulmü Maraş’ta halkın ayaklan- masına sebep oldu. Yirmi gün süren şiddetli çarpışmalardan sonra 11 Şubat 1920’de Maraş kurtarıldı.
Daha sonra 20 Ekim 1921’de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı. Fransızlar güneyde işgal ettikleri yerleri boşalttı- lar. Sadece Adana bölgesinden 120.000 Ermeni Suriye’ye kaçtı. 30.000 kadarı da Kıbrıs, Mısır, Adalar ve İstanbul’a gitti.
h. Sonuç
Yukarıda yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere isyan eden Ermenilerdir, zulmeden Ermenilerdir, katliam yapan Ermenilerdir. Mazlum ve mağdur olan, yüz binlercesi katledilen, tecavüze uğra- yan, yerinden Yurdundan sürülen mâsum Anadolu Müslümanla- rıdır. Fakat Ermeniler bir asırdır yaygara yapmakta, basın, yayın ve propaganda yoluyla dünyayı aldatmağa çalışmakta; haçlı ruhuyla hareket eden bazı devletler de onlara destek olmaktadır.
Soykırım iddiasına gelince; 1914 nüfus sayımına göre Os- manlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1.300.000’dir. Bunun 525.000’i işgalci Ruslarla beraber Rusya’ya göç etmiştir. Amerika, Suriye, Yunanistan, İran, Lübnan vs. ülkelere göç edenlerin sayısı da 582.000’dir. Toplam 1.107.000 Ermeni’nin göç ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye’de kalan 50.000 civarındaki Ermeni’yi hesaba katınca, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Ermeni isyanları ve göçler esnasındaki toplam Ermeni kaybının 143.000 civarında olduğu anlaşılır. Halbuki aynı dönemde, aynı bölge- lerdeki Müslüman ahalinin kayıpları 1.400.000’i bulmaktadır.16 Yâni esas soykırıma uğrayan Müslümanlar olmuştur.
15 Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 704.
16 Türkiye’nin S. T. E. ve E. O. s. 28, 157.
i. Ermenilerin Yaptığı Katliamlardan Fotoğraflar:
25 Nisan 1918’de, Subatan’da Ermeniler tarafından öldürülen Türk çocuk- lar, kadınlar ve karınları deşilerek bebekleri çıkarılan anneler. (Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pic.)
Diyarbakır’ın Şark nahiyesine bağlı Hızır İlyas köyü Mersani deresi (23 Temmuz 1915).
Hono ismindeki ermeninin başında bulunduğu çete tarafından hançer ve kurşunla şehit edilen erkek, kadın ve çocuklar. (Kaynak: Ermeni Ayaklan- maları ve Ihtilal Hareketleri.)
Balta ile Katliam: İzmit’in Kollar köyünden Ermeniler tarafından balta ile katledilen Müslümanlardan bir kısmının olaydan sonra çekilen fotoğrafı; 1- Boşnak Malik 2- Abdulmecid oğlu Ali 3- Ali oğlu Seyid (14 yaşında) 4- Ömer oğlu Abdulgani 5- Abdulgani oğlu Mecid 6- Abdullah oğlu Hüseyin 7- Bekir oğlu Yusuf 8- Osman oğlu Ismail (Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.)
BESMELE’YLE BAŞLIYORUM
Dr. Metin ERKAYA
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm. Kıymetli okuyucular!
Bugün benim için yeni bir başlangıç... Şimdiye kadar Ho- caefendilerimizin konuşmalarını yayına hazırlayıp, kitaplar hazırlıyordum. Bu sefer muhtelif yerlerde ve zamanlarda ya- yınlanmış yazılarımı bir araya getirip, daha kolay okunabilir hale getirmeye çalışacağım.
İlk yazıma besmeleyle başlıyorum:
اﻟﺮﱠﺣِﻴﻢِ اﻟﺮﱠﺣْﻤٰﻦِ اﻟﻠﻪِ ﺑِﺴْــــــﻢِ
(Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) “Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla başlıyorum.” anlamına gelir. “Bu işi kendim için değil, Allah rızası için, onun emriyle ve onun adıyla yapıyorum!” demektir. Burada işaret olunan, yapacağımız her işi Allah için, Allah adıyla, Allah namına, Allah ile, Allah’a dayanarak, Allah’a güve- nerek, Allah yolunda, Allah rızası için yapmamız gerektiğidir. Bunları hepsi Besmele’nin mânâsında saklıdır.
Bu konuda Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:1
ﻋﻦ اﻷرﺑﻌﻴﻦ ﻓﻲ اﻟﺮﻫﺎوي اﻟﻘﺎدر ﻋﺒﺪ )أَﺑْﺘﺮُ ﻓـَﻬُﻮَ اﻟﻠﻪِ، ﺑِﺒِﺴْﻢِ ﻓِﻴﻪِ ﻳـُﺒْﺪَأُ ﻟَﻢْ ﺑَﺎلٍ ذِي أَﻣْﺮٍ ﻛُﻞﱡ
(ﻫﺮﻳﺮة أﺑﻲ
(Küllü emrin zî bâlin lem yübde’ fîhi bi-bi’smi’llâhi, fehüve ebter.) “Her bir iş ki, besmeleyle başlanmamışsa, besmele okunmadan o işe girişilmişse; o iş kesiktir, sonu yoktur, güdüktür.”
Demek ki, her hayırlı işe (Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) diye- rek, bu mânâları düşünerek başlamamız emredilmiş oluyor. Tabii burada da bir işaret var: Hayatımızı böyle geçirmeliyiz. Başkasının hatırı için, başkasına dalkavukluk yapacağız diye, başkasının gönlü hoş olsun diye veya kendi keyfim olsun, nef- simin arzusu yerine gelsin diye yaşamamalıyız! Hayatımızın bütün fiilleri sırf Allah rızası için olmalı! Onun için, büyüklerimiz bize:
. ﻣَﻄْﻠُﻮﺑِﻲ وَرِﺿَﺎكَ ﻣَﻘْﺼُﻮدِي، أَﻧْﺖَ إِﻟٰﻬِﻲ
(İlâhî ente maksùdî, ve rıdàke matlûbî) “Ey benim Rabbim, sadece sen benim maksûdumsun ve ben sadece senin rızanı kazanmak istiyorum!” düşüncesini öğretmişlerdir.
İşte hayatın en mühim düşüncesi budur. Bir Müslümanı diğer insanlardan ayıran en önemli noktadır. Başkası menfaat için çalışır, keyif için çalışır, zevk için çalışır, yapacağı her işi böyle yapar. Ama bir Müslüman sırf Allah için yapar, Allah’ın rızasını kazanmak için çalışır. Kur’an-ı Kerim’de 113 sûrenin başında (Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r- rahîm) vardır, sadece Tevbe Sûresi’nin başında yoktur. Bir tane de Neml Sûresi’nin içinde vardır. Böylece toplam sayısı 114 (19 x 6) eder.
Sabâ melikesi Belkıs, Hazret-i Süleyman AS zamanında ya- şamış. Süleyman AS ona putperestliği bırakıp imana gelmesi 1 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.866, no:2491; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.959, no:1964; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.314, no:15584.
için bir mektup göndermiş. O mektup kendisine ulaşınca, o da vezirlerini toplamış, olayı onlara haber vermiş:
(٠٣:اﻟﻨﻤﻞ )اﻟﺮﱠﺣِﻴﻢِ اﻟﺮﱠﺣْﻤٰﻦِ اﻟﻠﻪِ ﺑِﺴْـــــﻢِ إِﻧﱠﻪُ وَ ﺳُﻠَﻴْﻤٰﻦَ ﻣِﻦْ إِﻧﱠﻪُ (İnnehû min süleymâne ve innehû bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm) “Bu gelen yazı Süleyman AS’dandır ve (Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r- rahîm) diyerek başlıyor.” demiştir. (Neml, 27/30)
Demek ki Besmele, Süleyman AS’ın da bildiği, daha önceki peygamberlerin de bildiği bir ibâredir.
Besmelenin harfleri 19 adettir. Bu harflerin Ebced hesabıyla rakamsal karşılıkları toplamı 786 eder: اﻟﺮﱠﺣِﻴﻢِ اﻟﺮﱠﺣْﻤٰﻦِ اﻟﻠﻪِ ﺑِﺴْــــــﻢِ
Be: 2, Sin: 60, Mim: 40.
Elif: 1, Lâm: 30, Lâm: 30, He: 5.Elif: 1, Lâm: 30, Râ:200, Hà; 8, Mim: 40, Nun: 50.Elif: 1, Lâm: 30, Râ: 200, Hà: 8, Yâ: 10, Mim: 40.Toplam: 786.
Biz öğrenci iken, ağabeylerimiz bize imtihanlardan önce 786 adet Besmele okumamızı tavsiye ederlerdi. Okurduk, çok da faydasını gördük.
Bir Hatıra:1991 Eylülü’nde Mahmud Es’ad Coşan Hocamız’la beraber grup halinde Özbekistan’a gittik. İlk gün Taşkent’te Özbekistan Mihmanhanesi Oteli’nde kaldık. Odamıza yerleştikten sonra televizyonu açtım, bir hoca efendi besmelenin önemini anlatı-yordu. Yukarıda kaydettiğimiz hadis-i şerifi izah ediyordu. Daha sonra Buhara’ya gidince tanıştık, televizyonda gör- düğüm hoca efendi, Bahaeddin Nakşıbend Camii’nin imamı Muhtarhan Abdullahev imiş. Bize rehberlik etti. Emir Külâl Hazretleri’nin ve Bahaddin Nakşıbend Hazretleri’nin kabirlerini ziyaret ettik. Hocamızla sohbet ettiler.
Muhtarhan Abdullahev, dinî tahsilini Suriye’de yapmış. Bu
arada bir şeyh efendiye bağlanmış, tasavvufî terbiye görmüş. Şeyh efendi vefat ederken; “—Efendim, sizden sonra kime gideyim?” diye sormuş. Şeyh efendi de demiş ki:“—Evlâdım ben seni Türkiye’den bir şeyhe emanet ettim. O gelir, seni bulur.” demiş. Hocamız ziyaret esnasında Muhtarhan Abdullahev’in ku- lağına eğilmiş:
“—Şeyhin seni bana emanet etti.” demiş. Bunun üzerine Hocamız’a intisab etti. Hocamız ona, tarikata girmek isteyenlere ders tarif etme yetkisi verdi.
Bu zat daha sonra (1992) Diyanet’in bir toplantısı için Tür- kiye’ye geldi. Ankara’da Fıkıh Enstitüsü’nde öğrencilere sohbet ettirdik. Ben tercüme ettim. Sonra İstanbul’a gitti, orada Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocamız’ı ziyaret etmiş. Kemal Ataman, otelden alıp İskenderpaşa’ya getirdiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Özbekistan seyahatinde (Ni- san 1993), Buhara’da Nakşıbend Muhammed Bahaeddin Haz- retleri’nin türbesini de ziyaret etmiş. O ziyareti N. Kemal Zeybek şöyle anlatıyor:
“—Türbedar protokole Nakşibendi Hazretleri’ni anlatıyor- du. Heyette komutanlar da var ama uzak duruyorlardı. Özal, ‘Gelin bakın, mühim şeyler anlatıyor!’ dedi.
Türbedarın sözü bitince;
‘—Çok güzel anlattın da senin bir intisabın var mı?’ diye türbedara sordu.
O da;‘—Var!’ deyince;‘—Yaşıyor mu, nerede?’ diye sordu.‘—İstanbul’da, Prof. Dr. Esad Coşan...’ cevabını verdi.
Hepimiz şaşırdık kaldık.
Özal türbedarın elinden tutup, gözlerinden de yaşlar sü- zülerek:
‘—Benim de şeyhim o... Benim de şeyhim o... Benim de şey- him o!” diye belirterek üç kere tekrarladı,
Daha sonra Kerimov’la görüşmede:
‘—Bu türbedar çok bilgili, bunu Özbekistan Başmüftüsü yap!’ dedi
O da Özal’ı kırmadı.”
1994 Şubatı’nda Özbekistan’a gittiğimde Müftü olarak atan- mıştı. Taşkent’te müftülükte ziyaret ettim. Özal’la görüşmesini bana nakletti. “Ben de Nakşıbendiyim!” dediğini söyledi.
Daha sonraki yıllar irtibatımız olmadı. Sağsa, Allah hayırlı, uzun ömürler versin; vefat etmişse rahmetini bol bol ihsan eylesin...
17. 04. 2017- Sincan / Ankara
• 333 •RÂMÛZÜ’L-EHÀDÎS HAKKINDA
Dr. Metin ERKAYA
Kıymetli Okuyucular!
Râmûzü’l-Ehâdis kitabı, her hadis metninin ilk kelimesi esas alınarak alfabetik olarak sıralanmış hadislerden oluşmaktadır. Her hadis metninin sonunda, hadisin alındığı kaynak, râvî ve bazen de hadisin sıhhati hakkında bilgi verilmiştir. Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin Hazretleri’nin, az sözle çok mânâ veren, ezberlenmesi kolay, vecîz ve alimlerce muteber 7101 hadisi bir araya getirmesiyle oluşan bu eser, iki bölümden oluşmaktadır: İlk bölüm, genel konularda 6400 hadis-i şerif ihti- va etmektedir. İkinci bölüm ise, Peygamber Efendimiz’in evsaf ve şemâilini anlatan 701 hadisten oluşmaktadır. Gümüşhânevî Hazretleri bu eseri, 125’i aşkın kaynağa müracaat ederek hazır- ladığını bizzat kendisi ifade etmektedir.1 “Gümüşhaneli Hocamız tasavvufî bir camiada, tarikat ter- biyesi olmak üzere, bir hadis koleksiyonunu ders kitabı olarak ortaya koymuştur. Bu, tasavvuf tarihinde çok mühim ve önemli bir olaydır. Sonra da buyurmuştur ki: “—Bizim şu hadis koleksiyonumuzu, yâni Râmûzü’l-Ehàdîs’i 1 Gümüşhânevî, Levâmiu’l-Ukùl, I/3.
dikkatle okursanız, kısa zamanda muhakkik bir alim olursu- nuz!” buyurmuştur.
Kendisi hadis alimi olmak dolayısıyla, çeşitli esrarlı şeyleri de bilmemiz için, bazı zayıf hadisleri de koymuştur. Bazıları hücum ediyorlar: “—Râmûzül Ehàdîs’te zayıf hadisler var!” diyorlar. Hocamız hadis alimi, biliyor ama, bizim mânevî bir takım esrara da âşinâ olmamız için, bilelim diye onları da koymuş ve arkasından da yazmış olduğu şerhte, izahını zaten kendisi yapmıştır.”2
Râmûzü’l-Ehàdîs, 1850’lerden itibaren dergâhta okunmaya baş- lamıştır. Gümüşhanevî Hazretleri, dergâhında hadis-i şeriflere da- yanan bir eğitimi esas almış, müridlerine Rasûlüllah Efendimiz’in istediği bir yaşam tarzını öğretmeye çalışmıştır. Daha sonra dergâhta görev yapan şeyh efendiler de aynı yolu izlemişlerdir. Dergâhlar kapandıktan sonra (13 Aralık 1925), Râmûzü’l-Ehàdîs
dersleri halka açık olarak camilerde yapılagelmiştir. Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, İskenderpaşa Camii’nde, Pazar günleri ikindiden sonra bir saat, Cuma günleri cumadan önce 45 dakika hadis dersi yaparlardı. Kitap alfabetik olduğu için her hadiste konu değişir, her kesimden insanlar, özellikle üniversitede okuyan gençler ilgiyle dersleri takip ederlerdi. Çok insanların hidayetine ve şuurlanmasına vesîle olmuştur.
Gümüşhanevî Dergâhı son postnişini Mahmud Es’ad Co- şan Hocamız da aynı yolu izledi. Daha Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin sağlığında, onun isteği üzerine, İskenderpaşa Camii’nde hadis derslerine başladı.
1977 yılı baharıydı. Bir pazar günü Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri hadis dersine M. Es’ad Coşan Hocamız’la beraber geldiler. Ders yaparken üzerinde oturdukları mindere M. Es’ad Coşan Hocamız’ı oturttular: 2 Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Avustralya Sohbetleri-4, s. 269 - 277, Seha, İstanbul, 1996.
“—Bundan sonra dersi Es’ad yapacak!” dediler. Sonra, kendileri de yanına, yere oturdular. O günden sonra, dersleri Es’ad Coşan Hocamız yapar oldu. Yalnız bir seferinde Es’ad Coşan Hocamız Ankara’dan gelememişlerdi, cemaat de bekleşiyordu. Bir de baktık Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri acele acele geldiler. Üzerlerinde entari vardı, ayakları da çıplaktı. Kırk beş dakika kadar ders yaptılar. O günden sonra bir daha ikindi dersi yaptıkları görülmedi.
Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin vefatından sonra (13 Kasım 1980) M. Es’ad Coşan Hocamız, İskenderpaşa Camii’ndeki derslere ilave olarak Ankara’da da Râmûzü’l-Ehàdîs dersleri baş- lattı. Önce Kalaba’da Muradiye Camii’nde, sonra Demetevler’de Özelif Camii’nde, önce Perşembe günleri, daha sonra Cumartesi günleri düzenli olarak dersler yapıldı. Ankara’dan, çevre illerden muazzam katılımlar oluyordu. 1987’de emekli olduktan sonra Sapanca’ya taşındılar. Artık Ankara’daki hadis dersleri ayda bir defa, her ayın ilk Perşembe günü yapılır oldu.
Derken 28 Şubat günleri geldi, bazı kısıtlamalar oldu. Hoca- mız yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. İskenderpaşa Camii’ndeki son dersleri 4 Mayıs 1997 Pazar günü oldu. Yurt dışında bulundukları sürede bulundukları yerlerdeki mescidlerde, Cuma günleri telefon bağlantısı kurularak Akra’da Râmûzü’l-Ehàdîs derslerini devam ettirdiler. Son sohbetleri 2 Şubat 2001 Cuma günü oldu. Her zaman “Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!” diyerek bitirdikleri sohbeti, bu sefer “El-Fâtihah!” diyerek bitirdiler. Sanki vefat edeceklerini biliyor gibi idiler. Bu, M. Es’ad Coşan Hocamız’ın son sohbeti olduğu gibi Râmûzü’l-Ehàdîs derslerinin de sonu oldu. Yüz elli yıllık geçmişi olan bir eğitim tarzı sona ermiş oluyordu. M. Es’ad Coşan Hocamız’ın vefatından sonra, Râmûzü’l-Ehàdîs devre dışı bırakıldı. Bazı toplantılarda yetkililer:
“—Râmûzü’l-Ehàdîs’i kütüphanenizin en görünmeyecek ye- rine kaldırın!” diye açıkça tavır koydular.
Onun yerine mealcilik benimsendi, cemaate meal okumak
tavsiye edildi. Çeşitli boylarda mealler bastırıldı. Çeşitli kam- panyalarla, ödüllü yarışmalarla meal okumak yaygınlaştırılma- ya çalışıldı. Halen, bu tarz çalışmalar devam ediyor. Halbuki, merhum M. Es’ad Coşan Hocamız şöyle buyuruyorlar:
“—Bizim yolumuzun, Müslümanın yolunun şeriatin çizgi- sinden kaymaması için emniyet, hadis-i şeriftedir. Hadis-i şerife sarılmadığınız zaman, şeriatin çizgisinde devam edemezsiniz, kayarsınız. Çünkü şeriatin çizgisi kıl kadar incedir, kılıç kadar keskindir. Ona ancak hadis-i şerife sarılarak, hadis-i şerif yo- lunda yürüyerek, takvâ yolunu yol edinerek, ihlâs ile hareket ederek ulaşabilirsiniz.”3
Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi Peygamber SAS Efendimiz’in yolunda dâim eylesin... 28 Nisan 2017 – Maltepe / Ankara
3 Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı, s. 122, Seha, İstanbul, 1994.
• 337 •ZİKİR DERSİ TARİFİ
Dr. Metin ERKAYA
Önce beraber bir istiğfar edelim, diyelim cümle günahları- mıza:
Estağfiru’llaaah... (15 defa)
Estağfiru’llàh el-azîm, el-kerîm, er-rahîm, ellezî lâ ilâhe illâ hu... El-hayye’l-kayyûm ve etûbü ileyh... Ve es’elühü’t-tevbete ve’l-mağfirete ve’l-hidâyete lenâ innehû hüve’t-tevvâbü’r-rahîm... Tevbete abdin zâlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî, mevten ve lâ hayâten ve lâ nüşûrâ...
Allàhümme ente rabbî... Lâ ilâhe illâ ente halaktenî... Ve ene ab- düke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü, eûzü bike min şerri mâ sana’tü, ebûu leke bini’metike aleyye, ve ebûu bizenbî fağfirlî, feinnehû lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ente...
Allah-u Teâlâ Hazretleri, ona arz ettiğimiz şu tevbemizi ka- bul eylesin... Geçmiş günahlarımızı affeylesin... Bundan sonra da bizi günah çirkefine düşürmesin... Harama bulaştırmasın... Allah’ın rızâsına aykırı iş yaptırmasın... Yolunda dâim, zikrinde kaim eylesin...
Tarikata girişte ilk yapılan iş tevbedir. Allah’a dönüş yapma- ya tevbe derler. O halde anlaşılıyor ki, tevbe sadece “Tevbe yâ Rabbî!” demek değildir. Tevbe aslında insanın hayatının akışı- nı, yönünü, yaşam tarzını değiştirmesi demektir. O bakımdan Allah’a tevbeyi güzel yapmak lâzım!
İnsanın sadece hatası yoktur boynunda... Hatasından, kusu- rundan, suçundan başka bir de kul hakları olabilir. Tevbe etmek
kul haklarını silmez, kulun hakkını götürüp sahibine vermek ve helâlleşmek lâzım!.. Günahlarından, kul haklarından başka kılmadığı namaz- lar, tutmadığı oruçlardan dolayı da vebali olabilir. İnsanın bu dünyada iken kılmadığı namazları, tutmadığı oruçları ödemesi lâzım!..
Allah Habîb-i Edîbi hürmetine geçmiş günahlarımızı affet- sin... Bundan sonraki ömrümüzde, Allah’ın sevgili kulu olarak yaşamaya bizi muvaffak eylesin, sevdiği işleri yapmayı nasib eylesin...
Bundan sonra hep abdestli gezmek, adetiniz olsun!.. Abdestli gezenin hayrı, bereketi çok olur. Şeytan yanına sokulamaz. Etrafında melekler bulunur. Hayırlı mübarek bir şekilde vakti geçer. Onun için devamlı abdestli bulunun!
Her gün zikir vazifelerinizi yapın! Allah’ın rızasını kazanmak için en kestirme yol, en çok sevap kazanma şekli zikirdir. Gününüzün münâsip bir zamanında, tercihen temiz, sâkin, tenha bir yerde kıbleye doğru diz çöküp oturun! Gözlerinizi yumun! Evvelâ 25 defa “Estağfiru’llah...” diye tevbe ederek başla- yın! Sonra bir Fatiha, üç Kul hüva’llahu ehad okuyun! Bunla- rı Peygamber Efendimiz’e ve Peygamber Efendimiz’den bize kadar gelmiş geçmiş evliyâullah büyüklerimizin, mürşid-i kâmillerimizin, tarikat pirlerimizin ruhlarına hediye edin! O mübarekler sizi sevsin, mânevî bakımdan yardımcı olsunlar. a. Râbıta-i Mevt
Ölümü düşünmeyi Peygamber SAS emrediyor hadis-i şe- riflerinde... Sevabı çoktur, faidesi çoktur, kalbi cilâlar, insanın feyzi artar ve gafletten uyanması mümkün olur, nefsi ıslah olur. Onun için ölümü güzelce düşünün! Şöyle kendinizi yatakta yatıyor gibi göz önüne getirin... Son anlarınızmış diye düşünün... Azrâil AS geliyor karşınıza, sizde bir heyecan başlıyor... Göğsünüze çöküyor, canınızı almaya
başlıyor... Bir telâş, bir ter, bir korku ve bir acı... İmdâd-ı ilâhî erişip, “—Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah, ve eşhedü enne muhammeden ab- dühû ve rasûlühü” diyorsunuz, öylece ruhunuzu teslim ediyor- sunuz. Dostlar akrabalar başınıza toplanıyor. Elbiselerinizi soyuyor- lar... Teneşir tahtasına koyuyorlar, yıkıyorlar... Kefenliyorlar, tabuta koyuyorlar, camiye getiriyorlar... Namazınızı kılıyor- lar... Göz önüne getiriyorsunuz; işte cemaat tabutunuzu aldı götürüyor... İşte kabristana getirdiler, gömdüler... İmam talkın verdi... Cemaat dağıldı, gittiler... Kabrin içinde Münker ve Nekir isimli iki melekle baş başa kalıyorsunuz. Melekler soruyor: “—Rabbin kim, dinin ne, peygamberin kim, kitabın ne, kıb- len neresi?..” “—Rabbim Allah, dinim İslâm, peygamberim Hz. Muham- med Mustafa, kitabım Kur’an-ı Azîmü’ş-şân, kıblem Kâbe-i Şerif...” diye onlara cevap verdiğinizi, kabrinizin genişlediğini düşünün!.. Ahiret aleminde evliyâullah büyüklerimizle, Cenâb-ı Mevlâ’ nın zikr ü tesbihi ile vaktimiz geçerken, dünyanın da sonunun geldiğini, kıyametin de kopmağa başladığını düşünün!.. Kıyametin koptuğunu, İsrâfil AS sûra üfürünce insanların kabrinden kalkıp mahşer yerinde toplandığını düşünün... Binlerce yıl el pençe divan durulup bekleşildiğini düşünün... Herkesin birbirinden korkup kaçtığını, telâşa düştüğünü, mahkeme-i kübrânın kurulduğunu, insanların hesaba çağrıl- dığını, defterlerin açıldığını, sevapların günahların tartıldığını; iyilerin cennete gidip nasıl bahtiyar olduğunu, kötülerin ce- henneme atılıp nasıl cayır cayır yanacağını âyet-i kerimelerin anlattığı gibi düşünün!
Nefsinize deyin ki: “—Ey nefsim, bu işin şakası yoktur. İnsan hayata bir defa geli- yor, aklını başına topla!.. Bu dünyada yaşıyorken, elinde imkân var-
ken cehennemden kendini kurtarmaya çalış!.. Cenneti kazanmak için ibadet ve tâate gayret göster!.. Cennet yoluna koştur! Hayatının bir anını bile boş geçirme!.. Nefeslerini zâyi etme, aklını başına topla!” diye nefsinize nasihat edin! İyi insan olmaya azmedin!
Râbıta-i mevt bu...
b. Râbıta-i Mürşid
İkinci vazife, zikrullahı beraberce yaptığımızı düşünün! Gö- zünüzü kapatın, bizi hocalarımızla, evliyâullah büyüklerimizle, karşınızda göz önüne getirin! Gönlünüzü gönlümüze bağlayın!.. Bu bağlantı kuruldu mu, insanın gönlüne çok güzel duygular, fikirler gelir, feyizler gelir, nurlar gelir; yaptığı ibadetin tadını duyar, faydasını görür. Bunda başarı kazanınca, ilerleyince, Rasûlüllah Efendimiz’i görecek hale gelir. Onun için, bunu da güzelce yapın! Bu çalışmanın adı da râbıta-i mürşid’dir. c. Râbıta-i Huzur
Üçüncüsü de... Gözünüzü kapayın, Allah’ın huzurunda oldu- ğunuzu düşünün!.. O her yerde hâzır ve nâzır... O bizi görüyor, biz onu göremiyoruz... O bizi duyuyor, biz onu duyamıyoruz ama; o bize şah damarımızdan daha yakın...
Deyin ki: “Yâ Rabbi, biliyorum ki sen yakınsın. Her yerde hâzır ve nâzırsın. Ben senin huzurundayım. Yâ Rabbi, ben senin iyi kulun olmak istiyorum. Bana yardım eyle, tevfikini refîk eyle de seni zikreden, sana şükreden iyi kullarından olayım... Ben de senin sevdiğin ve râzı olduğun kulların arasına girebileyim...” diye dua edersiniz. Allah, dua edilmesini sever. Dua ibâdettir. Ağzı çok dualı insan olun!.. Bu çok önemli... Ondan sonra zikre başlarsınız.
d. Zikirler
Ondan sonra, Allah’ın huzurunda olduğunuz mânâsını kay- betmeden, elinizde tesbihle zikre başlayın!..
Söyleyeceğim zikirler, Peygamber Efendimiz’in tavsiye ettiği zikirlerdir. Günde:
1. 100 defa “Estağfirullah...” deyin! 2. 100 defa “Lâ ilâhe illallah” deyin!
3. 1000 defa “Allah...” deyin!.. Her yüz defasında “İlâhî ente maksûdî ve rıdàke matlûbî” deyin!.. Bu da hadis-i kudsîden alın- ma bir sözdür. “Yâ Rabbi, maksudum sensin, ben senin rızanı istiyorum!” demektir.
4. 100 defa Peygamber Efendimiz’e salevat getireceksiniz. Melekler bu salât ü selâmı alırlar, Rasûlüllah’a arz ederler: “Yâ Rasûlallah! Filân ülkenin filân şehrinden filânca sana selâm gönderdi.” derler. Rasûlüllah SAS de selâmınızı alır, çok ha- yırlara erersiniz. 5. 100 defa Kul hüva’llahu ehad Sûresi... Bu çok önemli bir sûredir, çok sevaplı bir sûredir. Kur’an-ı Kerim’in üçte birini okumak kadar sevaplıdır. Bu zikirleri böyle yaptıktan sonra dualar edeceksiniz. Kendi- nize dua edeceksiniz; dünyanıza ahiretinize... Annenizi, babanızı duadan unutmayacaksınız! Çünkü annesine babasına duayı terk eden kulu Allah sevmez. Ama insanın şeyhi Peygamber vekili olduğu için, anne babasından önde gelir. Hocanızı da duadan unutmazsınız. Ondan sonra Müslümanlara dua edersiniz. Konu komşu- nuza, yakınlarınıza, sevdiklerinize dua edersiniz. Allah ondan dolayı da sizi mükâfatlandırır.
Beş çeşit zikir... Bunlar vazifeniz olsun; bu miktarlarda her gün çekin!.. Bundan sonra da bol bol kalbinizden zikr-i kalbî yapın!.. Şimdi ben size zikir telkin edeyim, beni dinleyin:—Lâ ilâhe illallaaah... Lâ ilâhe illallaaah... Lâ ilâhe illallaa- ah... Şimdi siz söyleyin beraberce, Allah şahid olsun!..
—Lâ ilâhe illallaaah... Lâ ilâhe illallaaah... Lâ ilâhe illallaaah... ”
—Allaaah...
—Allaaah...
—Allaaah...—Allaaah...—Allaaah...—Allaaah...
Ağzınızı kapayın, gözünüzü yumun!.. İçiniz “Allah” demeye devam etsin, aynı şekilde... Sessiz olarak, dil dudak kıpırda- madan...
.....................
Allah mübarek etsin... İşte böyle sessizce, dil dudak kıpırda- madan, kimse anlamadan yapılan zikre de zikr-i kalbî derler. Bu, dille yapılandan yetmiş kat daha sevaptır. Böylece kalbinizi bu zikre alıştırın!..
İçinden yapıldığı için, bunu kimse bilmez, gösteriş tehlikesi olmaz. Onun için bu zikre de devam edin! Yolda, işte, vasıtada, otururken, yürürken, hattâ yatakta uyumadan yatarken, kalbiniz “Allah... Allah... Allah...” diye zikretsin!
e. Nâfile Namazlar
Namazları camide kılın, cemaatle kılın, yirmi yedi kat sevabı kaçırmayın!.. Cumayı terk etmeyin! Cumayı terk edenin kalbi mühürlenir, mahvolur.
Farz namazlardan ayrı nafile namazlar vardır. Onları da kıldığımız zaman, Allah’ın sevgisini kazanırız. “Bak, kulum mecbur olmadığı şu ibadetleri de severek yapıyor!” diye Allah sever.
1. Sabah namazından sonra uyumayıp, Kur’an okuyup, Evrad’ımızı, dualarımızı okuyup, güneşin doğmasından ya- rım saat geçinceye kadar meşgul olup işrak namazı kılmak... Böyle yaparsanız, o sabah bir hac ve umre sevabını kazanmış olursunuz. Bunu kaçırmamağa çalışın! 2. Sabahla öğlen arasında duha namazı vardır. Öğlene kırk beş dakika kalıncaya kadar kılınabilir. Dört rekât, sekiz rekât veya daha fazla olarak onu da kılın!.. Bir insan duha namazı
kılmaya devam ederse, Allah onu muhsin kulları zümresine katar. 3. Akşam namazının sünnetinin arkasından evvâbîn namazı vardır. İki rekât veya altı rekât, on iki rekât olarak kılınabilir. İnsanın günahları denizlerin köpükleri kadar çok olsa bile, affına sebep olur.
4. Yatma zamanı gelince taze abdest alacaksınız, dört rekât namaz kılıp abdestli yatacaksınız!.. Bir kimse böyle yaparsa, bütün gece ibadet etmiş gibi melekler ona sevap yazarlar. Melekler başına toplaşırlar; “Yâ Rabbi, bu kulun abdestli yat- tı; sen bunu mağfiret et!” diye sabaha kadar dua ederler. Şeytan yanına sokulamaz. Ölürse imanla göçmesine sebep olur. Onun için, geceleri böyle yatmaya çok gayret edin, çok dikkat edin!
5. Geceleyin de uykunuzu bölüp teheccüd namazı kılmaya çalışın! O da çok sevaplı bir namazdır. Geceleyin iki rekât na- maz kılmak, dünyadan da dünyanın içindeki her şeyden de daha hayırlıdır.
f. Nâfile Oruçlar
Bazı sevaplı oruçlar var, onları da tutarsınız. Bir kere haf- talık pazartesi perşembe oruçları var... Peygamber Efendimiz tutarmış, bize de tavsiye ediyor:
4
“—Pazartesi perşembe günlerinde ben oruçlu olmayı se- verim. Çünkü kulların amelleri Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin dergâhına, pazartesi perşembe günü arz olunur.” buyuruyor. Tutabilirseniz bunları tutun!..
Her Arabî ayın başında, ortasında, sonunda oruç tutmak 4 Tirmizî, Sünen, c.3, s.122, no:747; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.287; Ebû Hüreyre RA’dan.
Neseî, Sünen, c.IV, s.201, no:2358; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.201, no:21801; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.377, no:3820; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.121, no:2667; Bezzâr, Müsned, c.I, s.403, no:2617; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IX, s.18; Üsâmetü’bnü Zeyd RA’dan. Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.III, s.249, no:986; Ümm-ü Seleme RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.8, s.564, no:24192; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXII, s.445, no:35531; RE. 253/2.
tavsiye ediliyor. Her Arabî ayın on üç, on dört, on beşinde, yâni dolunay olan gecelerin gündüzlerinde oruç tutmayı tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz... Ayrıca Receb’de, Şa’ban’da, Şevval’de, Zilhicce’de ve Muhar- rem’de sevaplı oruçlar vardır, onları tutarsınız; oruçtan da sevap alırsınız. g. Temel Esaslar
Bizim yolumuz Peygamber SAS Efendimiz’in sünnetine uyma yoludur. Peygamber Efendimiz’in tavsiyelerini tutaca- ğız. Âyetleri, hadisleri okudukça, sevaplı şeyleri öğrendikçe, yapacağız. Günahlardan kaçınmaya çok dikkat edeceğiz, takvâ ehli ola- cağız. Haramlara, günahlara yanaşmayacağız, bulaşmayacağız. Nefse, şeytana uymayacağız.
Huylarımızı düzelteceğiz. Kötü huyları atacağız, iyi huyları alacağız. Geçimsiz, kavgacı, merhametsiz, vefasız, dönek, cimri, pinti olmak Müslümana yakışmaz; bunları atacağız. Tatlı dilli, güleç yüzlü, cömert, iyiliksever, merhametli, sözünde durur, sàdık, àşık, velî, mahbup, iyi kul olacağız. Bu benim söylediklerim çok mühim konulardır. Bunları yapar- sanız, cennetlik olursunuz. Onun için, cenneti elden kaçırmamaya dikkat edin, nefse şeytana uymayın! İbadetleri yapın, haramlar- dan kaçının, Allah’ın yolunda, Peygamber Efen dimiz’in sünnetine uygun olarak yaşamaya dikkat edin!.. Zikir vazifelerinizi güzelce yapın, takvâ yolundan yürüyün, ahlâkınızı güzelleştirin, cenneti kazanın!..
Allah-u Teàlâ Hazretleri ma’rifetullaha, muhabbetullaha erdirsin... Cennetiyle cemâliyle cümlenizi müşerref eylesin...
Her biriniz bir “Fâtiha”, üç “Kul hüva’llah” okuyun da bunları Peygamber Efendimiz’e, pirlerimize ve mürşid-i kâmillerimize hediye edelim, ondan sonra duanızı yapayım:
...........................
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
ﻋَﻠَﻰ ﻳـَﻨْﻜُﺚُ ﻓَﺈِﻧﱠﻤَﺎ ﻧَﻜَﺚَ ﻓَﻤَﻦْ أَﻳْﺪِﻳﻬِﻢْ، ﻓـَﻮْقَ اﻟﻠﱠﻪِ ﻳَﺪُ اﻟﻠﱠﻪَ، ﻳـُﺒَﺎﻳِﻌُﻮنَ إِﻧﱠﻤَﺎ ﻳـُﺒَﺎﻳِﻌُﻮﻧَﻚَ اﻟﱠﺬِﻳﻦَ إِنﱠ
(٠١:اﻟﻔﺘﺢ )ﻋَﻈِﻴﻤًﺎ أَﺟْﺮًا ﻓَﺴَﻴُﺆْﺗِﻴﻪِ اﻟﻠﱠﻪَ ﻋَﻠَﻴْﻪُ ﻋَﺎﻫَﺪَ ﺑِﻤَﺎ أَوْﻓٰﻰ وَﻣَﻦْ ﻧـَﻔْﺴِﻪِ،
(İnne’llezîne yübâyiùneke innemâ yübâyiùna’llàh... Yedu’llàhi fevka eydîhim... Fe men nekese ve innemâ yenküsü alâ nefsihî... Ve men evfâ bimâ àhede aleyhu’llàhe feseyü’tîhi ecran azîmâ.) Sadaka’llàhu’l- azîm.
[Muhakkak ki sana bey’at edenler, gerçekte Allah-u Teâlâ’ya bey’at etmişlerdir. Allah’ın kuvvet ve yardımı bey’at edenlerin üstündedir. Şu halde kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çöz- müş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa, onun hükmünü îfâ ederse, Allah da ona büyük bir ecir verecektir.]5
Ahdinize sàdık olun, Allah’ın yoluna vefâlı olun, sırat-ı müstakîmden sapmayın!.. Allah-u Teâlâ sizleri bundan sonra nefse şeytana yenilmeyenlerden eylesin... Yolunda dâim eylesin, zikrinde kàim eylesin... Tarikatın âdâbını, ahlâkını öğrenip, tekke âdâbına sahib kâmil, sàlih, velî, mahbub bir kul olmayı nasib eylesin... 5 Fetih, 48/10.
HATM-İ HÂCEGÂN
Dr. Metin ERKAYA
اﻟﻌﻘﺪ، ﺑﻪ ﺗﻨﺤﻞ اﻟﺬي ﻣﺤﻤﺪ ﺳﻴﺪﻧﺎ ﻋﻠﻰ ﺗﺎﻣﺎً ﺳﻼﻣﺎ وﺳﻠّﻢ ﻛﺎﻣﻠﺔ ﺻﻼة ﺻﻞّ اﻟﻠﻬﻢ
وﻳﺴﺘﺴﻘﻰ اﻟﺨﻮاﺗﻢ، وﺣﺴﻦ اﻟﺮﻏﺎﺋﺐ ﺑﻪ وﺗﻨﺎل اﻟﺤﻮاﺋﺞ، ﺑﻪ وﺗُﻘﻀﻰ اﻟﻜﺮب، ﺑﻪ وﺗﻨﻔﺮج
.ﻟﻚ ﻣﻌﻠﻮم ﻛﻞ ﺑﻌﺪد وﻧﻔﺲٍ ﻟﻤﺤﺔٍ ﻛﻞ ﻓﻲ وﺻﺤﺒﻪ آﻟﻪ وﻋﻠﻰ اﻟﻜﺮﻳﻢ، ﺑﻮﺟﻬﻪ اﻟﻐﻤﺎم
(Allâhümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ muhammedini’llezî tenhallü bihi’l-ukad, ve tenfericü bihi’l- küreb, ve tukdà bihi’l-havâicü ve tünâlü bihi’r-ragàibü ve hüsnü’l- havâtimü ve yüsteska’l-gamâmü bi-vechihi’l-kerîm ve alâ âlihî ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin bi-adedi külli ma’lûmin lek...)
Estağfirullâââh... (15 defa)
اﻟﺘﻮﺑﺔ وأﺳﺄﻟﻪ إﻟﻴﻪ، وأﺗﻮب اﻟﻘﻴﻮم اﻟﺤﻲ ﻫﻮ إﻻ إﻟﻪ ﻻ اﻟﺬي اﻟﻜﺮﻳﻢ اﻟﻌﻈﻴﻢ اﻟﻠﻪ أﺳﺘﻐﻔﺮ
ﻣﻮﺗًﺎ، ﻟﻨﻔﺴﻪ ﻳﻤﻠﻚ ﻻ ﻟﻨﻔﺴﻪ ﻇﺎﻟﻢ ﻋﺒﺪ ﺗﻮﺑﺔ اﻟﺮﺣﻴﻢ، اﻟﺘﻮاب ﻫﻮ أﻧﻪ ﻟﻨﺎ واﻟﻬﺪاﻳﺔ واﻟﻤﻐﻔﺮة
.ﻧﺸﻮرًا وﻻ ﺣﻴﺎﺗًﺎ، وﻻ
(Estağfirulah el-azîm, el-kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-hayye’l- kayyûme ve etûbü ileyh... Ve es’elühü’t-tevbete ve’l-mağfirete ve’l- hidâyete lenâ, innehû hüve’t-tevvâbü’r-rahîm. Tevbete abdin zâlimin linefsihî lâ yemlikü linefsihî mevten ve lâ hayâten ve lâ nüşûrâ...)
اﺳﺘﻄﻌﺖ ﻣﺎ ووﻋﺪك ﻋﻬﺪك ﻋﻠﻰ وأﻧﺎ ﻋﺒﺪك وأﻧﺎ ﺧﻠﻘﺘﻨﻲ أﻧﺖ إﻻ إﻟﻪ ﻻ رﺑﻲ أﻧﺖ اﻟﻠﻬﻢ
ﻻ ﻓﺈﻧﻪ ﻟﻲ ﻓﺎﻏﻔﺮ ﺑﺬﻧﺒﻲ ﻟﻚ وأﺑﻮء ﻋﻠﻲ ﺑﻨﻌﻤﺘﻚ ﻟﻚ أﺑﻮء ﺻﻨﻌﺖ ﻣﺎ ﺷﺮ ﻣﻦ ﺑﻚ أﻋﻮذ
أﻧﺖ إﻻ اﻟﺬﻧﻮب ﻳﻐﻔﺮ
Allâhümme ente rabbî lâ ilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdük ve ene alaâ ahdik ve va’dik mesteta’tü eûzü bike min şerri mâ sana’tü ebûu leke bi-ni’metike aleyye ve ebûu bizenbî fağfir lî feinnehû lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ent.
– Fâtiha-i Şerîfe mea’l-besmele-i şerîf ............................................. (Toplam 7 adet)– 8’er Elem neşrah leke-i Şerîf mea’l-besmele ............................................. (Toplam 79 adet)– 10’ar Salevât-ı Şerîfe............................................. (Toplam 100 adet)– 100’er İhlâs-ı Şerîf me’l-besmele ............................................. (Toplam 1001 adet)– Fâtiha-i Şerîfe mea’l-besmele-i şerîf............................................. (Toplam 7 adet)Fa’lem ennehû – Lâââ ilâââhe illallah (10 defa cemaat halinde)Muhammedü’r-rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem.ZİKİRLâ ilâhe illallah (100 veya 200 defa sessizce)Muhammedü’r-rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem.İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî!
– Allah... (200 veya 300 defa sessizce)Celle celâlühüİlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî!
SALEVÂT
– Allaaaahümme salli alââââ seyyidinâ Muhammedini’n- nebiyyi’l-ümmiyy ve alâ ââlihîîî ve sahbibîî ve sellim (3 defa, cemaat halinde)
– Aşr-ı Şerîf (Kısa bir sûre okunabilir)
DUA
Sübhàne rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-vehhâb...
El-hamdü li’llâhi hakka hamdihî, ve’s-salatü ve’s-selâmü alâ hayrı halkıhî seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihî ecmaîn...
Yâ Rabbi, bu okuduklarımızdan hâsıl olan sevapları evvelâ Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin azîz, latîf, mübârek rûh-ı şeriflerine; sonra bütün peygam- berlerin evlâd, ezvâc, ashâb ve etbalarının ruhlarına; ashab-ı kiramın, Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz’den Hocamız Mahmud Esad Coşan Hazretleri’ne gelenceye kadar geçmiş olan bütün mürşidlerimizin ruhlarına;
Ayrıca Nakşî, Kadirî, Sühreverdî, Kübrevî, Çiştî, Mevlevî ve Halvetî tarikatlarına mensup olan şeyhlerin ve müridlerin ruhlarına; ümmet-i Muhammed’in cümlesinin geçmişlerinin ruhlarıyla beraber, hâzırûn ve cemaat kardeşlerimizin de cüm- lesinin geçmişlerinin ruhlarına ayrı ayrı hediye eyledik vâsıl eyle yâ Rabbî!
Cümlesinin kabirlerini pür nûr, makamlarını âlî, dereceleri- ni yüksek eyleyip seyyiâtlarını ve seyyiâtlarımızı da hasenâta tebdil eyle yâ Rabbi!
Bizler dahi onlar gibi bu dâr-ı dünyadan göç vakti gelince, cümlemize az ağrı, âsân ölüm, kâmil bir iman ile buyurun: “Eş- hedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh” kelime-i tayyibe-i münciyesini söyleye söyleye çene kapayıp göz yummayı nasib eyle yâ Rabbî!
Bizlere hakkı hak olarak bilim ona uymayı, bâtılı bâtıl olarak bilip ondan kaçınmayı nasib eyle yâ Rabbî! Bizlere malımızla, canımızla ve bütün imkânlarımızla senin dinine hizmet etmeyi nasib eyle yâ Rabbî! Bizleri, seni zikreden zâkir, senin nimetle-rine şükreden şâkir kullar eyle yâ Rabbî!
Bizleri senin sevdiğin, razı olduğun kullar eyle yâ Rabbî! Analarımızdan, babalarımızdan razı ol; evlatlarımıza güzel haller nasib eyle yâ Rabbî! Müslümanları azîz eyle yâ Rabbî! İslâm’ın yeryüzüne hâkim olduğunu görmeyi bizlere nasib eyle
yâ Rabbî! Dünyanın her yerinde cihad eden mü’minlere sen yardım eyle... İslâm düşmanlarını kahr u perişân eyle yâ Rabbî! Müslümanların dertlerine devâ, hastalarına şifâ, borçlularına borçlarını kolayca ödemeler nasib eyle yâ Rabbî!
Allâhümme innâ nes’elüke tamame’n-ni’meh ve devâme’l-âfiyeh ve hüsne’l-hâtimeh bi-hürmeti’l-Fâtiha!
DR. METİN ERKAYA AĞABEYİMİZİN DİLİNDEN HATM-İ HÂCEGÂN DUASI
Hüseyin ŞENVER
Âmin... Sübhàne rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-vehhâb...
El-hamdü li’llâhi hakka hamdihî, ve’s-salatü ve’s-selâmü alâ hayrı halkıhî seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihî ecmaîn...
Yâ Rabbi, yâ Erhame’r-râhimîn! Yapmış olduğumuz Hatm-i Hàcegân’dan ve zikirden ve dinlemiş olduğumuz sohbetten hâsıl olan sevapları evvelâ Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafâ salla’llàhi teàlâ aleyhi ve sellem Hazretleri’nin azîz, latîf, mübârek ruh-u şeriflerine; sonra bütün peygamberân-ı izam hazerâtının ervahına; cümlesinin evlâd, ezvâc, ashab ve etba’larının ruhlarına; Hz. Ebû Bekir Efendimiz’den ve Hz. Ali Efendimiz’den Hoca- mız Mahmud Es’ad Coşan Hazretleri’ne gelinceye kadar geçen bütün sâdât-ı muhterem hazerâtının ruhlarına; Ankaramızın medâr-ı iftihârı Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’nin ruhuna ve çevremizde medfun bulunan evliyaullahın ruhlarına;
Şu anda burada bulunan kardeşlerimizin geçmişlerinin ruh- larına, cümle mü’minîn ve müminâtın geçmişlerinin ruhlarına hediyye eyledik vâsıl eyle yâ Rabbi...
Cümlesinin kabirlerini pürnûr, makamlarını âlî, derecelerini
yüksek eyleyip, seyyiatlarını ve seyyiatlarımızı da hasenata tebdil eyle ya Rabbi!
Bizler dahi onlar gibi bu dâr-ı dünyadan göç vakti gelince, cümlemize az ağrı, âsân ölüm ve kâmil bir iman ile buyurun:
“—Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah... Ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû” kelime-i tayyibe-i münciyesini söyleye söy- leye çene kapayıp göz yummalar nasib eyle yâ Rabbi... Bizlere hakkı hak olarak bilip ona uymayı, bâtılı bâtıl olarak bilip ondan uzak durmayı nasib eyle yâ Rabbi... Malımızla, canımızla, bütün imkânlarımızla senin dinine hizmet etmeyi bizlere nasib eyle yâ Rabbi...
Müslümanları azîz eyle yâ Rabbi... Müslümanların hasta- larına şifâ, dertlilerine devâ, borçlularına edâlar nasib eyle yâ Rabbi... İmtihana girecek kardeşlerimize hayırlı muvaffakiyetler nasib eyle yâ Rabbi... Ümmet-i Muhammed’e umûmen rahmeyle yâ Rabbi... Dün- yanın her yerinde ezilen, zulüm gören, mazlum, mağdur kar- deşlerimizi; zulümden, gadirden, haksızlıklardan âcilen kurtar yâ Rabbi! Hainleri, zalimleri, münâfıkları, İslâm düşmanlarını kahreyle, yâ Rabbi... İslâm’ı yeryüzüne hâkim eyle yâ Rabbi... Ülkemizde de Müslümanları söz sahibi eyle yâ Rabbi... Bizleri imandan sonra küfre düşürme yâ Rabbi... Hidayetten sonra dalâlete düşürme yâ Rabbi... Nesillerimizden fâsık, fâcir, kâfir, münafık getirtme ya Rabbi... Hep sàlih, müttakî nesiller ihsân eyle yâ Rabbi... Her işimizin önünü, sonunu hayr eyle yâ Rabbi...
Allàhümme innâ nes’elüke tamâme’n-ni’meh... Ve devâme’l-àfiyeh... Ve hüsne’l-hàtimeh... Bi-hürmeti’l-fâtiha...
19 Ocak 2018 - Sincan / Ankara
İLK DERS TARİFİ METNİ
Metin Erkaya’nın 1975 yılında, Mehmed Zâhid Efendi’nin tariflerinden derlediği zikir dersi tarifi.