• /
  • Kütüphane
  • /
  • İskenderpaşa’da Bir Velûd Derviş Dr. Metin Erkaya
  • /
  • HAYATI VE ESERLERİ
ÖNSÖZ

• 13 •BİRİNCİ BÖLÜM HAYATI VE ESERLERİ

Metin Erkaya’nın hayat hikâyesi, arayış, tasavvufî eği- tim, aktif faaliyetler ve hüzün dönemi olarak dört ayrı devreye ayrılabilir. Bunlardan ilki, tasavvufa intisabı öncesi arayış dönemidir. Bu dönemde çok okumayı kendisine bir prensip haline getiren Metin Erkaya, yaşıtlarına nispeten donanımlı bir kültürel birikime sahiptir. O, bu yıllarda tasavvufa ilgi duyarak şeyh arayışına girer ve 1972 yılında Mehmed Zâhid Efendi’yi (rh.a) bularak hayatında ikinci bir evreye giriş yapar. Üniversite yıllarını kapsayan bu dönemde şeyhinin yanı başında tasavvufî eğitim alma imkânı bulur. 1980 yılında üniversiteden mezun olup İstanbul’dan ayrılma vakti geldiğinde şeyhinin de ömrü hitama ermiştir. Bu yıl itibariyle artık yeni bir dö- nem başlamaktadır. Daha önceden çok yakından tanıdığı Esad Hocaefendi’ye (rh.a) intisap eden Metin Erkaya bu dönemde bir taraftan doktorluk mesleğini yerine getirirken diğer taraftan da tasavvufî faaliyetlere şeyhinin rehberliğinde aktif olarak devam etmektedir. 2001 yılı ise Esad Hocaefendi’nin vefatı ile birlikte onun için hüzün döneminin başladığı yıldır. Artık o, bir taraftan şeyhine özlem duymakta diğer taraftan da mensup olduğu cemaatin günbegün eriyip yok olduğunu görmektedir. Bunun yanında bir de kitap çalışmalarının sekteye uğratılması kendisini derinden etkilemektedir. Bu duygular içerisinde 2023

14

yılında bu dünyadaki ömrünü tamamlayıp ebedî âleme irtihal etmiştir. Çalışmanın bu bölümünde Metin Erkaya’nın hayatı, bu dört dönem bağlamında ele alınacaktır. 1. Doğumu ve Ailesi

Metin Erkaya, 1957 yılında Ankara’nın şimdilerde Sincan ilçesine bağlı Kurtşıh (Çiçektepe) köyünde dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi ay ve gün itibariyle tam olarak kaydedilmemişse de yakınlarının verdiği bilgilerden Nisan ayının ortaları olması- nın kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim onun doğumunun ilkbaharda, kırlarda yetişen bir bitki olan madı- makların toplandığı günlerde gerçekleştiği ifade edilmektedir. Madımakların toplandığı günler düşünüldüğünde onun 14-15 Nisan gibi dünyaya geldiği düşünülebilir. Ne var ki nüfusa kay- dedilirken o günün şartlarında 23 Aralık 1957 tarihi yazılmıştır. İsmi konusunda da benzer bir durum söz konusudur. Kendisine Abdülmetin adı konmak istenmişse de nüfusa kaydedilirken yalnızca Metin ismi yazılmıştır. Esasen Abdülmetin ismi, dayısının adıdır. Küçük yaşta vefat eden dayısına bu isim, aynı zamanda derviş olan köyün ho- cası Halil Efendi’nin tavsiyesiyle konulmuştur. Dedesi Yusuf Atılgan, Halil Efendi’ye çocuğu için isim sorduğunda, o da caminin içindeki Esmâ-i Hüsnâ levhalarından birinde yazılı olan el-Metin ismini görmüş ve “Abdülmetin koyalım.” demiştir. Böylece dayısının ismi Abdülmetin olarak belirlenmiştir. Ne var ki o, küçük yaşta vefat etmiştir. O dönemlerde çocuk vefatı çok yaygındır. Öyle ki bu vefat eden çocuk Yusuf Atılgan’ın beşinci çocuğudur. Yusuf Atılgan, bu durum karşısında çok üzülmüş ve mezarlıkta ellerini açarak “Yâ Rabbi! Ne ver ne de al. Daya- namıyorum artık.” diyerek niyazda bulunmuş, bu hâdisenin ardından uzun süre çocuğu olmamıştır. Aradan yıllar geçmiş, Metin Erkaya dünyaya gelince, vefat eden dayısının adı olan Abdülmetin ismi kendisine verilmiştir.

Metin Erkaya’nın babası Mehmet Erkaya, 1933 yılında

15

dünyaya gelmiş, küçük yaşalardan itibaren komşu köy olan Pe çe nek’teki Halil Efendi’den özel dersler almıştır. Ticaret ve çiftçilikle meşgul olmakla birlikte hatiplik müktesebatı bulun- makta, köyünde gerektiğinde fahrî imam-hatiplik yapmakta, cuma namazlarını kıldırmaktadır. Bunun yanında kitaplara da ilgisi bulunan Mehmet Erkaya, geniş bir kütüphaneye sahiptir. Bu yönüyle Metin Erkaya’yı etkilemiş olmalıdır. Annesi İkbal Hanım ise yine Sincan’ın Peçenek Köyü’ndendir. Babası Yusuf Atılgan, aslen 1910 yılı öncesi Kızılcahamam’ın Çakmakörencik Köyü’nden göç etmiştir. İkbal hanım ev hanımı olup dindar, tez canlı ve fedakâr bir kişiliğe sahiptir.

Dindar bir aile içerisinde yetişme imkânı bulan Metin Erka- ya, Ramazan aylarında evlerinde sahur vakti herkesin Kur’ân okuduğunu ve o tilavet sesleri eşliğinde ödevlerini yaptığını ifade etmektedir. Ayrıca ailenin büyüklerinin her gece iki rekât teheccüd namazı kıldığını ve bunu “kadir namazı” olarak ad- landırdıklarını anlatmaktadır. Böylece onlar her gece namaz kılmak suretiyle Kadir gecesini yakalamayı amaçlamaktadırlar. Bunun yanında aile içerisinde namazların muntazaman kılın- masına özen gösterilmektedir. Kendisi de henüz ilkokuldayken namaz kılmaya başlamış, ilkokuldan sonra ise beş vakit namazı düzenli olarak kılmaya devam etmiştir. Metin Erkaya’nın üçü kız olmak üzere sekiz kardeşi bulun- maktadır. Ablası Edeviye ve kız kardeşleri Fatma ile Ganime ev hanımı, ağabeyi Nihat çiftçi, kardeşlerinden Hasan Hüse- yin öğretim üyesidir. Hacı Ali (inşaat mühendisi), Hacı Yusuf (avukat) ve Muhammed ise ticaret ile iştigal etmektedir. Hasan Hüseyin ve Hacı Ali, Mehmed Zâhid Efendi ile görüşüp intisap etmiş, üniversite yıllarını İstanbul’da geçirmiş olmaları itibariyle Metin Erkaya’nın öğrencilik yıllarının sonlarında yanında ol- muşlardır. Daha sonraki yıllardaki tasavvufî çalışmalarında da destek olmuşlar, bu bağlamda Hasan Hüseyin Erkaya, kitapların İngilizceye tercümesi ve internet sayfalarının oluşturulmasında,

16

Hacı Ali Erkaya ise Son Uyarı gazetesinin yayınlanmasında ve diğer sanatsal ve kurumsal faaliyetlerde öncülük etmiştir. Metin Erkaya 28 Ekim 1982 Perşembe günü Gülay Hanım ile evlenir. O, düğün tarihine karar verirken Esad Hocaefendi’nin katılmasını çok arzulamaktadır. Bunun için düğün tarihini cu- martesi gününe denk getirmeye karar verir. O yıllarda Esad Hocaefendi perşembe günleri Ankara Özelif Sitesi Camii’nde vaaz etmektedir. Metin Erkaya da bir vaaz sonrası kendisine meseleyi arz eder. Esad Hocaefendi “Benim bildiğim, düğün ya perşembe günü ya da pazar günü olur. Nerden aklınıza geldi cumartesi günü düğün yapmak?” der ve o gün Ankara dışında olacaklarını, başka bir zamana alabilirlerse katılabileceğini söyler. Bunun üzerine düğünün 28 Ekim’de yapılmasına karar verilir. Düğün günü Esad Hocaefendi Vâlide Hanım ile birlikte Sincan’a, Metin Erkaya’nın evine gelir. Elinde de bir hediye paketi bulunmaktadır. Evin üst katında oturup sohbet ederler. Metin Erkaya o günü şöyle anlatmaktadır:

Ankara Sincan’da iki katlı müstakil, mütevazı baba evinde misafir- leri bekliyordum. Sabahleyin Ankara dışından gelecek misafirler, okul arkadaşlarım gelmeye başladılar. Saat 10.00 gibi gelin arabası hazırlandı. Konvoy düzenlendi. Babamlar gelin almaya gittiler. O zamanlar, bizim adetlerimize göre damat gelin almaya gitmezdi. Gelini kayınpeder alır, getirirdi. Saat 11.00 civarında Mahmud Esad Coşan Hocamız, Muhterem Vâlide Hanımla birlikte teşrif ettiler. Çok mutlu olduk. Evin üst katı erkeklere ayrılmıştı. Gelen misafirlerle birlikte oturdular, sohbet ettiler. Saat 12.30 civarında korna sesleri duyuldu, gelin geldi. Hocamız bana, “Senin aşağıda bulunman gerekiyorsa, gidebilirsin!” dediler. Ben de “Bizde gelini kayınpeder getirir, damat ancak akşam görür.” dedim. Gelini getirenler de geldiler, öğlen namazı evde cemaatle kılındı. Yemek yendi. Yemekten sonra dinî nikâh kıyılacağı zaman Hocamız benden bir dosya kâğıdı ve kalem istedi. Amcamlar aşağı inip, gelinden vekâlet aldılar. Kızın vekili olan Amcam, damat olarak ben, Hocamızın karşısına oturduk. Şahitler de öne çıktılar. Ho-

17

camız nikâh kıymaya başladı ve sorduklarını, cevaplarını İslâm harfleriyle kâğıda yazdı. Nikâh bitince de bize imzalattırdı. Sonra ellerini kaldırıp dua etti. Hocamız nikâhtan sonra, evlilikle ilgili sohbet ettiler. Çaylar içildi. İkindi namazı kılındı. Hatm-i Hàcegân ve zikir yapıldı. Sonra mü- saade isteyip Ankara’ya gittiler. Düğün hediyesi olarak bir takım Tasavvufî Ahlâk ve bir adet kristal çay takımı getirmişler. Teşrifleriy- le bizi çok memnun ettiler, ömür boyu unutamayacağımız güzel bir gün yaşadık. Allah kusurlarımızı affetsin... Cümlemize nice güzel günler, yıllar görmeyi nasib eylesin... Hocamız’ın yolunda yürümeyi, hatıralarıyla yaşamayı nasib eylesin...1

Metin Erkaya’nın nikâhına dair Esad Hocaefendi’nin kale- minden çıkan metin şöyledir:

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

Allahu Teâlâ’nın emri ve izni, peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ (sas) Hazretleri’nin sünnet-i seniyyesi, imamımız Ebû Hanîfe Hazretleri’nin ictihâdı ve hàzır olan cemaatin de şehadet- leri üzere, tarafeynin aralarında teàtî ettikleri mihr-i muaccel ve beş reşat altını mihr-i müeccel ile hàmiden ve musliyen Kâmil ve Nuriye kızı Gülay ile Mehmet ve İkbal oğlu Metin evlatları- mızın nikâh-ı şer’îlerini 11 Muharrem 1403, yâni 28 Ekim 1982 Perşembe günü akd eyledim.

Mevlâ meymûn ve mübârek eylesin... Âmîn, bi-hürmeti Seyyidi’l- Mürselîn. Ve ene’l-fakîrü’l-hakîr ve’l-mu’terif bi’l-acz ve’t-taksîr Mahmud Esad gafara’llahu lehu ve livâlideynihi âmîn.

Metin Erkaya’nın kırk yıllık evliliği müddetince yedi çocuğu dünyaya gelir. İlk ikisine hocaefendilerinin isimlerini verir: Muhammed Zâhid ve Mahmud Esad. Sonraki evlatlarının isimlerini ise Esad Hocaefendi koyar: Abdüllatif, Habibullah, Ahmed Enis ve Lütfullah. Metin Erkaya evlatları dünyaya ge-lince isim sorup dua almak düşüncesiyle Esad Hocaefendi’ye 1 28 Ekim 2018 - Sincan / Ankara.

18


19

bazen telefonla arama bazen de yüz yüze görüşerek ziyaret etmek suretiyle ulaşmaktadır. İlk iki evladı doğduğunda Esad Hocaefendi hediyesini alarak evinde ziyaret etmiştir. Üçüncü çocuğu dünyaya geldiğinde ise Esad Hocaefendi yurt dışında olduğu için ziyareti gecikir. Metin Erkaya, üçüncü oğlunun isminin konulduğu hâdiseyi şöyle anlatmaktadır:

25 Aralık 1987’de bir oğlum oldu. Hocaefendimiz Almanya’da bulunuyordu. Münih’te bir ağabeyin evinde kalıyormuş. 8 Ocak 1988 günü isim sormak için aradım. Öbür çocukların isimlerini sordular; söyledim. “Bunun ismi de Abdüllatif olsun! İnşaal- lah Türkiye’ye dönünce görmeye geliriz.” buyurdular. Sonra, “Ankara’da ne var, ne yok?” diye sordular. Yapılan çalışmalar-dan bahsettim. “Her hafta samîmî arkadaşlarla toplanın, me- seleleri müzakere edin! Aranıza samîmî olmayanları almayın!” buyurdular.

Son evladının ismi ise Muharrem Nureddin’dir. Metin Er- kaya, 2003 yılında, Esad Hocaefendi’den sonra cemaatin başına geçen oğlu Muharrem Nureddin Coşan’ın ismini ona verir. Onun dünyaya gelmesinden önce ilginç bir hâdise meydana gelir. Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından çok geçmemiştir ki babası Halil Necati Coşan cemaatin arasındaki bağları sıkı tutmak gayesiyle Anadolu’nun muhtelif şehirlerine seyahat- ler yapmaktadır. Sincan’ın Polatlar köyüne geldiğinde Metin Erkaya’ya “Kaç tane çocuk var?” demiş, altı tane olduğunu söyleyince “Benim yedi taneydi. Bir tane daha olur inşallah.” demiştir. Hakikaten de bir müddet sonra yedinci çocuğu dün- yaya gelmiştir.

2. İlk Eğitimi

Metin Erkaya’nın eğitim hayatı dünyaya geldiği Çiçektepe köyünde başlamış daha sonra öncelikle Sincan’da daha sonra da İstanbul’da devam etmiştir. Bunun yanında muhtelif hocalardan aldığı dersler ve okuma sevgisiyle dini ilimler alanında da iyi bir eğitim almıştır. O, 1962 yılında Çiçektepe Köyü Okulunda

20

birleştirilmiş sınıflarda ilk eğitimine başlar. Okumayı çok seven bir öğrencidir. Dönemin imkânları nispetinde ulaşabildiği her türlü kitabı okumayı prensip edinmiştir. Öyle ki ilkokul ikinci sınıfta Kitaplık Kolu Başkanı seçilmiş, köyün kitaplığında bulu- nan iki yüz kitabın biri hariç hepsini okumuştur. Tarihte Balıkesir isimli hacimli kitap gözünü korkutmuş, okumaktan kaçınmıştır. Kaderin tecellisi, yıllar sonra askerliğini Balıkesir’de yapacaktır. Öte yandan köyden Sincan’a gidip geldikçe hikâye ve romanlar başta olmak üzere bulabildiği kitapları edinip okumaktadır. İl- kokul süresince yaz aylarında da Kur’an kursuna devam etmekte böylece bir taraftan Kur’ân okumayı öğrenirken diğer taraftan da ilmihal bilgilerini öğrenmektedir. Beşinci sınıfa geldiğinde çevre köyler arasında düzenlenen bir bilgi yarışmasında birinci olur. Yine bu yıllarda güvercin besleyip, ipek böceği yetiştirmeye de merak salar. 1967 yılında ise ortaokul eğitimi için Sincan’a yerleşir. O yıllarda ailesi köyde kalmaya devam etmektedir. Bundan dolayı amcasının yanında kalır. On yaşlarındayken ticaretle meşgul olan amcası bir iş seyahati vesilesiyle gittiği Bursa ve İstanbul’a onu da yanında götürür. Bu, onun ilk şehir dışı gezisi olmuştur.

Lise eğitimine Sincan Lisesi’nde başlar ve ilk iki yıl burada devam eder. Üçüncü sınıfta ise Ankara Kurtuluş Lisesine geçiş yapar. Lise yıllarında okumayı çok sever. Okuduğu kitaplar ara- sında Dostoyeviski’nin Suç ve Ceza’sı, Tolstoy’un Hacı Murad’ı, Dale Carnegie’nin Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı gibi kitaplar yer alır. Bu arada bir taraftan da Milli Selamet Partisi’nin (MSP) toplantılarına katılır. Bu toplantılarda partinin genel politikaları ve siyasi gündeme dair sunumlar yapılır, çeşitli mevzular tartışılır. O da MSP afişlerini duvarlara asar, miting- lerine katılır. Siyasi yönden de aktif bir gençlik dönemi geçirir. Lise yıllarında bazı ilim adamlarından dersler alır. Bunlardan biri Lütfi Doğan’dır. Onun Serpme Evler Camii’nde cumartesi günleri yaptığı Râmûzü’l-ehâdîs derslerine düzenli olarak katılır. 1973 yılında liseden mezun olur.

21

Aynı yıl üniversiteye giriş sınavına giren Metin Erkaya, ön- celikle müstakil bir sınavla öğrenci alan ODTÜ Makine Mühen- disliği bölümü İngilizce hazırlık sınıfına başlar. Burada okudu- ğu günlerde bir nurcu grup kendisine musallat olur, dersten çıktığında evlerine götürmek isterler. “Ben MSP’liyim, sizden değilim, nurculardan da hiç hoşlanmıyorum!” demesine rağ- men ısrarcı olurlar. Bu gibi hâdiselerin de etkisiyle okula gidip gelmekten hoşlanmayacak bir duruma gelir. O yıllarda merkezi sistemle yerleştirilme yapılmadığı için farklı bir üniversiteye gitme arzusu kuvvetlenir. Fakat o yıl üniversiteye giriş sınavı, soruların çalınması sebebiyle iptal edilmiş ve ikinci sınavın sonuçları ise henüz açıklanmamıştır. Nihayet sınav sonuçları açıklanır. Bu sonuçlara göre ilk elliye girerek derece yapar. Metin Erkaya, İstanbul’da okumayı çok arzulamaktadır. Bunun için istihareye de yatmış, İstanbul’da okumanın hayırlı olduğu kanaatine varmıştır. Sonuçların açıklanmasının ardın- dan 29 Ekim 1973 tarihinde Ramazan Bayramı’nın ikinci günü Lütfi Doğan, Feridun Yılmaz Yüceler, o zamanlar Esad Ağabey olarak hitap ettiği Esad Hocaefendi, Lütfi Aksoy, Zekâi Efendi ve İsmail Turan gibi yetişmesinde önemli etkileri olan hoca ve ilim adamlarını ziyaret eden Metin Erkaya, nereyi ve hangi bölümü tercih etmesinin uygun olacağını istişare eder. Esad Hocaefendi’ye sorduğunda, “Hangisine istersen git. Hepsini hak etmişsin madem” der ve 521 puan almasına çok sevinir. Zira 519 puan alan öğrenciyle gazetede röportaj yapılmış, res- mi yayınlanmıştır. Eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan ise “İstanbul’da oku tabii, hocamızın yanında.” diyerek Tıp Fakül- tesini tavsiye eder.

Metin Erkaya, 1973’ün Kasım ayında İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesine başlar. 1980 yılının Mart ayında ise me- zun olur. Üniversite yıllarında ilk iki yıl İskenderpaşa Camii Yurdunda, sonraki beş yıl ise Vefa’daki İlim Yayma Vakfı Yur- dunda kalır. Bu zaman zarfında Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbetlerine devam eder.

22

3. Tasavvufî Mensubiyeti

Metin Erkaya’nın hayatının merkezinde tasavvuf ve özel- likle de bağlı olduğu Hocaefendiler yer almaktadır. Esasında o tasavvufî mensubiyeti bulunan bir ailede dünyaya gelmemiştir. Hatta dönemin şartlarının etkisiyle aile içerisinde tasavvufa ön yargıyla yaklaşılmaktadır. Bundan dolayı Metin Erkaya’dan önce tasavvuf yoluna giren bir aile ferdi bulunmamaktadır. O, ilk defa ortaokul öğrencisi olduğu yıllarda tasavvuftan haberdar olur. Evinde kaldığı yengesi bir gün Kadiri tarikatına ait günlük zikir dersi tarifine dair bir kağıtla çıkagelir. Yengesinin açıklamalarıyla birlikte tasavvuf ve tarikat hakkında ilk kez bilgi sahibi olur. Yengesi için zikir tarifini temize çeken Metin Erkaya, aradan yıllar geçmesine rağmen orada yazan metni hiç unutmaz. 1970 yılına gelindiğinde Hafız Ali (Dövyap) Usta isimli ata-dostu komşularını ziyarete gittiklerinde damatları Besim İnan oğlu’nun Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde faaliyet gösteren Hasan Burkay isimli şeyhe intisap ettiğini işitir. Besim Bey orada yapılan sesli zikri kaydetmiştir. Metin Erkaya, bu vesileyle ilk defa sesli zikir dinleme imkânı bulur. Daha sonra ses kaydını eve götürür ve defalarca hayran kalarak dinler. Aynı yıllarda bir vesileyle el-Hâc Muhammed Nuri Şem- seddin Nakşibendî’nin Miftâhü’l-kulûb isimli eseri eline geçer. Onu dikkatle okur. Böylece o, tasavvuf ve tarikatlar hakkında ilk kitabi bilgileri edinmeye başlar. Bu eseri okurken “Mürşid bulamayanlar ne yapmalı?” konulu bahse geldiğinde çok ilgisini çekmiştir. Yine kitabın önsözünde eserin hazırlanma gerek- çesinden söz edilirken zamanın bozulması ve sahte şeyhlerin çoğalmasından yakınılmakta ve gerçek şeyhlerin vasıfları anlatıl- maktadır. Okuduklarından etkilenir ve kâmil bir mürşide intisap etmesi gerektiğini anlar. Böylece henüz lise çağında hakiki bir mürşid arayışına başlar. Bu zaman zarfında ise Miftâhü’l-kulûb’da okuduğu mürşid bulamayanların yapabilecekleri zikirleri imkân nispetinde çekmeye çalışır. Onun mürşid arayış çabası kendisini Mehmed Zâhid Efendi’ye götürür.

23

3.1. Mehmed Zâhid Kotku’ya (rh.a) İntisabı

Metin Erkaya, 1971 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Mü- hendislik Fakültesinde okuyan yakını Rüstem Altınbaş vesile- siyle ilk defa Mehmed Zâhid Efendi’nin2 adını duyar. Metin Erkaya’nın anlattığına göre Altınbaş, Mehmed Zâhid Efendi’nin “Allah’ı Zikretmenin Önemi” konulu bir vaazının ses kaydını kendisine dinletir. Daha sonraları Zikrullahın Faydaları adıyla kitaplaştırılacak olan bu kayıtlar onun mânevî dünyasında önemli bir iz bırakır. Yine Altınbaş’tan temin ettiği Abdülaziz ed-Debbağ’ın (ö. 1132/1720) Kitâbü’l-İbrîz isimli eserini okuyan Metin Erkaya, buradan hareketle kâmil mürşidlerin her zaman var olabileceği kanaatine varır. Daha sonra edindiği bilgiler- den hareketle Mehmed Zâhid Efendi’nin onun aradığı şeyh profiline tam olarak uyduğunu fark eder ve Mehmed Zâhid Efendi’yi görmeyi arzulamaya başlar. Onu görme isteğini dile getirdiğinde Altınbaş, “Yazın bizim kampımız var götüreyim sizi oraya.” der. O da bunu memnuniyetle karşılar.

1972 yılında lise ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtiği yaz tatilinde temmuz ayında kardeşi Hasan Hüseyin ile birlikte kamp için İstanbul’a giderler. Kamp, Ortaköy’de Abdurrah- man Paşa Köşkü’nde gerçekleştirilmektedir. Abdurrahman Paşa, II. Abdülhamid Han zamanında Adliye Nazırlığı yapmış dindar bir kimsedir. Varisleri bir zaman sonra bu köşkü vakıf faaliyetlerine tahsis etmiştir. O yaz Yıldız Teknik Üniversitesi 2 Mehmed Zâhid Kotku, 1897 yılında Bursa’da dünyaya geldi. İlk mektebi Oruç Bey İbtidâîsinde okudu, Maksem’deki idâdîye devam etti. Sonra Bursa Sanat Mektebine girdi. Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla 18 yaşında askere alındı. 16 Temmuz 1336 Cuma günü, Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek, Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi’ye onun vefatının ardından da Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’ye intisap etti. Tekkelerin kapatılmasından sonra Bursa’ya döndü, evlendi. 1929’da vefat eden babasının yerine, Bursa ovasındaki İzvat Köyü’nde imamlık yaptı. Daha sonra, Bursa’da Üftade Camii’nin imam- hatipliğine tayin edildi. Abdülaziz Bekkine’nin (rh.a) vefatı üzerine postnişin olan Kotku, 1952 yılı Aralık ayında İstanbul’a gelerek Ümmügülsüm Mescidi’nde vazifesine devam etti. 1 Ekim 1958 tarihinde Fatih İskenderpaşa Camii’ne nak- loldu ve 13 Kasım 1980’de vefatına kadar bu vazifede kaldı.

24

öğrencileri için kamp düzenlenmektedir. Metin Erkaya, bir ta- raftan kampta konaklarken diğer taraftan da Rüstem Altınbaş ile birlikte İskenderpaşa’ya Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbetle- rine katılmaktadır. Metin Erkaya’nın Mehmed Zâhid Efendi’yi ilk defa görmesi 16 Temmuz 1972 Pazar günü hadis dersinden sonra gerçekleşir. O bu hâdiseyi şöyle anlatmaktadır:

Bir pazar günü hadis dersi için İskenderpaşa Camii’ne gittik. Kendilerini ilk kez o zaman gördüm. Yüzleri aydınlık, uzunca beyaz sakalları pırıl pırıldı. Çok heybetli görünüyorlardı. İçimi bir heyecan kapladı, aklımdan her şey gitti. Gözlerimi ayıramı- yordum, hayran hayran bakakaldım. Bir ara içimden, “Acaba bana bakarlar mı?” diye düşündüm. Göz göze geldik. Tesadüf mü diye üç kez daha denedim. Her seferinde gözümün içine bakıyorlardı. Keşif sahibi bir zat olduklarını anladım. Ertesi hafta hadis dersinden sonra evde ziyaret ettik, ders tarif ettiler. Tarif edilmez bir sevinç içindeydim.

Bu duygular içerisinde Mehmed Zâhid Efendi’ye intisap etmeye karar veren Metin Erkaya, on beş yaşında genç bir deli- kanlıdır. Gençliğin verdiği çekingenlikle olmalı ki hemen intisap etme isteğini dile getiremez. Kararını ancak Ankara’ya dönme- den önceki gün Altınbaş’a açıklayabilir. Altınbaş da zaten aynı düşünceyle onu İstanbul’a getirmiştir. Ne var ki o da niyetini açıkça söyleyememiştir. Nihayet Metin Erkaya, 16 Temmuz Pazar günü ikindi namazından sonra intisap ederek tasavvuf yoluna girer. İki haftalık kampın ardından Ankara’ya döndükten sonra onun yaşamı tamamıyla değişerek, tesbihler ve zikirlerle örülmüş bir gençlik dönemi başlar. Yaz günleri balkonda zikir çekerken uyuya kalan Metin Erkaya hakkında “çok dindar bir genç” ifadesi yaygın olarak konuşulur hale gelir.

Metin Erkaya, lise üçüncü sınıfın ara tatilinde ders çalışma bahanesiyle İstanbul’a gider. O dönemde toplumda tarikat- lara karşı önyargı olduğu için ailesine açıkça Mehmed Zâhid Efendi’yi ziyarete gittiğini söylemez. Ders çalışma bahanesiyle bir şekilde İstanbul’a giden Metin Erkaya, tekrar şeyhini ziyaret

25

etme imkânı bulur. Bu arada yakınları ve akrabaları da ondaki bu değişimi yakından takip etmektedir. O günlerde, anne ve babası köyde ikamet ettiği için kendisi teyze ve amcalarının yanında Sincan’da kalmaktadır. Bir gün teyzesi bir rüya görür. Rüyada Metin Erkaya bir beyaz bir de siyah sakallı iki zâtın önünde oturmaktadır. Ankara’ya döndüğünde teyzesi “İstanbul’a ne için gittin? Ben böyle bir rüya gördüm.” diyerek ona rüyayı anlatır. Rüyadakiler Mehmed Zâhid Efendi ile Mevlânâ Hâlid el-Bağdâdî’dir. Bunun üzerine Metin Erkaya, İstanbul’a gitme niyetini ve şeyhini anlatınca teyzesi de hemen intisap etmeyi arzular. O da İstanbul’daki Rüstem Altınbaş’a mektup yazar. Durum kendisine anlatıldığında Mehmed Zâhid Efendi onu tarikata kabul ederek “Zikirlere başlasın, ben Ankara’ya gele- ceğim.” buyurur. Aynı yıl, babası Mehmet Erkaya da İstanbul’a yaptığı bir ziyaret esnasında Mehmed Zâhid Efendi’den ders alır. Bir müddet sonra 1973 yılı mayıs ayında Ankara’da Mehmed Zâhid Efendi’yi ziyaret ederler.

O yıllarda Mehmed Zâhid Efendi zaman zaman Ankara’ya gelmekte ve damadı Esad Hocaefendi’nin evinde misafir olarak kalmaktadır. Ankara’da bulunduğu günlerin akşamları bir evde sohbet yapan Mehmed Zâhid Efendi, hatm-i hâcegân ve zikrin ardından isteyenlere ders tarifi yapmaktadır. Bu sohbetlere düzenli olarak iştirak eden Metin Erkaya da teyzesini Mehmed Zâhid Efendi ile görüştürür. Bundan birkaç gün sonra Ankara Kalaba’daki eve annesini de götürür. O, annesinin ders alma hâdisesini şöyle anlatmaktadır:

Annem ders almak istiyordu. 1973 yılı mayıs ayında, sabah saat 10.00 gibi Mahmud Esad Coşan Hocamızın Kalaba’daki evine gittik. Bizi salona aldılar. [Mehmed Zâhid Kotku] Hoca- mız geldi, elini öptüm, oturduk. Biraz sonra kapı çaldı, erkek misafirler geldi. Annem hanımlar tarafına geçti. Annem şalvarlı ve yaşmaklıydı. Üzerinde atkısı vardı. Hocamız Orhan Batı’ya: “Sizin hanımlar da zikir yapar mı? Bakın, köyden ders almak için gelmiş!” dedi. O da cevaben: “Köylü hanımlar başka...

26

Onlar İstiklâl Harbinde de çok fedakârlık yaptılar, bomba ta- şıdılar.” dedi. Sonra Hocamız hanımlar tarafına geçti, anneme ders tarif etti. Necmeddin Yüceler Amca’ya kahvaltı için davetli imişler. Bizi de götürdüler. Meteoroloji’ye yakın, villa tipinde bahçeli bir eve gittik. Başka misafirler de vardı. Kahvaltıdan sonra Hocamız hatm-i hâcegân ve sesli zikir yaptırdı. Ders almak isteyenler Hocamızın önüne halka oldular. Geride duran başka kimseler de vardı. Hocamız onlara:

“Siz buyurmaz mısınız? Bizim memlekette baklava yerken, tatlı bir şey yerken çevredeki kimseler de davet edilir.” dedi. Onlar ev sahibiyle fısıldaştılar. Ev sahibi: “Efendim, onlar başka yerden dersliymiş.” dedi. “Eh, madem öyle, kendileri bilirler.” dedi, ders almak isteyenlere ders tarif etti. Ondan sonra, biz müsaade isteyip ayrıldık.3

Ertesi gün Mehmed Zâhid Efendi Sincan’ın Polatlar köyünü ziyaret eder. Öğle yemeğini ağaçların altında beraberce yerler. An- nesinden sonra çevresindeki pek çok yakını da burada ders alır. Mehmed Zâhid Efendi 1977’de Sincan’a bir ziyaret daha gerçekleştirir. Rüstem Altınbaş’ın evindeki bu ziyarete Metin Erkaya’nın yakın çevresi de iştirak eder. Mehmed Zâhid Efendi onlara yönelik sohbetler yapar. Orada bulunan hanımlardan birisi “Hocam ben Hacı Teyze var, ondan ders almıştım. Ona mı devam edeyim, sizin dersinize mi devam edeyim?” der. Mehmed Zâhid Efendi de “Kadından peygamber olmadığı gibi şeyh de olmaz.” diyerek o teyzeye bağlanmayı uygun bulmaz.

Metin Erkaya bir taraftan yakın çevresini Mehmed Zâhid Efendi ile Ankara ziyaretleri esnasında tanıştırırken diğer ta- raftan da kendisi İstanbul’da Mehmed Zâhid Efendi’nin en yakınında bulunma imkânı elde eder. Nitekim o İstanbul’da üniversite eğitimine başlayınca İskenderpaşa Camii’nin Yurdu- 3 Metin Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A)., 2017, 400.

27

na yerleşir. Mehmed Zâhid Efendi de bu caminin imamıdır. Beş vakit camide namaz kıldırmaktadır. Dolayısıyla beş vakit şeyhini görme fırsatı elde eder. Okul saatleri dışında İskenderpaşa’da vaktini geçiren Metin Erkaya sabahları okunan evradlara ve hatm-i hâcegânlara katılmakta, pazar ve cuma günleri yapılan hadis derslerini düzenli olarak takip etmektedir. O günlerde Mehmed Zâhid Efendi, cuma günleri öğleden önce yarım saat veya kırk beş dakika kadar, pazar günleri ise ikindi namazından sonra bir saat kadar hadis dersleri yapmaktadır. Metin Erkaya, bu sohbetlerden çok istifade ettiğini, katılanların gönüllerindeki problemlerin Hocaefendi tarafından bir şekilde cevaplandığını konuşmalarında hasretle anlatmaktadır.

Metin Erkaya, İskenderpaşa Yurdunda kalırken zaman za- man pazar kahvaltılarında Mehmed Zâhid Efendi ile birlikte olur, hatta zaman zaman ondan harçlık dahi alır. Öyle ki ondan aldığı ilk parayı ömrünün sonuna kadar muhafaza etmiş Hoca- mızın hatırası diye övgüyle bahsetmiştir. Yurtta kaldığı zaman zarfında namazlara gitmeyi ihmal etmeyen Metin Erkaya, bir ara imtihanlarının yoğunluğu sebebiyle camiye gidememiştir. Sınavları bitip de tekrar camiye gitmeye başlayınca Mehmed Zâhid Efendi bunu fark ederek namaz çıkışında “Yâhu sen nerelerdesin, kaç gündür görünmüyorsun?” sözleriyle ona olan ilgisini gösterir.

Metin Erkaya, özellikle yurttaki arkadaşlarıyla fırsat bulduk- ça camiye geçerek vakit namazlarına gitmeyi ihmal etmemiştir. O, Mehmed Zâhid Efendi’yi ziyaretleri esnasında hissettiği duyguları şu sözleriyle özetlemektedir:

Caminin arka tarafındaki yurtta kalıyorduk. Otuz arkadaştık. Efendi Hazretleri (Rh. A.) imamlık yapıyorlardı. Çok zaman namazları kendileri kıldırırlardı. Namazlardan sonra cemaatle yakından ilgilenirler, camiden evin kapısına kadar sıralanmış olan muhtelif kimselerin dertlerini dinler, yardımcı olmaya çalışırlardı. Kapıları her zaman açıktı. Her fırsatta hakkı tavsiye ederler, büyük küçük herkese şefkatle muamele ederlerdi.

28

Uzaktan yüzüne bakmaya doyamazdık. Yakınında olduğumuz zaman, bakmaya cesaret edemezdik. Yanında iken aklımızda olanları unuturduk. Bir şey sordukları zaman zor cevap verirdik. Saatlerce otursak, yanından kalkmayı canımız istemezdi.4

Metin Erkaya, İskenderpaşa Yurdunda iki yıl kadar ka- lır. Bununla birlikte öğrenciliğinin devam etmesi sebebiyle İstanbul’da ikamet ettiği için 1980 yılında vefat edinceye kadar Mehmed Zâhid Efendi’nin yakınında bulunur. O, Mehmed Zâhid Efendi’nin son günlerini şöyle anlatmaktadır:

6 Kasım 1980 Perşembe günüydü. Rahatsız olduklarını ve Hicaz’dan döneceklerini duyduk. Öğle namazından sonra, ca- minin avlusunda beklemeye başladık. Saat ikiye beş kala ara- bayla geldiler. Arabadan indirip tekerlekli sandalyeye koydular. Sandalyeyi kucaklayıp merdivenleri indirdiler. Çok bitkin bir haldeydiler. Başlarında örme bir takke vardı. Yüzleri sararmıştı. Hüzünlüydüler. Sakallarındaki o canlı parlaklığın yerini, gümüş renginde bir solukluk almıştı. Vücutları zayıflamıştı. Merdiven- lerden indirildikten sonra, o sandalyemsi şeyin içinden hafifçe sağa doğru döndüler: “es-Selâmü aleyküm!” dediler.

Sesleri çok zayıftı. Eve götürüldüler. Bu kendilerini son görüşüm oldu. Herkes çok üzgündü, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Hiç kimse doktorların dediklerine inanmak istemiyordu. Bu endişeli durum, 13 Kasım Perşembe günü yerini gözyaşlarına bıraktı. “Her gelen gitse gerektir!” dedikleri, kendileri için de vâki olmuştu. Acı haberi duyanlar camiye toplanıyorlardı. Ca- minin içinde herkes Kur’an okuyor, hazin bir sessizlik herkesi kuşatıyordu. Öğleden sonra gökyüzü de bu ağıta katıldı, hafif bir yağmur yağmaya başladı.5

Mehmed Zâhid Efendi, Metin Erkaya’nın dünyasında çok önemli bir yer teşkil ediyordu. Bunun için hocasının bu hali onu 4 Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A)., 397.

5 Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A)., 405.

29

derinden etkilemişti. Ne var ki ayrılık vakti gelmiş, 13 Kasım 1980 tarihinde Mehmed Zâhid Efendi vefat etmişti. Metin Erkaya’nın şeyhine olan bağlılığı, vefatından sonra da sohbetlerini kitaplaştırma faaliyeti ile devam etti. Fotoğrafları, sohbetleri ve ses kayıtlarını yayınlamanın yanında Türkiye’nin muhtelif şehirlerine giderek konferanslar verdi. Böylece bir ta- raftan gönül bağı devam ederken diğer taraftan da onun temsil ettiği misyonu ve Türk - İslâm dünyası için yaptığı hizmetleri sonraki nesillere anlatma vazifesini üstlendi. Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) adlı eseri de bu çalışmaların bir meyvesi oldu. Metin Erkaya, Mehmed Zâhid Efendi’nin vefatının ardından irşâd vazifesini devralan Mahmud Esad Hocaefendi’ye de aynı samimiyetle bağlılık gösterdi.

3.2. Mahmud Esad Coşan’a (rh.a) İntisabı

Metin Erkaya’nın Esad Hocaefendi6 ile tanışması, onun şeyh- liğinden yıllar önce Ankara’da gerçekleşir. Yıl 1973’tür. Metin Er- kaya, henüz lise öğrencisidir. Mehmed Zâhid Efendi’den aldığı dersin sorumluluklarının bilincinde evvabin namazını kılmaya özen göstermektedir. Bir gün Sincan Çarşı Camii’nde akşam 6 Mahmud Esad Coşan Hocaefendi, 14 Nisan 1938 (13 Safer 1357) tarihinde, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinin Ahmetçe köyünde doğdu. 1956’da Vefa Lisesini bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümüne girdi. Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Orta çağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesinden mezun oldu.

Aynı yıl, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü’ne asistan olarak girdi. 1973 yılında, Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını aldı. 1982 yılında, İbrâhim-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiyye isimli takdim teziyle ilahiyat profesörü oldu. Sosyal ve kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayıra- bilmek düşüncesiyle, 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.

1977 Yılında, Mehmed Zâhid Kotku Efendi’nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile İskenderpaşa Camii’nde Râmûzü’l-Ehàdîs derslerine başladı. Onun 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü mese- lesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi. 1998’de Avustralya’ya gidip yerleşti. 4 Şubat 2001 tarihinde vefat etti.

30

namazının ardından altı rekât evvabin namazı kılar. Camide başka birisi daha evvabin namazı kılmaktadır. Bu durum, Metin Erkaya’nın dikkatini çeker. Namaz çıkışı yanına giderek tanışır. İsmi Mesut Yılmaz’dır. Evvabin namazından bahsettiklerinde onun da dersli olduğu anlaşılır. Vaktiyle Yılmaz, İstanbul’da hafızlık yaparken bir taraftan da intisap edeceği bir şeyh ara- yışındadır. Hocası, başka bir şeyhi tavsiye etmektedir. Fakat o, istihareye yatar ve rüyasında Mehmed Zâhid Efendi’yi görür. Bunun üzerine İskenderpaşa Camii’ne Mehmed Zâhid Efendi’yi ziyarete gider. Namaz sonrasında diğer ziyaretçilerle birlikte yanına yanaşır. Mehmed Zâhid Efendi, kulağına eğilip “Seninle rüyadan mı tanışıyoruz?” buyurur. Sonra herkes dağıldıktan sonra “Sen otur.” der. O gün kır gezisine gidilecektir. Mesut Yılmaz da davet edilir. Böylece ders alır ve evvabin namazlarını düzenli olarak kılmaya başlar.

1973 yılının ocak ayında Esad Hocaefendi henüz askerden yeni dönmüştür. O günlerde camide tanıştığı bu arkadaşı Me- tin Erkaya’yı Esad Hocaefendi ile bayramlaşmak üzere evine götürür. Esad Hocaefendi ile Metin Erkaya’nın ilk görüşmesi böylece gerçekleşmiş olur. Daha sonra Lütfü Doğan gibi ce- maatten bazı kimselerle tanışmasına da vesile olur. Sonraları aradaki irtibat devam eder. Mehmed Zâhid Efendi Ankara’ya geldiğinde Esad Hocaefendi’nin evinde ziyaret etme imkânı bulur. Özellikle bayramlarda ziyaretine gider. Yahut Esad Ho- caefendi İstanbul’a geldiğinde görüşürler. Metin Erkaya’nın İskenderpaşa Yurdunda kaldığı yıllardaki bir ziyaretinde Esad Hocaefendi “Hocamızın yanı başında kalmak ne kadar güzel! Keşke ben de öğrenci olsam da orada kalsam.” diyerek onun ne kadar nasipli olduğunu vurgular. 1975 yılının ilk günlerinde yine Esad Hocaefendi’nin evine gelen Mehmed Zâhid Efendi’yi ziyarete giden Metin Erkaya’ya hurma ve zemzem ikram edilmiş, Mehmed Zâhid Efendi “Bugün senenin son günü... Oruç tutmak gerekiyordu, size söylemediler mi?” demiş, Metin Erkaya da “Senenin ilk günü oruç tutula-

31

cağını biliyorduk ama, son günü tutulacağını bilmiyorduk.” karşılığını vermiştir.

Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin vazifeye getirilmesinin de canlı şahididir. 1977 yılı baharında pazar dersine Esad Hoca- efendi ile Mehmed Zâhid Efendi beraber gelir. Her zaman ders yaptığı mindere bu sefer Esad Hocaefendi’yi oturtur ve “Bundan sonra dersi Esad yapacak! Esad bizim damat, İlahiyat’ta doçent.” buyurur ve kendisi de yanına oturur. Artık pazar derslerini Esad Hocaefendi yapmaya başlar.7 Metin Erkaya o günlerde şahit olduğu hâdiseleri şöyle anlatmaktadır:

Necati Amca’dan dinledim: Hocaefendi vefat edince bizim eve geldiler ağabeyler ne olacak bu durum diye. 1979 yılında Ho- caefedi uzun süre kalmak üzere umreye giderken ‘Siz gidince ne yapacağız burada?’ diye sordum ‘Esad var ya!’ demiş. ‘Esad bu işi yapabilir mi?’ dedim, ‘Hem de hiç aksama olmadan’ dedi. Oradan bir işaret vermiş. Esad Hocaefendi’nin kendisine söylemiş ama biz onu bilmiyoruz tabii. Cemaatin ileri gelenleri demişler ki: ‘Ortalık karışık 12 Eylül sonrası askeri bir yönetim var. Biz hemen açıklamayalım. Di- yelim ki bir vasiyet var, kırk gün sonra açılacak, o zaman belli olacak.’ Rüstem Altınbaş’tan dinledim, Esad Hocaefendi bunu Ankara’da Hakyol Vakfının yönetim kurulu toplantısında anlat- mış. Bu duruma hiç razı olmamış. Ama daha sonra ‘Biz tedbir olsun diye böyle demiştik.’ diyerek kimseyi suçlamamış, sahip çıkmak zorunda kalmıştır. Esad Hocaefendi’nin vazifeye geldiğini ilan etmemeleri ce- maat içerisinde bir tedirginliğe yol açar. Müridler aralarında Mehmed Zâhid Efendi’den sonra kim bu vazifeyi yerine getire- cek diye istişare etmeye başlarlar. Metin Erkaya da o günlerde üniversiteden mezun olmuş ama henüz İlim Yayma Yurdundan ayrılmamıştır. O günleri şöyle anlatmaktadır:


7 Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A)., 402.

32

Biz de İlim Yayma Yurdunda şimdi ne olacak diye toplandık. Hatta bir toplantı yapalım Esad Ağabey bize gelsin, bundan sonra cemaatin halinin ne olacağını anlatsın diye konuştuk. Yurtta kalan bir arkadaş Ahmet İleri geldi ve “Bir vasiyet var- mış kırk gün sonra açılacak, kimin olacağı belli olacak.” dedi. Bu sefer kim olabilir diye istişare edildi. O zaman biz de dedik ki: Herkesin çok sevmesi lazım, aleyhine konuşmaması lazım, yıpranmamış birisi olması lazım. Böyle şeyler düşünüyoruz. Esad Ağabey olabilir dedik. Esad Hocaefendi’den başka kim olabilirdi? Lütfi Doğan Hoca o zaman itibarlı biriydi, siyasi yönü yoktu, fazla yıpranmamıştı. Muhterem insan duruşu vardı onda. İskenderpaşa’da kaldığım zamanlarda Lütfi Doğan Mehmed Zâhid Efendi’ye gelmişti, seferî olduğu halde iki sefer yatsı namazı kıldırttı Mehmed Zâhid Efendi. Cemaate dedi ki: “Seferîdir kendisi, iki rekât kılacak, siz kendiniz tamamlarsınız. Öğrenin diye kıldırtıyorum.” dedi. O da olabilir diyorlardı. Sonra ben askere gittim. Kırkıncı gün Rıza Çöllü Hoca Hacı Bayram’da vaaz ediyormuş, o açıklamış.

Kırk günün ardından Esad Hocaefendi’nin vazifeyi alacağı ilan edilmiştir. Fakat Metin Erkaya o günlerde askerlik dolayı- sıyla hemen Esad Hocaefendi ile görüşme imkânı bulamamış ancak 4 Ocak 1981 günü İstanbul’a gidebilmiştir. O günü şöyle anlatmaktadır:

Sabah namazına İskenderpaşa’ya yetiştim. Cami dopdoluydu. Cemaatte bir canlılık vardı. Caminin içinde, sağ tarafta, müezzin mahfilinde sarıklı, krem renkli cübbeli, siyah sakallı, heybetli bir zât-ı muhterem oturuyordu. Eski Esad Ağabeyimizden çok farklıydı. Dua kitabından okudular. Sonra, hatm-i hâcegân yaptırdılar, dua ettiler. İşrak namazı kılındı. Cami çıkışında elini öptük, bağlılıklarımızı arz ettik. İkindiden sonraki hadis dersi çok kalabalıktı. Cemaat caminin avlusunu doldurmuş, caddeye taşmıştı. Namaz kılınırken, bir kısım cemaat ayakta kalmıştı. Hadis dersinden sonra cami avlusu bayram yeri gi- biydi. Herkes birbiriyle musafaha ediyordu. Uzak yerlerden gelenler dostlarıyla, arkadaşlarıyla hasret gideriyorlardı. Ders

33

alacak arkadaşlar caminin arka kısmındaki misafirhaneye gö- türülüyordu. Herkes coşkulu ve ümit doluydu. Hocaefendimiz camiden çıkarken yol açıldı. El öpmek için yine sıraya girildi. Sorunları olanlar yine fısıldaştılar. Her şey Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin zamanındaki gibiydi.8

Mehmed Zâhid Efendi’nin vefatının ardından Esad Hoca- efendi’nin vazifeyi alması ve cemaatin de eski günlerdeki gibi yeni şeyhe olan rağbeti Metin Erkaya’yı çok memnun eder. O yıllarda Esad Hocaefendi bir taraftan Ankara’da Ankara Üniversitesindeki vazifesine devam etmekte, diğer taraftan da tasavvufî faaliyetle- rini sürdürmektedir. Evinin yakınlarındaki bir camide başladığı Râmûzü’l-ehâdîs sohbetlerine daha sonra Özelif Camii’nde devam eder. Cumartesi veya perşembe günleri yapılan bu sohbetlere Metin Erkaya da çoğu zaman Sincan’dan gelen gruplarla birlikte düzenli olarak katılır. Diğer zamanlarda da daima irtibat halin- dedir. Muayenehanesinin açılışında, çocuklarının doğumlarında ve diğer önemli günlerde beraber olurlar. İhtiyaç halinde İlahiyat Fakültesindeki odasına ziyarete de giden Metin Erkaya, 1984 yılında bir vesileyle gittiği ziyareti şöyle anlatmaktadır:

Bir arkadaşımızın bazı problemleri vardı. Hocaefendimiz’e arz etmek için İlahiyat Fakültesine gittik. Biraz sonra dersi varmış, bizi de dersine kabul etti. Tahtaya Fuzûlî’nin bir beytini aslî şekliyle, Arap harfleriyle yazdı. Yazısı çok güzeldi. Veznini gösterdi, anlamını izah etti. Fuzûlî kendisini taklid etmek iste- yenlere şöyle söylüyordu:

Müddeî eyler bana taklîd nazm ü nesirde, Lîk nâ merbut elfâz u mükedder zâtı var; Pehlivanlar bâd pâlar segridende her yana, Tıfl hem cevlân eder ammâ ağacdan àtı var.

Ders bittikten sonra, bizi odasına aldı. Bize uzun bir süre vakit ayırdı. Sonra arabasıyla bizi okuldan tren istasyonuna kadar götürdü.


8 27 Kasım 2014 - Sincan.

34

Aynı yıl evine yaptığı bir ziyareti ise şöyle anlatmaktadır:

1984 yılında, zannedersem yıl sonuna doğruydu. Bir akşam Sincan’dan birkaç kişiyle Hocaefendimiz’in evine ziyarete gittik. Evde Vâlide Hanım yokmuş, bizzat kendisi hizmet etti. Çay yaptı, bir şeyler ikram etti. Birkaç gün sonra Avustralya’ya gide- cekmiş (ilk gidişi), ondan bahsetti. Avustralyalılar bir kanguru derisini terbiye edip seccade yapmışlar, Hocaefendimiz’e getir- mişler, onu gösterdi. Deve tüyü rengindeydi ve yere serdiğimiz zaman Kıbrıs haritasına benziyordu. Herkesin soracağı mesele- ler vardı, sordular. Ben de kıyametle ilgili bir soru sordum. “Efendim, son günlerde hadis derslerinde kıyamet alâmetleri anlatıldı. Bu hususta nasıl bir düşünce içinde olalım?” dedim. Cibrîl hadisinden başlayıp, bu konudaki bir sürü hadis-i şerifi anlattıktan sonra, işi “İnsan öldü mü kıyameti kopmuştur.” noktasına getirdi. “Bu Mehdicilik akımını hiç sevmiyorum. Bunun ardında, ‘Mâdem Mehdi çıkacak, şeyhe ne lüzum var?’ fikri yatıyor. Bir insanı şeyhi kabul etmezse, Mehdi de kabul etmez!” buyurdu. “Hocamız vefat ettiği zaman, birisi demiş ki, ‘Acaba kutupluk Hocamız’dan filân efendiye mi geçti?’ demiş. Eğer ona geçseydi, ona tabi olmak gerekirdi. Şimdi o efendi öldü, kutupluk nereye gitti?..” dedi.

Esad Hocaefendi, Haziran 1986’da hac yemeği münasebetiyle Metin Erkaya’nın köyü olan Çiçektepe’ye gelir. Kiraz ağaçlarının meyvalarının yerlere kadar uzanması çok hoşuna gider ve cen- nete benzetir. Yemekten sonra kılınan namazın ardından zikir yapılır, ilâhiler söylenir. “Buyruğun tut Rahmân’ın... Tevhide gel tevhide...” Bunlar Esad Hocaefendi’nin en çok sevdiği ilâhilerdir. Duygulanır ve gözleri yaşarır. Daha sonra “Metin, bir kasete Ahmed bu ilâhîleri okusun da bana getir!” buyurur.

Esad Hocaefendi 1987 yılında emekli olur ve Sapanca’ya yerleşir. Bu tarihten sonra Sapanca ve İstanbul’daki sohbetleri- nin yanında her ayın ilk haftası Ankara’da diğer haftalarda ise Bursa, İzmir ve Antalya gibi Anadolu’nun muhtelif yerlerine

35

yaptığı ziyaretlerde konuşmalar yapar. Metin Erkaya da müm- kün mertebe bu sohbetlere devam eder ve kayıt altına alır. Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin yaşadığı sıkıntılı du- rumlara yakından vâkıf olur ve bu süreçte şeyhinin dertleriyle dertlenir. Bir hatırasını şöyle anlatmaktadır.

1987 yılında, Ankara’ya gelmişlerdi. Bir sabah bir arkadaşımızın evinde Hocaefendimiz ile birlikte kahvaltı yaptık. Vakfın Ankara şubesi yönetimindeki arkadaşlar da vardı. Hocaefendimiz vak- fımıza alternatif olsun diye yapılan çalışmalardan bahsetti. Bazı siyasîlerin vefasızlık ettiklerini, hizmetlerimize tavır koyduk- larını söyledi. “Halbuki bizim elemanlarımızı kullanıyorlar.” dedi. “Bundan sonra vakıfta hizmet eden kardeşlerimiz partide görev almasın!” buyurdu. Daha sonra, Ajans Türk Matbaasını ziyaret ettiler. Biz de yanın- da idik. Matbaa sahibi yaşlı bir kimseydi, Hocaefendimiz’e çok hürmet etti. Hanımı Mehmed Zâhid Kotku Hazretlerinden dersli imiş. Hocaefendimiz ona sordu: “Biz dergileri filanca matbaada bastırıyoruz. Her baskıda kâğıdın %20’si, %22’si fire veriyor, deneme baskısı esnasında zayi oluyor.’ diyorlar; ne dersiniz?” dedi. “Bu çok fazla bir miktar. Mutlaka işin içinde bir hile var, yolsuzluk var! En fazla %8 fire olur. Başına adam koyun, takip edin!” dedi. Hocaefendimiz: “Biz bir matbaa kursak da dergileri kendi matbaamızda bassak diyoruz, ne dersiniz?” dedi. “Matbaa makinaları çok kısa zamanda demode oluyor. Sonra, işçiyle uğraşmak çok büyük dert... En iyisi siz matbaayı değiştirin, başka bir matbaada daha ucuza bastırabilirsiniz.” dedi.

1988 yılı Şubat ayının ilk günlerinde Esad Hocaefendi bir salı akşamı Ankara’ya gelir fakat ertesi sabah erkenden Sapanca’ya geri döner. Metin Erkaya, durumu Ali Uyarel’den öğrenince çok üzülür. Akşam Uyarel’in evine giderler. Hocaefendi’nin dönüş sebebini orada öğrenir. Salı sabahı Hocaefendi İstanbul’dan ayrılmadan önce, İslâm ve Kadın ve Aile dergilerinin yazı işleri müdürleri Hocaefendimiz’in yanına gelir, dergilerin yeni sayı- ları hakkında tekmil verirler. Daha sonra Hocaefendi saat 10.00

36

gibi İstanbul’dan ayrılır. Yolda Sapanca’ya uğrayıp Ankara’ya doğru hareket ederler. Dergilerin yazı işleri müdürleri dergiye geldikten sonra, saat 13.00 civarında Ankara’dan birisiyle telefon görüşmesi yaparlar. Görüşmeden sonra, dergilerde çalışan on dört kişi, topluca genel müdür Mefail Bey’e istifa dilekçelerini vererek toplu halde işi terk ederler. Hocaefendi Ankara’ya geldikten sonra saat 21.00 civarında Mefail Bey telefonla arar ve durumu bildirir. Bunun üzerine Esad Hocaefendi Mefail Bey’e Ankara’ya gelmesini söyler. Mefail Bey uçakla gece saat 00.00 civarında Ankara’ya gelerek olayın teferruatını Esad Hocaefendi’ye arz eder. Bunun üzerine Esad Hocaefendi gece geri dönmek ister. Kızının ısrarıyla kalır ve sabah namazından sonra Sapanca’ya hareket eder.

Metin Erkaya da cumartesi günü Sapanca’ya gider. Camideki sohbetin ardından Esad Hocaefendi’yi evinde ziyaret eder. Esad Hocaefendi “Biz Ankara’da size de uğrayacaktık ama, dergide bazı problemler çıktı, bir kısım elemanlar, bizi zor durumda bırakmak için istifa ettiler. O yüzden geri dönmek zorunda kaldık. İnşallah başka bir gelişimizde uğrarız.” der ve ilave eder: “Konya Lezzet Lokantası’nın sahibine, ‘Başarınızı neye borçlusunuz?’ diye sormuşlar. Aşçılardan birisi kafası bozulup işi bırakınca, kollarımı sıvıyorum, hemen mutfağa giriyorum. Hizmet aksamıyor.’ demiş. Bizim de yayıncılık işini öğrenme- miz gerekiyor.”

Metin Erkaya’nın üçüncü çocuğu doğduğunda Esad Hocae- fendi yurt dışındadır. İsmini koyar ve dönünce mutlaka ziyaret edeceğini sözlerine ekler. Ne var ki bu hâdise gerçekleşince zi- yaret gecikir. Çocuk görme ziyareti ancak yedi ay sonra 1988’in ağustos ayında gerçekleşir. Hocaefendi, Metin Erkaya’nın evine geldiğinde daha önce adını Abdüllatif koyduğu çocuk kanepe- nin üzerinde yatmaktadır. Onu “Latîf... Latîf...” diyerek sever. Üzerinde şemsiye motifleri bulunan bir çocuk nevresim takımını da hediye eder.

Metin Erkaya’nın Esad Hocaefendi ile görüşmesi Ankara’nın

37

yanı sıra zaman zaman İstanbul’a gittiğinde de gerçekleşir. Söz gelimi 1990 yılı Ramazan ayında İskenderpaşa Camii’ne yaptığı bir ziyaretini şöyle anlatmaktadır:

1990 Ramazan’ında, bir sabah vakti İskenderpaşa Camii’ne git- mek nasip oldu. İçeriye girerken ruhâni bir havayla karşılaştım, içimi bir huzur kapladı. Bir yere oturdum ama, sanki kâmil bir zât ile diz dize oturuyordum. Mukàbele okundu. Namaz kılındı. Evrad okundu, hatm-i hâcegân yapıldı. İşrak namazı kılındı. Cemaatin bir kısmı çıktı, bir kısmı içerde kaldı. İçerde kalanlar i’tikâfdaydılar. Çoğu genç kimselerdi, sayıları yetmiş kadar vardı. Halsiz görünüyorlardı ama yüzleri pırıl pırıldı. Mahmud Esad Coşan Hocaefendimiz de üst katta, perde ile ayrılmış küçük bir bölmede i’tikâfa gir- mişlerdi. Bir vesile ile yanına çıktık; orada ruhâniyet ve huzur daha da fazla idi. Yanından ayrılmayı canımız hiç istemedi.

Esad Hocaefendi, Mehmed Zâhid Efendi’nin tavsiyesi üzeri- ne İskenderpaşa’daki sohbetlerini aksatmamaya gayret göster- mektedir. Ne var ki 1992 yılında İskenderpaşa Camii’nin imamı Esad Hocaefendi’nin camide vaaz etmesine izin vermez. Ancak vaazlarını caminin ek kısmında yapabilir. Daha başka sıkıntılar da çıkartan imamı o zamanın müftüsü görevden almak ister. Fakat bazı bürokratların baskılarına karşı koyamayarak imamı yeniden İskenderpaşa’da görevlendirmek durumunda kalır. Bunun üzerine Aydın’daki ihvandan bazı kimseler söz konusu sıkıntıyı daha önceden tanıdıkları bir bakana arz ederler. Bunun üzerine bakanın da araya girmesiyle imam İskenderpaşa’dan uzaklaştırılır ve Esad Hocaefendi’nin vaazlarının devamlılığı sağlanır. Metin Erkaya daima Esad Hocaefendi’nin yanında bulunmak istese de Hocaefendi’nin çevresindeki bazı kimseler bu durum- dan rahatsız olur ve mümkün mertebe onu uzak tutmaya çalı-şırlar. Söz gelimi Metin Erkaya, 1993 yılında İstanbul’a kardeşi Hacı Ali Erkaya ile birlikte ziyarete gider. Asfa Dersanesi’nde Mehmed Zâhid Kotku’yu anma programı vardır. Yanlarında ko-

38

nuşulmasına rağmen kimse onları davet etmez. Bu duruma çok üzülürler. İskenderpaşa’da otururlarken doktor arkadaşlarından Mustafa Ak ile karşılaşırlar. Ak, “Ben sizi misafir edeyim.” der ve onlarla çok yakından ilgilenir. Metin Erkaya bu hâdiseyi gönül- lerinin kırık olduğu bir esnada Esad Hocaefendi’nin gönüllerini almak için bir müridini göndermesi olarak yorumlar.

Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin etrafında dolaşan samimi görünen ama münafıkça tavırlar sergileyen bazı kimseler oldu- ğunun farkındadır. Bu meseleyi Hocaefendi ile istişare etmek ister. Bir gün Esad Hocaefendi’ye giderek bazı isimleri sorar. Esad Hocaefendi de “O üçü bizim gibi düşünmez. Görevleri icabı aramızda bulunuyorlar. Ama biz de düşmanlarımızın sayısını çoğaltmak istemeyiz.” der. Anılan isimler aile eğitim toplantılarında baş rollerde yer alırlar. Metin Erkaya da di- lek ve temennilerin alındığı bir oturumdaki konuşmasında “Burada hiç bulunmaması gereken bazı adamların kürsülerde konuşma yaptıklarını gördüm.” diyerek göndermede bulunur. Bunun üzerine cemaat yetkililerinden birisi gelir ve ona “Ağa- bey adamlar askerî istihbarattan. Mahsus çağırıyoruz onları. Hocaefendi’nin malumatı var. Buradaki konuşmaları olduğu gibi aktarsınlar. Ne oluyor ne bitiyor bilsinler. Engel olmasınlar diye çağırıyoruz.” der. Bunun üzerine Metin Erkaya, “İyi ama bu kadar da itibar edilmesi iyi değil.” diye karşılık verir.

Yine başka bir sefer Metin Erkaya, Bursalı bir kimseden şüphelenir. Esad Hocaefendi’ye onu da sorar. Bunun üzerine Esad Hocaefendi: “Bayağı zamandır gidip geliyor yanımıza. Ankara’ya gidiyorum, Ankara’ya geliyor. Sapanca’ya gidiyo- rum, Sapanca’ya geliyor. Ben şüpheleniyorum. Metin, bunları kapıdan kovsan pencereden girerler. Hocamız zamanında da böyleydi. Şu karşında dikilen de bunlardan biri. Biri gider biri gelir.” sözleriyle onların gerçek kimlikleri hakkında malumat sahibi olduğunu belirtir.

Esad Hocaefendi Metin Erkaya’nın faaliyetlerini yakından takip etmektedir. Bir taraftan kitap çalışmaları, diğer taraftan da

39

muhtelif dergilerde yayınlanan makaleleriyle Metin Erkaya, o yıllardan eser telif etmeye başlamıştır. 1991 yılının Ramazan’ında “Eski Ramazanlar” diye bir yazı yazar ve İslâm dergisinde Ab- düllatif Duygulu müstear adıyla yayınlanır. O günlerde Esad Hocaefendi Avustralya’dadır. Ramazan Bayramı’nda tebrik için Hocaefendi’yi aradığında “Metin, biz de senin yazını oku- yorduk. Allah kalemine kuvvet versin. Çok güzel olmuş. Çok duygulandık.” diyerek onu över.

Metin Erkaya 1996 yılının haziran ayında bir konuşma yap- mak üzere Giresun’a gider. Dönüş yolunda rüyasında Esad Hocaefendi’yi görür. Hocaefendi vaaz etmeye gitmektedir. Sesi biraz bozuktur, grip gibidir. Metin Erkaya sol tarafında bir adım geriden onu takip etmektedir. “Yetişmiş bir müridimiz olsaydı kürsüye çıkartır konuştururduk. Ama yok. Fakat Allah’a şükürler olsun ki oğlumuz yetişiyor.” der. Sonra bir otobüse binerler. Otobüste “Nureddin Pirim, Fahreddin Şeyhim” diye bir ilâhi çalınmaktadır. İlâhi Hocaefendi’nin hoşuna gider. Sol elini Metin Erkaya’nın sağ dizine koyar. O esnada heyecanla- nır ve uyanır. Metin Erkaya bu rüyayı Muharrem Nureddin Coşan’ın ileride şeyh olacağına yorumlar ve etrafındakilere de anlatır. Aradan iki ay geçmemiştir ki 1 Ağustos’ta Muharrem Nureddin Coşan, Esad Hocaefendi tarafından cemaat şirketle- rinin ve holdingin başına getirilir. Metin Erkaya, bu hâdisenin, rüyanın bir tabiri olduğunu düşünür. Birkaç gün sonra Esad Hocaefendi ile birlikte Ankara’ya gelirler. Muhtelif toplantılar yapılır. O günlerde Metin Erkaya rüyasını yazılı olarak Esad Hocaefendi’ye iletir.

Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin teşvikiyle kitap çalış- malarına başlamış, vefat edinceye kadar da en önemli uğraşı kitap neşri olmuştur. Bunun etkisiyle olmalı ki rüyalarında her iki şeyhini de sık sık görmektedir. O, gördüğü rüyalarından birini şöyle anlatmaktadır:

Mehmed Zâhid Efendi’den biz çocuk olduğumuz için hep ürpe- rirdik. Rüyamda gördüğümde çok heyecanlanırım, korkarım.

40

Esad Hocaefendi öyle değil. Mesela geçen rüyamda gördüm Esad Hocaefendi’yi. Bir sıradayız. Hacerü’l-esved’i öpme sı- rası gibi. Ben kenarda bekliyorum. “Sıraya girsene, niye orada duruyorsun? Gel.” dedi önüne aldı beni omuzlarımdan. Çok samimi davranıyor Esad Hocaefendi. Bir kere de Dost Tıp Merkezi’nde gördüm. Yattığım yerde masa gibi bir yer vardı. Rüyamda Mehmed Zâhid Efendi gelmiş. Elini öpüyorum. Üç tane problemim var diye söylüyorum. O da dua ediyor. Bu kitaplarla uğraştığımız için görüyorum rüyamda. Metin Erkaya, Mehmed Zâhid Efendi’ye intisap ettiğinde henüz on beş yaşındadır. Dolayısıyla aralarında altmış yaş bu- lunmaktadır. Yaş farkının da etkisiyle aralarında daha resmi bir ilişki söz konusudur. Buna mukabil Esad Hocaefendi ile tanış- ması henüz postnişin olmadan gerçekleşmiştir. Bunun için o günlerde ondan Esad Ağabey diye bahsetmektedir. Aralarındaki yaş farkı ise on dokuzdur. Bundan dolayı Esad Hocaefendi ile daha yakın bir ilişki kurulmuştur. Bunun etkisi gördüğü rüya- dan da açıkça anlaşılmaktadır. Ne var ki Esad Hocaefendi’nin yurt dışına çıkışı ile aralarına mesafeler girmiştir. Onun Esad Hocaefendi ile yüzyüze son görüşmesi 10 Temmuz 1998 Cuma günü umre vesilesiyle Mekke’de olmuştur. Esad Hocaefendi o gün yatsı namazından sonra acilen Medine’ye hareket etmek durumunda kalmış ve “Size hiç doyamadım.” diyerek yanla- rından ayrılmıştır.

Telefon vasıtasıyla yaptığı son görüşme ise 18 Ocak 2001 tarihinde dünyaya gelen oğlunun ismini sorma vesilesiyle gerçekleşir. 20 Ocak Cumartesi sabah 7.00’da telefonla arar. O zaman Sydney’de bir müridinin evinde kalmaktadır. Telefon çalar çalmaz Hocaefendi eline telefonu alıp “Selamün aleyküm Metin. Nasılsın, iyi misin? Ev halkı, babanlar, amcanlar, çoluk çocuk nasıllar, iyiler mi? Havalar nasıl? Kar var mı? Soğuk mu?” der. Bir müddet konuştuktan sonra Metin Erkaya aramasındaki asıl sebebe gelerek “Efendim bir çocuğumuz oldu. İsim lütfeder misiniz?” der. Esad Hocaefendi, “Diğer çocukların isimlerini

41

hatırlat bakalım.” der. İsimlerini saydıktan sonra “Bu da Lüt- fullah olsun. Allah anne babalı büyütsün... Babana, amcana, ev halkına çok çok selam söyle. Hepinizin gözlerinden öperim.” der. Son sözleri bunlar olur. Son görüşmesinin olduğu günlerde Esad Hocaefendi’nin evinde misafir olduğu müridi, Esad Hocaefendi’nin vefatından on gün önce bir rüya görür. Rüyasında bir kaza olmuş, kaza- da Esad Hocaefendi vefat etmiştir. Bu arada Esad Hocaefendi on beş gün kadar Sydney’de kaldıktan sonra Brisbane şehrine dönmüştür. Bunun için telefonla arayarak “Efendim ben bir rüya gördüm. Rüyamda kaza oldu, siz vefat ettiniz.” der. Esad Hocaefendi de “İnşallah ömrümüzün uzun olacağına işarettir.” diyerek rüyayı hayra yorar. Bu hâdiseden on gün sonra kazada vefat eder. Allah rahmet eylesin.

Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından hasret ve muhabbetle onu anmaya, sohbetlerini kitaplaştırmaya ve her ortamda onun mesajını yaymaya gayret eder. Artık o, bir daha böyle büyük bir zâtın dünyaya gelmeyeceği kanaatinde- dir. Bununla birlikte o, Esad Hocaefendi’den sonra cemaatin başına geçen Muharrem Nureddin Coşan’a bağlılığını arz edip intisap etmek için fırsat kollar. Bu arada Muharrem Nureddin Coşan’ın biyografisini yazarak internet sitelerinde yayınlar. Bunun yanında fotoğraflarını da temin ederek cemaatin yeni şeyhlerini tanıması için uygun ortamlarda paylaşır. 2003 yı- lında dünyaya gelen evladına da Muharrem Nureddin ismini koyar. Hatm-i hâcegân dualarında ismini anmaya başlar. Ne var ki Muharrem Nureddin Coşan’ın geleneksel anlamda bir şeyh olmadığını anlaması uzun sürmez. Muharrem Nureddin Coşan, cemaatten kendisini tecrit eder ve hiçbir zaman mürid yetiştirmek gibi bir faaliyet içerisine girmez. O “şeyh” sıfatından çok uzak olduğunu daha 2003 Yılı Yâd Programı konuşmasında açıkça ifade eder:

Üçüncü olarak, benimle ilgili tüm tarifleri, algılamaları ve bek- lentileri yeniden yorumluyor ve açıklıyorum. Ben, sadece ve

42

sadece, sevenlerim için takip edilmesi gereken doğal, hakiki bir liderim. Benim için öngörülen tüm diğer sıfatlar, ancak liderlik vasfım ışığında değerlendirilirse bir anlam ifade eder.9 Muharrem Nureddin Coşan’ın bu sözleri, onun geleneksel anlamda bir şeyh olmayıp bunun ötesinde doğal bir lider ol- duğunu ifade eder. O, hiçbir zaman şeyhlik iddiasında bulun- maz. Tasavvuftaki sohbet, zikir, hatm-i hâcegân ve ders tarifi gibi uygulamalardan uzak durur. 2015 yılının şubat ayında kendisiyle yapılan bir röportajda “Dedem ders tarif ederdi. Babam âyetle teyit ederek devam ettirdi. İkisinin de kendi be- yat usülleri, ders usülleri vardı. Babamın ve dedemin yaptığı gibi ben henüz kimseye şimdiye kadar ders tarifi yapmadım.” diyerek buna işaret eder. Tüm bu yaşananları kritik eden Metin Erkaya, Gümüşhânevî Dergâhı silsilesinin Esad Hocaefendi ile son bulduğu kanaatine varır. Esad Hocaefendi’den sonra başka birisini mürşid olarak benimseyip bağlanması da mümkün olmaz. Esad Hocaefendi’den aldığı zikir dersine ve günlük vazifelerine ömrünün sonuna kadar riâyet eder. 4. Üniversite Yılları (1973-1980)

Metin Erkaya, üniversite tahsili için İstanbul’a yerleşir. Onun dini ve kültürel yönlerden yetişmesinde en önemli yıllar üni- versite yıllarıdır. O zamana kadar Ankara’da yaşamını sürdü- ren Erkaya’nın İstanbul’da kalacağı mekân Mehmed Zâhid Efendi’nin görev yaptığı İskenderpaşa Camii’nin avlusundaki yurttur. 4.1. İskenderpaşa Yurdu

İskenderpaşa Yurdu, caminin avlusunda otuz kişinin ko- naklayabileceği bir yurttur. Metin Erkaya bu yurtta bir taraftan İs tan bul’daki kültürel ortamdan istifade ederken diğer taraftan da şeyhinin dizinin dibinde onun ilmî ve mânevî kişiliğinden 9 https://akra.media/Medya/HaberDetay/100637/y-d-programi-konusmasi-2003

43

istifade etme imkânı bulur. Metin Erkaya’nın konuşmalarında sık sık dile getirdiği “İlim öğrenmek için beş şey gerekir: Üstad, kitap, diyâr-ı gurbet, fakr u zaruret, rızâ-yı İlâhî.” sözünü hem İskenderpaşa’daki büyüklerinden işitir hem de bizzat tecrübe eder. O, bu yurtta kalarak Mehmed Zâhid Efendi’nin çok yakı- nında bulunma fırsatı elde etmiştir. Sabah namazıyla başlayan gün, namazın ardından Evrad okunmasıyla devam etmektedir. Evradın ardından ise hatm-i hâcegân ve zikirlerle güne dinç ve mânevî huzur ile başlanmış olur. Günlük namaz vakitle- rinde Mehmed Zâhid Efendi ile görüşme imkânı her zaman için bulunmaktadır. Mehmed Zâhid Efendi namaz için camiye gelince elini kapının yan tarafına dayar, ayakkabılarını çıkarır ve selam verir. Cemaat ise hemen elini öpmek için etrafına top-lanır. Namazın ardından camiden çıkarken o daha ayakkabıya yönelmeden daha önceden görevlendirilmiş birisi ayakkabısını alır ve önüne getirir. Metin Erkaya da İskenderpaşa Yurdunda kalırken öğrenciler içerisinde yaş itibariyle en küçüğü olduğu için bu vazife kendisine verilir. O, iki sene boyunca vazifeyi layıkıyla yerine getirir. Bunun yanında müezzin olmadığında ezan dahi okur. Bu yönüyle Mehmed Zâhid Efendi’nin yanında aktif bir mürid olarak ön saflarda yer alır.

Öte yandan o günlerde İskenderpaşa Yurdu, cemaatin genç- lik faaliyetlerinin merkezi haline gelir. Pazar günleri öğrencilere yemekler yedirilir. Diğer yurtlara gidilir, öğrenciler bu yemek vesilesiyle İskenderpaşa’ya davet edilir. Kandil geceleri, cuma günü sabah namazından sonra ve cuma namazından sonra cami- de musafahalaşma yapılır, Mehmed Zâhid Efendi’nin eli öpülür. Bu gibi merasimler gençlerin çok ilgisini çeker. Bir mürşidin ulaşılabilir olması, herkesin kendisiyle kolayca görüşebilmesi kısa bir zaman içerisinde geniş genç topluluklarının Mehmed Zâhid Efendi’nin müridi olmasını sağlar.

Metin Erkaya bu yıllarda aktif olarak tanıştığı arkadaşla- rına Mehmed Zâhid Efendi’ye intisap etmesini teklif eder. O,

44

çevresindeki herkesin kurtuluşa ermesini arzular. Bu ise ona göre ancak tasavvufa intisap etmekle mümkün olabilir. Dolayı- sıyla Metin Erkaya tanıştığı herkesi İskenderpaşa’ya getirmeye çalışır, onların ders almaları için gayret gösterir. Bunun için öncelikle onları pazar günü İskenderpaşa’da bizzat Mehmed Zâhid Efendi tarafından verilen hadis derslerine götürür. Bu derslerin ardından zaman zaman sesli zikirler de yapılır. Ya- pılan zikirler gençlerin ilgisini çeker. Böylece Mehmed Zâhid Efendi ile tanışan gençler onun tesiri altında kalır. Bir müddet derslere devam ettikten sonra tarikat dersi almaları teklif edilir. Metin Erkaya’nın günlüğünde buna dair notları hemen dikkat çekmektedir. Söz gelimi 3 Mart 1975’te, arkadaşı Ethem ile ders alma mevzuunu konuşur. O gece istihareye yatan Ethem daha sonra ders alma kararını açıklayacaktır. İkindi namazı öncesinde İskenderpaşa’ya gelir ve namazdan sonra ders alır. Metin Erkaya bunu memnuniyetle karşılar. Arkadaşlarının Hocaefendi’ye intisap etmesiyle Metin Erka- ya’yı büyük bir sevinç kaplar. Günlüğündeki “Onların ders aldıkları gün, benim en sevinçli günüm oldu.” ve “Deniz’in ders alması ne kadar güzeldi!” gibi ifadelerinde de bunu açıkça ifade ettiği görülmektedir.

Öte yandan İskenderpaşa o yıllarda çevre yurtlarda kalan dindar gençleri buluşturan bir merkez haline gelir. Vakıflar Yurdu, Fetih Yurdu, İlim Yayma Vakfı Yurdu... Bu yurtlardaki öğrenciler İskenderpaşa Camii’ne yakın bir mevkide oldukla- rı için sohbetlere kolayca katılım sağlarlar. Metin Erkaya da cumartesi günleri diğer yurtlarda kalan öğrencileri birer birer ziyaret eder ve pazar günkü hadis dersine davet eder. Bunun neticesinde pazar günü yapılan hadis derslerine grup grup öğ- renciler katılım sağlarlar. Vaazdan sonra ise öğrenciler caminin avlusunda öbek öbek sohbet ederler ve camiden ayrılmayı hiç istemezler. Yine yatsı namazlarına katılan gençler namazdan sonra zikirlere katılır geç vakitlere kadar camiden ayrılmazlar.

45

Pazar günü kurulan ziyafet sofralarıyla İskenderpaşa’da bir gün geçirmek gençler için vazgeçilmez bir etkinlik haline gelir. Öğrencilerin dışında İskenderpaşa’ya Mehmed Zâhid Efen- di’yi ziyaret etmek için tanınmış şahsiyetler de gelir. Metin Erkaya da onları tanıma imkânı elde eder. Söz gelimi 1 Haziran 1974’te Nazım Kıbrısî, Mehmed Zâhid Kotku’yu ziyarete geldi- ğinde Metin Erkaya da oradadır. Kıbrısî’yi yakından görmesi onun hayatında önemli bir anı olur. Yine bu yıllarda Necip Fazıl Kısakürek (ö. 1983) ve Kadir Mısıroğlu (ö. 2019) gibi önemli şahsiyetleri de ziyaret etme imkânı bulur. Mısıroğlu’nun bir konuşmasında “İsmet İnönü bir gecede latin alfabesini öğrenir, bizim Müslüman gençler neden İslâm alfabesini öğrenmezler?” sözünden etkilenen Metin Erkaya, Osmanlı Türkçesini öğrenme- ye karar verir. Yazıcı Nurcu arkadaşlarından bu konuda yardım alır. Bundan sonra arkadaşlarıyla mektuplaşmalarını Osmanlı Türkçesi üzerinden yaparak yazısını geliştirir.

Metin Erkaya, İskenderpaşa’da kaldığı yıllarda Mehmed Zâhid Efendi’nin himayesi altındadır. Alacağı önemli kararları ona danışır. Memleketine giderken dahi ondan müsaade almayı ihmal etmez. O, yurda yeni geldiği zamanlarda memleketine gideceği zaman Mehmed Zâhid Efendi ile arasında geçen bir konuşmayı şöyle aktarmaktadır:

Yurda yeni geldiğim günlerde bir gün memlekete giderken Hocamızla vedalaştım. “Memleketin neresi?” dedi. “Ankara, Sincan...” deyince; “Orada bizim Mühendis İsmail Turan Ağa- beyimiz var, ona selâmımı söyle!” dedi. Böylece İsmail Turan Hoca ile tanışmama vesile oldu. Tanıştık, sohbet ettik. Bu sefer onun selâmını Hocamız’a getirdim.

Metin Erkaya bir müddet İskenderpaşa’da kalıp Mehmed Zâhid Efendi ile yakınlaşır ve samimi bir ilişki kurar. Mehmed Zâhid Efendi zaman zaman ondan Ankara’da ikamet eden da- madı Esad Hocaefendi’ye bazı paketleri ulaştırmasını ister. Bu vesileyle Metin Erkaya, Esad Hocaefendi ile de irtibat halinde olur.

46

Metin Erkaya, İskenderpaşa’da kaldığı yıllarda bir taraftan Mehmed Zâhid Efendi’den mânevî terbiye alırken diğer taraf- tan da okuduğu kitaplarla da İslâmî konularda bilgi sahibi ol- maktadır. Özellikle Bahar Yayınevi’nin eserlerini temin etmekte Zübtetü’l-Buhari gibi ulaşabildiği kitapları okumaktadır. Böylece öğrencilik yıllarında donanımlı ve kültürlü bir kimse olma yo- lunda önemli adımlar atmaktadır. Okuyup öğrendiği her bilgiyi etrafındakilere anlatıp onların da istifade etmesini arzulaması, bu bilgilerin unutulmayıp kalıcı hale gelmesinde etkili olmuştur.

O yıllarda Metin Erkaya bir taraftan da siyasi faaliyetlere katılmaktadır. Geceleri MSP için afiş yapıştırır. 1974 yılında 29 Mayıs Fetih gecesi için Edirnekapı’dan Saraçhane’ye kadar yo- lun sol tarafını afişlerle kaplayıp duvarlara “Tek yol İslâm.” Ve “Kurtuluş İslâm’da” gibi yazılar yazar. İstanbul’da ve diğer şehir- lerde MSP mitinglerine katılır. Gerektiğinde parti faaliyetlerine katılmak üzere seyahatler yapmaktan geri durmaz. 26 Ağustos 1974’te Malazgirt’e giderek Necmeddin Erbakan’ın mitingine katıldığını zaman zaman konuşmalarında yâd etmektedir.

Yoğun geçen iki yılın ardından Metin Erkaya yurttan çıkmak durumunda kalır. Nitekim onun ve yakın arkadaşlarının yurtta yaptığı öğrenci faaliyetleri, idarecileri rahatsız eder. O dönem- de yurt çok aktif olarak öğrenci faaliyetlerinde kullanılmakta- dır. Yurtta üniversite öğrencilerinin Mehmed Zâhid Efendi’yi tanıması için birtakım etkinlikler düzenlenmektedir. Metin Erkaya’ya göre idareciler yurdu kapatarak buradaki faaliyetleri engellemek isterler. Bundan dolayı öncelikle aktif olan öğrenci- leri yurttan atmaya karar verirler. 19 Aralık 1974’te gerçekleşen bir hâdise, öğrencileri yurttan çıkarmaları için bir bahane olur. O yıllarda ülkücüler ile solcular arasında bazı olaylar yaşanır. Bu hâdiselerden birinde Yıldız Teknik Üniversitesinden solcu bir öğrenci bıçaklanır ve ölür. Zanlılar içerisinde İskenderpaşa’da kalan bazı öğrencilerin de bulunduğu iddia edilmektedir. Bu öğrenciler bahane edilerek yurt boşaltılmak istenir. 14 Ocak 1975 Salı günü öğrencilere yurdun boşaltılacağı

47

bildirilir. Metin Erkaya bu haber karşısında çok şaşırır. Ne ya- pacaklarını düşünmeye başlar. Akşam başkanlar odasında top- lanıp istişare ederler. Onlar yurdun boşaltılacağına bir taraftan inanamazken diğer taraftan da kalabilecekleri bir ev aramaya başlarlar. Bir ev bulurlar, anlaşırlar fakat ertesi gün ev sahibi talebeye veremeyeceklerini söyleyerek cayar. Çevre ilçeler de dâhil ev aramaya devam ederler fakat öğrenci oldukları için hiçbir ev sahibi onlara olumlu dönüş yapmaz. Bu arada kendilerini çıkartmak isteyenlerden Terzi İsmail baskıları artırır. Bir taraftan da yurt boşaltıldıktan sonra dahi beş kişinin yurtta kalmaya devam edeceği söylentisi yayılır. Çok şaşırır. 16 Ocak’ta Mehmed Zâhid Efendi’nin hizmetlerini yapan Vahdeddin Bey ile görüşürler. O da bu işi Mazhar Bey, Enver Bayraktar ve Terzi İsmail’in organize ettiğini söyler. 17 Ocak’ta Terzi İsmail, öncelikle yurdun alt katında kalanlara “Mehmed Zâhid Efendi ile telefonla görüştüm yarın saat 14.00’e kadar yurdu boşaltacaksınız. Yurdu terk edin, anahtarları verin! Misafir olarak İpekçi yurdunda kalacaksınız” der. Metin Erkaya ve arkadaşları aralarında istişare eder ve yurttan çıkmakta acele etmemeye karar verirler. Ertesi gün Terzi İsmail tekrar gelir ve “Niye çıkmıyorsun?” der. Bunun üzerine Metin Erkaya, “Biz Osman Ağabeyi biliriz.” diye cevap verir. Bu cevap Terzi İsmail’in hiç hoşuna gitmez. Daha sonra Metin Erkaya Ahmet İleri ile münakaşa eder. Bu olayın ardından Metin Erkaya bir arkadaşıyla birlikte Vahdeddin Bey’in yanına tekrar gider. O da “Hocaefendi hiç öyle bir söz söyler mi? O gelinceye kadar yurttan çıkmayın. Gelince durumu görüşürsünüz.” der. Akşam saatlerinde Mazhar Bey ve Terzi İsmail ile birlikte riyaset odasında bir toplantı yapılır. Burada Mazhar Bey, otuz sekiz senedir bu dergâha hizmet ettiğini, üç hocaefendinin hiz- metinde bulunduğunu çok âlî bir derviş olduğunu ifade ettikten sonra yurdun tahliyesinin Efendi Hazretlerinin emri olduğunu söyler. Metin Erkaya itiraz ederek “Hocaefendi böyle şey söyle-

48

mez!” dese de sonuç değişmez. Öğrenciler tedirgin olur ve ne yapacaklarını bilemezler. Yine de yurdu boşaltmazlar. 19 Ocak’ta Mehmed Zâhid Efendi İstanbul’a gelir. Akşam yemeğine Metin Erkaya ve arkadaşları da çağırılır. Terzi İsmail ve Enver Bey de oradadır. Daha sonra Mazhar Bey de gelir. Metin Erkaya yemeğin ardından oradan ayrılır. Onun ayrıl- masından sonra yurdun durumu Mehmed Zâhid Efendi’ye arz edilir. Öğrencilerin yurttan çıkması gerektiği yönünde ısrarcı olunur. Sabah olunca Metin Erkaya, Mehmed Zâhid Efendi ile bu konuyu görüşmek üzere izin ister. Mehmed Zâhid Efendi, “Gelmesinler, Rifat onları Vakıflara yerleştirecek.” der. Bu sü- reçte de yurtta kalmaya devam ederler.

23 Şubat 1975’te yurttan çıkarılacağı mevzuunu Esad Ho- caefendi ile istişare eder. O da yetkililerle görüşeceğini söyler. Neticede yurttan tahliye edilmeleri ancak dönem sonuna kadar ertelenebilir. Baskılar artınca Mehmed Zâhid Efendi’ye tekrar da- nışırlar o da “Çıkın diyorlarsa, çıkın...” buyurur. Böylece 1975 yılı Ekim ayında yurt boşaltılır. Metin Erkaya, yurttan ayrılırken Meh- med Zâhid Efendi’nin yanına uğrar. O da kendisine “Evlâdım, burası sizin. Burada her zaman çorbanız hazır!” buyurur. Metin Erkaya sırf İskenderpaşa’ya yakın olmak için İstan- bul’daki bir okulu tercih etmiş, aradan kısa bir müddet geçtikten sonra yurttan çıkarılması ise çok zoruna gitmiştir. Ama o, çare- sizce yurdu terk etmek durumunda kalır. Onu yurttan atanlar daha sonraki yıllarda birer birer İskenderpaşa’dan uzaklaştırı- lırlar. Metin Erkaya’ya göre Esad Hocaefendi 1991 yılında, bir gün dernek kongresine bizzat müdahale ederek bu gibi insanları dernekten ayırmıştır. Metin Erkaya’nın İskenderpaşa Yurdun- dan sonraki meskeni, faaliyetlerini daha fazla yoğunlaştırma imkânı bulacağı İlim Yayma Yurdu olacaktır.

4.2. İlim Yayma Yurdu

İlim Yayma Yurdu, İskenderpaşa’ya yaklaşık iki kilometre uzaklıkta bir yurttur. Metin Erkaya buraya Ekim 1975’te yer-

49

leşmiştir. Yurt yüksekokul öğrencilerine hitap etmektedir. Ka- pasitesi 330 kişi olup 41 odası bulunmakta, her odada ortalama sekiz kişi kalmaktadır.

Tıp Fakültesi üçüncü sınıftan itibaren mezun oluncaya ka- dar beş yıl (1975-1980) bu yurtta kalan Metin Erkaya, yurda yerleştiğinde yalnızca İskenderpaşa’ya gelip giden yalnızca üç öğrenciyi tanımaktadır. Bir arkadaşı ile birlikte Metin Erkaya da yurda yerleşince yurtta İskenderpaşalıların sayısı ancak beşi bulur.

Metin Erkaya, girişken bir yapıya sahip olması itibariyle yurda yerleştiğinde öncelikle cemaatle kılınan namazlar da imamlık yapmaya başlar. Yaz dönemlerinde Kur’ân kurslarına gitmiş olması ve babasının da hatip olması dolayısıyla imam- lığa yatkındır. Bunun için imamlık konusunda geri durmaz. Esasen yurtta imamlığın ayrı bir yeri bulunmaktadır. İmamlık yurtta nüfuzun bir sembolüdür. Bundan dolayı arkadaşları Metin Erkaya’nın imamlık yapmasını önemsemektedir. O ve arkadaşları imamlığın yanında bir de toplu olarak pazartesi perşembe günleri oruç tutmaya başlarlar. “Pazartesi Perşembe Vakfı” olarak adlandırdıkları bu oluşumla yurt içerisinde oruç tutma akımını doğururlar. Bu oruçlar yurtta rağbet görür ve zamanla otuz-kırk kişi yanlarına katılır. Bununla da kalmaz, Metin Erkaya ve arkadaşları yatsı namazlarında İskenderpaşa Camii’ne gitme âdetini de yaygınlaştırırlar. Yurt içinde za- manla İskenderpaşa’ya mensup olanların sayısı artar. İkinci dönem öğrenci temsilcisi seçimlerinde haberi olmadan aday gösterilir. Tam seçilecekken iki başkanlık fikri ortaya atılır. 18 yaşındayken, 330 kişilik yurtta kültürel ve sosyal faaliyetlerden sorumlu öğrenci temsilcisi (başkan) seçilir. Bunun yanında gece memurluğu ve yurt doktorluğu görevlerinde de bulunur.

Metin Erkaya yönetime geldiğinde yurttaki dağınıklığı gi- dermek üzere bazı adımlar atar. Yurt o dönemde çok rağbet görmekte, dini hassasiyetler dikkate alınmaksızın her türlü öğrenci yurda kabul edilmektedir. Metin Erkaya, bu durumdan

50

rahatsız olur ve ilk yıl otuz beş öğrencinin kaydını yenilemeye- rek yurttan uzaklaştırır. Dönem başında yurda yeni kaydola- cak öğrencilerle ise kayıt öncesi mülakat yapar. Böylece yurtta kalacak öğrenciler konusunda seçici davranır. Onlarla tek tek yaptığı mülakatlarda yurtta konaklama koşullarını anlatır. Yurt- ta kalmanın üç şartı vardır:

1. Namaz kılmak, mümkün oldukça cemaate devam etmek.

2. Yurtta yapılan toplantılara, seminerlere katılmak.

3. Kahveye, sinemaya, eğlence yerlerine gitmemek.

Metin Erkaya, bu şartları kabul etmeyeni yurda almaz. Na- maz kılmayan, gevşeklik gösteren, farklı ideolojilere mensup kimseleri yurtta barındırmaz. O yıl yurda 110 öğrenci alır- lar. Bunlardan doksan tanesi şuurlu bir şekilde mezun olur. Öğrenciler düzenli olarak Mehmed Zâhid Efendi’yi ziyarete götürülür. Bunun doğal bir neticesi olarak ondan etkilenirler ve büyük çoğunluğu intisap eder. Ne var ki farklı cemaatlere mensup kimseler bu durumdan şikâyetçi olurlar. Öğrencileri kendi taraflarına çekmek düşüncesiyle maddî desteklerde bu- lunmalarına rağmen bunu başaramazlar. Öğrenciler kendilerini İskenderpaşa’ya daha yakın hissederler. Özellikle Mehmed Zâhid Efendi’nin ulaşılabilir olması; onunla kolaylıkla görüş- meleri, ellerini öpmeleri, sorular sorabilmeleri ve onun mânevî câzibesi öğrencileri derinden etkilemektedir. Günlük olarak yatsı namazları başta olmak üzere perşembe sohbetleri ve cuma namazlarında öğrenciler toplu olarak ziyaretler gerçekleştirir. Böylece sistematik olarak yurttaki öğrencilerin İskenderpaşa’dan feyz alması hedeflenir. Bunun yanında yurdun her odasına kendi ölçütleri doğrul- tusunda şuurlu öğrencilerden bir başkan tayin edilir. Odalar içerisinde her gün bir odadaki öğrenciler nöbetçi olur ve diğer odalardaki öğrencileri “es-Salâtü hayrun mine’n-nevm!” nida- sıyla namaza kaldırır. Kalkamayanlar için ikinci kez dolaşılır. Namazlar yurdun mescidinde cemaatle kılınır. Böylece namaz kılmayı bilmeyenlere eğitim verilir, gevşek davrananlar ise na-

51

maza alıştırılır. Diğer namazlarda da ezan okunur, namazların cemaatle kılınmasına dikkat edilir. Sabah kahvaltısı yurdun kantininde yapılır. Öğle yemek- lerinde ise herkes okulda olur. Akşam yemeği için genellikle Süleymaniye Camii yakınındaki Menekşe Lokantası’na gidilir. Lokanta sahibi dindar, cömert ve anlayışlı bir kimsedir. “Az kuru, az pilav...” gibi siparişleri bol bol vererek karşılar. Perşembe günleri, yatsı namazı için İskenderpaşa Camii’ne gidilir. Cami, yürüyerek on üç dakikalık mesafededir. Herkes ilgilendiği arkadaşlarını alır, gruplar halinde gidilir. Namazdan sonra hatm-i hâcegân yapılır, daha sonra ayağa kalkılır, Meh- med Zâhid Efendi’nin eli öpülür, cemaat halka olur ve herkes birbiriyle musafahalaşır. Musafahalaşma bitince Mehmed Zâhid Efendi ayakta dua eder. Problemleri olanlar caminin dışında bekler, Mehmed Zâhid Efendi ile birebir görüşürler. Tüm bu merasimlerin ardından öğrenciler mânevî bir huzur elde ederek sevinç ve ferahlık içerisinde yurtlarına dönerler.

Metin Erkaya’nın öğrencileri İskenderpaşa’ya götürmesin- deki gaye elbette ki onlara ders aldırmaktır. Ama ders aldırma konusunda aceleci davranılmaz. Öğrencinin hazır hale gelme- si beklenir. Eğer ortamı tanır, tasavvufa girmeye niyetlenirse Mehmed Zâhid Efendi’ye götürülüp ders aldırılır. Bu bağlamda Metin Erkaya 1 Ocak 1977 tarihli bir hatırasını şöyle anlatır: Bir keresinde tıpta okuyan üç arkadaş (Servet, Sadık, Hüseyin)10 intisab etmek istiyordu. Namaz çıkışında elini öptük. Arka- daşların ders almak istediklerini kendilerine arz ettim. Evde müsait olmayan bir durum olmalı ki: “Necâti Efendi’ye götür, tarif ediversin!” buyurdular ve yürüdüler. İçimden: “Keşke Ho- camız tarif etseydi...” diye düşündüm. Tam o sırada durdular, geriye dönüp bana: “el-Vekîlü ke’l-asl” buyurdular. Ben Arapça bilmiyordum ama “Vekil asıl gibidir.” dediklerini anladım.11


10 Metin Erkaya’nın günlüğünde “Server ile Seyyid Ali” olarak geçmektedir.

11 Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A)., 400.

52

Ders aldırma konusunda aceleci davranmamakla birlikte yurtta diğer bazı cemaatler de aktif olarak öğrencileri kendi taraflarına çekme gayreti içerisinde olurlar. Bazı öğrencilerin çeşitli tasavvufî gruplara meyletmeleri neticesinde Metin Erka- ya da bu süreci beklemeden öğrencilerin ders almasını teşvik etmeye başlar.

Yakın arkadaşlarına ve diğer öğrencilere ders aldırmak Metin Erkaya için çok önemlidir. Günlüklerinden anlaşıldığı kadarıy- la onun bazı arkadaşlarının ders alması için yıllarca uğraştığı olmuştur. Bu sürecin sonunda ders aldırabildiği arkadaşları olduğu gibi kimisi ise buna hiç yanaşmamıştır. Arkadaşların- dan Nazım bunun güzel bir örneğidir. O, henüz İskenderpaşa Yurdunda kaldığı dönemde 20 Mart 1975’te arkadaşı Nazım’a kendi ifadesiyle “ezile büzüle” ders almasını teklif eder ama karşılık bulamaz. İki yıl boyunca onunla bu konuyu görüşür. Ne var ki ders almasını çok arzulamasına rağmen onu ikna edemez. Onun aşağıdaki satırları, arkadaşının ders almasının ne anlam ifade ettiğini göstermesi açısından önemlidir. ... Konuşma sırasında sıra tasavvufî konulara geldi. Ölümden başladım. Anlatırken Nazım’ın gözleri yaşlandı. Neredeyse ağlayacaktı. O kadar hoşuma gitti ki onun o durumu. Daha sonra Efendi Hazretlerinden bahsettik. “Daha ne zaman ders alacaksın? Gel imtihanlar bitince alalım.” dedim. “3-4 sene sonra olsun.” dedi. Onun böyle söylemesi beni pek memnun etmedi. Hâlbuki ders alsaydı böyle mi olacaktı? İlk önce bir türlü bırakamadığı o bıyık bırakılacaktı. Pantolonlar genişle- yecek, sesinin tonu düşecekti. O gözleri, hep çok namaz kılanı, hep sünnete riâyet edeni, hal sahibi olanları görecekti. O dil, söyleye söyleye artık zikretmeden duramayacak hale gelecekti. Sabah namazına yurdu o kaldıracak, ezanı o okuyacaktı. Artık o, “Ali’nin ne güzel makinesi var. Şu adam çok gıcık. Keriz herif hep senin dırıltını mı dinleyeceğim” vs. gibi lafları bırakacak, “Ah yahu şu Efendi Hazretleri ne kadar büyük! Onun yanında eriyor bitiyorum. O, bana sert de bakmıyor, sadece gülümsüyor

53

ama yine de korkuyorum.” demeye başlayacaktı. İskenderpaşa onun için çok yakın olacak, diğer arkadaşlarına ders aldırmak onun gayelerinden biri olacaktı. Bütün bunları ertelemek, ge- leceğinden emin olmadığımız zamanlara bırakmak ne kadar acı ve üzücü ey sevgili kardeşim!

Bu satırlar Metin Erkaya’nın yirmi yaşında (1977 yılında) üniversite öğrenciliği yıllarında tuttuğu günlüğündendir. O, arkadaşının ders alması durumunda hayatında nelerin deği- şeceğini bu şekilde yazar. Ders alınca her şeyden önce ahlâkın güzelleşmesi söz konusu olmakta, insanlara bakış açısı tamamen değişmektedir. Allah’a karşı vazifelerini daha özveriyle yapan müridin dünyaya olan bağlılığı zayıflayıp hayatının merkezine tasavvuf yerleşmektedir. Böylece yeni bir kişilik ortaya çıkmak- tadır. Metin Erkaya’da da tam anlamıyla böyle bir dönüşüm meydana gelmiştir. O, başkalarının da böyle bir değişim ge- çirmesini cân-ı gönülden istemekte, bu uğurda arkadaşlarını İskenderpaşa’ya götürmek için gayret sarf etmektedir. Bunun yanında bu satırlarda Metin Erkaya’nın Mehmed Zâhid Efen di’yi nasıl tasvir ettiği de açıkça görülmektedir. Buna göre Mehmed Zâhid Efendi, karşısındakine gülümseyen fakat bununla birlikte heybetli görünümüyle ürperti veren bir duruşa sahiptir. Bu tasvir, on sekiz yaşındaki bir gencin gözünde Mehmed Zâhid Efendi’nin konumunu ve büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir. Son olarak yalnızca kendisinin değil tanıdığı herkesin ders alarak Mehmed Zâhid Efendi’den istifade etmesini iste- mesi Metin Erkaya’nın temel gayesi haline gelmiş, aynı şekilde ders aldırdığı arkadaşlarının da bu şekilde hareket etmesini arzulamıştır. Karşı tarafın ders almaktan geri durması ise onun için büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. Günlüğün devamından anlaşıldığı kadarıyla Nazım hiçbir zaman ders almaya yanaşma- yacaktır. Uzun bir süre onun ders alması için gayret sarf eden Metin Erkaya, bir tarihten sonra umudu tamamen kesmiş olmalı ki günlüğünde bir daha ondan söz etmemektedir.

Metin Erkaya burada olduğu gibi Mehmed Zâhid Efendi’nin

54

heybeti karşısında ürpermektedir. 12 Ocak 1978 tarihinde Meh- med Zâhid Efendi ile aralarında şöyle bir hâdise geçmiştir:

Öğle namazını İskenderpaşa Camii’nde kıldım. Efendi Haz- retleri müezzin mahfilinde idiler. Boza mevzuunu sormak için yanına vardım. Elini uzatıp geri çektiler. Yapamadığım ders- ler ve işlediğim günahlar hatırıma geldi. O kadar korktum ve üzüldüm ki... İçimden tevbeler ettim. Boza için “Bazı büyükler içmişler. Bazıları da içmemişler. İçilmemesi daha uygun.” de- diler. Ellerini bu sefer verdiler, öptüm. Kalktım. Çok perişan bir haldeydim.

12.اﻟﺤﺎل اﺣﺴﻦ إﻟﻰ ﺣﺎﻟﻨﺎ ﺣﻮل واﻷﺣﻮال اﻟﺤﻮل ﻳﺎﻣﺤﻮل اﻟﻠﻬﻢ

[Ey halleri halden hâle çeviren Allah’ım, hâlimi en güzel hâle çevir.]

Bu hatırasında da Metin Erkaya’nın Mehmed Zâhid Efendi karşısında ne kadar çekingen olduğu hemen fark edilmektedir. O bir konuşmasında “Mehmed Zâhid Efendi’den biz çocuk olduğumuz için hep ürperirdik. Rüyamda gördüğümde halen çok heyecanlanırım, korkarım.” sözleriyle bu halinden söz et- mektedir.

Tekrar yurttaki faaliyetlere dönecek olursak; yurtta öğrenci- lerin ders almasalar da bir şekilde Mehmed Zâhid Efendi’den istifade etmesine gayret edildiği anlaşılmaktadır. Pazar günleri ikindi namazından sonra, Mehmed Zâhid Efendi’nin hadis derslerini dinlemek için İskenderpaşa Camii’ne gidilir. Yurtta zamanla güzel bir İslâmî hava oluşur. Cihad isimli bir duvar ga- zetesi çıkarırlar. Bu, on beş günde bir yayınlanan süreli bir yayın- dır. Hafta sonları uzman kimselere, yazarlara yurtta seminerler de verdirilerek öğrencilerin şuurlandırılması hedeflenir.

Metin Erkaya yurttaki ikinci senesinde namaz kılmayan, 12 Bu dua Metin Erkaya’nın günlüğünde Arapça olarak yazılmıştır. Duanın orijinal haliyle günlüğe girmesi, Arapça bilmemesine rağmen Metin Erkaya’nın öğren- meye ne kadar hevesli olduğunu göstermektedir. Hayatı boyunca da bu merakı ve gayreti devam etmiştir. Yayınladığı eserler de bu ilgisinin bir mahsulüdür.

55

ırkçılık yapan ve diğer şartlara riâyet etmeyen doksan kişiyi yurttan atar. Ne var ki atılan öğrenciler zamanla onun yolunu kesmeye başlarlar. O yıllar öğrenci olayları had safhadadır. Mehmed Zâhid Efendi, yurttaki öğrencilerin anarşik olaylara girmesini istemez. Metin Erkaya ile her görüşmesinde öğrenci- leri itidale teşvik etmesini, kanunsuz ve izinsiz hiçbir faaliyete katılmamalarını tembih eder. Metin Erkaya bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:

Ameliyattan iki ay sonraydı (Mayıs 1980). Bir grup arkadaşla ziyarete girdik. Sokağa bakan odada, pencerenin önünde, bir divanda oturuyorlardı. Oturdukları yerden, karşı binanın duva- rına yazılan sloganlar görülüyordu. Bize bir olay anlattılar: “Dün İzmit’ten bir efendi geldi. Seyyidmiş, elinde bir şecere vardı; onu okutmak için gelmiş. Bana dedi ki: ‘—Biz Ülkücüyüz, biz de şeriatı getireceğiz!’ ‘Namaz kılar mısın?” dedim. ‘Kılmam...” dedi. ‘Kur’an okumasını bilir misin?” dedim. ‘Bilmem...” dedi. ‘Bu halde nasıl getireceksiniz şeriatı?’ dedim.” buyurdular.

Sonra bize dediler ki: “Ne Ülkücü olun ne Akıncı olun! Duvar- lara yazı yazmakla rejim değişmez! Süleyman (Demirel) der: ‘Yedi yüz bin askerimiz var, şu kadar polisimiz var...’ Bunlar isteseler, anarşiyi hemen durdururlar.”

Aramızda Bursalı arkadaşlar da vardı. Çıkarken onlar dediler ki: “Efendim! Konya’da arkadaşlar Akıncı Gençlik Derneği diye bir dernek kurmuşlar, Bursa’ya onun şubesini açmak istiyoruz; ne dersiniz?” “Kurmayın!” buyurdular. Bu sözler Konya’ya ulaşınca, oradan gelen bazı arkadaşlar: “Efendim! Ağabeyler kurun dedi de onun için kurduk da... Şöyle de böyle de...” diye bazı gerekçeler öne sürmüşler. Efendi Hazretleri de susmuşlar, bir şey dememişler. Aradan birkaç ay geçip 12 Eylül darbesi olunca, dernek yöne- ticisi arkadaşlar hep tutuklandılar. Bazıları ikişer yıl hapiste yattılar, Mamak’ta işkence gördüler. Efendi Hazretleri’nin çok önceden olayları sezdikleri ve ihvânını korumak istedikleri zamanla anlaşıldı.

56

Bunların yanında yurtta sosyal faaliyetlere de ağırlık veril- mektedir. Bu kapsamda her yıl mayıs ayında yurt gezisi tertip edilir ve genellikle Abant’a gidilir. Mehmed Zâhid Efendi bu konuda da onları teşvik eder, maddi bakımdan destekler. Git- mek isteyen herkes götürülür. Giderken, gelirken otobüslerde marşlar söylenir. “Hak Yol İslâm Yazacağız” marşı, mehter marşları en çok söylenen marşlardandır. Yurt imkânları ölçü- sünde zaman zaman kamplar da düzenlenir. 1978 yazında, Yalova Esenköy’de Marmara denizi sahilinde bir kamp düzenlenir. Kamp tecrübesi olan arkadaşı Şerafettin Kalay onlara önderlik eder. Kampta öncelikle dörder kişinin konaklayabileceği çadırlar kurulur. Bunlar içerisinde bir de elli kişinin namaz kılabileceği mescid çadırı kurulur. Hazırlıklar elli kişi içindir ama yirmi beş kişilik bir katılım sağlanır. Öğrencilere tesettürlü mayo diktirilir. Sabah namazından sonra işrak vaktine kadar beklenir. Evrad okunur. Nafile namazlar kılınır. Sohbetler yapılır. İşrak namazından sonra spor yapılır. Kamptaki öğren- ciler için üç koyun bağışlanır. Bunlar kesilir ve yenir. On beş günlük bir kamp yapılır. Daha sonra bu kamp malzemeleri ile başka gruplar tarafından kamplar düzenlenmeye devam eder. Düzenlenen kamplarla bir taraftan öğrencilerin eğitimlerine katkı sunulurken diğer taraftan da aralarında kaynaşma olur.

Yurtta yöneticilik yapan Metin Erkaya’ya aynı zamanda Vakfın burs komisyonunda da görev verilir. Burs komisyonu başkanı Dr. Asım Taşer’dir. Metin Erkaya, burs almak isteyen öğrenciler hakkında araştırma yapar ve ona bilgi verir. Zaman zaman öğrencilerle yapılan mülâkatlara da katılır. Burs verirken üç esasa riâyet edilir: İstikamet, çalışkanlık ve fakirlik. Özellik- le öğrencinin istikamet üzere olmasına dikkat edilir. Öğrenci öncelikle dindar, akidesi sağlam, namazlı niyazlı, güzel ahlâklı olmalı, daha sonra çalışkan, derslerinde başarılı olmalıdır. Böyle bir öğrencinin maddi yardıma ihtiyacı varsa, elbette öncelikle ona burs verilmelidir. Bazen dersleri iyi olmayan bir öğrenci için: “Efendim, şu öğrencinin maddi durumu çok kötü, ona da

57

burs verilse...” denildiğinde Dr. Asım Taşer, “Burası İlim Yayma Vakfı, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) değil!” der. Öğrencilerin adreslerinden, referans verdikleri kimselerden hangi gruba ait olduklarını anlar, bazıları için, “Onların maddî durumu iyi, ağabeyleri onlara yardım eder.” diyerek burs vermez. Bunun yanında yurtta kalan öğrencilerin yabancı dil öğrenmelerini, master ve doktora yapmalarını teşvik eder. Tıpçıların mutlaka ihtisas yapmalarını, temel bilimler de olsa fakültede kalmala- rını ister. Bu amaçla İlim Yayma Vakfı’na yabancı dil ve mas- ter öğrencileri için burslar tahsis ettirir. Yurtta öğrenciler için Osmanlıca ve Kur’an-ı Kerim kursları açtırır. Her gün İlmihal dersleri yapılır. Asım Taşer’in bu vizyonu Metin Erkaya’yı de- rinden etkileyerek hayat boyu yapacağı faaliyetlerde kendisine rehberlik etmiştir. Metin Erkaya bu arada sosyal faaliyetler için Milli Türk Tale- be Birliği’ne (MTTB) de gidip gelmektedir. MTTB, fakültelerin adına kurulan derneklerden oluşmaktadır. O da burada İstanbul Tıp Fakültesi Talebe Derneği yönetiminde yer almaktadır. Bu ve- sileyle her türlü öğrenci faaliyetiyle yakından ilgilenme imkânı bulmaktadır. O sıralar MTTB genel merkezi, eski başkanlardan Ömer Öztürk’ün etkisi altındadır. 1976 Yılında MTTB kongre- sinde olaylar olur. Genel merkezi eleştiren dernekler kongre salonuna alınmazlar. Bu durum üniversite gençliği arasında bir bölünmeye sebep olur ve Akıncılar Derneği kurulur. Bazı gençler, Akıncılar Derneği’ne devam etmeye başlarlar. Metin Erkaya’nın yakın arkadaşı Sabri Uğur da İstanbul Akıncılar Derneği yönetiminde görev alarak o gün için önemli pek çok faaliyetin içinde yer alır. Metin Erkaya’nın da dâhil olduğu gençlerin çoğu Akıncılar safında yer alır. MTTB ise içine kapanık, fanatik, cemaatçi ve kendi halinde bir derneğe dönüşür. Metin Erkaya, yurttaki öğrencileri ve kendisini mümkün mer- tebe olaylardan uzak tutmak istese de bazen çıkan hâdiselerin tam ortasında kalır. Nitekim 29 Aralık 1976 sabahı, bir gün evvel solcuların Vefa Lisesinde başlattıkları boykotu önlemek

58

için yurdun önünde beklemektedir. Bir ara içlerinden birisi koşa koşa gelir ve “Ne duruyorsunuz, çocukları yürütüyorlar!” deyince on – on beş kişiyle birlikte lisenin önüne doğru gider- ler. Yürüyüşü kimin idare ettiğini anlamak için bakınırlarken Metin Erkaya, Şehzade Camii’nin önünde yürüyüş yapanların önüne atılır ve “Arkadaşlar derslerinize girin, tahriklere kapıl- mayın!” diye bağırmaya başlar. O sırada bir polis gelir. Polise durumu anlatırlar fakat o, “Benim vazifem burada değil.” di-yerek olaylara müdahale etmez ve oradan uzaklaşır. Bu arada Metin Erkaya ve arkadaşlarının etrafı sarılır. “Yürüyüşü kim durdurdu?” diyerek saldırmaya başlarlar. Onlar da karşılık vermek durumunla kalırlar. Metin Erkaya “Allah Allah” diye bağırarak üzerlerine yürür. Yürüyüş yapanlar paniğe kapılarak kaçışmaya başlarlar. Metin Erkaya ve yanındakiler, bir taraftan karşı tarafla mücadele ederken diğer taraftan da yurda doğru çekilmektedirler. Yanlarında kavga esnasında silah olarak kulla- nabilecekleri tırnak makası dahi yoktur. Karşı taraf üzerlerine taş atmaya başlar. Onlar da karşılık verirler. Lisenin önüne gelince hızlanırlar. Bu arada içlerinden biri tabanca ile ateş etmek ister fakat Allah tarafından silah tutukluk yapar. Nihayet bitkin ve yorgun bir vaziyette yurda dönerler. Peşlerinden gelen solcular yurdun etrafını sarar, yurdun önünde ateş ederler. Kurşunların birisi temizlikçinin camına isabet eder. Yurttaki öğrenciler tabureleri kırıp sopa yaparak üzerlerine yürürler. Metin Erkaya da Medrese’nin avlusuna çıkar. Çıkan arbedede ön dişlerinden birisi kırılır. Ağzından kan gelmeye başlar. Arkadaşlarından Dursun’un dudağı patlar, Hasan’ın sol gözünün önü şişer ve morarır, Yüksel’in alnında şişlik oluşur, Şerafeddin’in alnının sol tarafı çizilir. Yaralıların yaralarına revirde müdahale edilir. Durumu öğrenen Mehmed Zâhid Efendi, Uhud’da Peygam- ber Efendimiz’in dişinin kırıldığını anlatarak Metin Erkaya’ya teselli verir. Daha sona Metin Erkaya, Erbakan’ın diş hekimi kardeşi Kemalettin Erbakan’a dişini yaptırır. Ne var ki ağzına

59

yerleştirilen demirlerin dokunduğu tüm dişler çürümeye başlar. Bir yıl sonra camide abdest aldığı bir esnada bir diş teknisyeni dişlerini görür. “Bir diş için bu kadar demir mi taşınır?” diyerek dişini yeniden yaptırması gerektiğini söyler. Bunun üzerine Metin Erkaya, ona altın diş yaptırır. Hâdisenin ertesi günü lisede boykot devam eder. Bu arada Fetih Yurdundan ve Vakıflar’dan arkadaşları gelir. Yurdun önünde toplanırlar. Yurdun çevresinde gruplar oluşturulur. Polisin gelmesiyle birlikte yurda çekilirler. İçlerinden tanımadık- ları iki üç kişi onları liseyi basmaya teşvik etmektedir. Bu sırada İslâmcı çocuklar derse girerler. Metin Erkaya’nın yanındakiler ise lisenin önünde sessiz bir yürüyüş yaparlar. Sonra lisenin dağılmasıyla birlikte herkes yurduna döner. Bir taraftan böyle solcularla mücadele edilirken diğer taraftan Metin Erkaya’nın çok aktif olarak faaliyetler düzenlemesi farklı cemaatlere mensup bazı kimseleri rahatsız etmektedir. Bun- dan dolayı 1977 yılında tehdit edilir. Metin Erkaya o günlerde dâhiliye stajı yapıyordur. Kendisine üç kişi refakat etmeye baş- lar. Sabah yurda gelip Metin Erkaya’yı alırlar, beraberce otobüs durağına giderler. Onu staj yapacağı yere bırakır, çıkınca da tekrar alıp hastaneye kadar eşlik ederler. Bir ay boyunca durum böyle devam eder. Fakat bir gün “Bu çok zor oluyor, zahmet oluyor, cuma günü erken çıkacağım herhalde bir şey olmaz.” diyerek refakat eden arkadaşlarına gelmemelerini söyler. Sabah vakti elinde tesbihle staja giderken Şehzade Camii’nin köşesin- deki Orta Direk’e geldiğinde yüzüne bir yumruk/muşta vurulur. Biraz mücadele ettikten sonra kaçarak kendisini kurtarır. Öte yandan yurtta öğrencilerle ilgili geniş yetki ve sorumlu- lukları olan gece memurluğu diye bir görev vardır. Mevcut gece memuru Hüseyin Gazi Baş okulundan mezun olduğu için, 1978 Ağustos’unda gece memurluğu görevi Metin Erkaya’ya verilir. 12 Ekim 1978 tarihinde çarşambayı perşembeye bağlayan gece ise MTTB’lilerden bir grup tarafından yurda baskın yapılır. O gece Metin Erkaya sahura kalkmak için kapı görevlisini tembihlemiştir.

60

Baskın esnasında lambalar yanınca kendisini oruç için kaldırı- yorlar zanneder. Yirmi dört kişilik bir grup yurttan bir hainin yardımıyla kapıcıyı kandırıp, içeri girer ve “Hiç kimse yerinden kıpırdamasın! Metin Erkaya ile hesaplaşacağız.” sözleriyle ortalığı ayağa kaldırır. Niyetleri Metin Erkaya’yı yurttan atarak yurdu ele geçirmektir. Ne var ki Metin Erkaya ve arkadaşları onlara karşılık verir. Metin Erkaya, kapının arkasında bulundurduğu sopasını eline alarak onların üzerine yürür. Ondan cesaret alan diğer arkadaşları da kavgaya karışır. Aralarında çıkan mücade- lenin sonunda baskıncılar yurttan def edilir. Baskından sonraki günlerde yurtta güvenlik tedbirleri arttırılır ve nöbet tutulmaya başlanır. Yurtta kalan üç işbirlikçi de tespit edilip yurttan atılır.

Baskının ertesi günü sabahında Vefa Lisesine patlayıcı bir madde atılır. Yurdun medrese tarafındaki camları kırılır. Bun- dan sonraki günlerde Metin Erkaya’nın peşini bırakmaz ve yolunu kesmeye başlarlar. İki ay boyunca Metin Erkaya yanında bir korumayla okula gidip gelir. Metin Erkaya yurtta doktor ve fiilen de başkan olması itibariyle önemli bir isimdir. En önemli kabahati, öğrencilerin kanunsuz hiç- bir eyleme katılmasına izin vermemesi ve onları İskenderpaşa’ya götürmesidir. Bunun için yolu kesilir ve çeşitli şekillerde izlenen yıldırma politikalarıyla pasif hale getirilmeye çalışılır. Son sınıfta hastanenin baştabibi Mazhar Özman tarafından Vakıf Gureba Hastanesinde bir oda tahsis edilir. Öğrenciler burada ihtisasa hazırlanacaklardır. Servet Rüştü Karahan “Seni de oraya alalım ders çalışırsın.” der. Fakat o yurttaki hizmetleri aksayacak diye buraya geçmeyi hiç düşünmez. Yurttaki öğrenci faaliyetlerinden bilimsel çalışmalara zaman ayırma imkânı olmayan Metin Erkaya, daha sonraki yıllarda da ihtisas yapmaya fırsat bulamaz.

Metin Erkaya 20 Mayıs 1979 tarihinde telefonla tehdit edil- mesini ve aynı günlerde yaşadığı sıkıntılı hâdiseleri şöyle an- latmaktadır:

Bir akşam telefon geldi, “Metin Erkaya, yarın öleceksin!” dedi- ler. Ertesi sabah psikiyatri sınavım vardı. “Ne yapayım!” diye

61

telefonla Dr. Asım Bey’i aradım. “Sabah bir taksi çağır, yanına bir arkadaş al, git!” dedi. “Benim kayınbirader savcı, ona bil- direyim.” dedi. Sabah bir taksi tutup sınava gittik. Biraz sonra tedbir için yurda polisler gelmiş. Okula gittiğimizde okulda da polisler vardı. Allah yardım etti, sınavı da geçtim.

Metin Erkaya’yı tehdit edip yurttan kaçırmak isteyenler, solcular veya komünistler değildir. Bilakis kendisine yakın fakat başka bir cemaatin öğrencileri ve ileri gelenleridir. Cemaatler arasındaki üstünlük mücadelesinin hedefinde bu sefer Metin Erkaya bulunmaktadır. MTTB’cilerin İlim Yayma Vakfı yönetiminde yakınları, tanıdık- ları, aynı cemaatten kimseler vardı. Onları devreye koydular. Önce yurda kendi cemaatlerinden birini müdür tayin ettirdiler. Yurtta biz mağdur olduğumuz halde, beni gece memurluğu gö- revinden almak istediler. Dr. Asım Bey’e gittik, durumu anlattık. “Bu haksızlık!” dedik. Dr. Asım Bey bize yakınlık gösterdi, uzun uzun konuştu, bizi teselli etti. Sonra dedi ki: “Evlâdım, bunlar fanatik bir topluluk... Sizin yurtta etkili olmanızı istemiyorlar. Öğrencileri İskenderpaşa’ya götürmenizden, yönlendirmeniz- den rahatsız oluyorlar. Sizi yurttan atmak istiyorlar. Hatta ‘İs- kenderpaşa Camii’nin yakınında bir ev tutalım, orda kalsınlar!’ diyorlar. Görevden istifa etmezsen, yurttan atacaklar.” dedi ve ilave etti: “Ben de Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’ne bağlıyım! Ben sizin yurtta kalmanızı ve faaliyetinize devam etmenizi istiyorum.” Bunun üzerine beraber istifa dilekçesi hazırladık, Dr. Asım Bey’e verdik.13 Tüm baskılar karşısında Metin Erkaya yurttaki yöneticilik görevini bırakmak durumunda kalır. Bununla birlikte yurtta kalmaya ve yurt doktorluğu yapmaya devam eder. Bu süreçte de öğrencilerle ilgilenmeyi ve faaliyetlerini sürdürür. Metin Erkaya’nın yerine getirilen müdür de on gün geçmeden Mehmed 13 Metin Erkaya, “Dr. Asım Taşer Bey’i Rahmetle Anıyoruz”, Facebook, (14 Haziran 2021).

62

Zâhid Efendi’ye intisap eder. Bu baskın ve sonrasındaki geliş- meler Metin Erkaya’yı çok etkiler. Odasında durduğu müddetçe kapıyı kilitli tutar. Bu süreç onun bir yılına mal olur ve okulu uzar. 1979’da sıkıyönetim gelinceye kadar sıkıntılı süreç devam eder. 1980 yılı haziran ayında Adapazarı mitingi düzenlenir. Yurda baskın düzenleyenlerin elebaşı da orada yanlış yaptık- larını itiraf ederek Metin Erkaya’dan özür diler. Metin Erkaya, yurtta her faaliyette ön saflarda olur. Kayıt çalışması yaparak öğrencileri yurda kabul eder, odalarını dü- zenler, ödevlerine yardım eder, burs bulur, yemek yaptığında başkalarına da ikram eder. Öğrencileri çok yakından tanır; her- kesin ismini, okulunu ve hangi fikirde olduğunu bilir. Yurdun meydana bakan kısmında kalır, boş zamanlarında öğrencileri izler, onları değerlendirir. Bir kız ile görüşen, sinemaya giden veya herhangi bir kötü alışkanlık edinen olursa hepsinden ha- berdar olur. Zaman zaman evlerini ziyaret ederek aileleriyle tanışır. Bursa, İzmir, Konya... Öğrencilerin şuur kazanmaları için elinden gelen gayreti gösterir. Bu konuda başarılı da olur. Yıllar sona kendisiyle karşılaşan arkadaşları “İslâm adına ne öğrendiysek senden öğrendik.” itirafını yaparlar. 26 Kasım 1973’de İstanbul’a giden Metin Erkaya, 22 Kasım 1980’de yurttan ayrılır. Böylece onun hayatında önemli bir yeri bulunan öğrencilik yılları sona ermiş olur. Metin Erkaya, bu yılları dolu dolu geçirmiş, orada şuurlanmasına vesile olduğu arkadaşları hayatı boyunca onu hayırla yâd etmişlerdir.

5. Askerlik Yılları

Metin Erkaya 12 Aralık 1980 tarihinde bir cuma günü Anka- ra’nın Mamak ilçesi Keçikıran mevkiinde yedek subay olarak askerlik vazifesine başlar. Daha sonra 31 Ocak 1981’de yapılan dağıtım neticesinde askerliğine Balıkesir Edremit 19. Piyade Tugayı, Sıhhiye Bölüğü’nde devam eder. Dağıtım izninde Esad Hocaefendi’yi ziyaret etmek için İstanbul’a hareket eder. 8 Şubat 1981 tarihinde Esad Hocaefendi ile görüşerek ona askerlik va-

63

zifesini Edremit’te yapacağını söyler. Esad Hocaefendi, “Orada benim dayım var, ticaretle iştigal eder.” diyerek adresini verir. Daha sonra Esad Hocaefendi’nin babası Halil Necati Coşan’ı ziyaret eder ve onu da durumdan haberdar eder. Necati Efendi “Kurşunlu Camii imamı Nureddin Hafız var, o benim ahbabım olur. Ona selâmımı söyle!” der. Görüşmeleri yaptıktan sonra Metin Erkaya İskenderpaşa Camii’ndeki hadis dersine katılır. Sohbetten sonra, arkadaşları caminin avlusunda Edremitli Mustafa Çoban ile tanıştırırlar. Babası (İsmail Çoban) Edremit’te, Ağa Camii’nin yanında Kur’an kursu hocasıdır. Mustafa Çoban, ailesiyle görü- şeceğini söyleyerek “Bir ihtiyaç olursa yardımcı olurlar.” der.

15 Şubat 1981 günü Edremit’e giden Metin Erkaya, Kur’an kursu hocasını bulur. Onların yardımıyla Ağa Camii yakınında bir ev tutar. Çarşıdan gerekli eşyaları alarak eve yerleşir. Sonraki günlerde Esad Hocaefendi’nin dayısını da ziyaret eder. Toptan bakkaliye işiyle uğraşan yaşlı ve samimi bir kimsedir. Birkaç kez evlerine yemeğe de gider. Kurşunlu Camii imamı Nureddin Hafız’ı da ziyaret eder. Beyninde tümör olduğu için rahatsızdır ve evinde yatmaktadır. Daha sonraki günlerde ise vefat eder.

Metin Erkaya, 16 Şubat 1981 günü sıhhiye bölük komutanı olarak göreve başlar. Bölük başçavuşu yaşlı ve anlayışlı bir kimsedir. Ona çok yardımcı olur. Her sabah içtima alanında toplanarak Destek Kıtaları komutanına tekmil verirler: “Sıhhiye bölüğü emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!” Sıhhiye bölüğündeki günleri çok yorucu ve can sıkıcı geç- mektedir. Doktorluktan ziyade piyadecilik yapmakta ve bundan rahatsızlık duymaktadır. On beş gün sonra, yeni gelen asteğ- menleri Tugay Komutanı’na (Tuğgeneral Orhan Kilercioğlu) durumu arz ederler. Komutan da herkese ismini ve görev yerini sorar. Sonra Metin Erkaya’ya döner ve “Sen revire bakacaksın!” der. Revire bakan asteğmene döner ve “Sen de sıhhiye bölüğüne bakacaksın!” diyerek, görev yerlerini değiştirir.

Metin Erkaya, revirde hasta muayenesine başlar. Yazın da Akçay Askerî Kampı’nın revirine bakacaktır. Böylece büyük bir

64

sıkıntıdan kurtulmuştur. Herkes onun yüksek bir komutandan torpil yaptırdığını düşünür. Fakat öyle bir durum söz konusu değildir. Üç ay boyunca revirde görev yapar. 1 Haziran 1981 Çarşamba günü kamp komutanı (Yüzbaşı Sait Uzuner) onu arayarak “Asteğmenim, bu bir emirdir: Bundan sonra 24 saat kampta görev yapacaksın!” der. Kamp komutanı çok merha- metsiz bir kimsedir. İhtilal olduğu günlerde halka çok zulmet- miştir. Kendisine “Sait Paşa” denilmektedir. Tugay komutanı ile arası iyi olmasından dolayı çok şımarmıştır. Kampta inşaat çalışmaları sırasında askerin ayağına beton blok düşüp ayağının ezildiğini duyunca, “Beton kırılmış mı?” diye sorması da nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir.

Metin Erkaya ona “Komutanım, ben ev tuttum. Annemle beraber kalıyorum. İzin verin, akşamları eve gideyim!” dediyse de kabul ettiremez. Bundan dolayı gece gündüz kampta kal- makta ve çok sıkılmaktadır. Ortam, plaj ortamı olduğu için her bakımdan uygunsuz bir vaziyettedir. Cuma günü, Cuma namazı için Akçay Camii’ne gider. Cami’ de Halil Necati Coşan ile karşılaşır. Namazdan sonra elini öper ve sohbet eder. Akçay’daki bacanağını ziyarete gelmiştir. Mi- safir olduğu ev kampa yakın bir yerdedir. Beraber yürürler. Metin Erkaya kamptaki durumları ona anlatır, kamp komu- tanından bahseder. O da bu durum karşısında çok üzülür ve “Haşr Sûresi’nin son üç âyeti (Hüva’llahü’llezî) çok esrarlıdır. Bir rivâyete göre İsm-i A’zam bu âyetlerin içindedir.14 Sen komu- tanın yanına giderken bu âyetleri oku, inşâallah Cenâb-ı Hak tesirini halk eder; faydasını görürsün!” der.

Metin Erkaya ertesi sabah 9.00 civarı revire gider Hü va’lla- hü’llezî’yi okur ve beklemeye başlar. Saat 10.00 civarında Tugay komutanı ile kamp komutanı uzaktan görünür. Tugay komutanı kampı denetlemektedir. Yarım saat kadar sonra dışarıda bir 14 Ebû Şücâ’ Şîrûye b. Şehredâr b. Şîrûye Deylemî, el-Firdevs bime’sûri’l-hitâb, thk. Saîd b. Besyuni Zaglul (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1986), 1/416 (No. 1686).

65

bağırışma ve koşuşturma meydana gelir. Kamp komutanı fena- laşmıştır. Onu hemen komutanın odasına çağırırlar. Gittiğinde, komutan upuzun yerde yatmaktadır. Tedirgin bir vaziyette çok ızdırap çekmektedir. Hemen tansiyonunu ölçer, dilaltı hapı verir ve enjeksiyon yapar. Biraz sonra rahatlayan komutanın gözü açılır ve Tugay komutanına sövüp saymaya başlar: “Nerde gördün bir bodur, Allah’ın belâsı odur! Kıçı yere yakın olandan korkacaksın!” der, ağzına geleni sayar. Tugay komutanı kısa boylu, sert tabiatlı, disiplinli bir şahıstır. Herkes ondan çekinmektedir. Kampı denetlerken, askerlerin koğuşlarını beğenmeyerek “Sait, burada it yatmaz!” der. Kamp komutanı bu duruma çok üzülür ve hipertansiyon krizine girer. Metin Erkaya da onun hayatını kurtarmış olduğu için kendisine minnettar olur. Bu kriz komutanı çok etkiler. O andan itibaren ona olan davranışları değişir. Artık akşamları evinde kalmasına da izin verir ve “Ayvalık tarafında üç tane villamız var: Birisi Kenan Evren’in, birisi Ege Ordu Komutanı Süreyya Yüksel’in, birisi de benim... Anahtarları bende duruyor. Hangisini istersen, annenle beraber orada kalabilirsin!” der.

Kamp dört ay devam eder. Metin Erkaya da Hüva’llahü’llezî’yi okumaya devam eder. Ondan sonraki günler onun için daha rahat ve huzurlu geçer. Fakat hipertansiyon krizleri komutanın peşini bırakmaz. İlaç da kullandığı halde, arada bir tansiyonu yükselir. Üç ay sonra Kurban Bayramı’nda komutan arabasıyla giderken, yolda bir kaza geçirir. Karşı taraftan şikâyetçi olur ve karakola giderler. Karakoldan çıkacakken tansiyonu yükselir ve karakolun ortasında yere düşerek hayatını kaybeder. Metin Erkaya, Necati Efendi’nin tavsiye ettiği bu âyetleri Tugay komutanına giderken de okumaya devam eder. Tugay komutanından da çok anlayış görür. Garnizon dışına çıkmak için komutandan izin almak gerekmektedir. O, ayda bir İstanbul’a Esad Hocaefendi’yi ziyarete gider. Hiçbirine engel olunmaz.

15 15 Metin Erkaya, “Necati Amca’nın Bir Tavsiyesi, Bir Askerlik Hatırası”, Facebook, (06 Haziran 2022).

66

Metin Erkaya, 31 Mart 1982 tarihinde askerliğini tamamla- dıktan sonra Ankara’ya dönerek bir muayenehane açar. Artık onun için yeni bir dönem başlamaktadır.

6. Mesleği

Metin Erkaya İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu bir pratisyen hekimdir. Ömrü boyunca da hekimlik yapacaktır. Yeni mezun olduğu günlerde Mehmed Zâhid Efendi’yi ziyaret ettiğinde o, hekimliğini ihtiyaç sahiplerinin hizmetinde kullan- masını tavsiye eder. Mehmed Zâhid Efendi 1980 yılı mart ayında midesinden ameliyat olur. Ameliyattan sonra genel durumu düzeldiğinde hastaneye ziyaretçi kabul etmeye başlarlar. O günlerde Metin Erkaya’nın sınav dönemidir. 1 Nisan’da sınav- lar bittikten sonra, Dr. Hanefi Demirtaş ile birlikte Mehmed Zâhid Efendi’yi ziyarete gider. Gelenlerle Esad Hocaefendi ilgilenmektedir. Onları içeri alır ve “Baba, Metinler geldi. Okulu bitirmişler.” diye takdim eder. Mehmed Zâhid Efendi sağ yanı üzerine yatmaktadır. Sol eli üzerinde serum takılmasından olu- şan morluklar vardır. Onlara doğru döner, elini öperler. Sonra Mehmed Zâhid Efendi: “Vakıf Gurebâ Hastanesi’nde çalışsın- lar, gariplere hizmet etsinler!” buyurur. Bunun üzerine Metin Erkaya, Ankara’ya, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne gider, genel müdürle görüşür. İhtiyaç yok diye tayine yanaşmaz. Turgut Özal bile devreye girer ama o günkü vakıflar yönetiminden tayin çıkartamazlar. Dolayısıyla Mehmed Zâhid Efendi’nin arzusunu yerine getirmesi mümkün olmaz.16

Metin Erkaya muayenehanesinde 2007 yılına kadar serbest hekimlik yapar. Fakat bu yirmi beş yıl, içerisinde bazı zorlukları da barındırır. Nitekim 1993 yılında “Muayenehanede vergiler çok, işler az. Çok daraldım, bunaldım. Devlet işine girsem mi?” diyerek Esad Hocaefendi’ye danışır. Esad Hocaefendi “Yok, girme. Girersen bu kitap işlerini senden başka yapacak kimse 16 Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A)., 402.

67

yok. Kalır hep bunlar. Vakit ayıramazsın işinden. İstersen mu- ayenehaneyi kapat.” der. Bunun üzerine muayenehane, şirkete çevrilir. Böylece vergiler azalır ve Metin Erkaya bir müddet daha muayenehane hekimliğine devam eder.

1997’de Metin Erkaya, doktor arkadaşlarıyla birlikte Lokman Hekim Tıp Merkezi’ni kurar. Benzer gerekçelerle bu merkezde çalışmak istediğini Esad Hocaefendi’ye iletir. Umre vesilesiyle Esad Hocaefendi ile bir araya gelip görüşen kardeşi Hacı Ali Erkaya onun bu isteğini Hocaefendi’ye arz eder. Fakat Hocae- fendi bir kez daha bunu uygun görmez. Aslında Metin Erkaya da başka bir yerde çalışmak istememektedir. Ama geçim telaşı onu farklı arayışlar içerisine sokmaktadır. Çektiği sıkıntılar karşısında o Hocaefendilerinin sohbetlerini derleyip kitaplarıyla meşgul olmayı her şeyden üstün görmekte ve bunu şu sözleriyle dile getirmektedir:

Bir tane yeni kaset buldum. Hocaefendi’nin kimsede olmayan bir kaseti. O kasete sahip olmak, o sohbeti dinleyip çözmek bütün o mevkilerden makamlardan bana daha sevimli geliyor.

Hocaefendi’nin vefatının ardından 2007 yılında işler daha da kötüye gider. Artık geçimini muayenehane hekimliği ile sağlayamayacak bir hale gelir. Bunun üzerine tıp merkezlerinde çalışmaya mecbur kalır. Metin Erkaya 1982-2008 yılları arasında muayenehane he- kimliği yapmış, daha sonra sırasıyla Gama Tıp Merkezi (2008- 2010), Dost Tıp Merkezi (2007-2008, 2010-2012), Deva Tıp Mer- kezi (01. 01. 2015 – 28. 02. 2017), Kudret Göz Hastanesi (02. 09. 2010 – 06.02.2023) ve Kudret International Hospital’da (01. 08. 2015 –06.02.2023) acil hekimliği yapmıştır. Aynı zamanda Ko- bisa İşsağlığı ve Güvenliği (20. 12. 2012 – 15. 09. 2013), Üçrenk İşsağlığı ve Güvenliği (09. 06. 2014 – 25. 07. 2014), Akademi İşsağlığı ve Güvenliği: 15. 03. 2016 – 03.10.2020) ve Siyam Pusula İşsağlığı ve Güvenliği (03.10.2020 – 06.02.2023) Merkezlerinde işyeri hekimliği yapmıştır.

68

Vefatına kadar muhtelif sağlık kuruluşlarında vazife yaptık- tan sonra son olarak Maltepe ve Küçük Esad’da bulunan Kud- ret Hastanelerinde acil hekimliği yapar. Burada vazife yaptığı günlerde Mehmed Zâhid Efendi ile yaşadığı hatıraları sürekli aklına gelir ve etrafındakilere anlatır. Nitekim Mehmed Zâhid Efendi’nin geçirdiği bir ameliyat sonrası Metin Erkaya ziyaretine gider. Halka şeklinde otururlar. Tanışma olur. Sağ tarafta otu- ranlar Tıp’ta, sol tarafında oturanlar Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okumaktadır. Tanıştıktan sonra Mehmed Zâhid Efendi “Doktor- lar! Sizin yaptığınız iş değil. Siz cehenneme gidecek bir adamı iyileştirmeye çalışıyorsunuz.” derken İslâm Enstitüsü’nde oku- yanlara ise “Sizin işiniz çok güzel. Siz insanları cehennemden, ateşten kurtarmaya çalışıyorsunuz. Sizin yaptığınız iyilik esas iyilik.” buyurur. Metin Erkaya bu sözü teyit ederek “Hakikaten ben şimdi Maltepe’de doktorluk yapıyorum. Çevremizde hep eğlence yerleri var. Oralarda hasta olanlar bize geliyorlar. Alkol kullanıyorlar vs. Biz onları tedavi ediyoruz. Sonra kaldıkları yerden günah işlemeye devam ediyorlar.” der.

Metin Erkaya, mesleğinde mahir bir hekimdir. Muayeneha- nenin ilk açıldığı yıllarda Sincan’da onun tedavi etmediği hasta neredeyse yoktur. Yıllar sonra dahi onun teşhis ve tedavilerinden memnun kalan hastaları ondan övgüyle bahsetmektedir. Tecrübe- siyle uzman hekimlerin bulamadığı hastalıklara çareler bulduğunu hastaları anlatmaktadır. Öyle ki hasta daha kapıdan içeri girerken Metin Erkaya onun rahatsızlığını fark edip teşhis koymaktadır. Metin Erkaya’nın teşhis ve tedavilerde başarılı olmasında tıbbî bilgisinin yanında dini ve kültürel birikiminin sağladı- ğı etkili konuşma kabiliyeti ile hastaları psikolojik açıdan da tedavi etmesinin tesiri büyüktür. Hastalarla çok yönlü olarak ilgilenmesi, tedavinin etkisini arttırmaktadır. O, hastaları ilaçla tedavi etmesinin yanında mânevî yönden de terapi vermekte- dir. Böylece hastalar duygularını, düşüncelerini, hayata bakış açılarını, inanç ve tutumlarını yeniden gözden geçirme fırsatı

69

bulmaktadır. Bunda onun tecrübelerinin yanında samimiyetinin de etkisi büyüktür. 7. Kişisel Özellikleri

Metin Erkaya, orta boylu (177cm), biraz kilolu, yakışıklı, siyah saçlı, güleç yüzlü ve heybetli idi. Kılık kıyafeti mütevazıydı. Giyimini yalnız örtünmesi gereken yerleri örtmek gayesiyle yapar, lükse önem vermezdi. O, çocukluğundan itibaren duygusal bir kişiliğe sahipti. Çevresindeki arkadaşlarına gönülden bağlılık gösterir, onları düşünerek yeri geldikçe hüzünlenir, yeri geldikçe onların adına sevinirdi. Tanıyıp sevdiği kimseleri bir şekilde Hocaefendisi ile tanıştırıp ders almasını isterdi. Ahir zamanda kurtuluşun ancak bir mürşide intisap etmekle gerçekleşeceğini düşündüğü için arkadaşlarını bu yönde teşvik eder, muvaffak olamadığında onlar adına üzülürdü. Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından ise karamsarlık kendisini kapsamış daima hüzünlü bir kişiliğe bürünmüştü. Ha- yatını İskenderpaşa’ya vakfettiği için özellikle son yıllarında sık sık geçmiş günlerini hatırlar yeri geldikçe gözyaşı dökerdi. Çevresinde cereyan eden hâdiselere hiçbir zaman kayıtsız kalmamıştır. Peygamber Efendimiz’in (sas) “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da ima-nın asgarî gereğidir.”

17 hadisini kendisine rehber edinen Metin Erkaya, zaman zaman bu hadisi dile getirerek etrafındakilerin de gereğince amel etmelerini öğütlemektedir. Bir topluluk içe- risinde insanları rahatsız eden bir durum söz konusu olursa onu ortadan kaldırmak noktasında müdahale etmekten geri durmaz, karşı tarafın durumunu göz önünde bulundurarak bazen sert bazen de sakince ikazda bulunurdu. İlkokul çağında yazları Kur’ân kursuna gittiği dönemlerden 17 Müslim, “Îmân”, 78 (No. 177)

70

itibaren camilerde müezzinlik yapmaya başlamış gerek dini konularda gerekse günlük işlerde geri durmamıştır. İbadete düşkün bir kişiliğe sahipti. Gece namazlarını ihmal etmez, tarikat derslerini düzenli olarak yapar, günlük olarak Kur’ân-ı Kerîm okur, evrada devam ederdi. Evvâbin, işrak ve duhâ gibi nafile namazları da düzenli olarak kılardı.

Muhatabına göre, konuşmasını ve tavırlarını düzenlerdi. To- runlarına büyük adam muamelesi yapar, karşısına alır konuşur- du. Çoğu zaman peygamber kıssalarıyla onların ilgisini çekmeye gayret eder, böylece onlara dini bilgiler vermeye çalışırdı.

Tez canlı, çoğu zaman sabırsız, bazen gereğinden fazla ace leciydi. Aklına koyduğu bir işi yapmadan rahat etmezdi. Gerektiğinde nükte yapmayı ihmal etmez, yeri geldikçe çevre- sindekilere takılır, konuşmalarını dinleyen kimselerin ilgisini üzerine çekerdi.

Aşçılık, dikiş nakış işleri gibi sahalara da eli yatkındı. İsken- derpaşa Yurdunda kalırken yemek yapmayı öğrenmiş, mu- ayenehanesine gelen ziyaretçileri başta olmak üzere pek çok misafirini lezzetli yemekleriyle etkilemişti. Kız kardeşlerine yemek yapmayı da bizzat öğretmişti. Tutumlu bir kişiliğe sahipti. Gelirini giderini iyi hesaplar, gereksiz harcamalardan sakınırdı. Bununla birlikte cömert bir tabiata da sahipti. Özellikle üniversiteden mezun olup işe başla- dığı ilk yıllarda gelirinin tamamına yakınını hayır ve hasenat için ayırırdı. Dünyanın çok uzun bir ömrü olmadığını düşünür, bi- riktirmek yerine tasadduk etmeyi tercih ederdi. Son ameliyatının akabindeki yoğun bakım günlerinde dahi ihtiyaç sahibi olduğunu bildiği arkadaşlarına para göndermeyi ihmal etmemişti. Rüya görmeye meyilli bir tabiatı bulunmaktaydı. Özellikle üzerinde yoğunlaştığı konular hakkında mutlaka bir rüya görürdü. Rüyalarında çoğunlukla muhatabı Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi olurdu. Söz gelimi 2010 yılında umreye gittiğinde bir tavafı Mehmed Zâhid Efendi için, diğer bir tavafı da Esad Hocaefendi için yapmış, ardından Hacerü’l-

71

Esved’i öpmüş, sonra da gidip istirahat ettiği bir esnada rüya görmüştür. Rüyada Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefen- di de vardır. Mehmed Zâhid Efendi, “Metin gel buraya. Ne yapıyorsun, nasıl gidiyor?” demiş, o da “Efendim müsaade ederseniz elinizi öpeyim.” demiştir. Ardından çocukları da Mehmed Zâhid Efendi’nin elini öpmüşlerdir. Metin Erkaya, bu rüyayı, onlar için tavaf yapmasından memnun olmalarına yormuştur. Bunun gibi pek çok örnekte Metin Erkaya’nın rüyalar ka- nalıyla Hocaefendilerle yaşadığı görülmektedir. O, rüyalarını zaman zaman not etmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:

17 Ocak 2022 Pazartesi

Sabah namazından önce, rüyamda Mehmed Zâhid Kotku Hoca- mız’ı gördüm. İskenderpaşa Camii’nin avlusundaydık. Hocamız dışarıdan geliyormuş. Kapının iç tarafında, merdivenlerin biti- minde küçük bir platform vardı. Oraya bir sandalye koydular, sandalyeye oturdu. Sonra avluda bekleyenlere döndü:

“—Kusura bakmayın, rahatsızım, konuşma yapamayacağım!” dedi, müsaade istedi.

Ben sol tarafındaydım, bana döndü, sol kolunu uzattı:

“—Bana yardım et, sonra git ders çalış! Üç tane bütünlemen var...” dedi.

İki elimle sol kolunu tuttum, yardım ettim; merdivenlerden indi. Sonra evine gitti.

Mart 2022 Nöbet çıkışı gündüz istirahat ediyordum. Rüyamda Meh- med Zâhid Kotku Hocamız’ı gördüm. İstanbul’da İlim Yayma Vakfı Yurdunun mescidinde idik. (Mescid yurdun Ekmekçizade Medresesi bölümündedir.) Mescidin sağ tara- fında bir yer hazırlamışlar, bir rahle ve minder koymuşlar. Hocamız orada oturuyordu. Sohbet etmek için cemaatin toplanmasını bekliyordu. Işıklandırma-aydınlatma çok gü- zeldi. Yüzü, sakalı çok güzel görünüyordu. Hafif bir sesle bir ilâhi söylüyordu.

72

1 Nisan 2022 Cuma

Gece rüyamda Mehmed Zâhid Kotku Hocamız’ı gördüm. İsken- derpaşa Camii’nde bir namaz çıkışıydı, akşam namazı olabilir. Çok güleç yüzlüydü. Benim kendisinin sohbetlerini kitap haline getirdiğimi duymuş, memnun olmuş. Bana, “Çalışmalar nasıl gidiyor?” diye sordu. “Efendim, yedinci cildi hazırlıyorum!” dedim. Beraber yemekhaneye indik, yer masasına oturduk. Sol tarafımda da müezzin Sıtkı Ağabey vardı. Yemek geldi, Hocamız’a bir ekmek uzattım. Hocamız böldü, birazını bana verdi. Çok mutlu idim.

22 Ağustos 2022

Gündüz istirahat ediyordum. Rüyamda M. Zâhid Kotku Ho- camız Vâlide Hanım’la beraber bize misafir geldiler. O sırada eşim aşure pişiriyordu. Valide Hanım aşurenin tadına baktı. “—Koyu olmuş, biraz su ilave edin, kaynatın!” dedi.

Hocamız’la salona geçtik.

“—Niye kimse gelmedi, biraderler cemaatimize bağlı değil mi?” dedi.

“—Bağlılar Efendim. Hatta birisini 4 yaşında iken ziyaretinize götürmüştük. Ama bazı problemler var...” dedim.

8. Vefatı

Metin Erkaya’nın ömrünün sonuna kadar çok ciddi bir sağlık problemi bulunmamaktaydı. Vefatından birkaç ay önce kalp rahatsızlığı olduğu anlaşıldı. Ameliyat olması gerekiyordu ve o, bunun riskli bir ameliyat olduğunun farkındaydı. O günlerde Facebook’ta yaptığı paylaşımlar da ölümün kendisine ne kadar yakın olduğunu göstermekteydi. Bitince zincir-i saat, durur rakkas, demez tık tık.

Çün an ömrün hitamında, câna derler hemen çık çık!

Alıp ibret bu saatten, muaddil ol her tâatten;

Yarın yevm-i kıyâmette, fayda vermez demek hık mık. (3 Aralık 2023)

73

Ölüm konulu bu şiirin ardından paylaştığı şiirlerden biri de 1974 yılında henüz üniversite öğrencisi iken etkisi altında kalıp günlüğünün arka sayfasına not ettiği,

Benim iki cihan içre muradım ol Hüdâ’dandır;

Ümîdim rûz-i mahşerde Muhammed Mustafâ’dandır.

(8 Aralık 2023) şiiri olmuştur. Bu şiirle o, dünya ve ahirette tek muradının Allah Teâlâ olduğunu vurgulamakta, mahşer gününde ise Pey- gamber Efendimiz’in şefaatinden umudunun olduğunu dile getirmektedir.

Metin Erkaya’nın son paylaşımı ameliyattan hemen önce Şuarâ sûresinin 80. âyeti olmuştur: (Ve izâ maridtü fehüve yeşfîn) “Hastalandığım zaman, o (Allah) bana şifa verir.” Bu duygular içerisinde ailesiyle vedalaşan Metin Erkaya 15 Aralık’ta ameliyata girmiştir. Kalp ameliyatı başarılı geçmiş fa- kat emboli ve hastane enfeksiyonu gibi sebeplerle iki aya yakın bir müddet hastanede yoğun bakımda yatan Metin Erkaya 4 Şubat’ta bilincini tamamen kaybetmiş, 6 Şubat 2023’te ise altmış beş yaşında rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Metin Erkaya ailesi için yazdığı bir notta şunları vasiyet etmektedir:

Kıymetli Eşim, Sevgili Çocuklarım!

Yarın bir ameliyata giriyorum. Aslında tehlikeli değil ama bayı- lıp ayılmamak var, gidip geri gelmemek var... Onun için birkaç söz yazmak istiyorum.

Öncelikle hepiniz Allah’a ve Rasûlüne itaat edin! Hocamızın tavsiyelerini tutun, gösterdiği yolda yürümeye çalışın, samimi dervişler olun! Hazırladığım kitapları okuyun, istifade edin, ilminizi ve amelinizi artırın, zikir ehli olun!

Mehmed Zahid Efendi’nin vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yaprağında Mevlânâ’ya ait çok manidar bir şiir

74

bulunmakta ve Metin Erkaya da bu şiiri zaman zaman çeşitli ortamlarda okuyup sosyal medyada paylaşmaktaydı. Burada tekrar hatırlamamız uygun olacaktır:

Arkamdan Ağlama

Öldüğüm gün tabutum yürüyünce

Bende bu dünya derdi var sanma!Bana ağlama, “Yazık, yazık!” “Vah, vah!” deme!

Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.

Yazık yazık asıl o zaman denir.

Cenâzemi gördüğün zaman “El-firak, el-firak!” deme!

Benim buluşmam asıl o zamandır.

Beni mezara koyunca elvedâ demeğe kalkışma!

Mezar cennet topluluğunun perdesidir.Mezar hapis görünür amma,Aslında canın hapisten kurtuluşudur.

Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret!

Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki?

Sana batma görünür ammaAslında o doğmadır, parlamadır.

Y

ere hangi tohum ekildi de yetişmedi?

Neden insan tohumu için Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?

Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi?

Can Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın?

Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!

Çünkü artık hay-huyun,Mekânsızlık âleminin boşluğundadır.

(Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî)

Metin Erkaya’nın cenazesi 6 Şubat günü ikindi namazını müteakib Çiçektepe Köyü Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından köy mezarlığına defnolunmuştur. Allah rahmet eylesin...

75

9. Eserleri

Metin Erkaya, bir hekim olmakla birlikte bunun yanında kitap çalışmalarıyla meşgul olmuş gerek kendi telifleri gerekse Hocaefendilerin konuşmalarından seksen dört cilt eser hazırla- yarak büyük bir külliyatı okuyucuların istifadesine sunmuştur. Bunun yanında muhtelif dergilerde yazdığı makaleleri ve şiirleri de bulunmaktadır.

9.1. Kitapları

Metin Erkaya, lise yıllarından itibaren bir taraftan kendisini kitap okumaya verirken diğer taraftan da günlük tutarak yazma kabiliyetini geliştirmiştir. Gençlik yıllarında kendisini bu yönde geliştirmeye başlamasıyla daha sonraki yıllarda ortaya koyacağı eserlerin temellerini atmıştır. Onun eserleri arasında kitaplar önemli bir yer tutmaktadır. Bu bölümde Metin Erkaya’nın telif eserleri üzerinde durulacak, Hocaefendilerin sohbetlerinden hazırladığı kitaplar ise bir sonraki bölümde faaliyetleri ile bir- likte ele alınacaktır.

9.1.1. Özbekçeyi Öğreniyoruz18

Metin Erkaya, 1991 yılında Esad Hocaefendi’nin önderli- ğindeki bir grupla birlikte Özbekistan’daki bir geziye katılır. Buradan döndükten sonra Özbekçe kursuna başlar. Bir ay kursa gittikten sonra Özbekçesini büyük ölçüde geliştirir. Kursta yük- sek notlarla sınavları geçer. Esad Hocaefendi de muhtelif yerler- de ismini zikretmeden “Ankara’dan bir kardeşimiz” diyerek bu başarısından övgüyle bahseder. Metin Erkaya, Özbekçe konu- sundaki tecrübesini bir kitap yazarak herkesin istifadesine sunar. O, kitabı hazırlamaktaki gayesini şöyle açıklamaktadır:

1991 Ağustos’unda İSPA Turizmin düzenlediği Özbekistan gezisine katıldık. Taşkent, Semerkant ve Buhara’yı ziyaret ettik. Her kesimden insanla tanıştık, görüştük, sohbet ettik. Kelime- 18 Metin Erkaya, Özbekçe’yi Öğreniyoruz (İstanbul: Ahsen Basın San., 1992), ss. 242.

76

lerin çoğu aynı olsa da kullanım yerlerinin ve eklerin farklı oluşunun birbirimizi anlamada güçlüklere sebep olduğunu gördük. İlişkilerin daha sağlıklı yürüyebilmesi için dil prob- lemini halletmek gerekiyordu. Bu güçlüklerin giderilmesine yardımcı olmak, karşılıklı anlaşmayı sağlamak; eğitim, dostluk ve yardımlaşmayı kolaylaştırmak için muhterem Prof. Dr. M. Es’ad COŞAN hocamızın teşvikleri ile Özbekçe konusunda böyle bir çalışmaya başladık.19

Esere, alfabe farklılıklarını örneklerle açıklayarak başlayan Metin Erkaya, ikinci bölümde gramer kaideleri üzerinde Türkçe ile karşılaştırmalı olarak durur. Üçüncü bölümde örnek me- tinler, diyaloglar, atasözleri verir. Kitabın sonuna ise eserde geçen kelimelere dair bir sözlük yerleştirir. Kitap, yayınlandığı yıllarda büyük ilgi görür ve bazı üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulur. 9.1.2. Savaş ve İlkyardım20

Metin Erkaya’nın ikinci çalışması, kendi mesleği ile de ilişkili olan ilkyardım konusundadır. Eser 1994 yılında yayınlanmıştır. O yıllarda cereyan eden hâdiseler Metin Erkaya’yı böyle bir kitap yazmaya yönlendirir. Bosna Hersek ve Azerbaycan’ın işgali, Rusya ve Yunanistan’ın emelleri, medyada çıkan savaş senaryoları Türkiye’nin de bir gün savaşa çekilebileceğini dü- şündürmektedir. Savaşa hazırlıklı olmak adına böyle bir kitabın hazırlanması zaruret halini almıştır. Metin Erkaya eseri telif gerekçesi hakkında şunları söylemektedir:

Bosna-Hersek ve Azerbaycan’daki kardeşlerimiz savaşa ha- zırlıksız yakalandıkları için çok büyük kayıplar verilmiş, kısa sürede ülkeleri kısmen veya tamamen işgale uğramıştır. Şehirler bombalanmış, evler yıkılmış; kadınlar hamile kalıncaya kadar tecavüze uğramış, öldürülmüş; çocuklar öldürülmüş, kaçırılmış, 19 Erkaya, Özbekçe’yi Öğreniyoruz, I.

20 Metin Erkaya, Savaş ve İlk Yardım (İstanbul: Seha Neşriyat, 1994), ss. 418.

77

organ mafyalarının elinde parçalanmış; dayanılmaz zulümler yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Böyle bir sıcak savaş ihtimaline karşı halkımızı uyarmak, alınabilecek tedbirler ve yapılması gereken hazırlıklar konusunda yardımcı olmak için bu kitabı hazırlamış bulunuyoruz.21

Kitap, dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde İslâm’ın savaşa bakışı üzerinde durulmuş, ikinci bölümde savaş öncesin- de alınabilecek tedbirler konusunda uyarılarda bulunulmuştur. Üçüncü bölümde savaş esnasında hasta ve yaralılara yapılması gereken ilkyardım ele alınmıştır. Burada ilgili şekil ve görsellerle anlatılan konunun desteklenmesi okuyucu açısından meselenin daha net anlaşılmasını sağlamıştır. Yine savaş zamanlarında yaygın bir şekilde karşılaşılan salgın hastalıklar ve alınabilecek önlemler hakkında da bilgi verilmiştir. Dördüncü bölümde ise hayatın sürdürülebilmesi için çevreden nasıl faydalanılabileceği anlatılmıştır. Böylece okuyucunun savaş ve ilkyardım konusun- da bilinçlenmesi hedeflenmiştir.

9.1.3. Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (rh.a)22

Metin Erkaya’nın üçüncü telif eseri Mehmed Zâhid Efendi’yi konu edinmektedir. Eserin önsözünde yazılış gayesi şöyle açık- lanmaktadır: Mürşid-i kâmiller Peygamber SAS’in varisleridir. Yaşadıkları çağda İslâm’ı en iyi anlayan, sünnet-i seniyyeyi en iyi bilen ve en güzel uygulayan örnek şahsiyetlerdir. Onların sözleri, eserleri, tebliğ ve irşadları bizim için çok önemli olduğu gibi, yaşantılarıyla ilgili tesbitler de önemlidir. O bakımdan, geçmiş- te yaşayan evliyâullahın hayatları tesbit edilmiş, muhtelif men- kıbe kitapları hazırlanmıştır. Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri de yakın zamanda yaşamış (1897-1980) bir mürşid-i kâmil, bir sâlih insan, bir Allah dostudur. Onun hayatında ve davranış- 21 Erkaya, Savaş ve İlk Yardım, 5.

22 Metin Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A). (İstanbul: Seha Neşriyat, 1996), ss. 400.

78

larında da bizim için güzel örnekler olduğu muhakkaktır. Bu sebeple, bir taraftan Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendimiz’in sohbetlerini yazıya döküp, yayına hazırlarken, bir taraftan da kendisiyle ilgili hatıraları derlemeyi düşünüyorduk. Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendimiz’in tensib ve teşvikleri ile böyle bir çalışmaya başladık, elinizdeki bu eser ortaya çıktı.23

Çalışma kırk beş yazara ait konuşma ve yazılardan oluş- maktadır. Başta Esad Hocaefendi olmak üzere muhtelif konuşmacıların 13 Kasım anma toplantılarında yaptıkla- rı konuşmaların yazıya dökümü yapılmış, konuşmacıların Mehmed Zâhid Efendi ile tanışma tarihleri dikkate alınarak metinler sıralanmıştır. Bu eseriyle Metin Erkaya Mehmed Zâhid Efendi’yi vefatından sonra gelecek nesillerin de ta- nımasına vesile olmuştur. Ayrıca eser gerek konuşmaları yapan önemli şahsiyetlerin gerekse İskenderpaşa tarihinin kayıt altına alınmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Baskısı tükenen eser yeniden düzenlenip 2017 yılında internet orta- mında tekrar yayınlanmıştır.

9.1.4. Hocaefendilerin Sohbetlerinden Hazırladığı Kitaplar

Metin Erkaya, Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin sohbetlerini yazıya dökerek kitaplaştırma çalışmaları yapmıştır. Bu çalışmalar neticesinde Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbetle- rinden 11 cilt, Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinden ise 70 cilt ol- mak üzere toplam 81 ciltlik bir külliyat hazırlayıp yayınlamıştır. Bu yayınların bir kısmı basılı olarak yapılsa da tamamı internet ortamında okuyucuların istifadesine sunulmuştur.24

Mehmed Zâhid Efendi’nin Sohbetlerinden Hazırlananlar:

1. Özel Sohbetler (H. Ali Erkaya ile beraber.) (1991)

2. Hadîs-i Şeriflerle Peygamber Efendimiz SAS Hazretleri’nin Şemâil, Ahlâk ve Îtiyatları (1993)


23 Erkaya, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A), 9.

24 Bk. http://www.esadcosankulliyati.com/

79

3. Tenbihler (1995)

4. Râmûzü’l-Ehàdis Dersleri (8 cilt) (2021-2022)

Esad Hocaefendi’nin Sohbetlerinden Hazırlananlar:

1. Yeni Dönemde Yeni Görevler (1993)

2. Haccın Fazîletleri ve İncelikleri (1994)

3. Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı (1994)

4. Güncel Meseleler-1 (1994)

5. Güncel Meseleler-2 (1995)

6. Hazret-i Ali Efendimiz’den Vecîzeler (1995)

7. Hacı Bektâş-ı Velî (1995)

8. Yunus Emre ve Tasavvuf (1995)

9. Ramazan ve Takvâ Eğitimi (1996)

10. Tebliğ ve İrşad Çalışmaları (1996)

11. İslâm, Tasavvuf ve Hayat (1996)12. İslâm’da Eğitimin İncelikleri (1997)

13. Tasavvuf Yolu Nedir? (1997)14. İmanın ve İslâm’ ın Korunması-1 (1997)

15. Allah’ ın Gazabı ve Rızası (1997)

16. Haydi Hizmete! (1997)

17. İmanın ve İslâm’ın Korunmas ı-2 (1998)

18. Mi’

rac Gecesi (1998)

19. Doğru İnanç ve Güzel Kulluk (1998)20. Ramazan ve Güzel Ameller (1998)21. Tefsir Sohbetleri (4 cilt) (2003)22. Hazineden Pırıltılar (9 cilt) (2003)

23. Tabakatü’s-Sûfiyye (4 cilt) (2016) 24. Regàib Gecesi (2017)25. Berat Gecesi (2017)26. Kadir Gecesi (2021)27. Mevlid Kandili (2021)

28. Muhtelif Yaz ılar (2021)

29. Avustralya Sohbetleri (6 cilt) (1995-2022)30. Hadis Dersleri (İskenderpaşa Camii) (22 cilt) (2008-2022)

80

9.1.5. Diğer Editoryal Çalışmalar

Metin Erkaya, Eskişehir Mal Hatun Derneği için üç kitap hazırlamıştır. Bunlardan ilki kardeşi Hasan Hüseyin Erkaya ile birlikte hazırladığı Mehmed Zâhid Kotku (rh.a) ve Tasavvuf isimli kitaptır. Mal Hatun Derneği’nin Eskişehir’de düzenlediği ve Esad Hocaefendi’nin de katıldığı bir sempozyumdaki konuşmaları ihtiva etmektedir. Seha Neşriyat tarafından yayınlanmıştır. Bunun yanında Metin Erkaya, Şahver Çelikoğlu’nun radyo konuşma- larından oluşturulan İslâm’da İbadetler ve Güzel Ahlâk Sahifeleri

isimli iki eseri yayına hazırlamıştır. Mal Hatun Derneği yetkilileri ham metinleri hazırlayıp Esad Hocaefendi’ye takdim etmiş, o da isim koyup takriz yazdıktan sonra Metin Erkaya’nın bu konuda tecrübeli olduğunu ve onlara yardımcı olabileceğini söylemiştir. Esad Hocaefendi’nin yönlendirmesiyle Metin Erkaya’ya metinler gönderilmiş, o da uzun bir müddet üzerinde çalıştıktan sonra kitaplar Seha Neşriyat tarafından yayınlanmıştır.

9.2. Makaleleri

Metin Erkaya, kitap çalışmalarının yanında İslâm dergisi başta olmak üzere muhtelif dergilerde makaleler kaleme al- mıştır. Bazı yazılarında Dr. Abdüllatif Duygulu müstear ismi- ni de kullandığı görülmektedir. “Anadolu’da Ermeni İsyanla- rı”, “Eski Ramazanlar”25, “Abdullah İbn-i Mübarek (rh.a)”26, “Abdül’aziz Bekkine Hazretleri” ve “Alimcan Barûdî Efendi”27 bunların başında gelmektedir. Yazılara Metin Erkaya’nın Face- book sayfasından halen ulaşılabilmektedir. Bunların yanında Metin Erkaya 17 Nisan 2017’de Facebook üzerinden makaleler yayınlamaya başlamıştır. “Besmele” ile başladığı bu yazılar vefatına kadar devam etmiştir. Onun paylaşımlarında günün anlam ve önemine dair muhtelif yazı, şiir, fotoğraf ve hatıralar 25 İslâm Dergisi, Mayıs 1991.

26 Çilehàne Dergisi, Temmuz 2001.


27 Büyük İslâm ve Tasavvuf Önderleri, Vefâ Yayıncılık, İstanbul 1993.

81

yer almaktadır. Onun paylaşımları muhteva itibariyle Esad Hocaefendi’nin sohbetleriyle uyum arz etmektedir. Bu yönüyle Metin Erkaya’nın İskenderpaşa’daki sohbet geleneğini kendi yazılarıyla da sürdürdüğü görülmektedir.

9.3. Şiirleri

Metin Erkaya, duygusal bir kişiliğe sahiptir. Lise yıllarından itibaren tuttuğu günlüklerde bu, açıkça görülmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak şiire de yatkındır. O, henüz ilkokul- dayken şiir yazmaya başlamıştır. Şiirlerinin ilki muhtemel ki yerli malı haftası münasebetiyledir.

Ankara’da armut bal,

Rize’de çay portakal,Amasya’da elma var,Ne güzeldir Türkiye’miz!Pamuk dersen Adana’da,Üzüm dersen Manisa’da,Tiftik dersen Ankara’da,Ne güzeldir Türkiye’miz!(Çiçektepe, 1966)

İkinci şiiri ise camide karşılaştığı ve rahatsız olduğu bir hâ- dise ile ilgilidir. Camide boks maçı

Konuşmak ne acı,

Sâkindir duacı,

Değil mi ya hacı?

(Sincan, 1973)

Elimize ulaşan son şiiri ise Metin Erkaya’nın teyzesi hak- kındadır. Onun yetişmesinde annesiyle birlikte Havva isimli teyzesinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Nitekim teyzesinin

82

çocuğu olmamış, tüm vaktini aynı evde yaşadığı kardeşinin evlatlarına ayırmıştır. Metin Erkaya da kendisiyle küçüklü- ğünden itibaren ilgilenen teyzesini çok sevmektedir. Üniversite sınavına gireceği günlerde 13 Eylül 1973 Perşembe günü vefat eden teyzesine çok üzülmüştür. 1974 yılında üniversite öğren- cisiyken yazdığı şiirde de onu rahmetle yâd etmektedir. “Köye Hasret” adını verdiği şiir aynı zamanda memleketetten gelen mektupların seyrekleşmesi üzerine sitem ve hasretle kaleme aldığı bir şiirdir.

KÖYE HASRETKapandı mı evimizin kapısı?

Yıkıldı mı avlumuzun yapısı? Issızlığa terk edilmiş hepisi,

Düşündükçe karaları bağlarım!

Aşağı pınar çağıl çağıl akar mı?

Çayırları burcu burcu kokar mı?

Teyzem yine tandırımız yakar mı?

Ekşidi mi yoğurtlarım, yağlarım?

Salkım söğüt mahzun, boynu bükülü, Duvarların sıvaları dökülü,

Darmadağın bahçemizin çakılı,

Nerde kaldı derelerim, dağlarım?

T

eyzem vardı ak yaşmaklar bağlayan,

Halam vardı konuşurken ağlayan,

Mezarlıklar yüreğimi dağlayan,

Mâzideymiş o neşeli çağlarım!

Ey koca dut neden kesik dalların?

Kötü Kurtçuk neden kesik yolların?

Her şeydeki bu acaip hallerin,

Fikrin edip yüreğimi dağlarım.

(İstanbul, 1974)

83
FAALİYETLERİ
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2