• 83 •İKİNCİ BÖLÜM FAALİYETLERİ
Metin Erkaya’nın isminin hayırla yâd edilmesinde en önemli unsur onun hayatı boyunca yaptığı tebliğ ve irşâd faaliyet- leridir. Henüz öğrencilik yıllarında başladığı bu faaliyetler, vakıf-dernek çalışmaları, sohbet ve konferanslar, dergi, gazete, internet siteleri ve kitap yayını gibi çalışmaları kapsayan geniş bir alana yayılmıştır. Merkezinde Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinin yer aldığı bu çalışmalar- la o, Hocaefendilerin takdirini almış ve çeşitli ortamlarda adı övgü dolu ifadelerle anılmıştır. Bunun tabiî bir neticesi olarak o, cemaat içerisinde de saygın bir konuma sahip olmuştur. Böylece o, faaliyetleriyle vefatından sonra hayırla anılmaya devam edecektir. Onun bu faaliyetlerinin yaygınlık kazanması, kendisine serbest bir çalışma ortamı sağlayan muayanehanesini açmasıyla başlayacaktır.
1. Faaliyetlerinin Merkezi: Muayenehane
Metin Erkaya, 1982 yılında askerliğini tamamlamasının ar- dından Sincan’da bir muayenehane açar. Artık onun faaliyetle- rinin merkezi burası olur. Ziyaretçilerini burada ağırlar, önemli görüşmeleri ve toplantıları burada düzenler. Bir taraftan zâhirî hastalıkların tedavi edildiği diğer taraftan da dertli gönüllerin
şifâ bulduğu muayenehane, âdeta bir şifâhâne ve bir tekke gibi faaliyet yürütür. Metin Erkaya, muayenehanenin açılışına Esad Hocaefendi’yi de davet etmek ister fakat onun insanlardan uzak bir yere çe- kilerek yoğun çalışmalar yaptığı bir döneme denk geldiği için buna çekinir. Metin Erkaya, o günleri şöyle anlatmaktadır:
1982 yılının Haziran ayıydı. Sincan’da, muayenehane açmak için hazırlıklar yapıyordum. O günlerde Hocaefendimiz, adresini herkesin bilmediği bir evde profesörlük için hazırlanıyormuş. Kendisiyle görüşüp, açılışa davet etme imkânı bulamadım. 22 Haziran Salı günü, Ramazan’dan bir gün önce açılışı yaptık. 25 Haziran 1982 Cuma günü, bir iftar için Sincan’a geldiler. Teravih namazını, o zaman Mehmed Ali Torlak’ın görev yaptığı Ahmed Andiçen Camii’nde kıldık. Namazı Mehmet Ali Torlak kıldırdı. Kısa sûreler okudu ama, yavaş kıldırdı. Hocaefendi- miz çok beğendiğini söyledi. Namazdan sonra çekine çekine, Hocaefendimiz’i muayenehaneme davet ettim. Teşrif ettiler. Karpuz ikram ettik. “Metin, bizi açılışa davet etseydin, gelirdik. Belki bir dua eden olurdu, biz de âmin derdik.” buyurdular. Ben de kendisine ulaşamadığımızı söyledim. Ellerini kaldırıp dua ettiler.
Esad Hocaefendi’nin de duasını alan Metin Erkaya, bundan sonra muayenehanesinde ses getiren çalışmalara imza atacaktır. Muayenehane bekleme salonu ve mutfağın haricinde iki oda- dan oluşmaktadır. Odalardan birisi muayene masası ve kendi çalışma masasının bulunduğu mekân, diğeri ise kütüphanesinin bulunduğu odadır. Metin Erkaya öğrencilik yıllarından itibaren temin ettiği kitaplarla büyük bir kütüphane oluşturmuştur. Bu kütüphane ağırlıklı olarak ilahiyat alanıyla ilgili kitaplardan olu- şur. İlahiyat konularına merakı olduğu için İlahiyat Fakültesinde öğrenim gören arkadaşlarından, ders için aldıkları kitaplardan birer tane de kendisi için temin etmelerini ister. Böylece zengin bir kütüphane meydana getirir. Böylece muayenehanesi bir ilim merkezi haline gelir. Muayenehanesinin iç düzenlemesini
yaparken elinde o dönemde yasaklı bir kitap olan Rıza Nur’un Hayat ve Hatırâtım isimli eseri de bulunmaktadır. O da kitabı muayenehanenin ahşap duvarının içerisine saklar. Fakat daha sonradan eseri bulamaz. Metin Erkaya, Hocaefendilerin sohbetlerini kitaplaştırma çalışmalarını da muayenehanesinden yürütür. 1990 yılından itibaren bilgisayarını ve sohbet çözümleri için gerekli teçhizatı temin eder. Böylece hastalardan kalan zamanının tümünü bu faaliyetler için tahsis eder. Bu süreçte çok yoğun bir şekilde kitaplar üzerinde çalışır. Kitap çalışmalarına kendini kaptırdı- ğı dönemlerde pek çok defa çaydanlığı ocakta unutur, ancak sıcaktan pancar gibi kızarmış bir vaziyette yanmak üzereyken bu durumu fark eder. Bazı zamanlar ise başını çalışmaların- dan kaldırdığında sobanın sönmüş ve ortalığın buz kesilmiş olduğunu görür. Yayınladığı eserlerin arka planında bu yoğun çalışma dönemleri yer almaktadır.
Açılışından kısa bir müddet sonra Esad Hocaefendi’yi de ağırlaması itibariyle Metin Erkaya için mânevî değeri olan bu mekân, ziyaretçilerin bazen bir karpuz bazen de donatılmış bir sofrayla ağırlandığı adeta bir tekke mahiyeti kazanır. Bir taraftan Metin Erkaya’nın ruha dokunan konuşmaları, diğer taraftan çe- şitli ikramları ile gelen ziyaretçilerin çıkmak istemediği, saatlerce oturduğu, her fırsatta tekrar gelmeyi arzuladığı bir cazibe merke- zine dönüşür. Yıllar sonra dahi ziyaretçilerinin unutamadığı bu mekânda Metin Erkaya haftanın tüm günleri geç saatlere kadar çalışır ve tesirli konuşmalarıyla hastalarını tedavi eder. Metin Erkaya’nın muayenehanesindeki faaliyetleri muayenehaneyi kapattığı 2008 yılına kadar aktif olarak devam eder. Bu tarihten sonra kendisini arayanlar çalıştığı muhtelif hastanelerde onu bulacak, kıymetli sohbetlerinden istifade edecektir.
2. Vakıf-Dernek ve Öğrenci Faaliyetleri
Metin Erkaya üniversite yıllarında olduğu gibi muayeneha- nesinin açılışından sonraki yıllarda da çok aktiftir. Onun çalış-
malarının başında çeşitli vakıf ve dernek faaliyetleri gelmektedir. O, Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin öncülüğünü ettiği vakıf ve derneklerde aktif olarak görev almıştır. Fakat daha önceki yıllarda da bazı derneklerin kuruluşuna öncülük ettiği anlaşılmaktadır.
Metin Erkaya’nın ilk dernek tecrübesi Milli Türk Talebe Bir- liği (MTTB) ile başlamaktadır. O, 1975 yılında MTTB’nin Sincan şubesinin kuruluşunda etkin bir rol üstlenmiştir. O yıllarda Metin Erkaya İstanbul’da üniversite öğrencisidir. Fakat Sincan’a gelip gittikçe MTTB’nin faaliyetlerine katılmakta ve görevler almaktadır. O, günlüğünün 25 Eylül 1975 tarihli sayfasında MTTB Sincan Şubesi için yaptıklarını şöyle anlatmaktadır:
Sabahleyin elişi kağıdıyla “MTTB Milli Türk Talebe Birliği” diye bir yazı yazdım. Öğleyin MTTB’ye gidip astım. Sonra Sedat’la Camiye gidip bir kilim iki seccade aldık. MTTB’ye geldik. Küçük odayı mescid yaptık. Seccadenin birini başkan odasına astık. Kapıya kilit alıp taktık... MTTB Sincan Şubesi’nin kuruluşunun tamamlanmasının ardından muhtelif faaliyetlerine ve toplantılarına iştirak et- miştir. Metin Erkaya’nın bu süreçte İstanbul’da ikamet etmesi dolayısıyla çok aktif olduğunu söylemek mümkün değildir. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile birlikte MTTB’nin faaliyetleri de sona ermiştir. Metin Erkaya, 1986-1996 yılları arasında Hakyol Vakfı,28 İlim Kültür ve Sanat Vakfı29 ve Sağlık Vakfı30 Ankara şubesinde yö- netici olarak görev yapmış ve öğrencilerle ilgilenmiştir. Bu on yıllık zaman zarfında Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinin dinlen- 28 Hakyol Eğitim, Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı, Mehmed Zâhid Efendi’nin em- riyle 1979 yılında kuruluş çalışmaları başlamış, 1980 yılında faaliyete başlamıştır. Ancak 1997 ile 2001 yılları arasında şubeleri kapatılmıştır.
29 Bu vakıf 14 Nisan 1986 tarihinde Esad Hocaefendi’nin önderliğinde kurulmuştur. 2001 yılında tüm şubeleri kapatılmıştır.
30 Esad Hocaefendi tarafından tıbbî hizmetlerin yapılması, sağlık kurumlarının ve sağıkçıların örgütlenmesi amacıyla kurulmuştur.
diği toplantılar düzenlenmiş ve hatm-i hâcegânlar yapılmıştır. Bunun yanında o, İslâm, Kadın ve Aile ve Panzehir dergilerinde yayın kurullarında da görev almıştır.
Metin Erkaya, o dönemde gelirinin büyük bir bölümünü vakıf faaliyetlerine ve öğrenci ihtiyaçlarına harcamıştır. O, ahir zaman olduğunu düşündüğü için mal-mülk edinmeyi gereksiz görmekte ve bunun için de muayenehanesinden elde ettikle- rini hiç düşünmeden tasadduk etmektedir. Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî’ye nispetle cemaat tarafından Gümüşköy olarak adlandırılan konut projesi başlatıldığında ise bu anlayış nispeten değişir. O artık “Konut projesi düşünüldüğüne göre kıyametin kopması yakın olmamalı” diye düşünmeye başlar. Böylece o da bu projeye dâhil olur ve artık harcamalarının bir kısmını buraya yönlendirir. Ne var ki Gümüşköy Kooperatifine olan ortaklığı çok uzun bir süre devam etmemiş ve 8 Kasım 1993 tarihinde ayrılmak durumunda kalmıştır. Metin Erkaya Gümüşköy’den neden ayrıldığını şöyle izah etmektedir: Gümüşköy’ün hakkından gelemedik. Çünkü Gümüşköy’de asfaltı Belediye’ye yaptırdılar, parasını bizden aldılar. Su tesi- satını Belediye’ye yaptırdılar, parasını bizden aldılar. Elektrik idaresine elektriği çektirdiler, parasını bizden aldılar... Böyle yolsuzlukları oldu oradaki kooperatifin. Biz de dayanamadık, çok kimse dayanamadı, sattı.
Gümüşköy’deki bu projeden ayrılan Metin Erkaya, diğer bazı girişimlerinde olduğu gibi burada da mağdur olmuştur. Fakat o hiçbir zaman küsmemiş, hayırlı bir topluluk içerisindeki muh- terisler yüzünden yapacağı faaliyetlerden geri durmamıştır. Metin Erkaya, öğrencilerle yakından ilgilenmeyi kendisine önemli bir vazife bilmişti. Çünkü zamanında kendisiyle ilgile- nildiği için Hocaefendilerle tanışma fırsatı elde etmiş, yaşantısı tamamen yeni bir çizgide devam etmiştir. O, öğrencilerle ilgilen- meyi bir vefa borcu addederek bu uğurda yıllarını vakfetmiştir. Muayenehanesiyle aynı binada yer alan Sincan Ülkü Ocağı’nı ziyareti esnasında Ocak başkanının bir sözü, adeta yıllarca yap-
tığı faaliyetleri özetler mahiyettedir. “Ben birisinin ocağa devam etmesine değil kaç adam getirdiğine bakarım.” Metin Erkaya da yıllarca Hocaefendilerinden ders alması için arkadaşları ile ilgilenmiş, tanıdığı herkesin bir şekilde bu- radan feyiz almasını hedeflemiştir. Bu kapsamda o, kendisinin de alanı olması itibariyle Tıp Fakültesinde okuyan öğrencilerle özel olarak ilgilenmiştir. Hem Hocaefendi’nin konuşmalarını dinleterek arada sevgi bağının oluşmasını sağlamış hem de kendisi özel olarak sohbetler yaparak içlerinden bir ağabey edasıyla onlarla yakınlık kurmuştur. Ayrıca Tıp Fakültesi öğ- rencileri ve sağlıkçılarla kır gezileri de düzenleyerek onlarla daha samimi bir ortamda ilgilenme fırsatı bulmuştur. Bunun yanında diğer fakültelerdeki öğrencilerle de zaman zaman soh- betler yaptığı olmuştur. Söz gelimi bir dönem özel olarak ODTÜ öğrencileriyle ilgilenmiştir. Kendisinin de bir müddet ODTÜ’de öğrencilik yapmasının bunda etkili olduğu düşünülebilir. Bu- nun yanında İlahiyat ve Teknik Eğitim Fakültesi öğrencilerine zaman zaman sohbetler yaptığı görülmektedir. Fakat onun bu yoğun faaliyetleri ileri gelen bazı cemaat mensuplarını rahat- sız etmiş, Metin Erkaya’yı engellemeye çalışmışlardır. Durum Esad Hocaefendi’ye arz edilince Hocaefendi, “Bunların hepsi bir tarafa sen bir tarafasın.” buyurarak onun gönlünü almıştır. Metin Erkaya, iş yapıyor gibi görünen fakat hiçbir iş yapmayan kimselerden rahatsızlık duymuş, bunların sayılarının çoklu- ğundan yakınmış ve zaman zaman da bunu çeşitli ortamlarda dile getirmekten geri durmamıştır. Metin Erkaya, cemaatin Ankara’daki tüm faaliyetlerinde ön saflarda yer almıştır. Bunlardan biri de özel okul açma girişi- midir. 1995 yılında Ankara Etimesgut’ta bir özel okul açılması kararlaştırılır. Metin Erkaya da bu okulun ilk ortaklarındandır. Bir gün Esad Hocaefendi, okul binası ile ilgili projeleri incelemek üzere Ankara’ya gelir. Yemek vakti gelmiştir. Metin Erkaya, Esad Hocaefendi ve yanındaki ekibi evine davet eder. Böylece proje üzerine çalışmalar onun evinde gerçekleştirilir. O dönemde yurt
ve cami yapmak üzere bir bina inşaatı başlamıştır. Yıllarca süren inşaatın son aşamasına gelindiğinde konum itibariyle yurdun çok fonksiyonel olmayacağı, bunun yerine okul yapılmasının daha uygun olduğu kanaatine varılır ve proje ona göre dü- zenlenir. İsmini de Esad Hocaefendi “Ferda” (gelecek) koyar. Çalışırlarken Esad Hocaefendi “Çay olsa...” diye konuşurken birden kapı açılır ve Metin Erkaya elinde çaylarla içeri girer. Toplantı bittikten sonra Esad Hocaefendi evden ayrılırken tüm çocuklarla birebir sohbet eder, onlarla yakından ilgilenir.
1996 yılı ağustos ayında sağlık taraması için Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinde bulunan Ahmetçe’ye köyüne gider. Yalıdaki camide Necati Amca ile görüşür. O sıralar Esad Hocaefendi sarık üzerinde çok durmaktadır. Metin Erkaya da bir sarık edinir. Yanında bulunan Halil Necati Coşan sarığıyla ilgilenerek “Çok güzel olmuş!” diye iltifat eder.
1996 yılında ise Metin Erkaya, Lokman Hekim Tıp Merkezi/
Hastanesi’ni kurma teşebbüsü içerisinde yer alır. Tıp merkezi kurulur ama o ve kuruluşunda başrol alan arkadaşları birtakım baskılar neticesinde ayrılmak zorunda kalır. Metin Erkaya, aynı yıl Hakyol Vakfı’ndaki görevlerinden de ayrılmak durumunda kalır. Bununla birlikte Sincan’da İlim Kültür ve Sanat Vaktfı (İLKSAV) ve Sağlık Vakfı bünyesinde faaliyetlerine devam eder. Bu vakıfların 28 Şubat sürecinin de etkisiyle 2001 yılında kapa- tılması üzerine yalnızca vakıf olarak kullanılan bir mekânda sohbetler yapılmaya devam eder. Onun başlattığı sohbetler halen devam etmektedir. Sohbetlerde Esad Hocaefendi’nin va- azları dinlenmekte, toplu halde yapılan hatm-i hâcegân ve sesli zikrin akabinde güncel meseleler konuşulmaktadır. Bu sohbet- lerde hatm-i hâcegân, Esad Hocaefendi’nin ev sohbetlerinden sonra yaptırdığı şekliyle yapılır. Daha sonra ilâhiler eşliğinde sesli zikir icra edilir, salavatlar ve dua okunarak tamamlanır. Metin Erkaya hatm-i hâcegânı bizzat yaptırmaktadır. Metin Erkaya, toplantılarda hatm-i hâcegânın her zaman be- lirli bir kişi tarafından yapılmasının sonraki süreçte o kimsenin
kendisini şeyh yerine koyması veya en azından cemaat tarafın- dan böyle algılanması gibi bazı sakıncalı durumları doğurabile- ceğinden dolayı mahzurlu olduğu kanaatindedir. Ayrıca vazifeli kimse olmadığında hatm-i hâcegânların sekteye uğraması söz konusu olabilmektedir. Nitekim Metin Erkaya, askerde olduğu dönemde yaşanan bir hâdiseyi ise şöyle nakletmektedir:
1981-1982’li yıllarda Sincan’da erkekler bir yerde toplantı ve hatm-i hâcegân yapıyorlarmış. Ben o zaman askerdeydim. O günlerde bir kardeşimiz (M. Pehlivan) İlahiyat Fakültesine Hocaefendimiz’i ziyarete gitmiş. Hocamız: “Hatm-i hâcegân ya- pıyor musunuz?” diye sormuş, o da “Efendim, hatm-i hâcegânı yaptıran arkadaş (R. Altınbaş) başka bir şehre gitti. Onun için yapmıyoruz.” demiş. Hocaefendimiz: “Öyle şey olur mu? O yoksa başka birisi yaptırsın, hatm-i hâcegânlar aksamasın! Hatta her hafta başka bir kişi hatm-i hâcegân yaptırsın. Hatm-i hâcegân yaptırmak bir kişiye mahsus bir şey olmasın.” buyurmuşlar.
Biz de Hakyol Vakfı’nda öğrencilerle ilgilendiğimiz yıllarda (1986-1996), üç beş evi bir araya getirip haftada bir videodan hadis dersleri dinletiyorduk. Hadis dersinden sonra okul başkanı arkadaş hatm-i hâcegân yaptırıyordu. O olmazsa, ev başkanlarından birisi yaptırıyordu. Cemaat bir araya gelince, içlerinden birisinin imam olup da namaz kıldırması gibi yaptır- masını bilen bir kimsenin hatm-i hâcegân da yaptırabileceğini düşünüyorduk.
Bu hâdiseden anlaşıldığı kadarıyla vazifeye gelmesinin hemen ardındaki yıllarda Esad Hocaefendi, hatm-i hâcegân zikrinin aksamaması için farklı kişilerce icra edilebileceği kana- atindedir. Ama bununla birlikte belirli bir kişi görevlendirilme- diğinde de kimsenin üstlenmemesi neticesinde bu işin aksaması tehlikesi de doğmaktadır. Bunun için Esad Hocaefendi belirli bölgelerde bu vazifeyi icra edebilecek kişileri görevlendirme yoluna gitmiştir.
1990 yılında Ankara’da Özelif Sitesi’nde oturan ve kendisi erkeklere, hanımı da kadınlara hatm-i hâcegân yaptıran bir
yetkili, parti ile cemaatin arasının ayrıldığı dönemde parti ta- rafını tercih edip Esad Hocaefendi’ye karşı çıkınca, cemaatten uzaklaşır. Bunun üzerine o günlerde hanımlara hatm-i hâcegân yaptıracak birisine ihtiyaç duyulur. Metin Erkaya’nın kayın- validesi de Özelif Sitesi’nde oturmaktadır. Esad Hocaefendi bir gün Metin Erkaya’ya “Metin, senin kayınvâliden hatm-i hâcegân yaptırabilir mi? Ona görev versek...” der. Metin Erkaya ise “Efendim, kendisi şeker hastası, biraz unutkanlığı var. Bir konuşayım.” der. Konuşur, kayınvâlidesi de “Sayıları hatırımda tutamam, beceremem.” der. Durum Esad Hocaefendi’ye arz edilince o da başka bir hanımı görevlendirir. Metin Erkaya, bu gibi vazifelerin zamanla insanları ne kadar yücelttiğini görerek şöyle bir rahatsızlığını dile getirmektedir: Aradan on yıl geçti. Şimdi o hanıma sanki bir evliya gibi, bir şeyh gibi muamele ediliyor, hakkında rüyalar anlatılıyor. Hâlbuki herkesten farkı olmayan, normal bir kimse. Böyle abartılı dav- ranışlar olmamalı diye düşünüyorum.31
Hatm-i hâcegânın, belirli şahıslardan ziyade mümkün merte- be daha fazla kişi tarafından icra edilmesi Esad Hocaefendi’nin genel eğilimi olmuştur. Nitekim Metin Erkaya’nın verdiği bil- giye göre Esad Hocaefendi 1994 yılı temmuz ayında İstanbul Hâcegân’da düzenlenen vakfın şubeler toplantısında yüz eli kişiye şöyle söylemiştir:
Bazı yerlerde Hocamız’ın zamanından, tarihi değeri olan sit şah- siyetler vardır. Onlara izin vermişizdir, Hocamız’ın zamanındaki ders verme salâhiyeti devam etmektedir. Hatm-i hâcegân yaptır- maktadırlar. Tamam güzel. Yapsınlar. Onlara hürmet edin, ikilik çıkarmayın! Ama siz de hatm-i hâcegân yaptırabilirsiniz; müsaade veriyorum, yaptırabilirsiniz. Tasavvufa intisap etmek isteyen kar- deşlerimize, vekâlet veriyorum, benim namıma tasavvufun zikir tarafını telkin edin ve onları camiamıza kazanın. Tekkemize kayıt- larının yapılmasını sağlayın, bizimle irtibata geçmesini sağlayın.
31 21 Mart 2002 Sincan-Ankara.
Böylece Esad Hocaefendi bir taraftan Mehmed Zâhid Efendi tarafından yetkilendirilen kimselerin diğer taraftan da kendi döneminde mümkün mertebe yaptırabilecek herkes tarafın- dan hatm-i hâcegânların yaptırılmasının daha faydalı olduğu kanaatindedir.
Esad Hocaefendi’nin tasavvuf anlayışında tarikata girişi temsil eden “zikir dersi”ni tarif etme yetkisi, mümkün oldu- ğunca fazla kişiye verilmektedir. Metin Erkaya’ya da ders tarifi yetkisi verilmiştir. 1994 yılı şubat ayında Özbekistan’a giderken kendisini ziyaret ettiğinde Esad Hocaefendi “Uygun gördü- ğün kimselere benim adıma ders tarif edersin.” buyurmuştur. Metin Erkaya böylece ders tarifi verme müsaadesi alır. Buna binaen sohbetlere katılan kimselere aynı zamanda tarikat dersi de vermeye başlar.
Öte yandan Metin Erkaya’nın Sincan’da yaptırdığı toplantı- larda mutlaka Esad Hocaefendi’nin sohbetleri video kayıtlardan dinlenmektedir. Zira ona göre kitap okumak veya başka bir konuşmacıyı dinlemek aynı etkiyi uyandırmamaktadır. Metin Erkaya sohbetlerde Esad Hocaefendi’nin sohbetlerini dinlemeyi çok önemsemektedir. Bir seferinde bunu şöyle açıklamıştır:
M. Es’ad Coşan Hocamız’ın sohbetleri ilk yıllardan beri teybe alınıyordu. 1987’den sonra videoya da alınmaya başladı. O ba- kımdan biz eskilerden beri toplantılarımızda -erkekler olsun, kadınlar olsun- mutlaka Hocaefendimiz’in bir sohbetini dinli-yoruz. Eğer video imkânı varsa, videokasetini dinliyoruz. Bu uygulama tevhid-i tedrisât için yâni cemaatin eğitim birliği için çok faydalı. Aynı eğitimi alan fertler, bir zaman sonra benzer şekilde düşünmeye, olaylara benzer şekilde yaklaşmaya başla- yacaklar. Bu da cemaatin birliği ve beraberliği için çok faydalı bir şey. Akra’nın da en önemli hizmetlerinden birisi Hocae- fendilerin sohbetlerini sürekli olarak yayınlamasıdır. Böylece devamlı bir halk eğitimi gerçekleştirilmiş olmaktadır.
Sohbetlerde bu şekilde mutlaka Esad Hocaefendi’nin soh- beti dinlenir, sohbetin ardından def ve ilâhiler eşliğinde hatm-i
hâcegân yapılır, sonrasında ise gündemdeki dini, kültürel ve siyasi meseleler üzerinde konuşulurdu. Metin Erkaya, bu uygu- lamayı kendisine Esad Hocaefendi’nin tavsiye ettiğini vurgula- maktadır. 1987 yılında bir evladının dünyaya gelmesi vesilesiyle Almanya’da bulunan Esad Hocaefendi’yi telefonla aradığında “Ankara’da ne var ne yok?” diye sormuş, Metin Erkaya yaptıkları çalışmalardan bahsetmiştir. Bunun üzerine Esad Hocaefendi “Her hafta samîmî arkadaşlarla toplanın, meseleleri müzakere edin! Aranıza samîmî olmayanları almayın!” buyurmuşlardır. Bunun üzerine sohbetlerin sonunda muhtelif meselelerin istişare edilmesi ihmal edilmeyen bir uygulama haline gelmiştir.
Metin Erkaya çok okuyan, gündemi takip eden, medyadaki siyasi ve sosyal hâdiseler hakkındaki köşe yazarlarının yorumla- rını titizlikle inceleyen bir kimseydi. Durum böyle olunca sohbet- lerin sonundaki istişarelerde hem gençlerin hem de toplantıya iştirak eden çeşitli meslek gruplarından insanların ufuklarını açıcı fikirler ortaya atardı. Böylece toplantının akabinde güncel meseleler hakkında cemaatin bilinçlenmesi sağlanırdı. Zaman zaman Metin Erkaya’nın görüşlerinin de eleştirilebildiği bir or- tamda siyasi ve sosyal hâdiseler çok yönlü olarak tartışılırdı.
Metin Erkaya önderliğinde gerçekleştirilen bu toplantılar onun vefatına kadar devam etmiştir. Son yıllarda gerek hasta- nelerdeki görevleri gerekse sağlık problemleri sebebiyle katıla- madığı zamanlar olsa da o, sohbetlerin sekteye uğramamasını önemsemiştir. Metin Erkaya’nın Esad Hocaefendi’nin vefatın- dan sonraki yirmi yılı daha önceki yıllara nazaran Sincan’la sınırlı toplantılarla geçmiştir. Vakıf olarak kullanılan bir dairede haftalık sohbetler düzenleyen Metin Erkaya, bunun dışında İskenderpaşa Cemaati’nin yeni yönetiminin faaliyetlerinden uzak durmuştur. 3. Seyahatleri
Metin Erkaya, yurt içi ve yurt dışına çeşitli seyahatler ger- çekleştirmiştir. Bu seyahatlerin merkezinde yine tebliğ ve irşâd
çalışmaları yer almaktadır. Yurt dışı seyahatleri Özbekistan ve Hac yolculuklarından oluşmaktadır.
3.1. Yurt Dışı Metin Erkaya, 1991 yılı ağustos ayının sonunda İSPA Turizm aracılığıyla Esad Hocaefendi’nin de katıldığı altmış dört kişilik bir grupla birlikte Özbekistan gezisine katılır. Gezi programı Azerbaycan’da başlar. Bakü’de üç gün konaklanır ve Şehidler Hıyabanı, Taze Pir Mescidi, Kette Mescid, Halı Müzesi ve Ateşpe- rest Tapınağı kalıntıları ziyaret edilir. Daha sonra Özbekistan’da yedi gün kalınarak Taşkent, Semerkant ve Buhara şehirlerine uğranır. Her akşam bir yerde sohbet ederler ve büyük bir ilgi görürler. İlk gün Taşkent’te Özbekistan Mihmanhanesi otelinde kalırlar. Metin Erkaya, odasına yerleştikten sonra televizyonu açar ve bir hocaya denk gelir. Besmelenin önemini anlatmakta- dır. Daha sonra Buhara’ya gittiklerinde aynı hocayla karşılaşır ve tanışırlar. O hoca, Bahaeddin Nakşıbend Camii’nin imamı Muhtarhan Abdullahev’dir. Onlara rehberlik eder. Emir Külâl ve Bahâeddin Nakşibend Hazretleri’nin kabirlerini ziyaret ederler. Metin Erkaya, Abdullahev ile ilgili şunları söylemektedir:
Muhtarhan Abdullahev, dinî tahsilini Suriye’de yapmış. Bu arada bir şeyh efendiye bağlanmış, tasavvufî terbiye görmüş. Şeyh efendi vefat ederken, “Efendim, sizden sonra kime gide- yim?” diye sormuş. Şeyh efendi de demiş ki: “Evlâdım, ben seni Türkiye’den bir zâta emanet ediyorum.” Esad Hocamız’la tanışınca, Hocamız bir ara eğilmiş, Muhtar- han’ın kulağına, “Hani hocan seni emanet etmişti ya, o Tür- kiyeli zât benim!” demiş. Bunun üzerine Hocamız’a intisab etti. Hocamız ona, tarikata girmek isteyenlere ders tarif etme yetkisi verdi. Daha sonraki yıllarda Muhtarhan Abdullahev Özbekistan müftüsü oldu. Bir toplantı nedeniyle Türkiye’ye geldi. İstanbul’da Hocamız’ı ziyaret etti. Ankara’ya geldiğinde Özelif’te Fıkıh Enstitüsü’nde gençlere sohbet ettirdik. Özbekistan ziyaretinde Semerkant’ta Ubeydullah-ı Ahrar ve
İmam Buhârî’nin kabirleri, Buhara’da ise Mir Arap Medresesi ve Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’nin kabirleri de ziyaret edilir. Metin Erkaya, 26 Şubat 1994 – 11 Mart 1994 tarihleri arasında Özbekistan’a gerçekleştirdiği ikinci seyahatinde Taşkent Müf- tülüğü vazifesinde olan Adullahev’i ziyaret eder. Adullahev, aynı yıl Diyanet’in bir toplantısı için Türkiye’ye gelir. Metin Erkaya hemen onunla görüşür ve Ankara’da Fıkıh Enstitüsü’nde öğrencilere sohbet ettirir. Kendisi de tercüme eder. Bu hâdise Metin Erkaya’nın insanlarla iletişimine güzel bir örnektir. O tanıştığı kimselerde haliyle ve konuşmalarıyla derin izler bı- rakmakta, daha sonra da irtibatı bırakmayarak aradan yıllar geçse de hatırlanmaya devam etmektedir. Adullahev ile olan bağlantısı da bunu göstermektedir. Metin Erkaya’nın Özbekistan’a ikinci ziyareti bir görev vesi- lesiyledir. 1994 yılı Ramazan ayında Özbekistan’da vaaz edip konuşma yapacak birisi görevlendirilmek istenir. Bu iş için en uygun kişi hiç şüphesiz Metin Erkaya’dır. Özbekçe’yi öğ- renmiş, hakkında kitap yazmış olduğu gibi dini meselelere de hakimdir. Dolayısıyla oradaki insanlarla rahatlıkla iletişim kurabilecektir. Kendisine teklif edildiğinde vazifeyi hiç düşün- meden kabul eder. Zira insanlara faydalı olmak onun için en öncelikli meseledir. Fakat onun bu seyahati birtakım sıkıntıları barındıracaktır. Öncelikle seyahat yeterince planlanmamıştır. Kendisine salı günü gideceği bildirilir. Ona göre hazırlıklarını yapar. Muayenehanesini kapatır, ailesini geride bırakarak yola çıkar. Ankara’dan İstanbul’a vardığında ise seyahatin cuma gününe kaldığı ifade edilir. Ne vize alınmıştır ne de bir hazırlık yapılmıştır. Bunun üzerine İskenderpaşa Camii’ne gider. Ora- da kendisine “Esad Hocaefendi için bir berber götürüyoruz. İstersen sen de gel.” denilir. Böylece Esad Hocaefendi’yi ziyaret etmeye karar verir. Esad Hocaefendi’nin huzuruna varıp “Efendim Özbekistan’a git dediler geldim, fakat gerekli işlemler yapılmamış. Ne yapa- yım? Ankara’ya döneyim mi yoksa burada mı kalayım?” diye
sorduğunda yola çıkacağı cuma gününe kadar İskenderpaşa’da kalmasını söyler. Aradaki zamanı nasıl değerlendirebileceğini danıştığında ise Avustralya Sohbetleri kitabının birinci ve ikinci cildinden okumasını tavsiye eder. Ayrıca Esad Hocaefendi’ye yazılan bir mektuba da cevap vermesini ister. Daha sonra Ah- med Yesevî’nin Fakrnâme isimli eserinin Osmanlı Türkçesi ile yazılmış bir nüshasını göstererek “Bunun bir nüshası da Özbe- kistan Taşkent Milli Kütüphanesi’nde varmış. Eğer onun foto- kopisini çekebilirsen iyi olur.” der. Ne var ki Özbekistan’da ne kadar gayret sarf etse de buna izin verilmez. Esad Hocaefendi’ye Özbekistan’da neler yapması gerektiğini sorduğunda “Ders almak isteyenlere benim adıma ders tarif edersin.” der.
Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin yanından ayrıldıktan sonra İskenderpaşa’ya gider. Fakat İskenderpaşa’daki görevliler onun orada kalmasına razı olmazlar. Bunun üzerine yönetici çağırılır. Metin Erkaya, ona “Bakın burada kalmamı istemiyor- sunuz ama Esad Hocaefendi burada kalmamı söyledi. Benim yanında konaklayabileceğim başka arkadaşlarım da var ama Hocaefendi söylediği için mecbur burada kalacağım.” diye açıklama yapar. Bunun üzerine kalmasına müsaade edilir.
Bu yolculuk esnasında başına gelenler bununla da sınırlı değildir. Yatsı namazı için girdiği camide yeni aldığı ayakkabısı çalınır. Fakat yanında yolculukta kullanacakları dışında çok fazla para bulunmamaktadır. Üstelik yurt dışına çıkacaktır. He- men Seha Neşriyat’tan alacağı olan para aklına gelir. Seha’daki yetkiliden alacağına karşılık bir miktar avans para vermesini ister. Fakat o buna yanaşmaz. Ne yapacağını düşünürken ya- nındaki bir doktor arkadaşı Ahmet Gürçin “Metin Ağabey, ben sana vereyim.” diyerek 250 lira verir. Ertesi gün SAV Market’ten 300 liraya bir ayakkabı alır.
Özbekistan’a gitmek için kendisine sadece 350 dolarlık bir ödenek ayrılmıştır. Ne var ki bu yeterli bir miktar değildir. Metin Erkaya, İstanbul’da bazı arkadaşlarıyla görüşür. Bunlardan biri Sabri Uğur’dur. Öğle vakti Sabri Uğur’un bürosuna giderler.
Ona “Sabri bana 350 dolar para verdiler. Bu, götürdüğüm eş- yaların nakliyesine yetmez. Bana biraz para bulabilir misiniz?” der. Sabri Uğur hemen 1000 dolar verir. Diğer bir arkadaşı olan Mustafa Ak ise “100 dolar da ben vereyim abi!” der. Böylece yolculukta kendisine yetecek miktarı temin etmiş olur.
Yanına Özbekistan’a götürmek üzere on sekiz adet yardım kolisi verilmiştir. Kendi çantasıyla birlikte yüklü miktardaki eşyasıyla yolculuğa çıkar. Akşam saatlerinde Özbekistan’a varır. Müracaattaki polis “Davet mektubu” anlamına gelen “Ordino!” diyerek kendisini durdurur. Fakat o kendisine söylenenleri tam olarak anlayamaz. Yanına bir Özbek gelir ve “Eğer 50 doları verirsen geçeceksin buradan, yoksa geri gönderecekler seni.” der. O, 50 doların çok fazla olduğunu 10 dolar verebileceğini söyler. Fakat kabul etmezler. Biraz sonra 50 doları kabul eder ama iş işten geçmiştir. Özbekçe Naçarnik denilen komutan gel- miştir. Artık rüşvet alamayacaklarını ifade ederek ondan üst kata çıkmasını isterler ve ertesi günkü uçakla geri göndereceklerini söylerler. Fakat 18 koli ile üst kata çıkması mümkün değildir. Bu esnada orada beklerken tanıştığı Tatar bir askere “Haydi bana yardım et, şunları çıkaralım!” der. O da komutanından izin alır. Beraberce eşyaları üst kata taşırlar. Metin Erkaya, kolilerin yanında çaresizce beklemektedir. Tuvaletlerde su yoktur. Ramazan ayıdır. Sahurunu yanındaki hurmalarla yapar. Bu esnada yanından geçen bir beyefendiyi görür ve ona Özbekçe “Ben araştırmacı yazarım. Buraya ziyarete geldim ama yardımcı olmuyorlar.” der ve kitabını gösterir. O şahıs binanın yöneticisidir. Ona yakınlık göstererek “Ben sana yardımcı olacağım.” der. Biraz sonra yanına gelir ve ne kadar kalacağını sorar. Kalacağı gün sayısınca otel ücretini peşin öde- mesi gerektiği için otuz günlük vizesi orada kalacağı on üç gün ile sınırlandırılarak on üç günlük otel ücreti kendisinden talep edilir. Otel ücretini de en düşük otele göre vermesi söylenir. Ödemeyi yapar ve böylece on altı saatlik beklemenin ardından ülkeye giriş yapar. Kalacağı eve vardığında başka bir nahoş
tavırla karşılaşır. Ev sahibi “Sizi mi göndermişler ben falancayı istemiştim.” diyerek hoş olmayan bir üslupla onu karşılar. Yolculuk sıkıntılı geçse de Metin Erkaya, vazifesinin bilin- ciyle Özbekistan’daki faaliyetlerine başlar. Burada kaldığı süre boyunca her akşam bir eve gidip Türkçe ve Özbekçe sohbet ederek günlerini geçirir. Ramazan ayı olması itibariyle iftar öncelerinde biraz oturup sohbet edilir. Âdet olduğu üzere ezan okununca iftariyeliklerle iftar edilir. Ardından namaza geçilir. Cemaatle namaz kılınır. Yemek, daha sonra yenir. Yatsı namazı için özel bir daireye geçilir. Orada otuz-otuz beş çocuğa bizzat teravih kıldırır. Esad Hocaefendi’den ders verme yetkisi de alan Metin Erkaya, kadın ve erkeklerden yirmi beş kişiye ders tarif eder. Hanımlara ise misafir olduğu ev sahibinin hanımı neler yapacaklarını anlatır. Daha sonra ders alanların ve annelerinin isimleri Metin Erkaya’ya bildirilir.
Özbekistan dönüşünde Esad Hocaefendi umrede olduğu için hemen görüşemezler. Bunun üzerine o, Özbekistan seya- hatiyle ilgili üç sayfalık bir rapor hazırlar. 1994 yılı mart ayı- nın sonunda Esad Hocaefendi’yi ziyarete gider. Hocaefendi ile görüşecekleri adresi arayıp bulurlar. Tam adrese vardıklarında Hocaefendi’yi kapıda bulurlar. Birisiyle konuşmaktadır. Hemen görüşüp elini öperler. Namazdan sonra kahvaltıya giderler. Babası Halil Necati Coşan ve Muharrem Nureddin Coşan’ın da bulunduğu bir sofrada Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin yanına oturur. Yanındaki dosyaları ve fotoğrafları gösterir. Daha sonra Esad Hocaefendi “Baba, Metin Özbekistan’dan geliyor. Tanıyor musun?” der. “Tanımaz mıyım, ben ta Edremit’ten, askerlikten tanıyorum.” der. Metin Erkaya faaliyetlerini anla- tır. Ders alanlardan bahseder. Esad Hocaefendi de memnun olur. “Metin, biz seni göndermeye alıştık. Biz seni Almanya’ya, Avrupa’ya da gönderelim. Hatta Nureddin ile gidin oraları dolaşın.” der. Ne var ki Esad Hocaefendi’nin bu talebi hiçbir zaman gerçekleşmez.
Metin Erkaya’nın diğer bir yurt dışı seyahati ise hac vesilesiy-
le olmuştur. O 1986 yılında hanımıyla birlikte, 1993 yılında ise İSPA Turizm bünyesinde görevli doktor olarak hacca gitmiştir. Bunların dışında muhtelif zamanlarda bireysel olarak umre ziyaretleri gerçekleştirmiştir. Bu seyahatleri çocukların eğitimi için bir vesile olarak değerlendirmiş, tüm çocuklarının umreye gitmesini sağlamıştır. Mekke ve Medine’nin mânevî havasının çocukların iç dünyalarına etki ettiği dolayısıyla mümkün olduk- ça umre yolculuğuna çıkılmasının çok faydalı olduğu kanaatini taşımış ve bunu çevresindekilere de tavsiye etmiştir.
3.2. Yurt İçi
Metin Erkaya gerek öğrencilik yıllarında gerekse daha sonraki senelerde Türkiye’nin hemen her şehrini ziyaret etmiştir. Fakat bu seyahatleri içerisinde görevli olarak gittiği ziyaretlerin ayrı bir önemi vardır. O, yedi yıl Mehmed Zâhid Efendi’nin yanında kal- mış ve sohbetlerini de kitaplaştırmış olması hasebiyle Türkiye’de onun hakkında konuşabilecek sayılı kimselerden biriydi. Bun- dan dolayı onu muhtelif şehirlerden Mehmed Zâhid Efendi’yi anma toplantılarında konuşma yapması için davet ederlerdi. Esad Hocaefendi’nin de teşvikiyle katıldığı bu toplantılar onun yurt içi seyahatlerinin en anlamlılarını teşkil ediyordu.
Metin Erkaya, Mehmed Zâhid Efendi’yi anma toplantılarında ilk defa 11 Kasım 1994 tarihinde Kocatepe Camii’nde yaptı- ğı konuşmayla görev alır. Konuşma için Cami’nin kürsüsüne çıkacaktır fakat yanına takke almayı unutmuştur. Konuşma bitince Esad Hocaefendi “Konuşmacıya yüz lira ceza kesin takkesiz çıktığı için” diye latife yapar. Bunu ciddiye alan vakfın yöneticilerinden Yusuf Ağralı, adeta onun yakasına yapışarak bu cezayı vakıf adına tahsil eder. 6 Nisan 1995 tarihinde Bursa Uludağ’da Aile Eğitim Top- lantısı’na katılır. Esad Hocaefendi’nin de bulunduğu bu toplantı dört gün sürer. Toplantıda “Güneydoğu ve Su Meselesi” ana temasıyla konuşmalar yapılır. Muhsin Yazıcıoğlu, Hasan Celâl Güzel ve Ümit Özdağ konuşma yapar.
1997 yılında Almanya’da bulunan Esad Hocaefendi’yi arayıp kendisini konuşma yapmak üzere çağırdıklarını söyleyerek izin alan Metin Erkaya, Hocaefendi’ye hangi konulardan bahsetme- sinin uygun olacağını da danışır. O da önce İslâm’da ilmin ve âlimin önemini anlatmasını, daha sonra Mehmed Zâhid Efendi ile olan hatıralarından bahsetmesini ve son olarak da bu yolun hâlihazırda devam ettiğini vurgulamasını tavsiye eder.
Metin Erkaya, bu toplantılar vesilesiyle Giresun, Trabzon, Bursa, Kırıkkale, Adapazarı, Balıkesir ve Eskişehir’e konuşma yapmak üzere seyahat eder. 2004 yılında Van’a seyahat eder. Burada hava şartlarının da uygun olmaması dolayısıyla bir haf- taya yakın mahsur kalır. Fakat vaktini boşa harcamaz. Bu zaman zarfında muhtelif yerlerde konuşmalar yapar. Konuşmaları büyük etki uyandırır ve dinleyenler “Beş gün Hocaefendimiz’i anlattınız ve hiçbir zaman tekrara düşmediniz.” diyerek mem- nuniyetlerini ifade ederler.
Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından Metin Erkaya cema- atin genel merkezinin tertip ettiği herhangi bir toplantıya ko- nuşmacı olarak çağırılmaz. Bununla birlikte Sincan’da 14 Kasım 2015 tarihinde bir vakıf tarafından düzenlenen Mehmed Zâhid Kotku’yu anma toplantısına katılarak Mehmed Zâhid Efendi’yi anlatır. Bunun dışında bazı radyo kanallarına konuşma yapmak üzere de davet edilir. 10 Kasım 2016’da TRT Radyo 1’de Celil Güngör’ün Söze Karşı Söz programında Mehmed Zâhid Efendi hakkında bir söyleşi yapılır.32 Bundan bir hafta önce ise 3 Kasım 2016 tarihinde İsmail Turan Hoca hakkında Metin Erkaya ile bir söyleşi daha yapılmıştır.33 Radyo Ses’te ise 10 Temmuz 2017 tarihinde Abdullah Erken’in hazırlayıp sunduğu, Bir Konu Bir Konuk programında “Mahmud Esad Coşan ve Halk Eğitimi” konulu bir söyleşiye katılmıştır.34 Bu söyleşi ve konuşmalarda 32 https://www.youtube.com/watch?v=lvf0qvk4UeI
33 https://www.youtube.com/watch?v=1PLMS1ckBJs
34 https://www.youtube.com/watch?v=_CCEOiKoW6s&t=606s
yıllarını Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin sohbet- leri üzerinde çalışmış ve İskenderpaşa’da yetişmiş biri olarak tecrübelerini aktarır. Bu yönüyle internet ortamında ulaşılabi- lecek kayıtlar İskenderpaşa’nın tarihi açısından önemli bilgiler ihtiva etmektedir.
4. Yayın Faaliyetleri
Metin Erkaya’nın en önemli faaliyetleri Mehmed Zâhid Efen- di ve Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinden hazırladığı kitaplar- dır. Kitapları hazırlamasının en önemli nedeni, onlara duyduğu sevgi ve vefadır. Mehmed Zâhid Efendi ile tanıştığı günden itibaren onun hayatının merkezinde şeyhinden başka bir şey olmamıştır. Şeyhinin tebessümü, kendisine bakışı, ağzından çıkan her kelamı, onun için dünyalara bedeldir. O, tanıdığı her- kesin de şeyhinden istifade etmesini istemektedir. Bunun için tanıştığı herkese şeyhinden bahsetmekte, ona intisap etmesini tavsiye etmekte ve sözlerini onunla paylaşmaktadır. Kâşki sevdüğümi sevse kamu ehl-i cihânSözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa.
(Keşke sevdiğimi herkes sevse de daima sözümüz sevgili hakkında olsa) Taşlıcalı Yahya Bey’in bu beytini de sıklıkla okuyan Me- tin Erkaya şeyhinden bahsetmeyi, onun sohbetlerini herkese duyurmayı kendisine şiar edinmiştir. Aynı durum Esad Ho- caefendi zamanında da devam etmiştir. Metin Erkaya her iki Hocaefendi’nin tüm konuşmalarını herkese duyurmayı bir vazife bilir ve bu şuurla kitap yayınlarına başlar. O kitap çalış- malarının gayesini şöyle anlatmaktadır:
Biz bu çalışmaları yaparken Ebû Hüreyre’nin (ra) Enes’in (ra) yolunu izlemeye çalışıyoruz. Onlar Rasûlüllah’ın sözlerini tespit ettiler, ümmet-i Muhammed’e ulaştırdılar. Biz de âl-i Rasûlden olan, Rasûlüllah’ın vârisi Hocaefendilerimizin sözlerini tespit edip, kaydedip ümmet-i Muhammed’e ulaştırmak istiyoruz. Metin Erkaya’nın henüz üniversite öğrenciliği yıllarında
başladığı bu çalışmalar vefatına kadar devam etmiştir. Onun ilk hazırladığı eserler Mehmed Zâhid Efendi’nin konuşmalarını temel almıştır.
4.1. Mehmed Zâhid Efendi’nin Sohbetlerinin Kitaplaştırılması
Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbetlerinin yazımı 1975 yılında ilk defa tarikat dersinin nasıl yapılacağına dair bir metin ha- zırlanmasıyla başlar.35 Metin Erkaya o tarihlerde çevresindeki pek çok arkadaşını Mehmed Zâhid Efendi’ye götürür ve ders aldırır. Ne var ki ellerinde zikir dersinin yapılış şekline dair yazılı bir doküman bulunmamaktadır. Ders alan kimse Mehmed Zâhid Efendi’nin huzurundan ayrılınca hemen aklında kalan- ları not almakta fakat her husus ayrıntısıyla not alınamayınca bazı aksaklıklar ortaya çıkmaktadır. Metin Erkaya, o yıllarda İskenderpaşa’nın yurdunda kalmaktadır. Ders aldırdığı arka- daşlarının yanında dinleye dinleye ders tarifini ezberlemiştir. Hemen aklındakileri daktilo eder. Bu tarife Fetih Sûresi 10. âyetin meali ile silsile-i şerifi de ilave eder. Böylece ders alanların ellerinde günlük zikirlerin nasıl yapılacağına dair de bir rehber oluşturulmuş olur. Yazılan bu metnin çoğaltılması için teksir makineleri kullanılır. O günlerde MTTB’nin Sincan Şubesinde bir teksir makinesi bulunmaktadır. Metin Erkaya bir Sincan ziyaretinde bu makinede ders tarifini çoğaltarak ilk neşir faali- yetini başlatmış olur. Daha sonra bu metin İstanbul’da Mehmed Zâhid Efendi’ye takdim edilir. Onun da uygun görmesiyle bu tarihten sonra ders alanlara söz konusu notlar da verilir. Daha sonra İlim Yayma Yurdunda kalmaya başlayan Metin Erkaya, buradaki teksir makinesiyle notları çoğaltmaya devam eder.
1977 yılında ders tarifi metinlerinden sohbetlerin yazıya dökümü aşamasına geçilir. Metin Erkaya, bu yıldan itibaren bir taraftan da Mehmed Zâhid Efendi’nin konuşma kayıtlarını 35 Bk. Ek 1.10.
çoğaltıp isteyenlere göndermeye başlar. Manifaturacılar Çarşısı- na gider, muhtelif kasetçilerle görüşerek bu işin en uygun nasıl yapabileceğini araştırır. 1979 yılına gelindiğinde ise Mehmed Zâhid Efendi, 26 Nisan tarihinde umreye giderken sabah kah-valtısından sonra yirmi dakikalık bir konuşma yapar.
36 Daha sonra günahlar ve mahviyet temalı bu konuşmanın herkese yayılmasını emreder. Bunun üzerine Metin Erkaya hemen ko- nuşmayı daktilo ederek dört sayfa halinde yazıya döker, ço- ğaltır ve cemaate dağıtır. Böylece o, aktif olarak yayın hayatına başlamış olur.
Daha sonraki yıllarda kardeşi Hacı Ali Erkaya ile beraber sohbetlerin yazıya geçirilmesi işlemine devam eden Metin Erkaya, cuma ve kandil sohbetlerinin yazılı metinlerini Esad Hocaefendi’ye 1982 yılında takdim eder. Esad Hocaefendi, 1983 yılında İslâm dergisi yayın hayatına başlayınca bu yazıların dergide yayınlanabileceğini söyler. Böylece sohbetler İslâm dergisinin ve daha sonra Kadın ve Aile dergisinin arka sayfa- sında yayınlanmaya başlar. Daha sonra söz konusu yazılar 1990 yılında eksikleri de tamamlanarak kitap haline getirilir. Kitabın adına Cuma ve Kandil Konuşmaları denilir. Fakat Vefa Yayıncılık ismini değiştirerek 1991 yılında Özel Sohbetler adı altında yayınlar.37 Konuşmaların herkese açık ortamda ya- pılmış olması dolayısıyla özel sohbetmiş gibi adlandırılması Metin Erkaya’nın içine sinmese de yayınevinin tasarrufuyla bu adla yayınlanmaya devam eder. İlk baskı imkânlar nispetinde Arapça metinler olmaksızın yayınlanır. Eseri hazırlayanların ismi de zikredilmez. İkinci baskı öncesi Metin Erkaya bilgi- sayar temin eder ve Arapça metinleri dizer. Sonuna da bir indeks ilave ederek kitabı daha kullanışlı hale getirir. İkinci baskı Seha Neşriyat tarafından yapılır. Ne var ki bu yayınevi 36 Erkaya, Mehmet Zâhid Kotku (K.S.)’dan Özel Sohbetler, 185.
37 Metin Erkaya - Hacı Ali Erkaya, Mehmet Zâhid Kotku (K.S.)’dan Özel Sohbetler
(İstanbul: Seha Neşriyat, 1993), ss. 432.
baskı öncesi yazı karakterini değiştirir. Bunun neticesinde hazırlanan indeks kullanılamaz hale gelir. Arapça karakter- ler ise teknik bir hata ile birbirine girer. Dolayısıyla kitap ilk haliyle basılmış olur. Üçüncü baskı da aynı hatalarla yapılır. Metin Erkaya yıllar sonra eseri hatalardan arındırarak yeniden dizer. Fakat kitapların basımına sıcak bakılmadığı için ancak internet ortamında yayınlayabilir. Esad Hocaefendi, Metin ve Hacı Ali Erkaya’nın bu gayretlerini takdirle karşılar ve farklı toplantılarda onlardan övgüyle bahseder. Emekleri yayınevi tarafından boşa çıkarılsa da Esad Hocaefendi’nin iltifatına mazhar olmaları onlar için en büyük mükâfat olur.
Özel Sohbetler adlı bu eser, Mehmed Zâhid Efendi’nin 1977’den 1980 yılına kadar yaptığı konuşmalarını ihtiva etmektedir. Ki- şinin gerçek müslüman ve kâmil insan olması için gerekenleri konu edinen sohbetlerden oluşmaktadır. Kitabın önsözünde “Kitap hazırlanırken, kaset çözümünde ifadelerin aslına tam bir sadakat gösterilmiş, hatta Hoca Efendi Hazretleri’nin yer yer kendini gösteren mahalli söyleyiş biçimine bile dokunulma- mıştır.” denilerek konuşma dilinin muhafaza edildiği vurgusu yapılmakta, eserle birlikte Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbet- lerinin kalıcılık kazanmasına vesile olmayı arzuladıkları ifade edilmektedir. Metin Erkaya, 2020 yılında kitaba daha sonradan temin ettiği sohbetleri de ekleyerek genişletmiş ve önsöze şu cümleleri ilave etmiştir:
Bu çalışmamızın Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendimiz’i ve onun şahsında mürşid-i kâmilleri, Allah dostlarını tanıma ve anlama bakımından okuyucuya faydalı olacağına inanıyoruz. Yaşlı ihvâna eski günleri hatırlatıp şevklerinin ve gayretlerinin artmasına katkıda bulunmasını; genç kardeşlerimize de bü- yüklerin sözlerinden istifade etme yönünde faydalı olmasını temenni ediyoruz.
Metin Erkaya, Özel Sohbetler kitabına temel teşkil eden cuma sohbetlerini hazırladıktan sonra yine 1983 yılında Mehmed Zâhid Efendi’yi rüyasında görür. Bir namaz sonrası İskender-
paşa Camii’nden çıkarken el öpme sırasına girip elini öptüğü esnada Mehmed Zâhid Efendi ona “Benim cuma günü yaptı- ğım konuşmaları yazıya geçirmişsin, gördüm. Çok beğendim, hoşuma gitti. Hadis derslerini de çöz, onları da hazırla.” der. Bunun üzerine Râmûzü’l-ehâdîs’in son bölümündeki Peygamber Efendimiz’in (sas) şemail ve ahlâkına dair (kâne ile başlayan) hadisleri içeren sohbetlerini kitaplaştırır. O, kitabı hazırlarken yaşadığı şöyle bir anısını anlatmaktadır:
Ben o kitabı hazırlarken çok ilginç bir şey oldu. Bir yaz günü Hocaefendi’nin sohbetleriyle ilgilenirken 7-8 yaşındaki çocukla- rım devamlı camiye gitmek istediler. Erkenden sabah namazına kalkıp ‘Camiye gidelim baba’ dediler. O kitabı hazırladığım üç ay boyunca devamlı sabah namazlarına camiye gittik. Hem Pey- gamber Efendimiz’in hadisleri hem de Hocaefendi’nin sohbeti olması, öyle şeylere sebep oldu muhtemelen.
Hadîs-i Şeriflerle Peygamber Efendimiz SAS Hazretleri’nin Şemâil, Ahlâk ve Îtiyatları adıyla 1993 yılında yayınlanan bu eser, Meh- med Zâhid Efendi’nin 1975 yılında yaptığı Râmûzü’l-ehâdîs ders- lerinden hazırlanmıştır. Mehmed Zâhid Efendi, bu dersleri Peygamber Efendimiz’i (sas) daha yakından tanımak, bilmek, sevmek ve onun hâline uyabilmek gayesiyle yapmıştır. Eserin yayınlanması ile Rasûlüllah’ın haliyle hâllenme konusunda okuyucuya önemli kazanımlar sağlayacağı umulmuştur.
Mehmed Zâhid Efendi’nin konuşmalarından hazırlanan kitaplardan birisi de ilk baskısı 1995 yılında yapılan Tenbihler: Mehmed Zâhid Kotku (rh.a) Hazretlerinden Münebbihat Dersleri38 isimli eserdir. Münebbihât, İbn Hacer el-Askalânî’nin hadislerden derlediği tembih içeren sözleri ihtiva eden bir çalışmadır. Meh- med Zâhid Efendi, 1974 ve 1979 yıllarında bu eserden dersler yapmıştır. Kitap da bu dersleri ihtiva etmektedir.
Bu eserlerin dışında Metin Erkaya, Seha Neşriyât’tan gelen 38 Mehmed Zâhid Kotku, Tenbihler: Medmed Zâhid Kotku (rh.a) Hazretlerinden Mü- nebbihat Dersleri, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1998), ss. 310.
talep üzerine beş ciltten oluşan Tasavvufî Ahlâk kitabının öncelikle baskısı tükenen birinci ve üçüncü ciltlerinin dizgisini yeniden yapmıştır. Bunlardan birinci cilt 1999 yılında yayınlanmıştır. Metin Erkaya, bu dizgi esnasında daha önceki baskılarda yer alan dizgi hatalarını titizlikle tashih etmiş, daha kolay oku- nabilecek hale getirerek sonuna indeks ilave etmiştir. Bunun yanında Zikrullah’ın Faydaları adlı eseri de yeniden düzenleyip yayınlanması için göndermiştir.
Basılmış eserlerin dışında Metin Erkaya’nın internet ortamın- da yayınladığı eserler de bulunmaktadır. Bunlar sekiz ciltten oluşan Mehmed Zâhid Efendi’nin Râmûzü’l-Ehàdis Dersleri’dir. Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî’nin derlediği Râmûzü’l-Ehàdis
isimli hadis kitabı Gümüşhânevî Dergâhı’nın el kitabı mahi- yetindedir. Tekkedeki şeyhler bu kitaptan okudukları hadis- lerle sohbet yapmayı bir gelenek haline getirmişlerdir. Meh- med Zâhid Efendi de 1958 ile 1977 yılları arasında bu dersleri İskenderpaşa’da sürdürmüştür. Metin Erkaya bu derslerin bir bölümünü kitaplaştırarak sekiz cilt halinde yayınlamıştır. O, bu sohbetlerin on beş cildi bulacağını belirtmekle birlikte ancak sekiz cildini hazırlayabilmiştir. Her cilt büyük boy (16 x 23.5 cm.) yaklaşık 630 sayfa olup on sekiz veya yirmi hadis dersi içermektedir. İlk cilt 14 Nisan 2021 tarihinde son cilt ise 6 Ekim 2022 tarihinde online yayınlanmıştır.39 Yıllar sonra Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbetlerinin tekrar yayınlanmaya başlaması özellikle Mehmed Zâhid Efendi’ye yetişmiş cemaat tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. 4.2. Esad Hocaefendi’nin Sohbetlerinin Kitaplaştırılması
Metin Erkaya’nın kitap çalışmaları Mehmed Zâhid Efendi’ den sonra Esad Hocaefendi’nin sohbetleriyle devam eder. O, öncelikle Esad Hocaefendi’nin muhtelif zamanlarda yaptığı 39 Mehmed Zâhid Kotku, Râmûzü’l-Ehàdis Dersleri, haz. Metin Erkaya (http://www.
esadcosankulliyati.com/arsiv/kitap, 2021).
konuşmaları yazıya geçirip imkân nispetinde çoğaltmaktadır. Ama kitaplaştırmadan önceki dönemde de sohbet kayıtlarını çoğaltıp dağıtma faaliyetiyle meşgul olmuştur. O günleri şöyle anlatmaktadır:
1987 yılından sonra Hocaefendimiz’in sohbetleri videokame- ra ile kaydedilmeye başladı. Biz de Ankara’da vakfın öğrenci işleriyle uğraşıyorduk. Bir arkadaşımız umreden çift kasetli videoteyp getirmişti. Onunla kaset çoğaltmak mümkündü. Hocaefendimiz’in videokasetlerinden temin edelim, öğren- cilere izlettirelim diye düşündük. Birkaç tane videoplayer ve televizyon temin ettik. Sapanca’ya başka bir gittiğimde, konuyu Hocaefendimiz’e açtım. Uygun gördüler. “Videokasetlerle Ahsen şirketi ilgileniyor. Onun müdürü filâncaya söyle, sana videokaset temin etsinler.” buyurdular. Oradan İstanbul’a geçtim, Ahsen şirketine vardım. Müdür beyle görüşüp meseleyi anlattım, Hocaefendimiz’le gö- rüşmemi naklettim. Müdür bey uygun görmedi. “Hocamız’ın videokasetlerinin bütün te’lif hakları Ahsen şirketine aittir. Her ne amaçla olursa olsun, başkası çoğaltamaz!” dedi. Ne kadar anlatmaya çalıştıysam da anlamadı, anlayış göstermedi.” Kaset alamadan Ankara’ya döndüm.
Aradan 10-15 gün geçti. Bir gün muayenehanemde otururken kapı çaldı. Baktım, İstanbul’dan iki yönetici arkadaş ziyaretime gelmiş. “Hoş geldiniz, hayırdır inşallah!” filân dedim. Anlattılar: Benden birkaç gün sonra Hocaefendimiz İstanbul’a gelince, “Videokaset işi ne oldu?” diye sormuş. Onlar da olayı anlatın- ca, “Ben göndermiştim, ayıp etmişsiniz. Gidin, gönlünü alın!” buyurmuş. Onlar da başka bir iş için Ankara’ya geldiklerinde, beni de ziyaret edip meseleyi anlattılar. Ben de onlara tekrar, ne yapmak istediğimizi anlattım. O zaman, bir videokaset on bin liraydı, 30 tane sipariş verdim. Bir zaman sonra 24 tane kaset gönderdiler. Dördü bozuk çıktı ama sağlamlarını çoğalt-tık, öğrenci evlerine verdik. Hatta İsveç’e ve Avustralya’ya bile gönderdik.
Daha sonra Metin Erkaya, 5 Mayıs 1990’dan 31 Ocak 1993 tarihine kadar olan konuşmaları bir araya getirerek kitaplaştırır. Bu ilk kitap Yeni Dönemde Yeni Görevler adıyla yayınlanır. Metin Erkaya’nın hazırladığı kitapların bir kısmı Esad Hocaefendi’nin sağlığında Seha Neşriyat bünyesinde yayınlanmıştır. Sehâ Neş- riyat’ta yayınlanan kitapları 13,5 x 21 cm. boyutundadır. Metin Erkaya’nın Yeni Dönemde Yeni Görevler kitabının ya- yınlanmasından önce Avustralya Sohbetleri adıyla yayınlanan kitaplardan bazılarının hazırlanmasında da emeği geçmiştir. Metin Erkaya’nın Esad Hocaefendi’nin bu sohbetlerinden yayına hazırladığı ilk eser bu serinin birinci cildidir.
Avustralya Sohbetleri – 1 (1992): Esad Hocaefendi’nin Aralık 1990 ve Ocak 1991 tarihleri arasında Avustralya’daki konfe- rans ve konuşmalarını ihtiva etmektedir. Konuşmalar, Cevdet Taşkın tarafından yazıya geçirilmiş daha sonra Metin Erkaya tarafından yayına hazır hale getirilmiştir.40 Metin Erkaya’nın eserin hazırlanmasına dâhil olması ikinci baskıda olmuştur. Nitekim eserin ilk baskısında Arapça metinler yazılmamış, çok fazla miktarda parantez kullanılmıştır. Metin üzerinde imla, noktalama ve parantezler gibi hususlar üzerinde çalışılmamış, konuşmalar ham metin olarak yayınlanmıştır. Metin Erkaya “Bunu ben yeniden düzenleyeyim.” diyerek kitabı yeniden hazırlamış, sonuna da indeks ilave etmiştir. Benzer bir durum diğer ciltler için de geçerlidir. Nitekim o günlerde Avustralya Sohbetleri 4 ve 5. ciltlerin konuşma çö- zümleri Seha Neşriyat’ta beklemektedir. Yetkililerden Mehmed Ali Torlak, Sincan’a gelmiş ve bu eserleri bir türlü basama- dıklarından yakınmıştır. Durumu öğrenen Metin Erkaya hiç düşünmeden “Ben hazırlayayım.” diyerek Seha Neşriyat ile iletişime geçmiş ve kitapları istemiştir. Konuşmalar ham metin halindedir. Arapça metinler ise kısmen yazılmış olsa da yazılar 40 Mahmud Esad Coşan, Avustralya Sohbetleri – 1, haz. Metin Erkaya - Cevdet Taşkın (İstanbul: Seha Neşriyat, 1992), ss. 400.
çok bozuktur. Paragraf, nokta, virgül vs. hiç kullanılmamıştır. Metin, İngilizce daktilo ile yazıldığı için Türkçe karakterler bulunmamaktadır. Metnin ıslahı sohbetlerin yeniden metne dönüştürülmesinden daha zor durumdadır. Metin Erkaya, her bir kitap için üç ay emek sarf eder. Aynı durum bu eserin diğer ciltleri için de geçerlidir. Metin Erkaya’nın yayına hazırladığı bu eserlerden yalnızca bir ve dördüncü ciltler Seha tarafından basılmıştır. Serinin ikinci ve üçüncü kitapları Cevdet Taşkın tarafından hazırlanmış, dördüncüsü ise yine onun yazıya ge- çirmesi ve Metin Erkaya’nın yayına hazır hale getirmesiyle 1996 yılında basılmıştır.41 Dördüncü cilt Esad Hocaefendi’nin 1988 yılında yine Avustralya’da Muhtâru’l-ehâdîs’ten yaptığı on altı dersi ihtiva etmektedir. Diğer ciltler ise Metin Erkaya tarafından internet ortamında yayınlanmıştır.
Metin Erkaya’nın sohbetlerden yazıya dökerek yine Sehâ Neşriyat bünyesinde yayınladığı diğer eserler ise şöyledir:
1. Yeni Dönemde Yeni Görevler (1993): 1990’lı yıllarda yapılan on dört konuşmayı ihtiva etmektedir. Metin Erkaya, Osman- lı’nın gerilemeye başlamasıyla beraber İslâm âleminin siyasî, kültürel ve ekonomik yönden perişan ve hazin durumdan kurtuluşu, Müslümanlar üzerine oynanan oyunların nasıl engellenebileceği, iyinin ve güzelin nasıl hâkim kılınacağı hususunda Esad Hocaefendi’nin yaklaşımını, duygu ve dü- şüncelerini, değerlendirmelerini, teklif ve tavsiyelerini vermeyi amaçlamaktadır.42
2. Haccın Fazîletleri ve İncelikleri (1994): Eser, Esad Hocaefen- di’nin 1993 yılı haccında Mekke ve Medine’de yaptığı konuş- maları ihtiva etmektedir. Metin Erkaya, bu kitabın hacca gide- cek kimselerin önceden eğitilmesi için faydalı olmasını ümit 41 Mahmud Esad Coşan, Avustralya Sohbetleri – 4, haz. Metin Erkaya - Cevdet Taşkın (İstanbul: Seha Neşriyat, 1996), ss. 400.
42 Mahmud Esad Coşan, Yeni Dönemde Yeni Görevler, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1993), ss. 424.
etmektedir.43 Baskısı tükenen eser yeniden düzenlenip internet ortamında okuyucuların istifadesine sunulmuştur.
3. Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı (1994): Eser Esad Hocaefendi’nin muhtelif toplantılarda yaptığı on iki konuşmayı ihtiva etmektedir. Metin Erkaya, eserin İslâm düşmanlarının Müslümanlar üzerinde oynadıkları oyunlar ve bunlar karşısın- da alınacak önlemlerle ilgili olarak Hocaefendi’nin meselelere yaklaşımını ele aldığını belirtmektedir.44
4. Güncel Meseleler-1 (1994): Eser, Esad Hocaefendi’nin sohbet- lerinin sonunda yazılı olarak sorulan sorulara verdiği cevapları ihtiva etmektedir. Metin Erkaya, hemen herkese faydalı olabi- lecek açıklamaları daha fazla kişiye ulaştırmak düşüncesiyle kitabı hazırladığını ifade etmektedir.45 1994 yılında baskısı ya- pılan eser daha sonra genişletilerek internet ortamında tekrar yayınlanmıştır.
5. Güncel Meseleler- 2 (1995): Eserin ikinci cildi olup sorular öncekine göre farklılık arz etmektedir. 1995 yılında ilk baskısı yapılan eser daha sonra genişletilerek online yayınlanmıştır.
6. Hazret-i Ali Efendimiz’den Vecîzeler (1995): Esad Hocaefen- di’nin Hz. Ali ile ilgili altı konuşmasını ihtiva etmektedir. Top- lumu bilgilendirmek ve Müslüman gruplar arasında diyaloğu sağlamak gayesiyle hazırlanmıştır.46
7. Hacı Bektâş-ı Velî (1995): Eser Esad Hocaefendi’nin Hacı Bektâş-ı Velî’yi konu edinen iki sohbetinden oluşmaktadır. Toplumu bilgilendirmek, çeşitli müslüman gruplar arasında diyaloğu sağlamak, hak ve hakîkati ortaya çıkarıp herkesi ona davet etmek amacıyla hazırlanmıştır.47
43 Mahmud Esad Coşan, Haccın Faziletleri ve İncelikleri (İstanbul: Seha Neşriyat, 1995), ss. 288.
44 Mahmud Esad Coşan, Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1994), ss. 334.
45 Mahmud Esad Coşan, Güncel Meseleler-1 (İstanbul: Seha Neşriyat, 1994), ss. 334.
46 Mahmud Esad Coşan, Hazret-i Ali Efendimiz’den Vecîzeler, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1995), ss. 96.
47 Mahmud Esad Coşan, Hacı Bektâş-ı Velî, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neş- riyat, 1995), ss. 128.
8. Yunus Emre ve Tasavvuf (1995): Yunus Emre’yi daha yakı- dan tanıtmak gayesiyle hazırlanan eser Esad Hocaefendi’nin bir sohbetinin çözümünden oluşmaktadır.48
9. Ramazan ve Takvâ Eğitimi (1996): Esad Hocaefendi’nin 1995 yılı Ramazan ayında yaptığı on altı sohbeti ihtiva etmektedir. Metin Erkaya, bu eser vesilesiyle okuyucuların Ramazan’ı daha güzel geçirme ve Ramazan’dan daha çok istifade etme yönünde yararlanmalarını temenni etmektedir. 49
10. Tebliğ ve İrşad Çalışmaları (1996): Esad Hocaefendi’nin 1995 yılı içinde muhtelif ülkelerde yaptığı tebliğ ve irşâd çalışmaları kapsamındaki yirmi konuşmasını ihtiva etmektedir. Metin Er- kaya eserin okuyucuların Allah’ın dinine hizmet yolunda şevk ve gayretini arttırmasını ümid etmektedir.50
11. İslâm, Tasavvuf ve Hayat (1996): Esad Hocaefendi’nin muh- telif ülkelerde yaptığı on iki konuşmayı ihtiva etmektedir.51 İlk baskısı 1996’da yapılmakla birlikte 2022 yılında kitap yeniden ele alınarak düzenlenmiştir. Metin Erkaya eseri tekrar hazırlama gerekçesini şöyle açıklamıştır:
Kitabın ilk baskısı Ağustos 1996’da Seha Neşriyat tarafından yapıldı. Şimdi aradan yirmi altı yıl geçti, şairin dediği gibi;
Ali gitti Hakk’a yetti;
Zülfikâr’ı derya yuttu...
Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocamız vefat etti (Rahme- tu’llàhi aleyh), Seha Neşriyat özelleştirildi, kitabın yeni baskısı yapılmaz oldu. Bu yıl Ramazan ayı yaklaşırken, kitabı okuyucu- ya internet yoluyla arz etmek düşüncesiyle yeniden hazırlamış bulunuyoruz.
48 Mahmud Esad Coşan, Yunus Emre ve Tasavvuf, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1995), ss. 96.
49 Mahmud Esad Coşan, Ramazan ve Takva Eğitimi (İstanbul: Seha Neşriyat, 1996), ss. 398.
50 Mahmud Esad Coşan, Tebliğ ve İrşad Çalışmaları, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1996), ss. 352.
51 Mahmud Esad Coşan, İslâm, Tasavvuf ve Hayat, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1996), ss. 400.
Bu yeni düzenlemede, eserdeki eksik Arapça metinler ta- mamlanmış, hadislerin tahrici yapılmış ve 16 Ekim 1989’da Ankara’da Millî Kütüphane’de yapılan, “İslâm’da Nefis Terbi- yesi” konulu bir konferans ilave edilmiştir.
12. İslâm’da Eğitimin İncelikleri (1997): Esad Hocaefendi’nin 1994 yılında Avustralya’da yaptığı Aile Eğitim Kampı konuş- malarını ihtiva etmektedir. Metin Erkaya, özellikle aile eğitimi konusunda önemli uyarılarının okuyucuya büyük kazanımlar sağlayacağını ümit etmektedir.52
13. Tasavvuf Yolu Nedir? (1997): Esad Hocaefendi’nin 1995, 1996 ve 1997 yıllarında muhtelif yerlerde yapmış olduğu yirmi konuşmayı ihtiva etmektedir. Eserde tasavvuf yolunun ince- likleri anlatılmaktadır.53
14. İmanın ve İslâm’ın Korunması – 1 (1997): Esad Hocaefen- di’ nin 1997 yılında muhtelif Avrupa ülkelerinde gurbetçilere yapmış oldukları on altı konuşmadan oluşmaktadır.54
15. İmanın ve İslâm’ın Korunması – 2 (1998): Esad Hocaefendi’ nin Al manya ve İngiltere’de muhtelif programlarda gurbetçilere yapmış oldukları konuşmaları ihtiva etmektedir.55
16. Allah’ın Gazabı ve Rızası (1997): Esad Hocaefendi’nin 1997 yılında Akra FM’de yaptığı cuma sohbetlerini ihtiva etmek- tedir.56
17. Mi’rac Gecesi (1997): Esad Hocaefendi’nin Mi’rac ge- cesi hakkında muhtelif zamanlarda yaptığı konuşmalardan 52 Mahmud Esad Coşan, İslâm’da Eğitimin İncelikleri, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1997), ss. 416.
53 Mahmud Esad Coşan, Tasavvuf Yolu Nedir?, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1997), ss. 416.
54 Mahmud Esad Coşan, İmanın ve İslâm’ın Korunması-1, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1997), ss. 416.
55 Mahmud Esad Coşan, İmanın ve İslâm’ın Korunması-2, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1998), ss. 416.
56 Mahmud Esad Coşan, Allah’ın Gazabı ve Rızası, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1997), ss. 400.
oluşmaktadır.57 Eserin tashihli ve ilaveli yeni baskısı 2017 yılında internet ortamında okuyucuların istifadesine sunulmuştur.
18. Doğru İnanç ve Güzel Kulluk (1998): Esad Hocaefendi’nin 1997 yılında Akra FM’de yaptığı cuma sohbetlerini ihtiva etmek- tedir.58
19. Ramazan ve Güzel Ameller (1998): Esad Hocaefendi’nin 1997 yılında Akra FM’de yaptığı cuma sohbetlerini ihtiva etmek- tedir.59
Bu kitapların haricinde Haydi Hizmete isimli eseri de Metin Erkaya yayına hazırlamıştır. Fakat bu eser sohbetlerin yazıya geçirilmesi değil dergi yazılarının derlenmesiyle oluşmuştur. Esad Hocaefendi’nin dergilerde yazdığı başyazılar muhtelif zamanlarda kitaplaştırılmıştır. Ne var ki eserin ilk baskısını hazırlayanlar bu yazıların hangi dergilerden alındığını ve ta- rihini belirtmemiştir. Yine indeks de hazırlanmamıştır. Metin Erkaya ise “Niye böyle baştan savma yapıyorlar?” diye üzülmüş ve Seha’ya bu eserin hazırlanmasını kendisinin yapabileceğini belirtmiştir. Böylece bu eseri hazırlama işi de kendisine ve- rilmiştir. Kitabı hazırlamaya başlayan Metin Erkaya, hemen yazıları gruplara ayırır, her yazının altına tarihi ve nerede ya- yınlandığını not eder ve sonuna indeks ekleyerek orijinal bir çalışma haline getirir.
Metin Erkaya, gördüğü bir rüya üzerine daha sonraki ki- tapları büyük boy olarak hazırlamaya başlar. Rüyasında Esad Hocaefendi kütüphaneye gelip büyük boy kitapları gösterir ve “Bu boyda olsa olmaz mı?” der. Bu rüya üzerine büyük boy (16 x 23,5 cm.) olarak hazırlamaya başlar. Onun çalışmalarında temel motivasyon kaynağı ise Esad Hocaefendi’nin şu sözleridir:
57 Mahmud Esad Coşan, Mi’rac Gecesi, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1998), ss. 382.
58 Mahmud Esad Coşan, Doğru İnanç ve Güzel Kulluk, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1998), ss. 416.
59 Mahmud Esad Coşan, Ramazan ve Güzel Ameller, haz. Metin Erkaya (İstanbul: Seha Neşriyat, 1998), ss. 416.
Dinî eğitimimiz biraz mektepte, biraz camide, biraz evde yapı- lıyor; ama tahsil çağı dışında olan veya bazı sebeplerle camiye gelemeyen ve evinde de kendisine dinini öğretecek kimsesi bu- lunmayanlar ne yapacak? İşte bu gibiler için radyo mükemmel bir araç... Bu emsalsiz fırsat kaçırılmamalı, çok iyi, çok verimli değerlendirilmeli!
Radyo konuşmaları teybe alınabilir, böylece zaman zaman, gereken yerlerde, gereken kişilere tekrar tekrar dinlettirilebilir. Ama daha iyi istifade edilmeleri için basılmaları, kitap haline getirilmeleri münasiptir. Tabii hem bant hem kitap halinde olursa aliyyü’l-a’lâ olacaktır.
Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinin daha kalıcı hale gelip daha çok kişinin istifadesine sunulması gayesiyle kitaplaştırıl- ması Metin Erkaya’nın vefatına kadar devam etmiştir. Ne var ki 1998 ile 2023 yılları arasında hazırladığı eserler basılmamıştır. Henüz Esad Hocaefendi’nin sağlığında aksamaya başlayan kitaplarla ilgili olarak Esad Hocaefendi “Niye basmıyorsunuz kitapları? Paranız yoksa temin edelim.” demesine rağmen yayınevi bilinmeyen bir sebepten ötürü kitapların yayınlan- masını durdurmuştur. Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından da durum değişmemiştir. Buna rağmen Metin Erkaya kitap çalışmalarına hız kesmeden devam etmiş, yakın çevresinin istifadesine sunmuştur. Onun hazırlayıp yalnızca okuyuculara online olarak sunduğu eserler şöyledir:
1. Tefsir Sohbetleri 1-4 (2003): Esad Hocaefendi’nin Akra’da 29 Eylül 1998’de başlayıp 30 Ocak 2001 tarihine kadar devam eden tefsir sohbetlerini ihtiva etmektedir. Sohbetlerde Bakara sûresinin 223. âyetine kadar tefsir yapılmıştır. 550 sayfalık dört ciltten oluşmaktadır.60
2. Hazineden Pırıltılar 1-9 (2003): Esad Hocaefendi’nin Akra FM’de yaptığı cuma sohbetleridir. Eserde, 31 Mart 1993 ta- rihinden, 2 Şubat 2001’e kadar 313 adet sohbet bulunmakta- 60 Mahmud Esad Coşan, Tefsir Sohbetleri, haz. Metin Erkaya, 2003, ss. 550.
dır. Sohbetler tarih sırasına göre düzenlenmiş, bizzat Esad Hocaefendi’nin isimlendirmesiyle Hazineden Pırıltılar adı al- tında, 550’şer sayfalık büyük boy 9 cilt kitap halinde internet ortamında yayınlanmıştır.61
3. Tabakàtü’s-Sùfiyye Sohbetleri 1-4 (2016): Esad Hocaefendi’nin 1991 ile 1997 yılları arasında İstanbul’da Tabakàtü’s-Sùfiyye’nin 174. Sayfasına kadar yaptığı tasavvuf sohbetlerini ihtiva etmek- tedir. 550 sayfalık dört ciltten oluşmaktadır.62
4. Regàib Gecesi (2017): Esad Hocaefendi’nin 11 Nisan 1984 ile 28 Eylül 2000 tarihleri arasında, Regàib Gecesi vesilesiyle yapmış olduğu on beş konuşmadan oluşmaktadır.63
5. Berat Gecesi (2017): Esad Hocaefendi’nin 27 Mayıs 1983 ile 10 Kasım 2000 tarihleri arasında, Berat Gecesi vesilesiyle yapmış olduğu on dört konuşmadan oluşmaktadır.64
6. Kadir Gecesi (2021): Esad Hocaefendi’nin 7 Temmuz 1983 ile 22 Aralık 2000 tarihleri arasında, Kadir Gecesi vesilesi ile yapmış olduğu on dört konuşmadan oluşmaktadır.65
7. Mevlid Kandili (2021): Esad Hocaefendi’nin 2 Şubat 1993 ile 16 Haziran 2000 tarihleri arasında yaptığı Mevlid Kandili’ne dair on sekiz konuşmayı ihtiva etmektedir.66
8. Avustralya Sohbetleri 1-6 (1995) Esad Hocaefendi’nin Avust- ralya’da, muhtelif programlarda yapmış olduğu konuşmaları ihtiva etmektedir. Daha önce Avustralya Sohbetleri adı altında altı cilt olarak yayınlanan bu eser yeniden gözden geçirilerek tekrar okuyucunun istifadesine sunulmuştur.
67
9. Hadis Dersleri 1-22 (2008-2022): Esad Hocaefendi’nin İsken- derpaşa Camii’nde 1980 ile 1997 yılları arasında yaptığı Râmû- 61 Mahmud Esad Coşan, Hazineden Pırıltılar, haz. Metin Erkaya, 2003, ss. 550.
62 Mahmud Esad Coşan, Tabakatü’s-Sûfiyye, haz. Metin Erkaya, 2016, ss. 550.
63 Mahmud Esad Coşan, Regaib Gecesi, haz. Metin Erkaya, 2017, ss. 420.
64 Mahmud Esad Coşan, Berat Gecesi, haz. Metin Erkaya, 2017, ss. 439.
65 Mahmud Esad Coşan, Kadir Gecesi, haz. Metin Erkaya, 2021, ss. 325.
66 Mahmud Esad Coşan, Mevlid Kandili, haz. Metin Erkaya, 2016, ss. 518.
67 Mahmud Esad Coşan, Avustralya Sohbetleri, haz. Metin Erkaya, 1995, ss. 641.
zü’l-ehâdîs derslerini ihtiva etmektedir. Eserde Hocaefendi’nin konulara yaklaşımı, açıklamaları, değerlendirmeleri ve tavsi- yeleri okuyucunun istifadesine sunulmuştur.68
10. Muhtelif Yazılar (2021): Esad Hocaefendi’nin 1983 yılın- dan önce muhtelif dergilerde yayınlanmış yazılarıyla çeşit- li kitapların başına yazdığı takriz yazıları ve röportajlardan oluşmaktadır.69
Kitap çalışmalarının yanında diğer yayın organlarında yayın- lanması için sohbetlerin yazılı hale getirilmesi de söz konusu olmuştur. Sağduyu gazetesi ilk çıktığı zaman Metin Erkaya Cuma Sohbetleri’ni yayınlamayı Zafer Şanlı’ya teklif etmiş fa- kat olumlu cevap alamamıştır. Bir müddet sonra ikinci mü- racaatı ise Recep Koçak’a yapmış, o da uygun görmemiştir. Nihayetinde Ahmed Selvi’nin göreve gelmesinden sonra Esad Hocaefendi’nin damadı Ali Uyarel’e durumu anlatmış, onun yardımcı olması neticesinde talebi Muharrem Nureddin Coşan’a intikal etmiştir. Onun izniyle sohbetler 26 Eylül 1998 tarihinden itibaren yayınlanmaya başlamıştır. Metin Erkaya, 1975 yılında ders tarifini yayınlamasıyla baş- ladığı yayın faaliyetlerini vefatına kadar devam ettirir. O, ça- lışmalarını başlangıçta basılı sonrasında ise online kanallardan insanların istifadesine sunmayı gaye edinmiştir. Bu yolda önüne pek çok engel çıkmış, fakat o yılmayarak faaliyetlerini büyük oranda tamamlamıştır. Bu çalışmaları esnasında onu en çok motive eden ise gördüğü rüyalar olmuştur.
Metin Erkaya, 5 Ocak 2003 tarihinde cumartesi günü sabah namazından sonra bir rüya görür. Rüyasında Özbekistan’da bir parktadır. Orada Esad Hocaefendi ile karşılaşır. Hemen elini öper. Hocaefendi de cebinden kocaman bir şişe koku çıkarır ve ona hediye eder. Daha sonra “Metin! Biz senin çalışmalarından çok memnunuz.” der. 68 Mahmud Esad Coşan, Hadis Dersleri, haz. Metin Erkaya, 2008, ss. 633.
69 Mahmud Esad Coşan, Muhtelif Yazılar, haz. Metin Erkaya, 2021, ss. 518.
Bu ve benzer rüyalar Metin Erkaya’nın en büyük tesellisidir. Rüyaların da etkisiyle o ilk günkü heyecanıyla çalışmalarına devam eder. Vefat edinceye kadar da durmaksızın kitap neşriyle ilgilenir. Bir taraftan sohbetlerin kitaplaştırılması diğer taraftan da çevresindeki herkese bu kitapların ulaştırılmasıyla meşgul olur. Yeni tanıştığı herkese Hocaefendi’den ve onun kitapla- rından söz eder. Ancak telif hakları sebebiyle bastıramadığı kitaplarını internet ortamında eşe dosta tavsiye etmekle yetinir. En büyük hayali Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin tüm sohbetlerini kitaplaştırmak ve nihayetinde tarih sırasına göre düzenleyip büyük bir ansiklopedi oluşturmaktı. Temen- nimiz onun bu arzusunun bir gün hayat bulması olacaktır.
4.3. Kitapların Hazırlanmasında Takip Edilen Yöntem
Metin Erkaya, kitapların hazırlanmasına, yazıya geçirilerek konuşma ve sohbet kasetlerinin teminiyle başlar. Bu, elbette ki zahmetli bir süreçtir. Türkiye’nin dört bir yanında bulunma ihtimali olan kasetlerin öncelikle temin edilmesi gerekmekte- dir. Metin Erkaya, öğrencilik yıllarından itibaren bu konuya da eğilmiştir. Öncelikle o bizzat Hocaefendilerin sohbetlerine katıl- mış, mümkün mertebe her bir konuşmayı kasete kaydetmiştir. Onun katılamadığı programlardaki konuşmaları bir başkasının kaydetmesini sağlamış, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise sohbetleri kayıt altına alan diğer tanıdıklarından ve vakıf görevlilerinden temin etme yoluna gitmiştir. Özellikle hac ve umre konuşmalarını, o dönem gidecek tanıdıklarına rica ederek elde etmiştir. Radyo konuşmalarını doğrudan yayından, yayının olmadığı zamanlarda çanak anten vasıtasıyla veya doğrudan Akra FM’den almıştır. Öğrencilik yıllarında sohbetleri kayıt altına alıp çoğaltma- yı kendisine bir vazife edinen Metin Erkaya, Hocaefendilerin vefatlarının ardından da muhtelif kimselerden kasetleri talep ederek kopyalamıştır. Kasetlerin çevrilmesi esnasında oluşan boşlukları dahi farklı kasetlerle telafi etme yoluna gitmesi, soh-
betlerin bütünlüğünü sağlamak açısından önemli bir husustur. Esad Hocaefendi’nin yurt dışına çıkması sonrasında ise yine sohbetler kayıt altına alınmışsa ilgili şahıslardan bunları temin etme yoluna gitmiştir.
Kasetlerin temininin ardından yazıya geçirilecek sohbet- lerin planlanması aşamasına geçilmektedir. Metin Erkaya bu konuya hâkim olan yegâne kimsedir. Hocaefendilerin ne za- mandan itibaren ne kadar sohbet yaptığını çok iyi bildiği için kendince yaptığı programlama ile bunların kitaplaştırılmasına başlamıştır.
Kitaplaştırılacak sohbet kayıtları temin edildikten sonra bun- ların yazılı metin haline getirilmesi aşamasına geçilmektedir. Metin Erkaya kasetlerin yazıya geçirilmesine ayrı bir önem vermiş, bunun daha sağlıklı ve hızlı yapılabilmesi için “MEC Çözüm” adını verdiği bir bilgisayar uygulaması hazırlatmış ve bununla entegre bir elektronik tesisat kurdurmuştur. Başlangıçta kendi başına yaptığı bu çalışma daha sonradan kendi evlatları ve yakın çevresinin de iştirak etmesiyle bir ekip çalışması haline gelmiştir.
Konuşmaların yazıya geçirilmesi neticesinde öncelikle ham bir metin ortaya çıkmaktadır. Elbette ki bu metnin doğrudan kitapta kullanılması mümkün olmayacaktır. Bunun için yazının üzerinde ayrı bir işçilik gerekmektedir. Noktalama işaretlerinin yerleştirilmesi, metnin konu bütünlüğünü sağlayacak şekilde paragraflara ayrılması, yarım cümlelerin tamamlanması, tekrar- lardan arındırılması ve anlam bütünlüğü korunarak konuşma dilinin yazı diline yaklaştırılması gibi işlemlerle metnin okuyu- cu tarafından ses kaydındaki tonlama ve vurgular olmaksızın anlaşılabilir hale getirilmesi önem arz etmektedir. Bunun için sohbetleri metin haline getiren kişinin iyi bir dil bilgisinin ya- nında Hocaefendi’nin anlattığı konuya ve dinî-tasavvufi kül- türe vâkıf olması gerekmektedir. Ayrıca konuşmalarda sıklıkla Arapça ifadelerin de geçmesi sebebiyle temel düzeyde de olsa Arapça bilgisinin olması, Farsça ifadeler için ise temel düzeyde
Fars dilinden haberdar olunması zaruridir. Bu donanıma sahip olmayan birisinin yazdığı metni düzeltmek yeniden yazmaktan daha güç bir hale gelmektedir.
Metin büyük oranda oluştuktan sonra burada geçen âyet ve hadislerin kaynaklarının tespit edilmesi ve Arapça metin- lerinin yazılması aşamasına geçilmektedir. Metin Erkaya son yıllardaki çalışmalarında hadislerin kaynaklarının bulunması (tahric) çalışmasına ağırlık vermiştir. Bunun yapılabilmesi için hadis ilimleri konusunda da bilgi sahibi olunması gerekmekte- dir. Ayrıca kaynak bulunması ve açıklama yapılması gereken yerlerde dipnotlarla bilgi verilmesi de okuyucu için faydalı olmaktadır. Bundan dolayı Metin Erkaya, bazen Hocaefendi- lerin okudukları şiirleri bulup dipnotta vermek, bazen ismi geçen bir şahıs hakkında daha detaylı bilgi vermek gayesiyle metinleri zengin dipnotlarla yayınlama eğiliminde olmuştur. Bu yönüyle her ne kadar Hocaefendiler bu eserleri kendileri hazırlamasa da onlar hazırlamış gibi delilli ve ispatlı olarak konunun ele alınmış olması okuyucunun metne olan güvenini arttırmaktadır. Metnin yazılması tamamlandıktan sonra ses ile karşılaştı- rılması ve gözden kaçan hataları tespit etmek gayesiyle birkaç defa okunup tashih edilmesi aşamasına geçilmektedir. Tashih edilen metin daha sonra konu başlıklarının ve ara başlıkların tespit edilmesi için tekrar tekrar okunur. Daha sonra konuyla ilgili fotoğraflar temin edilerek konunun daha kolay anlaşılması sağlanır. Her bir sohbetin tarihi de yazının sonuna eklenerek sohbetin aslına ulaşılması mümkün hale getirilir. Daha sonra önsöz ve arka kapak yazıları hazırlanır. Kitap tamamlandıktan sonra indeks için anahtar kelimeler tespit edilerek basıldıktan sonra konulara erişim daha kolay hale getirilir.
Metin Erkaya, kitap yayına hazır hale geldiğinde Esad Hoca- efendi’nin sağlığında kendisine arz eder ve umumiyetle ondan esere isim koymasını ister. Metin Erkaya’nın Esad Hocafendi’ye kitaplarla ilgili yazdığı bir mektup şöyledir:
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Muhterem Efendim,
1. Akra’da yayınlanan cuma sohbetlerinizden bir bölümünü (Mayıs-Ağustos 1997) “Cuma Sohbetleri-1, Allah’ın Gazabı ve Rı- zası” adı altında yayınlamıştık. Şimdi Eylül-Aralık 1997 arasını bir cilt; Ocak-Mayıs 1998 arasını ikinci bir cilt olarak yayına hazırlamış bulunuyorum. Kitaplardaki konu başlıkları ve dü- şündüğüm isimler ektedir.
2. Avrupada çeşitli ülkelerde 1997 yılında yapmış olduğunuz konuşmalardan bir bölümünü, “Avrupa Sohbetleri-1, İmanın ve İslâm’ın Korunması” adı altında yayınlamıştık. Şimdi daha sonra özellikle İngiltere’de (1995 + 1997) yapılan konuşmalardan yeni bir cilt hazırlamış bulunuyorum. Kitaptaki konu başlıkları ve düşündüğüm isimler ektedir.
3. Hristiyanlıkla ilgili zât-ı âlinizin konuşma ve yazılarınızı bir araya getirerek bir kitap hazırlamak faydalı olur mu, uygun görür müsünüz?
...
Bu konuda nasıl bir yol izlememizi tavsiye edersiniz? Emir ve görüşlerinizi bekler, sevgi ve hürmetlerimi arz ederim. 06. 07. 1998 / Mekke
Dr. Metin ERKAYA
Esad Hocaefendi’nin son isim verdiği eser cuma sohbet- lerinden oluşan Hazineden Pırıltılar kitabıdır. Bu kitabın içeri- sindeki konular farklı farklı olduğu için böyle bir ismin daha uygun olacağını düşünür. Metin Erkaya, “Esad Hocaefendi bu ismi vererek, hadis-i şerîflerin hazine, kendi sözlerininse bu hazinenin sadece pırıltısı olduğunu ima etmektedir. Ne kadar mütevazı!” sözleriyle bu isimlendirmedeki inciliği açıklar. Eser bu isimle tamamlanır.
Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin sohbetlerini yalnızca kitap olarak yayınlamamış, Son Uyarı gazetesi ve bu gazetenin internet sitesi vasıtasıyla peyderpey olarak da yayınlamıştır. Özellikle
Akra FM’de haftalık olarak yapılan Cuma Sohbetleri aynı gün çözülerek internet sitesinde yayınlanmıştır. Bu yayınlar daha son- radan bir araya getirilerek kitaplaştırılmıştır. Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından da bu sohbetler yazıya geçirilerek sosyal med- ya organlarıyla yayınlanmaya devam edilmiştir.
4.4. Yayın Faaliyetlerinde Karşılaşılan Problemler
Metin Erkaya yayın faaliyetleri esnasında birtakım sıkıntılı durumlarla karşılaşmıştır. Bu sıkıntılar ilk telif çalışmaları ile başlamaktadır. Bunların öne çıkanlarını birkaç başlık altında toplamak mümkündür.
4.4.1. Adının Anılmak İstenmemesi
Metin Erkaya’nın kitap yayınlama sürecinde karşılaştığı problemlerin başında onun adının zikredilmek istenmemesi gelmektedir. Bunun ilk örneği 1983 yılından itibaren Mehmed Zâhid Efendi’nin İslâm ve Kadın ve Aile dergilerinde yayınla- nan sohbetlerinde görülmektedir. Dergi yöneticileri yazıları hazırlayanların isimlerini zikretmekten geri durmuşlardır. Özel Sohbetler kitabının ilk baskısında da hazırlayanların isimleri zikredilmemiştir.
Metin Erkaya’nın isminden ve şahsından rahatsız olanlar her zaman bulunmaktadır. Metin Erkaya bir gün kitap telifleri ile ilgili görüşmek üzere Ahmed Selvi’yi arayıp “Siz yazarlara telif ödüyor musunuz?” dediğinde o “Ödüyoruz.” der. “Bana niye ödemiyorsunuz?” dediğinde ise durumun vahametini ortaya koyan şu cümleleri sarf eder: “Sen ne diyorsun ağabey, yönetim kurulunda bazıları ‘Niye bu sohbetler Metin Erkaya’ya hazırlatılıyor; başka hazırlayacak adam mı bulamadınız?” di- yerek sizin hazırlamanıza karşı çıkıyorlar. Hatta geçtiğimiz günlerde gazetenin yönetim kurulu Cuma Sohbetleri’nin sonuna ‘Hazırlayan: Metin Erkaya’ diye yazılmaması için karar aldı, fakat Nureddin Bey onaylamadı.” der.
Bir eserin yayınlanmasında yazardan başka pek çok kişinin
emeği bulunmaktadır. Dolayısıyla herkes emeğinin karşılığını almalı ve eserin jenerik sayfasında da bu belirtilmelidir. Zira burada isimlerin zikredilmesi yalnızca yazarın onore edilmesi anlamına gelmemektedir. Eser her ne kadar Mehmed Zâhid Efendi veya Esad Hocaefendi adına yayınlanıyor olsa da ki- tapta herhangi bir hata yapılması durumunda hatanın sahi- bi eseri hazırlayandır. Hazırlayanın isminin zikredilmemesi durumunda kitaptaki hataların Hocaefendilere mal edilmesi gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Bunun önüne geçmek ise ki- tapların, sohbetlerden hazırlandığının vurgulanması olacaktır. Ne var ki bu durum görmezden gelinerek onun ismi anılmak istenmemektedir.
4.4.2. Yayınların Geciktirilmesi
Metin Erkaya’nın hazırladığı eserlerin yayını birtakım ne- denlerle gecikmekte/geciktirilmektedir. Bilinçli olarak geciktiril- diğini iddia etmek şu aşamada önem arz etmese de bir şekilde kitapların yayınlanmasının gecikmiş olması bir vakıadır. Bu gecikmeler kimi zaman kitapların içeriğine yapılan müdaha- leler sebebiyle gerçekleşmektedir. Söz gelimi Metin Erkaya,
Yeni Dönemde Yeni Görevler kitabını, sayfa düzenlemesi, tashih, indeksleme vs. işlemleri tamamlayıp yayına hazır bir şekilde 1993 Şubat ayı içinde Seha Neşriyat’a gönderir. Kitabın hemen basılmasını arzu etmektedir. Aradan beş ay geçmesine rağmen kitap yayınlanmaz. Sonradan öğrendiklerine göre Seha’da ça- lışan elemanlardan birisi disket üzerinde çalışma yapmakta- dır. O, yazı karakterlerine olduğu gibi konu başlıklarına da müdahale etmektedir. Ne var ki müdahalelerle birlikte kitap kullanılamayacak bir hale gelir. Bir müddet sonra tekrar Metin Erkaya’dan aydınger çıktısı alarak göndermesini talep ederler. Bunun üzerine o, bir yazıcı bulup tekrar çıktı alır ve gönderir. Yeni gelen kitap üzerinde de bazı müdahaleler yapılır. Nihayet kitap sekiz ayın ardından Ekim 1993’te basılır.
Gecikmeler bazen de yayınevindeki amatör çalışanlardan
kaynaklanmaktadır. Özel Sohbetler kitabının yayınlanmasında bu durum açık bir şekilde görülmektedir. Metin Erkaya ikinci baskı için Arapça metinler dâhil dizgiyi yapar, sonuna indeksini de ekleyerek yayınevine gönderir. Ne var ki yayınevi yazı karak- terini değiştirerek dizginin ve Arapça metinlerin bozulmasına dolayısıyla tüm emeklerin boşa gitmesine neden olur.
1993 yılında Hadîs-i Şeriflerle Peygamber Efendimiz SAS Haz- retleri’nin Şemâil, Ahlâk ve Îtiyatları kitabını hazırlayan Metin Erkaya, kitabın basımının Mehmed Zâhid Efendi’nin vefat tarihi olan 13 Kasım’a yetişmesini istemektedir. Seha Neşriyat’tan Mehmed Sarı ile görüşür. Fakat gerekli ilgiyi göremez. 3 Ka sım’ da Esad Hocaefendi Ankara’nın sorunlarıyla ilgili bir toplantı yapmak üzere Ankara’ya gelir. Toplantının bitiminde hazırladı- ğı kitabı Esad Hocaefendi’ye takdim edip ismini danışan Metin Erkaya, basımının 13 Kasım’a yetişebileceğini fakat Seha’daki yetkililerin ilgi göstermediğini ve telif vermek istemediklerini söyler. Bunun üzerine Esad Hocaefendi çok üzülür.
Bazen özensiz saklama koşulları da kitabın yayınlanmasını geciktirmektedir. Kitap basılıncaya kadar kaybedilen ve üzerine çay döküldüğü için bozulan sayfalar yeniden istenmektedir. Dönemin şartları altında kolaylıkla ulaşılamayan yazıcılar va- sıtasıyla yeniden çıktı alınıp Yayınevine gönderilmesi de süreci etkilemektedir.
Aslında kitapların yayınlanması hemen her zaman gecik- tirilmiştir. Haccın Faziletleri ve İncelikleri isimli kitap 1994 yılı Ramazan ayı içinde teslim edilmesine rağmen hac mevsimine yetiştirilememiştir. Benzer bir şekilde 1996 yılında Ramazan ve Takvâ Eğitimi Ramazan’a yetiştirilebilecek bir zamanda teslim edildiği halde Ramazan’dan sonra basılmıştır. Ocak 1998’de ta- mamlayıp Seha’ya teslim edilen Mi’rac Gecesi isimli kitap aylarca bekletilmiştir. Kasım 1998’de teslim edilen Ramazan ve Güzel Ameller kitabı ise ancak Mart 1999’da basılabilmiştir.
Kitap basımı geciktirildiği için gönderilen aydınger çıktıla- rında kaybolmalar veya tahribatlar olmuştur. Arka kapak yazısı
hemen her zaman yeniden istenmiştir. Mirac Gecesi kitabının içindekiler kısmı kaybedilmiş, yeniden gönderilmiş, yayınlan- dığında indeksinin de kaybolduğu anlaşılmıştır. 4.4.3. Çalışmaların Yayınlanmak İstenmemesi
Üçüncü problem ise eserlerin hiç yayınlanmak istenmeme- sidir. Metin Erkaya Seha çalışanlarının kitap yayınlamak konu- sunda neden geri kaldıklarını şöylece açıklamaktadır:
Eskiden beri Seha’daki arkadaşlar yeni bir kitaba karşı soğuk ba- kagelmişlerdir. Hemen her zaman “Nereden çıktı bu kitap? Yine mi kitap?..” der gibi bir tavır içinde oldular. Bunun en önemli sebebi Seha’nın bir kamu kuruluşu, çalışanların da memur zihniyeti taşımalarıdır. O nedenle kendilerine iş çıkmasından hoşlanmıyorlardı.
Kitapların yayınlanmaması, özü itibariyle Esad Hocaefendi’ye yönelik bir tavır olarak da okunabilir. Nitekim yalnızca yayı- nevindeki ihmaller değil, bir bütün olarak onun sohbetlerinin yaygınlaştırılmasını birtakım çekincelerle kısıtlamak şeklinde de tezahür etmiştir. Bu durum cuma sohbetlerinin Sağduyu gaze- tesinde yayınlanmasında açıkça görülmektedir. Gazetedeki bazı kimseler bu sohbetlerin yayınlanmasından rahatsız olmaktadır. Metin Erkaya’nın Regaib ve Mirac geceleri için gönderdiği soh- bet çözümleri yayınlanmamıştır. Bunun yanında bazı yazılar için Esad Hocaefendi’nin fotoğrafları eklenmiş ne var ki bunlar da yayınlanmamıştır. Sayfayı düzenleyen görevli “Sarıklı resimlere müsaade edilmiyor.” açıklaması yapmış, bunun üzerine sarıksız fotoğraflar gönderilmiş ama durum değişmemiştir. Buradan anlaşıldığı kadarıyla alınan bazı tedbirlerle sohbet yayınlarının da kısıtlanması söz konusu olmuştur.
4.4.4. Kitapların Tanıtımının Yapılmaması
Metin Erkaya, kitapların basıldığı dönemde yeteri kadar rek- lam ve tanıtımının yapılmamasından da şikâyetçidir. Ona göre Sağduyu gazetesinin kültür-sanat sayfasında her gün bir sürü
önemsiz yayın tanıtılmakta fakat Hocaefendilere ait eserlerin tanıtımı yeterince yapılmamaktadır. Yapılan tanıtımlar da önsöz- den birkaç cümle alınarak baştan savma yapılmaktadır. Benzer bir şekilde Metin Erkaya, tanıtımların radyoda da hiç yapılma- masından yakınmakta ve “Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A Hazretleri kitabı çıktığı zaman (1996), Kanal-7 Televizyonundan muayenehaneme kadar geldiler, röportaj yaptılar ve yayınladılar. Ama Hocaefendilerimizin konuşmalarından 25’ten fazla eser ha- zırladığım halde herhangi biriyle ilgili olarak Akra’dan bir saniye bile vakit ayırmadılar.” diyerek bunu ifade etmektedir.
4.4.5. Kitapların İçeriğine Müdahale
Metin Erkaya’nın hazırladığı kitaplar yalnızca konuşmala- rın yazıya geçirilmesinden ibaret değildir. Konu başlıklarının belirlenmesi, konularına veya tarihe göre tasnifi, metnin dil kurallarına göre inşası gibi işlemlerden geçmektedir. Dolayı- sıyla her bir kitap yoğun uğraşlar neticesinde özgün bir esere dönüşmektedir. Esere emek verip hazırlayan kimsenin rızası olmadan üzerinde tasarruf yapmak ise telif hakları açısından mahzurludur. Ne var ki Metin Erkaya’nın eserlerine bu mü- dahaleler başlangıçtan itibaren çok sık yapılmıştır. Nitekim Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbetlerinden hazırladığı ilk kitabın ismi içeriğine uygun olarak Cuma ve Kandil Konuşmaları konul- muşken Metin Erkaya’nın rızası olmadan Özel Sohbetler olarak değiştirilir. Üstelik sohbetler camide umuma açık bir ortamda yapılmış olup özel bir gruba mahsus değildir. Bu durum Metin Erkaya’yı rahatsız etse de müdahalelere engel olamamıştır.
Yeni Dönemde Yeni Görevler kitabı da benzer bir akıbete uğra- mıştır. Kitap yayına hazır bir şekilde Seha Neşriyat’a gönderil- miş, sekiz aylık bir müdahale sürecinin ardından bazı değişik- liklerle yayınlanmıştır. Kitabın ismi Dünyada Değişen Dengeler ve Türkiye iken Yeni Dönemde Yeni Görevler olarak değiştirilmiş, konu başlıklarında da bazı oynamalar yapılmıştır.
4.4.6. Telif Haklarından Mahrum Edilmek İstenmesi
Metin Erkaya kitap çalışmalarına bir sevda uğruna hobi olarak başlamıştır. Fakat zamanla kendi mesleği ikinci planda kalmış, Esad Hocaefendi’nin de teşvik ve yönlendirmesiyle tüm mesaisini kitap çalışmalarına ayırması gerekmiştir. O, bu çalışmalarda ne telif talep etmiş ne de bir çıkar gözetmiştir. Bununla birlikte süreç içerisinde harcadığı emeğin de bir karşılı- ğının olması, en azından aynı yayınevindeki diğer yazarlar gibi onun da telif ücreti alması söz konusu olmuştur. Üstelik kitap çalışmalarının kendi içerisinde bazı masrafları bulunmaktadır. Bunları karşılanması da ayrı bir külfet getirmektedir. Yapılan işin devamlılığı açısından telif ücreti alması bir zorunluluk haline gelmiştir. Ne var ki Metin Erkaya’nın telif ücreti alması bazı idarecileri rahatsız etmiştir. Metin Erkaya’nın yazıları 1983 yılından itibaren dergilerde yayınlanmaya başlar. Bu yazılardan Mehmed Zâhid Efendi’nin İslâm ve Kadın ve Aile dergilerinde yayınlanan sohbetleri için kendisine hiçbir telif ücreti ödenmez. Bu sohbetler daha sonra Özel Sohbetler olarak yayınlandığında da tüm gelirler Vefa Yayıncılık’a kalır ve hazırlayanların hakkı gözetilmez. Yeni Dönemde Yeni Görevler kitabının yayınlanmasında da benzer bir durum söz konusu olur. İlk baskı beş bin adet basılır. Me- tin Erkaya, o günlerde Seha Neşriyat’ın genel müdürü olan Hüseyin Emin Öztürk’e “Telif verecek misiniz?” dediğinde ondan “Hocamızın kitabı, sana niye telif vereceğiz?” karşı- lığını alır. Metin Erkaya, 3 Kasım 1993 tarihinde Ankara’daki toplantı- da Esad Hocaefendi’ye kendisine telif vermek istemediklerini söyler. Bunun üzerine Esad Hocaefendi, orada bulunan yet- kililerden Mehmet Sağlam, Ahmet Coşkun Dündar ve Kemal Ataman’a dönerek “Bu kardeşimize niye telif vermiyorsunuz? Bu kitaplar kolay mı hazırlanıyor sanıyorsunuz? Siz maaş al- mıyor musunuz, bir ay maaş almayın bakalım! Bu kardeşimiz fedakârlık ediyor, bu hizmeti görüyor. Dr. Faruk Beşer’e telif
veriliyor da bu kardeşimize niçin verilmiyor? Ben Özbekçe kitabını bile Seha’nın basmasını isterdim.” der.70 Esad Hocaefendi oradan ayrıldıktan sonra Ahmet Coşkun Dündar, Metin Erkaya’ya “Böyle şeyleri Hocaefendi’ye söy- lüyorsunuz, Hocaefendi’yi üzüyorsunuz; bir gün Hocaefendi kalpten gidecek!” diyerek çıkışır. Mehmet Sağlam ise “Daha önceden haberim olsaydı, ben hallederdim.” der. Bir müd- det sonra Metin Erkaya 13 Kasım dolayısıyla İstanbul’a gider. Kitabın aydınger çıktısını da yanına alır. Öğleden sonra Esad Hocaefendi’yi ziyarete gittiğinde ona eğilir ve “Ne oldu, gö- rüştün mü, hallettiler mi?” diye sorar. O da “Daha görüşmedik Efendim.” der. Daha sonra Seha’dan Mehmet Sarı ile görüşür, o da kendisine sitem eder ve “Mehmet Sağlam Bey ile görüşmeden bir şey diyemem.” der ve anlaşma olmaz. Bunun üzerine Metin Erkaya yanındaki kitap çıktısını teslim etmeden geri döner. Bir hafta sonra kendisini ararlar ve bir miktar telif ve dizgi ücreti vereceklerini bildirirler. Metin Erkaya’ya yapılan ödemeler genelde emsallerinin çok atında olmuştur. Dizgi ücretlerinin hesaplanmasında da dizginin kalitesi göz önünde bulundurulmamış, İstanbul’daki dizgi ücret tarifesinin asgarisi üzerinden fiyatlandırma yapılmış, ödemeler de iki ay içerisinde yapılması gerekirken dört-beş aya sarkmıştır. Telif ödemesini asgari düzeyde yapabilmek için ilk basım düşük ücretle gerçekleştirilmiştir. Böylece ilk basıma göre hesaplanan telif ücreti düşük hesaplanmış, aradan kısa bir müddet geçtikten sonra fiyat değiştirilmiştir. Ödemelerde de mümkün olduğunca zorluk çıkarılmıştır. Kitap yayınları ile ilgili sorunları Esad Hocaefendi’ye bir mektupla bildiren Metin Erkaya orada şöyle söylemektedir:
Seha ile ilgili problemler karşısında zaman zaman çok bunaldığı- mız oldu. Ama zât-ı âlînizin ve Rahmetullahi Aleyh Hocamız’ın 70 Metin Erkaya, Özbekçe kitabının masraflarını üstlenerek kendisi bastırmıştır. Esad Hocaefendi bu kitabın da Seha tarafından yayınlanmasını temenni etmektedir.
kitapları yalnız Seha’da basılabildiği için yapacak fazla bir şeyi- miz yoktu. İstanbul’da olsaydık, belki üst yönetimlerle daha iyi bir diyalog kurar, çaresine bakabilirdik. Ama taşralı olduğumuz için hepsine katlanmak durumunda kaldık. Seha’nın müdürleri değiştikçe üst yönetimler değiştikçe “Ha şimdi düzelir, ha biraz sonra düzelir...” diye ümid ederek bu günlere geldik.
... Çok emek gerektiren, yoğun ve zaman alıcı bir hizmeti, fedakârlıkla yürütmeye çalışıyoruz. Müsait olduğumuz kada- rıyla bu hizmeti fahrî olarak da yapıyoruz. Fakat maddî ola- rak ihtiyacım olduğu halde bir kapıcıya verilecek maaş kadar bir gelirin bile bize çok görülmesini üzüntü ile karşılıyorum. “Birileri bizi özellikle cemaat hizmetlerinin dışında mı tutmak istiyorlar?” diye düşünüyorum.
Moralimin çok bozulduğu, gayretlerimin kırıldığı günlerde müteaddit defalar rüyamda zât-ı âlînizi gördüm; hep teşvik ettiniz, hep iltifat ettiniz. Şimdi de bu kadar uzun yazmakla haddi aşmışsam, müsamahanıza sığınıyorum, affınızı diliyo- rum; himmetlerinizi bekliyorum. 71
Benzer problemler sonraki yıllar da devam etmiş, yöneticiler ve isimler değişse de yapılan muameleler maalesef değişmemiş- tir. Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından Metin Erkaya’nın faaliyetleri durdurulmak istenmiş, iş avukatların ihtar gönder- mesine kadar varmıştır.
4.4.7. Avukat Marifetiyle Yayınların Yasaklanması
Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından onun sohbetleri ve sohbetlerden üretilen yayınların telif hakkı vârislerine kalmış- tır. Bundan dolayı vârislerin izni olmaksızın Metin Erkaya’nın hazırladığı kitapların yayınlanması mümkün değildir. Her ne kadar sohbetleri kitaplaştırması dolayısıyla kendisinin de telif hakkı olsa da vârislerin rızası olmaksızın eserler yayınlanama- maktadır. Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin oğlu Muharrem 71 1 Mayıs 1999, Sincan-Ankara.
Nureddin Coşan ile birkaç defa görüşme teşebbüsünde bulun- sa da bu mümkün olmamıştır. Bunun üzerine Metin Erkaya, Muharrem Nureddin Coşan’a hitaben şöyle bir mektup kaleme almıştır:
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Muhterem Efendim,
Merhum Mehmed Zâhid Kotku Rh. A Hocamız’ın zamanından beri hocalarımızın sohbetlerinin çoğaltılması, yazıya geçirilmesi, kitap haline getirilmesi çalışmalarında hasbelkader bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Merhum M. Es’ad Coşan Hocamız zama- nında yayınlanan kitapları, siz de biliyorsunuz.
1990’lı yıllarda M. Es’ad Coşan Hocaefendimiz’in muhtelif ko- nuşmalarını, Son Mesaj adı altında, ara sıra fotokopi olarak yayınlıyorduk. Ocak 1995’ten itibaren düzenli olarak Son Mesaj
adı altında resmen yayınlamaya başladık. Her sayımızı M. Es’ad Coşan Hocaefendimiz’e arz ettik. Ni- san 1997’de ismini değiştirdiler, Son Uyarı yaptılar. Avrupa’da, Avustralya’da muhtelif topluluklara gazetemizden bahsettik- lerini ve tavsiye ettiklerini; bunun üzerine toplu olarak abone olduklarını biliyoruz. Hatta umûmî konuşmalarında gazetemiz- den bahsettikleri oldu. (Meselâ: 10 Temmuz 1998 Akra cuma sohbeti)
Kardeşim Prof. Dr. H. Hüseyin Erkaya elektronikçi olduğu için, internet sayfası açtı; gazetemizi ilk günden beri internete yerleştirdi. Hocamız’ın yurt dışına çıktığı 9 Mayıs 1997’den itibaren, cuma sohbetlerini her hafta yazıya geçirip, internete yerleştirmeye başladık. Yine bildiğiniz gibi 26 Eylül 1998’den itibaren bizim hazırladı- ğımız bu sohbetler, Sağduyu gazetesinde yayınlandı.
1999 yılından itibaren Hocamız’ın kitaplarını da internete yerleş- tirmeye başladık. Kendi hazırladığımız kitapları yerleştirdik.
Tevhid yılı olması dolayısıyla 2000 yılı ocak ayından itibaren tefsir sohbetlerini de her hafta yazıya geçirip, internet sayfamıza yerleştirmeye başladık.
Yine aynı günlerde, kardeşim Prof. Dr. H. Hüseyin Erkaya cuma sohbetlerini İngilizceye tercüme etmeye başladı. Hocamız’ın vefatına kadar bu çalışmasını sürdürdü.
Şimdiye kadarki çalışmalarımızda (benim Seha’dan aldığım te’lifler dışında) herhangi bir maddi menfaat söz konusu olmadı. İnternet çalışmalarımızın yalnız masrafı var. Gazete çalışmamız destekle yürüyor. Çok zaman parasız dağıtıyoruz.
Bu çalışmalarımızla Hocamızın sözlerini, tavsiyelerini, mesajını daha daha çok kimseye ulaştırmak istiyoruz. En güzel bilgileri, en doğru tavsiyeleri, Allah’ın âyetleriyle ilgili izahları, Pey- gamber SAS Efendimiz’in sözlerini ilgilenen herkese arz etmek istiyoruz. Başka bir gayemiz yok!..
Hocamız’ın vefatından sonra, yaptığımız çalışmaları zât-i âlinize arz etmek, emir ve tavsiyelerinizi almak niyetiyle, 21 Şubat 2001 günü sekreteriniz Necmi Sarıyer vasıtasıyla randevu taleb etmiştik. Görüşmenin konusunu sorunca; “Son Uyarı gazetesi, İnternet çalışmaları ve hazırladığımız kitaplar”la ilgili görüşmek istediğimizi söyledik. “Eğer devam etmemiz isteniyorsa, devam edelim; durdurmamız isteniyorsa, durduralım!” demiştik. Necmi bey, “Çok teşekkür ederim, çok memnun oldum. Yarınki programa buyursunlar, gelsinler!” dediğinizi nakletti.
Ertesi gün Fırat Kültür Merkezi’ndeki programa katıldık. Ko- nuşmanızı dinledik, kaydettik. Fotoğraflarınızı çektik. Son Uyarı’nın Mart sayısında yayınladık.
Hocamız’ın vefatından sonra başta Özbekistan olmak üzere pek çok yerden, zât-ı âlinize ait fotograflar istiyorlardı. Cemaat mensubu kardeşlerimiz sizi yakından tanımak, hiç olmazsa resminizi görmek istiyorlardı. Böylece o ihtiyacın giderilmesine de yardımcı olduk. İkibin yılı sonunda Son Uyarı internet sitemizdeki çalışmaları- mızı bir cd’ye topladık, Son Uyarı Arşivi cd’si diye isteyenlere gönderdik. Ticari bir amaç gütmedik, yalnız Hocamız’ın öğ- retilerinin yayılmasını arzu ettik. Yurt dışından birçok adrese parasız gönderdik. Toplam 200 (ikiyüz) civarında cd gönderdik.
Alan kimselere de ticari amaçla kullanılmamasını, hizmet için çoğaltılabileceğini söyledik. Kardeşim Hacı Ali Erkaya, gazetelerde ve dergilerde Hocamız’la ilgili yazılan yazıları topladı, konularına göre düzenledi. Menfi yazıları almadı. Araya konularla ilgili resimler de koydu. Nisan ayında iki bin adet basıldı. Zât-ı âliniz için, holding adresine göndermiştik. Elinize ulaştı mı bilmiyoruz. Kitap çok ilgi gördü. Kısa zamanda nerdeyse tamamı satıldı. İstanbul Seha’sına 100 tane göndermiştik, bir türlü para öde- mediler. Bugün sorduğumuzda; “Arif Arda Bey satışımıza mânî oldu. Bizden iki tane kitap aldı, Nureddin Bey’e göndermiş. Bekletiyoruz, gelecek cevaba göre hareket edeceğiz. Eğer ortaya koysak, bir günde hepsi satılır.” dediler.
Okuyan kimseler, çok beğendiklerini söylediler, teşekkür etti- ler. Hocamız’ı bir kez daha insanların gündemine ve gönlüne sunmak istedik. Son haftalarda kaset çözme çalışmalarını biraz hızlandırdık. Ben ve iki oğlum beraber yürütüyoruz. Çözünce hemen internete yerleştiriyoruz, cemaate duyuruyoruz. Şimdiye kadar toplam 192 cuma sohbeti çözdük. Bunun 54’ü üç kitap halinde yayınlandı. (Allah’ın Gazabı ve Rızası, Doğru İnanç ve Güzel Kulluk, Ramazan ve Güzel Ameller) Diğerlerini Hocamız’a arz ettiğimizde, “Hazineden Pırıltılar 1, 2, 3, ...” diye isim vermişlerdi. Ne zaman, nasıl basılmasını isterseniz, ona göre son şeklini veririz.
Şu günlerde Akra’da bizde olmayan eski cuma sohbetleri ya- yınlanıyor, onları kaydedip, çözmeye çalışıyoruz. Hocamız’ın tefsir sohbetlerinden şu ana kadar 72 sohbet çöz- dük. Daha 35 civarında çözülecek tefsir sohbeti var. İnşallah bu yaz tatilinde hepsini tamamlayıp, zât-ı âlinize arz etmek istiyoruz.Muhterem Efendim,
Biz bu çalışmalarla uğraşırken, bugün bize, Av. Hasan Akbay tarafından gönderilen bir ihtarname geldi. Avukat bey, Server
İletişim San. Tic. A. Ş’nin, Hocamız’ın eserleriyle ilgili yetkilerini sıraladıktan sonra, izinsiz yayın yaptığımızı öne sürerek;
1. İnternet sitemizi kapatmamızı,
2. Gazetemizde Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocamız’a ait ve zât-ı âlinize ait sohbetleri ve resimleri yayınlamamamızı istemek- tedir.
Biz de durumu zât-ı alinize arz etmek istedik:
1. Hocamız’a ait sohbetlerden, fotoğraflardan uygun gördükle- rinizi internet sitemizde yayınlamamıza izin verir misiniz?..
2. Hocamız’ın sohbetlerinden, uygun gördüklerinizi gazete- mizde yayınlamamıza müsaade eder misiniz?Ne yapmamızı emredersiniz?
Selâm ve hürmetlerimizle.
4 Haziran 2001
Dr. Metin ERKAYA
NOT: Av. Hasan Akbay’ın ihtarnamesinin son bölümü aşağı- dadır:
İHTARNAME................
2- Gerek gazeteniz ve gerekse şahsınız tarafından, belirtilen söz- leşme hükümlerine ve FSEK nunda yer alan yasal düzenlemelere aykırı olarak, herhangi bir izin alınmadan; gazete, internet sitesi ve web sayfasında yayınlar yapıldığı, Hocaefendi’nin cuma sohbetleri, tefsir sohbetleri, konferans ve vaazları ile fotoğrafla- rının yayımlandığı, Hocamız’ın Ardından isimli kitap bastırılarak piyasaya sürüldüğü, cd ler hazırlanarak dağıtımının yapıldığı, konuşma ve sohbetlerden bazı alıntıların gazetenizde sürekli olarak yayımlandığı, ayrıca, müvekkilim Muharrem Nureddin Coşan’a ait bazı konuşma ve fotoğrafların da yine aynı yayın- larda yer aldığı görülmektedir.3- Bu tür çalışmalar kanuna ve kişi haklarına aykırı olması ya- nında, temsil edilen felsefe, inanç ve dünya görüşüne de zarar
vermektedir. Bu tür faaliyetlere müvekkillerimin muvafakati yoktur.
Belirtilen nedenlerle; bundan böyle Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi ile ilgili olarak, merkezi İstanbul’da bulu- nan Server İletişim AŞ. nin bilgisi ve onayı dışında yukarıda belirtilen yayınlar kapsamında herhangi bir faaliyetin yapılma- masını, kitap dergi yayımlanmamasını, gazetenizde konuşma ve sohbetlerin yayımlanmamasını, izinsiz ve onaysız yayın yapan internet sitesinin kapatılmasını, aksi durumda yargı yoluna gidilmek zorunda kalınacağını, böyle bir durumda da üzücü sonuçların ortaya çıkacağını vekil edenler adına saygıyla bilgilerinize sunarım.
(30. 05. 2001 - Av. Hasan Akbay)
Metin Erkaya durumu arz etse de bu mektup sonuçsuz kalır. Bu ilk ihtar sonrasında Son Uyarı gazetesinin yayımı durdurulur ve internet sitelerindeki yazılar kaldırılır. Bununla birlikte Metin Erkaya, Esad Hocaefendi’nin sağlığında onun bu faaliyetleri yapması yönündeki emrini de göz önünde bulundurarak bir gün yayınlanır umuduyla kitap çalışmalarına devam eder. Bir müddet sonra o, kitapları hazırlar ve internet siteleri vasıtasıyla hiçbir karşılık beklemeden yayınlamaya başlar. Ne var ki bu durum karşısında Server İletişim’in avukatları Metin Erkaya’ya, öncekine benzer bir ihtarname daha gönderir. İhtarnamede şu satırlara yer verilmiştir:
... kontrolünüzde bulunan tüm internet sitelerinde ve sosyal medya hesaplarınızda hukuka aykırı olarak merhum Mahmud Es’ad COŞAN’ın isminin, resimlerinin, eserlerinin, sohbetlerinin gösterilmesi e-kitap olarak yayınlanması başta www.hazineden- piriltilar.com isimli internet sitesi ve buna benzer diğer internet sitesine yönlendirme yapılması, uygulamalarını durdurmanız ve kaldırmanız, aksi takdirde Cumhuriyet Başsavcılığı’na hakkınız- da suç duyurusunda bulunulacağı, yine ihlal ettiğiniz müvekki- limizin maddi ve manevi tüm haklarıyla ilgili her türlü hukuki yola başvurulacağı önemle ihtar olunur. (6 Nisan 2017)
Metin Erkaya, böyle bir ihtarname ile tehdit edilmesinin ardından bir yazıyla durumu izah ederek sosyal medyadaki yayınlarına ara verir. Açıklaması şöyledir:
Zarûrî Bir Açıklama
Kıymetli Okuyucular!
1992 Yılından beri, 25 yıldır M. Es’ad Coşan Hocamız’ın soh- betlerinin yazıya geçirilmesi ve kitaplar hazırlanması işiyle meşgulüm. Bu iş basit bir kaset çözme olmayıp, konuşmanın anlam bütünlüğü korunarak yazı diline yaklaştırılması, eksik cümlelerin tamamlanması; sohbette geçen âyet, hadis, şiir vs.nin kaynaklarının araştırılıp metne eklenmesi, yazarları hakkında bilgi verilmesiyle ortaya çıkan ciddî bir bilimsel/ilmî çalışmadır. Tüm bunları yapabilmek için, bunca yıldır neredeyse her gün 5-6 saat zaman ayırmış bulunuyorum.
Bu çalışmalara başlamam, Hocamız’ın izniyle/emriyle oldu. 1993 yılında Ankara’ya geldiklerinde, resmi bir işe tayin yap- tırmak için müsaade istediğimde, “Tayin yaptırma! Resmi bir işe girersen, kitaplara vakit ayıramazsın. Seha’da bu işi yapacak kimse yok!” buyurdular.
Hazırladığım 22 eser, Seha Neşriyat tarafından neşredildi. Bu kitaplar 1992-1999 yılları arasında basıldı. Daha sonra yeni baskılarını yapmadılar. Hazırladığım cuma sohbetlerinin bir kısmı Hocamız’ın sağlı- ğında, Sağduyu adıyla çıkarılan günlük gazetede cuma günleri yayınlandı. 1999 yılında, Cuma Sohbetleri’nin tamamı için, “Hazineden Pırıltılar 1, 2, 3 ...” diye Hocamız isim koydu. 2003 yılında Server İletişim’in yetkilisine müracaat ettim, hazır- ladığım kitapları “Hazineden Pırıltılar-Cuma Sohbetleri, 9 cilt; Tefsir Sohbetleri, 4 cilt” arz etmek istedim. Önce, “Ankara’ya gelince görüşelim!” dedi. Sonra iki adam gönderdi. Onlar kitapların bilgisayar çıktılarını incelediler. Rapor hazırlayıp yetkiliye arz edeceğiz dediler. Bir sonuç çıkmadı, bir daha aramadılar.
Aradan 13 yıl geçti. Ben 59 yaşıma geldim. “Ben ölüp gidece- ğim, bu kitaplar bilgisayarda kalacak.” diye düşündüm. Bun-
ları Facebook’ta yayınlamaya başladım. İlgi gördü, bu günlere kadar yayınladık.
Hocamızın güzel Türkçesi, kolay anlaşılır ifadeleri, temas ettiği konular her kesimden insanın ilgisine mazhar oldu. Herkes için faydalı oldu. Yayınlarımızda özellikle hiçbir grubun hocasını/liderini hedef almadık. Her kesimden müslümana ulaşmaya çalıştık. Herhangi bir gelir, dünya menfaati elde etmedik; her şeyi Allah rızası için yapmaya çalıştık.
Te’lif Hakları Kanunu’na göre, bir yazar vefat edince, varisleri 50 yıl boyunca onun üzerinde hak sahibi oluyorlar. Benim gibi ya- pımcı konumunda bulunan kişilerin de hakları tarif edilmiş.
Şimdi Server İletişim, Hocamız’ın varislerinden aldığı yetkiye dayanarak Hocamız’ın sohbetlerini, fotoğraflarını vs. yayınla- mamıza karşı çıkıyor, bu yazıları sayfamızdan kaldırmamızı istiyor. Bizim bu yazılar üzerindeki haklarımız göz ardı ediliyor. Aksi halde dava açacaklarını bildiriyor.
Benim halim, vaktim ve sağlığım mahkemelerle uğraşmaya el- verişli değil! Ayrıca cemaat içinde bir fitne oluşmasını istemem. Onun için, kitaplar ve sohbetler üzerindeki yapımcı haklarım saklı kalmak üzere, sayfamızdaki M. Es’ad Hocamız’a ait yazıları bugünden itibaren kaldırıyorum.
Durumu okuyucularımıza arz ederim. (14 Nisan 2017)
Metin Erkaya, her ne kadar kitap ve diğer dokümanların internet ortamında yayınlamayı durdursa da sohbetlerin kitaplaştırılması çalışmalarına ara vermemiş, vefatına kadar devam etmiştir.
5. Dergi, Gazete ve Web Sitesi Çalışmaları
Metin Erkaya, İslâm72, Kadın ve Aile73, İlim ve Sanat74 ve Pan- 72 Eylül 1983 ile Haziran 1998 tarihleri arasında yayın yapmıştır. 73 Nisan 1985 ile Haziran 1998 tarihleri arasında yayın yapmıştır.
74 Mayıs 1985 ile Haziran 1998 tarihleri arasında yayın yapmıştır.
zehir75 dergilerinin yayın kurullarında görev almış bu dergi- lerde zaman zaman makaleleri yayınlanmıştır. Bunun yanında yine Hocaefendilerin sohbetlerinden hazırladığı metinler de bu dergilerde yayınlanmıştır. Ama onun en aktif olduğu alan Son Uyarı adıyla aylık çıkardıkları gazete olmuştur. Son Uyarı gazetesi yayın hayatına Ocak 1995’te Son Mesaj
adıyla başlamış, Esad Hocaefendi’nin yabancı kelime kullan- mama hassasiyetiyle Türkçe bir isimle yayınlanmasını önermesi üzerine Mayıs 1997’den itibaren Son Uyarı adıyla yayınlanmaya devam etmiştir. Gazetenin temelleri 1990’lı yıllara dayanmakta- dır. Bu yıllarda Esad Hocaefendi’nin muhtelif konuşmaları, Son Mesaj adı altında fotokopi olarak yayınlanmıştır. Daha sonra bu yayınlar düzenli hale getirilerek aylık yayınlanan bir gazeteye dönüşmüştür. Bu süreçte her sayı Esad Hocaefendi’ye arz edil- miş, o da çeşitli toplantı ve konuşmalarında gazeteden övgüyle söz ederek alınmasını teşvik etmiştir. Yalnızca Türkiye’de değil Avrupa ve Avustralya’dakilerin de abone olması sağlanmıştır.
Son Uyarı gazetesinde ilgili ayın başyazısı, iç sayfalarda sohbet çözümleri ve arka sayfada basından seçilen yazılar yer almak- taydı. Bazı sayılarda Metin Erkaya ve Hacı Ali Erkaya’nın köşe yazıları da bulunuyordu. 1998 yılı Mart sayısında “Erbakan’ın Seyir Defteri” ve “Fetullah Gülen Kimin Hizmetinde?” gibi Erbakan ve Fethullah Gülen’i konu edinen makaleler yayınlan- mıştı. Bu yazılar cemaatin genel merkezindekileri rahatsız etmiş, gazeteye “Son sayınızda yer alan N. Erbakan ve F. Gülen’le ilgili yazılar toplumda tepkilere sebep olabilir. Aramızda kurumsal bir ilgi bulunmamakla birlikte, bundan sonraki sayılarınızda bu tür yazılara yer vermeseniz daha iyi olur kanaatindeyiz.” uyarısı gönderilmişti. Bunun üzerine gazete yetkililerince “Ma- dem genel merkez böyle istiyor, bir daha, daha dikkatli olalım, bu tür yazılara yer vermeyelim.” kararı alınsa da FETÖ, ken- disine yönelik yazılar yayınlayan bir gazeteyi affetmeyecektir. 75 Mayıs 1991 ile Şubat 1998 tarihleri arasında yayın yapmıştır.
Cemaatin genel merkezine baskı kurulmuş olmalı ki aradan on beş gün geçmeden bütün vakıf şubelerine “Bundan sonra teşkilatlarda Son Uyarı gazetesi satılmayacak, dağıtımına da destek olunmayacak!” diye bir talimat gönderilir.
Bu durum gazetenin dağıtımını zorlaştırmış ve tirajını olum- suz yönde etkilemiştir. Bazı teşkilatlar, şahıs adresleri vererek gazeteyi dağıtmaya devam etseler de vakıf yetkililerinin büyük bir bölümü bir taraftan dağıtımı keserken diğer taraftan da önceki borçlarını dahi ödememe kararı alırlar. Metin Erkaya’ya göre daha sonraki süreçte gazetenin dağıtımına mâni olup borç- larını ödemeyen bazı yetkililer, bu davranışlarının/bağlılıkla- rının mükâfatı olarak olsa gerek, Sağduyu Partisi yönetiminde görevlendirilirler.
Gazetenin her sayısı Esad Hocaefedi’ye ulaştırılır, yurt dışı seyahatlerinde de mümkün mertebe gönderilir. Söz gelimi Ma- yıs 1998’de, son beş sayı Esad Hocaefendi’ye verilmek üzere Sydney’e gönderilmiştir. 25 Mayıs 1998 günü gazeteleri eline alan Esad Hocaefendi çok memnun olduğunu, özellikle Fet- hullah Gülen ile ilgili dosyaları çok beğendiğini söyler. Ayrıca sabah namazlarından sonra camide yaptığı tefsir sohbetlerin- den birisinde Metin Erkaya ve kardeşlerinin faaliyetlerinden bahseder ve oradaki cemaate Son Uyarı gazetesini okumalarını tavsiye eder. Hocaefendi’ye rağmen genel merkezin farklı bir tavır içerisinde olması cemaat adına endişe vericidir. Zira aynı günlerde Esad Hocaefendi’nin tavsiyesi üzerine her ay Sydney’e on iki, Melbourne’e ise yirmi tane gazete gönderilmeye başlanır. Fakat iki-üç ay kadar sonra genel merkezin telkinleriyle olmalı ki dergi almaktan vazgeçerler. Genel merkezin engellemeleri sonucunda gazetenin tirajı beş binden iki bin beş yüze kadar düşer. Bunun üzerine Hacı Ali Erkaya, “Derin Devletin Derin Dervişleri” diye bir yazı kaleme alır. Bu yazıdan sonra, Son Uyarı’nın teşkilatlarda bulundurulması da genel merkez tara- fından yasaklanır.
Bu zaman zarfında Metin Erkaya ve kardeşleri aleyhinde
Türkiye’nin her yerinde propagandalar yapılmaya başlanır. Bunda Metin Erkaya’nın sözlerinin yanlış aktarılması veya çarpıtılmasının etkisi büyüktür. Bu bağlamda Metin Erkaya başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatmaktadır:
1998 yılı Temmuz’unda İspa ile umreye gittik. Umreciler arasın- da İstanbul’dan Orhan diye birisi de vardı. Medine’de iken bir sabah kahvaltı yapıyorduk. Kahvaltı esnasında Adapazarı’ndan ve Antalya’dan, oradaki problemlerden bahsediyordu. İsim vermeden cemaatten iki kişi hakkında ileri geri, aleyhte ko- nuşmaya başladı. Onları kötü gösteriyordu. Yandaki masada oturuyordum. Dayanamadım, dedim ki:
“Bak kardeşim, bahsettiğin şahısları ben tanıyorum. Biriyle yirmi üç yıllık arkadaşım, diğerini on yıldır tanırım. Söylediğin şeyler doğru değil, haksızlık yapıyorsun, iftira ediyorsun!” de- dim. “Milletin on yılda, yirmi yılda çıktığı mevkilere, tepelere, paranızın gücüyle, helikopterle indiniz; şimdi de milleti oradan iteklemeye, aşağı düşürmeye çalışıyorsunuz!” Öyleydi, böyleydi, bayağı bir konuştuk, müzakere ettik. Sözü- mün Nureddin Bey’in de helikopterle geldiği şeklinde anlaşıla- cağı aklıma gelmemişti. Daha sonra, bu sözümün de aleyhimize kullanılmış olabileceğini düşünüyorum.
Metin Erkaya’nın bazı sözlerinin farklı bağlamlarda yorum- lanmasının da etkisiyle Son Uyarı’ya karşı alınan cephe büyür, engellemeler her geçen gün artar. Bununla birlikte Esad Hoca- efendi gazeteyi şiddetle desteklemeye ve okunmasını tavsiye etmeye devam eder. Metin Erkaya aynı umre seyahatinde ya-şadığı diğer bir hâdiseyi şöyle anlatmaktadır:
8 Temmuz 1998 Çarşamba günü Mekke’ye geçtik. Hocamız da o gün Vâlide Hanım’la birlikte Cidde’ye gelmişler. Havaalanında karşılayan olmamış. İspa’cılar gereken ilgiyi göstermemişler. (İspa o günlerde özelleşmişti.) O yüzden biraz sıkıntı olmuş. O akşam Hocamızla birlikte umrenin tavafını ve sa’yini yaptık. Umreden sonra Hocamız tıraş olmak için tanıdığı bir berbere
gitti. Orhan ve Erol da birlikte gittiler. Hatıra olsun diye saçla- rından istemiştim, Erol getirdi; hâlâ saklıyorum.
Ertesi gün Orhan bize dedi ki:
—Hoca Efendi size arka çıktı.
—Nasıl oldu?Anlattı... Esad Hocaefendimiz buyurmuşlar ki:
—Orhan, Son Uyarı’yı okuyor musun?
—Okuyorum efendim!
—Yazılarını beğeniyor musun?
—Beğeniyorum efendim!—Pekiyi, adamlar haksız mı, niye karşı çıkıyorsunuz?
—Efendim, Nureddin Bey ‘Her doğru her yerde söylenmez!’ diyor.Hocamız başka bir şey söylememiş.
Berberde Sağduyu gazetesinden konuşmuşlar. Hocamız: “Buram buram Nakşîlik kokan bir gazete istiyorum!” demiş.
Türkiye’ye döndükten sonra, “Hocamız, ‘Her doğru her yerde söylenmez!’ demiş.” diye bu konuşmaların da değiştirilerek aleyhimizde kullanıldığını gördük.
Bu örnekte de görüldüğü üzere bir taraftan gerek Metin Erka- ya’nın gerekse Esad Hocaefendi’nin sözleri çarpıtılmakta diğer taraftan da Esad Hocaefendi’nin Son Uyarı’ya olan desteği de- vam etmektedir. Metin Erkaya, Son Uyarı gazetesine yönelik yapılan engellemeleri bir rapor halinde Esad Hocaefendi’ye 10 Temmuz 1998 günü cuma namazından sonra arz etmek üzere hazırlanır. Esad Hocaefendi’ye henüz konuyu arz etmeden cumadan önce yaptıkları Akra FM cuma sohbetinde Son Uyarı gazetesinden bahseder. Sohbetteki sözleri şöyledir:
Bizim Dr. Metin [Erkaya] kardeşimiz, Son Uyarı diye çıkardığı gazeteciği göndermiş. Orada Ermenilerin Doğu Anadolu’da, bizim mü’min müslüman halkımıza, Türk-Kürt halkımıza ne zulümler yaptığını yazıyor; tüylerim diken diken oldu. Her-
kesin okuması lâzım, herkesin bilmesi lâzım!.. Çünkü cihanı aldatıyorlar, güya Ermeniler zulme uğramış diye...76
Tüm engellemelere rağmen Esad Hocaefendi’nin takdirini alan Metin Erkaya, yayın faaliyetlerine devam eder. Basılı ya- yınların yanında bir de internetin Türkiye’de yaygınlaşmasıyla birlikte internet siteleri açılmasına öncülük eden Metin Erkaya, Hocaefendilerin sohbetleri başta olmak üzere çeşitli yayınlarını Son Uyarı’nın web sitesinde yapmaya başlar.77 9 Mayıs 1997’den itibaren, cuma sohbetlerini her hafta yazıya geçirip, internete yerleştirmeye başlar. Gerek Esad Hocaefendi’nin cuma sohbet- lerini gerekse diğer sohbetlerinin çözümlerini düzenli olarak bu sitede yayınlar. Bu sohbetler, 26 Eylül 1998’den itibaren Sağduyu
gazetesinde de yer alır.
Aylık siyasî-dinî içerikli Son Uyarı gazetesi, yayınını Mayıs 2001’deki 78. sayısına kadar devam ettirmiştir. Gazete, yayın hayatına son verdikten sonra dahi sitede bir müddet Esad Hocaefendi’nin sohbetleri yayınlanmaya devam etmiş, daha sonra telif hakları dolayısıyla Hocaefendilerin sohbetleri siteden kaldırılmıştır. Site fotoğraf albümleriyle internet ortamında etkinliğini sürdürmektedir.
Metin Erkaya’nın 2000’li yıllarda öncülüğünü ettiği ve kay- nak sağladığı internet siteleri arasında Gumushkhanewi Dargah, Dervişân, Çilehâne, Zikrullah, Alperen 2000 ve Tekbir gibi sayfalar bulunmaktadır. Bu sayfalar aylık internet dergisi mahiyetinde olup gündemdeki konulara uygun olarak Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinden seçme yazılar yayınlamışlardır.
6. Sosyal Medya Faaliyetleri
Metin Erkaya’nın sosyal medyada en aktif olduğu alan Face book idi. 3096 takipçisine mümkün olduğunca her gün gündemdeki olaylar, siyasi gelişmeler, tarihten notlar, önemli 76 Mahmud Esad Coşan, Hazineden Pırıltılar, ed. Metin Erkaya, 2003, 6/280.
77 http://www.sonuyari.org
şahsiyetler ve dini gün ve gecelere yazı, şiir ve fotoğraf payla- şımları yapmaktaydı. Yorum ve beğenilerine bakıldığında bu paylaşımların geniş bir kitle tarafından ilgiyle takip edildiği anlaşılmaktadır. Onun ilk paylaşımı 25 Kasım 2014 tarihinde olup “Anılarla Mahmud Es’ad Coşan Rh.A” sayfasının “Diriliş üfleyen adamın ardından.../Fehmi Çalmuk” başlıklı gönderi- sidir. Hastaneye gitmeden hemen önceki son paylaşımı ise 12 Aralık 2022 tarihinde “Hastalandığım zaman, o (Allah) bana şifa verir.” (Şuarâ 20/80) mealindeki âyet olmuştur. Sekiz yıllık za- man zarfında telif hakları sebebiyle kaldırdıkları hariç toplam 641 adet yazı, not, fotoğraf ve video paylaşımı yapmıştır.
Metin Erkaya, Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin tüm sohbetlerine ve eserlerine vâkıf olduğu için önemli gün ve gecelerde onların konuşmalarından yaptığı seçkilerle pay- laşımlar yapmaktaydı. Dolayısıyla çok uzun zaman zarfın- da elde edilebilecek malumata onun paylaşımları vasıtasıyla ulaşmak mümkündü. Onun diğer faaliyetlerinde olduğu gibi Facebook paylaşımlarında da Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin sohbetlerini yazıya döküp herkesin istifadesine sunmayı hedeflemiştir. Ne var ki 14 Nisan 2017 tarihinden itiba- ren Metin Erkaya’nın paylaşımlarında bir değişikliğe gidilmiş ve söz konusu sohbetlerin yayınlanması sekteye uğramıştır. Nitekim Server İletişim, varislerinden aldığı yetkiye dayanarak Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin sohbetlerini, fotoğraflarını vs. yayınlamasına karşı çıkmış, bu yazıları sosyal medya sayfalarından kaldırmasını istemiş, aksi halde dava açacaklarını bildirmişlerdir.
Metin Erkaya bu ihtar karşısında “Benim halim, vaktim ve sağlığım mahkemelerle uğraşmaya elverişli değil! Ayrıca ce- maat içinde bir fitne oluşmasını istemem. Onun için, kitaplar ve sohbetler üzerindeki yapımcı haklarım saklı kalmak üzere, sayfamızdaki M. Es’ad Hocamız’a ait yazıları bugünden itibaren kaldırıyorum.” diyerek sayfasında yayınladığı yazıları kaldırır. Metin Erkaya artık şeyhlerinin sohbetlerinden ziyade onlardan
da esinlenerek güncel konularda kendi yazılarını yayınlamaya başlamış yahut “Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan’a göre Zikrullah” gibi başlıklarla Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin fikirlerini konu edinmeye devam etmiştir. O ilk yazısına ise şöyle başlamaktadır:
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm. Kıymetli okuyucular!
Bugün ülkemizde yeni bir dönem başlıyor. Allah’a hamd olsun ki, evet oyları galip geldi. İç ve dış düşmanlar üzüldü. Hükümet cephesi de şımarmayacak bir zafer kazandı. İnşaallah önümüz- deki günlerde bu sonuçlar ilgililerce değerlendirilir ve gelecek seçimler için daha güzel hazırlıklar yapılır. Bizim için de yeni bir başlangıç... Hocamızın sohbetlerini ya- yınlamamız engellendi. Bundan sonraki dönemde yine âyet-i kerime ve hadis-i şerif ağırlıklı olmak üzere, muhtelif kaynaklar- dan yazılar hazırlayıp yayınlayacağız. İlk yazımıza besmeleyle başlıyoruz... (17 Nisan 2017)
Metin Erkaya’nın dil, üslûb ve kaynak bakımından şeyhleri- nin yaklaşımlarını merkeze alan bu yazılarında dinî ve tasavvufî bir muhteva hâkim olmuştur. Bunun yanında yazılarına kendi hatıralarını da eklemesiyle birlikte söz konusu paylaşımların İskenderpaşa’nın tarih yazımına önemli katkılar sağladığı gö- rülmektedir. Bu bağlamda o, sayfasında önemli şahsiyetlerin vefat tarihlerinde biyografilerini kendi hatıralarını da kapsa- yacak şekilde yayınlamaktadır. Biyografisinden bahsettiği ilk şahsiyet Esad Hocaefendi’nin babası Halil Necati Coşan (ö. 2008) olmuştur. 13 Nisan 2015 tarihinde yayınlanan yazıda Coşan’ın hayatı ve özellikle Nakşibendiyye tarikatı şeyhlerinden Abdü- laziz Bekkine (ö. 1952) ve Mehmed Zâhid Efendi (ö. 1980) ile ilişkisi üzerinde durulmuştur. Vefat tarihlerinde önemli şahsiyetleri anmayı adet haline getiren Metin Erkaya, Hacı Hasib Efendi (ö. 1949), Açıkbaş
Ömer Efendi (ö. 1950), Abdülaziz Bekkine (ö. 1952), Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ö. 1960), Adnan Menderes (ö. 1961), Hafız Zekai Sarsılmaz (ö. 1977), Necip Fazıl Kısakürek (ö. 1983), Tur- gut Özal (ö. 1993), Yahya Alkin (ö. 2000), Muhsin Yazıcıoğlu (ö. 2009), Mithat Coşan (ö. 2015), Korkut Özal (ö. 2016), Osman Çataklı (ö. 2016), Muhammed Ali (ö. 2016) ve Mehmet Bülent Çaparoğlu (ö. 2020) gibi isimlerin biyografilerini özgün bir üslûp ile anmıştır. Bu paylaşımlarda onların İskenderpaşa ile bağına dair orijinal tarihî bilgiler vermiştir. 7. Hitabeti ve Sohbetleri
Metin Erkaya, konuşmayı seven, bildiği her şeyi çevresine anlatmayı kendisi için vazife bilen bir kimseydi. Birisiyle otur- duğu zaman saatlerce konuşur ve bahsettiği mevzunun en ince ayrıntısına kadar tartışırdı. Çok zeki ve hafızası kuvvetli idi. Okuduğu metinleri ve tecrübe ettiği hâdiseleri onlarca kişiye anlattığı için olmalı ki tarih ve diğer ayrıntıları zihninde tutar ve aradan aylar yıllar geçmesine rağmen ilk günkü heyecanla detayları atlamadan anlatırdı. Sohbetleri kuru ve sıkıcı değildi. Araya eklediği latifelerle konuyu muhatabının ilgisini çekecek hale getirirdi. Konuşmaları siyasetten ekonomiye, dini mesele- lerden tıbbî tahlillere kadar çok geniş bir sahaya yayılabilirdi. Hemen her konuyla ilgili söyleyecek bir sözü bulunurdu. Tıp doktoru olmakla birlikte vaktinin büyük bölümünü okumaya ayırır, özellikle ilahiyat mevzularında bir uzman edasıyla me- selelere yaklaşırdı. O, devamlı surette Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hoca- efendi’nin sohbetleriyle meşgul oluyordu. Bu sohbetler onun günlük olarak konuştuğu mevzuları doğrudan etkiliyordu. Bazen sohbette geçen bir hadis bazen de bir şiir üzerine saat- lerce konuşuyor, hadislerin kaynaklarıyla ilgili İlahiyatçılara danışıyor, onların fikirlerini alıyor, mânasını vermekte zor- landığı bir şiir olursa onu dil uzmanlarına danışıyordu. Onun araştırmacı kişiliği aynı oranda konuşmalarının içeriğine de
yansıyor, yaptığı düzeyli sohbetlerle çevresini kültürel bağ- lamda geliştiriyordu. Konuşmalarında günümüzden somut örnekler veriyor, Tıpçı olmasının da etkisiyle isabetli analizler ve çıkarımlar yapabiliyordu. O, farklı okumalarıyla muhatabının seviyesine ve mensup olduğu geleneğe uygun olarak iletişim kurmayı başarabilen bir donanıma sahipti. Karşısındaki kişi İlahiyatçı ise onunla İslâmi İlimlere dair konulardan konuşarak, Nur cemaatine mensup ise Risâle-i Nur’un başındaki “Bismillâh her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.” sözlerini ezberden okuyarak iletişim kuru- yor, böylece muhatabının tüm dikkatini üzerine çekebiliyordu. Yanına çiftçilikle uğraşan bir köylü geldiğinde konuşması, şivesi, kullandığı kelimeler ve sohbet konusu muhataba göre birden şekil alıyor ve böylece karşısındakinin gönlünü kazanması ko- laylaşıyordu. Hiç tanımadığı insanların dahi hayranlıkla kendi- sini dinleyip istifade etmesi mümkün hale geliyordu.
Kedisine sorulan bir soruyu çok yönlü ve kapsamlı bir şekil- de cevaplamaktaydı. Söz gelimi öğrencilik yıllarından itibaren İskenderpaşa’da kalmış, sonrasında da hayatını bu yola vakfet- miş olduğu için bu cemaatin son elli yılını kendisinden daha iyi bilen bir kimse bulunmamaktaydı. Sorgulayıcı ve arşivci kişiliğiyle bazı konuları bizzat tecrübe edenlerden dahi daha iyi bildiği görülmekteydi. Örneğin İskenderpaşa’da halvet ve i’tikâf gibi uygulamalara katılmamış olmakla birlikte Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin yanında halvete ve i’tikâfa girenlerden edindiği bilgilerle bu konularda detaylı bilgiler vermekteydi. Bu yönüyle onun sohbetleri tecrübe ve bilgiyi harmanlaması itibariyle karşı tarafa tatmin edici ve doyurucu bilgi sağlamaktaydı. 7.1. Analizleri
Metin Erkaya, zaman zaman kendisine sorulan sorulara derin tetkikler ve kapsamlı analizlerle cevaplar vermekteydi. “Altmış yetmiş yaşlarındaki bir şeyh efendinin, üniversitede
okuyan gençlerle ilgilenmesini nasıl yorumluyorsunuz?” soru- suna verdiği cevap onun muhakeme kabiliyetini gözler önüne sermektedir.
Aşk odu evvel düşer ma’şûka, ondan âşıka...
Şem’i gör kim, yanmadan yandırmadı pervâneyi!
“Sevgi ateşi ilk önce sevilenden başlar, sonra sevene sirayet eder.” diyor. Buna göre Hocamız gençleri seviyor, onlara te- veccüh ediyordu ki, gençler de Hocamızı sevdiler, ona rağbet ettiler, sohbetlerine devam ettiler. Bunun muhtelif sebepleri olabilir:
1. Üniversitede okuyan gençler bilgi seviyesi bakımından, zekâ ve kabiliyet bakımından seçilmiş kimselerdir. Onlardan daha kısa sürede, daha iyi sonuçlar alınacağı için onlarla daha çok ilgilenmiş olabilir.
2. Gençler eğitime, öğrenmeye, değişime müsaittir. Belli bir yaştan sonra insanların düşünceleri sabitleşir. Okuyan gençler devamlı propaganda altındadır. İnançsız öğretmenler, hocalar devamlı onları dinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Onun için onlarla daha çok ilgilenmiş olabilir.
3. Tanzimat’tan beri ülkemizin bozulması, okuyan gençler va- sıtasıyla olmuştur. Bugünün gençleri yarının büyükleri, devlet adamları olacaklardır. Onların iyi yetişmesi, ülkemizin geleceği için önemli olduğundan gençlere yönelmiş olabilir.78
Metin Erkaya’nın bu tespitleri, kendi öğrencilik yıllarındaki tecrübeleri doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Onun tahlillerini hayatın tüm alanlarıyla ilgili görmek mümkündür. Kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplarda da benzer bir durum söz konusudur. Söz gelimi bir seferinde ona şöyle bir soru yönel-tilmişti: Yeni evliyiz. Çocuğumuz olsun istiyoruz. Acaba çocuğun cinsi- yetini, ileride olmasını istediğimiz vasıfları, fiziksel özelliklerini 78 İnsicam, “Ülkemizin Manevi Mimarlarından Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’yi Üç Talebesine Sorduk -I- Dr. Metin Erkaya”, İnsicam Dergisi 9 (2021), 81.
(kaş, göz, burun vs.) belirten ölçütler var mıdır? İbrahim Hakkı Erzurumî Hazretleri Ma’rifetnâme’sinde bu konuları ayrıntısıyla yazmış, doğru mudur?
Metin Erkaya’nın cevabı ise şöyledir:
1. Çocuğun boyu, saçının rengi, gözünün rengi, yüzünün şekli, anneden ve babadan gelen genetik karakterlere göre teşekkül eder. O bakımdan halk arasında, “Kız halaya, oğlan dayıya çeker, yâni benzer.” diye bir kanaat vardır. Ne ekersen, onu biçersin. Arpa ekilen yerden buğday biçemezsin.
2. Çocuğun kız veya erkek olması da elimizde olmayan bir sonuçtur. Ana rahmindeki yumurta hücresine, bir atımda do- ğum yoluna bırakılan 125 milyon sperm hücresinden hangileri ulaşırsa, onlardan sadece birisini kabul eder. Spermlerin yarısı X kromozomu, yarısı da Y kromozomu taşır. Y kromozomunu taşıyan sperm yumurta ile birleşirse, oluşacak çocuk erkek olur. X kromozomunu taşıyan sperm yumurta ile birleşirse, oluşacak çocuk kız olur. Hangisinin ulaşacağını veya yumurtanın han- gisini kabul edeceğini bilemeyiz, tayin edemeyiz.
3. Ma’rifetnâme’yi daha çok nefis terbiyesiyle ilgili kısımları bakımından faydalı görüyoruz. Astronomi ve sair konular, o zamanın bilim seviyesine bağlı açıklamalardır. Bugün geçerli olmayabilir. Çocuk konusundaki açıklamaları da pek tutarlı olmasa gerek.
Örnekler:
1. Konya Ilgın’dan uzun zamandır çocuğu olmayan bir arkadaş Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocamız’a müracaat etmiş. Hocamız da 500 Yâsin okumalarını ve Allah’a dua etmelerini söylemiş. Denileni yapmışlar, bir oğulları olmuş, adını da Mahmud Esad koymuşlar. 2000 yılında Hocamız’ın son umresine bu arkadaş da katılmış. Hocamız’a denildiği gibi 500 Yâsin okuyup dua ettiklerini, bir oğul sahibi olduklarını, adını da Mahmud Esad koyduklarını anlatmış. O sırada Hocamız’ın yanında ağabeyi Mithat Coşan da varmış. Hocamız tebessüm etmiş, “Bundan sonrakinin adını da Ahmed Mithat koyarsınız.” demiş. Dediği
gibi 2002 yılında olsa gerek, bir oğlu daha oldu. Onun adını da Ahmed Mithat koydular. 2. Benim yedi çocuğum var, hepsi de oğlan. Yedinci çocuğum olunca (2003), cami cemaatinden bir arkadaş duymuş, bana geldi. “—Benim dört tane kızım var, hiç oğlum yok. Oğlan olmasının tıbbi bir çaresi var mı?” dedi.
Ben de ona dedim ki:
“—Tıbbi bir çaresini bilmiyorum ama biz biraz yemekleri tuzlu yiyoruz; belki onun etkisi olmuştur. Bir de siz 500 Yâsin okuyun, Allah’a dua edin!” dedim.
Bir sene sonra (2004) o arkadaş gülerek yanıma geldi, ikiz oğlu olmuş, yâni Allah iki tane birden oğul ihsan eylemiş. Demek ki dua edene Allah verebilir, ihsan edebilir. Yeter ki yolunca yürümeye çalışan gayretli müslüman olalım!
Burada olduğu gibi Metin Erkaya’nın cevapları Tıbbî yönü ağırlıklı ama bununla birlikte geleneği tamamen dışlamadan dengeyi gözeten ve neticede Allah’a tevekkülü öncelemeyi ge- rektiren analizlerden oluşmaktaydı. Bu yönüyle soruyu soran muhatabın tatmin olması daha da kolaylaşmaktaydı. Benzer bir durum onun bir hekim olmasına rağmen kendisine siğil şikâyetiyle gelen hastalara yeme ve içme konusundaki tavsi- yelerinin ve kullanabileceği ilaçların yanında okuma/rukye yapmasında da görülmektedir. O, zamanında siğil okuyan bir büyüğünden el almıştı. O günden beri yeri geldikçe hastalara siğil için okumaktaydı. Hastaların büyük bölümü bu okuma neticesinde fayda görmekte ve siğillerinden kurtulmaktaydı.
Metin Erkaya’nın analizleri bazen de güncel ve siyasi mese- lelerle ilgili olmaktaydı. O, gündemdeki konularla ilgili kendi tecrübelerinden hareketle yorumlar yapmakta, bunları yakın çevresiyle de konuşup istişare etmekteydi. Örneğin bu tahlil- lerinden birisi Türkiye’nin muhtelif yerlerinde kurulan şehir hastaneleri ile ilgili olup o, bu konuda şunları söylemekteydi:
Şehir hastaneleri ve problemleri hakkında arkadaşlarımız çeşitli yazılar yazdılar, haklı eleştirilerde bulundular. Bu kadar büyük yatırımlar yapılıyor, niye doktorlara hiç danışılmıyor? Sağlıkla ilgili konularda kimler karar veriyor?
Düşünüyorum da bunları başkanlık sisteminin getirdiği problem- ler olarak görüyorum. Başkanlık öncesinde de bütün milletvekili adaylarını tespit eden, bütün belediye başkanı adaylarını belir- leyen bir parti başkanlığı vardı. (Cumhuriyetin ilk yılları gibi.) Şimdi bakanlar genellikle meclis dışından atanıyor. Atanmış kimselerin halk bizden memnun mu, değil mi diye bir kaygısı yok. Her şeyde, “Külliye bizden memnun ve razı olsun yeter!” diye düşünülüyor. Erkekler evden uzaklaştırılıyor, yuvalar yıkılıyor, cinayetler işleniyor; Kadın ve Aileden sorumlu bakana kimsenin gücü yetmiyor. Çünkü gücünü saraydan alıyor.
Padişah Efendimiz, Hanım Sultan, Şehzade Efendimiz, damat efendiler ülkeyi yönetiyorlar. Şüphesiz bir takım güzel işler ya- pılıyor. Ama yanlış işler yapıldığı zaman padişaha dur diyecek bir fetva makamı, şeyhülislâm yok... Padişahın hürmet ettiği, kendisine yön verecek bir kâmil şeyh efendi yok... Ankara’da, İstanbul’da seçim kaybedildi. Bundan bir ders çı- karıldı mı? Bir politika değişikliği oldu mu? Ben görmedim. Halka inilmeli, anketler yapılmalı, hatalı uygulamalardan vaz- geçilmeli... Önümüzdeki başkanlık seçimlerinde %51 oy almak çok zor görülüyor. Eğer seçim kaybedilirse, 28 Şubat günlerinin geri geleceğinden, Fetocuların affedilip eski görevlerine döne- ceklerinden endişe ediyorum. Allah akıbetimizi hayr eylesin... Yöneticilerimize basiretler ihsan eylesin... (28 Kasım 2019)
Dost acı söyler... Metin Erkaya’nın bu uyarıları da bir dosta yönelik içtenlikle yazılmış bir hatırlatma notu mahiyetindeydi. O, bu hatırlatmaları kimi zaman yazılı olarak kimi zaman da çeşitli toplantılarda sözlü olarak dile getirilmekteydi. Böylece, daha iyi bir yönetimin hayata geçmesini cân-ı gönülden temenni etmekteydi.
7.2. Etimolojik Tahlilleri
Metin Erkaya dile çok meraklı ve bir o kadar da yatkın bir kimseydi. İngilizce, Arapça, Özbekçe, Latince ve Farsça’yı, me- tinleri anlayıp tahlil edebilecek derecede bilmekteydi. Bu biriki- mi ve ilgisiyle günlük hayatta karşılaştığı kelimelerin etimolojik tahlillerini yapmaya çalışırdı. Örnek olarak o, bir seferinde mercimek kelimesi hakkında “Adese, mercimek demek. Eskiden mercimek şeklindeki büyütece adese diyorlardı. Mercek de mercimek kelimesinden uydurma, mercimeğe benzediği için...” açıklamasını yapmıştı. Yine berduş kelimesi ile ilgili olarak “Ber- duş: ‘Onun üzerinde, sırtında’ demek. Eskiden çakallar ceketini giymiyor, üzerine alıyor. Ona berduş deniyordu.” açıklamasını yapmıştı. Külhanbeyi tabiri için ise şu açıklamayı yapmıştı:
Külhan, hamamlarda odunun yakıldığı yer. Hocaefendi şöyle anlatır: “Adamın birisi gece sıcak diye hamamın külhanında yatmış, sabah kalkınca da dışarıyı seyretmeye başlamış. Gör- müş ki: Bir beyefendi karşısındaki köşkün balkonunda samur (bir hayvan derisi) kürke bürünmüş dışarıyı seyrediyormuş. Gördükleri karşısında şöyle demiş: ﮔﺬﺷﺖ ﺳﻤﻮر ﺷﺐ و ﮔﺬﺷﺖ ﺗﻨﻮر ﺷﺐ
Şeb-i tennûr güzeşt ü şeb-i semmûr güzeşt.
‘Tandırda, küllerin arasındaki gece de geçti, samurların arasında senin öyle yumuşak yumuşak yattığın gece de geçti.’” İkisi de geçti. Gece bitti sabah oldu... Tandır kelimesi Farsça’dan: Tennûr. Tennûre diyorlar Mevlevîlerin giydiği o elbiseye. Tan- dırla bir ilgisi olabilir.
Zeval kelimesi için de “Sonu olan demek. Güneşin batışına da zeval deniyor. ‘Ey Hâlık-ı lâ yezâl’ Ey zevâli olmayan ebedî olan yaratıcı.” açıklamasını yapar. Kevn kelimesi için ise “Kevn, kün’den. Kün ‘olmak’ demek. Kâinât, ‘yaradılan her şey’. Kevn ü mekân... Mekân da ‘yer’ demek. Yani ‘yeryüzünün ve yeryü- zünün dışındaki tüm oluşumların, yaratıkların sahibi olan.’” der. Başka bir sefer “Sabreden koruk helva olur, sabreden mo-
ruk ölür.” sözünü açıklarken koruğun üzüm, helvanın ise tatlı olduğunu söyledikten sonra moruk kelimesi üzerinde durur. “Moruk, Farsça’daki merg kelimesinden gelir, ölüm demektir. İranlılar gösteri yaparken (Merg ber Emrika) “Amerika’ya ölüm!” sloganını kullanırlar...”
Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Metin Erkaya her konuşmasında mutlaka kelimelerin kökenleri üzerinde dururdu. Bu da dinleyicinin ilgisini çekerdi. Bazen kendisinin de merak ettiği kelimeler olur, bunların etimolojisini araştırmadan içi rahat etmezdi. Hemen yanındaki evlatlarından birisine “Bak bakalım şu kelimenin aslı neymiş?” diye sorar, internet üzerindeki kısa bir araştırmayla kelime hakkında detaylı bilgiye erişirdi. Metin Erkaya, Tıp Fakültesi mezunu olması itibariyle aşina olduğu Latince kelime kökleriyle de ayrıca ilgilenir, diller ara-sındaki irtibat üzerinde durmayı severdi. Onun dile olan ilgisi, Arapça’sının Kur’ân âyetlerinin tamamını ve hadislerin büyük bir bölümünü rahatlıkla anlayacak bir seviyeye gelmesini sağ- lamıştı. Böylece kitaplaştırdığı sohbetlerde geçen her bir metni kolaylıkla yazıya geçiriyor, hadislerin kaynaklarını buluyor, tercümesi eksik kısımları tercüme ederek metnin eksiklerini tamamlıyordu.
7.3. Tarih Kaynaklarını Tenkit
Metin Erkaya, konuşmalarında zaman zaman gerek tarih kaynaklarında gerekse tefsirlerde yer alan rivâyetleri ve ön kabulle karşılanan bilgileri tenkit ediyordu. O, tarihi metinleri peşinen kabul etmek yerine sorgulamayı prensip edinmişti. Muhalif ve cedelci tabiatı da bunu gerekli kılıyordu. Bundan dolayı özellikle peygamber kıssaları söz konusu olduğunda rivâyetlerle realiteyi mutlaka karşılaştırıp sorguluyordu.
Örneğin tefsirlerde “Hz. Musa peygamber Tur Dağı’ndan elinde levhalarla döndü. Baktı ki millet buzağıya tapıyor. Lev- haları yere attı. Kardeşi Harun’un sakalına yapıştı niye sahip olmadın bu millet böyle oldu diye. Ortalığı sis kapladı. Yetmiş
bin kişi öldü.” şeklinde ifadeler olduğunu belirterek buradaki sayıların abartılı olduğunu dile getirmekteydi. Bir seferinde kaynaklardaki bilgileri şöylece eleştirmişti:
Bu Yahudiler kaç kişi de yetmiş bin kişi ölüyor? Cumartesi ya- sağına riâyet etmediler. Yetmiş bin kişi de oradan ölüyor. Hıtta deyince hınta dediler yetmiş bin de oradan... Bazı kaynaklarda toplam yetmiş kişi diyor oraya taşınan İsrailoğlularının sayısına. Benim tahminim de şuydu: Baba, oğul, çocuklar otuz kişi en fazla, kırk diyelim. Bizim Türkiye’de nüfus sayımına göre Cumhuri- yet kurulduğu zaman nüfus 13 milyondu. Yüz senede beş kat artıyor nüfus. Derler ki Yusuf Peygamber ile Musa Peygamber arasında dört yüz sene vardır. Kırk kişi olsa, ilk yüz yıl beş kat artsa iki yüz kişi. İkinci yüz yıl bin kişi. Üçüncü yüz sene beş bin kişi. Dördüncüsü yirmi beş bin kişi. O zamanlar ölümler fazla, salgın hastalıklar vs. Hayrullah Örs diye bir masonun yazdığı eserinde Mısır’dan Musa Peygamberle çıkan kişi sayısının iki bin dört yüz olduğunu tahmin ediyor. Belki daha da azdır. Neden? Biliyorsunuz âyet var. On bin kişilik bir topluluk azlığından dolayı yenilmez diye. On bin kişi filan olsalar Firavun ile cephe savaşı yaparlar neden kaçsınlar? Neden kaçak güreşsinler?
Kitaplarda işte böyle mübalağalı kayıtlar var. Benzer bir şekilde Ahmet Cevdet Paşa da Tarih’inde Moğol ordularının hep rek- lamla çoğaltıldığını, o kadar olmasının mümkün olmadığını, o kadar ordunun beslenemeyeceğini çok anlatıyor. Metin Erkaya’nın sayılarla ilgili tenkitlerinin bir diğeri de Peygamber Efendimiz’in (sas) ashabının sayısı ile ilgili şu mi- salde görülmektedir:
Peygamber Efendimiz (sas) zamanında Mekke’nin nüfusu on bin kişi, Medine’ninki beş bin kişi. Medine’den bin kişilik asker çıkıyor, üç yüzü geri dönüyor Uhud savaşında biliyorsunuz. On bin kişiyle Mekke’yi alıyorlar, iki bin de Mekkeli asker katılıyor Huneyn’e gidiyorlar. Mekke’den iki bin asker çıkartabiliyor on bin kişi. Çünkü nüfusun yarısı kadın; beş bin. Yarısı çocuk; iki bin beş yüz. Yani savaşacak insan sayısı ancak iki bin...
Hz. Ali ile Hz. Aişe savaştığı zaman on üç bin kişi öldü diyor- lar. Hâlbuki o kadar savaşacak insan yok. Harre Vakası için doğru yazmışlar... Harre Vakası’nda Medineliler hendekleri sağlamlaştırıyorlar, tamir ediyorlar, savunmaya hazırlanıyorlar. Üç bin kişi. Harre Vakası ki Cemel vakasından kaç sene son- ra gerçekleşen bir olay. Dolayısıyla bazı konularda tarihçiler abartıya çok kaçıyorlar.
Metin Erkaya yalnızca sayıların değil bazı tarihi verilerin de mantıken hakikati yansıtmasının mümkün olmadığını zaman zaman dile getirmekteydi. Bir seferinde Hatim’de peygamber kabirlerinin var olduğuna dair iddiayı şöylece tenkit etmişti:
Kureyşliler Kâbe’yi tamir ederken malzeme yetmiyor, Hatm’i boş bırakıyorlar, Kâbe’den olduğu belli olsun diye de yarım daireyle çeviriyorlar. Oraya Hicr-i İsmâil diye de bir isim takı- yorlar; münasebetsiz bir isim. Kitaplarda orada İsmâil’in (as) ahırının olduğu yazıyor.
Öncelikle orası kaç metre kare, kaç at sığar?.. İkincisi mescidde at mı biner? Hicr ile makam arasında kaç bin peygamber... Benim “bu yüz bin peygamber” ifadelerini de aklım almıyor. Bu kadar peygamber hani nerede? “Peygamberlerin cesedini toprak yemez” deniliyor. Bu kadar kazılar yapılıyor. Hiçbir peygamberin cesedini bulan var mı? Geçen zemzem için kazı yapıldı, her tarafı kazdılar... Birisi hatalı bir şey söylüyor son- ra hepsi inanıyor. Sahih olduğu söylenen kitaplarda geçse de yanlış bilgiler olabiliyor. Metin Erkaya bazen de Peygamber Efendimiz’in (sas) bazı hadislerinin yanlış anlaşıldığını ifade etmekteydi. Bir seferinde bu hususu şöyle dile getirmişti:
Peygamberimiz Medine’de bulunurken “Küçük abdestinizi ve büyük abdestinizi yaparken kıbleye doğru dönmeyin önünü- zü ve arkanızı, doğuya veya batıya dönün.” diyor. Buradan cahil bir fakih “Doğu ve batı tarafında kıble olmaz.” hükmünü çıkarıyor. Hâlbuki Hindistan’da kıble doğu tarafta, Afrika’da batı tarafta.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi Metin Erkaya sorgusuz sualsiz okuduğu her metni kabul eden bir tabiata sahip de- ğildi. O, tarih verilerini sorgulayıp mantık ve tenkit süzgecin- den geçirip kabul etmekteydi. Onun bu sorgulayıcı yaklaşımı yalnızca tarih verileri özelinde de kalmamıştır. O, mesaisinin büyük bölümünü harcadığı Hocaefendilerin sohbetlerinde veya kitaplarında hatalı olduğunu düşündüğü bir bilgi varsa bunun aslını öğrenmeden geçmemeyi temel bir prensip edinmişti. Bu sorgulama, sağlığında Esad Hocaefendi’ye bizzat sorup aslını öğrenmek şeklinde de gerçekleşiyordu. Söz gelimi 11 Kasım 1994 tarihinde Kocatepe Camii’nde Mehmed Zâhid Efendi’yi anma toplantısının ardından İsmail Turan Hoca, Esad Hocaefendi’yi evine davet etmiş, Metin Er- kaya da bu davete katılmıştır. Arabayla ilgili adrese giderken Metin Erkaya, bir fırsatını bulup Esad Hocaefendi’ye “Efendim, kitabınızda Mehmed Zâhid Efendi’nin hayatını anlatırken 93 Harbi’nden sonra geldiklerini söylüyorsunuz. Fakat babasının ölüm tarihini hesapladığımız zaman daha erken gelmeleri ge- rektiği anlaşılıyor. Ayrıca Kafkas muhacereti de 93 Harbi’nden önce olmuş. Bu tarihte bir yanlışlık olmalı.” der. Arabanın ön koltuğunda oturan Esad Hocaefendi, arkasına döner ve “Metin, bana anlattıkları gibi yazdım, tahkik etmedim. Olabilir.” der. Esad Hocaefendi’nin vefatının ardından da sehven yapılan bu gibi hatalar karşısındaki tavrını devam ettirmiş, hakikati buluncaya kadar araştırıp sorgulamaya devam etmiştir. İs- kenderpaşa geleneğinin hurafelerden uzak bilgiyi temel alan geleneği onun böyle bir bakış açısına sahip olmasında etkili olmuş olmalıdır. 7.4. Sıkça Kullandığı Atasözleri ve Hikmetli Sözler
Atasözleri, hikmetli sözler, özlü ifadeler ve deyimler Metin Erkaya’nın günlük konuşmalarında ve sohbetlerinde sıklıkla müracaat ettiği sözlerdir. Onun Türkçeye verdiği değerin ve okumalarının bir getirisi olarak özlü sözleri kullanması, soh-
betlerinin daha ilgi çekici hale gelmesini sağlamaktaydı. Onun sıklıkla söz ettiği atasözleri ve özlü sözlerden ilk etapta akla gelenleri şöyleydi:
“Allah bir kulunu sevindirmek istediği zaman önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş.”
“Ameliyat başarılı geçti ama hasta öldü.”
“Atım tepmez, itim kapmaz deme.”
“Atın önünde et, itin önünde ot.”
“Az yiyenler ibadetle meşgul olurken, çok yiyenler vakit- lerini tuvalet sıralarında geçirir.”
“Bal bal demekle ağız tatlanmaz.”
“Berâet-i zimmet esastır.”79 (Kişinin masum ve borçsuz olması esastır.)
“Bilmediğin aş ya karın ağrıtır ya baş.”
“Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz.”
“Def’i mefâsid celb-i menâfîden evlâdır.” (Zararı ortadan kaldırmak, fayda temin etmekten önce gelir.)80
“Deliye öğüt neylesin. Karaya sabun neylesin.”
“Ehli keyfe keyf getirir kahvenin kaynaması/Eşeği yoldan çıkarır sıpanın oynaması.”
“Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.” 81
(en-Nâdiru ke’l-ma’dûm) “Nadir olan şey yok gibidir.”
“Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır. Biri de hiç görünme- mek.”
“Eşeğe semeri yük değildir.” (Birisi çantasını taşımak is- tediğinde söylediği söz.)
“Ezmanın tegayyuru ile ahkâmın tebeddülü inkâr oluna- maz.” (Zamanın değişmesi ile ahkâmın değişmesi inkâr olunamaz.”82
79 Mecelle (Madde 8). Bk. Ahmed Cevdet Paşa, Açıklamalı Mecelle : (Mecelle-i Ahkam-ı Adliye) (İstanbul: Hikmet Yayınları, 1979), 19.
80 Mecelle (Madde 30). Bk. Ahmed Cevdet Paşa, Açıklamalı Mecelle, 21.
81 Mecelle (Madde 29). Bk. Ahmed Cevdet Paşa, Açıklamalı Mecelle, 21.
82 Bu söz Mecelle’de (Madde 39) “ahkâmın tegayyuru” ifadesiyle geçmektedir.
“Ey yolcu korkarım ki Mekke’ye varamayacaksın. Çünkü yolun Türkistan’a doğru.”
“Gafile kelam, nafile kelam.”
“Geçti Bor’un pazarı, sür eşşeğini Niğde’ye.”
“Hızlı yaşa, genç öl, cenazen yakışıklı olsun.”
“İt ite, it de kuyruğuna.”
“Daha iyi, iyinin düşmanıdır.”
“Kavga iki taraflı olur. Bir taraf sen haklısın derse kavga biter.”
“Kem âlet/âlât ile kemâlât olmaz.”
“Kıçı yere yakın olandan kork.”
“Kurt kocayınca köpeğin maskarası olur.”
“Mü’min mescidde, denizdeki balık gibidir; münafık ise kafesteki kuş gibidir.”
“Nerede var bir bodur Allah’ın belası odur.”
“Okumadan âlim, yazmadan muallim...”
“Olmayasın üç beldenin birinden: Divriği’den, Dâren de’ den, Eğin’den.”
“Öküz öldü ortaklık bozuldu.”
“Saçı uzun aklı kısa.”
“Sen yedin güllaç ben yedim bulamaç sabaha ikimizin de karnı aç.”
“Sû-i misâl numune-i imtisâl olmaz.”
“Taş attın da kolun mu yoruldu?”
“Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır.”
“Tecrübe hayatta yediğin kazıkların bileşkesidir.”
“Uzunun aklı uzaktan gelir.”
“Zarar ve mukabele bi’z-zarar yoktur.”83
“Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz yolda şaşırır.”
Metin Erkaya’nın aklında bu şekilde kalmış olmalı. Bk. Ahmed Cevdet Paşa, Açıklamalı Mecelle, 22.
83 Mecelle (Madde 19). Bk. Ahmed Cevdet Paşa, Açıklamalı Mecelle, 21.
(Gürk-zâde àkıbet gürk şeved) “Kurdun çocuğu sonunda kurt olur.” (Şeyh Sadî-i Şirâzî)
(Şeb-i tennûr güzeşt ü şeb-i semmûr güzeşt) “Tandırda, küllerin arasındaki gece de geçti, samurların arasında senin öyle yumuşak yumuşak yattığın gece de geçti.”
Özbekçe ile ilgilendiği için Özbek atasözleri de ilgisini çek- mekteydi. Bunların önemli bir kısmını Özbekçe’yi Öğreniyoruz kitabına da almıştı. Bu sözlerden bazıları şöyledir:
(Aytsam tilim aytmasam dilim kuyadi) “Söylesem dilim söy- lemesem yüreğim yanar.”
(Bolaga iş buyur, ketidan özin yugur) “Çocuğa iş buyur, ardı sıra kendin git.”
(Ochik nimalarni yedirmaydi, toqlik nimalarni dedirmaydi.) “Açlık neleri yedirmez, tokluk neleri dedirmez.”
(Siçqån siğmas iniga, galvir boğlar dümiga) “Fare sığmaz yu- vasına, kalbur bağlar kuyruğuna”
Bu sözlerin dışında İstanbul Tıp Fakültesinde Anatomi hocası olan Prof. Dr. Sami Zan’ın özlü sözleri de onun çok ilgisini çek- mekte hem Facebook paylaşımlarında hem de günlük hayatta bunları zikretmekteydi. Sami Zan’ın özlü sözlerinden en çok dile getirdikleri şöyleydi:
“Âdem âdemin, manav da bademin kıymetini bilir.”
“Allah verir şifasını, doktor alır parasını.”
“Altıncı duyu kalp gözüdür.” (Hz. Ömer’in Medine’de hut- be okurken Irak’ta savaşan komutanına, (Yâ sâriye, el-cebel!) “Sâriye, dağa dikkat et!” diye seslendiğini anlatırdı.)
“Anı yazmak, fotoğraf çekmek, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.”
“Aşkın gözü kördür, yollanmadığı yere gider.”
“Aşkın ilk nefesi, aklın son nefesi.”
“Ayakkabım yok diye üzülüyordum, sokağa çıktım, ayaksız insan gördüm.”
“Ayrılık öyle bir rüzgârdır ki, küçük ateşleri söndürür, büyük ateşleri çoğaltır.”
“Erkek güzel arar, kadın güven arar.”
“Erkek poligamdır, aynı anda birden fazla kadını sevebilir. Kadın monogamdır, yalnız bir erkeği sever.”
“Erkek ruhen aktif, kadın pasiftir; onun için erkekten ilgi bekler.”
“Gerçek mutluluk insanın aldıklarında değil, verdiklerinde gizlidir.”
“Gözler ve ses hiçbir zaman değişmez.”
“Hatır, paranın açamadığı kapıları açar.”
“Hayat denklemi: Çalışma (10) x Doğruluk (10) x Bilgi (10) x Güzellik (10) x Şans (0) = 0”
“Hayat size bir limon vermişse, siz onu limonata yapmaya çalışın!”
“Hayatta mutlu olmak, aradığın insanı bulmak değildir; esas mutluluk, aranılan bir insan olmaktır.”
“Hekim nadiren hastasını tedavi eder, genellikle teselli eder.”
“Herkesin ter kokusu ayrıdır, parmak izi gibidir.” “Hiçbir zaman çıktığın kapıyı hızlı kapatma, geri dönmek zorunda kalabilirsin!”
“İki mahkûm hapishane penceresinden dışarı baktılar; birisi gökte yıldızları gördü, diğeri yerde çamurları...”
“Kadın kaleye, erkek orduya benzer; kale içten fethedi- lir.”
“Kaza geliyorum demez, namus gidiyorum demez.”
“Ölmek her canlının tabii sonucudur, mühim olan unu- tulmamak...”
“Rast giderse işin, mermere geçer dişin; rast gitmezse işin, muhallebide kırılır dişin!”
“Sen doğru isen, gölgem eğri olacak diye korkma!”
“Sev seni seveni, hâk ile yeksân olsa (yerle bir olsa); sevme seni sevmeyeni, Mısır’a sultan olsa...”
“Sev seni seveni, sorma seni sormayanı!”
“Sevmek oturup birbirine bakmak değil, belki beraberce aynı yöne bakmaktır.” “Söndüremeyeceğin ateşi yakma!”
“Talebe hocasına sormuş: “Hocam biz de profesör olabilir miyiz?” Hocası cevap vermiş: “Evlâdım, siz profesör ola- mazsınız ama profesörlük size kadar düşer.” “Üniversiteye girip de çıkamayanlara profesör denir.”
“Yaşlılık gözlerde başlar, genital organlarda biter.”
“Yüksek makamlar yalçın kayalara benzer. Oralara nadiren kartallar, çoğunlukla kertenkeleler çıkar.”
“Yükselmek için kendi ayaklarınızı kullanın; başkalarının sırtını ve ellerini değil!” Prof. Dr. Sami Zan, ders arasında yazdırdığı güzel sözler arasında, Rudyard Kipling’e (ö. 1936) ait (If/Eğer) şiirinin ter- cümesi de vardır. Metin Erkaya Facebook sayfasında şöylece paylaşmıştır:
Eğer etrafındakiler itidallerini kaybettiği ve kabahati sana yüklediği zaman, sen itidalini koruyabilirsen; bütün insan- lar senden şüphelendiğinde, sen kendine güvenebilir ve onların şüphelerini de hoş görebilirsen;
Eğer sen bıkıp usanmadan beklemesini bilir ve beklemek- ten de yorulmazsan veya hakkında yalan söylenir de sen yalan söylemezsen veya senden nefret edilse de sen nefrete kapılmaz, bununla birlikte ne pek fazla doğruluk ne de ukalâlık taslamazsan;
Eğer hayal kurabilir, fakat kendini hayallere kaptırmaz- san;
Eğer düşünebilir, fakat düşüncelerinin kölesi olmazsan;
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır, bu iki sahtekâra da aynı biçimde davranabilirsen;
Eğer söylediğin gerçeği, aşağılık insanlar budalaları tuzağa düşürmek için çarpıttığı zaman, onu işitmeye katlanabi- lirsen;
Yahut uğrunda hayatını vakfettiğin şeylerin yıkılışını sey-
redebilir ve iki büklüm, yıpranmış aletlerle onları tekrar yapabilirsen;
Eğer bütün kazançlarını ortaya yığıp, kısmetini bir defalık yazı tura oyununa bağlayabilirsen ve kaybedince ilk baş- ladığın yerden tekrar başlayıp, uğradığın kayıp hakkında tek kelime söylemezsen;
Eğer ayak takımıyla düşüp kalkıp, faziletini koruyabilir yahut krallarla dolaşır da halkla ilişkini kesmezsen;
Eğer ne dost ne de düşmanlar seni incitip gücendiremez- se;
Bütün insanlara değer verir de hiç birisi için aşırı gitmez- sen;
Eğer sende kalp, sinir ve adale olarak tek bir şey kalmamış- ken, onları işe yarasın diye zorlayabilirsen ve sana dayan diye seslenen iradenden başka bir güç kalmadığı zamanda dayanabilirsen; Eğer, bir daha dönmeyecek olan 1 dakikayı, aşılan zamana değer 60 saniye ile doldurabilirsen;
Senin olur her şey, dünyayı senin olmuş bulursun;
Bundan daha fazlası da var evlâdım: Adam olursun!
7.5. Görüşüp Etkilendiği Bazı Şahsiyetler
Metin Erkaya’nın yetişmesinde küçük yaşlardan itibaren pek çok kimsenin etkisi bulunmaktadır. O ilkokul çağından itibaren okuyup araştırmayı çok seven bir kişiliğe sahiptir. Bu yönüyle öncelikli olarak babası Mehmed Erkaya’yı rol model edinmiştir. Özellikle babasının okumaya olan merakı onu yönlendirmiştir. Bununla birlikte hayatı boyunca karşılaştığı arkadaşlarından ve hocalarından farklı yönleriyle etkilendiği söylenebilir. Lise yıllarında en yakın arkadaşı olan İsmail Karagöz84, ona günlük tutmayı tavsiye etmiş, böylece onun gençlik yıllarına dair önemli bilgiler günümüze ulaşmıştır. Daha sonraki yıllarda kendisini 84 Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi.
İstanbul’a götürüp Mehmed Zâhid Efendi ile tanıştıran Rüstem Altınbaş85, onun hayatında önemli bir dönüm noktası olacak adımı attırmıştır. Daha sonraki yıllarda kendisini etkileyen şahsiyetler birer birer vefat ettikçe Metin Erkaya onları anmak düşüncesiyle hayat hikâyelerine dair yazılar hazırlamaya baş- lamıştır. Bu şahsiyetler içerisinde vefat tarihi itibariyle öncelikle İsmail Turan Hoca (ö. 2004) gelmektedir.
Metin Erkaya, İsmail Turan Hoca’yı, Mehmed Zâhid Efen- di’nin yönlendirmesiyle tanımıştır. 1973 yılında üniversiteye başlamasının ardından birkaç ay sonra memleketini ziyaret edeceği esnada Mehmed Zâhid Efendi’ye Ankara’ya gideceğini söyleyip kendisinden bir isteği olup olmadığını sorduğunda o da İsmail Turan’a selam söylemesini emretmiştir. O günlerde Sincan’da mühendislik yapan İsmail Turan ile bu vesileyle ta- nışan Metin Erkaya, daha sonraki yıllarda da İsmail Turan’ın sohbetlerine ve derslerine devam etmiştir. İsmail Turan Hoca aslında İTÜ mezunu bir mühendis olmak- la birlikte İstanbul’da öğrenci olduğu yıllarda özel hocalardan dersler almış, Arapça, Hadis ve Tefsir alanında kendini yetiş- tirmiştir. Hafızası çok güçlü olduğu için Kur’an’ı kısa sürede hıfzetmiş, bunun yanında bazı hadis kitaplarını da ezberlemiş- tir. Ayrıca pek çok yabancı dile de vakıftır. Bu yönüyle Metin Erkaya’nın nezdinde önemli bir yeri bulunmaktadır.
Metin Erkaya, İsmail Turan Hoca’nın hadis derslerine dü- zenli olarak katılmıştır. İsmail Turan Hoca, Dr. Emin Acar’ın gayretleriyle 1988 yılı Kasım ayında Hacı Bayram Veli Camii’nin bitişiğindeki muayenehanesinde Sahîh-i Müslim’den hadis ders- lerine başlamıştır. Dersler cumartesi günleri öğle namazından gece saat 21’e kadar devam etmektedir. Derslerde hadis-i şerifler 85 1948 yılında Ankara’da dünyaya gelen Altınbaş, 1972’te İstanbul DMMA Makine Bölümünden mezun oldu. Akademi’de okurken Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbetlerine devam etti. 2016’da emekli oldu. Muhtelif derneklerde ve vakıflarda sosyal faaliyetlerde bulundu. Halen hizmetlerini devam ettirmektedir.
izah edilmekte, raviler üzerinde durulmaktadır. 70-80 kadar dinleyicinin katıldığı bu dersler üç yıl kadar devam etmiş, Metin Erkaya da mümkün oldukça aksatmadan derslere devam etmiş- tir. Daha sonra Esad Hocaefendi’nin isteğiyle Özelif Sitesi’nde bulunan Fıkıh Enstitüsü’nde hadis dersleri başlatılmış, dersler bir yıl kadar devam etmiştir. Bu dersler, Metin Erkaya’nın hadis ve sünnete dair birikimine önemli katkılar sağlamıştır.
2008 yılına gelindiğinde Esad Hocaefendi’nin babası Halil Necati Coşan vefat etmiştir. Onun vefatı üzerine bir yazı kaleme alan Metin Erkaya, askerlik günlerinde okuyup tesirini gördüğü ve ömrü boyunca her müşkil işinde okuduğu Hüva’llahü’llezî’yi kendisine tavsiye eden Halil Necati Coşan’a (Necati Amca’ya) karşı büyük hürmet beslemekte ve onu rahmetle anmaktadır.
Metin Erkaya’nın Ankara’da kendisinden istifade ettiği bü- yüklerinden birisi de Dr. Emin Acar’dır (ö. 2016). Emin Acar, psikiyatri doktoru olmakla birlikte Abdülaziz Bekkine, Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi ile görüşüp tasavvufî terbiye almıştır. Bununla birlikte o, tarikat-ı Muhammediyye olarak adlandırdığı bir yolda gittiğini ifade etmiştir. Metin Erkaya, onunla oğlu Rahmi Acar vasıtasıyla tanışır. Rahmi Acar 1980 yılında İstanbul Tıp’ta okumaya başladığında İlim Yayma Vakfı öğrenci yurduna yerleşir. Metin Erkaya da o sıralarda yurt doktorudur. Tanışır ve sohbet ederler. Daha sonraki yıllarda da Hacı Bayrâm-ı Velî Camii’nin yanındaki muayenehanesinde ziyaret etmeye devam eder. Aynı zamanda Emin Acar’ın mua- yenehanesinde İsmail Turan Hoca hadis dersleri yapmaktadır. Bu derslere muntazaman katılan Metin Erkaya o günleri şöyle anlatır:
Sohbet esnasında zaman zaman, doktor beyin muayenehanesine mahsus kuşburnu çayı bardaklarla ikram ediliyordu. Acıkanlar için tepsilerde dilimlenmiş tam buğday ekmeği veya kepekli ekmekler dağıtılıyordu. Küçük kaplar içinde ekmeğin banılması için hazırlanmış toz halinde kekik, nane, susam, pul biber vs. den oluşan baharat karışımı veriliyordu. Her biri ayrı lezzette,
tarif edilmez bir memnuniyet doğuruyordu. Bütün bu ikramlar, doktor bey tarafından organize ediliyor, hazırlanıyordu.
Metin Erkaya, Emin Acar’ı en son 6 Haziran 2011’de ziyaret etmiş, “Nev-i şahsına münhasır muhterem doktor amcalarını tanısınlar” diyerek yanında çocuklarını da götürmeyi ihmal etmemiştir. Ne var ki bu son görüşmeleri olmuştur. Emin Acar, 3 Nisan 2016 günü Ankara’da bir kalp krizi sonucu vefat et- miştir.
Metin Erkaya’nın öğrencilik yıllarında örnek aldığı büyük- lerinden birisi de İlim Yayma Vakfı yöneticilerinden Dr. Asım Taşer’dir (ö. 2016). Metin Erkaya Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiyken 1975 yılının Ekim ayında İlim Yayma Yurdunda kalmaya başlamış, buradaki ikinci döneminde ise Öğrenci Tem- silcisi (Kültürel ve Sosyal Faaliyetlerden Sorumlu Başkan) seçil- miştir. O yıllarda yurtta öğrenci işleriyle ilgilenen Asım Taşer ile yakın ilişki kurması da bu dönemde olmuştur. O, yurttaki prob- lemleri kendisine bildirmek üzere zaman zaman Asım Taşer’in evine misafir olmuştur. Asım Taşer onları öğrenci faaliyetleri konusunda yönlendirip desteklemiş ve teşvik etmiştir. Bunun için Metin Erkaya, Asım Taşer’e hürmet ve sevgi beslemekte ve daima hayırla yâd etmektedir. Özellikle onun yurtta uyguladığı politika hayatı boyunca ona rehber olmuştur.
Metin Erkaya’nın hakkında yazı yazdığı kişilerden birisi de Sabri Uğur’dur (ö. 2017). Sabri Uğur, Metin Erkaya’nın İlim Yayma Yurdunda beraber kaldığı kırk yıllık dostudur. Beraber Mehmed Zâhid Efendi’nin sohbetlerine katılmış, kasetlerini çoğaltmış, afiş asmış, mitinglere katılmış, yurt içinde ve dışında muhtelif faaliyetler yapmışlardır. Metin Erkaya en son 1997’de Mehmed Zâhid Efendi’yi anma programı için konuşmacı olarak Balıkesir’e gittiğinde Sabri Uğur’a misafir olmuş, uzun uzun sohbet edip hasret gidermişlerdir. Sabri Uğur, siyasetten, tica- retten ve ekonomiden çok iyi anlayan, kendisini iyi yetiştirmiş bir kimsedir. Metin Erkaya, yurtta kaldığı zaman zarfında bu yönleriyle ondan istifade etmiştir. Balıkesir Belediye Başkanlığı
da yapan Uğur, Metin Erkaya ile benzer bir şekilde kalp kapa- ğındaki rahatsızlık nedeniyle bir operasyon geçirmiş taburcu olduktan birkaç gün sonra emboli atması sonucu 59 yaşında hayatını kaybetmiştir. Çok yakın bir dostunun erken yaşta vefat etmesi Metin Erkaya’yı derinden etkilemiştir. Metin Erkaya’nın hayatına etki eden daha birçok önemli isim bulunmaktadır. Burada yalnızca onun haklarında yazı yazdığı kişiler üzerinde durulmuştur. Allah hepsine rahmet eylesin...
7.6. Sevdiği Şiirler
Şiirler insanın iç dünyasını dışa vuran en önemli enstrüman- lardır. Söz ve düz yazı ile anlatılamayan pek çok duygu şiirler vasıtasıyla ifade edilir. Metin Erkaya da duygu ve düşüncelerini zaman zaman şiirler vasıtasıyla anlatmayı tercih etmişti. O, tıpkı Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinde olduğu gibi günlük konuşmalarında şiir okumayı ve sosyal medya paylaşımla- rında fotoğraflarla da zenginleştirerek şiir paylaşmayı seven bir tabiata sahipti. Bu bölümde kendi notlarından hareketle sevdiği şiirler tespit edilecektir. Bunların başında onun hem sosyal medyada hem de günlük hayatta sıklıkla okuduğu şu beyit gelmektedir: Benim iki cihân içre murâdım ol Hüdâ’dandır,
Ümîdim rûz-ı mahşerde Muhammed Mustafâ’dandır.
Bu şiir Metin Erkaya’nın 1974 yılına ait günlüğünün arka sayfasında yer almaktadır. Aynı beytin vefatından hemen önceki Facebook paylaşımında da yer alması, söz konusu şiirin onun düşünce dünyasında önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. Bu beyti dile getirerek o, iki cihanda tek isteğinin Allah Teâlâ’nın rızası olduğunu ikrar etmektedir. Bununla birlikte o, âhirette kendi amellerinden değil ancak Peygamber Efendimiz’in (sas) şefaatiyle cennete gireceği konusunda ümitvârdır. Bu beytin, onun attığı adımlarında kendisine rehberlik eden bir düşünceyi ifade ettiğini söylemek mümkündür.
***
Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinde okuduğu Allah’ın rah- metinin genişliğine dair Farsça mısralar da Metin Erkaya’nın konuşmalarında sıklıkla dile getirdiği bir beyit olmuştur: ﺣﻮﻳﺪ ﻧﻤﻰ ﺑﻬﺎ را رﺣﻤﺘﺶ
ﺟﻮﻳﺪ ﻣﻰ ﺑﻬﺎﻧﻪ را او ﺑﻠﻜﻪ
Rahmeteş râ bahâ nemi-hûyed;
Belki u râ bahâne mi-cûyed. O (Allah CC) rahmeti için bahâ (para/karşılık) istemiyor;
Belki rahmet etmek için bahâne arıyor.
***
Halvetî şeyhlerden şair Şemseddin Sivâsî’nin (ö. 1006/1597) kalp tasfiyesinin gerekliliğine dair bir şiiri:
Vâsıl olmaz Hakk’a kimse, cümleden dûr olmadan;
Kenz açılmaz şol gönülde, tâ ki pürnûr olmadan...
“Mûtû kable en temûtû” sırrına mazhar olan;
Haşr ü neşri gördü bunda, nefha-i sûr olmadan...
Sür çıkar ağyarı dilden, ta tecellî ede Hak;
Pâdişah konmaz saraya, hàne ma’mur olmadan...
(Şemseddin Sivâsî)
***
Fars Edebiyatı’nın büyük şairlerinden Sa’dî-i Şîrâzî’nin (ö. 691/1292) Allah’ın insanların rızıklarını verdiğine dair Farsça beyti ise şöyledir:
ﻣﺤﺮوم ﮐﻨﯽ ﮐﺠﺎ را دوﺳﺘﺎن
داری ﻧﻈﺮ دﺷﻤﻨﺎن ﺑﺎ ﮐﻪ ﺗﻮ
Dustân râ küca küni mahrum?Tû ki bâ düşmenân nazardârî!
(Şeyh Sa’dî-i Şirâzî)(Yâ Rabbi) Dostlarını hiç mahrum eder misin? Sen ki düşmanlarına bile rızık veriyorsun!
***
Diğer bir Farsça şiir de Allah Teâlâ’ya münâcaat tarzında- dır.
ﻣﻜﻨﻰ ﻫﻢ ﮔاﻩ ﺗﻜﻴﻪ ﺧﻠﻖ در رب، ﻳﺎ ﻣﻜﻨﻰ ﻫﻢ ﭘﺎدﺷﺎﻩ و ﮔداى ﻣﺤﺘﺎج
ﺳﻔﻴﺪ ﮔﺷﺖ ﻛﺮﻣﺖ از ﺳﻴﺎﻩ ﻣﻮى اﻳﻦ
ﻣﻜﻨﻰ ﻫﻢ ﺳﻴﺎﻩ روى ﺳﻔﻴﺪ ﻣﻮى ﺑﺎ
Yâ Rab, der-i halk tekyegâh hem mekünî,
Muhtâc-ı gedây u pâdşâh hem mekünî;İn mûy-i siyah ez keremet geşt sefîd,
Bâ mûy-i sefîd rû siyâh hem mekünî...Yâ Rab, halkın kapısına beni muhtaç eyleme,Beni dilenciye de padişaha da muhtaç eyleme,Bu siyah saçım, sakalım senin kereminle ağardı;Bu ağarmış saç ve sakalımla yüzümü kara eyleme!
***
İlk dönem mutasavvıflarından İbrahim b. Edhem’in (ö. 161/778) Allah’tan af ve merhamet isteğine dair bir beyti de şöyledir:
.دَﻋَﺎﻛَﺎ ﻓـَﻘَﺪْ ﺑِﺎﻟـﺬﱠﻧــْﺐِ ﻣُﻘِـﺮًّا أﺗَﺎﻛﺎَ؛ اﻟْﻌَﺎﺻِﻲ ﻋَﺒْﺪُكَ إِﻟٰﻬﻲ،
ﺳِﻮَاﻛَﺎ؟ ﻳـَﺮْﺣَﻢْ ﻓَﻤَﻦْ ﺗَﻄْﺮُدْ، وَإِنْ ﻟِﺬَاﻛَﺎ؛ أَﻫْﻞٌ ﻓَﺄَﻧْﺖَ ﺗَﻐْﻔِﺮْ، ﻓَﺈِنْ
İlâhî, abdüke’l-àsî etâkâ,Mukırran bi’z-zenbi fekad deàkâ.
Fein tağfir, feente ehlün lizâkâ;Ve in tatrud, femen yerham sivâkâ?(İbrâhim b. Edhem)
“Yâ Rabbi, àsî kulun senin kapına geldi; el açıyor, istiyor senden... Günahını, kusurunu biliyor; senden bir şey istemeye yüzü yok. Affedersen, affetmek senin şanındandır; kerem sahi- bisin, lütuf sahibisin. Bir de kapından kovarsan, senden başka kim merhamet eder, hangi kapıya gidilir?”
***
Metin Erkaya’nın daha çok Mehmed Zâhid Efendi’nin vefat yıldönümlerinde okuyup paylaştığı bir şiir de Allah’ın veli kullarının iki cihanda tasarruf ehli olduğuna dairdir.
İki cihanda tasarruf ehlidir rûh-u velî,
Deme kim mürdedir, bundan nice derman ola?Ruh şemşîr-i hüdâdır, ten gılâf olmuş ona,
Daha âlâ kâr eder, bir tığ ki uryan ola!
(Akşemseddin)
Vefat ettiğinde Allah’ın velî kulu, kılıcın kınından çıkınca işlevsel bir hale gelip daha iyi kestiği gibi daha etkin bir hale bürünür.
***
İnsanın ömrünü hep bir koşuşturma içerisinde geçirdiği, buna karşın Allah’a kulluğu hep ertelediğine dair bir şiir de şöyledir:
ﭘﺴﺘﻰ، ﻛﻮدﻛﻰ در
ﻣﺴﺘﻰ، ﺟﻮاﻧﻰ در
ﺳﺴﺘﻰ، ﭘﻴﺮى در
ﭘﺮﺳﺘﻰ؟ راﻛﻰ ﺧﺪاى ﭘﺲ
Der ködekî pestî,Der cevânî mestî, Der pîrî sestî, Pes huday râ key perestî?Çocuklukta oyun oynarsın.Gençlikte sarhoşluk edersin, aklın bir karış yukarıdadır. Yaşlılıkta da elin ayağın tutmaz, bir şey yapamazsın. Pekiyi, Allah’a ne zaman kulluk edeceksin? ***
Erzurumlu Osman Kemâlî Efendi’ye (ö. 1954) ait insanın kendi amellerini muhasebe etmesini teşvik eden bir beyit:
ﮔورور ﻛﻨﺪﻳﻦ دﻩ آﻳﻨﻪ ﮔوز ﺑﺎﻗﺴﻪ ﻳﻮزﻟﻪ ﻧﻪ ﻫﺮ
اوﻟﻤﺎﺳﻴﻦ ﺑﻬﺘﺎن ﻣﺮآﺗﻪ ﻛﻴﻢ اﻳﻠﻪ ﭘﺎك وﺟﻬﻜﻰ
Her ne yüzle baksa, göz âyinede kendin görür;Vechini pâk eyle kim, mir’âte bühtân olmasın! (Kemalî Efendi)İnsan aynaya nasıl bakarsa, kendini o yüzle görür.
Sen yüzünü temiz tut da aynayı yalancılıkla suçlama!
***
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin (ö. 672/1273) türbesinde bulunması itibariyle tanınmış olan ve aslen Ebû Saîd b. Ebü’l- Hayr’a (ö. 440/1049) ait olan şiir:
!ﺑﺎزآ ﻫﺴﺘﯽ آﻧﭽﻪ ﻫﺮ ﺑﺎزآ، ﺑﺎزآ
!ﺑﺎزآ ﭘﺮﺳﺘﯽ ﺑﺖ و ﮔﺒﺮ و ﮐﺎﻓﺮ ﮔﺮ
ﻧﻴﺴﺖ؛ ﻧﻮﻣﻴﺪی درﮔﻪ ﻣﺎ درﮔﻪ اﻳﻦ
!ﺑﺎزآ ﺷﮑﺴﺘﯽ ﺗﻮﺑﻪ اﮔﺮ ﺑﺎر ﺻﺪ
Bâz â bâz â, her an çi hestî bâz â!
Ger kâfir ü gebr u büt-perestî bâz â!İn dergeh-i mâ dergeh-i nevmîdî nist;Sad bâr eger tevbe şikestî bâz â!(Ebû Saîd b. Ebü’l-Hayr)
“Vazgeç, dön gel! Her ne olursan ol, o yanlış yolu bırak, dön gel! Kâfir de olsan, ateşperest de olsan, putperest de ol- san, bırak o yanlış yolu, vazgeç, dön, bu hak yola gel! Bizim şu dergâhımız, yâni Allah Teâlâ Hazretleri’nin dergâh-ı izzeti, ümitsizlik dergâhı değildir. Zayıflık gösterip, ayağın günaha kayıp da yüz defa tevbeni bozmuş olsan bile, yine dön, yine gel! Yine kabul eder Allah...”
***
Metin Erkaya, İskenderpaşa Camii ve Hocaefendi’leri ken- disine hatırlatan her şeye özlemle bakmaktadır. Bu kapsam- da Esad Hocaefendi’nin kitaplarında geçen bazı şiirler de bu duyguya uygunluk arz etmektedir. Kişinin sevdiğinin geçtiği mekânlara dahi onu hatırlattığı için sevgi beslemesine dair şiiri İskenderpaşa ile ilişkili olarak hatırlamaktadır: ﻟَﻴْﻠٰﻰ دِﻳَﺎرِ اﻟﺪِّﻳَﺎرِ ﻋَﻠَﻰ أَﻣُﺮﱡ
اﻟْﺠِﺪَارَا وَذَا اﻟْﺠِﺪارَ ذَا أُﻗـَﺒِّﻞُ
ﻗَﻠْﺒِﻲ ﺷَﻐَﻔْﻦَ اﻟﺪِّﻳَﺎرِ ﺣُﺐﱡ وَﻣَﺎ
ﺳَﻜَﻨَﺎﻟﺪِّﻳَﺎرَا ﻣَﻦْ ﺣُﺐﱡ وَﻟَﻜِﻦْ
Emurru ale’d-diyârı diyâri leylâ,
Ukabbilü ze’l-cidâri ve ze’l-cidârâ;Ve mâ hubbü’d-diyâri şegafne kalbî,
Ve lâkin hubbü men sekene’d-diyârâ.
“Leylâ’nı n bir ara oturup da göçtüğ ü o çad ırları nın oldu- ğu yerlerden ben de geçiyorum. Bir bu duvarı öpüyorum, bir o duvarı öpüyorum. Duvarları n, kerpiçlerin sevgisi kalbimi doldurmu ş değil. Fakat o diyarlarda bir ara oturmu ş kimsenin sevgisi kalbimi doldurmu ş da ondan öpüyorum.”
Mecnun’un dedi ği gibi: Ve mâ hubbü’d-diyâri şegafne kalbî,
Ve lâkin hubbü men sekene’d-diyârâ.
“Duvarları n, kerpiçlerin sevgisi kalbimi doldurmu ş değ il. Fakat o diyarlarda bir ara oturmu ş kimselerin sevgisi kalbimi doldurmu ş da o günleri ondan özlüyorum.”
***
Sâdî-i Şirâzî’nin başkalarının derdiyle dertlenmeye dair bir şiiri:
ﻳﮑﺪﻳﮕﺮﻧﺪ اﻋﻀﺎی آدم ﺑﻨﯽ
ﮔﻮﻫﺮﻧﺪ ﻳﮏ ز آﻓﺮﻳﻨﺶ در ﮐﻪ
روزﮔﺎر آورد درد ﺑﻪ ﻋﻀﻮی ﭼﻮ
ﻗﺮار ﻧﻤﺎﻧﺪ را ﻋﻀﻮﻫﺎ دﮔﺮ
ﻏﻤﯽ ﺑﯽ دﻳﮕﺮان ﻣﺤﻨﺖ ﮐﺰ ﺗﻮ
آدﻣﯽ ﻧﻬﻨﺪ ﻧﺎﻣﺖ ﮐﻪ ﻧﺸﺎﻳﺪ
Benî âdem a’zâyi yekdîgerendKi der âferiniş zi yek gevherend
Çü uzvî bederd âvered rüzgârDiger uzvhâ ra nemâned kararTu kez mihnet-i dîgerân bî gamîNeşâyed ki nâmet nehend âdemî(Şeyh Sadî-i Şirazî)Âdemoğulları aynı vücudun uzuvları gibidir, Çünkü aynı cevherden (topraktan) yaratılmışlardır.
Felek bir uzva elem getirse, Öbür uzuvların da huzuru kalmaz. Ey başkalarının acısıyla kaygılanmayan, Sana insan demek yakışık almaz.
***
Allah’a tevekkül ve tefviz etmeye; insanın başına gelen her şeyin Alalh’tan geldiğini düşünmeye dair bir beyit:
ﺑﻴﻞ آﺷﻨﺎدن ﻟﻄﻔﻰ ﻧﻪ اﻋﺪادن دﺳﺖ ﻗﻬﺮ ﻧﻪ
ﺑﻴﻞ ﻛﺒﺮﻳﺎدن ﺟﻨﺎب اﻳﺖ ﺗﻔﻮﻳﺾ ﺣﻘﻪ اﻣﻮرك Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lütfu âşinâdan bil;
Umûrun Hakk’a tefvîz et, Cenâb-ı Kibriyâ’dan bil!
Ne kahrı düşman elinden ne de lütfu dostlarından bil; Sen işlerini Allah’a havale et, her şeyin Cenâb-ı Kibriyâ’dan geldiğini bil!
***
Âlemde cereyan eden her şeyin Allah’ın takdiri ile olduğuna dair bir şiir:
Cümle işler Hàlik’ındır, kul eliyle işlenir;
Hakk’ın izni olmaz ise, sanma bir çöp deprenir.
Hak kulundan intikamın yine kul ile alır;
Bilmeyen ilm-i ledünni, onu kul yaptı sanır.
***
Zühdün dünyadan uzaklaşmak değil, insanı Allah’tan alıko- yan şeyden yüz çevirmek olduğunu ifade eden bir beyit:
ﺑﺪن ﻏﺎﻓﻞ ﺧﺪا از دﻧﻴﺎ؟ ﭼﻴﺴﺖ
زن و ﻓﺮزﻧﺪ و ﻧﻘﺪﻩ و ﻗﻤﺎش ﻧﻪ
Çîst dünyâ? Ez Hudâ gàfil buden,
Ne kumâş u nokde vü ferzend u zen.
(Mevlânâ)Dünya nedir? Allah’tan gafil olmaktır.Yoksa ne kumaştır ne paradır ne oğuldur ne kadındır. ***
Metin Erkaya’nın öğrencilik yıllarında çok okuduğu, ölümün
ansızın gelebileceği ve bunun için hazırlık yapılması gerektiğine dair Gönenli Mehmet Efendi’ye (ö. 1991) ait bir şiir:
Bitince zincir-i saat, durur rakkas, demez tık tık.
Çün an ömrün hitamında, câna derler hemen çık çık!
Alıp ibret bu saatten, muaddil ol her tâatten;
Yarın yevm-i kıyâmette, fayda vermez demek hık mık. (Gönenli Mehmet Efendi)
***
Metin Erkaya, Necip Fazıl Kısakürek’i (ö. 1983) anarken şu beytine yer vermiştir:
Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum; Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...
(Necip Fazıl Kısakürek)
Çay servisi yapıldığında ise şu şiiri okumaktaydı:Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!(Necip Fazıl Kısakürek)
***
Çayın kıva
mı ile ilgili söylenmiş bir beyit:
Çay kadehte dîde-efrûz olmalı
Lebrîz ü lebreng ü lebsûz olmalıDîde-efrûz: Göz alıcı/aydınlatıcı
Leb-rîz: Ağzına kadar -dolu-Leb-reng: Dudak rengindeLeb-sûz: Dudak yakıcı
***
Günahlar gizli olduğu için kimin hakikatte daha günahkâr olduğunun bilinemeyeceğine dair Osmanlı valilerinden Esad Muhlis Paşa’ya (ö. 1850) ait bir şiir:
Mey gibi bir haramın sekri olsaydı eğer;
Ol zaman ma’lûm olurdu mest kim, hüşyâr kim?
(Esad Muhlis Paşa)
Eğer içki gibi her haramın sarhoşluğu olsaydı;
O zaman anlaşılırdı sarhoş kim, ayık kim?
***
Metin Erkaya’nın öğrencilik yıllarında muhtelif hocaların- dan dinlediği şiirler de kendisine etki etmiştir. Bunlardan birisi dâhiliye hocası Prof. Dr. Cihat Abaoğlu’nun ilk derste okuduğu şiirdir. O, öğrencilere “Bilmediğiniz, anlamadığınız şeyleri sor- maktan çekinmeyin!” diyerek şu şiiri okumaktadır:
Bilirsin ki bilmezsin,Bir bilenden sormazsın;Bilirsin ki sorarsan,Bilirler ki bilmezsin!(Karacaoğlan)
***
Prof. Dr. Ayhan Songar’ın Psikiyatri kitabından bir şiir:
Anadolu’da bir köy,Köyün içinde bir ev,Evin içinde bir adam;Adamın içinde bir şeytan,Kezban, Kezban, Kezban...Bakt ım ki Kezban elden gidiyor,
Baktım ki işin sonu kötü;
Deh dedim aklımın eşeğine:
Usûlünce yürü!
***
TECELLİ
Nedir bu benim çilemHesap bilmemMuhasebede memurumEn sevdiğim yemek imambayıldı
DokunurBir kız tanırım çilliBen onu severimO beni sevmez(Oktay Rifat HOROZCU)
***
İnsanın kendi işini kendisinin yapabilecek donanıma sahip olmasını öğütleyen bir şiir:
Oğlum sana benden bir öğüt:
Kendi ununu kendi değirmeninde kendin öğüt!
Kendi işini kendi gören yiğit,
Kocar gider de yokluk yüzü görmez!
***
Babanın halini güzel bir şekilde anlatan, Metin Erkaya’nın zaman zaman okuyup tebessüm ettiği bir şiir:
BABAEvimizin direği
Altın gibi yüreğiEşek gibi çalışır.
Sanki sağmal ineği.
Ona biz baba deriz.O getirir biz yeriz.Bulamay ız dünya da.
Babam gibi bir keriz.Hasta oldum diyemez.Biz doymadan yiyemez.Ne mankafa u şaktır.
Yeni bir şey giyemez.
Varlık yokluk bilmeyiz.Sıramızı vermeyiz.
Siparişler gelmezse
O kerizi sevmeyiz.Etrafını sararız.Köpek gibi dalarız.
Dediklerimiz olmazsaAnamızı salarız
(Ekrem Kemal KIRMACI)
***
Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’inden çokça dile getirdiği bazı beyitler ise şöyledir:
Erbâb-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar;
Rencîde olur dîde-i huffâş ziyâdan
...
Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.
...İnsana sadâkat yakışır görse de ikrâh;
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah.
7.7. Sevdiği İlâhi ve Müzikler
Metin Erkaya’nın duygu dünyasında musikinin de ayrı bir yeri bulunmaktaydı. O ilâhi dinlemeyi de söylemeyi de sev- mekte, özellikle haftalık toplantılarında ilâhi söylettirir zaman zaman kendisi de buna eşlik ederdi. Onun müzik kültürünün gelişmesinde Esad Hocaefendi’nin etkisi bulunmaktaydı. Ni- tekim o, bir hatırasını şöyle anlatmaktaydı:
Haziran 1986 yılında, köydeki bahçemizde hac yemeğimiz vardı. Hocaefendi de teşrif ettiler. Yemekten sonra Hatm-i Hacegân yapıldı, sesli zikir yapıldı. Ankara İlahiyat mezunu Ahmed Özdil de vardı. Hocaefendi ondan ilâhi söylemesini istedi. O da Aziz Mahmud Hüdâî’den “Buyruğun tut Rahmân’ın, tevhide gel tevhide!” ilâhisi ile Yunus Emre’den “Er yarın Hak divanında belli olur” ilâhisini söyledi. Hocaefendi çok duygulandı, bak- tım gözlerinden yaşlar akıyordu. Bizden, bu ilâhileri kaydedip kendisine göndermemizi istedi.86
Metin Erkaya, ilâhilerin yanında def çalınmasından da hoş- lanırdı. Haftalık toplantılarda zikirleri def eşliğinde yaptırır, böylece hoş bir ortam oluşmasını isterdi. Yakın çevresinde- ki gençlerin de def çalmayı öğrenmesini teşvik ederdi. Metin 86 9.4.2013 Sincan/Ankara.
Erkaya’nın defe olan ilgisi de Esad Hocaefendi’den gelmekteydi. O, bir konuşmasında bu hususu şöyle anlatmaktaydı:
Eylül 1991’de, Özbekistan seyahati esnasında Gucdüvan’a, Ab- dülhalik-ı Gucdüvânî Hazretlerinin kabrini ziyarete gitmiştik. Buhara’ya dönüşte Hocaefendi ile aynı otobüsteydik. Konya’dan Ercan Uslu, güzel ilâhi söyleyen bir kardeşimizdi. Buhara’dan bir def almıştı. “Defle ilâhi söyleyebilir miyiz?” diye Hocaefendi’ye sordu. O da “Söyleyebilirsiniz.” dedi. Bunun üzerine defle üç beş ilâhi söyledi. Sonra Hocaefendi mikrofonu eline aldı, birkaç ilâhi de o söyledi. Peygamber Efendimiz ile ilgili ilâhilerdi.87
Metin Erkaya’nın sevdiği ilâhiler çoğunlukla Esad Hoca- efendi’nin bizzat söylediği ilâhilerden oluşuyordu. Yunus Em- re’nin “Ah nice bir uyursun, uyanmaz mısın?/Göçtü kervan kaldın dağlar başında...” ilâhisi de bunlardan biriydi. O, 4-7 Temmuz 1994 tahinde Kızılcahamam’da Esad Hocaefendi’nin de iştirak ettiği Teknik Eğitimliler Aile Eğitim Toplantısı’na katılmıştır. Orada kaldıkları bir akşam yatsı namazı ve hatm-i hacegânın ardından Esad Hocaefendi bizzat bu ilâhiyi söylemiş, Metin Erkaya da büyük keyif alarak dinlemiştir. Yunus sen bu dünyaya niye geldin?Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin!
Evliyaya uğramaz ise yolun,
Göçtü kervan kaldın dağlar başında...Esad Hocaefendi, bu ilâhiyi söyledikten sonra Yunus Emre’ nin kendisine hitaben “kaldın dağlar başında” vurgusunu yap- tığını ifade etmiştir. Metin Erkaya da bu ilâhiyi her söylediğinde o günleri yâd etmiş, buranın “kaldık dağlar başında” şeklinde yanlış okunduğunu belirtmiştir. Bu ilâhi aynı zamanda Turgut Özal’ın Hırvatistan’a gittiğinde Başşehri Zagreb Camii’nde ço- cukların koro halinde söylediği bir parçadır. Özal bu manzara karşısında duygulanarak gözyaşı dökmüş, bu durum Metin 87 9.4.2013 Sincan/Ankara.
Erkaya’yı da derinden etkilemiştir. Söz konusu ilâhi ile ilgili her konuşmasında bu hâdiseyi de anlatmıştır.
Metin Erkaya’nın, Esad Hocaefendi’den ilâhi dinlediği top- lantılardan birisi de 16 Mart 1996 tarihinde Sağlık Vakfı’nın bir toplantısı vesilesiyle gittiği Yalova’da gerçekleşmiştir. Metin Erkaya o günü şöyle anlatmaktadır:
Akşam konuşmalar bittikten sonra, Dr. Uğur Baran yönetimin- de ilâhiler söylendi. Çok zaman Hocaefendi de katılıyordu. Bir saat kadar devam etti. Hocaefendi çok duygulandı: “Bu ilâhiler söylenirken, ilâhileri yazan büyük zâtların ruhaniyeti söyleyenlere ve dinleyenlere tesir ediyor, çok güzel bir mânevî hava oluşuyor.” buyurdu.88
Metin Erkaya, Hocaefendi’den işittiği bu sözü hemen her ilâhinin arkasından anlatmıştır. O, bu sözün etkisiyle ilâhilerden büyük bir zevk alıyor, kendisini o büyük zâtlarla aynı meclis- teymiş gibi hissediyordu. Ayrıca söylenen ilâhilerin mânaları üzerine tefekkür ediyor, zaman zaman bu bağlamda izahlar da yapıyordu. Metin Erkaya’nın sevip dinlediği ilâhilerin bazılarını burada zikretmek gerekirse Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin şeyhi Üftâde Hazretleri hakkındaki methiyesi bunlar içerisinde en başta sayılabilir.
Bâğ-ı aşkın andelîbi Hazret-i Üftâde’dir
Derdli âşıklar tabîbi Hazret-i Üftâde’dir
Sebilci Hüseyin Efendi’nin bestelediği “Aşk bağının bül- bülü Hazret-i Üftade’dir.” anlamındaki beyitle başlayan bu ilâhi ile kendi şeyhini tahayyül etmektedir. Metin Erkaya’nın çok dinlediği ilâhilerden bazıları bizzat Esad Hocaefendi’nin sesiyle kayıtlara geçen ilâhilerdir. Bunlar arasında şu ilâhiler sayılabilir:
Buyruğun tut Rahmân’ın,
Tevhide gel tevhide!..Tazelensin imanın,
88 9.4.2013 Sincan/Ankara.
Tevhide gel tevhide!.. (Aziz Mahmud Hüdâyî)Taştı rahmet deryâsı,
Gark oldu cümle asi,Dört kitabın mânâsı,
Lâ ilâhe illallah...
(Yunus Emre)Aşkın ile àşıklar,Yansın yâ Rasûlallah!
İçip aşkın şarabın,
Kansın yâ Rasûlallah!
(Yunus Emre)Canım kurban olsun senin yoluna; Adı güzel kendi güzel Muhammed!Şefaat eyle bu kemter kuluna;Adı güzel kendi güzel Muhammed! (Yunus Emre)Ey Hâlik u ey lâ yezâl!Yâ Vâhid ü yâ zel-celâl!Ey pâdişah-ı bî-zeval
Yessir lenâ hayra’l-umûr (Sultan II. Mustafa)Ey garip bülbül diyâr ın kandedir?
Bir haber ver gülizârın kandedir?Sen bu ilde kimseye yâr olmad ın;
Var senin elbette yârın kandedir? (Niyazî-yi Mısrî)Bağdat yolu gözlerim,Ben şeyhimi özlerim!
Himmetidir sözlerim,Sultan Abdü’l-Kàdir’in... (Anonim)Metin Erkaya’nın musikiye olan ilgisi Klasik Türk Tasavvuf Musikisi ile sınırlı da değildi. Onun, İran ve Türk Sanat müziğine
de ilgisi bulunmaktaydı. Sebilci, Kani Karaca ve Şeceryan gibi sanatçıların eserlerini mütemadiyen dinlemekteydi. Şarkılar içe- risinde Kani Karaca’dan dinlediği şu mısralar zikredilebilir: Olmaz ilaç sine-i sâd pâreme Çare bulunmaz bilirim yâreme Baksa tabîbân-ı cihân çâreme Çare bulunmaz bilirim yâreme
(Namık Kemal)Metin Erkaya’nın son zamanlarında sıklıkla dinlediği par- çalardan biri de Bekir Sıdkı Sezgin’in besteleyip Alaeddin Yavaşça’nın seslendirdiği şarkıdır:
Sonbaharın bizi daldırdığı rüyâ geçici
Sararan dallarının çizdiği dünyâ geçici
Ellerin böyle sokulgan, nefesin böyle yakın
Bana dünyâları va’d etse de içten bakışın
O ışık kaynağı gözlerdeki mânâ geçici
Sararan dallarının çizdiği dünyâ geçici
(Mehmet Çınarlı)
Yine bu dönemde dinlediği hüzünlü şarkılardan birisi de Alaeddin Yavaşça’nın bestelediği şu şarkıdır:
Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yokBezminde kadeh k ırdığımız sevgililer yok
Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yok(Fâruk Nâfiz Çamlıbel)
İran müziğinden ise Muhammed Rıza Şeceryan’ın söylediği İran şairlerinden Hâfız-ı Şirâzî’ye (ö. 792/1390) ait “Gam Mehor” (Gam Yeme) şiiri önemli bir yer tutmaktadır.
Yûsuf-ı güm-geşte bâz âyed be-Ken’an, gam mehor
Külbe-î ahzan şeved rûzî gülistan, gam mehor
(Hâfız-ı Şirâzî)
(Döner yine Kenân’a kaybolan Yûsuf, üzülme!/Üzüntüler kulübesi gül bahçesi olur bir gün, üzülme!)
7.8. Mahzun Olduğu Bazı Meseleler
Hüzün tasavvufta bir makamdır.89 Nitekim insanın daima sevinç ve neşe içerisinde olması nefse hoş gelir. Buna mukabil mahzun olmak ise insana Allah’ı hatırlatıp dünyevî meşga- lelerden uzaklaştıracağı için makbul görülmektedir. Hüzün duygusunun olmadığı kalp ise harap addedilir. Allah Teâlâ, sevdiği kullarına bela ve musibetleri göndererek onların de- recelerini yükseltmektedir. Tarih boyunca en şiddetli belalar hiç şüphesiz peygamberlere onlardan sonra da Allah’ın sevgili kullarına gelmiştir. Bundan dolayı mahzun bir kalbe sahip olmak, kulun Allah karşısında huşû ve tevâzû sahibi olmasını sağlaması açısından önemli görülmüştür. Allah’ın gönlü mah- zun kullarından birisi de Metin Erkaya’dır.
Metin Erkaya, yaşamını İskenderpaşa’ya vakfetmiş fedakâr bir o kadar da cefâkâr bir müriddir. Gerek Hocaefendilerin sağ- lığında gerekse onların vefatının ardından kendisini mahzun edecek birtakım gelişmeler olmuştur. Henüz İstanbul’a gidişinin ikinci yılında İskenderpaşa Yurdundan çıkartılmasıyla başlayan bu hâdiseler İlim Yayma Yurdunda öğrencileri İskenderpaşa’ya götürmesi sebebiyle şiddete varan eylemlere dönüşmüş, sonraki yıllarda hazırladığı kitapların yayınlanmaması veya onun cemaat içerisinde aktif olmasının birtakım kimseler tarafından istenme- mesi neticesinde engellerle karşılaşmasıyla devam etmiştir.
Metin Erkaya, hayatı boyunca birtakım zorluklarla karşılaşsa da onu en çok mahzun eden mesele, İskenderpaşa’nın kademeli olarak yeryüzünden silinmesi olmuştur. Esad Hocaefendi’nin ve- fatının ardından yeni bir dönemde aynı aşk ve heyecanla yoluna devam edileceğini düşünen Metin Erkaya, yaşadığı gelişmeler karşısında büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır. Hocaefendiler- den kalan hatıralar bir bir ortadan kalkmış, kitaplar yayınlanmaz 89 Ebü’l-Kâsım Zeynülislâm Abdülkerîm b. Hevâzin Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, thk. Halil el-Mansûr (Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422), 174; Ebû İsmâil Pîr-i Herat Hâce Abdullah b. Muhammed b. Ali el-Ensârî Herevî, Kitâbu Menâzili’s- sâirîn (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1988), 25.
olmuş, öğrenci faaliyetleri durdurulmuş, vakıf malları satılmaya başlamış, okullar kapatılmış ve tasavvufî eğitim çerçevesindeki uygulamalar terk edilmiştir. Tüm bu gelişmeler Metin Erkaya’yı derinden etkilemiş ve gönlünü yaralamıştır. Metin Erkaya 1999 depreminde İskenderpaşa Camii’nin aldığı hasarı cemaatin durumuna benzetmektedir. Söz konu- su depremde minarenin bir kısmı kubbenin üzerine düşerek hasar vermiştir. Ona göre minare Esad Hocaefendi, kubbe de cemaate benzemektedir. Minare yeniden inşa edilmiş ama eskisinden eser kalmamıştır. Cemaate yeni bir format çekilmiş ama eskisinin üstünde yeller esmektedir.
Benzer bir akıbet cemaatin diğer müesseselerinin başına da gelmiştir. Bunlardan birisi de sembolik bir değeri olan Çilehâne Camii’dir. Metin Erkaya Facebook sayfasında Çilehâne’nin tadi- latı vesilesiyle bir şiir paylaşmıştır. Üsküdar Küçük Çamlıca’da bulunan Çilehâne Mescidi 1616 yılında Aziz Mahmud Hüdâyî tarafından inşa ettirilmiş, içerisinde bulunduğu rivâyet edilen çilehâneden dolayı bu adı almıştır. Günümüze kadar yapılan tadilatlarda bu halvet hücresi ortadan kalksa da mescid halen Çilehâne olarak anılmaya devam etmektedir. Esad Hocaefendi, 1960’lı yıllarda bu cami yakınlarında bir arsa satın almış, 1994’te ise inşa ettirdiği eve babası Halil Necati Coşan ve ağabeyi Mithat Coşan ile birlikte yerleşmiştir. Bu yıllarda mescidin harap halde olduğunu görünce Çilehaneyi Yaptırma ve Yaşatma Derneği adıyla bir dernek kurarak mescidi tekrar ibadete açmıştır. Mes- cid artık tasavvufî faaliyetlerin İskenderpaşa’dan sonraki bir merkezi haline gelmiştir. Sabahları Evrad okunmakta, hatm-i hâcegânlar yapılıp Ramazan aylarında i’tikâflara girilmektedir. Çilehâne’nin bu merkezî konumu, Esad Hocaefendi’nin vefa-tının ardından Halil Necati Coşan vasıtasıyla devam etmiştir. Ne var ki onun da ahirete irtihalinin ardından bu fonksiyonu ortadan kalkmış yapılan tadilatlarla o günlerden eser kalma- mıştır. Bunun üzerine Metin Erkaya da Harap Mâbed şiirini paylaşarak bir anlamda duygularını ifade etmiştir.
Harap Mâbed (Çilehane)
Vardım eşiğine yüzümü sürdüm, Etrafını bütün dikenler almış. Ulu mihrabında yazılar gördüm, Kim bilir ne mutlu zamandan kalmış! Batan güneşlerin ölgün nigâhı Karartıp bırakmış o kıblegâhı Mazlum bir ümmetin baht-ı siyahı Viran kubbesinde gölgeler salmış.İslâm’ ın bahtiyar bir zamanında
Âb-ı hayat varmış şadırvanında
Şimdi harab olan sâyebânında
Dem çeken kuşların ömrü azalmış!
Âyât-ı hikmet var kitabesinde,
Bir ders-i ibret var hitâbesinde;Bağ-ı cennet olan harâbesindeTekbir sadâları artık bunalmış. Hey Rıza secdeye baş koy da inle!
Taşlar dile gelsin senin derdinle!
Efsâne söy
leyim, ağla, hem dinle,
O şerefli mâzi meğer masalmış! (Rıza Tevfik Bölükbaşı)
Metin Erkaya’nın son yirmi yılı cemaatin nasıl bir değişim içerisinde olduğunu izleyerek geçti. Bu süreçte cemaat içindeki bazı menfaatperestler de ona sırt dönmüştü. Artık o, cemaat içerisinde dışlanmış ve lidere asilik etmiş bir konumda görülü- yordu. Hâlbuki o kendi oğluna bile Muharrem Nureddin ismini vermişti. Yıllarca kendisinden istifade etmiş pek çok arkadaşı cemaatin yetkililerinin rızası olmayacağı için kendisiyle selamı kesmişti. Facebook paylaşımlarını beğenmek adeta genel mer- keze isyan anlamına geliyordu. Diğer taraftan İskenderpaşa mahzurlu bir isim haline gelmişti. İskenderpaşa.com cemaatin resmî sitesi olmaktan çıkartılarak camiyi tanıtan bir web sayfası
haline dönüştürülmüştü. İskenderpaşa unutulmuş yerine Zinde ve Server gibi muhtelif isimler kullanılmaya başlamıştı. Nefis terbiyesi, doğal beslenmeye; öğrenci yetiştirmek yerini izciliğe bırakmıştı. İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî sözü bile sakıncalı hale gelmiş, bunun yerine bir alternatifmiş gibi innâ lillah ve innâ ilehyhi râciûn getirilmişti. Kitap çalışmaları engellenmiş, mahkemeye verilme tehditleri ile Hocaefendilerin sözlerinin sosyal medyada paylaşılması dahi yasaklanmıştı. Tüm bu ge- lişmeler Metin Erkaya’yı derinden etkilemiş, bu kederli sürece rağmen o fitneye mahal vermemek için susmayı tercih etmişti. Bu durum konuşmalarına ve günlük yaşantısına da yansımak- taydı. Düşünceli ve hüzünlü hali çevresindekilerin dikkatinden kaçmamaktaydı. O, adeta tasavvuftaki hüzün halini damarlarına kadar yaşıyordu. Bu ruh haliyle bir de sağlık problemleri baş göstermeye başladı. Kalp rahatsızlığının teşhisinden kısa bir müddet sonra da rahmet-i Rahmân’a kavuştu.
Dr. Metin Erkaya - 2016