• /
  • Kütüphane
  • /
  • İskenderpaşa’da Bir Velûd Derviş Dr. Metin Erkaya
  • /
  • HATIRALAR
FAALİYETLERİ

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HATIRALAR

Metin Erkaya, İskenderpaşa’nın tarihi açısından olduğu kadar onunla birebir görüşüp sohbetinde bulunmuş kişiler için de önemli bir şahsiyettir. Çevresindeki kimselerin bireysel yaşantılarına iz bırakması itibariyle Metin Erkaya’yı, yakınlarından dinlemek, kendisini daha detaylı tanı- mak açısından faydalı olacaktır. Bu bölümde, Metin Erkaya’nın kardeşleri, evlatları ve diğer tanıdıklarının onun hakkında yaz- dığı hatıralara ve sosyal medyada yapılan yorumlara yer veri- lecektir. Burada yazılan hatıralar ve hakkında yapılan yorum- larda Metin Erkaya’nın bireysel ilişkilerinde ne kadar içten ve samimi olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki sevenlerinin sosyal medyada bir iki satırlık da olsa yaptıkları yorumlar, Metin Erkaya’nın çevresindeki insan- lara nasıl bir etki bıraktığını da gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda Metin Erkaya’nın kendi hatıraları kadar onunla aynı sofraya oturmuş, sohbet etmiş, aynı gaye ile toplantılar düzen- lemiş, yayın faaliyetlerinde bulunmuş ve beraber gülüp beraber ağlamış yakınlarının yazdıkları onu daha yakından tanımak ve anlamak için değerli birer kaynaktır. Kitap içerisinde detaylarına yer verilemeyen bazı konulara bu hatıralarda değinilmiş olması da hatıraları ayrıca dikkate değer kılmaktadır.

184

DR. METİN ERKAYA NEYİNİZ OLUR?

Prof. Dr. Hasan Hüseyin ERKAYA1

Bir sohbet ortamı...

“Selâmün aleyküm!”“ Aleyküm selam!”

“Tanışalım!”“Hasan Hüseyin Erkaya, Sincan, Ankara.”“Hoca Efendilerimiz’in kitaplarını hazırlayan Dr. Metin Er- kaya ile bir bağınız var mı?”

“O benim Abim olur...” derdim gülümseyerek... Candan bir sohbet izlerdi tanışmayı.

***

Pek çok hâdiseyi yılı, ayı ve gününe kadar detaylı hatırlayan Metin abimin aksine, benim hafızam pek çok şeyi “uçucu” kısma almış olsa da çocukluk günlerimden silinmemiş bazı 1 Metin Erkaya’nın kardeşi olan Hasan Hüseyin Erkaya 1960 yılında Ankara’ya bağlı Sincan’ın Çiçektepe köyünde dünyaya geldi. Ortaokulu Sincan’da okudu. 1976 yılında Sincan Lisesini bitirdi. İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendis- liği bölümüne başladı. 1981’de İTÜ’den mezun oldu. Aynı yıl devlet bursuyla ABD’ye gitti. Arizona State University’de 1984’te yüksek lisans 1988’de doktora dereceleri aldı. 1988-1992 arası Old Dominion University’de öğretim üyesi olarak çalıştı. 1992-1993 arası Anadolu Üniversitesinde çalıştı. 1993’ten beri de Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Yarıiletken Elektroniği ve Raylı Sistemler alanında çalışmaları vardır. Çeşitli idari görevlerde bulunmuştur.

185

anları göz önüne getirebiliyorum. İlkokul öncesinde Cafer amcam, Edevye ablam ve Metin abimle birlikte Etimesgut’ta olsa gerek bir fotoğraf çektirmemiz... Babamın çakısını mık- natıslamaya çalışırken derince kesilen parmağımın sargısıyla fotoğrafta görünmesi... Yaz günlerinde köy camiinin giriş kısmında caminin iç kapısı önüne oturmuş imamımız, sağ tarafta namaz sûresi çalışan küçük çocuklar arasında ben ve sol tarafta okul sıra- larının bulunduğu odada Kur’an öğrencileri arasında Metin abim... Köydeki bahçe içindeki dut ağacında dut yiyen ben ve ki- tap okuyan Metin abim... Halamın bahçedeki gülden toplayıp şişelere koymamız, üstüne limon tuzu ve su koyarak gülsuyu yapmamız... Kelbekirler’den ödünç aldığımız kara eşeğin sırtında heybe içinde Kırkbayır’ın ardındaki bostan tarlasından ko- pardığımız henüz olgunlaşmaya başlamış üç-beş bostanı getirişimiz... Giderken eşeğin inatlaşması ve dönüşte köyü görünce kıvraması... Kırkbayır’ın ardındaki bostan tarlasında çapa yapmamız... Çapa yaparken çapanın mandalina kadar bir taşa çarpıp onu ikiye ayırması ve taşın içinden iri bir salyangoz fosili çıkması... Metin abimin o taşı saçkılığın kaşının saçağının altındaki bir oyukta özenle saklaması...

Bostan bozumu sonrasında saçkılığın kaşına konulmuş kü- çük kavunlardan birer tane yeyişimiz... Üstten bir delik açıp çekirdekleri kaşıkla boşalttıktan sonra yine kaşıkla koparıp yemeyi bana Metin abim göstermişti... Dut getirmek amacıyla Polatlar köyüne yürüyerek gidişimiz, gelin hanım halamızın bizi “köpeğin enikleri” diye karşılaması, birazcık tedirgin olsak da ona canımızın kaynaması, yol üzerin- de İncirlik ile Polatlar arasında gölet üzerindeki ini parmakla işaret etmemiz...

Bana namaz kılmayı öğretmesi... Beraber kıldığımız namaz-

186

lar... Sûre ve duaların baş kısımlarını benim duyacağım kadar hafif sesli okuması...

Sıcak yaz günlerinde Isıtma Pınarı oluklarındaki sulara “arılık, duruluk, gâvurlara gitsin mındarlık” diyerek atlayı- şımız... Harman yerinde atların çektiği düven üzerine bin- memiz...

Peçenek’te Şıh Ali dayımızın evinden bir çift beyaz güvercini getirmemiz... Metin abimin onlara ahırda yuva yapması...

TCDD Sincan İstasyonu’nda çalışan Ali İnce’nin memleke- ti Nevşehir’e gitmesi, orada çanak-çömlek yapımını görmesi, geldikten sonra da çanak çömlek yapıp saman ateşinde pişir- memiz...

Çiçektepe köyünde yaşadığımız bu olaylara ait anlar bir slayt gösterisi gibi gözümün önünden geçti... ***

Bizim, Mustafa Kurt ve Hüseyin Çakmak eniştemizin or- tak olduğu bir biçerdöver vardı: Massey Harris 90 SP. Biçim sırasında sap desteleri büyük olsun diye, sapı arka tarafta bi- riktirir, sapın altındaki tablayı iple çekerek boşaltırdık. Bazen zor olsa da küçük yaşlarda eğlenceli bir iş olarak ip çekme işini yapardık. Biçerdöver makinaları buğdayı işleyip dâneyi saptan ayırabilmeleri için sabit devirde çalıştırılırlar. Maki- nanın yürüme hızı vitesle birlikte hidrolik bir kolla motor milinde bir kasnağın ve şanzıman kasnağının çaplarının de- ğiştirilmesiyle ayarlanır. Kasnaklar arasında 3 cm kalınlığında 5 – 6 cm genişliğindeki yürüyüş kayışı bulunur. Şanzımandan çıkan 70 – 80 cm uzunluktaki akslar hareketi büyük tekerlek- lere iletirler. Sanırım fren mekanizması da şanzıman içinde bulunur. Biçerdöver üzerinde ip çektiğim sıralar iki veya üç defa bu aksların kaplinleri üzerindeki kaymayı önleyici pimin kesildiğine şahit oldum. “Akis kesme” diye tabir edilen bu olay sırasında biçerdöverin büyük tekeri boşa çıkar ve freni tutmaz. Operatör (babam) bu durumda direksiyonla makinayı yönlendirerek makinanın tablasını yere indirip toprağa sür-

187

ter ve biçerdöverin durmasını sağlardı. Bir keresinde Metin abim ip çekerken böyle bir olay yaşamış —birlikte de yaşamış olabiliriz. O gün Balargaç’taki büyük tarlada yaşanan bu olay sonrasında Metin abim biçerdöver ve traktörden uzak durdu. Kitap okumayı kendine iş edindi. Bu olayla ilişkili olsa gerek, araba kullanmayı da epeyce geç bir zamanda öğrendi.

Metin abim ilkokuldan sonra Sincan’da ortaokula başladı. İki yıl Osman amcam ve Nasibe nenemin yanında kaldı. Hafta sonlarında köye gelirdi. Zaten babam ile Cafer amcam her sabah cip ile Sincan’a manifatura-tuhafiye-kavafiye dükkânlarına gider akşama dönerlerdi. Nasibe nenem biraz kuralcı ve titiz biriydi. Abim eve geldiğinde “hırçınlaşırdı” desem?

Öğretmenler harita çizimi ödevi verirlerdi. Pek çok çocuk defter sayfasına gazyağı sürterek sayfanın şeffaf hale gelmesi- ni sağlar, haritanın üzerine sayfayı koyup kalemle üzerinden giderdi. Sonrasında gazyağı uçardı ama kokusu kalırdı geriye. Metin abim gazyağı ile değil de harita ve defter üzerine eşit sa-yıda kareler çizerek haritayı oluşturmuştu. Bu şekilde haritayı büyütmek ve küçültmek mümkün olmuştu.

Bir gün köyün yaşlılarından rahmetli Nazile (İpek) nene bize oturmaya geldi. Anam ve teyzem vardı evde. Sohbet sırasında Nazile nene romatizma ağrılarından bahsederken “tomatisma” demişti... Bize çok komik gelmişti... Metin abimle birbirimize bakarak yarı gizli yarı aşikâr kıkır kıkır gülmüştük...

Bol bol kitap okurdu Metin abim. Radyoda Yaşar Kemal’in İnce Memed kitabı dizi olarak yayınlanmıştı. İlkokuldayken o kitabını aldırıp okumuştu diye hatırlıyorum. Sonraları ben de okudum o kitabı... Tarlalarda savrulan keteğen dikenini kitapta bahsedilen “çakırdikeni” diye düşünmüşümdür hep.

Metin abim lise yıllarında Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Mesnevi’sini okumuş, insanın bir mürşidi olması gerektiği mesajını almış ve böyle bir mürşidi İstanbul’da bulmuştu. 1972 yılı olsa gerek, Metin abimle İstanbul’a gittik. Ortaköy’de Portakal Yokuşu civarında ilk boğaz köprüsünün Avrupa

188

ayağına yakın bir yerde Abdurrahman Paşa Köşkü2 vardı. Yıldız DMMA’da mühendislik okuyan, aralarında Rüstem Altınbaş ve Mehmet İncili ağabeylerin de bulunduğu bir grup öğrenci bu ahşap köşkte kalıyorlardı. Biz de yanlarında 8-10 gün kadar kaldık. O günlerde Mehmed Zâhid Kotku hocamızı ziyaret etmişiz... Ben küçük olduğumdan herhalde olayların ve öneminin tam farkında değildim. Metin abim orada aradığı mürşidi bulmuş... Ben, elimde bir dürbün, boğazdan geçen gemileri ve Boğaz Köprüsünün taşıyıcı halatını oluşturacak telleri bir uçtan diğer uca tek tek çeken tekerleği seyretmekle meşguldüm. Metin abim 1973’te üniversite sınavına girmişti. Henüz mer- kezi yerleştirme uygulanmıyordu. Bölümlere ön kayıt yapılıyor, kontenjanlar dâhilinde kesin kayıt yapılıyor, kayıt süresinde kesin kayıt yaptırmayanlar yerine sıradaki adaylar alınıyordu. İstanbul Üniversitesi, Çapa Tıp Fakültesine ön kayıt yaptırdığını bana söylemiş ve “kimseye söyleme” diye de tembih etmişti. Süre uzayınca, ODTÜ Makine Mühendisliği bölümüne kayıt yaptırıp bir süre İngilizce hazırlığa devam etti. Daha sonra İstanbul Tıp’a kayıt sırası gelince, ODTÜ’yü bırakıp İstanbul’a gitti.

Metin abim İstanbul’da İskenderpaşa Camii Yurdunda kalıyordu. Ben lisedeyken beni İstanbul’a götürdü. Rahmetli Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi Hazretleri’ni evinde ziyaret etmiştik. Bana ders tarif etmişti. Rahmetli hocamızdan bahse- derken herkes “Efendi Hazretleri” ifadesini kullanırdı. Efendi Hazretleri’nin eli benim bir elimin üstünde, benim diğer elim metin abimin bir elinin üstünde, metin abimin diğer eli de Efen- di Hazretleri’nde... Zikr-i Kalbî telkini sırasında çarpılmış gibi hissetmiştim...

Metin abimi İskenderpaşa Yurdunda iken bir defa daha ziya- ret etmiştim. Anî bir karardı. Giderken kardeşim Muhammed’i 2 https://pbs.twimg.com/media/BX6Mg_KCQAAz806?format=jpg&name=small

189

de götürmüştüm. İstanbul’a ilk defa otobüsle gitmiş oluyor- dum. Harem’den araba vapuruyla karşıya geçerken, daha 4-5 yaşında olan kardeşim denizdeki suyu görünce bana sorma- dan edemedi: “Abi! Belediye bu kadar suyu nereden almış?” Sincan’da sularımız sık kesilirdi de... Metin abime sürpriz yapmıştık... O gün kılık kıyafetime özen göstermem hususunda beni uyarmıştı.

1976’da liseyi bitirdim. Üniversiteye giremezsem açıkta kalmayayım diye Hava Harp Okulu ve Deniz Harp Okulu sınavlarına girdim. Hava harp okulu sınavlarına İzmir’de girdim. Sınav ve mülâkatı geçtim ama sağlık muayenesinde sinüzit nedeniyle elendim. Aradan bir süre geçti; Deniz Harp Okulu Sınavı’nı geçtiğime ve sağlık muayenesi için İstanbul’da Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ne gitmem gerektiğine dair bir mektup aldım. Mektup bana ulaştığında muayeneler başla- mıştı. Rahmetli Osman amcam “Atla bir taksiye git!” dedi. “Apca, Sincan’dan İstanbul’a taksiyle gidilir mi? Kim bilir ne kadar para tutar,” dedim. Amcam, “Evladım, parayı biz böyle bir zamanda harcamayacaksak niye kazanıyoruz?” diyerek ruhuma önemli bir esası nakşetti. Akşam Anadolu Ekspresi ile İstanbul’a gittim. Metin abim Vefa Lisesinin yanında bulu- nan İlim Yayma Yurduna geçmişti. Sabah İstanbul’a varınca abimle telefonda görüştüm. Bana “yanlış yapıyorsun” dedi. Ben yine de Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde sağlık muayene turuna başladım. Akşam Heybeliada’daki Deniz Harp Okulu yatakhanesinde kaldım. Metin abim ile yaptığım ikinci telefon görüşmesinde beni Deniz Harp Okulu’ndan ayrılmaya ikna etti. Zaten ben de “üniversiteye giremezsem” diye bir alterna- tif olarak düşünmüştüm. Sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesine yerleştirildim... 1976 güzünde üniversiteye başladım. İlim Yayma Yurdunda Metin abim ve Deniz Kılıç’ın da olduğu bir odaya verildim. Metin abim yurdun revir odasında dururdu. Yurt yönetiminin bir parçasıydı. Odalarımız esas itibariyle ranzalı yatakhaneydi.

190

Ders çalışmak için bir kütüphanemiz, yemek ve çay için bir kan- tinimiz, bir de küçük odalarında ders çalışılabilen yurda bitişik taş duvarlı medresemiz vardı. Medresenin bir de mutfağı vardı. Bu mutfakta bazı öğrenciler arada bir yemek yaparlardı. Metin abim bazı günler beni yemek yapmak için bir şeyler almaya gönderir kendisi de yemek yapardı. 5-6 kişilik bir grup sahur yemeği yerdik. Ramazan’da, kandillerde ve başka bazı günlerde İskenderpaşa Yurdunun yemekhanesinde iftar olurdu. Tekkenin çorbasından istifade etmeye gayret ederdik. Bazı günler de yurt yakınında olan, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı ve Süleymaniye arasında kalan bir kebapçıda karnımızı doyururduk.

İlim Yayma Yurdunda iki yıl kaldım. Daha sonra Taksim’de Kutlu Sokak’ta bulunan Ahmedağa’ya geçtim. Ahmedağa dört katlı eski bir bina idi. 25 kadar Teknik Üniversite öğrencisi o binayı yurt olarak kullanıyorduk. Mezun oluncaya kadar orada kaldım.

İstanbul’da pazar günleri ikindi namazından sonra İskender- paşa’da hadis sohbetine giderdik. Okulda dersimiz yoksa cuma namazını da İskenderpaşa’da kılmaya gayret eder, Efendi Haz- retlerinin Cuma sohbetini dinlerdik. Pazar günleri Metin abimle İskenderpaşa’da görüşürdük. Metin abim pek çok öğrenciye kol kanat gerer, onların ha- dis sohbetlerinden ve Hocaefendilerimizden istifade etmesi- ne gayret ederdi. O sıralar yaygın olan öğrenci olaylarından yurttaki öğrencileri uzak tutmaya çalışırdı. 1 Mayıs 1977 günü Taksim’den uzak durulmasını tembih etmişti herkese. Kanlı olaylar başlayınca, yurtta kalan meraklı bir öğrenci Taksim’den İlim Yayma Yurduna kadar koşarak gelmişti. O öğrenciye çok kızmıştı diye hatırlıyorum. O öğrenci ilginç bir tipti; sanırım bir genetik sorun nedeniyle yüzünde ve başında hiç tüy veya saç yoktu. O haliyle her görenin dikkatini çekerdi. Olayı hatırlama nedeni de o olabilir.3


3 32. Gün programında kanlı 1 Mayıs 1977 olayları: https://www.youtube.com/

watch?v=c2YdLxNjqXg

191

Metin abim’i askerlik yaptığı sırada Edremit, Akçay’da bir defa ziyarete gittim. 31 Aralık 1981 günü de Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla yüksek lisans ve doktora yapmak üzere yurt dışına çıktım. Yurt dışında olduğum sürede Metin abimle iletişimimiz mektuplarla oldu. Metin abim mektuplarıyla beni yurt dışında da koruyup kollamaya gayret etti. Allah ondan razı olsun.

Gazetecilik, Yayıncılık

Metin abimin gazetecilik ve yayıncılık faaliyetleri Sincan’ın eski çarşısındaki çeşmenin yanında yayınlanan Lâle duvar gaze- tesiyle başladı desem yanlış olmaz. Sincan’ın eski çarşısı, Atatürk caddesi üzerinde, tren istasyonu peronları boyuncaydı. Doğu tarafında Lâle Caddesi, batı tarafında da PTT’nin olduğu 4. So- kak çarşının iki ucunu belirliyordu. Çarşıda karşılıklı dükkânlar vardı. Ortaya yakın bir yerde istasyona çıkan bir yol vardı. Yol üstünde de Köroğlulları’nın bir büfesi... O yolun sonuna bir alt geçit yapılmıştı, benim Sincan’da olmadığım yıllarda... Çeşmenin yanında sinema afişlerinin asıldığı bir pano, bir de camekân içinde bir duvar gazetesi vardı. Duvar gazetesiyle tahminim TCDD’de görevli Ali İnce ilgileniyordu.

Rüstem Altınbaş Ağabey 1973 yılı seçimlerinde MSP’den Sincan’da Belediye Başkan adayı olmuştu. Onu desteklemek amacıyla Bizim Sincan adı altında bir gazete çıkarmaya başla- mıştık. Gazetenin (sıcak) dizgisi Ankara’da yapılıyordu. Sincan Matbaası’nın yeni aldığı Heidelberg makinada da basılıyordu. Detaylarını yine Ali Turgut Ağabey’e sormak lazım. Ben Mu- zaffer Yurtseven ile haber topluyordum. Metin abim de yazı yazıyordu diye hatırlıyorum.

Sonraları MTTB Sincan Şubesi’ni açmıştık. Orada da bir bülten çıkarıyorduk. Almanya’dan kesin dönüş yapmış bir abi- miz (sanayide dükkânı vardı) Erbakan Hoca’ya (Milli Selamet Partisi’ne desek daha doğru olacak) bağışlanan bir Mercedes araba getirmişti. O abimiz bir de mürekkepli teksir makinası

192

getirmişti (Gestetner markalı olsa gerek4). Mumlu kâğıtla ha- zırlanan yazıyı çoğaltmada kullanılan bu makinayı bu abimiz bize vermişti. Biz de bülten çıkarmaya başlamıştık.

Bu teksir makinasından bir tane de İlim Yayma Yurdunda bir medrese odasında vardı. Tıpçılar ders notlarını onunla çoğal- tırlardı. Metin abim de tasavvufa giriş ders tarifini o makinada çoğaltmıştı bir aralar. Fotokopi makinaları henüz pek yaygın değildi.

Teknik Üniversite’de iken İranlı bir sınıf arkadaşımdan İran’ dan bir portatif daktilo getirmesini istemiştim. Türkçe bir dak- tiloyu da ben Ankara’dan almıştım. Bu iki daktilo teksir ma- kinasının mumlu kâğıtlarına yazı yazmada epeyce kullanıldı. Metin abimin yayına hazırladığı kitaplarda bu daktilolar da kullanılmıştır diye tahmin ediyorum.

Sonra 80’li yılların sonlarına doğru bilgisayarlar yaygınlaştı. Kitaplar Macintosh bilgisayarda hazırlanmaya başlandı. Metin abimin Özbekçe kitabı için ben KIRIL alfabesi fontları almıştım. Sonra da Metin abimin talebi üzerine FontMonger diye bir programla Türkçe harflere karşılık gelecek şekilde fontların yerlerini değiştirmiş yeni bir font düzenlemesi elde etmiştim. Bildiğimiz Türkçe karakterlerle yazılan yazının sadece fontunu değiştirmekle Özbekçesini elde etmiş oluyorduk. Metin abim muayenehanesini bir yayınevine dönüştürmüştü. Ben uzaklardayken de rahmetli İsmail Turan Hoca’dan sahih Müslim dersleri almış... Ankara’da yayınlanırken İslâm, Kadın ve Aile, İlim ve Sanat ve Panzehir dergilerin yayın kurullarında bulunmuş... Son 25 yıldan fazla bir zamandır da kendini rahmetli Mahmud Esad Coşan ve Mehmed Zâhid Kotku hocalarımızın hadis sohbetlerinin yazıya geçirilmesine adamış, ciltlerce kitabı hadislerin kaynaklarını da belirterek yayına hazırlamıştır. *** 4 https://en.exploriso.info/wp-content/uploads/2017/05/gestetner-366-768x576.

jpg

193

Metin abimin koruyucu ve kollayıcı kanatları yurt dışına çıkışımdan sonra da mektupları aracılığıyla beni sarmaya devam etti. Bazen inat bazen de aşırı iyimserlik nedeniyle tavsiyelerine uymadığım oldu. Şimdileri “kendim ettim kendim buldum” türkü sözlerini mırıldandığım vakıalar ta o tavsiyelere kadar uzanmaktalar desem yanlış olmaz.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Metin Erkaya abim, pek çok insanın hayatına güzel bir dokunuşla dokunmuş, benim sevip sayıp örnek aldığım ve yokluğunu derinden hissettiğim bir “bilge” şahsiyetti. Allah ondan razı olsun. Habîbine komşu eylesin.

11 Mart 2023 - Eskişehir

Metin Erkaya - Hasan Hüseyin Erkaya - 2006

194

ALTMIŞ YIL BERABER YAŞADIK METİN ABİMLE

Hacı Ali ERKAYA1

Kurtşıh Köyü’nde anamla babamın, Nihat ve Edevye’den sonra üçüncü evlatları olarak 1957’de dünyaya geldiğinde ona “Abdulmetin” ismini vermişlerdi. İlkokulu köyde bitirip, orta- okula Sincan’da başlamış; Osman amcamın yanında Erkayalar Apartmanı’nın olduğu yerde bulunan iki katlı evinde, iki yıl zorunlu ikamete maruz kalmıştı.

Babam, Cafer amcamla her gün çarşıdaki manifatura dükkâ- nımıza gelip giderken; çocukların okuyabilmesi için Eylül 1969’ da köyden Sincan’a taşındıklarında, Metin abi, ortaokul üçün- cü sınıfa başlamıştı. Muhammed yeni doğmuş, Edevye abla 1 Metin Erkaya’nın kardeşi. Hacı Ali Erkaya, 1962 yılında Ankara Sincan’a bağlı Çiçektepe köyünde dünyaya geldi. Ortaokulu ve liseyi Sincan’da okudu. 1979’da İstanbul’da İDMMA İnşaat Bölümünü kazandı. 1983 yılında okulu bitirdi, inşaat mühendisi oldu. Öğrencilik yıllarında Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi’nin, sohbetlerine devam etti, onları teyple kaydetti. Onun vefatından sonra M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin sohbetlerine devam etti. 1984 yılına kadar sohbetleri teybe aldı. Onun tavsiye ettiği vakıf ve öğrenci faaliyetlerine katıldı. Mezuniyetten sonra Sincan’da ticaretle meşgul oldu. Bir ara müteahhitlik yaptı. Hakyol Vak- fının çalışmalarına katıldı. Ferda Kolejinin kuruluşunda yönetici olarak çalıştı. 1991’de Metin Erkaya ile birlikte Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi’den Özel Sohbetler

kitabını hazırladı. 1994-2001 yılları arasında Son Uyarı dergisini çıkardı, dergide yazılar yazdı. 2001 yılında M. Esad Coşan Hocamız hakkında Hocamızın Ardından

kitabını hazırladı. Halen Ankara’da ticaretle meşgul olmaktadır.

195

gelin olmuş, Nihat abi köyde kalmıştı. Köydeki gibi Karanfil sokaktaki bu evde de kalabalık ve hareketli bir ortamdaydı. Plevne Okuluna beraber giden kardeşleri; Hasan abi beşinci, ben ikinci, Yusuf birinci sınıfta, Fatma çok küçük, Ganime he- nüz doğmamıştı.

Temmuz 1972’de lise öğrencisi iken, bir mürşid-i kâmile bağlı olmanın lüzumunu öğrenmiş; Hasan abi ile İstanbul’a gitmiş, Rüs- tem abi ve diğer Yıldız’lı öğrencilerin kaldığı Ortaköy’deki köşkte bir süre kalmış, bu arada İskenderpaşa Camii’ne gidip Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’ye intisab etmişti. 1973 Mayıs’ında anam ve teyzeme de Ankara’ya gelen Hocaefendi’den ders aldırmıştı. Ders tarifi yazısı, tesbihat, nafile namazlar ailede herkesin ilgisini çekiyor, Hocaefendi’nin muhabbeti de yayılıyordu.

Biz ilkokulu bitirirken Metin abi Kurtuluş Lisesinden me- zun olmuştu. Üniversite sınavları sonrası önce ODTÜ Makine Bölümü’ne bir süre devam etmiş, daha sonra İstanbul Üniver- sitesi Çapa Tıp Fakültesine kayıt yaptırmıştı. Artık medar-ı iftiharımız, doktor abimizdi.

Üniversite tahsili için İstanbul’a gideceği gün evdeki hüzünlü bir toplulukla beraber istasyona yürüdü. Vedalaşma sonrası Anadolu Ekspresine bindi. Tren düdük çalıp hareket edince geride kalanlara uzun süre el salladı. Dizel lokomotif, gecenin sessizliğini bölen motor sesiyle hızla ilerlerken, pencereden geriye baktığında anne-babasını, kardeşlerini ve yeni vefat eden teyzesini düşündü... Ne ağlayabiliyordu ne de susabiliyordu. Vagonların tekerlerinin raylara çarparak çıkardığı tak tak sesleri, içindeki hıçkırıklara karışıyordu. Artık hayatının yeni bir safhası başlıyordu. Gittiği yer sev- gilinin yurdu, “Gönüller Sultanı’nın” dergâhıydı. Eskişehir’de lokomotif değişirken verilen uzun molada satıcıların haykırış- ları, düşüncelerine ara verdi.

—Yoğurt!

—Taze yoğurt!

—Haşhaşlı, susamlı çörek yoğurt!

196

Haydarpaşa’da demiryolu bitti, denizyolu başladı. Şehir hat- ları vapuru, suları yarıp köpürterek Karaköy İskelesine varınca bu kez karayolu başladı. Dolmuş taksiye binip Galata Köprüsünü geçip Fatih’e vardı. İskenderpaşa’ya yürüdü. II. Bayezid’in veziri İskender Paşa tarafından yaptırılan caminin avlusunda Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’nin evi, alt katında 30 kişinin kalabildiği yurt, en alt katında da yemekhane vardı.

Kasım 1973’ten itibaren iki yıl İskenderpaşa Yurdunda ka- lırken, Hocaefendi’nin çok yakınında tekke terbiyesi gördü. Hocaefendi caminin imamı idi. Beş vakit cemaate katılma; sabah evradı, hatm-i hâcegânlar, cuma ve pazar hadis derslerini takip imkânı buldu. Kahvaltılar, iftarlar, ziyaretler ve yeni arkadaş- larının intisabı vesileleri ile Hocaefendi’nin öğretilerinden çok istifade etti.

1975’te cami derneği yöneticilerinin, Yıldız’da olan olayları bahane ederek İskenderpaşa Yurdunu kapatmasıyla Metin abiler, çok üzgün bir halde İlim Yayma Yurduna geçtiler. İlim Yayma Yurdu, Vefa semtinde Kovacılar Caddesi No: 85’te Vefa Lisesi yanında idi. Onun da yanında Şehzadebaşı Camii bulunmaktaydı. Üç katlı, 350 kişilik yurdun zemin katındaki dükkânların karşısı Vefa Bozacısıydı. Bitişikteki Ekmekçizâde Ahmet Paşa Medresesi, Vakıflar tarafından restore edilip yurda tahsis edilmişti. Duvardan açılan geçitten yurda bağlanmıştı. Revakları, odaları, mescidi ve bahçesiyle çok şirin bir yapıydı. Yurdun giriş katında idari odalar, büyükçe bir kütüphane, yemekhane; üst katlar ranzalı yatakhaneler, en üst katta mescid ve küçük kütüphane, bodrum katlarda çamaşırhane ve hamam vardı.

İlim Yayma Yurdundaki faaliyetlerine çok yoğun zaman harcamışlar kısa sürede yönetimde söz sahibi olmuşlardı. Öğ- renciler sabah namazına kaldırılıyor, mescitte cemaatle namaz kılınıyor, İskenderpaşa’daki hadis sohbetlerine teşvik ediliyor, siyasi grup ve olaylardan uzak tutulmaya çalışılıyor, Hocaefendi ve cemaat tanıtılmaya çalışılıyordu.

197

Namaz kılmayan, olaylara karışan, kavmiyetçilik yapan ve yurtta huzursuzluk çıkaran bazı öğrencilerin yurttan ilişiğini kesmişlerdi. Bunlardan bir grup, bir gece yarısı yurdu basmışlar, Metin abiyi darp etmek istemişler, çıkan arbedede püskürtü- lünce kaçmışlardı. Fakat müteakip günlerde Metin abiyi takibe aldıklarından Yıldız’dan bazı arkadaşlarının refakatiyle okula gidip geliyordu. Yalnız okula gideceği bir gün, Şehzadebaşı’nda dolmuş durağında beklerken Diyarbakır’lı Şeyhmus ve berabe- rindekilerin saldırısına uğramış, ön dişi şehid olmuştu.

Bu olaylar uzun süre Metin abiyi çok olumsuz etkilemiş ve mezuniyetinin gecikmesine de neden olmuştu. Saldırgan eşkı- ya başının belasını ise Aziz-i Züntikam vermişti. Yıllar sonra yazdığı, sade suya tirit bir yazıdan mahkûm olmuş, cezasını çekerken, hapishanede infaz edilmiş; yandaşlarınca da zindan şehidi(!) ilan edilmişti.

Hasan Hüseyin abi de İTÜ Elektrik Bölümüne başlayınca, iki yıl Metin abi ile İlim Yayma Yurdunda beraber kalmışlardı. Benim de Hocamız’a yakın olma arzusuyla, İstanbul’da okuma isteğim artıyordu. İki abimin de orada olmaları ayrı bir nimetti.

Şubat 1979’da Sincan’dan arkadaşlarla Hocaefendi’yi ziya- ret için trenle İstanbul’a gittiğimizde Hasan Hüseyin abi bizi Haydarpaşa’da karşılayıp İlim Yayma Yurduna Metin abinin yanına götürmüş; birkaç gün misafiri olurken, tarihi mekânlara ziyaretlerimizi de beraber yapmıştık. Yurttaki öğrencilerin de- vam ettiği, Ebül Vefa Hazretleri’nin Türbesi karşısındaki Menek- şe Lokantasında “az çorba ve az pilav üstü kuru” siparişlerine bol kepçe servis yapılması, bize çok ilginç gelmişti. Bu İstanbul ziyareti, üniversite sınavlarına hazırlanmam için bana çok büyük gayret vermişti.

1979 sınavında Yıldız İnşaat Bölümünü kazanmıştım. Yazın Hocaefendi Ankara’ya gelmiş, Polatlar köyünde de camide bir program düzenlenmişti. İstanbul’a gidince biz de böyle Hoca- mızın yakınında olabilecektik. Sonbaharda bir grup arkadaşla İstanbul’a Metin abinin yanına gitmiştik. İlim Yayma’dan bir

198

arkadaşı kayıt işlerinde yardımcı olması için benimle okula göndermişti. Okul açılmadan iki gün önce İstanbul’a gelmemi, cumartesi günü yapılacak Yıldız’lı öğrencilerin okul toplantısına ve pa- zar günü İskenderpaşa’daki Hadis dersine mutlaka katılmamı tembihlemişti. Ben de önden gidenlerin peşinden aynı güzergâhtan; Ana- dolu Expresiyle Haydarpaşa’ya, vapurla Karaköy’e, dolmuş taksiyle de Saraçhane’ye, oradan da yürüyerek İlim Yayma Yurduna vardım. Metin abi beni karşıladı. 9 numaralı, 4 ranzalı, 8 kişilik odada Yıldız’dan arkadaşlarla kalacaktım. Birinci katta Vefa Bozacısı’nın tam karşısıydı. Metin abi de iç avluya bakan 12 numaralı, tıpçıların odasındaydı. Eşyalarımı yerleştirip arka- daşlarla tanıştık. Giriş katındaki doktor odasına geçtik. Metin abi beni yurt müdürü ve muhasebe odasındaki görevlilerle tanıştırdı, kayıt yapıldı. Artık resmen İlim Yayma’lı olmuştuk.

Sıkı yönetimin gergin ortamında, arkadaşlarla Saraçhane’de toplanıp aynı otobüse binip Yıldız’da indik. Camide diğer grup- larla beraber yürüyerek okula girdik. Girişte ve katlarda asker- ler vardı. Daha ilk teneffüste koridorda olaylar başlamış, bazı öğrenciler gözaltına alınmışlardı. Akşam yurda gelip olanları Metin abime anlattığımda çok dikkatli olmamı, olaylara karış- mamamı istemişti.

Perşembe akşamları yurttan İskenderpaşa’ya, Metin abi ve arkadaşlarla gidiyorduk. Camideki amcalar her biri evliya gibi mübarek insanlardı. Bizim cemaatin yaşlı müridleri, başka ce- maatlerin şeyhlerinden daha kıymetli görünüyordu. Yatsı nama- zından sonra hatm-i hacegân yapılıyor, cami avlusunda başka yerlerden gelen arkadaşlarla uzun sohbetler, görüşmeler yapı- lıyordu. Cuma namazlarına da bazen okuldan geliyorduk. Pazar ikindi namazı sonrası ise hadis dersi başlıyordu. Esad Hocaefendi Ankara’dan gelip sohbet ediyordu. Dersten sonra içeride yaşlı amcalar hatim cüzleri okurken, dış avluda miting meydanını andıran çok yoğun bir öğrenci topluluğu birbirleriyle

199

tanışıyor, görüşüyordu. Hasan Hüseyin abiyle de burada üç kardeş görüşüyorduk. Hadis derslerini küçük teyple kaydedip, çoğaltıp müteakip derste isteyenlere ulaştırıyorduk. Metin abi başlattığı bu faaliyetle, acil durumlarda yurtta doktor odasında teypten teybe kayıt yapıyor; hızlı ve çoklu çoğaltmaları Unkapanı İMÇ’de kasetçilerde yaptırıyordu. Çok güzel bir kaset kapağı da hazırlayıp matbaada bastırmış, Mehmed Zahid Kotku ve Mahmud Esad Co- şan Hocaefendilerin sohbet arşivlerini oluşturmaya başlamıştı.

Petrol ithalatında sıkıntı yaşandığından yurtta kaloriferler çalış- mıyordu. 25 Kasım 1979 gecesi müthiş bir patlama sesiyle uyandık. Yurda bomba atıldı sanmıştık. Boğazda Haydarpaşa açıklarında İndepenta isimli petrol tankeri, kuru yük gemisiyle çarpışmış, denize yayılan petrol bir ay sonunda söndürülebilmişti. Yurdun kapısına bombalı pankart asıldığında ve kantinde kahvaltıda iken boş odalardan birine ses bombası atıldığında da Metin abi ile beraberdik. Küçük bir cep alıcısından İran İnkilâbı’nın Sesi Radyosu’nun Esad Hocamızla röportajını din- lemiştik medrese bahçesinde... Kantindeki televizyondan Çağrı filmini izlemiştik tüm öğrencilerle beraber. Kütüphanenin girişindeki büyük aynada “Allah’ım beni güzel yarattığın gibi, ahlâkımı da güzelleştir...” yazılıydı. Ma- salardan birinin üzerinde duran Ayhan Songar’ın Psikiyatri kitabı herkesin ilgisini çekerdi. Oturup sayfalarını karıştırırdı işi olmayan. Kitaptaki bazı şiirleri Metin abi de konuşma ara- larında dile getirirdi. Anadolu’da bir köy,

Köyün içinde bir ev,Evin içinde bir adam,Adamın içinde bir şeytan.Kezban, Kezban, Kezban...Bakt ım ki Kezban elden gidiyor,

Baktım ki işin sonu kötü,

Deh dedim aklımın eşeğine,

Usulünce yürü...

200

Akıncılar’ın Kayseri’deki yürüyüş ve mitingine otobüsle giderken ve MSP’nin İzmit mitingine trenle giderken Metin abi ile istişare etmiştik.

Mehmed Zahid Hocaefendi’nin ameliyat olduktan sonra- ki ziyaretlerine beraber gitmiştik. Tedricen iyileşirlerken her yandan ziyaretçiler de İskenderpaşa’ya akın ediyordu. Cuma namazlarına çıkmaya başlamışlardı. Namazdan sonra müezzin mahfilinde ayakta kısa konuşma yapıyorlar, eve geçiyorlardı. Burada ziyaret yapılıyor, ders tarifi, hatm-i hâcegân da yapıldığı oluyordu. Kandil gecelerinde sohbetleri ve teravih namazlarına katılımı oluyordu. Metin abiyle beraber biz de o meclislerde bulunma nimetine nail oluyorduk. 12 Eylül 1980 darbesinde biz yurtta idik. Metin abiler bir arkadaşın evinde idiler. Darbeden ve sokağa çıkma yasağın- dan haberleri olmadığından cuma namazına giderken askerler tarafından gözaltına alınmışlardı. Bizim yurtta kalan ve başın- da hiç tüy bitmeyen şüpheli çocuk akşam vakti dışarı çıkınca askerlerin ateş açmasıyla yurda girmiş, peşinden askerler ve polisler yurdu basıp tüm öğrencileri avluya indirip o çocuğu aramışlardı. Tek sıra ellerimizi kaldırıp duvara yaslanmış halde saatlerce bekletilmiş, kurşuna dizileceğimiz endişesiyle çok uzun bir gece geçirmiştik.

Hocamız hastalığı nüksedip Arabistan’dan dönmüştü. Dua- lar ediliyordu. 13 Kasım 1980 günü okuldan yurda gelip Metin abinin odasına gittiğimde, kalabalık arkadaş grubu hüzünle konuşuyorlardı. Metin abi, Hocamızın vefatını söylemişti. O akşam yurdun üst mescidinde ihvan ile toplanıp neler olabi- leceği konuşuldu. Vazifenin Esad Hocamız’a verildiği açıklan- mamıştı. Ertesi gün cuma namazını müteakiben Süleymaniye Camii’ nde cenaze namazı için toplanıldı. Sincan’dan Osman amca, Hacı Abdullah dayı ve Rüstem abi de gelmişlerdi. Necati amcanın cenaze namazını kıldıracağı beklenirken; yine malûm kişiler Mahmud Efendi’yi öne sürerek namazı ona kıldırtmışlardı. Sıkı-

201

yönetim olmasına rağmen çok kalabalık bir cemaatin katılımıyla cenaze, gözyaşlarıyla Süleymaniye haziresine defnedildi. Her gün hatimler okunuyor, kabir ziyaretleri yapılıyordu.

Mehmed Zahid Kotku Hocaefendimizin aramızdan ayrılma- sından sonra; Metin abinin de mezuniyetiyle birlikte İstanbul’dan ayrılacak olmasından, yurttaki arkadaşlar çok üzüntülüydü. Metin abiyi uğurlamak ve vedalaşmak için hepsi zemin katta toplanmışlardı. Yurttan hüzünlü bir ayrılıştan sonra, arabayla Karaköy İskelesi’ne, oradan da vapurla Haydarpaşa’ya geçildi. Anadolu Ekspresi’nden el sallayarak, yedi yıldır kaldığı sevgili İstanbul’dan ayrı bir hüzünle ayrılıyordu.

Askerliğe, Mamak Muhabere Okulunda yedek subay temel eğitimi alarak başladı. Buradan Balıkesir Edremit’e tabip asteğ- men olarak tayini çıktı. Yazın da Akçay’da askeri kampta göreve devam etti. Metin abi fırsat buldukça hafta sonları İstanbul’a geliyordu. Hadis derslerine katılıyor, yurttaki ziyaretlerine de- vam ediyordu. Bir keresinde de ben, otobüsle kendisini ziya-rete gitmiştim. Yaz günüydü. Susurluk’ta otobüs mola vermiş meşhur ayranlardan içtikten sonra, akşam Edremit’te camide buluşup evine geçmiştik. Görev yaptığı kampta da akşama kadar beraberdik.

Askerlikte çektiği sıkıntıları, bölük komutanıyla, tugay ko- mutanıyla yaşadığı olayları, Necati amcayla hatıralarını, sıkıntılı durumlarda “Hüvallahüllezi” tavsiyelerini anlatırdı.

Askerlikten sonra Sincan’da muayenehane açmaya karar ver- mişti. Serbest çalışmak istiyordu. Vatan Caddesi’ndeki dükkânın üst katında bir mekân oluşturdu. Bekleme kısmı, kütüphane çalışma odası, muayene odası ve küçük bir mutfak laboratuvarı vardı. Açılışta, Esad Hocaefendi’nin yoğun çalışmaları oldu- ğundan, kendisini davet etmekten çekinmişti.

Fakat, Hocaefendimiz sonradan muayenehaneye gelip dualar etmişti. Kısa zamanda muayenehane, hastalar tara- fından ve cemaatten arkadaşlar tarafından çok ziyaret edilen bir mekân haline gelmişti. O yıllarda sağlık hizmetleri çok

202

yaygın değildi. Hasta olanlar muayenehaneye getirilir ya da gelemeyecek durumdaysa Metin abi arabayla hastanın evine götürülürdü. Şifa kapısı olmuştu. Esad Hocaefendi de birçok kere muayenehaneye gelmişti.

Ali dedemin vefatını, Esad Hocaefendimizin taziye için köydeki bahçemize geleceklerini de ben yurtta iken Metin abi telefonla arayıp haber vermişti.

***

Metin abinin düğününde, dinî nikâhını Hocaefendimiz kıy- mıştı. Karanfil sokaktaki evimizin üst katındaki dairede erkek misafirler toplanmıştı. Hocaefendi kendi el yazısıyla nikâh met- nini yazıp şahitlere de imzalatmıştı.

***

Metin abi muayenehanenin üst katındaki 5 numaralı daireye taşındığında Refah Partisi’nin kuruluş süreci idi. Hocaefendi, haftalık sohbet toplantılarının biri için Metin abinin evinde iken; Refah Partisi Kurucu Başkanı Ahmet Tekdal istişare için gel- miş, görüşme yapmıştı. Cemaatin bir çalışması olarak başlayan Refah Partisi’nin kuruluş ve teşkilatlanmasında Metin abi de katılımda bulundu. İlçe teşkilatı, Öncü Sokakta ikinci katta tek odalı bir büroda kuruldu. 1984 mahalli seçimlerinde Anavatan Partisi, Sincan Belediye Başkan adaylığı için Metin abiye teklifte bulundu, fakat o, kabul etmedi. Refah Partisinden de Rüstem Altınbaş aday gösterildi. Seçimi ANAP kazanmıştı.

***

1984’te benim düğünümde de Hocaefendi dini nikâhımızı kıyarken, Arabî daktiloda nikâh metnini Metin abi hazırlamıştı. 1986’da ben Diyarbakır’da asker iken, Metin abiler karayoluyla hacca gitmişlerdi. Meşakkatli Hac yolunda Osman ve Cafer amcamların çok sabırlı ve tahammüllü olduklarını methederek anlatırdı.

***

Hocaefendi pazar günleri İskenderpaşa Camii’nde hadis derslerine devam ederken, Metin abi ile beraber ayda bir İstan-

203

bul’a giderdik. Banliyö treni ile Sincan’dan Ankara Gar’a gidip, oradan şimdiki Büyükşehir Belediye binasının olduğu yerde bulunan Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali AŞOT’a yürür- dük. Bolu Dağı’nda çay molalı gece yolculuğu sonunda; Topkapı Anadolu Otogarından dolmuşla İskenderpaşa’ya, sabah nama- zına yetişirdik. Evrâd-ı Şerîf okunduktan sonra işrak namazı kılınıp musafahalaşma yapılır, Hocamız oradaysa elini öper, duadan sonra cami avlusunda görüşmeler yapardık. Caminin önünden Kıztaşı’na doğru giderken soldaki lokantaya uğrar, ilk denememde Metin abinin, “güzel olur” diyerek beni cesaret- lendirdiği paça çorbasından içerdik. Yürüyerek Saraçhane’den Şehzadebaşı Camii avlusuna; kadınların dilek tutup çaput bağla- dığı Helvacı Baba’nın helva dağıttığı çınar ağacının kenarından, anahtar uydurup kısmet açmak için kapısına üşüştükleri mina- renin yanından geçip, İlim Yayma Yurdunun önüne çıkardık. “Ah eski günler!” diyerek hatıralarımızı birbirimize aktararak Süleymaniye’ye doğru yokuşu tırmanırken; öğrencilik yıllarında alışveriş yaptığımız Müslüman Bakkal’ı da anardık. Heyecanla, sağlığında ziyaret ediyor gibi, Mehmed Zahid Ho- camızın ve diğer şeyh efendilerin kabirlerini ziyaret edip camiye geçerdik. Öğle namazı sonrası caminin doğu avlusundan Haliç ve Boğaz manzarasını izler, ikindi namazı sonrası yapılacak hadis dersi için İskenderpaşa’ya dönerdik. Hocaefendi’nin katıl- dığı kandil, anma ve sair programlara da aynı şekilde katılırdık. Seha’dan son çıkan kitap ve kasetlerden alırdık. Hocaefendi’nin oğlu Nureddin Bey’in İskenderpaşa’da yapılan düğününe ve torunlarının sünnet düğünlerine de beraber gitmiştik...

***

Ankara Demetevler, Öz Elif Sitesi Camii’nde, Hocaefendi Hadis sohbetleri yaparken çok defa beraber izlerdik. Mehmed Zahid Kotku Hocamızın öncülüğünde kurulan Öz Elif Sitesi 70’li yıllarda dindar insanlar için “kurtarılmış bölge” işlevi görmüş- tü. İnançlarını özgürce yaşayıp, çocuklarını dindar yetiştirmek isteyenlerin yaşamak için ilk tercihi olan bu sitenin camiine

204

Esad Hocamız geldiğinde, çevre il ve ilçelerden çok kişi sohbete katılırdı. İskenderpaşa’yı hatırlatan bir ortam oluşurdu. Metin abinin teklifiyle, sohbette terlemiş olan Hocamızı cami kapısından, damadı Ali Uyarel Bey’in evinin olduğu 3. Blok ka- pısına kadar yeni aldığımız Kartal arabayla götürdüğümüzde; “Yeni mi?” diye sormuşlar, dua etmişlerdi. Kayınpederlerimiz Mehmet Emin Bey ve Kâmil Bey, Öz Elif Sitesi’nde ikamet et- mekteyken, ailece ziyaretler için arabayla gidiş dönüşlerimiz oluyordu. Bir keresinde (1987) Öz Elif’e giderken İstanbul yolunda ciddi bir trafik kazası da yaşamıştık. Arkadan gelen aracın çarptığında Zahid, Esad ve Mehmed Zahid de arabada bulunuyordu. ***

80’li yılların sonuna doğru İskenderpaşa’nın vakıf ve yayın- cılık faaliyeti, özellikle de İslâm Mecmuası çok büyük bir hizmet görüyordu. Hocamızın mesajları geniş kitlelere ulaşıyordu. Tira- jı yüz bini aşmıştı. Metin abi de bu faaliyetlerin içinde idi. Refah Partisi teşkilatının lider kadrosu ise bu gelişmelerden oldukça rahatsızdı. Kasım 1987 sayısının kapağına parti başkanının res- mini koymak istemişler, Hocaefendi razı olmamış, arşivinden Mehmed Zahid Kotku’nun (rh.a) fotoğrafını koydurmuştu. Parti yönetimi, kendi etkileri altındaki Zahid Akman, Hasan Hüseyin Ceylan, Zekeriya Karaman ve Ferman Karaçam gibi mecmua çalışanlarını topluca istifa ettirip dergileri çıkartılamaz hale getirmişlerdi. İslâm Dergisi’nden kopanlar ödüllerini hemen aldılar. Milletve- kili oldular. Şirketler kurdular. Belediyelere fuar organizasyon- ları yaptılar. YİMPAŞ parasıyla “Politik Araştırmalar Merkezi” kurdular. ABD’ye bursa gönderildiler. Televizyon yöneticisi oldular, Büyüdüler... Ünlendiler... Geçmişte karşı çıktıkları her şeyi bu kez kendileri yapıyordu. Popüler dünyanın figürleriy- diler artık. Her gün televizyon ekranındaydılar. 450 milyon dolarlık Armada İş Merkezi’nin sahibi oldular! Diğer şirketleri, işleri, yatırımları, Deniz Feneri’ni yazmaya gerek var mı? Artık

205

milyon dolarları telaffuz ediyorlardı. Her şey ne kadar kolay ve çabuk oluvermişti! İnsan sormadan edemiyor: İslâm Dergisi

günlerini hiç anımsıyorlar mı? (Soner Yalçın)

Ankara’ya gelen Esad Hocaefendi, çok üzgün bir halde İstanbul’a dönüp; yeni bir kadro oluşturma yoluna gitmişti. Metin abi de çok üzgün bir halde gelişmeleri çevresine ak- tarıyordu. İnternet, sosyal medya yoktu. Telefon ve mektup kullanılıyordu. Erbakan ve partisinin cemaate tasallutu devam ediyordu. Yeni kurulan ekiplere de adamlarını sokup çalışmaları sekteye uğratmayı deniyorlardı. 5 Mayıs 1990 ve 26 Mayıs 1990 konuşmalarında ve İslâm Mecmuası Temmuz 1990 başmakale- sinde Hocaefendi, çok önemli konuları gündeme getiriyordu. İslâm’da cemaatle beraber olunması tavsiye edilir. Cemaat- le beraber olmak “hakla”, “hakikatle” beraber olmaktır! Tek başına olsa bile, hakikatle beraber olan cemaattir. Hakikatten kopmuş olanlar, milyonlarca da olsa tefrikadadır. Bugün ma- alesef tüm İslâm âlemi emperyalist güçlerin sultası altındadır. Kuş uçurtmazlar, takip ederler... Hem de kendisi takip etmez... Amerika seni John’la takip etmez, Smith’le takip etmez. Adı senin benim gibi olan Müslümanla takip eder; canına okur.

Herkese ajan demiyoruz; metot bilmediğinden, ilimden uzak ol- duğundan emperyalist onu kullanır, fark etmez. Sahte birtakım organizasyonlar var, topluyorlar insanları etraflarında, ondan sonra onları toptan satıyorlar! Götürüyor, olmadık yere bağ- lıyor... Mü’min feraset gözüyle bunları anlayabilmeli. Hizmet ediyorum diyen insanları, organizasyonları irfân teraziniz ile tartın! Böyle birtakım insanlara, organizasyonlara körü körüne bağlanmayın! Her birinize istiklâl tavsiye ediyorum. Hür olun, hizmeti kendiniz tespit edin, yapmaya çalışın!

Kendi keyfine göre bir yol tutturmuş, “Cihad emiriyim!” diyor. Ne cihadı?.. Fi gayri sebilillâh cihad!.. Böyle, Allah yolunda cihad değil ki bu!.. 40 yıldır tanıdığımız insan, tam 40 yıldır tanıştığı- mız desteklediğimiz insan, beslediğimiz insan, varlığımızın her çeşidiyle katıldığımız insan; kardeşlerimizin parasıyla bütçesi

206

şişmiş, kabarmış insan, Almanya’dan valizlerle gelen marklarla Suud’dan, Kuveyt’ten gelen paralarla zenginlemiş insan... Bütün gençlerimizle, okuyan talebelerle seçim meydanlarında; Erzurum’un dağlarında, filanca yerin, Samsun’un, Terme’nin, Fatsa’nın köylerinde destekleğimiz insan; bu mudur ahde vefa?.. Bu mudur dervişlik?.. Sen, bu tekkenin mensubu değil miydin?.. Sen, “Bizim yolumuz, tekke adabıdır!” demiyor muydun?.. Sen, “Herkesin intisabı olması lazım!” demiyor muydun?.. Derviş, şeyhinin sözünü dinlemezse dervişliği nerde kalır?.. Öyle saçma şey mi olur?

Üzülerek belirteyim ki o siyasiler, hizmetine ve desteğine ver- diğimiz kardeşlerimizin bizden kopmasını sağlamağa çalışmış, yoğun yanlış propaganda ile fikir ve gönülleri bulandırmış, ihvanın inanç ve edep yapılarını zedelemiş, Müslümanları bir- birine düşürmüş, ahidlerini zedelemiş bulunuyor. Ama hayret edilecek bir şeydir parti, siyasi rakipleri ile değil de bizim gibi kendisini en son noktaya kadar destekleyenlerle uğraşıyor; kendisinden farklı yumuşak ve sevgiye dayalı üslupla halka ve hakka hizmet etmek isteyenlere anlayış göstermiyor, hayat hakkı tanımak istemiyor, şiddetli rekabet ve husumet yapıyor. Ayrıca dinin ve tasavvufun kurallarını keyfi yorumluyor. İşine geldiği zaman mezhebimizin kabul etmediği işleri yapıyor. Bunların gerekirse müşahhas misallerini açıklayabilirim. Bizim bunları kabul etmemiz imkansızdır.

Ayrıca parti genel kurumuyla tüm inanları ısındıracak, hepsini kardeşçe kucaklama vasfını yitirmiş görünüyor. İçte ve dışta pek çok kızgın ve küskün peyda etmiş; dostça ve haklı ikazda tenkitte bulunanları dışlamış, karşısında olan iyi niyetli insanları suçlama ve karalama yoluna gitmiş, baştan beri daima adam harcamış; yani tüm Müslümanlarla uyum içinde, dostça, halka halka çalışan, birleştirici, kavuşturucu, geliştirici, çalışma ya- pamadığını fiilen göstermiş; senelerce onun selahını ve ıslahını ümitlerini boşa çıkarmış, şimdi tam bir şahıs saltanat partisi ol- muş, kaydıhayat şartıyla başkanlık sistemini benimsemiştir.

207

Basına da yansıyan bu konuşmalar büyük ilgi uyandırmıştı. Küresel emperyalist güçlerin faaliyetlerine karşı Hocaefendi, cemaatini ve müesseselerini korumaya çalışıyordu. Metin abi de yalınkılıç Hocaefendi’nin paralelinde eylem ve söylemlerde bu- lunuyordu. “Bir Parti ve Biz” başlığındaki konuşmaları çoğaltıp, yurt içinde ve dışında yayılmasına çalıştı. Bu nedenle dünyanın her yerinden hiç tanımadığı hasımları çıkıyordu. Cemaatten bir kısmının gönülleri Hocaefendi’den, kılıçları partiden yana saf tutmaya başlamıştı.

İstanbul’dan gelen görevli arkadaşların son gelişmeleri aktar- mak üzere Öz Elif’teki toplantılarına Metin abi ile beraber katıl- mıştık. İnsanlar “nereden çıktı bu mevzular” der gibi anlamakta zorlanmaktaydı. Partiyle organik ilişkisi olanların gelişmeleri kabullenmesi daha da zordu.

***

1990 Haziran’ında İSPA ile Mekke’ye gittiğimizde Hocae- fendi, binbir güçlükle başka ülkelerden vize aldırarak insanları Hacca götürebilmenin mutluluğunu yaşıyordu. Servisle otele dönerken aile büyüklerimizi sormuşlar, Metin abiye de selam söylemişlerdi. Mina, Arafat, Müzdelife ve sair hac görevlerinden sonra Türkiye’ye dönmüşlerdi. Mina’da tünel faciasında ölenler için İstanbul’da gıyabi cenaze namazı kıldırmışlardı. Yeşilköy Havalimanına bizi Yusuf götürmüş ve getirmişti. Muayeneha- nede Hac hatıralarımızı Metin abi ile paylaşmıştık.

***

10-11 Kasım 1990 tarihlerinde İstanbul Aya İrini’de Mehmed Zahid Kotku (rh.a) Hocaefendi’nin vefatının 10. yılı münase- betiyle bir sempozyum düzenlenmişti. Metin abi ile beraber programa biz de katılmıştık. Esad Hocaefendimiz tarihi kilisenin salonunda müthiş bir açılış konuşması yapmış, adeta “kubbe havaya kalkıp geri oturmuştu.” Basın mensuplarıyla beraber ben de ilk defa fotoğrafını çekmiştim. Yoğun geçen programda birinci gün akşamı bizi Selman Çınar misafir etmiş, ertesi gün

208

kahvaltıdan sonra program devam etmişti. Konuşmalar daha sonra kitap olarak yayımlanmıştı.

***

Ağustos 1991’de Metin abi, İSPA Turizm aracılığıyla Esad Hocaefendi’nin de bulunduğu bir grupla birlikte Azerbaycan ve Özbekistan gezisine katıldı. Bakü’de üç gün konaklayıp Özbekistan’da yedi gün kalarak Taşkent, Semerkant ve Buhara şehirlerini ziyaret etti. Biz de çok arzu etmemize rağmen, inşaata yeni başladığımızdan bu geziye ve sonrasında Hocaefendi’nin gezi hatıralarını anlattığı İstanbul’daki Boğaz turuna da katı- lamamıştık.

Hocaefendi’nin umreye gideceği bir seferde, Sincan’dan Kar- tal arabaya binip, Hakkı abi, Dişçi Nureddin abi ve Metin abi ile beraber İstanbul Yeşilköy Havaalanı’na uğurlama programına katılmıştık. Dönüşte yorgunluktan dolayı Hakkı abi bagaj kıs- mını tercih etmişti.

Kasım 1991’de Süleymaniye Camii’nde Mehmed Zahid Kot ku Hocaefendi’nin vefat yıldönümü vesilesiyle yapılacak programa katılmak üzere Ankara’dan yola çıktık. Rüstem abi- nin teklifiyle Anadolu Ekspresi kuşetli vagon tercih edilmişti. Metin abi, babam, Osman amcam ve Sincan cemaatinden on iki kişiydik. Karaköy’de Arab Camii’ne uğradık. Haliç’ten mo- torla geçip Eyüp Sultan’a ulaştık. Ziyaretlerden sonra akşam Süleymaniye’de idik. Esad Hocaefendi başka bir ilde oldukla- rından programa katılamamışlardı. Her yerde 13 Kasım vefat gününde Hocamız’ın anılması geleneksel hale gelmişti.

***

Yeni başlatılan ve sonra yaygınlaştırılan programlardan biri de “Aile Eğitim Programları”ydı. Ocak 1992’de Ayvalık Murat Reis Otel’de yapılan programa karlı bir kış gününde Ankara’dan giden arkadaşlarla beraber bir otobüse binerek Metin abi ile katıldık. Aileler otelin ana binasında kalırken, yalnız gelenler villalara yerleştirildik. Soğuk mekâna rağmen Hocaefendi ve diğer konuşmacılar sıcak konulara temas etmişlerdi. Cuma na-

209

mazı için Ayvalık’a gidilmişti. Çok verimli güzel bir program, ilâhilerle sona ermişti. ***

Hasan Hüseyin abi Amerika’da iken bir bilgisayar alıp kul- lanmaya başlamamızı tavsiye ediyordu. Nasıl bir bilgisayar alalım derken bize Macintosh tavsiye etti. Amerika’dan Ma- cintosh SE bilgisayar ve mürekkep püskürtmeli HP yazıcı ithal etmiştik. Metin abi teknolojiye çok meraklı ve kabiliyetliydi. Kısa zamanda yayıncılık faaliyetlerine başlamamıza bu bilgi- sayar vesile oldu.

Panzehir Dergisi Ankara’da okuyan tıplı arkadaşların çalışma- larıyla yayına hazırlanıyordu. Dizgi için bilgisayar ihtiyacı vardı. O yıllarda Türkiye’de çok pahalı olduğu için Metin abinin gay- retleri ile Amerika’dan bir Macintosh daha ithal etmiştik. Bir tane de Vefa Yayıncılık için Hasan Hüseyin abi Amerika’dan gelirken yanında getirmiş İstanbul’da gümrükten çekip teslim etmiştik. Bu vesileyle Hocaefendi ile de İstanbul’da görüşmüştük.

***

17 Nisan 1993 günü Turgut Özal vefat etmişti. O gün Öz Elif’te Hocaefendi’nin hadis sohbetine gitmiştik. Hocaefen- di, Ankara’ya geldiklerinde Metin abi ve bir grup arkadaşla Kazan’daki otoban gişelerinde bekler, Hocaefendi’yi karşılar, elini öper, sonra Öz Elif’e kadar beraber konvoy yapardık. Ders- ten önce Metin abinin de bulunduğu küçük bir gruba, Özal’ın öldürülmüş olabileceğini söylemişlerdi. O gün akşam hadis sohbetinde de Özal’dan hayırla bahsetmişlerdi. Merhum Özal’ın cenaze namazına İstanbul’a gidememiştik ama dükkânda te- levizyondan Metin abiyle beraber naklen izlemiştik, çok üzül- müştük. Hocaefendi de cenaze ile beraber Fatih Camii’nden Topkapı’ya kadar yürümüşlerdi.

***

Ganime kardeşimin düğününde Metin abinin organizesiyle Hocaefendimiz gelmişler, sohbet ve zikirlerle nikah programı bizim evde yapılmıştı. Mayıs 1993’te çarşıdaki inşaatımız bitti-

210

ğinden taşınmalar başlamıştı. Babamlar, amcamlar, biraderler on aileden fazla Erkaya aynı binada ikamete başlamıştık. Metin abi ile aynı katta karşılıklı dairelerde, 5 ve 8 numaralarda 21 yıl çok güzel komşuluk yaşamıştık.

***

1994 yılı mahalli seçimleri sonrasında Hakkı Yıldırım abi Fethiye Köyü’nde bir davet düzenlemiş, Hocamızı ve cema- atimizden birçok kişiyi misafir etmişti. Metin abiyle beraber katıldığımız bu programda yeni seçilmiş çevre ilçe belediye başkanları (Etimesgut, Sincan, Yenikent ve Kazan) Hocamızla görüşmeye gelmişlerdi. ***

AKRA FM radyo yayınları için Ankara’da bir anten ve verici kurulması gerekiyordu. Sincan’da Karadeniz Lokantasında yemekli bir toplantı düzenlemiştik. Hocaefendimiz gelip bu- rada bir konuşma yapmışlardı. Daha sonra Ankara Akra FM açılış programı Beştepe’deki ASKİ Sosyal Tesisleri’nde kalabalık davetli topluluğuyla icra edildi. Metin abi, Osman amca ve babamla beraber programa katılmıştık. ***

Metin abi ile ilginç hatıralarımızdan biri de gemi ile gelin almaya gidişimizdir. Osman Başpehlivan’ın oğlunun düğününe katılmak için İstanbul’a gitmiştik. Kabataş’tan kalkan vapurla Yalova’ya gidilip dönülmüştü. Hocaefendi’nin de sohbet ettiği program icra edilmişti.

***

Hocaefendi’nin çeşitli vesilelerle yapmış olduğu sohbetleri, Metin abi yayına hazırlıyor, fotokopi ile çoğaltıp çeşitli illere, ilçelere gönderiyor, oralarda da tekrar çoğaltılarak daha fazla kişinin istifadesine sunuluyordu. Bunu bir gazete haline getirip daha fazla kişiye ulaştırmayı kararlaştırdık. Hocamızın en son konuşmalarını yayınlamak amacında olduğumuzda gazete- nin adını da Son Mesaj koymuştuk. İlk sayısını Ocak 1995’te yayınladık. Hocamız Ankara’ya gelmişlerdi. Bir ailenin evinde

211

misafirdiler. Metin abiyle biz de gidip gazeteyi Hocamız’a tak- dim ettik. Baştan sona dikkatle incelediler, beğendiler devam ettirmemizi istediler. Ev sahibine Metin abiyi tanıtıp “Metin bizim İskenderpaşa’nın şubesi gibi çalışır. Bizim konuşmala- rımızı havada yakalayıp, yazı haline getirip yayınlar.” diyerek övgüyle bahsettiler. (Haziran 1997’de 30. sayısına geldiğimizde Hocamız gazetenin adını Son Uyarı olarak değiştirmişlerdi.) ***

1995’te Ankara’da bir özel okul açılması için çalışmalar baş- latılmıştı. Eryaman tren istasyonu karşısında Sincan Vakfı’nın alttan iki katı cami, üstü öğrenci yurdu olarak 5 katlı tasarlanmış, devam etmekte olan bir inşaatı bulunuyordu. Bir hayırseverin bağışlamış olduğu arsada Etimesgut Belediyesi’nin hissesi bu- lunuyordu. Toplanan yardımlar yeterli olmadığından inşaat bir türlü bitirilemiyordu. Metin abi de bu vakıfta yetkiliydi. Binanın özel okul olarak tamamlanıp kullanılması konusunu Hocaefendi’ye ve Ankara’daki yetkili arkadaşlara iletmişti. Ho- caefendi de gelip binada incelemeler yaptı. Sonra da oturup ko- nuşup karar vermek için Metin abinin evine misafir olmuşlardı. Görüşmeler neticesinde Hocaefendi “tamam okulu açıyoruz” dediler; yemek ve çay faslına geçildi. Ezan okununca topluca Çarşı Camii’ne gidildi namaz kılındı.

Binanın eksikleri tamamlanıp okulların açılma zamanına yetiştirilmesi için hızlı bir çalışma başlatıldı. Vakıf mütevelli heyetinden bazı abiler umrede olduklarından, sonradan gelip durumu öğrenince binanın okula verilmesinden hoşnut olma- yıp “Eyvah bina elden gitmiş” diyerek dizlerine vurmuşlardı. Okulun açılışına da katılmamışlardı. Hocamız okula “Ferda” ismini vermişler, çok güzel bir açılış da yapmışlardı.

***

Metin abi, aile eğitim programlarına mümkün mertebe katılı- yordu. 6 Nisan 1995 Bursa Uludağ programından dönüşlerinde yeni hizmete giren AŞTİ terminaline karşılamaya gitmiştim.

212

Taha da vardı. Telefon olmadığından irtibat kuramamış ve beni beklemek zorunda kalmışlardı.

***

Kasım 1995’de Alanya’da Alaaddin Otel’de aile eğitim prog- ramı düzenlenmiş çok yoğun bir program ve katılım olmuştu. Misafirlerden en ilgi çekici olanı Prof. Oktay Sinanoğlu idi. Ora- da Hocamız’a intisab etmişlerdi. İstanbul’dan çok yetkili birisi (ACD) cemaat mensuplarının sahip oldukları şirketlerin %10 hisselerini Server’e devretmelerini, böylece daha iyi idare edilip başarılı olunacağını iddia ediyordu. Ankara’ya dönüşte Metin abi ile programda yaşananları paylaştıktan sonra, Balıkesir’den Sabri Uğur abinin görüşü olarak; “Cemaat iktisadi teşekkülle- rinin (CİT) hepsinin zarar ettiğini, cemaatin sırtında kambur oluşturduğunu ve hemen hepsinin tasfiye edilmesi gerektiğini” aktarmıştı.

***

1996 yazında, Demetevler Hacegân Sofrası’nda bir program düzenlenmiş, biz de Metin abi ile iştirak etmiştik. Hocaefendi buradan Ferda Koleji’ni ziyarete geçmişlerdi. Namazdan sonra çocuklar etrafını sarmışlar, toplu fotoğraflar çekilmişti. Mehmed Zahid ile Abdullatif’in sarıklı hallerine iltifat etmişlerdi. Rüstem abi, okulun yukarısında bir tepeden uzaklarda bir yerdeki koo- peratif arsasını Hocamız’a anlatmıştı. Oradan Türkoba Köyü’ne gidildi. Osman Erkmen abinin yaptırdığı cami ve Kur’an kur- sunu ziyaret ettiler. İkramlar yapıldı. Hocamız’ın pencereden bakıp “buralardan arsa, tarla alın” diye tavsiyede bulunduğu yerler, bir süre sonra organize sanayi bölgesi ve konut alanları oldu. Polatlar Köyü yolu üzerinden Sincan’a gelindiğinde ikindi vaktiydi. Ofis Camii’nde cemaate katıldık. Hocamız’ın sarığını İsmail Özlü çanta içinde getirmişti. Namazdan sonra Öz Elif’e gitmişlerdi.

***

Hocamız, Ankara’da bir poliklinik kurulmasını istemişler ve Metin abiyi görevlendirmişlerdi. Dr. Mehmet Özdemir, Dr. Hi-

213

dayet Çınar’la birlikte Engürsağ AŞ’yi kurmuşlar, Kurtuluş’ta bir yer hazırlayıp, Lokman Hekim Sağlık Merkezi’ni Ekim 1996’da faaliyete geçirmişlerdi. Cemaat için %10’luk bir hisse düşünmüşlerdi. Bu da Metin abi üzerinde bulunuyordu. Biz de hisse almıştık. Kuruluşta alınacak cihazlar ve masraflar için kimse yardım etmemiş, kefil olmamıştı. Riskli bir yatırım olarak görülüyordu. Kurucuların şahsen borçlanmasıyla işler ilerliyordu. Başlangıçta uzak durup soğuk bakanlar, poliklinik iş yap- maya başlayınca yaklaşıp müdahil olmaya başlamışlardı. Ce- maat faaliyeti olarak görüldüğünden cemaat adına kendini yetkili vehmedenlerin tasallutu başlamıştı. Lüzumlu-lüzumsuz faaliyetlerinin giderlerini finanse etmek için, işletmeyi aidata bağlamak, arpalık gibi kullanmak istiyorlardı. Bir grup muhalif doktor ortak da yönetimi ele geçirme planıyla Ankara’da Ali Uyarel’i manipüle ediyor, yönlendirme yapıyorlardı. Ali Uya- rel de Metin abi adına tescilli Server hisselerinin kendi adına devrini istiyordu. İstanbul Server’deki yetkililer ise bunu kabul etmedikleri gibi hiç para vermeden holding adına %51 pay sahibi olmak istiyorlardı. Böyle bir isteğe de Metin abi ve diğer kurucu ortakların rızası olamazdı. Bütün mesele buydu. Metin abi ve diğer iki doktor hakkında yıpratma faaliyeti çok üzücüydü. Durumu anlatmak için Hocaefendi’ye iletilmek üzere Mehmet Ali Torlak’a yazdıkları mektubun sonu şöyledir: Kendileri yüksek maaşlarla refah içinde yaşayan ağabey konu- mundaki kimselerin cemaat hizmetlerine yardımcı olmadıkları bir tarafa, hizmet edenleri imkânsızlıklar içinde müesseseleri ayakta tutmaya çalışanları takdir etmek yerine, sağda solda dedikodu etmekle yetinmeyip bir de Efendi Hazretlerine şikâyet etmeleri bizi çok üzmüştür. Borçlar bizim üzerimize olduğu için bırakıp kenara çekilme imkânımız da yoktur.

Şirket kongresinde Ali Uyarel ile tartışmamız da olmuştu. Fakat, İstanbul ve Ankara’dan yapılan haksız muameleler so- nunda “Hocaefendi ile karşı karşıya gelmemek” düşüncesiyle

214

Metin abi ve diğer kurucu ortaklar şirketten ayrılmak duru- munda kalmışlardı.

***

Metin abi 28 Şubat döneminde muhataralı günlerde vakıf ve sohbet faaliyetlerine hiç ara vermedi. Sincan’daki Kudüs Ge- cesi düzenleyenlerin içindeki ajan provokatörleri iyi biliyordu. Tankların geçişini, MGK kararlarını, Hükümet’in yıkılmaya çalışmasını, olayların perde arkasını cemaate anlatıyordu.

Askeri vesayet rejiminin üzerine gittiği kurumlardan biri de Ferda Koleji idi. Okulun kuruluşunda Metin abi ile benim de hissem bulunuyordu. İlk iki yıl idari ve ekonomik sorunlar yaşanmış bizim de yönetimde olmamız istenmişti. Haziran 97 itibariyle idari değişikliklerle çalışmamıza başlamıştık. Okulda dindar ailelerin çocukları ve başörtülü öğretmenlerden dolayı baskılar başlamıştı. “Altı cami, üstü okul, ikisi bir arada nasıl olur?..” bahanesi ileri sürülüyordu. Okulun yan tarafına cami yapılabilecek boşluk vardı. Osman amcamın da anahtar teslim tüm maliyetini kendi karşılayıp bir cami yaptırma arzusu bulu- nuyordu. Caminin inşaat işini, Yusuf’la beraber Erkayalar olarak biz üstlenmiştik. Diyanet’ten arsaya uygun hazır bir proje aldık. Sincan Belediyesi iş makinaları hafriyata başlamışlardı. Fakat bu kez mahalleden bir grup organize olup “Okulun alt katındaki camiyi okula vermeyiz, yeni cami yaptırmayız!” diyerek eylem yapıp hafriyata engel olmuşlardı. Bize haber geldiğinde “temele kan dökmek gerekebilir” diyerek hazırlıklı olarak gitmiştik. Bu arada polise haber vermiştik. İnşaata vardığımızda tartışma baş- lamış fakat polis minibüsünün siren sesiyle kalabalık dağılmıştı. Bu sırada Ankara’dan vakıf toplantısından dönen Metin abiler de olay mahalline gelmişler, geride kalan eylemcilere bağırıp- çağırmışlar, ertesi gün hafriyata devam edilmişti.

Caminin kubbe kaplamaları yapılırken polisler gelmişler, inşaattaki tüm çalışanları minibüse bindirip Etimesgut Polis Karakolu’na götürmüşlerdi. Biz de Metin abi, Kenan Hoca ile birlikte karakola gittik. Terörle mücadele birimi bizi dinleyip

215

olayların aslını öğrenmek istiyordu. Metin abi okulun tüm hikâyesini anlattı. Mahalleli, “eski caminin halılarını yeni ca- miye götürüyorlar” diyerek şikayetçi olmuşlardı. Halbuki eski caminin cami vasfı sona erecek, tamamı okul olacaktı. Mesele anlaşılınca işçiler serbest bırakıldı. Toplam üç ayda cami inşaatı bitirilip 12 Eylül 1998’de faaliyete geçirildi. Kesme taştan minare de yapıldı. Eski caminin mahfil katı ara boşluğu kapatılıp yeni sınıflar, idari bölümler oluşturuldu. Caminin girişine amcamın “gerek yok” demesine rağmen “Osman Erkaya tarafından yap- tırılmıştır.” ibareli levha da yapılmıştı. “Erkaya” ismine taham- mülü olmayan vakıf mütevelli heyeti levhayı indirip “Hüsna Camii” ibareli tabela asmışlar, vakfa ait bir cami üzerine dernek kurdurup mahalleliyi tekrar camiye musallat etmişlerdi.

Okulda ekonomik işletme sorunları hallolurken başka sorun- lar öne çıkmaya başlamış, şirket müdürünün görevden alınması lüzumu ortaya çıkmıştı. Yönetim kurulundaki üyeler bitaraf kalmışlardı. Esasen işletmeyle hiç alakaları yoktu. İstanbul’daki ve Ankara’daki ezelî muhaliflerimiz yine bize muhalif olmuş- lardı. Bizim de böyle bir yapıda kalmamız yanlış olurdu. Metin abi ile istişare ettikten sonra Nureddin Bey’e ve Hocaefendi’ye gelişmeleri anlatan uzun bir mektup yazıp, yönetimden ayrıl- dım. Metin abi de binanın sahibi Sincan Vakfı’ndan ayrılmıştı. (Yıllar sonra kiracı okul şirketi ile bina sahibi vakıf arasında nasıl bir ilişki geliştiğini bilenler anlatacaktır. Ancak insanların binbir fedakarlıkla hisse alıp ortak olduğu bu okul, onca değer artışına rağmen 16 yıl öncesinin nominal değerleri üzerinden ellerinden alınıp yeni sahibine satılmıştır. Oradan da başkalarına gitmiştir. Hesabı mahşere kalmıştır.) ***

1998 yılı mevlid kandili tarihinde Hocaefendi ile umre yap- ma durumu hasıl olmuştu. Hocamız Avustralya’da ikamet et- mekte idi. Kendisiyle görüşme imkânımız olacaktı. Programı İSPA’nın yeni sahipleri icra ediyordu. Metin abi, Zahid ve biz ailece bu programa katıldık. Önce Medine’ye gidildi. Kandil

216

gecesi Mescid-i Nebevî’de idik. Mekke’ye geçtiğimizde gördük ki Hocamız beraber umre yapmak için ihramlı olarak grubu beklemişlerdi. Beraber tavaf ve say yapıldı. Otelde de hocamızın sohbetleri oldu. Van 100. yıl Üniversitesinden doktor arkadaşlar ve muhtelif yerlerden cemaat mensupları iştirak etmişlerdi

Dönüşe yakın 10 Temmuz 1998 Cuma günü Hocamız, oda- sında kalabalık bir gruba sohbet etmişler, güncel siyasi konulara temas etmişlerdi. Özetle; Muhsin Bey’i Erbakan’a gönderdiğini, “hükümeti bırakmasın” dediğini ama onun “Demirel benim arkadaşım, görevi tekrar bana verecek” dediğini, söz dinleme- diğini, cihad emirliği hikayesini, ANAP’lı bazı vekillere BBP’ye girin dediği halde onların FP’ye geçtiğini söz dinlemediklerini ve sair askeri, siyasi, ekonomik, sosyal konulara temas etmişlerdi. Birçok kişi gibi dışarı çıkınca Metin abi ile beraber konuşmanın özetini maddeler halinde sıralayıp arkadaşlarla paylaşmıştık. Ama bazıları (özellikle Hocamızın sözlerinden gocunan tai- fe) “Mekke Notları ile Hocamızın söylemediği şeyleri internet ortamında yayıyorlar.” diyerek Metin abi aleyhine Hocamız’a yalan beyanda bulunmuşlardı. Hocamız Almanya’da iken bunu Rahmi’ye sorup tahkik etmişlerdi. Metin abinin en çok üzüldü- ğü olaylardan birisi bu olmuştu. Bir mektup yazarak işin aslını Hocamız’a arz edilmek üzere Rahmi’ye göndermişti.

***

Esad Hocaefendi ve Metin abi ile birkaç arkadaş Kalaba’da oturan İsmail Turan Hoca’yı ziyarete gitmiştik. Hocalarımız uzun bir sohbet yapmışlardı. Hocaefendi, Avustralya’da iken İs- mail Turan Hoca’nın hazırladığı tefsir kitaplarından bir cildinin fotokopisini istemişlerdi. Metin abi, Mustafa Salim ve Durmuş Gültekin ile beraber Kalaba’ya gitmiştik. İsmail Turan Hoca- efendi hazırladıkları tefsir notlarını getirip bize göstermişler ve 1. cildini emanet vermişlerdi. Bizim dükkânda fotokopisini hazırlayıp Avustralya’ya göndermiştik. Hocamızdan sonra bu işe önem verip kitap haline getiren de olmadı.

***

217

1999 Marmara depremiyle Sincan’da apartmandakiler bile sokağa inmişlerdi... Metin abi ve Yusuf’la beraber Adapazarı’na depremzedelere minibüsle yardım götürüp dağıtmıştık. Umre için hazırlanmıştık. Biz, babamlar, Edevye abla, Fatma, Metin abiler ve Esad’la beraber önce İstanbul’a gittik. İskenderpaşa Camii de depremden hasar görmüş, minaresinin üst kısmı yı- kılmıştı. Uçakla Cidde’ye oradan da otobüsle Mekke’ye geçtik. Kalabalık bir grup olarak umremizi yaptık. Sonraki günlerin birinde beraber Hira’ya çıktık. Çok güzel tavaflarımız, sohbet- lerimiz, ziyaretlerimiz olmuştu.

***

2000 yılını Hocamız “Tevhid Yılı” ilan etmişlerdi. Biz de Son Uyarı’da bunu yazıyorduk. Genel Merkez’in hazımsızlığı ta Ahmet Coşkun Dündar’ın devr-i saltanatından başlıyordu. “Elimde imkân olsa her yerden toplattırır yakarım.” diyordu. Kendisi azledilip halefi vazifedeyken de durum değişmedi. Hocaefendi’nin tensip ve tavsiyeleri devam ederken onlar Hak- yol Vakfı şubelerine gönderdikleri yazılarla Son Uyarı gazete- sinin alınmamasını, bulundurulmamasını istiyorlar (23 Mart 1998) ve Metin abiye gönderdikleri yazıyla yayın politikasına karışmak istiyorlardı. Fethullah Gülen ve Erbakan hakkındaki yazılardan müthiş rahatsız oluyorlardı. Hocaefendi Hazretleri hayatta iken daha ileri gidememişlerdi. 8 Şubat 2001’de ise Vakıf şubelerine gönderdikleri yazılarla kesin yasak koyacaklardı. 30 Mayıs 2001’de çıtayı yükselterek, avukat marifetiyle ihtar gönderip telif haklarından bahsedeceklerdi. Hayatlarında hiçbir eser ortaya koymamışlar, bir sayfa yazı bile kaleme almamışlar başkalarının telifleri üzerinde hak iddia ediyorlardı. Halbuki eserler bize aitti. Gazete, kitaplar, CD’ler, internet siteleri ve sair çalışmaların müellifi Metin abi idi. Metin abiden sonra da yeni bir tertip içine gireceklerdi.

***

4 Şubat 2001 sabahı telefon acı acı çalıyordu. Açtığımda Me- tin abi ağlıyordu. Hocamızın Avusturalya’da trafik kazasında

218

vefat ettiğini söylüyor, “Ya Rabbi ne kadar büyük bir acı!” di- yor, hıçkırıyordu. Gerçekten de çok büyük bir acı idi. Günlerce haberlerden gelişmeleri izledik. 9 Şubat Cuma günü cenazeler defnedilecekti. Sincan’dan bir otobüs kaldırıp Metin abi, aile fertleriyle ve cemaat kardeşlerimizle İstanbul’a yola çıkıldı. Sabah namazına İskenderpaşa’ya varıldı. Öğleye kadar Süley- maniye ve sair ziyaretlerden sonra Fatih Camii’nde cuma namazı sonrası cenaze namazı kılınmasıyla cenaze arabası arkasından yürüyerek Eyüp Sultan’a varıldı. Hocamızın defin işleminden sonra mahzun ve perişan Sincan’a dönülmüştü.

22 Şubat 2001 akşamı Fırat Kültür Merkezi’nde (FKM) yapı- lan taziye ve teşekkür programına yine Metin abi ile katılmıştık. O gün gazeteci Avni Özgürel’e verilen mülakattan anlaşıldığı gibi; artık cemaate yeni bir format çekiliyordu.

2001 yazında Necati Amca Ankara Polatlar köyüne gelmiş, Mehmed Zâhid Hocaefendi’nin geldiği zamankine benzer bü- yük bir kalabalığın teveccühü olmuştu. Türkiye’yi dolaşacağı söylenmişti. Fakat İstanbul’un engellenmesiyle bu ziyaretler yapılamamıştı. 4 Şubat 2002’de Cemal Reşit Rey’de (CRR) düzenlenen YAD programına Metin abi ile iştirak etmiştik. Salon küçük olduğun- dan sınırlı sayıda katılım olmuştu. Davetiyesiz girmek mümkün değildi. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu dahi, davetiyesi yok diye kapıdaki görevliler tarafından içeri alınmak istenmemişti. Bizim de fotoğraf makinalarımıza el konulmuştu. Konuşma başladı- ğında görevliler yanımızda oturan Rahmi’nin ses kaydı yaptı- ğını görüp kaseti ve teybi istemişlerdi. Rahmi boş kasetle teybi vermiş ki, biraz sonra gelip dolu kaseti almışlardı. Çıkardıkları gürültü-patırtı izleyicileri çok rahatsız etmişti. Ama sonradan servis edilen konuşmayı dinlediğimizde kayda değer bir şey konuşulmadığı da anlaşılmıştı. 2003’teki ikinci ve son YAD programına Metin abi de katı- lamamıştı. “Vefat tarihinde mi analım, doğum tarihinde mi? Miladi takvime göre mi? Yoksa Hicri takvime göre mi?” der-

219

ken Hocamızın anılması cemaatin gündeminden düşürülmüş oldu. Metin abi, cemaatin hal ve gidişinde bir düzelme olur mu diye yıllarca bekledi. Ama maalesef beklediği olmadı. Artık ümidi kal- mamıştı. Fakat o tek başına kalsa bile istikamet üzere olanın ce- maat olduğunu, karşı tarafın topyekûn birlik olsalar da tefrikada olacaklarını bildiğinden cemaat faaliyetlerine devam ediyordu.

***

Metin abi, her türlü siyasi, sosyal, iktisadi, coğrafi ve fiziki olaylar karşısında ilgili ve müteyakkız halde idi. 1. Körfez savaşı başladığında hemen aramıştı. Seçimlerde sandıklar açılırken birkaç okula gider, sandıkların açılışını izler, sonuçları değer- lendirirdik. Rüyet-i hilal tartışmalarında iki-üç defa akşam vakti Sincan’ın en yüksek yerinde su deposunun bulunduğu Şahin Tepesi’ne gidip hilali görmeye çalışmıştık. Ay-güneş tutulma- ları, depremler, yıldızlar, gezegenler özellikle Mars ve Venüs, meteorolojik olaylar, tıp, edebiyat, musiki... hasılı, her konu onun ilgisi alanındaydı.

***

Metin abimle beni diğer insanlardan ve diğer kardeşlerden daha yakın kılan sebeplerden biri dünür olmamızdı... Bir gün dükkânda otururken konuyu açmış; “Esad ile Hümeyra’yı ev- lendirelim.” derken, benim donup kalışımı, soğuk terler atışı- mı gülümseyerek keyifle izlemişti. “Görüşelim, düşünelim...” diyerek aldığım süre uzayınca bu kez telaşlanıp endişeye ka- pılmıştı. Sonunda kararımızın hayırlı olması temenni ve duası için beraber İstanbul’a gitmiştik. Çilehane’de sabah namazında Necati amca (rh.a) yoktu. Rahatsızlarmış. Mithat abi ile görüşüp, Eyüp Sultan’a oradan da Süleymaniye’ye gitmiştik. Ziyaret ve dualardan sonra düğün merasimlerini başlatmıştık. Ve, Mustafa Hilmi’yle Zeynep Ahsen’in Metin ve Ali dedesi idik. Bunun yanında diğer çocuklarının düğünlerindeki mutluluk ve heye- canını paylaşmak bize de mutluluk veriyordu.

***

220

Esad Hocaefedi’mizin babası Halil Necati amcanın vefatın- da cenaze için İstanbul’a Metin abi ile beraber gitmiştik. Ara- bamızda Esad ve Rahmetli kayınpederim de bulunuyordu. Süleymaniye’de namaz için beklerken, Akit Gazetesi sahibi Mustafa Karahasanoğlu ile sohbet etmişler ve Harun Yahya’ya (Adnan Oktar) gazetede yer vermenin yanlış olduğunu, adamın istikamet üzere olmadığını ve bir gün kendilerini de mahcup edeceğini ikaz etmişti.

***

Dünya hayatı doğal olarak çeşitli imtihanlarla geçiyordu. Biz zemin katta dükkânda ticari faaliyette iken, Metin abi de üst katta muayenehanesinde bulunuyordu. Yıllar boyu her gün görüşürdük. Camiye beraber gider gelir, çeşitli konularda istişare ederdik. İyi günlerde ve sıkıntılı zamanlarda hep yan ya- naydık. Evde çocuklar hastalansa günün her saatinde çantasını alır gelir muayene ve müdahale ederdi. Bir gün telefonla beni çağırdığında üzüntüden gözlerinden yaş akıyordu. Muayene masasında 3-4 yaşlarında sarı saçlı bir kız çocuğu oyuncak be- bek gibi hareketsiz yatıyordu. Benzi mum gibi sararmış, ağzı hafif açık ve dişleri arasında bir miktar toprak görünüyordu. “Balkondan düşmüş” diyebildi güçlükle... Anne babası yoktu. Yaşlı yakınları, yaşıyor zannedip getirmişlerdi. Gerçekten çok acı bir durumdu. Metin abi hastalarının halleriyle hallenirdi. İyileştiklerinde çok mutlu olurdu. Bir gece tanıdığı hasta geti- rilmiş cerrahi müdahale gerektiğinden, beni aramış ve beraber Hacettepe Acil’e götürmüştük. Yakınlarımızın düğün ve bayram- larına ve tabii ki cenazelerine de genellikle beraber giderdik. ***

Ekonomik şartlar devamlı değişiyordu. Evlerde doğalgaz kullanımı yaygınlaşmasıyla tüplügaz işi azalırken biz otogaz ve akaryakıt işine yöneldiğimizde; sağlık/hastane hizmetlerinin gelişmesi ile özel muayenehanelerin de işi azalıyordu. Metin abi de mesleğini hastanelerde devam ettirmeye başlıyordu. Böylece yıllardır beraber çalıştığımız mekânları terk etmek durumunda

221

kalıyor, aynı apartmanda yaşamamız ve vakıf faaliyetleri mü- nasebetiyle görüşebiliyorduk.

Metin abi, işyeri hekimliği eğitimi almış, iş sağlığı ve gü- venliği uygulamasının başlayacağını söyleyerek benim de iş güvenliği uzmanlığı belgesi almam için eğitimlere ve sınava katılmamı tavsiye etmişti. Mehmed Zahid ve Selman’la beraber biz de belgeleri almıştık. Metin abi, muhtelif firmalarda işyeri hekimliği faaliyetini icra etmişti. Bizim istasyonların İSG işini de bir süre beraber yürütmüştük.

Yaşımız ilerlerken sağlık sorunlarımız da sıkça konuştuğu- muz ortak konularımızdı. Özellikle kalp ve damar hastalıkları... Ölüm, hayatın en büyük gerçeğiydi... Yakınlarımızdan pek çok kişinin vefatına şahit olmuştuk. En son sevgili anamız 23 Nisan 2020 tarihinde aramızdan ayrılmıştı. Tabii ki ölüm ansızın bize de gelebilirdi. Metin abi, hastanedeki işine devam ederken kitap çalışma- larına çok yoğun bir şekilde devam ediyordu. Tamamladığı her ciltten sonra heyecanla haber verir linkini gönderirdi. Kalp krizi geçirip anjiyo olduğunda, hastaneye ziyarete gittiğimizde yine çalışmalarından bahsediyordu. Son derece neşeli ve hayat doluydu. Etrafına pozitif enerji saçıyordu. Asla ümitsiz değildi. Ameliyattan önce ve sonra da görüşmüştük. Hep iyileşeceğine, faaliyetlerine devam edeceğine, yarım kalan işleri tamamlaya- cağına inanıyordum. Durumu tedricen ağırlaşıyordu. Ama ben “İnşaallah, iyileşip taburcu olup eve gideceksin.” dediğimde başını sallayarak sessizce “İnşaallah...” demişti. 6 Şubat 2023 sabaha doğru Esad aramıştı telefonla. Metin abinin irtihalini haber vermişti.

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.” “Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indir- diğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.” (Kehf 45)

222

“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf 46)

Metin abi dünya malına değer vermedi. “Yedi güzel evlât” yetiştirdi. Salih amellerle dolu güzel bir ömür sürdü. Rabbim makamını yüksek eylesin...

***

O’nun ölümle ilgili sıkça okuduğu şiirlerden birkaçı...

Neylersin ölüm herkesin başında.Uyudun uyanamadın olacak.Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.

(Cahit Sıtkı Tarancı)

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;

Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!

O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,Azrail’e hoş geldin, diyebilmek de hüner...

O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?

Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?

Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek v

ar!

Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...

Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta...

Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut!

Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!

(Necip Fazıl Kısakürek)

Bir gün öleceğim biliyorumBunu her an ölür gibi biliyorum

223

Anamın yüreğinde bir kor

Ölene dek sönmeyecek bir ateş

Kımıldanıp duracak hep

Karım bomboş bulacak dünyayı

— N’olurdu birlikte ölseydik, deyip duracakOysa insan yalnız ölür.Ama o olmayacak dualarla teselli arayacakKızlarımın gırtlaklarında bir düğüm

Bir süre kaçacaklar insanlardanBoşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde

Sonunda onlar da kabullenecekler öylesineÖlümüme en çabuk dostlarım alışacaklar

— Yaşayıp gidiyorduk yâhu

Ne vardı acele edecek!

Diyecekler.Biliyorum yakla şıyoruz her an

Biliyorum oruçlu doğar insan

Ölümün iftar sofrasına

(Erdem Bayazıt)

***

Ey İkbal Hanımın evlâdı,

Ey anamın oğlu,

Ey sevgili kardeşim,

Ey canım abim.Sen, “i‘lay- ı kelimetullah” için ya şadın,

Sen, Resûlün sünnetini yaymak için çal ıştın,

Sen, Hocalar ımızın yolundan gitmey

e uğraştın,

Sen, ömrünü Hak yoluna adadın.

Şimdi seni buz gibi toprağa verdik.

Meleklerin suallerine verilecek cevapları;Rabbım Allah, Dinim İslâm, Kitabım Kur’an,

Peygamberim Muhammed Mustafa (sas)Kıblem Kâbe demeyi bize sen öğrettin.

Allah yardımcın olsun.

224

Yerin sana mübarek olsun. Cennet bahçesi olsun. Nurla dolsun.İnşaallah yakında biz de sana katılacağız.

Rabbım seni de bizi de bağışlasın.

Cennetinde buluştursun.

Âmin, el-Fâtiha...

12 Haziran 2023

Siteler/ANKARA

Metin Erkaya - Hacı Ali Erkaya, Sincan Vakıf - 2008

225

• 225 •BİR GÖNÜL ERBABI DR. METİN ERKAYA’NIN VEFATI VE BÜYÜK ACIMIZ

Mustafa SALİM1

Tarihler 6 Şubat 2023’ü gösterdiği gün sabah namazına kal- karken iki önemli ve üzücü haberle uyanmak belli ki hayatta unutulmayacak anlardan biri olacaktır. Biri genel manada ha- berlere konu olan 7.4 şiddetinde yaşadığımız deprem diğeri de şiddeti hesaplanmayacak derecede gönülleri sarsan Dr. Metin Erkaya abimizin ölüm haberi. Her ikisi de üzen birer olay; unu- tulmayacak derecede izler bırakacak acılı durum.

Depremden dolayı milletimizin başı sağ olsun. Geçmiş ol- sun Türkiyem. Rabbim beterin de beterinden korusun bu aziz milleti.

Metin abimizin vefatı da sevenleri ve gönül verenlerinin ruhunda büyük sarsıntılara yol açtı. Enkazı çok büyük hasar 1 Mustafa Salim, aslen Elazığ’lı olmakla birlikte, 1967 yılında Malatya’nın Arapkir ilçesinde dünyaya geldi. 1987 yılında Malatya Yeşilyurt İHL’den, 1992 yılında da Ankara Ü. İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 2001 yılında Ankara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Anabilim Dalında Tezli Yüksek Lisansı bitirdi. 1992 yılında Sincan İHL’de meslek dersleri öğretmeni olarak göreve başladı ve bilahare Uzman Öğretmen olarak görevine devam etti. 2004-2023 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığında çeşitli birimlerde çalıştı. Halen Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığında İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığında Eğitim Uzmanı olarak görevine devam etmektedir. Evli ve beş çocuk babasıdır.

226

meydana getirdi biz dostlarının gönlünde. Öyle büyük bir acı ki kelimeler yetmiyor ifade etmeye. Millete adanmış bir ömrün sahibiydi o...

Çünkü;

Güzel bir insandı. Değerliydi. Bilgiliydi. İmanlıydı. Gönül erbabıydı. Diğerkâmdı. Herkesin yardımına koşan merhamet abidesiydi. Kültürü yüksek, deniz engini bir insandı. Dert ba- basıydı. Doktorumuzdu. Psikolojik danışmanımızdı. Milletin derdiyle dertlenen, ümmet için yüreği parça parça olan bir dervişti aynı zamanda.

Uzun süredir tedavi gördüğü hastanede bu sabah vefat etti. Bir kelime ile bir çırpıda ifade edilen bu durum izahen kolay olsa da dolu dolu geçen bir ömrün sahibi için bunu söylemek elbette öyle pek de kolay olmuyor.

İstanbul Tıp Fakültesi mezunu Metin Erkaya, hekimlik hiz- metini özelden ifa etti. Vefatına kadar da özel bir hastanede çalışıyordu.

Onun asıl hekimliği Allah yoluna döşenen taşlarda gösteri- yordu kendisini. Cennet yoluna götüren dokunuşlardaydı. Her anını Rabbine teslim eden koca yürekli bir insandı. Bir alperendi. Cihadın her çeşidinde imzası olan bir mücahitti. İbadete olan düşkünlüğü, sağlam İslâmi akidesi, deryalar engin- liğindeki bilgi ve kültürü, siyasi ve felsefik analizleri ve örnek hayatıyla insanlığı aydınlatmaya çalışan Allah’ın muvahhid bir kuluydu. Tebliğin esarına vukufiyeti üst seviyelerdeydi. Hayatı bu manada mücadele içinde olan kolonizatör bir Türk Dervişiydi. Bir gün karşına bir Ebubekir olarak çıkar uzattığı yardım elin- den varını yoğunu harcarken, bir gün hakikatin keskin kılıcı bir Ömer oluverirdi. Merhametinde bir Osman, ilimde bir Ali idi. Resulullah aşığı bir mümindi.

Hayatımın fikir çilesinin unutulmaz üç ayağından biriydi. Abdulhamidler, Resul ağabeyler bu yolun tohumlarını atarken ruhuma, sonraki şekil vereniydi Metin abimiz.

227

Üniversite yıllarımda tanımıştım kendisini. Öğretmen olarak atandığımda Sincan İmam Hatip Lisesini tercihimin ana sebebi Metin Erkaya’ya yakın olmaktı. Rabbim nasip etmişti bunu bana ve 1992 yılından beri kendisine komşu olma bahtiyarlığını elde etmiştim.

Hayata yeni atılan herkes gibi bizim de elbette bir yol gös- tericiye ihtiyacımız vardı. Benim yol göstericim, hayattaki kı- lavuzumdu Metin Erkaya. Okul çıkışlarında mutlaka yanına uğrardım; muayenehanesi yakındı okula ve bir mektepti benim için. Muayenehanesi bizim ruhumuzun dinlendiği yerdi.

Öğrencilerime yönelik yaptığım kültürel faaliyetlerde hep o vardı yanımda. Özellikle de 28 Şubat sürecinde çektiğimiz çilenin yaralarına merhemi o sürmüştü, şifa olmuştu bunalan ruhlarımıza. Bilirdik ki sıkıntımız ne olursa olsun, çilekeş abi- mizin bir dokunuşu yetecekti her şeyimize.

Mahmud Esad Coşan hocamızı, fikren, siyaseten, ilmen ve felsefesini anlayan ender insanlardan biriydi. Hocamızın ka- setlerdeki sohbetlerini çözümleyerek yazıya aktarışındaki gay- retine bizzat şahit olan biriydim. Bal tutan parmakların balsız kalmayacağı gerçeğine onun çalışmalarında şahit olmuştuk. Çünkü çözümlediği sohbetlerin incelemesinde mutlaka sana da bir görev verir ve farkında olmadan seni de çekerdi bu ilmi çalışmaların içine. Kitapların önsözünde Mahmut Bozçalı ve Durmuş Gültekin gibi isimler arasında bizim de olurdu ismi- miz bal tutan eller misali... Böylece ballar balını tadardın onun meclislerinde. Hocamızın eserlerinin çoğu onun çalışmalarının sonucu piyasaya sürüldü. İnsanların istifadesine amade edildi. Bu ilmi çalışmaları yaparken yalnız değildi elbette. Aynı heyecan ve şevkle bu çalışmanın içine Hacı Ali ve Hasan Hüseyin Erkaya’yı da almıştı. Çalışmaların üç ayağıydı bunlar. Kendisi bu faali- yetlerde bulunurken fikir ve açılım noktasında yardımını esir- gemeyen kardeşlerinden büyük iş adamı Hacı Ali Erkaya ve Üniversite ayağında da akademisyen Hasan Hüseyin Erkaya’nın

228

marifetleriyle ulusal boyuttan uluslararası boyutlara varan ça- lışmalarla bir ümmet hizmeti ifa edilirdi.

Hocamızın sohbetlerinden istifade edilmesi yolunda yap- tığı mücadelelerle geçen koca bir ömrün insanıydı. Çünkü bu sohbetler tebliğ içindi. Allah’ın yoluna davetin birer aracıydı. Hakkın ifadesiydi. Var olmanın gayesiydi. Ebedi hayatı kazan- manın sebepleriydi. Bir hadis için aylarca yol alan ulemanın izini takip etmenin günümüzdeki çabasıydı.

İşlerimizin yoğunluğunda görüşemediğimiz haftalarda ise bu bilgilenmelerdeki eksikliğimizin açığını da haftada bir yap- tığımız sohbetlerde bir araya geldiğimizde giderirdik. Onunla bulunduğumuz ortamlarda zamanın nasıl geçtiğini bilemez ve geçmesini de istemezdik. Her anımız dolu dolu geçerdi. Boşuna söylenen bir söz olmazdı Metin abimizin olduğu ortamlarda. Hekimliğinden artan zamanı ilimle uğraşarak dinlenmeyi seçen bir samimiyetin timsaliydi.

Celalliydi. Haksızlığa tahammülü olmazdı. Kızgınlığı anlık- tı. Çünkü nefsi için kızmazdı. Allah için sever Allah için buğz ederdi. Bu yüzden kin beslemez, hatasından döneni hemen affederdi.

Çok zekiydi. Söylenen sözlerin derinlerdeki manasını hemen kavrar, cevabı da ona göre olurdu. Sebebini ilk anda anlaya- madığımız tepkilerin nedenini daha sonraki açıklamalarıyla izah ederdi. Hocamızın teşvikiyle kısa bir zaman diliminde Özbekçeyi öğrenmiş, eserlerin bu dile tercümesine de katkı sağlamıştı. Arapçayı, okuduğu hadis metinlerini anlayacak seviyede öğrenerek, ilahiyat alanında doktora seviyesinde bir bilgi seviyesine ulaşmıştı.

Feraseti zahir biriydi. Tabiri caiz ise kimin elinin kimin ce- binde olduğunu gören, bilen bir derinliğin insanıydı. Dünya siyasetini iyi bilirdi. Ülkemize olan yansımalarını net görürdü. Olayların perde arkasını iyi okurdu.

Yakın tarihimizde cereyan eden tüm olayların iç yüzünü

229

bildiği için siyasi analizleri dikkat çekecek derecede yerinde ve gerçeklerin ekseninde olurdu.

Zeki olur da nüktedanlığı olmaz mıydı? Çok ince esprileri olan, gülen ve güldürmeyi de bilen hoş sohbet ve muhabbet ehli, güzel bir insandı.

Ümmetin ihtiyaç duyduğu bir insandı. Boşa geçen zamanı olmadığı için vefatı biz insanlar için büyük bir kayıp olmak- tadır.

Yoğun bakımdayken yanına vardığımda, ilaçların tesiriyle ara ara uyuklamasına rağmen her uyandığında farklı bir ko- nudan bahsedişteki gayreti bir samimiyetin ifadesiydi. Zor konuşmasına rağmen o anında bile derin ilmi mevzulara girmesi dikkatimden kaçmamıştı; tanıdığım biri olduğu için de işte bir ömrünü ilim yolunda geçiren bir insanın yapması gereken de buydu deyivermiştim kendi kendime. Faizden bahsediyordu. Yanlış uygulamaların olduğunu dile getiriyordu o çilekeş vaziye- tine bakmadan. Çok manidar gelmişti bana. Sıradan bir insanın yaptığını yapmıyordu. Şuram ağrıyor, halim nice olacak, ey vah demiyordu. Yüzündeki gülümsemeyi hiç unutamıyorum. Yüzündeki nuru... Kasvet yoktu kendi halinde. Hatta gıpta bile edilecek bir durumu vardı. Allah dostlarında olması gereken bir teslimiyetti Metin abimizin o an yaşadığı.

Hocasını ne kadar seviyormuş ki ikisinin de vefatı şubat ayında oluyor. Hocası 4 şubatta kendisi 6 şubatta terki dünya ediyordu.

Benim şubatlardan çektiğim soğukların esen meltemiydi Me- tin abimiz. Müstefit olmuştum derin bilgi ve tecrübesinden.

Yetiştirdiği güzide evlatları da babasının yolunda giden birer mücahid. Babalarına yaraşır evlat bırakmak bir meziyet ve bu meziyetin sahibi Metin abimiz.

Seni anlatmaya kelimler yetmiyor ki...

Üzerine makaleler yazılacak büyük bir dava adamısın. Hatta tezler yazılacak koca bir insan. İçimizde derin boşluklar bıra- karak gidişinin tek tesellisi ahrette buluşmamızdır.

230

Metin abi, vefat ettiğin an Türkiye 7.4 depremiyle sarsıldı biliyor musun? Senin gidişin bize daha da ağır geldi.

Mekânın cennet olsun. Resulullah’a komşu olasın. Tüm hayatını Resulullah’ı tanıtmakla geçirdin. 65 yaşında bizden ayrılıyorsun. 2023 zaferimiz sensiz olacak.

06 Şubat 2023 - Sincan

İsmail Turan - Mustafa Salim - Metin Erkaya -1995

231

• 231 •KIYMETL İ DOST DR. METİN ERKAYA

Mahmut BOZÇALI1

Maddî ve manevi varlığıyla Allah yoluna baş koymuş müs- tesna bir insan, Dr. Metin ERKAYA...

1957 yılında Ankara, Sincan’a bağlı Kurtşıh (Çiçektepe) kö- yünde dünyaya gelmiş. İlkokulu köyünde, ortaokulu, lise 1 ve 2’yi Sincan’da okumuş. Lise 3’ü Ankara Kurtuluş Lisesinde okuyup 1973’te mezun olmuş. Türkiye geneli öğrenci seçme sınavı başarı sıralamasında ilk yirmi beşe girmiş, Kasım 1973’te İstanbul Tıp Fakültesine başlamış, üniversite yıllarında ilk iki yıl İskenderpaşa Camii Yurdunda, beş yıl Vefa’da İlim Yayma Vakfı Yurdunda kalmış, çok sevdiği Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin ve Mahmud Esad Coşan Hocaefendi’nin soh- 1 Mahmut Bozçalı, Kahramanmaraş ilinin Çağlayancerit ilçesinin Küçüküngüt köyünde 1969 yılında doğdu. 1986 yılında Pazarcık Lisesinden, 1992 yılında Ankara Ü. İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Millî Eğitim Bakan- lığında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak göreve başladı. 1998 yılında Ankara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk-İslâm Edebiyatı Bölümünde yüksek lisansını tamamladı. “Alevî Bektaşî Nefeslerinde Dinî Muhteva” kitabı yayınlandı. 2008-2011 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığında Kitap İnceleme bölümünde çalıştı. Yurt dışındaki Türk çocukları için hazırlanan Türkçe ve Türk Kültürü 1-3 Ders Kitabının “Allah İnancı” ünitesini hazırladı. “Hz. Ali’nin Sözleri ve Rivayet Ettiği Hadisler” üzerine çalışmalarına devam etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır.

232

betlerine devam etmiş, konuşmalarını not etmiş, kayda almış gönül eri bir insan.

Doktor Metin abimiz tıp doktorluğunun yanında aynı za- manda iyi derecede dinî ve dünyevi bilgilere sahipti. Ahir zamanda zamane Müslümanlığını değil sahabe Müslüman- lığını yaşama ve yaşatma gayretinde, halk içinde ama Hak’la beraber olmayı becermiş, çok yoğun işlerine rağmen beş va- kit namazı camide kılmaya çalışan, dostlarıyla görüşmeye, konuşmaya önem veren, ahdine vefalı, aile bireylerine karşı müşfik, dostlarının maddî ve manevî sıkıntılarıyla ilgilenen, dert babası bir insandı.

Lise ve üniversite yılları dahil hayatının her devresinde Yu- nus Emre’nin deyişiyle; “Canını aşk yoluna vermeyen aşık mıdır?/

Cehd eyleyip o dosta ermeyen aşık mıdır?” misali hep çalışma, çabalama içinde geçen bir ömür sürdü.

Gerek sohbet mekânlarında gerek yaptığı diğer konuşmala- rında yoluna baş koyduğu iman, İslâm, ihsan, takva davasını her halükârda anlatmaya, yaşamaya ve yaşatmaya çalışırdı. Bazen işe giderken yanında oturduğu, tanımadığı biri ile tanı- şır, konuşur, tebliğ vazifesini yapar, sıkı bir dost olurdu. Bazen cami çıkışında tatlı sohbetlerine devam ederdi. Beraber öğle namazını Sincan’daki Çarşı Camii’nde kıldıktan sonra cami önünde ikindi ezanı okunana kadar oturup sohbete daldığımızı hatırlıyorum. Dinî ve dünyevî konulardaki vukufiyeti, ufuk açıcı fikirle- ri takdire şayandı. Davası büyüktü. Anlatacakları çoktu. Bir âyetten, bir hadisten veya Peygamberimiz Hz. Muhammed’den bahsedince sohbetlerinde tatlı bir esinti eserdi. Konuşulan ko- nuların günümüz ile bağlantılarını kurardı. Sohbetlerini din- leyenler can kulağı ile dinlerdi.

Hocaları Mehmed Zahid Kotku ve Mahmud Esad Coşan’dan birebir şahid olduğu hatıraları tarihini ve yerini belirterek bü- yük bir titizlikle ve ciddiyetle anlatırdı. Şeyhlerine bağlılığı, üst derecedeydi. Gerçek bir mürid idi.

233

Eşrefoğlu Rumî’nin ve Yunus Emre’nin şu mısraları Metin abinin müridliğini anlatmaktadır sanki:

Şeyhim baldır ben anın peteğiyem

İlahi peteği baldan ayırma

Şeyhim güldür ben anın yaprağıyem

İlahi yaprağı gülden ayırma

Ben ol dost bahçesinin bülbülüyemİlahi bülbülü gülden ayırma.Eşrefoğlu Rumî

Şol Benim Şeyhimi

Şol benim Şeyhimi görmeğe kim gelir

Zevk ile safalar sürmeğe kim gelir

Şeyhimin illeri, uzaktır yolları

Açılmış gülleri dermeğe kim gelirŞeyhimin özünü, severim sözünüOl mübarek yüzünü, görmeğe kim gelirŞeyhimin ilini, sorar ım evini

Ol nurlu elini öpmeğe kim gelirŞeyhimin ilinde, asası elindeŞeyhimin yolunda, ölme ğe kim gelir

Aht ile vefalar, zevk ile safalarBu yolda cefalar çekme ğe kim gelir

Şeyhimin şem’ine bu canım perv

ane

Salad ır aşıklara, yanma ğa kim gelir

Hak için mal ını, hep vere var ını

Aşk için ar ını, atmağa kim gelir

Şehidin donunu, yumazlar kanınıDost için can ını vermeğe kim gelir

Ah ile göz yaşı, Yunus’un hâldaşı

Zehrile pişen aşı, yemeğe kim gelir

Yunus Emre

234

Sohbet aralarında günde beş saat çalışmak suretiyle kıymet- li hocaları Mehmed Zahid Kotku ve Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan’ın sohbetlerinin kaset çözümlerini bitirmeyi hedefledi- ğini söylerdi. Kaset çözme işinde kıymetli aile efradı da destek olurdu. Bu hedefinde büyük oranda başarılı olmuştur. Hakiki anlamda kâmil bir Müslüman ve mürşid olan şeyhlerinin tav- siyeleri doğrultusunda yazmış olduğu üç kitabı mevcuttur. Kâmil mürşitlerinin sohbet kasetlerinin çözümünden hazırladığı 27 civarında kitabın dışında, 53 ciltte topladığı Hadis, Tefsir, Cuma ve Tasavvuf sohbetleri ömrünün bereketli meyveleri arasındadır. Hocaları ile ilgili hatıralara çok önem verirdi. Bu hatıraları tarihine ve yerine dikkat ederek anlatırdı. Sürekli hadis sohbet- leri dinlediği için hadis usulüne de vakıftı. Peygamberimizin; “Kim bile bile bana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.” hadisinin farkındaydı. Hadis usulü kavramlarıyla ifade edecek olursak Metin abi hem adalet sahibi hem de zabt sahibi, güvenilir ve hafızası sağlam bir raviydi. Lafı eğip bük- mezdi. Dünyevî bir kaygısı yoktu. Aleyhine bile olsa doğruyu söylerdi. Bir meseleyi ele aldığında dinleyenleri sıkmadan, sa- atlerce konuşacak kadar bilgiye sahipti.

Dostlarına, sohbet arkadaşlarına vefası vardı. Tıp doktor- luğunun yanında maddî ve manevî problemlere de çözümler sunardı. Sohbet arkadaşlarını hem maddî hem de manevî açı- dan doyururdu. Onunla dertleştiğimizde dertlerimizi unutur, toplumun dertlerini, toplumsal olayları konuşurduk.

Sohbete gelen arkadaşlarla tek tek ilgilenirdi. Bir kişi sohbete geldiyse nasıl gideceğini de düşünür. Arabası olmayan birisi varsa arabası olan birisinin onu bırakmasını isterdi. Arkadaşlarının her türlü işiyle ilgilenmeye çalışır, dertlerine ortak olurdu. Şahsen benim evliliğimde ve çocuklara isim koyma konusunda Hocaefendiye ulaşıp görüşlerini alma hususunda katkıları olmuştur.

Binden fazla sohbet kasetini dinlediğini, tarihlerini tesbit

235

ettiğini, onları arşivlediğini, kaset çözümlerini yaptığını söylerdi. Bu açıdan kendisini Peygamber Efendimiz’den en çok hadis rivâyetinde bulunan Ebu Hureyre’ye (ra) benzetirdi:

Ebu Hureyre’nin (ra) Hz. Peygamber’le ilgili her şeyi öğren- me, hadisleri ezberleme konusundaki şiddetli arzusu ve dolayı- sıyla Resûl-i Ekrem’in yanından ayrılmaması, diğer sahâbîlerin neden kendisi kadar hadis rivâyet etmediklerini soranlara söyle- diği gibi muhacirler çarşıda ticaretle, ensar da malları ve mülk- leriyle meşgulken Dr. Metin Erkaya da üniversite yıllarından itibaren hocalarının yanından ayrılmamış, sohbetlerine sürekli devam etmiş, dualarını alarak sohbet kasetlerini ve hocalarının hatıralarını derlemiştir. Sevenlerinin istifadesine sunmuştur. Kim bilir belki de sadece bu yönüyle de olsa cemaat tarafından kadir kıymet bilinmesini gönlünden arzu etmiştir.

Sohbet aralarında yeri geldikçe konu ile ilgili şiirler de oku- duğu olurdu:

Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli’ zebun

Ümitsiz değildi. Büyük hedefleri vardı. Türkiye ve dünya- da gelişen günlük olayları takip eder, bir Müslümanın sahip olması gereken gündemi de ihmal etmezdi. Bu arada evine uzak mesafede olan hastanelere gidip doktorluk nöbeti yapar, laptop bilgisayarını yanında bulundurur, ilmi çalışmalarına ara vermeden devam ederdi. İslâm davasını her zaman en önde görürdü. En güzel nu- mune olan Hz. Peygamber’i örnek alırdı. Daima basit çıkarları değil büyük hedefleri gözetirdi. Aleyhine bile olsa doğruluktan ayrılmazdı. Kişinin nefsinin hoşuna gideni, popülist politikaları değil olması gerekeni söylerdi. Böyle yaptığı için bazen yalnız kaldığı olurdu. Hz. Ömer’e atfedilen “Doğruluk Ömer’e dost bırakmadı” sözünü hatırlatırdı.

Metin abi Kur’an ve Sünnet çizgisinde başta Hz. Muhammed

236

(sas) ve seçkin sahabeleri ve bizzat sohbetlerine iştirak edip yüz yüze görüştüğü şeyhleri Mehmed Zahid Kotku ve Mahmud Esad Coşan’ın rehberliğinde hak bildiği yolda taviz vermeden yoluna devam etti. Mahmud Esad Coşan Hocaefendi’nin ifadesi ile “İslâmi çizginin dışına sapmadan, sünnet-i seniyyeye bağlı, çağa uygun, aşırılıktan uzak, takvaya dayalı bir Müslümanlık yaşamak gayretindeydi.

Bunca gayretine rağmen belki teselli babından olsun diye Sultan III. Mustafa’nın devletin gidişatı hakkında söylediği meşhur şiirini de okuduğu olurdu:

Yıkılupdur bu cihan sanma ki bizde düzele

Devleti çarh-ı denî verdi kamu müptezeleŞimdi erbâb-ı saâdette gezen hep hazele

İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem Yezel’e

Merhum Mahmud Esad Coşan Hocaefendi’nin vefatı üzerine paylaştığı şiir hocasına olan hasretini ifade etmektedir:

Noldu ağama noldu

Noldu ağama noldu

Sarardı benzin solduAğam burdan gideliBu yerler viran oldu

Dr. Metin Erkaya, merhum Mahmud Esad Co şan Hocaefen- di’nin sohbetlerini dinleme ve dinletmeye çok büyük önem verirdi. Her hafta bir sohbet dinlenir, pe şinden hatme ve dua ya- pılırdı. Sohbetin arkası ndan genel meseleler konuş ulur, günlük olaylar hakk ında değ erlendirmeler yapı lırdı. Bu aynı zamanda Merhum Esad Coşan Hocaefendi’nin kendisine bir tavsiyesiydi. Hocaefendi haftal ık toplantı larda samimi arkada şlarla bir araya gelinmesini sohbet ve istişarelerde bulunulmasını istemişti. Me- tin abi hocasının bu tavsiyesini ömrünün sonuna kadar yerine

237

getirdi. Etrafına hep ışık oldu, aydınlattı, tavsiyelerde bulundu, hayat tecrübelerini dostlarıyla paylaştı.

Vefatından 3-4 ay önce idi. Her hafta olduğu gibi Esad Hocaefendi’nin sohbeti, hatme ve duadan sonra konuşmalara devam edildi. Bu esnada benden Necip Fazıl Kısakürek’in aşağıdaki şiirini okumamı istedi:

Geçilmez

Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;

Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.

İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;Bu odadan gelsin diye ça ğrılmadan geçilmez.

Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.

Varlık niçin, yokluk nas ıl, yaşamak ne, topyekün?

Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.

Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;Usta kaptan klavuza var ılmadan geçilmez.

Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.

Geçitlerin, kilitlerin yaln ız O’nda şifresi;

İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!Necip Fazıl KISAKÜREK

Hocaları Mehmed Zahid Kotku ve Mahmud Esad Co şan’ın vasiyeti üzere ya şadı. Onları n hatı rını daima en üstün tu ttu.

Daha önceleri her perşembe olan haftalık sohbetler sonradan cuma günleri yapılmaya başlandı. Metin abi sohbetlere yaz k ış demeden sürekli devam e tti. Hiç aksatmadı. Bu sobbetlerin ya- pıldığı mekânı n duvarları na hocası Mehmed Zahid Kotku’nun vasiyyetini astırdı. O vasiyet hâlâ sohbet mekânında asılı bu-lunmaktadır.

Hocalar ına sevgisi en üst derecedeydi. Onları sevenleri sever, sevmeyen kişilerden de uzak dururdu. Çevresindeki arkadaşlara akademik çalışmalar yapmalarını tavsiye ederdi.

238

Sade giyinir, temizliğe dikkat eder, dikkat çekici şekilde gi- yinmekten kaçınırdı. Elbiselerin vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde bol olmasını isterdi. Dağınık değildi, saçına sakalına özen gösterirdi. Hiç kot pantolon giydiğine şahit olmadım. Ceket ve pantolon giyerdi.

Mütebessim bir çehreye sahipti. Dostlarına, arkadaşlarına gerekli ilgiyi gösterirdi. Muayenehanesine gelenlere muhakkak ikramda bulunurdu. Muayenesi açık iken bir ara bana; “şikâyet gibi olmasın ama bana bir günde yirmi yedi tane misafir geldi” demişti. Uzak diyarlardan gelenleri gerekirse evinde misafir eder, yemek yedirir, onlarla saatlerce sohbet eder, dertlerini dinler, tavsiyelerde bulunur, kaset çözümlerini yaptığı hocaları Mehmed Zahid Kotku ve Mahmud Esad Coşan’ın kitaplarından hediye ederdi.

Bunca yoğun işine rağmen sohbet ettiği arkadaşlarıyla zaman kısıtlaması olmaksızın can-ı gönülden ilgilenir, gönüllerini hoş ederdi.

Arkadaşlarıyla konuşurken cep telefonu ile ilgilenmezdi. Bunun yanında bazı önemli meselelerde telefonda dakikalarca konuştuğuna şahit olurduk. Bazen de yanında misafir varsa telefondaki konuşmayı kısa keser, misafirleriyle ilgilenirdi. Misafirlerin yanında telefonda uzun konuşmazdı.

Tüm hayatını, maddî ve manevî varlığını mürşidi kâmil olan şeyhleri Mehmed Zahid Kotku ve Mahmud Esad Coşan’ın yo- luna vakfetmişti. Tanıştığı, konuştuğu insanları Hocaefendilerin sohbetlerini dinlemeye ve kitaplarını okumaya teşvik ederdi. Bunun yanı sıra diğer Allah dostlarıyla görüşmeyi, konuşmayı da ihmal etmezdi. Mesela rahmetli İsmail Turan Hoca gibi Allah dostlarıyla da görüşür, sohbetlerini dinlerdi.

Arapça’ya özel bir ilgi gösterir, bazı âyet ve hadisleri Arapça metinlerinden okur, Türkçe anlamını verirdi. Hadis kaynakla- rına önem verir, bir hadisin kaynağını göstermek için günlerce uğraştığı olurdu. 1974’den 2023’e kadar tebliğ ve irşad faaliyetlerine devam

239

etmiş, henüz lisede genç bir çocuk iken okul arkadaşlarıyla ilgilenmiştir. Örnek olarak verecek olursak Metin abi liseden arkadaşı olup sonradan diş doktoru olan bir arkadaşına yanlış evlilik yapmaması hususunda tavsiyelerde bulunduğunu anla- tırdı. Sonradan bu arkadaş Metin abiyi gördüğünde; “keşke tav- siyelerinizi dinleseydik bizim için daha iyi olurdu” demiştir.

İstanbul’a tıp eğitimi için gittiğinde İskenderpaşa Camii’nin yurdunda kalmış, Mehmed Zahid Kotku’nun sohbetlerine ka- tılmış, beraber namaz kılmış, İslâm’ı öğrenme ve yaşama faali- yetlerine daha da büyük hız vermiş, birçok kişinin tarikat dersi almasına vesile olmuştur. Hocalarından aldığı emir ve tavsiye- leri titizlikle uygulamış, onların yolunca yürümeyi kendisine şiar edinmiş onların sevdiklerine sevgi göstermiş sevmediklerini de sevmemeyi kendisine şiar edinmiştir.

Yoğun işlerine ve kalabalık bir nüfusa rağmen beş vakit namazını camide kılmaya özen gösterir, namaz çıkışı arkadaş- larıyla konuşur günlük olayları takip eder, önemli tavsiyelerde bulurdu. Hem iyi bir doktor hem iyi bir aile reisi hem de iyi bir dosttu. Hocaları Mehmed Zahid Kotku ve Mahmud Esad Coşan Hocaefendilerin iyi bir müridi idi. Ömrünü hocalarının sohbetlerini dinlemeye, anlamaya ve kaset çözümlerini yapıp cemaatine ve halka duyurmaya adamıştı. Bu hususta olağanüstü bir gayrete sahipti. Sohbetlerde en büyük oğlu olan Muhammed Zahid’e; “Za- hid Abi” diye hitap ettiği olurdu. Bu hitap mütevazılığın ve bir yönüyle de Muhammed Zahid’in ilk çocukları olmasının da ifadesiydi.

Çocuklarının büyükten küçüğe isimleri: Muhammed Zahid, Mahmud Esad, Abdüllatif, Habibullah Taha, Ahmed Enis, Lüt- fullah ve Muharrem Nureddin.

Şairin dediği gibi “Âşık olan rüyasında görmeli” misali iyi bir derviş olduğu için konuşmalarında sık sık Hocaefendileri ile ilgili hatıralara yer verir, onları rüyalarında gördüğünü an-latırdı.

240

“Hz. Ali Efendimiz’den Vecizeler” kitabını hazırladıktan son- ra Hz. Fatıma’yı rüyasında gördüğünü bu çalışmayı yapmanın Hz. Muhammed’in pak neslinin doğru şekilde kavranmasına ya- pılan katkının manevî bir karşılığı olduğunun bilincindeydi.

Allah rahmet eylesin...

6 Haziran 2023 - Sincan

Mahmut Bozçalı - Metin Erkaya - 2021

241

• 241 •HACI BAYRÂM-I VELÎ HAZRETLERİNİN TASARRUFU

Doç. Dr. Mahmud Esad ERKAYA1

1999 yılında ortaokulu bitirip liseye başlayacaktım. Ortaokulu Sincan İmam Hatip Lisesinde okudum. O yıllarda İmam Hatip Lisesi mezunları İlahiyat dışındaki bir alanı tercih ederlerse pu- anları düşüyordu. Bunun için önümde iki tercih vardı; ya İmam Hatip’e devam edip İlahiyat okuyacak yahut da düz liseye geçiş yapacaktım. O günlerde bir taraftan kendim ne olmak istediği- mi düşünüyor, diğer taraftan da babamla istişare ediyordum. Sonunda İmam Hatip’e devam etme kararı aldım. Babamla bu düşüncemi paylaştığımda çok memnun oldu. Tabii onun zihninde de bazı endişeler yok değildi. Bu düşüncelerle bir gece rüyasında Esad Hocaefendi’yi benim başıma sarık sararken görmesi üzerine aldığımız kararı Esad Hocaefendi’nin de onayladığı yorumunu 1 Metin Erkaya’nın oğlu. Mahmud Esad Erkaya, 1985 yılında Ankara’da doğdu. 2002 yılında Sincan İmam Hatip Lisesinden, 2006 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 2009 yılında Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 2007 yılında bir süre imam-hatiplik yaptı. Daha sonra 2007-2012 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Hadislerle İslâm Projesi kapsamında çalışmalarını sürdürdü. 2012 yılında Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalına araştırma görevlisi olarak atandı. 2014 yılında yedi ay süreyle Ürdün’de misafir araştırmacı olarak bulundu. 2015 yılında doktora çalışmalarını tamamladı. 2018 yılında Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesine, 2023 yılında Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi İlahiyat Fakültesine atandı. Hâlen bu üniversitede Tasavvuf Anabilim Dalında çalışmalarına devam etmektedir.

242

yapmıştı. Böylece babam evlatlarından en azından bir tanesini İlahiyat alanına yerleştirmiş belki de kendi düşüncesine göre üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş oldu.

***

Çocukluk yıllarında babamla bir arada olmamız evin dışında ya muayenehane yahut da cami avlusunda olurdu. Zira o sabah erkenden muayenehanesine gider, akşam da geç saatlerde eve gelirdi. Dolayısıyla gün içerisinde onunla görüşmek için gidece- ğimiz mekân, evimize yürüyüş mesafesinde olan muayenehane olurdu. Muayenehanede babam bir taraftan yaptığı yemeklerle misafirlerini ağırlar diğer taraftan da hoş sohbetiyle unutulmaz anlar yaşatırdı. Namaz vakitlerinde muayenehanesinin kapısına, cep telefonu henüz yaygınlaşmadan önceki yıllarda, “Namaz- dayım.” notunu bırakarak mutlaka Sincan Merkez Camii’ne giderdi. Biz de evden çıkıp namazı kılar, caminin avlusundaki banklarda veya ayaküstü bir müddet konuşurduk. Evin bir ihtiyacı var mı yok mu sorar, varsa alışveriş yapardık. Bunun yanında eğer cami çıkışı bir arkadaşına denk gelmişse sohbet uzar bazen saatlerce caminin avlusunda konuşmaya devam eder, muayenehanesine ancak bir sonraki namazı kılıp öyle dönebilirdi. O, cami önü sohbetlerini adeta bir tebliğ ve irşad vesilesi olarak görüyordu. Etraftan cami önündeki bu konuş- malara şahit olanlar zaman zaman gelip onunla tanışmak da istiyorlardı. Böylece cami önünde tanıştığı kimseler zamanla onu gönülden seven insanlar haline geliyor, haftalık sohbetlerin müdavimleri oluyorlardı.

*** Bayramlarda yahut özel günlerde gelen ziyaretçilerle uzun uzun konuşur, biz de sessizce onu dinlerdik. Karşısında kim olursa olsun genelde babam konuşurdu. Özellikle din, tasavvuf ve cemaat meseleleri söz konusu olduğunda hem bireysel tecrü- beleri hem de kendisine yapılan haksızlıkları anlatırken o anları yaşar gibi olurdu. Yalnızca bu gibi meseleler değil gündemdeki hâdiseler de onun sohbetlerinin vazgeçilmeziydi. Bazen tekrara

243

düştüğü de olurdu ama biz ilk defa anlatıyor gibi dinlemeye devam ederdik. Özellikle Esad Hocafendi’nin sohbetlerini yazıya dökerken karşılaştığı hadislerle ilgili gerek Arapça metin gerekse kaynaklarıyla ilgili bir mesele olduğunda bana sorar tatmin olun- caya kadar da peşini bırakmazdı. Üzerinde çalıştığı hadisi mut- laka o günlerde karşılaşıp görüştüğü kimselere anlatırdı. Onun öğrendiği yeni bir bilgiyi muhtelif kimselere anlatması elbette ki zihninde yer edinmesini sağlıyor, böylece en ince ayrıntısına kadar unutmadan farklı ortamlarda anlatabiliyordu. *** 2002 yılında üniversite imtihanı için sınav yerim, Ankara’nın Altındağ ilçesinin Bentderesi caddesinde bulunan Seymenler Ortaokulu idi. Hacı Bayrâm-ı Velî Camii’ne çok yakındı. Babam ve amcam Hacı Ali Erkaya ile birlikte sınava gitmek üzere yola çıktık. O günlerde babamın arabası olmadığı için amcam önemli günlerde yanımızda olur, bizi gideceğimiz yere bırakırdı. Sınav saatine biraz süre olduğu için yolda Hacı Bayrâm-ı Velî Haz- retlerini de ziyaret etme kararı alındı. Ziyareti gerçekleştirdik ve ardından sınava girdim. Sınav neticesinde Ankara Üniver- sitesi İlahiyat Fakültesine yerleştim. Mezuniyetin ardından bir müddet Diyânet’te çalıştım. Bu zaman zarfında fıkıh ve hadis üzerine çalışarak yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Daha sonra üniversiteye geçmek düşüncesiyle arayış içerisine girdim. O dönemde ÖYP programı kapsamında merkezi sistemle araş- tırma görevliliği atamaları yapılmaktaydı. Müracaat döneminde açılan kontenjanların içerisinde kendi alanım dışında bir de ta- savvuf anabilim dalı vardı. Onu da tercih ettim. Henüz sonuçlar açıklanmamıştı ki babam bir kitapçıda gördüğü Kuşeyrî’ye ait er-Risâle isimli eseri görüp almış bana hediye etti. Bu, tasavvuf alanında sahip olup okuduğum ilk klasik eser oldu. Kısa bir müddet sonra yerleştirme sonuçları açıklandığında tasavvuf araştırma görevlisi olarak Adana Çukurova Üniversitesine atan- dığımı öğrendim. Babama malum olmuş olacak ki böyle bir kitabı henüz alanım değişmeden bana hediye etti.

244

Adana Çukurova Üniversitesindeki altı yıllık akademik ça- lışmaların ardından Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesine geçiş yaptım. Buradaki beş yılın sonunda Hacı Bayrâm-ı Velî Camii’nin hemen bitişiğindeki Ankara Sosyal Bilimler Üniver- sitesinde vazifeye başlamam gündeme geldiğinde babamın yorumu şöyle oldu: “Üniversite sınavı vesilesiyle Hacı Bayrâm-ı Velî’yi ziyaret ettik. O gün Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri sana kancayı atmış, bırakmıyor. Sürekli daha yakınına çağırıyor.” Babamın son günlerinde Ankara Sosyal Bilimler Üniversi- tesine geçiş için atama yazısını bekliyordum. Biraz gecikti. Bu arada Hacı Bayrâm-ı Velî hakkında bir çalışmam yayınlanmak üzereydi. Kitabın baskısı elime ulaştı. Ertesi gün de atama yazım geldi. Hacı Bayram Veli Üniversitesindeki vazifem bu kitapla birlikte tamamlanmış, artık Hacı Bayâm-ı Velî’nin makamından, türbesinin yanı başına geçiş hakkı kazanmış oldum. Babam bu konuyla yakından ilgileniyordu. Vefatından önce hasta yata- ğında neredeyse her görüşmemizde “Nasıl gidiyor işler, geçiş yaptın mı?” diye soruyordu. Heyecanlı ve aceleci bir tabiata sahip olduğu için bu gibi uzun süreçler onu tedirgin ediyor, bir an önce sürecin tamamlanmasını istiyordu. Aslında onun tez canlılığı, aceleciliği, sonuç odaklı çalışması hayat boyunca onun başarılı işlere imza atmasını sağlamıştı. *** Eğitim hayatım boyunca okuduğum her okulda ve bulun- duğum her ortamda babamı tanıyan birileri mutlaka çıkmıştı; bazen doktorluğu ile bazen de kitaplarıyla... Muayenesine gidip tedavi olanlar iyi bir doktor olduğundan söz ederlerdi. O, 1982 ile 1990’lı yıllar arasında sağlık kuruluşları çok yaygın olmadığı için Sincan’da hemen herkesin hastasını getirdiği mahir bir doktordu. Bundan dolayı onu doktor olarak tanıyanlar bir şekilde ondan övgüyle söz eder, “çocukluğumun doktoru” veya “kimsenin bulamadığı çareyi buldu” ifadelerini sıkça dile getirirlerdi. Öte yandan Mehmed Zâhid Efendi ve Esad Hocaefendi’nin kitapları vasıtasıyla onu tanıyanlardan ise soyadımı duyduklarında hemen

245

“Babanın adı ne?” ya da “Sincan’daki Erkayalar ile bir ilginiz var mı?” gibi soruları yöneltirlerdi. Ardından hemen samimi bir ortam oluşur, diyaloglar o doğrultuda ilerlerdi. Hocaefendilere yaptığı hizmetler, geniş bir kitlenin ona saygı duymasını sağla- mıştı. Bunun semeresi çoğu zaman bize de yansımaktaydı.

*** Babamın son yılları hüzünlü ve düşünceliydi. Aslında Esad Hocaefendi’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Daha ön- ceden alışık olduğu tüm uygulamalar değişmeye başladı, mürid mürşid ilişkisi ortadan kalktı, cemaat kendisine selam dahi ver- mekten çekinir oldu. Bu gelişmeler onu derinden etkiliyordu. Bunun doğal bir neticesi olarak duyguları dışarıya da yansıyordu. Bazen Esad Hocaefendi’yi hatırlatan bir ilâhi bazen bir şiir duydu- ğunda gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Vefatının Esad Hocaefen- di ile aynı günlere denk gelmesi de onun bir anlamda sevdiğine kavuşması anlamına geliyordu. Allah rahmet eylesin...

17 Nisan 2023 - Etimesgut

M. Esad Erkaya – Metin Erkaya, Çukurova Ü. İlahiyat F. - 2016

246

ALİMİN YANINDA DİLİNİ TUT!

Abdüllatif ERKAYA1

4-5 yaşlarındayım. 80’ler bitmiş, 90’lar yeni başlamış. Gü- nün hangi saati bilemiyorum uykudan uyanmışım. Bakıyorum babam ve ağabeylerim evde yoklar. Öğreniyorum ki Öz Elif’e Mahmud Esad Coşan Hocaefendimiz’in sohbetine gitmişler ve beni geride bırakmışlar. Bir hışımla uzun süredir biriktirdiğim kumbaramı bozuyorum ve evimizin altındaki bakkalda tüm paramı dondurmaya yatırıyorum.

Babamla ilgili hatırladığım en eski hatıralarım, babamın bizi Öz Elif’e Esad Hocaefendimiz’in sohbetlerine götürmesidir. Babamla ilgili hatırladığım en yeni hatıralarım ise yine Mehmed Zâhid Kotku ve Mahmud Esad Coşan Hocaefendilerimiz’in sohbetleridir. Babamla ilgili tüm hatıralarımda ve babamın tüm hayatında mutlaka Hocaefendilerimiz vardır hatta ilkokul çağlarımda, “Esad Hocaefendimiz vefat ederse, herhalde babam şeyh olur.” diye düşündürebilecek kadar... 1 Metin Erkaya’nın oğlu. Abdüllatif Erkaya, 1987 yılında Sincan’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Sincan’da tamamladı. Kırıkkale Üniversitesi, Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümünden 2009’da mezun oldu. Askerlikten sonra kamuda Sistem ve Ağ Mühendisi olarak çalıştı. Mehmed Zâhid Kotku ve Mahmud Esad Coşan Hocaefendiler’in sohbetlerinden hazırlanan kitaplarda, teknik konular ve kaset çözümlerinde yardımcı oldu. Halen bir kamu kurumunda yönetici olarak görev yapmaktadır.

247

Fenâ fi’ş-şeyh makamı nedir, insan uyanıkken ve dahi uyur- ken şeyh efendi ile nasıl beraber olur bunu babamda çok sefer müşahade etmişimdir.

8 Ocak 1988 günü babam Esad Hocaefendimiz’i, bana ko- yacağı ismi sormak için aramış. İsmimi “Abdüllatif” koyduktan sonra, Ankara’da ne var ne yok diye sormuş. Babam yapılan çalışmalardan bahsettikten sonra Esad Hocaefendimiz, “Her hafta samîmî arkadaşlarla toplanın, meseleleri müzakere edin! Aranıza samîmî olmayanları almayın!” buyurmuşlar. Bu minval üzerine o günden beri cuma geceleri toplanır, önce Esad Hocaefendimiz’in video sohbetini seyreder, sonra hatm-i hâcegân yapar ve baba- mın “Ne var ne yok haberlerde!” cümlesiyle memleket mesele-lerini müzakere ederdik.

Video sohbetten önce, cemaat toplanana kadar aramızda muhabbet eder, “Alimin yanında dilini tut” düsturunca ekse- riya babamı dinler ve müstefid olurduk. Çok zaman ve belki her zaman video sohbet başlayınca, Esad Hocaefendi baba- mın bahsettiği konularla ilgili bir iki şey söyler ve biz de Esad Hocaefendimiz’in kerameti üzerine birbirimize bakışır, gülü-şürdük. İlginçtir bu vakıa, babamın katılamadığı toplantılarda pek de olmazdı. Şimdi anlıyorum ki bu, Esad Hocaefendimiz’in babama olan bir ikramı imiş.

Yeni bir kitap çalışmasına başladığında, bir çalışmayı bitir- diğinde, yayınladığında yahut sıkıntılı zamanlarında rüyada Hocaefendileri görürdü. Babamı ziyaret ettiğim zamanlarda, mütemadiyen Hocaefendilerle ilgili gördüğü yeni bir rüyayı anlatırdı. Uyanıkken de uyurken de Hocaefendiler ile beraber olduğunu buradan anlıyorum.

Yıllarca kendi muayenehanesinde doktorluk yapmıştı. Po- liklinikler çoğalıp, sağlık hizmetleri daha erişilebilir olunca, muayenehanesindeki işleri de artık geçimini sağlayamayacak hale gelmişti. Bu sebeple 2007 yılında özel tıp merkezlerinin acil bölümlerinde nöbet tutmaya başladı. Bu nöbetler yorucu oluyordu. En küçük kardeşim Nureddin’in “Baba, senin ne

248

zaman ‘mormal’ bir işin olacak?” sorusunu sık sık, gülerek zikrederdi. Özellikle son yıllarında çok yorgundu. Sonradan anladım ki, kalp kapakçığı kireçlenmesi bu yorgunluklarına sebep olu- yormuş. Korona geçirdikten sonra ağzının tadının kalmadığını da mütemadiyen söylerdi. Namaza çok ihtimam gösterir, muayenehanesi olduğu ve Çarşı Caminin henüz yenilenmek maksadıyla yıkılmadığı za- manlarda vakit namazlarına mutlaka camiye giderdi. Biz de onunla camide buluşur, avluda namaz sonrası uzun sohbetler ederdik. Camide mutlaka tanıdık birileri olur, bu ayaküstü soh- bet halkasına onlar da dahil olurdu. Hatta bazen diğer namaz vaktine kadar bu sohbetler devam ederdi. Bir süre Sincan Organize Sanayii’de işyeri hekimliği yaptı. Ancak işe arabayla gidip gelmesi gerekiyordu. Çocukluğunda yaşadığı bir iki ciddi trafik kazasından sebep olsa gerek ehliyeti olduğu halde arabası ve şoförlüğü yoktu. Bu işyeri hekimliği işine gidip gelmesi için araba sürmeye teşvik ettik. Şoförlük talimlerini de beraber yapıyorduk. Bir seferinde yine talime çıktık. Hava soğuktu. Namaz vakti girmişti. Eve de çok rahat yetişebilirdik. “Önce namazı kılalım da sonra ne yapıyorsak yapalım!” diyerek o soğuk havada abdest alıp, namazı kılmamız benim için önemli bir hatıradır.

Çok küçük yaşlarımdan itibaren sabah namazlarına kaldırır- dı. Gecenin karanlığında odama gelir, çok tatlı, yumuşak ve ince sesiyle “Oğlum, sabah namazına kalkmak ister misin?” derdi. Ben de “İsterim!” cevabı ile yataktan kalkardım. Bir seferinde “İstemem” dersem ne olur acaba diye düşündüm. Sonraki gece “İstemem” cevabını verince, Allah için kızmak düsturunca, yüksek sesle ve kızarak kaldırdığını hiç unutmam.

“Tıbbiyeden her şey çıkar, bazen de doktor çıkar.” derler diye hep söylerdi. Tüm ilmî çalışmalarının yanında babamın doktorluğu da çok kuvvetliydi. Küçükken hasta olmaya kor- kardık. Çünkü hemen iğne vururdu. Allah var, hemen de aya-

249

ğa kalkardık. Hastaneye gitmişliğimiz, ya da günlerce hasta olmuşluğumuzu hatırlamıyorum.

Bir seferinde “Ben hastayı gördüğüm an, kafamda reçete- sini yazıyorum. Daha sonra teberrüken muayene ediyorum.” demişti. Çok yere gidip iyileşemeyip, babamda şifasını bulan kişilerin sayısı az değildir. “Hastalandığım zaman bana şifa veren odur.” âyetini hafızasından çıkarmadan reçete yazdığın- dan olsa gerek.

Doktorluğun da verdiği tecrübeyle insan sarrafıydı. Bazı arkadaşlarımdan hoşlanmazdı. Hoşlanmadığı arkadaşlarımla yaşadığım bazı hâdiselerden dolayı sonradan ben de görüşmeyi kesmek durumunda kaldım. Haklı olduğunu anladım.

Doğa olaylarına meraklıydı. Hava açıksa, gece vakıftan dö- nerken mutlaka yıldızlara bakar, “Şu Mars, şu Orion Takım Yıldızı” gibi yorumlar yapar, bize de gösterirdi. Kar yağmışsa çok sevinir, arabaların üzerinden kar kalınlığı ölçerdi. Ağaçla- ra, çiçeklere çok ilgiliydi. Yollarda gördüğü bahçeleri, gülleri, muhtelif çiçekleri anlatırdı. Muayenehanesi bir botanik bahçesi gibiydi. Palmiyeler, deve tabanı, mum çiçeği, kaktüsler... Atasözü, deyim, vecize, şiir, beyit vs. çok kullanırdı. Her durum için söyleyeceği bir isabetli söz mutlaka olurdu.

İlginç fikirleri vardı. “Çocuğu sokağa salacaksın. Hem mik- roplara karşı aşılanmış olacak hem de her şeyi öğrenecek. Kü- für etmeyi bile öğrenecek.” derdi. “Öğrenecek ki nerede neyi söylememesi gerektiğini bilecek.”

Bazı arkadaşlarım vardı, yaz tatillerinde çalışır, para kazanır- lardı. Sorduğumda bütün parayı babalarına verdiklerini anla- tırlardı. Çocukken babam bizim paramıza hiç dokunmazdı. Bir yere bir şekilde para harcamışsak, mutlaka onu bize öderdi.

Bir arkadaşımla babamı ziyaret etmiştik. Babam her zaman olduğu gibi bize yiyecek bir şeyler çıkardı. Ben karnımı doyurup kalktım, gidip ellerimi yıkadım. Arkadaşım gidince, misafirden önce sofradan kalkılmayacağını, onu beklemem gerektiğini anlatmıştı.

250

Cuma günleri “Cuma parası” verirdi. Cuma gününün önemi- ni, mü’minlerin bayramı olduğunu çocukken bize aşılamıştı.

Mehdi AS’ı, kıyamet alametlerini çok merak eder, görmek isterdi. Ebced hesabına ilgiliydi. İnsanlığın yaşı ile ilgili hesaplar yapardı. Hadis-i şeriflerden, Esad Hocaefendi’nin sözlerinden vs. bazı tarihler çıkarırdı. “Sağlığım el verirse belki ben de gö- rürüm.” derdi. 2000’li yıllarda internet yaygınlaşmaya başladığında bizi de internet yayıncılığına teşvik etti. Web sitesi yapmayı o zamanın kısıtlı koşullarında öğrenmeye çalışıyorduk. Bir web sayfası yaptım. Sayfada “Allah-u Ekber!” yazısı yanıp sönüyordu. Heye- canla babama gösterdim. “Aslan oğlum!” iltifatından duyduğum lezzeti, hiçbir şeye değişmem.

Yayınladığım web sitesine “Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü”ndendi galiba bir sayfa açıp, çıkan kelimelerden biri ile ismini o koymuştu. Çok duygulu bir insandı. Abdüllatif Duygulu mahlası, iç dünyasının bir yansımasıydı. Benim adımı da kullanıyor olması benim için ayrı bir kıvanç meselesi idi tabii. İlâhileri çok severdi. Söylerdi de. Üniversite yıllarında Sebilci’yi çok dinlerlermiş. Mehmed Zâhid Efendi’nin vefatından sonra Sebilci’den “Gel sürelim demi, Hu diyelim hu, Terk edelim gamı, Hu diyelim hu”yu çok dinlermiş. Çocuklarından birinin ilâhi söylemesini çok istermiş. Bu çocuklarından birinin ben olduğumu söyleye- bilirim. Akşam oturmalarında zaman zaman “Hocaefendi’nin ilâhilerden biraz söyleseniz.” derdi. Kardeşimle beraber söy- lerdik: Yessir lena hayral umur, Hiç bulunmaz akranı, Taştı rahmet deryası...

Sadece ilâhi değil, şarkılardan ve türkülerden de dinlerdi. Ancak baktığımızda dinlediği tüm eserler, hüzünlü, özlemli ve mutlaka Hocaefendileri hatırlatacak şeylerdir.

Hocaefendileri çok severdi, çok özlerdi, çok da beğenirdi. Bir seferinde Esad Hocaefendi’den bir hatıra anlatıp, “Tam benim kafama göre, tam benim istediğim gibi bir şeyh!” demişti.

251

Babam gibi bir insanın, ciltlerce yazılacak hatırası olma- sı gerekir. Ancak kaç sefer söylediysek de kendi hatıralarını yazmaya vakit ayırmamıştır. “Hocaefendilerin sözleri varken, benim hatıralarımı kim ne yapsın! Önce onları bitirelim.” derdi. “Şu kitapları bitirmeden ölmesem... Ben ölürsem, bunları siz tamamlayın!” diye de mütemadiyen söylerdi.

Babamın çalıştığı hastanede, -1. kat anjiyo, -2. kat yoğun bakım, -3. kat morg imiş. Bunu sık sık söylerdi. Ben de anjiyoya girersem, morgdan çıkarım derdi. Doktor olduğu için kendini biliyor, durumunu biliyordu demek ki. Endişe de ediyordu. Maalesef tam da anlattığı gibi oldu. Ameliyattan sonra toparlayamadı. Yoğun bakımdan çok çekinirdi. İki ay yoğun bakım süreci oldu, çok zahmet çekti. Askerdeyken Necati Amca’dan Hüva’llahü’llezî’nin sırrını öğren- diğinden beri, Hüva’llahü’llezî gizli duasıydı. Her müşkil işte onu okurdu. Yoğun bakımda, bilinci tam açık olmadığı zamanlarda bile mütemadiyen Hüva’llahü’llezî okuyordu.

Mehmed Zahid Efendi bir sohbetinde anlatıyor:

Cenâb-ı Hakk’ın bir evliyası... O evliya, ahirete göçüyor. O gün canı bir süt istemiş, yüreği yanmış en son. Sütü içeceği vakit Cenâb-ı Hak bir melek yollamış. Sütü döktür, içmesin demiş. O adamcağız o sütü içemeden ahirete gitmiş. Tabii bir teessürü var. O teessürler derece veriyor insana. Melek şaşmış. Demiş: “Ya Rab! Şaştım bu işe. O senin veli ku- lundu, bir sütü bile içirmedin.” Demiş Cenâb-ı Hak: “O kulum cennette bir yeri vardı, bir derecesi vardı erişemediği, yaptığı iba- detler kâfi gelmedi o dereceye ulaşmasına. O dereceyi ona ver- mek istiyordum da o sütü içirmemek suretiyle o üstün dereceyi vermek için o işi ona yaptırdım. Seviyorum onu çünkü.”2

Bu çektiği zahmetlerin, cennette derecesinin yükselmesine vesile olmasını Allah’tan diliyorum. 2 Mehmed Zahid Kotku, Râmûzü’l-Ehàdis Dersleri, ed. Metin Erkaya (http://www.

esadcosankulliyati.com/arsiv/kitap, 2021), 6/102.

252

Oğlu olmak şerefine nail olduğum için Allah’a hamd ediyo- rum. Allah cennet bahçelerinde, cennet ırmaklarının kenarında, cennet ağaçlarının altında buluşmayı nasib eylesin...

10 Mayıs 2023 - Sincan

Abdüllatif Erkaya - Metin Erkaya - 2017

253

• 253 •HANGİ BİRİNİ YAZAYIM?

Taha Habibullah ERKAYA1

Babam hakkında bir hatıra yazmak istediğimde “hangi biri- ni yazayım?” düşüncesi beni yazmaktan biraz alıkoydu. Ama babamın Esad Hocaefendimiz’in yanında uzun yıllar kalıp da konuşmalarında ondan bahsetmeyen kişilere “yahu yıllarca hocamızın yanında kalmış hiç mi anlatacak bir hatırası yok?” diye sitem ettiği aklıma geldi ve yazmaya başladım.

Çocukluğumda babamla ilgili hatıralarım özellikle yazları Çarşı Camii avlusunda namaz çıkışı gerçekleşen camii sohbetleri, babamın muayenehanesine cüz okumaya veya harçlık istemeye gitmem, her akşam saat 21:00’da Esad Hocaefendi’nin sohbet- lerini dinlememizden oluşuyor.

Yine ilkokul ve ortaokul yıllarımdan hatırladığım teravih namazlarına hatimle kılınan Andiçen Camii’ne giderdik. O yıllarda Ramazan kış mevsimine denk gelirdi, teravih kala- balığında caminin havasız kalmasından ötürü kış mevsimine rağmen namazları son cemaat mahallinde kılardık. Bilgisayar kullanmaya ve özellikle on parmak öğrenmeye 1 Taha Habibullah Erkaya, Metin Erkaya’nın oğlu olup 1992 yılında Ankara’da doğdu. 2010 yılında Etimesgut Anadolu Lisesinden, 2017 yılında Dumlupınar Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. Çeşitli kurum- larda sistem ve ağ mühendisi olarak görev aldı. Hâlen Gazi Üniversitesi Bilgi İşlem Daire Başkanlığında Bilişim Uzmanı olarak çalışmaktadır.

254

çok teşvik ederdi. Ağabeylerim 10 parmak F klavye kullanmaya daha o yıllardan başladı ama ben ve benden sonraki nesil Q klavyeye yenik düştük sanırım. Yeni okuma yazma öğrendiğim zamanlarda bilgisayarda kendi kendime hikâyeler yazdığımı ve bunlardan dolayı babamdan övgü aldığımı hatırlıyorum. Hatıralarımızı ve önemli olayları da yazmamızı teşvik ederdi.

Çocukken hastalandığımızda babamın iğne vurmasından korkardık ama o iğneyi yedikten sonra da iyileşiverirdik. Üni- versiteye şehir dışına gidene kadar hiç hastaneye gitmedim.

Bilge bir insandı. Konunun dini, tarihi, siyasi ya da bilim- sel olması farketmeksizin bir şey öğrenmek istersem babama sorardım ve cevabını mutlaka alırdım. Bu sadece çocukken de değil şu yaşımda bile bu durum aşağı yukarı aynıydı. Sürekli kitap çalışmaları yapmasından dolayı verdiği cevabı bir âyet veya hadisle desteklerdi. Dil öğrenmeye yatkınlığı vardı ve etimolojiye ilgiliydi. Bu özelliği biraz bana da bulaşmış olmalı ki sohbet esnasında bah- si geçen bazı kelimelerin etimolojik kökenlerini açıklamada kendisine yardım ederdim. Sohbet esnasında dediğim ise ev ortamında konuştuğumuz herhangi bir gün, özel bir toplantı değil. Sıradan sohbeti bile bir ders gibiydi, anlatacak şeyleri hiç bitmezdi.

Aile arasında toplandığımız günlerde çocuklarından ilâhi dinlemek hoşuna giderdi. Özellikle “Gül yüzünü rüyamızda görelim ya Rasulallah!” ilâhisinde “Gül yüzünü göre göre ölelim ya Rasulallah” kısmında mutlaka gözlerinin yaşardığını hatır- lıyorum. Ömrünün son yıllarında hep hüzünlüydü, ilâhilerin yanı sıra hüzünlü türküler de dinliyordu. Dünya malında gözü yoktu. Bir arabam olsun veya daha iyi evlerde oturayım demezdi. Tek lüksü belki umreye gitmek idi. Onu da çocukları için manevi bir eğitim olarak görürdü. Bize Rasûlüllah sevgisini o aşıladı. Cennetü’l-Baki ziyaretinde, Uhud Şehitliği’nde, orada medfun bulunan sahabelerden bahsetmesi hala gözümün önünde.

255

Umrede mescidde otururken yanındakilerle özellikle genç- lerle mutlaka tanışırdı. Arapça-İngilizce hatta Türkçe karışık bir şekilde iletişim kurardı. Bir keresinde tavaf sonrası Mescid-i Haram’ın eski halinde müezzin mahfilinin arka tarafında otur- muş bir sonraki namazı beklerken Mısırlı bir adam gelip yanımı- za oturup bizi biraz sıkıştırmıştı. Ardullahi Vâsia, “Allah’ın arzı geniştir, neden bizi sıkıştırıyorsun?” diyerek cümleye girmiş daha sonra bir saatten fazla süren tatlı bir sohbet başlamıştı. Hatta o Mısırlı “Sen çok fasih Arapça konuşuyorsun.” diyerekten de iltifat etmişti babama.

Son yıllarında hafta sonları genelde hastanede nöbette olu- yordu. Kendisiyle denk gelemezsek hâl hatır sormaya telefon ederdim. O da nöbette sıkıldığı zamanlarda telefon ederdi, yine aynı şekilde bir sıkıntım olursa dertleşmek için ben de kendisini arardım. Bazen o nöbetteyken iş çıkışı yanına uğrardım. Yoğun bakım günlerinin birinde bilinci tam olarak yerinde olmadığı halde kendisini ziyaret ettiğim esnada “Geliyorsun, dert ortağı oluyorsun bana.” demesi beni babamın rızasını kazanabilmek adına mutlu etmişti. İnşallah rızasını kazanabilmişizdir.

Kendisi tez canlı bir insandı; işlerini ertelemeyi sevmezdi. O kadar sohbeti çözüp, hadislerin kaynaklarını bulup, dip- notlarını hazırlayıp, resimlendirmesi bir hayli zaman alacak iş olmasına rağmen her gün saatlerini bu işe ayırırdı. Bir kitabı hazırlayıp bitirdiği zaman kitabın pdf’sini e-posta ile gönderir- di. Bu tezcanlılık ve işleri ertelememesi ameliyat sürecinde de devam etti. Kalp krizi geçirip, anjiyo olması, anjiyodan sonra ameliyata karar vermesi, karar aldıktan bir hafta sonra ameliyata girmesi, ameliyat iyi geçti derken tekrar işlerin kötüye gitmesi hep birdenbire oldu.

Babam vefat etmeden iki hafta önce umreden dönmüştüm. Yoğun bakımda olduğu günlerde bile benim umreye gidişimin heyecanını yaşıyordu, umredeyken sanıyorum her gün beni arattırdı. Umreden grip olarak döndüğüm için kendisine bir de hastalık bulaştırmayayım diyerek ziyaretimi biraz erteledim. 4

256

Şubat Cumartesi sabahı yanına gidip son görüşmemi gerçekleş- tirdim. Son zamanlarında iştahı tamamen kesilmişti. Umreden gelmemin hatırına ancak bir tane hurma yiyebildi. Üzerine biraz da zemzem içti. Ben umreden anlattım, o sevinerek dinledi. Öğleden sonra saat üç civarı bilinci kapandı. Bu ziyaret onunla son görüşmemiz oldu. Allah cennette Peygamber Efendimiz’in yanında buluşmayı nasip eylesin...

8 Haziran 2023 - Beşevler

Taha Habibullah Erkaya - Metin Erkaya - 2021

257

• 257 •BİR SELAM VER, BİR HADİS İŞİT!

Ahmed Enis ERKAYA1

Küçüklük hatıralarım... Öncü Sokak’taki muayenehaneye gidişim, babamın muayenehanesinin bulunduğu sokaktaki Bozüyük Süt Ürünlerinden aldığı çikolata ve süt... Köroğlu fırınından aldığı sıcak ekmek... Babamın masasında afiyetle yememiz... Hayal meyal hatırlıyorum...

Okula gitmek için babam bizi sabah uyandırır ve zaman zaman kahvaltıyı da hazırlardı. Bazen kendine özgü bir patates kavurması bazen tavada tereyağlı yumurta... Kimi zaman köfte kimi zaman kıymalı menemen... Hepsi çok nefis yemeklerdi. Öyle ki kendim de sahanda yumurta yaparken her zaman ba- bam usulü yaparım: Bolca tereyağı içine kırılan yumurta biraz piştikten sonra alt üst yapılır. Böylece yumurtanın sarısı, beyazı arasında dağılmadan hapsedilir... Velhasıl, babam çok güzel yemek yapardı.

***


1 Metin Erkaya’nın oğlu. Ahmed Enis Erkaya 1995 yılında Ankara’da doğdu. 2017 yılında Dumlupınar Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde lisans eğitimini, 2019 yılında ise Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Bilgisayar Mühen- disliği Anabilim Dalında yüksek lisans eğitimini tamamladı. Ankara Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği ana bilim dalında doktora eğitimine devam etmektedir. 2017 yılında Emsal Bilişim’de Yazılım Geliştirme Mühendisi olarak çalıştı. 2018 yılından beri TÜBİTAK BİLGEM Yazılım Teknolojileri Araştırma Enstitüsünde Yazılım Geliştirme Mühendisi olarak çalışmalarına devam etmektedir.

258

Sürekli yeni insanlarla tanışması, her tanıştığı kişiye o gün çalıştığı hadislerden, âyetlerden bahsetmesi ve iletişim bilgilerini alarak arkadaşlık kurması... Çalıştığı polikliniklere giderken Sincan’daki evinin önündeki duraktan bindiği banliyö trenini kullanırdı. Mutlaka trende birisiyle iletişim kurar, hâl hatır sorardı. Tren güzergâhında yer alan okula giden öğrencilere denk geldiği çok olurdu. Hem dünyevi manada saygıdeğer bir mesleğe sahip olması hem de İslâmî açıdan bilgili olması özellikle gençler üzerinde olumlu bir izlenim bırakırdı. Tanıştığı kimselerle hemen Facebook üze- rinden iletişime geçer, paylaştığı yazıları ve çevrimiçi platform- larda yayınladığı diğer kitap çalışmalarını tanıştığı kimselere aktarırdı. Babamı nasıl hatırlıyorum diye sorarsanız, sürekli yeni insanlarla tanışmak ve onlara İslâm’dan ve Hocaefendilerden bahsetmek üzere kendini adamış bir derviş diyebilirim. Sadece trende değil, bulunduğu her ortamda tanıştığı herkese tanışma faslı sonrası muhakkak âyet-i kerîmelerden, hadis-i şerîflerden ve Hocaefendilerden bahsederdi. Bir selam ver, bir hadis işit!

Babamı ziyaret ettiğimizde muhakkak o gün çalıştığı bir hadis-i şerîften bahseder, detaylı bir şekilde açıklardı. Her gün hocaefendilerimizin sohbetlerini kitaplara geçirmek üzerine çalıştığı için gün içerisinde sürekli hadis-i şerîflerle meşgul olur ve bu meşguliyetini de konuşmalarına muhakkak yansıtırdı. Dervişin fikri neyse zikri de o olur derler ya, öyle. Bir defasında Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi’nin sohbetlerini hazırlarken, sohbette sabah ve akşam namazının farzından sonra yedi kez (Allahümme ecirnî mine’n-nâr) “Allah’ım, beni cehennem ate- şinden koru.” denmesinin fazileti ile ilgili bir hadis geçmiş... O gün de ben babamlara gitmiştim. Bana sohbette dinlediği bu duadan bahsetti ve bu şekilde sabah ve akşam namazından sonra dua etmemi öğütledi.

***

Babamı düşünürken aklıma ilk gelen özelliklerinden bir diğe-

259

ri de cömertliğiydi. Lise yıllarımdan beri babamın hep birilerine sadaka/zekât gönderdiğini hatırlıyorum. Kendisinin durumu- nun çok iyi olmadığı bazı zamanlarda bile sadaka vermekten kendini geri koyamazdı. Esad Hocaefendi’nin sohbetlerinden hazırlamış olduğu kitapta Esad Hocaefendi Âl-i İmrân 3/134 ve Haşr 59/9 âyetlerinden de bahsederek “Kendisinin ihtiyacı olsa bile ihtiyacından kısar, karşı tarafa verir. Çünkü asil insan, kıymetli insan, huyu güzel insan, asaletli insan. Fakir de olsa ölçüsü nispetinde yine karşısındaki bir kimseye hayrı hasenâtı dokunur. Yine cömerttir, gönlü cömerttir. ‘Yarım elma, gönül alma...’ demişler büyüklerimiz. Elinde bir şeyciği yoktur da el- ması vardır sadece; elmayı böler, yarısını sana verir. Çok olsaydı, çok verecekti. O kadar var, öyle veriyor. Bollukta verir, darlıkta da verir. Kendisinin ihtiyacı olanı da verir...”2 buyurmaktaydı. Babam da bu tavsiyeyi kendisine şiar edinerek ihtiyaç sahip- lerini her durumda gözetirdi; öyle ki son günlerinde, yoğun bakımda bile... Babam internet bankacılığı pek kullanmazdı. Birisine bir yardım yapacağı zaman çocuklarından birine IBAN numara- sını ve gönderilmesini istendiği miktarı yazardı. Bir dönem bu görevi ben de üstlenmiştim. 6 Mayıs 2019’da yazdığı “X TL’yi bu arkadaşa gönderi ver” mesajı hala telefonumda... “Fazla duyulmasın!” notu ise yaptığı hayrın gizliliğine verdiği önemi göstermekteydi.

***

Birkaç defa babamla umreye gitme şerefine nail oldum. İlk gittiğimiz yıllarda mescid henüz tadilattan geçmemişti. Türkler daha çok müezzin mahfili altında toplanırdı. Bizim de tavaf ettik- ten sonra müezzin mahfilinin altında buluştuğumuzu hatırlarım. Bir seferinde mahfilin biraz daha arka taraflarına doğru geçip annem, Taha ağabeyim ve kardeşlerim Lütfullah ve Nureddin ile birlikte babamın bize hatm-i hâcegân yaptırdığını hatırlıyorum. 2 Mahmud Esad Coşan, Hadis Dersleri, ed. Metin Erkaya, 2008, 18/349.

260

Mekke’de bulunduğumuz sürede mümkün olduğunca Kâbe’de tavaf etmemizi ve yorulduysak kenara oturup Kâbe’yi izleme- mizi tavsiye ederdi. Umre ziyaretlerimizde babamla Hira’ya yalnızca bir kez, Sevr mağarasına ise hiç gitmemiştik. Babam, Kâbe’de tavaf etmenin bu kutsal beldede yapılabilecek en güzel ibadet olduğunu vurgulardı hep.

Babam son yıllarında umreye havalar daha serin olduğu için ocak ve şubat gibi kış aylarında gitmeyi tercih ediyordu. Bir keresinde ihramlı bir şekilde İstanbul’dan uçağa binerken dışarıda kar fırtınası vardı, uçağın ertelenme durumu bile söz konusuydu. Uçağa binerken koridordan değil, otobüs ile uçağın yanına kadar gidip sonrasında yürüyerek uçağa binmiştik. Dı- şarıda kar fırtınası, biz ihramlı... O anı babam ara ara anlatırdı... Karlar altında ihramlı oluşumuz onu çok etkilemişti.

Mekke’de, Ejyad caddesindeki Özbek bakkaldan öğle yemeği için içecek bir şeyler ve ince Arap ekmekleri (lavaş tarzında) alıp otelin yolunu tuttuğumuz çok olurdu. İnce Arap ekmeklerin- den yerken 1986 yılında yaptığı hac vesilesiyle aldıkları Afgan ekmeğinden bahsederdi. Babamlar Mescid-i Haram’ın avlusunda otururken gider Hilton Otel’in altındaki dondurmacıdan külahta dondurmaları alır, babamların yanına giderdim. Mescid-i Haramın avlusun- da, babamın hoş sohbeti eşliğinde yediğimiz o dondurmaların tadını hiç unutamam. Dondurma demişken, üniversite yıllarında memlekete gel- dikçe öğle namazlarından sonra aşağı caminin yakınlarındaki marketten Çiftlik Dondurması alırdım. Babam nöbetlere akşam gittiği için o vakitlerde evde olurdu. Babamla birlikte dondur- mayı yine babamın hoş sohbeti ile yerdik. Ev ahalisi de nasip- lenirdi tabii. Ben evlendikten sonra babam camiden dondurma alıp geldiğim o günlerden çok bahsedermiş. ***

15 Temmuz 2016 günü yaz tatili olması sebebiyle ben Ankara’daydım. Sincan’da aile evimizde yaz tatilini geçiri-

261

yordum. O akşam Abdüllatif ağabeyim ve babam ile birlikte salonda oturuyorduk. Telefonuma bir haber uygulamasından bildirim geldi “Köprü askerler tarafından trafiğe kapatıldı, terör olayından şüpheleniliyor.” Babama bildirimi okuyunca “Darbe oluyor” dedi. 70’li yıllardaki tecrübeleri köprünün tra- fiğe kapatılmasından olayın darbe olduğunu anlamasına yetti. Biraz televizyondan takip ettikten sonra babam acaba bir şey der mi diye çekinerek “Biz de dışarı çıkacağız baba” dedik. “Ben sizin yaşınızda olsam daha ilk anda sokağa çıkardım” dedi. Sonrasında Abdüllatif ağabeyim, Lütfullah, Nureddin ve ben Lale Meydanı’na gittik. Lale Meydanı’ndan tren durağına, oradan Ankara Garı derken genelkurmayın önünde o geceyi geçirdik.

***

Ve kalp krizi haberini aldığım o gün... Sonrasında anjiyo olması derken kalp ameliyatı... Anjiyo sonrasında kardeşler olarak hastanedeki nöbetlerine biz araçlarımızla götürmeye baş- lamıştık. Babamı Maltepe’de veya Küçük Esat’ta nöbet tuttuğu hastaneden alıp Sincan’daki evine götürüyorduk. Bu yolculuk- ların birinde Abdüllatif ağabeyim ve ben vardık. Babam bize ne sıklıkla Kurân-ı Kerîm okuduğumuzu sordu ve hiç değilse günde en az iki sayfa okumamızı tavsiye etti.

Ameliyat gününden önceki gece olağan kontroller dolayı- sıyla hastanede kalmıştı; 14 Aralık 2022’yi 15 Aralık’a bağlayan gece yanında da refakatçi olarak ben vardım. Sabah namazı vaktinden biraz önce kısa bir süre uyanmıştım. Babam çoktan uyanmış yatakta oturur bir şekilde tesbih çekiyordu. Muhte- melen teheccüde kalkmış sonrasında tesbihe başlamıştı. Son gecesi bu şekilde geçti diyebiliriz. Sonrası zaten uzun yoğun bakım süreci... Sağlığında iken babamın sakallarında, çene bölgesinde daha yoğun olmak üzere, beyazlar mevcuttu. Ancak saçları yaşına rağmen hem dökülmemiş hem de beyazlamamıştı. Son gün-

262

lerinde ise simsiyah saçlarına aklar düşmüş, dolgun ve dinç yüzünü bitkin bir hal almıştı. Neşeli gülüşünü, gerektiğinde Allah rızası için kızmasını, kınayanın kınamasından korkmadan Müslümanlığı sonuna kadar yaşamasını, okuma sevgisini, hadis ve peygamber aş- kını unutamayacağım. Allah ondan razı olsun. Allah rahmet eylesin...

11 Mayıs 2023 - Etimesgut

Ahmed Enis Erkaya – Metin Erkaya - 2017

263

• 263 •BENİ “LÜT-FULLA-HAABİİ” DİYE ÇAĞIRIRDI...

Lütfullah ERKAYA1

Dünyada kalan son âlimlerden Esad Hocaefendi’nin ve- fat ettiği bir zamanda, 18 Ocak 2001’de doğdum. Doğumumla adımı sormak için babamın Hocaefendi’yle son görüşmesine vesile oldum.

Kendimi bildim bileli iyi günde kötü günde yanımda olan bir babam vardı. Bir şeye üzülünce, bir şeye kafamı takınca hemen ona derdimi anlatır, teselli olurdum. Çok anlayışlıydı. Konuya makul bir üslupla girdiğiniz sürece istediğiniz her konuda konuşabilirdiniz. Tatlı diliyle ve mantıklı cümleleriyle sizi her konuda ikna edebilirdi. Siyaset konuları, din konuları vs...

Kafama dinle ilgili sorular takılınca hemen ona giderdim, aklımdaki tüm şüpheleri giderirdi. Bunu yaparken söylediği her cümle akla ve mantığa uygundu. Sözlerini hep hadis ve âyetlerle 1 Metin Erkaya’nın oğlu. Lütfullah Erkaya, 2001 yılında Ankara’da dünyaya gel- di. İlk ve ortaöğrenimini Sincan’da tamamladı. 2019 yılında ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde lisans eğitimine başladı. 2021 yılında özel bir firmada staj yaptı ve yarı zamanlı çalıştı. Şu an özel bir şirkette Aday Mühendis olarak çalışmakta ve eğitimine devam etmektedir.

264

desteklerdi. Hafızası çok güçlüydü. Söylediği her hadisin ve âyetin kelime kelime Arapçasını söyleyip mealini yapardı.

Oyun oynamamızı yasaklamasa da oynamamayı telkin ederdi. “Oyunların sonu yok.” derdi. “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebut 29/64) âyetini söylerdi. Onun yerine ilimle uğraşmamızı, ahiret için çalışmamızı is- terdi. Kitap okumamızı, özellikle Hocaefendi’nin kitaplarını okumamızı isterdi.

Boş zamanında hep kitap yazmakla meşguldü. Çalıştığı iş de bence bunun için çok uygundu. Çok hasta gelmediği için maaşı çok değildi ama boş zamanı olmuş oluyordu. Bu zamanı da değerlendirmesini biliyordu. İşe giderken hep bilgisayarını yanında götürüyor, boş zamanlarında kitabıyla ilgileniyordu. Belki doktor olmasa ilimle bu denli ilgilenemeyecekti.

Odasına her gittiğimde kitabını yazarken son işlediği hadis ve âyetleri ezberden Arapçasıyla beraber söylerdi, istişare ederdik. Konu konuyu açardı sürekli. Edebiyat, Tarih, Siyaset, Tıp, Dil bilimi ve niceleri... Odasına bir girince saatlerce çıkamazdım, doyamazdım sohbetine.

Sohbet ederken babam bazen bana “Bu konuyla ilgili hangi söz var, söyle hadi!” derdi, genelde bilemezdim ne söylememi istediğini ama aklıma gelen özlü sözleri birbirine karıştırıp bir şeyler söylerdim, bu özlü sözüm ona komik gelirdi ve o kendine has ani ve patlayıcı kahkahasıyla gülerdi.2 Babamın çalışmalarında ben de elimden geldiğince çorbada tuzumu bulundurmaya çalıştım. Babamın çalışmasına destekle- rimden birisi kaset çözmek yani Hocaefendi’nin konuşmalarını yazıya dönüştürmekdi. Hocaefendi’nin konuşmaları genellikle kasetlerde olduğu için bu işe kaset çözmek diyoruz.

Daha iyi kaset çözebilmek için on parmak öğreneyim dedim, böylelikle klavyede yazma hızımı iki katına çıkardım. Babamın 2 Bu kahkaha şu bağlantıdan dinlenebilir: https://youtu.be/euwA4eZtEYE?t=25

265

sayesinde geliştirdiğim bu yeteneğin faydasını yazılım kariye- rimde hâlâ görüyorum.

Zahid ağabeyim kaset çözmek için bir tahta icat etmişti. Bu tahtada iki tane pedal bulunuyor. Birisi durdurup başlatma, diğeri de sesi geri sarma işlevine sahipti. Bu icatla çok rahat sohbet çözülebiliyordu.

Bu tahtaya erişimin olmadığı durumlarda sohbet çözebilmek için ise ben bir atılımda bulundum. Bir müzik dinleme uygu- lamasına kısayol ekledim. Pedalların işlevini Türkçe yazılarda neredeyse hiç kullanılmayan tuşlardan Q ve W tuşlarına atadım, binaenaleyh artık kaset çözme tahtası olmadan kaset çözebilir hâle geldik. Babama da bu sistemi kurarak onun da kaset çöz- mesini kolaylaştırdım.

Babama yaptığım başka bir hizmet ise eski siyah beyaz fo- toğrafları tamir edip renklendirmem oldu. Babamın eski aile fotoğraflarını renklendirdim, özellikle teyzesiyle olan fotoğrafını renklendirmem çok hoşuna gitti. Ayrıca Hocaefendilerin de fo- toğraflarını Photoshop kullanarak renklendirdim. Bu fotoğraflar internete de yayıldı. Google’a Mehmed Zahid Kotku yazdığı- nızda ilk sıralarda çıkan renkli vesikalık mesela benim eserim. Bu fotoğrafları çok beğendi ve hep yazılarında kullandı.

Gençlerle sohbet etmeyi çok severdi. Zamanında babamın insanları Hocaefendiyle tanıştırmak istediği gibi ben de arka- daşlarımı babamla tanıştırmak istiyordum. Allah nasip etti de tanıştırdım bazılarını.

Liseden arkadaşım Mehmet’in okuduğu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden arkadaşlarıyla arkadaşlığım vardı. 2022 Ramazan’ında, babamın geçirdiği son Ramazan’da bu arkadaş- larla birbirimize iftara gidiyorduk. Sıra bana geldi. Babamın evde olduğu bir günde olmasını istiyordum iftarın, babamla tanıştırmak istiyordum arkadaşlarımı. Babamla konuştum, evde olduğu bir tarihte iftara çağırdık arkadaşları, geldiler. Güzel bir iftar geçirdik. Tabii babam buldu ilahiyatçıları, sofrada onlarla sohbet edeceğim diye mantısını bile yiyemedi. Dini konulardan

266

konuşmaktan çok sevdiği başka bir şey yoktu babamın, çok hoşuna gitti bu ziyaret.

Tanıştığı herkesin gönlünü nasıl fethedeceğini bilirdi. Bir bayram günü yine liseden arkadaşım Sacit ziyarete gelmişti. Babam arkadaşın nurcu olduğunu öğrenince hemen “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.” diye söyledi ez- berinden. Tabii bunu duyunca arkadaş hemen mest oldu. Kadir Mısıroğlu’nun sohbetinden sonra Osmanlıca öğrenmeye karar verdiğinde nurculardan öğrenmiş, hafızası da kuvvetli olduğu için ezberleyivermiş. Yine çok güzel bir sohbet oldu, cemaat meselelerinden, dinden, politikadan, edebiyattan konuştuk. Babam kimseye körü körüne bağlı değildi. Birinin tarafını tutsa bile eleştirisini esirgemezdi. Herkesin yanlışını doğrusunu bilirdi. Birini eleştirirken bile onun ciğerini bilip eleştirirdi. Mesela bir gün Suç ve Ceza’yı okuyordum, babama bahsettiğimde “Dos- toyevski delinin teki, kendi de sürekli depresyonda olduğu için kitaplarında da öyle sürekli bir dert var, hiç iyi bir şey yok” vs. demişti. Biliyor çünkü okuldayken okumuş kitabı. Yine benzer şekilde Türk dizilerini de eleştirirdi. Takip ettiği birkaç dizi vardı. Amerikan filmlerinde sonunda iyi adam kaza- nırmış da iyi son olurmuş ama Türk dizilerinde illa bir kötü son, ayrılık oluyor diyor. Bunun sebebinin de senaristlerin ruhsal sıkıntısı olmasına, bu ruhsal sıkıntıyı da senaryoya yansıtması- na bağlıyordu. “Dizinin iyi sonu olsun ki insanda sonunda iyi duygular uyandırsın, güzel bir ana fikir versin” diyordu.

Çok kez umreye gittik babamla. Çok güzel zamanlar geçirdik. Allah’a şükürler olsun. Umreye giderken saatler öncesinden havalimanına gidip beklerdik. Zaten çok tez canlıydı, erken gitmeseydik evde duramazdı da heyecandan. Bir şey yapıla- caksa hemen yapalım, hemen hallolsun isterdi. Hiç tembelliği yoktu.

Mekke-Medine arası yolculuklarda hep Taha ağabeyimden mikrofona ilâhi söylemesini isterdi. Çok severdi abilerimin ilâhi

267

söylemesini. Oraya diğer memleketlerden gelen umrecilerle çok güzel anlaşırdı. Arapça, Farsça, İngilizce ve Türkçeden ka- rışık cümlelerle iletişim kurardı, kullandığı bu dile “tarzanca” derdi.

Bir gün babamla Mescid-i Haram’da sohbet ederken Suudlu biri babamın söylediği bir hadise kulak misafiri olmuş, hemen girdi sohbete ora öyle değil böyle diye. Hangi hadisti hatırla- yamasam da babam doğrusu öyle değil böyle demişti, hatta telefondan açıp göstermişti bile hadisi ama Suudlu bir türlü ikna olmamıştı. Tabii sonra tatlıya bağlandı ama sonuç olarak babam orda da doğrunun peşini bırakmamıştı.

Mango suyunu çok severdi. Oradayken yediğimiz öğle ye- meklerinde mango suyunu eksik etmezdik. Gittiğimiz otellerde öğlen yemeği verilmediği için biz yiyecek götürürdük. Babamın umre yiyeceği klasiktir: Kaşar peyniri, zeytin ve kavurma... Tabii o zamanlar pahalı değildi bu kadar.

Umrelerden birinde otel Kâbe’ye çok yakın değildi. Bu yüz- den namaza geç kalırsak seccademizi alıp otelin önündeki üçgen bir kaldırımda uyardık cemaate. Orada bir sürü kuş olduğu için “kuş mescidi” diyordu.

Biraz da gündelik hayatından bahsetmek istiyorum.Sabahları bazen simit alır da gelirdi, ailecek salonda yerdik. Tereyağlı simit mi alsam, normal kara simit mi alsam ikilemine düşerdi. Tereyağlı simidi severdi ama pahalılığından dolayı çok almak istemezdi.

İşe giderken ailecek toplanır uğurlardık. İşe hep bilgisayarını götürürdü kitabıyla uğraşabilmek için. Giderken biz varsak çantasını verirdik, yoksak önce çantasını kapının önüne koyar, ayakkabısını giyer, sonra çantasını geri alıp işine giderdi.

Kendisinin sevmediği şeyleri başkalarının yaşamasını da istemezdi. Mesela yaz aylarında sıcaktan çok rahatsız olduğu için klimasız oğullarına klima hediye etmiştir.

Yazın özellikle, eve çok bitkin gelirdi, hemen soğuk bir şeyler isterdi. Soğuk su, varsa vişne suyu, karpuz veya üzüm... Bunun

268

için evde hep karpuz bulundurmaya çalışırdım, karpuzu çok severdi. Dışarıda karşılaşıldığı zaman mutlu olurdu, mutluluğu yüzüne tatlı bir tebessümle yansırdı.

Müzik dinlemeyi severdi. Son zamanlarında hep hüzünlü parçalar dinlemiş. Babamın çok dinlediği müzikleri abim der- leyip oynatma listesi yapmış. Bu müzikleri dinleyince sanki babam masasında çalışırken müzik dinliyormuş da sesi odama geliyormuş gibi hissediyorum.

Cuma namazına beraber giderdik Çarşı Camii’ne. Temiz hava için dışarıda kılmayı severdi. Yaşlılıktan ötürü namazı ayakta kılmakta zorlanmasına rağmen farzını ayakta kılardı. Sünnetine ise ayakta başlayıp bacaklarının yorgunluk durumuna göre diz çökerek veya ayakta devam ederdi.

Cuma çıkışı Nureddin’le beni çarşıya yollardı. Birimize ka- saptan tavuk, diğerimizeyse kuruyemişçi Metin amcadan sarı hurma, tuzlu fıstık ve dakota çekirdeği aldırırdı. Çekirdek tuz- suz olacak çünkü tuzlusunu ne kadar severse sevsin dilini yara yapıyor. Fıstık tuzlu olabilir çünkü yerken çitlenilmediği için dille çok teması yok. Sarı hurma, tuzlu fıstık ve tuzsuz çekirdek nöbetlerin olmazsa olmazı yiyecekler çünkü onlar olmadan zaman geçmiyor ve filhakika sıkılıyor babam.

Cuma çıkışları ya eve döner ya da telefoncu Fatih ağabeye uğrayıp sohbet ederdi. Son zamanlarda namaz çıkışı Mahmut Hoca ve Talat ağabeye de denk gelmeye başlamıştı, onlarla sohbet ederdi. Caminin önünde bir kayısı ağacı vardı. Oradan geçerken zerdali koparıp yerdik babamla. Zerdaliyi severdi.

Mesleğinin de etkisiyle uyku problemi vardı ve uykusu hafif- ti. Bu yüzden yatsı namazını biraz uykusunu alıp saat üç civarı kılmayı severdi. Sabah namazına uyandığımda onu bilgisayar başında çalışıyor olarak görürdüm genelde.

Sesleneceği zaman abi diye seslenirdi. Yanına çağıracağında sevgiyle ve ahenkli bir şekilde Lüt-fulla-haabii diye çağırırdı. Abi diyerek aramızdaki statü farkını kaldırıp samimi bir sohbet ortamı oluştururdu. Bu seslenmesinin asıl sebebinin ne oldu-

269

ğunu bilmesem de bence bize abi diyerek adeta “Ey oğullarım, rabbiniz birdir, babanız da birdir; benim size, sizin de bana üstünlüğünüz yoktur; üstünlük ancak takvadadır!” diyordu.

Bu satırları eski koltuğum kırıldığı için babamın koltuğunda yazıyorum. Babamın çalışma yeri salonun masasıdır, koltuğu salonun sandalyesidir. Mobilyalar değişince bile koltuğunu değiştirmemiştir. Şimdi onun koltuğunda ben oturuyorum. Bu koltuğa oturuşum geçici olsa bile inşallah ömrümün sonuna kadar onun yolundan gitmek, onun gibi biri olmak istiyorum. Onun okuduğu ve yazdığı kitapları okumak, söylediği sözleri söylemek, öğütlerini dinlemek istiyorum. Onun yaptığı gibi ben de insanları doğru yola çağırmak istiyorum.

Allah ondan razı olsun, mükemmel bir baba oldu. Onunla yirmi iki sene geçirmeyi nasip ettiği için Allah’a sonsuz şükürler olsun. Allah cennette tekrar görüşmeyi nasip eylesin...

11 Mayıs 2023 - Sincan

Lütfullah Erkaya - Metin Erkaya, 2020

270

ONA HEP BİLİMSEL SORULAR SORARDIM

Muharrem Nureddin ERKAYA1

Babamı düşündüğümde aklıma gelen anılardan ilki Mescid-i Haram’da, büyük ihtimalle inşaatlar başlamadan önceki mü- ezzin mahfilinin altında, oturmuş Kâbe’yi seyrederken bana Fîl Vakası’nı anlatıp Fîl sûresindeki kelimelerin anlamlarını tek tek açıklayarak mealini yapmış olmasıdır. Bu yüzden kü- çükken Fîl sûresi aklıma kazınmıştı. Babam yıllar sonra İmam Hatip’te okuduğum yıllarda da bana ezber çalıştırırdı. Âyetleri tek tek okutturur, her âyetin kelime kelime mealini verir sonra tefsir ederdi. Bazen anlamını bilmediği kelimeler çıksa da çoğu kelimeyi bildiği için anlamı toparlardı. Arapça birikimi, ömrü- nü şeyhlerinin kitaplarını hazırlamakla geçirmesi dolayısıyla oluşuyordu herhalde.

Babam iyiliği emrederdi, bir kötülük gördüğünde de eliyle 1 Metin Erkaya’nın oğlu. Muharrem Nureddin Erkaya, 2003 yılında Ankara’da dünyaya geldi. İlk ve ortaöğrenimini Sincan’da tamamladı. 2021 yılında THK Üniversitesinde Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde lisans eğitimine başladı. Halen eğitimine devam etmektedir.

271

düzeltmeye çalışırdı. Bir keresinde umrede ya Mescid-i Ha- ram’da, ya da Mescid-i Nebevî’de yürürken oturup ellerini kapatmış dua eden Güney Doğu Asyalı birisini görmüştük. Babam hemen onun yanına gidip “ellerini böyle açacaksın, kapatmayacaksın” gibi bir şeyler söyleyip elleriyle göstermeye çalışmıştı.

Geçmiş yılları düşününce babamın sabahın erken saatlerinde kahvaltı hazırladığı aklıma gelir. Bir gün sabahın erken vaktinde mutfaktan gelen ilâhi seslerine uyandığımı hatırlıyorum. Babam erkenden kalkmış, ilâhi söyleyerek kahvaltılık bir şeyler pişi- riyordu. Herhâlde kendine has bir usulde patates kavuruyor, kıymalı menemen veya ekmek balığı yapıyordu... Fakat babam ilâhi söyleyerek hem bizi namaza ve okula kaldırmış hem de doyurmuş oluyordu.

Hasta olduğumuzda hemen bize ilaç verirdi. Onun saye- sinde hiç doktora veya aile hekimine gitmeme gerek kalmazdı. Hastalara antibiyotik vermekten çekinmezdi. Çünkü biliyordu ki antibiyotik vermeyince o hastalık daha da ağırlaşacak ve bu sefer daha çok antibiyotik kullanmayı gerektirecekti.

Son bir iki senedir babamla cumaları Çarşı Camii’ne giderdik. Yere hasır serip orada kılardık. Çıkışında da camii için para toplayanlara ve dilenenlere yardımda bulunurdu. Camii’nin uzun, kırık dökük, korkuluksuz merdivenlerinden inip çıkarken başı dönecek, ayağı kayacak diye korkardım. Cami çıkışında Mahmud Hoca ve Talat abi ile görüşürdü. Bazen Mahmud Hoca ile bir yerlere oturup sohbet ederlerdi. Telefoncu Fatih abinin yanına gidip biraz da orada otururdu.

Babam, son senelerde sabahları saat 7’ye varmadan 5-10 dakika önce trene yetişmek için evden çıkardı. Bazı nöbetleri için ise akşamları saat 17’ye varmadan 5-10 dakika önce çıkardı. Lütfullah abimle hemen uğurlamak için kapıya giderdik, çan- tasını verirdik. Nöbetten de sabah 9-10 gibi dönerdi. Eskiden eve gelmeden önce birkaç yere uğrar, alışveriş yapardı. Bazen telefoncu Fatih Koç’a uğrardı. Fakat son zamanlarında eve

272

geldiğinde çok yorulmuş, hâli dermânı kalmamış oluyordu. Nöbetten dönüp eve geleceği zaman kapıyı hemen açmak için o saatlerde tetikte olmaya çalışırdım. Geldiğinde hemen çantasını alıp su getirirdim. Sonra biraz dinlenirdi. Kavun, kar- puz, üzüm, kiraz veya vişne suyu gibi evde olan meyvelerden isterdi. Hazırlayıp getirirdik. Bir aralar eve gelirken hep simit alırdı, salonda oturup hep beraber yerdik. Son zamanlarında nöbetten dönerken çok alışveriş yapamayıp hemen eve gelir- di. Geldiği gibi Air Conditioner’ı açardı. Biraz dinlendikten sonra servis ettiğimiz şeylerden yerdi. Daha sonra da biraz uyumaya çalışırdı.

Evdeyken yanına gittiğimde çoğu zaman onu laptobunun başında yazılarla, sohbetlerle uğraşırken görürdüm. Çalıştığı odanın kapısını çalıp girdiğimde sevecen bir gülümsemeyle “Efendim?” diyerek karşılardı.

Küçükken ona hep bilimsel sorular sorardım. O da pek çok kişinin bilemeyeceği konularda sanki kendi alanıymış gibi cevap verebilirdi. Tahsili tıp alanında olsa da birçok konuda kitaplar okuyup araştırmalar yaptığı için hemen her konuya hâkimdi. Dînden, dilden (gönülden), tilden (dilden), târihten, tıptan, fi- zikten, astronomiden, sosyolojiden, siyasetten anlardı. Umrede Mescid-i Haram’ın ve Mescid-i Nebevî’nin avlusunda otururken gökteki yıldızların hangi yıldızlar olduklarını söyler, Mars’ı, Venüs’ü gösterirdi.

Babama pek çok konuda sormak istediklerim vardı. Hem dînî konularda hem tarihî konularda hem de kendi yaşamının tarihi ve kendi yaşamı hakkında... Lise zamanlarımda derslerim kötü olduğu için dersleri sorup da üzülecek diye yanında oturmaktan çekinirdim. Daha sonraları da rahatsız etmek istemediğim için çok gidip konuşamadım. Son zamanlarında nöbetten döndüğünde çok rahatsız bir şekilde dönüyordu. Hemen istirahat etmesi gerekiyordu. Yaz vakti olduğu için sıcaktandır diye düşünüp havalar serinleyince rahatlar diye ümîd ediyordum. Sonbahar geldiğinde de artık

273

yakında rahatlar diyordum. Meğer gelen son baharıymış. Allah ahirette rahatlık versin...

12 Haziran 2023 - Sincan

Metin Erkaya - Muharrem Nureddin Erkaya - 2020

274

SOHBET ARKADAŞLARININ YAZDIKLARI

Sene 1979-1980 İstanbul Vefa’daki İlim Yayma Yüksek Talebe Yurdunda merhum Metin Erkaya abimizle beraber iken, Me- tin abimiz öğrencilerin başkanı pozisyonda idi. Metin abimiz talebelerin maddi ve mânevî her şeyiyle ilgilenirdi. Cuma ve pazar günleri yurttaki öğrencilerin odalarını tek tek dolaşır, İskenderpaşa’da icra edilen, Hocamız ve Mürşidimiz merhum Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’nin hadis-i şerîf, tasavvuf ve tarikat sohbetlerine ve derslerine öğrencileri toplu halde grup grup götürürdü. Bu minval üzere hareket ederek, tasavvuf ve tarikata meyilli olan birçok arkadaşın ders almasına vesile olmuştur. Allah razı olsun. Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı cennet, makamı Firdevs-i Âlâ olsun...

Bekir ŞAHİN

22 Mayıs 2023 – Yenikent

***

2001 Şubat ayı merhum Hocaefendimiz’in cenazesinden sonra akşam namazı için Eyüp Sultan Camii’nin avlusunda beklerken bizleri toplayıp ders tarif etmişti merhum Metin ağabey. Bir hadis hocası kadar muhaddis, bir tefsir hocası kadar müfessir, bir fıkıh hocası kadar fakih bir kişiliğe sahipti. Naifliği, hoşgörüsü ve mütevazılığı ile eşsiz bir insandı. Haftalık soh- betleri iple çekerdim. Daha kendilerinden istifade edeceğimiz çok bilgi vardı. Cenâb-ı Hak rahmetiyle muamele eylesin... Cennetinde kavuştursun... Vesselam. Hüseyin ŞANVER

22 Mayıs 2023 – Sincan

275

***

1995-1996 yılları hem tasavvuf hemde Metin abimizle yeni tanıştığım yıllardı. Ben her zaman beden olarak okuduğum sınıftaki çocukların en küçüklerindendim. Babam da beni farklı doktorlara götürüyor, belki bir sebebi vardır diye kontrol ettiri- yordu. Metin abiyle tanışınca lise birinci sınıfa giderken ona da bir görünelim diyerek muayenehanesine gittik. Babam başladı Metin abiye anlatmaya... İştahsızlık yaşadığımı, yemediğimi büyüyemediğimi filan anlatınca -hiç unutmuyorum- Metin abi dedi ki: “Ne olacak, gelişecek de tarlada tapanda mı çalıştıra- caksın? Kitap okusun, derslerine çalışsın, aklını geliştirsin...” Hâlâ kulaklarımda o sözleri. Yani hem maddî hem mânevî doktor gibi güler yüzlü, güzel yürekli abimiz. Hatmeden sonra halimizi hatırımızı sorardı. Gündemle ilgili değerlendirmelerde bulunması, bizlere fikirler vermesi ve fikirlerimizi sorması çok hoşumuza giderdi. Allah gani gani rahmet eylesin... Mekânı cennet, derecesi âlî olsun... Allah cennetinde hocalarımızla bu- luştursun... Allah ondan razı olsun...

Alpaslan SAĞLAM

23 Mayıs 2023 – Sincan

***

Sene 2012, lise öğrencisiyken, Metin amcanın oğlu Abdüllatif Erkaya’nın daveti üzerine çekingen bir hâlde olsam da haftalık cuma sohbetine katılmıştım. Metin amcayla tanışıklığım bu cuma sohbetinde, utangaç bir insan olarak başlamıştı. Benimle çok yakından ilgilenmişti. Bir arkadaş edâsıyla yaklaşıp, sohbet etmesi beni çok memnun etmişti. Sanki yeni tanışmıyoruz da çok eskiden beridir beni tanıyormuş gibi hissettirmişti. Günden güne toplum içerinde daha rahat bir şekilde kendimi ifade etmeyi herhalde ondan öğrenmiştim. Kendisinin her ko- nuda bilgi ve birikimi olması beni çok şaşırtıyordu. Bir insan bu kadar bilgiyi nasıl hafızasında tutar diye aklımdan geçirmiyor değildim. Kendisi ile ilgili anılarını daha ilkokul seviyesinden başlıyarak, sanki o anı tekrar yaşatıyormuşcasına karşı tarafa

276

aktarabiliyordu. Hüzünlü, hiddetli ve mizahi tarafına çok kez şahit oldum. Mahmud Esad Coşan Hocaefendimizin sohbetlerini dinledikten sonra anıları tazelenir, çok duygulanırdı. Tarihine, gününe, saatine kadar hatırlar bizlere öyle anlatırdı. İslâm’ı hayatımıza tatbik etmemizi her defasında vurguluyordu. Kı- nayanın kınamasından korkmamamızı, İslâm’da yeri olmayan her türlü durumdan kaçınmayı bizlere tavsiye ediyordu. “Yahu bundan ne olacak?” denilecek meselelerde bile hiddetli tarafını gösteriyordu. Aynı zamanda gündelik konulara mizahi bakış açısı da katardı. Dikkatle kendisini dinleyip, gülüşürdük. Evlilik çağına geldiğimde, dini nikâhımı kıyması için rica etmiştim. Evlilik ve nikâh ile ilgili notlar hazırlayıp bizlere bu ko- nunun hassasiyetini, önemini aktarmıştı. Nikâh akitnâmemdeki arap alfabesi imzası çok hoşuma gitmişti. Evlendikten sonra umre yapmak nasip oldu. Lise yıllarımdayken, evlendikten sonra “umreye gideceksin” deselerdi, heralde pek ihtimal ver- mezdim. Vesile olanların iyiliğine şahit olacağım.

Bir gün sürekli öksürdüğümü görünce oğluna telefonla ulaşıp, evdeki ecza dolabından ilaçlar getirtmişti. Sonrasında hastalığımı takip etmesi beni çok mutlu etmişti. Kalp ameliyatı sonrası yoğun bakım ziyaretine gittiğim için bir nebze içim fe-rahlıyor. Son gittiğim ziyaretimde “Vücudum üşüyor, üstüme birşeyler örtebilir misin?” demişti. Ellerini, kollarını ısıtmaya çalıştım. Biraz olsun üşümesi geçmişti. “Hepinizden Allah razı olsun...” diyerek teşekkür etmişti.

Bir konuda aklıma takılan bir şey olduğunda: “Metin amcaya sorayım hele bir ne diyecek?..” dediğim çok zamanlar olurdu. Şimdilerde ise “Metin amca olsaydı da sorsaydım keşke...” diyorum. Allah ondan razı olsun... Bizleri Mahşer gününde Peygamber Efendimiz’in “Hamd Sancağı” altında buluştursun... O’na komşu olmayı nasip eylesin...

Mustafa ERDİNÇ8 Haziran 2023 - Sincan

277

• 277 •BAZI SOSYAL MEDYA YORUMLARI

Bu başlık alt ında Metin Erkaya’n ın vefat ının sosyal med- yada duyurulmas ının ard ından onun için yaz ılan yorumlara yer verilecektir. Bu yorumlar onun çevresindekilere samimi yaklaşımını ve üzerlerinde b ıraktığı olumlu etkiyi göstermesi açısından önemlidir.

“Dolu dolu hakk ıyla iyi bilirdik diyebildi ğimiz güzel insan... Rahmetle...” ( Ş. Kara – 6.2.2023)

“ Allah rahmet eylesin. Payla şımlar ından çok faydalanm ış- tım Allah raz ı olsun. Peygamber Efendimiz ile hocalar ımızla buluştursun...” (A. Okuyan – 6.2.2023)

“Kullardan fazla takdir görmeyen ömürlük i şleri, tek ki şilik gayreti ile bir yay ın heyeti gibi gerçekle ştiren Metin Erkaya’nın ecrini Allah ü Teâla bol bol versin.”

“Gerçek bir mücahit karde şimizdi! Allah ona gani gani rah- met eylesin ve mekân ı cennet olsun...” (M. Şener – 6.2.2023)

“Üniversite y ıllarında tan ıdığım kalender, samimi, takdir ettiğimiz bir karde şimizin vefat ı haberine çok üzüldüm. Allah (cc) taksirat ını hasenatta tebdil, makam ını cennet eylesin...” (Y. Baş – 6.2.2023)

278

“Metin ağabey ile bir ay önce telefonla görüşmüştük, heye- canla yeni çalışmaları anlatmıştı. Mekânı cennet olsun. Allah gani gani rahmet eylesin...” (E. Deniz – 6.2.2023)

“Allah Metin kardeşimize rahmet eylesin... Mekânını cennet eylesin... Allah sizlere sabr-ı cemil ihsan eylesin... Metin kar- deşimiz gayretli bir Müslüman çok çalışkan bir sufi idi. Birçok gencimizin salâh ve felâhına vesile oldu. Aynı zamanda velúd bir yazardı. Allah çok sevdiği Rasulullah, ashabı, Mehmed Zâhid Kotku, Necati Coşan ve Mahmud Esad Coşan hocalarımıza kavuştursun...” (M. Yavuz – 6.2.2023)

“Ömrünü İslâm’a ve İslâmî hizmetlere adamış gönlü yüreği güzel hizmet insanı. Rabbim mekânını cennet eylesin inşallah...” (R. Yıldırım – 6.2.2023)

“Allah rahmet eylesin... Mekânı cennet olsun... Çok gayretli, hoş sohbet bir insandı. Gayret ve çaba ile geçmiş bir ömür... Öğ- renciliğimizde tanışmak kısmet oldu.” (M. Uluyol – 6.2.2023)

“Dr. Metin Erkaya abiye Allah’tan rahmet dilerim. Kendisiyle 1988’de tanıştık. Hakkı çok var üzerimizde. Mü’min muvahhit ve âlim birisiydi. Mesleği doktor olmasına rağmen asıl mesleği İslâmî çalışmalardı.” (A. Ölmez – 6.2.2023)

“Bize anlatırken sevginden gözün dolardı Peygamber Efen- dimiz’i, sahabe efendilerimizi... Allah cennetinde buluştursun Metin abim.” (F. Koç – 6.2.2023)

“Allah gani gani rahmet eylesin... Sohbetinden, arkadaşlı- ğından keyif alırdım. Allah dostu kardeşim benim. Rabbim sana merhametiyle muamele eylesin... Akrabalarının ve tanıyan herkesin başı sağ olsun.” (S. Akkuş – 6.2.2023)

“Rabbim rahmet eylesin mekânı cennet olsun inşallah. De-

279

ğerli bir büyüğümü kaybetmenin derin üzüntüsü içerisinde- yim. Sincan İmam Hatip’te okuduğum yıllarda maddi manevi çok desteğini gördüm, evinde misafir kaldım. Hepimizin başı sağ olsun, Rabbim sizlere sabırlar ihsan eylesin...” (O. Eski – 6.2.2023)

“Çok üzüldüm benim çocukken doktorumdu. Rahatsız- landığımda ona giderdim. Allah rahmet eylesin...” (N. Ayhan – 6.2.2023)

“İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn. Metin abime Rabbim rahme- tiyle muamele etsin ve yakınlarına sabırlar dilerim. Kendisinin hem birisine kömür çektirdiği halde yardım etmesini dinledi-ğimi hatırlıyorum. Demiş ki ben bir doktorum kazanıyorum. Rızkı benim üzerimden olan birisinin rızkına engel olmamak için ücretini veriyorum. Ayrıca ona yardım ederek spor yapıyorum demişti.” (H. Vatansev – 6.2.2023)

“İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn. Allah rahmet eylesin... Uzun süre Sincan’da birlikteliğimiz oldu. Onun mümin mücahid ve iyi bir derviş olduğuna, mesleği doktor olmasına rağmen İslâmi ilimlerle meşgul olduğuna şahidim. Rabbim rahmetiyle mua- mele eylesin...” (C. Dursun – 6.2.2023)

“Metin kardeşimiz sadece bir doktor değil aynı zamanda çok değerli bir gönül adamıydı. Allah rahmet eylesin... Mekânı cennet olsun... Yakınlarına ve sevenlerine Rabbim sabır ihsan etsin...” (A. Aydın – 6.2.2023)

“Allah rahmet eylesin, mekânı cennet derecesi áli olsun... Ben bütün doktorların en üst seviyede Allah’a inanmaları gerektiği- ni düşünürdüm fakat gördüklerim hiç öyle değillerdi. Doktor Metin abiyi görünce imanlı doktor da varmış dedim. O zaman

280

çocuktum, şimdi de ne zaman inançlı bir doktor görsem hep Metin abi gelir aklıma.” (H. Baykara – 6.2.2023)

“Rabbim rahmetiyle muamele eylesin, mekânı cennet olsun... Yetişmemizde, dünyayı ve ahireti anlamamızda çok emekleri var üzerimizde. Allahım gani gani Rahmet eylesin...” (N. Yayla – 6.2.2023)

“Hey gidi Metin abi! O kadar duygusal, hassas... Ses tonu halen kulaklarımda. Hangi sözü söylesek boş... Geç de olsa Al-lah tanışma fırsatı verdi. Allah rahmet eylesin... Mekânı cennet olsun inşallah...” (A. E. Çataloğlu – 6.2.2023)

“Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun... Bir yıla yakın aynı merkezde çalışmıştık. Bir insan için söylenebilecek ne ka- dar güzel şey varsa hepsine sahipti. Allah rahmeti ile muamele eylesin... Mekânı cenneti âlâ olur inşallah.” (A. Ummahan – 6.2.2023)

“Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet-i Firdevs-i Âlâ ol- sun inşâllah. Eyüb Sultan’da şadırvan başında abdest alırken tanışmıştık. Rabbimiz sevdiklerine kavuştursun inşâllah.” (A. Efe – 6.2.2023)

“Allah rahmet eylesin Metin abime! Aslında o benden yaşca küçük. İlim Yayma Vefa Yurdundan tanıyorum. Olgunluğuyla, ahlakıyla... Ben ona o nedenle abi diyorum beni Mehmed Zâhid Kotku (rh.a.) ile tanıştıran kişidir ayrıca. O nedenle kendisine derin bir saygı duyuyorum. Allah rahmet eylesin. Onun gerçek bir mü’min muvahhid olduğuna şahitlik ederim.” (H. Kılın- çarslan – 7.2.2023)

“İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn. Allah rahmet eylesin... Dört yıl Sincan’da Metin abilerin kurmuş olduğu vakıf orta öğrenim

281

öğrenci yurdunda idareci olarak kaldım. İmam Hatip ve farklı okullardan ortaöğrenim öğrencilerinin kaldığı bir yurttu. Öğ- rencilerden cüzi bir ücret alınır çoğunu Metin abi cebinden veya çevresindeki yakınlarından temin ederdi. Ayrıca Eryaman’daki yurt inşaatına da yardım eder ve çevresindekileri de teşvik ederdi. Daha sonra orası Ferda koleji oldu. Ayda bir iki sefer yanına birkaç sağlıkçı öğrenci genelde tıpta okuyan öğrenci- lerden alır masraflarını da karşılar İstanbul’a Hocaefendi’nin sohbetine götürürdü. Derdi ki: ‘Bazen nefsim ‘Sen masraf edip gidiyorsun, muayenehane kapalı kalıyor...’ diyor, hemen ‘lâ havle’ deyip yoluma devam ediyorum. Pazartesi gelince o iki günün iki katı hasta geliyor. Rabbim onun bereketini veriyor.’ Çok alçak gönüllü ve mütevazı bir Allah dostuydu. Rabbim rahmetiyle muamele eylesin...” (C. Dursun– 7.2.2023)

“Kendisini şahsen tanımak nasip olmadı ama büyük hoca- ların sohbetlerini yazılı hale getirmek suretiyle gerçekleştirdiği sadaka-i câriyelerine şahit oldum. Rabbimiz sa’yini meşkûr eylesin, mekânı cennet olsun inşâallah.” (İ. Balkanlıoğlu – 7.2.2023)

“Metin abi o zor günlerde rahmetli Esad Coşan Hocamızın tam bir bendesiydi. İyi bilirdik... Cenab-ı Hak gani gani rahmet eylesin...” (A. E. Bal – 7.2.2023)

“Allah rahmet eylesin, mekânı cenneti-ala olsun... Çok şans- lıyım ki Metin hocamızla farklı iki merkezde birlikte çalışma şansım oldu. Birlikte nöbetler tuttuk. Unutamayacağım soh- betlerimiz oldu. Takva sahibi ve bir o kadar da vatansever bir insandı. Allah rahmeti ile muamele eylesin, yattığı yer cennetten bir parça olur inşallah.” (A. Ummahan – 28.4.2023)

“Rabbim mekânını Cennet, makamını âlî eylesin inşallah.

282

Vefa’da İlim Yayma Yurdunda birlikte kaldık. Gerçek bir dost ve kardeşim idi.” (M. Çalışkantürk – 28.4.2023)

“Bu âlemde eski ve yalnız dost olarak kaldı belki ama orada çok sevdiği dostları ve Allah’ın sevgili kulları ile meşk halindedir inşallah. Rahmet olsun.” (D. Duyar – 28.4.2023)

283
SONUÇ