O talebeleriyle ondan hadis yazmağa gelen şahıs diyor ki:
"--Bu adamdan hadis alamayız. Çünkü bu atını aldattı, kendisinin güvenirlik vasfında şaibe var. Binâen aleyh bundan hadis yazamayız!" diyor, geri dönüyor.
O kadar ciddiyetle çalışmışlardır, bu onu gösteriyor.
Onun için, Peygamberimiz hakkında binlerce hadis kitabı vardır, milyonlarca hadis-i şerif vardır. Çünkü herkes gözünü dört açmış, pür-dikkat Rasûlüllah Efendimiz'i dinlemiş ve bunu güzel bir şekilde rivayet etmeğe çalışmıştır.
Yüzlerce ciltlik hadis kolleksiyonlarına sahibiz. Kelime kelime hadis-i şeriflerin bulunması için kolaylık sağlayan kitaplar hazırlanmıştır. El-Mu'cemül-Müfehres bi-Elfâzil-Hadîsin-Nebeviyye (Konkordans) gibi eserler hazırlanmıştır.
Karşılaştığımız bugünkü meseleler içinde dahi yeni/eski hiç bir mesele yoktur ki, hadis-i şerifleri tam bilirseniz, tam okumuşsanız, onun bir cevabı olmasın... Karşılaştığınız bir sosyal mesele, bir ihtilâf, bir fitne, bir sivri fikir, aykırı fikir... Mutlaka onun hakkında bir bilgi vardır. O kadar zengin bir muhtevâya sahiptir hadis-i şerif dünyası, alemi...
f. İslâm'ın Anlaşılması ve Korunması
Bu çalışmalar ve hadis-i şeriflerin böyle toplanmış olması Kur'an-ı Kerim'in en iyi şekilde anlaşılmasına yol açmıştır. Çünkü Kur'an-ı Kerim Rasûlüllah'a inmiştir ve Kur'an-ı Kerim'in ahkâmını yaşamayı ilkönce Rasûlüllah Efendimiz kendi üzerinde denemiştir. Yaşanmasını sağlamak için açıklamaları Rasûlüllah Efendimiz yapmıştır.
Binâen aleyh, eğer hadis-i şerifler olmasaydı, biz zekâtı nerden, ne kadar vereceğimizi kat'iyyen bilemezdik. Namazı nasıl kılacağımızı kat'iyyen tayin edemezdik. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de namaz kılın, zekât verin diyor ama, detay hadis-i şeriftedir. Binâen aleyh bu güzel gayretler, Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesi, hadis-i şerifler, Kur'an-ı Kerim'in en iyi anlaşılmasını ve hayata en güzel tarzda uygulanmasını sağlamıştır.
Onun için dinimizin en önemli kaynağı Kur'an-ı Kerim'den sonra, --hattâ Kur'an-ı Kerim'i de açıkladığı için birinci de diyebiliriz-- en önde gelen kaynağı, sünnet-i seniyye-i nebeviyyedir.
Çeşitli milletlere mensub olan İslâm ümmeti, çeşitli milletler, çeşitli kültürler demektir. Çeşitli görgüler, bilgiler, adetler, örfler demektir. Çeşitli kafalar demektir. Bu İslâm ümmetinde hadis-i şerifler bir kültür birliği meydana getirmiştir, bir davranış birliği sağlamıştır. Milletleri ümmet olarak kaynaştırmıştır. Onları bid'atlara sapmaktan korumuştur. Dejenerasyondan, başka yabancı kültürlerin içinde entegrasyon dediğimiz onlara uymaktan, erimekten, bozulmaktan korumuştur.
Onun için bir Pakistanlı ile, bir sudanlı ile, bir Mısırlı ile, bir Cezâyirli ile, Balkanlardaki bir müslümanla, hadis-i iyi bilen bir insansa, her yönden çok rahat uyuşabilir, anlaşabilirsiniz. Çünkü kültür birliği meydana gelmiştir. Hadis-i şeriflerden doğan bir beraberlik, zevk birliği, davranış birliği, yaşam şekli birliği meydana gelmiştir.
Tabii, İslâm dinini eski dinlerin başına gelen bozulmalardan, tahrifattan, tağyîrattan korumuştur. Hadis-i şeriflerin bu kadar kuvvetli bir şekilde tesbit edilmesi, İslâm dininin tahrifata uğramasını engellemiştir, tahrifattan korumuştur, dini muhafaza etmiştir.
Bunun önemini anlamak için, bakın zamanları mukayese edelim: Peygamber Efendimiz'le bizim şu asrımız arasında ondört asır geçmiştir. Ama Hazret-i İsâ'dan daha bir asır geçmeden, hristiyanlık dejenere olmuştur ve Hazret-i İsâ'nın aslâ razı olmayacağı akîdeler çıkmıştır hristiyanların arasında... Hazret-i İsâ hiç bir şekilde, "Ben Allah'ın oğluyum!" dememiştir. "Allah'ı bırakıp da bana ibadet edin!" dememiştir. bunların hepsi sonradan, Hazret-i İsâ'ya rağmen, Hazret-i İsâ'nın rızasına aykırı olarak ortaya çıkmıştır, çok kısa bir zamanda...
Öteki dinlerde de dejenerasyon vardır. Bizim rahmetli Hikmet Tanyu, dinler tarihi profesörü idi. Zerdüşt'ün bile aslında bir peygamber olduğunu söylerdi. Aslında bir peygamber iken, zerdüştîlik ateşperestliğe dömüştür. Hamidullah Bey, Buda'nın bir peygamber olduğunu söylerdi. Ondan sonra budizm, bir putperestliğe dönmüştür. Bizim dilimizdeki put kelimesi, Buda kelimesi ile ilgilidir. Özel isim dönmüştür, bizim dilimizde sanemin, fetişin, Allah'tan gayri tapınılan bir objenin adı haline gelmiştir.
Demek ki dinlerde dejenerasyon oluyor, bozulma oluyor.
Biliyorsunuz Kur'an-ı Kerim kıssalarından, Hazret-i Mûsâ'nın zamanında yahudiler bozulmuştur. Sağlığında kendisi Tur Dağı'nda vahiy telâkkî ederken, kavmi aşağıda zinet eşyalarını toplayıp buzağı heykeli yapmıştır. Sâmirî isimli putperest sanatkâr;
(Ve ahrace lehüm iclen ceseden lehû huvâr) "Böğürme sesi çıkartan, altından bir buzağı heykeli yapmıştır." O da bir sanat... Yâni öyle bir hava akımı oluyor ki içerden, bir taraftan giren hava öbür taraftan çıkarken buzağı sesini oluşturuyor. Hani dümdüz neyden biz ses çıkartamıyoruz ama, sanatkârlar neye üfürüp gayet güzel makamlarda parçaları okuyabiliyorlar.
Ama tabii sadece böğürüyor; böğürmekten ne olacak, kıpırdamıyor, hareketi yok, faydası yok, zararı yok... Ama Hazret-i Mûsâ'nın zamanında, hâl-i hayatında dejenerasyon olmuştur. Eski kültürün, Mısırlılardan bulaşmış olan hastalıkların etkisiyle...
Mısırlılar öküze taparlardı, daha bir çok şeylere taparlardı; timsah tanrıları var, köpek başı şeklinde ölüm tanrıları var... Horus isimli kartal başlı tanrıları var, şimdi Mısır Havayollarının amblemidir. O kartal başlı Horus putunu maalesef amblem olarak almışlardır.
Bu dejenerasyon İslâm'da olmamıştır. Ne sebeple olmamıştır? Şâyân-ı şükran, elhamdü lillâh, iyi ki olmamış; neden olmamıştır?.. Çünkü hadisçiler vardır, çünkü sünnet-i seniyye-i nebeviyye güzel tesbit edilmiştir.
g. Hadis-i Şerife Saldıranlar
Müslümanları değiştirmenin yolu, İslâm'dan uzaklaştırmanın yolu, hadisi yıkmaktan, sünnet-i seniyye ile mücadele etmekten geçer. Bunu çok iyi bildikleri için, İslâm düşmanları, misyonerler, müsteşrikler de müslümanları kandırmak için, Peygamber SAS Efendimizin hadis-i şerifine ve hadisçilerin hadis kitaplarına, rivayetlerine hücum etmiş ve onları karalamağa veya yıkmağa gayret etmişlerdir.
Ben hatırlıyorum üniversitenin ilk yıllarında, Kristometi isimli seçme parçalar ihtiva eden bir Arapça kitabı okuyorduk. Ama Avrupalılar yazmış, Arapça öğretme kitabı... Netice itibariyle Arapça metinleri ordan okuyacaksınız, Arapça bilginizi geliştireceksiniz. Bir fıkra seçmiş, tabii hepsi yalan üzerine kurulu fıkralar, hepsi insafsızca seçilmiş, kötülemeye, art niyete dayalı şeyler...
Diyor ki: "Bir hadis alimi bir gemide gidiyordu. Yanında bir nasrâni ve bir yahudi vardı. Nasrânînin şarap testisinden şarabı alıp şarap içmeye başladı." Hadis alimi şarap içmez, ama öyle diyor. Onun üzerine yahudi demiş ki:
"--Dur, içme, ne yapıyorsun, bu şaraptır!" demiş.
Hadis alimi de demiş ki:
"--Nerden belli şarap olduğu?.."
"--E sahibi bu, şarapçı dükkânından aldı, bunun içindeki şaraptır." demiş.
"--Hà, biz hadis alimiyiz; biz hadis ilminin alimleri, bir yahudinin bir nasrânîden yaptığı rivayete itibar etmeyiz." demiş.
Bu tabii neyle alay ediyor? Rivayet zinciriyle alay ediyor. Yâni râvîlerin sıhhatini kontrol ilmî mekanizmasına çatıyor. Aslında onu küçük düşürmeğe çalışıyor ama, haksız bir şey yapıyor. Siz bir rivayetin doğruluğunu kritik etmezseniz, ilmi nasıl yapacaksınız?.. Bir rivayetin kritik edilmesi, en önemli hususlardan biridir.
Yâni müsteşrikler o kadar insafsız davranmışlardır ki, "Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinin hepsi sıhhatli değildir, yanlıştır." filân demişlerdir.
Benim yanımda fakülteden bir tarih profesörü vardı, ama dînî bilgisi zayıf... Kendisinin de annesi mi, babası mı ne alevî, aileden de görgüsü, bilgisi yok; takvâsı da yok, yaşamı da bozuk...
"--Canım işte bu kadar çok hadis yazılmış, sahih olan hadis-i şerifleri 18 tane filân diyorlar." dedi.
Tabii kendisi hadisçi değil, hadisten anlamaz, Arapça bilmez. Kendi mesleğinde bile kusurları var, ben biliyorum, hattâ söylemişim kendisine... Onun üzerine Süleyman Hayri Bolay dedi ki:
"--İnsaf yâhu! Yâni Peygamber Efendimiz 23 sene peygamberlik yapmış, bu kadar sene içinde 18 tane mi söz söylemiş?.. Bu kadar sene içinde, 18 tane mi söz rivayet ediliyor bu kadar meşhur bir insandan?.."
Peygamberliği meşhur, zamanında şöhret kazanmış, şöhreti âfâka yayılmış. Hırkası muhafaza edilmiş, pabucu muhafaza edilmiş, kılları muhafaza edilmiş... Traş olduğu zaman kıllarını kapışırlardı sahabe-i kirâm, hatıra olarak... Böyle her şeyi yâdigâr olarak, tezkâr olarak, hatıra olarak muhafaza edilen ve hadislerine uyulması Kur'an'la emredilen, etrafında yüzbinlerce sahabesi olan bir kimsenin 18 tane mi sözü tesbit edilir?.. Büyük bir haksızlık, büyük bir insafsızlık!..
Nerden kaynaklanıyor?.. İslâm dininin en önemli kaynağı hadis olduğu için, ona hücum, müsteşriklerin, gayrimüslimlerin, İslâm düşmanlarının ana işidir. Bunu da belirtmek için bu iki fıkrayı da anlattım. Bu biraz aşı gibidir. Yâni şimdide aşı yapalım da, siz de asıl hastalığa tutulmayın diye meseleyi anlatmak bakımındandır.
Burda bir taktik vardır; İslâm ile gayrimüslimler arasındaki mücadelede en büyük hedef, işin kalb noktası olan hadis-i şerifler olduğu için, ona hücum fazla oluyor. Şöyle söyleyebilirim: İslâm düşmanlarının müslümanları kandırmak saptırmak, şaşırtmak, hattâ İslâm'dan çıkartmak için, ifsad ve idlâl etmek için yaptıkları çalışmalarda karşılarına çıkan çelik duvar sünnettir. Kıramıyorlar, yıkamıyorlar, yıkamazlar, mümkün değil; çünkü çok güzel tesbit edilmiştir, malzeme çok mükemmeldir. İşte çelik bir duvar, yıkılmaz bir duvar, ona çarparlar boyna...
Fâsık ve fâcirlerin de canlarını en çok sıkan, ellerini kollarını en çok bağlayan, onlara dînî emirleri yapmamakta hiç bir mazeret yolu, kapısı bırakmayan da sünnettir. bununla şunu söylemek istiyorum: Bazı insanlar var, İslâm'ı yaşamıyor, yaşayanı da bırakmıyor, "Bende müslümanım!" diyor. Yâni, "Ben yaşayamıyorum, kusuruma bakmayın!" demiyor, kendisinin sapık yolunun da İslâm'a uygunluğunu isbat etmeye çalışıyor. Veyâhut, sizin gittiğiniz doğru yolun eğri olduğunu düşünüyor, kendi yolunun daha doğru olduğunu düşünüyor. Onların karşısında da en büyük engel hadis-i şeriflerdir, sünnet-i seniyyedir; onların da elini kolunu bağlıyor.
Reform yapacak dinde, "Bira câizdir, fâiz câizdir..." diyor. "Canım işte çok âşikâr, bunun ötesi berisi yok, İslâm bunları yasaklamış." denilince, onları engellemek için hadis-i şerifi bertaraf etmek istiyor. O zaman gayet rahat yapacaklar bu işleri, onun için kuvvetli bir tarzda hadis-i şerifin karşısına dikilerler, onu yıkmağa çalışırlar. Ama kervanın yürüdüğü zaman ötekilerin yaptığı bir şey gibi bu... [İt ürür, kervan yürür.]
Bu kadar önemli, bilimsel yönden bu kadar kıymetli olan bu malzeme, bize bu asırda niçin lâzım?.. Şimdi tabii biz her şeyden önce mü'min insanlarız, müslüman insanlarız, iman etmiş insanlarız. Bizim istediğimiz, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Allah'ın rızasını kazanmanın yolu da Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesini bilmek, dinimizi iyi bilmek ve uygulamaktan geçiyor.
O bakımdan, Peygamber Efendimiz'in ashabı için hadis ne kadar önemli idiyse, bizim için de o kadar önemlidir. Geçtiğimiz asırlardaki mü'minler için hadis-i şerifler ne kadar önemli ise, bu asrın, bundan sonraki asırların insanı için de o kadar önemlidir.
h. İslâm'ı Engelleme Çalışmaları
Şimdi Yirminci Yüzyıl'ın sonuna geldik. Yirminci Yüzyıl'ın başında İslâm aleminin durumu çok fena idi. Ondan sonra esaretten ve sömürülmekten kurtulma devresi başladı. İslâm ülkeleri kendi devletlerini kurmağa başladılar. Başkalarının istilâsından kurtuldular, hürriyetlerini elde ettiler. Fakat içerden mücadele devam etti. Emperyalistlerle işbirliği yapan yöneticiler var. Onların karşısında halk uyanmağa başladı, İslâm'ı bilen, öğrenen insanlar çoğaldı. Milletler İslâm'ı yaşamak istemeğe başladı.
İşte bu manzarada gayrimüslimler de evvelce âşikâre sürdürdükleri sömürüleri İslâm ülkeleri üzerinde yine sürdürmek istiyorlar. Çünkü İslâm alemi dünyanın ve sanayinin ihtiyacı olan en önemli malzemeleri ihtivâ ediyor. İslâm alemi ham madde kaynakları bakımından çok önemli. Gelişmiş ülkeler İslâm alemi olmadan, İslâm ülkelerinden istifade etmeden hayatlarını sürdüremezler. O bakımdan sömürülerini devam ettirmek istiyorlar.
Bazı ülkeler üzerinde de istilâ emelleri var. Bazı halkları katliam etmek istiyorlar. Meselâ Sırpların sözleri var; müslümanların Balkanlar'da hiç yeri yok, hattâ Anadolu'da yeri yok, İran'a kadar sürülmesi lâzım diye düşünüyorlar ve jenosidi, katliamı o maksatla yapıyorlar. Sulh içinde beraber yaşamak, herkesin dînî inancına saygı göstererek beraber yaşamak yok. Bunlar öldürülecek, burda müslüman kalmayacak diye düşünüyorlar ve uyguluyorlar. Bazıları da onların bu işi yapmasına her yönden destek oluyor. Bu katliamlar, istilâlar gözümüzün önünde cereyan ediyor.
Bir de müslümanların hepsini kesmeğe güçleri yetmez, çünkü birbuçuk milyar müslüman var... İşçi, köle ve hizmetçi gibi kullanmaları da arzuları arasında; çünkü bazı süflî işleri kendileri yapmak istemiyorlar. Meselâ Almanya'da, Avustralya'da zavallı kardeşimiz geçim sıkıntısıyla o ülkeye gelmiş; Almanın veya Avustralyalının tehlikesini bildiği için girmediği işlere onları alıyorlar. Meselâ kimyevî bakımdan ciğerleri sakatlayan, insanların ölümüne yol açan kısma alıyor. Veya yerin altında, şu kadar metre derinlikteki madenlerde çalıştırıyor. Alman oraya gitmiyor, ama bizimkiler gariban, parası yok, işte orda para kazanacak da memleketine, çoluk çocuğuna götürecek, kaç kişiye bakacak.
Böyle maden işçisi lâzım, birtakım zor işlerin yapılması için bazı güçlü kuvvetli insanlara ihtiyaç var, onları o seviyede tutmak istiyorlar. Bir sömürge eğitimi felsefeleri var. Sömürdükleri ülkelerde, o insanlar belli seviyelerde kalsın istiyorlar. Hattâ Avrupa'da çifte eğitim standardı var, Fransa'da kullanılan Fransızca bir söz söylemişlerdi, "Ortadoğu için kâfidir." mânâsına gelen bir söz. Yâni, "Eğer doktora yapan kişi Ortadoğu'lu isi, tamam bu kadar doktora yaptıralım, çok iyi yetişmeden doktor olsun gitsin!" diyorlar. Ama bir Fransıza o kadar az bilgi ile, az başarı ile o ünvanı vermezler. Çünkü kendi elemanlarının iyi yetişmesini isterler. Atasözü olmuş onlar için: "Ortaşark için yeterli..."
Müslümanların dinlerinden çıkmasını isteyen ve onların kendi dinlerini kabul etmesini isteyen organizasyonlar da var. Bunun için çalışmalar yapılıyor. Biliyorsunuz Filipinler'de, Endonezya'da, Arnavutluk'ta misyonerlik çalışmaları var... Arnavutluğun eskiden yüzde doksandokuzu müslümandı, şimdi yüzde yetmişbeşe inmiş müslüman sayısı... Gittikçe de azalıyor. Çünkü adamlar aç... "Ben sana maaş vereceğim ama, boynuna haç tak, kiliseye kaydol, öyle veririm." diyerek, bu yollarla hristiyanlaştırma çalışması var. Müslümanlarla uğraşan ve uğraştığını da resmî, gözle görülür olaylarla tesbit ettiğimiz merkezler var, teşkilatlar var...
Doğu-Batı bloku yerine şimdi, İslâm ülkelerinin üstünden, doğudan batıya şöyle bir çizgi çekilirse, yukarıda Rusya var, Avrupa var, Amerika var, müslüman olmayan ülkeler var. Onun altında Fas'tan Endonezya'ya kadar İslâm ülkeleri sıralanıyor. Onun için batılı devlet adamları, başbakanlar, bakanlar, yöneticiler, "Şimdiki mücadele ekseni kuzeyle güney arasındadır. Karşımızda müslümanlar vardır." diyorlar.
Ortadoğu'da petrolleri elde etmek için yapılan çalışmalar var. Zâten İsrâil'i yerleştirdiler ve onun alanını genişletme çalışmaları var. Müstakbel hudutlarının içine bizim topraklarımız da giriyor. GAP arazisi, Adana vs. yerler giriyor.
İşte bütün bunların karşısında müslümanların bu oyunları anlayan insanlar, kaliteli insanlar olması lâzım! Kuvvetli bir imana sahip olmaları lâzım, dinlerine sahib çıkmaları lâzım!.. Yâni bugün, "İslâm dinine hizmet ediyorum, İslâm dininin sahibiyim, dünyanın neresinde olursa olsun onu koruyacağım!" diyen bir devlet yok. Doğrudan doğruya Osmanlı gibi İslâm'ı korumayı kendisine amaç edinmiş ve bunu ilân eden bir devlet mevcut değil... Osmanlıyı yıktılar, yerine bir şey ikàme olmadı.
Müslüman ülkeler var, müslüman ülkelerin İslâm'a yüzde nisbeti elli, altmış, kırk, otuz faydalı olan idarecileri var. Ama hiç birisi de doğrudan doğruya İslâm'a yüzde yüz hizmetçi olamıyorlar.
Başka devletlerin birbirleriyle birlikler kurmaları gibi, müslümanların da Avrupa Topluluğu, Kuzey Amerika Ekonomik topluluğu, Pasifik Topluluğu gibi bir takım topluluklar kurmaları lâzım, kardeş olmaları lâzım! Birbirleri ile kenetlenmeleri lâzım! Çünkü, sırf dinlerinden, imanlarından ve tarihlerinden dolayı, hiç işlemedikleri bir takım şeylerden dolayı suçlanıp cezalandırılmak isteniyorlar. O halde birbik ve beraberlik içinde olmaları lâzım! Kenetlenmeleri, birbirlerine yanrdım etmeleri lâzım!..
Kendi içlerine sokulan fitne ve fesatlar var, ihtilâller var, karışıklıklar var... Bugün İslâm ülkelerinin hemen hepsinde buna benzer oyunlar cereyan ediyor. Ayrıca asırların geçmesiyle İslâmî eğitimin zayıflamasıyla ve yine birtakım entrikalarla müslümanlar dinlerinden uzaklaşmış, hurafeler, bid'atlar yayılmış. İslâm ülkelerindeki sapık fırkalar, emperyalistler tarafından desteklenmiş ve güçlendirilmiştir. Emperyalist, bir İslâm ülkesine geldiği zaman, orayı sosyolojik bakımdan tahlil eder, kendisinin fikrine en yatkın olan, kafa yapısı itibariyle kendisine en yakın olan, İslâm'ın kesin olarak karşısında olan sapık fırkaları destekler.
Dünyanın her yerinde bu böyledir. Meselâ İran'a gittiği zaman, oranın ateşperestlerini, mecûsîlerini desteklemiştir, onları güçlendirmeye çalışmıştır. İranlılara, "Sizin tarihiniz çok eskidir, sizin asıl kökeniniz Sasânîlerdir." filân diyerek, tarihlerini İslâm'dan önceye kaydırmıştır. Hattâ Şah, "Ben ikibininci yılımı kutluyorum." diye büyük törenler yapmıştır devrilmeden önce...
Bizim Türkiye'de tabii, "Sizin de kökeniniz eskidir, Hititlilerdir, Etililerdir." diye İslâm'dan önceki devrelere akıllar kaydırılmıştır. Urartular öne çıkartılmıştır. Süryânîler, Yezîdîler vs. üzerinde doktora tezleri hazırlatılıp onlar kuvvetlendirilmiştir, öne geçirilmiştir. Azınlık olan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler desteklenmiş, ekonomik yönden güçlendirilmiş, kritik noktalara getirilmiştir.
Mısır da öyledir, Kıptîler desteklenmiştir. Mısır bir İslâm devleti gibi görülür. Fakat işte Butros Galli'nin zihin yapısını görüyorsunuz. Mısırlı bir devlet adamı olarak Birleşmiş Milletlerin Başına gönderilmiş olan bir şahıs... Irak'ta da, Suriye'de de buna benzer bir durum vardır. Suriye'ye bir İslâm ülkesi demek çok zordur. Büyük ölçüde Süryânîler ve Ermeniler hakimdir.
i. Peygamber Efendimiz'in Misyonu
Bütün İslâm ülkelerinde buna benzer meseleler olduğu için, Allah'ın mü'min kulları olarak bizim de bunların karşısında aklımıza başımıza toplamamız gerekiyor. Ayrıca bütün dünya Peygamber SAS Efendimiz'in misyonunu götürmemiz gerekiyor. Aşk ile, şevk ile, sabır ve sevgi yoluyla İslâm'ı tebliğ etmemiz lâzım!.. Çünkü, İslâm tebliğ edildiği zaman kazanılacak insanlar var. Bir milleti toptan bir kalemde karalayıp atmak doğru değil. Meselâ:
--Amerikalılar İslâm düşmanı...
Hayır, öyle bir şey yok! Amerika'nın içine gireceksin, çalışacaksın, belki pek çok kimse müslüman olacak. Ve oluyor. Şu anda Amerika'da sanıyorum yedi milyon kadar olmuş müslüman sayısı. Bunların hepsi zenci değil, Amerikalılardan da müslüman olan var...
Fransa'da dört milyon kadar müslüman var. Bir kısmı Kuzey Afrika'dan gelmiş, ama Fransızlardan da müslüman olan var... Ben Strazburg'a gittiğim zaman dediler ki:
"--Burada müslüman bir karı koca doktor var, kendileri Fransız kökenli; sizinle tanıştırmayı isterdik."
"--Niye tanıştırmıyorsunuz?" dedim.
"--Şu anda Afganistan'da cihad ediyorlar." dediler.
Doktorlar yıllık izinlerini alır almaz karı koca Strazburg'dan Afganistan'a gidiyorlarmış. Bilmiyorum bizim doktor kardeşlerimizden böyle yapan kaç kişi vardır Türkiye'de?.. Bunlar öyle yapıyorlarmış ve ilaç dağıtan hayır müesseselerine gidip ilaç istiyorlarmış:
"--Sizin yönetmenliğinizde böyle mazlum insanlara bedava ilaç yardımı kaydı var. Biz Afganistan'a gidiyoruz, verin bakalım ilaçları!" diyorlarmış.
İlaçları toplayıp, yüklenip Afganistan'a götürüp, orda hastanelerde çalışıp, yaralılara, hastalara bakıp geliyorlarmış. Kökeni, aslı, nesli yüzde yüz Fransız...
Ben hatırlıyorum, Ankara'da bizim ev sohbetimizde, ihvânımızla yaptığımız bir sohbette böyle boylu poslu, üniformalı bir Amerikan askeri geldi. Rütbesini bilemiyorum ama, Amerikan askeri... "Selâmün aleyküm!" dedi, "Ve aleyküm selâm." dedik. "How are you? Well came!" dedik. Sorduk, müslüman...
"--Anan müslüman mı, baban müslüman mı, deden müslüman mı?.." diye sorguyu genişletince dedi ki:
"--Benim soyumdan, benim müslüman olmama yol açacak bir bağlantı yok! Kökenim hep hristiyan..." dedi.
"--Peki nasıl müslüman oldun?"
"--Kur'an-ı Kerim'i okudum, Kur'an-ı Kerim'in Allah kelâmı olduğuna kànî oldum, müslüman oldum." dedi.
Yâni bizim, Rasûlüllah Efendimiz'in tebliğ metodunu devam ettirmemiz lâzım!.. Nasıl Rasûlüllah SAS hâl-i hayatında Bizans imparatoru Herakliyus'a mektup ve elçi göndermişse, Sâsânî imparatoruna elçi göndermişse, Mısır hükümdarı Mukavkis'e nâme yazmışsa, Bahreyn emirine mektup göndermişse; Habeş imparatoru Necâşi müslüman olmuşsa ve vefat ettiği zaman Efendimiz gıyabında cenaze namazı kılmışsa; yâni Rasûlüllah Efendimiz hâl-i hayatındaki bütün dünyaya, elinin eriştiği her yere elçi gönderip, mektup gönderip onları İslâm'a davet etmişse, biz de dünyanın her yerini İslâm'la tanıştırmak zorundayız. İslâm için hizmet etmek zorundayız. Bu bizim vazifemiz. Bunu sabır ve sevgi ile, aşk ve şevkle yapmamız lâzım! Kur'an-ı Kerim'de:
(Üd'u ilâ rabbike bil-hikmeti vel-mev'izatil-haseneh) denilir. Yâni hàkîmâne bir üslubla, hikmetle, akıllı, mantıklı, doğru sözler söyleyerek, yerli yerinde konuşarak, güzel güzel öğütler vererek İslâm'ı tanıtma vazifesi vardır; bunu yapmamız lâzım!..
Müslümanların, ümmet-i Muhammed'in genel saadet ve selâmeti için, salâh ve felâhı için her birinin üzerine düşen görevi yapması, canla başla çalışması lâzımdır. Bütün bunlar da ancak sünnet-i seniyye-i nebeviyyeye sımsıkı sarılmakla olacak şeylerdir. Sünnet-i seniyyeye sarılmayan bir insanın İslâm'a faydalı olması mümkün değildir. Burası işte Mevdûdî merhumun cemaatinin bir yeridir, o da öyle söylüyor:
"--Müslümanlar, iyi yetişmemiş müslümanlardan kâfirlerden gördüğü zarar kadar, belki daha fazla zarar görmüştür." diyor.
İyi yetişmemiş müslüman çok zararlı oluyor, yarım doktor candan eder dedikleri gibi. Onun için müslümanların İslâm'ı sünnet-i seniyye kaynağından, ana kaynağından öğrenerek İslâm için çalışmaları lâzımdır.
Son bir misâlle kapatmak istiyorum konuşmamı: İstanbul'da bir Barsam usta vardı, Ermeni kökenli... Ama müslüman olmuştu, Zâhid ismini almıştı. Ona her gün papaz gelirmiş, kendisi söylemişti:
"--Bana her gün geliyorlar, 'Ne diye değiştirdin dinini? Gel bizim eski dinimize!' diye bana nasihat ediyorlar ve bana, 'Bak filânca hacı böyle yaptı, filânca müslüman tüccar şöyle yaptı...' diye kötü misâller veriyorlar. Ben onlara diyorum ki: 'Siz şehrin içindeki kanallardaki suları gösterip, bu sular pis diyorsunuz. O suların çıktığı dağdaki asıl menbaına gelirseniz, o suyun ne kadar temiz olduğunu göreceksiniz.' diyorum." demişti.
İşte o asıl menba' hadis-i şeriftir.
j. Sünnet Tarihsel mi?
Soru:
--Batı müsteşrikleri tarafından ortaya atılan ve Ankara İlâhiyat Fakültesi hocalarından bazılarınca da savunulan sünnetin tarihselliği, dolayısıyla günümüz için delil olamayacağı gibi görüşlere ne dersiniz?
Batılılar ilim alanında bile, her zaman bilimsel değillerdir. Ben bir üniversite hocası olarak misâller de vererek bunu size söyleyebilirim. Batılılar ilmi dahi bir amaç için kullanırlar.
Onların bu rivayetleri niçin uydurduklarını söyledim. Sünnet-i seniyyenin bir çelik duvar olması dolayısıyla, ümmet-i Muhammed'i kıpırdatamadıkları için, yıkamadıkları için böyle çalışma yapıyorlar.
Bazı fakültelerde bazı hocaların da onların fikirlerine katılması; bu da çok görülen bir şeydir. Çünkü, İslâm ülkelerinde batılıların sözcülüğünü bilerek veya bilmeyerek, maaşlı veya maaşsız, gizli veya aşikar sürdüren insanlar vardır, kadrolu insanlar vardır.
Mısır'da çıkmış bir şahıs, olmadık sözler söylemiştir. Kökenini incelerseniz, filânca gizli cemiyettendir, falanca yere mensubdur ve art niyeti vardır.
Meselâ, Leone Kaetani'nin İslâm Tarihi isimli eseri var. Asım Köksal uzun boylu emek sarfetti, ömrünü sarfetti, onun yanlışlarını tashih etmek için...
İgnosd Goldzier'in Muhammedâniyan Ştudyan isimli eserinde, arkadaşlar tercüme ediyorlardı, şöyle birkaç sayfasına baktım; Arapçadan yaptığı tercümelerde o kadar çok yanlışlar var ki... Adam yahudi, İslâm'ı incelemesi bir maksada dayanıyor.
Münih'li bir Türkolog vardı. Meselâ ben Türkolojide doktora tezi aldığım zaman ne yaptım?.. Onbeşinci Yüzyıl'da hadis kitabı yazmış olan, İznik Medresesi'nde müderrislik yapmış olan bir alimi inceledim. Ama o Münihteki profesör Hans Yuhan Kisig, "Onaltıncı Yüzyıl'da Osmanlılarda afyon ibtilâsı" diye bir konu almış. Yâni herkes kendisine uygun bir konu alıyor.