321 ilâ 340. sayfalar

"--Bu emanet, bir yerinde çizik istemiyorum ha!.. Kullan, benzin parası da benden, korkma paradan, gez toz ama, iyi kullan!"

Ne yaparsın?.. Gözün gibi bakarsın, kollarsın. Vücut da bize Allah'ın emaneti... Yâni biz buna biniyoruz, geziyoruz. Bak bizi gezdiriyor, oturtuyor, kaldırtıyor. Allah ne güzel emanet vermiş. Her işe yarıyor.

Bu emaneti hor kullanmaya hakkımız yoktur. Bu emaneti zayıflatmaya hakkımız yoktur. Bu emaneti meyhanede çürütmeye hakkımız yoktur. Bu emanete intiharla son vermeye hakkımız yoktur. Çünkü Allah'ındır, emanettir. Biz onun kuluyuz, biz emanetçiyiz. Hatta bizim büyüklerimiz derdi ki... İhtiyar adam, çok acı çekiyor, yıllardır yatakta yatıyor, sırtı yara olmuş; meselâ benim dedem öyle:

"--Yâ Rabbi, al artık emaneti!.. Al yâ Rabbi emânetini..." diye öyle dua etmiş.

Can da bir emanet, evlât da bir emanet... Evlâdı da Allah bize veriyor. Nerden oldu bu evlât; desenini, projesini biz mi oturduk çizdik?.. Yoook. Allah bir evlat vermiş, bedavadan beleşten; ondan sonra büyüyor, kocaman insan oluyor. O da bir emanet... Emânetlere riayet etmek lâzım, iyi kollamak lâzım! Onları hor kullanmaya hakkımız yoktur.

341

d. Sigaranın Zararı

Sigara içip de, ciğerleri sigaranın zifiriyle doldurmaya da hakkımız yoktur. Çünkü o da emanet. Bir şey anlatayım, bazı arkadaşlar sigara içiyorlar, bildiğim için anlatıyorum:

Ben hem Ankara İlâhiyatta hocaydım, hem de haftada bir gün Adapazarı D. M. M. Akademisi'ne, mühendis okuluna ders vermeye giderdim. Dört saat dersim vardı, Orda Kerim Bey diye bir hukuk porfesörü vardı. Ama feleğin çemberinden geçmiş, savcılık yapmış filân, sonra fakülteye gelmiş. Doçent, profesör olmuş Kerim Bey diye birisi... O anlattı:

Yirmi yaşlarında bir şahıs suda boğulmuş. Bu boğulan şahıs, Türkiye yüzmelerinde şampiyon olmuş bir şampiyonmuş. Yüzme şampiyonu suda boğulmuş. Niye boğulur?.. "Herhalde kıramp girdi." demişler. "Yâni yüzme şampiyonu bu, suda cambaz gibi yüzüyor, hızlı hızlı yüzüyor. Bu adam niye boğulsun, herhalde kramp girdi." demişler. Morga getirmişler.

Bir Alman profesör varmış İstanbul Tıp Fakültesi'nde. O zaman Almanya'dan kaçıp Türkiye'ye sığınmış bazı profesörler vardı. Dünyaca tanınmış profesörler... Hükümet onları profesör olarak bir yerlerde görevlendirdi. Tıp fakültesinde böyle bir Alman profesör varmış. Hiç unutmam:

342

"--Nayn, hayır! Kramp girse bile, bir şampiyon kramp hâlinde dahi batmaz, boğulmaz, kendisini kurtarır.

"--Peki hocam neden öldü bu adam?" demişler.

Bu Kerim Bey de orda, o da savcı. Yâni savcı da ölümün sebebini tesbit etmek için orda bulunmak zorunda... Rapor verecek, bu şundan ölmüş diyecek. Kendisi anlatıyor bunu.

"--Hayır, bu kramptan ölmedi!" demiş profesör.

"--Pekiyi hocam, neden öldü?" demişler.

"--Parmaklarına baksanıza!.." demiş.

Adam usta adam tabii, usta profesör... Parmaklarının yanları sapsarı. Yâni hepinizin parmaklarını yoklasam, kimin tiryaki olduğunu şıp diye anlarım. Parmaklar sararır, sapsarı olur. Üff üff yapmaktan sararır burası... Ordan anlamış.

Hikâyeden hikâyeye geçiyorum ama, ben vaaz verirken canlı tablolar vermeyi çok severim, hatırda kalır: Biz küçükken Vefâ Lisesi'nde okuyoruz, ortaokul talebesiyiz. Şehzâdebaşı Camii'nin bu kapısından girdik, avlusundan öbür kapısından çıkacağız, bizim okula gideceğiz. Kestirmeden gidiyoruz. Caddeden gidip, dik açı çizip çok yürümektense, Şehzâdebaşı'nın avlusuna girip, çıkacağız.

343

Caminin avlusu, yol gibi kullanılıyor. Şehzâdebaşı Camii'nin avlusu kapalı bir avlu değil. Orda bir çocuk gördük, yakışıklı, giyimi güzel. Boynuna da bir eşarp bağlamış, ipek... Yâni eşarp bağlamak herkesin kârı değildir. Saçları dalgalı, bayağı yakışıklı bir çocuk... Orda sigara içiyordu. Biz de böyle ona bakıp, önünden geçiyoruz. Yanımda bir arkadaş var, ortaokul talebesiyiz, küçüğüz yâni.

Bir şey daha söyleyeyim: O Şehzâdebaşı'nın arkası Vefâ semtiydi. Vefâ semti de İstanbul'un kabadayılarıyla tanınmış bir semti; eli bıçaklı adamlar, efeler, kabadayılar, bilmem neler... Öyle bir yerdir. Bizim Vefâ Lise'si orda, kenarında.. Ne yapalım?.. Biz böyle bakarak geçerken, o yakışıklı çocuk dedi ki:

"--Gelin buraya!"

"--Eyvah, hapı yuttuk." dedik.

"--Gelin buraya, durun!" dedi.

Kaçsak yakalar bizi. Avlu büyük, kapıya gidinceye kadar ikimizi de enseler. Kaçmamız mümkün değil. "Eyvah hapı yuttuk." dedik. Vefâ'nın kabadayıları meşhur...

"--Benim sigara içişime bakıyorsunuz değil mi?" dedi.

Biz hık mık ettik. Ne diyeceksin? Yâni ona bakıyoruz tabii... Şurasında (sol göğüs cebinde) çok güzel ipek mendili var. Hiç unutmuyorum. Adam yakışıklı, damat gibi giyinmiş. İpek mendilini çıkarttı, bembeyaz, tertemiz ipek mendil, pahalı... Sigaradan bir çekti füüp; hohh diye mendile bir üfledi. Güzelim mendil sapsarı oldu. Kahverengi-sarı, taba rengi, sapsarı oldu. Bir nefeste... Böyle gösterdi mendili bize:

344

"--Bakın çocuklar!" dedi.

Biz titriyoruz karşısında. Dövse, iki tane patlatsa ne yapacaksın? Kimse bir şey söyleyemez. Vefâ, kabadayılarıyla tanınmış.

"--Bakın çocuklar, bir nefeste şu beyaz mendil ne oldu?.. Benim içtiğime bakmayın, sakın siz sigara içmeyin! Hadi bakalım!.." dedi.

Biz yavaşça ordan kaçtık gittik ama, o hadiseyi unutmuyorum. Ona da müteşekkirim. Yâni mendilini feda etti ama, bize bir şey gösterdi. Bir nefeste kahverengi oluyor mendil. Bunu çok içtiğiniz zaman ne oluyor?.. Karagümrük'teki ahşap evlerin soba borularının altına, zifir damlayan yere bir kutu asarlar. Tıp tıp zifir oraya damlar. Onun gibi zifir insanın içine damlıyor ve doluyor.

Hikâye içinde hikâye... İçindeki hikâye bitti. Gelelim esas hikâyemize: Morgda ölüyü yatırmışlar, "Kramp girdi." diyorlar. Alman profesör, "Nayn" diyor.

Nayn demek, no demek, hayır demek.

"--Nayn, hayır" diyor.

"--Nedir?" diyorlar.

"--Parmalarına bakın! Sigara tiryakisi bu, parmaklarından belli... Buraları sararmış füüp, huhh yapmaktan..."

Bir neşter vuruyorlar, açıyorlar karnını, göğsünü, akciğerini... Yâni morgda otopsi yapacaklar, ölümünün sebebini tesbit edecekler, doktor bunlar... Bir vuruyorlar, açıyorlar. Prof. Kerim Bey o zaman savcıymış, işin başında orda duruyor, o anlatıyor bana:

345

"--Hocam ciğeri çıkarttı, ciğerin en aşağısı simsiyah... Zifir aşağıya birikiyor, simsiyah, yukarısı koyu kahverengi... Daha yukarısı açık kahve rengi, en üstte birazcık ciğer rengi bir şey var, azcık bir kırmızılık var. Aşağı tarafı simsiyah olmuş. Alman profesör ciğeri avuçladı, bir sıktı. Boncuk boncuk her yerinden zifir çıktı." diyor.

Yâni zift çıktı diyor. Zifir, biraz sulu zift demek. Zift çıktı, yâni asfalt çıktı, katran çıktı diyor. Demiş ki:

"--Bakın bu çocuk genç, delikanlı daha. Sigara içe içe ciğerlerini zifirle doldurmuş. Yüzerken vücudun fazla miktarda oksijene ihtiyacı var, adeleler çalışıyor..."

Vücudun her şeyi çalışıyor yüzmede... En iyi spor yüzmedir. Her şeyi çalışıyor ama, neyle çalışıyor? Kömürle mi çalışıyor, benzinle mi çalışıyor, süperle mi çalışıyor, neyle çalışıyor?.. Oksijenle çalışıyor. Yâni daha önce aldığı gıdalar oksijenle yanıyor. Oksijeni alamayınca, oksijensizlikten boğularak ölmüş. Sigaranın bu kötülüğü var...

Sigara için bir şey daha söyleyeceğim hazır açılmışken. Yâni üç tane hadisi tamamladık, zaten bitti konumuz, vaaz mevzumuz. Sigara içen bir insanın ilk uğradığı musibet nedir?.. İnsanın gırtlağından aşağı doğru, ciğerlerine doğru nefes yolları var ya. Bu nefes yollarının içinde, suyun içindeki yosunlar gibi hareket eden saçaklar varmış. Adı neyse doktorlar bilir, ben bilmiyorum, söylediler unuttum. Bronşların içinde, suyun içinde yosunların sallandığı gibi devamlı salınım halinde olan püsküller, saçaklar varmış.

346

Bunlar ne yapıyor? Bunlar şuurlu olarak belli bir hizmet görmek için böyle sallanıyorlar. Hava ile ciğere girmiş olan tozları, kılları ciğerden dışa doğru atıyorlarmış. Bu bütün her taraftan toplanan ana yola geliyor. Ana yoldan yukarıya geliyor: "Öhö öhö" yaptığın zaman balgam olarak dışarıya çıkıyormuş toplanan bu şeyler.

Sigara içen bir insanın ilk zararı bu püsküllerin hareketini öldürmekmiş. O püsküller bu süpürme işini yapmıyor. Yapmayınca, senin öksürükle dışarı attığın balgamlar, bundan sonra artık ciğerde kalıyor, zifirle karışıyor. Ciğer, yer çekimi dolayısıyla aşağıdan itibaren dolmaya başlıyor. Gittikçe yukarıya doğru doluyor, doluyor... İnsan sonunda ciğersiz kalıyor.

Benim teyzemin kocası, eniştem İzmir'e gitmiş, muayene olmuş doktorlara... Ama günde kaç paket sigara içerdi rahmetli. Beş vakit namaza da giderdi ama, belki beş paket de sigara içerdi. Demişler ki:

"--Sen ciğerini zifirle doldurmuşsun. Senin üç aylık ömrün var, demişler. Çaresi de yok senin şikayetlerinin... Sen bitmişsin!" demişler.

347

O da gelmiş köye. Namaz niyaz, ibadet devam etmiş. Hakikaten üç ay sonra vefat etmiş. Yâni sigara insanı yavaş yavaş öldürüyor.

Ben sigaradan değil, şeker hastalığından bile korkuyorum. Ben şimdi şeker hastasıyım.

--Şeker tatlı bir şey. Şeker hastalığından niye korkuyorsun hocam?..

Çünkü, "Şeker hastalığı sistemik bir hastalıktır." diyor doktorlar. Ne demek sistemik bir hastalık?.. İnsanın bütün sistemlerine tıkanıklık verir, hepsini bozar; gözünü bozar, kılcal damarlarını bozar, beynindeki kılcal damarları tıkar...

--Ne olur yâni, bunlar böyle olursa?..

Bir zaman gelir, göz kör olur. Neden? Çünkü kılcal damarların içine şeker yapışıyor. Damarlar tıkanıyor, doluyor, kan geçecek durum kalmıyor. Kılcal damar ölüyor.

Deride nasır gibi şeyler başlıyor. Neden? "Kılcal damarlar kapandığından, derinin orasına kadar besleyici maddeler gitmiyor. Nasır gibi şeyler çıkıyor. Topukları filân patır patır patlıyor... Nasır filân değil, oraya vücudun besleyici maddesi gitmiyor. Deri ölüyor.

Deri ölür, göz ölür, hatta beyin ölür. Beyinde de çok ince damarlar var, onlar tıkanıyor. Yâni bir kireçli suyun, borusunu kireç doldurup tıkadığı gibi, sonunda adam felç oluyor; sağ tarafı tutmuyor, sol tarafı tutmuyor. Ciğerleri, her şeyi bozuluyor... Sistemik bir hastalık. Yâni vücudun bütün ince, noktalarını tıkıyor, hassas noktalarını tıkıyor.

348

Onun için korkuyorum. Perhiz yapmak lâzım! Yâni ben şekerden bile korkuyorum, bizim arkadaşlar sigaradan korkmuyor. Sigara daha müthiş! Sigara şekerden daha zararlı... Onun için içmemek lâzım!..

Tabii bunu neden açtık?.. Kendisini boğan boğamaz, çünkü vücut emanettir. Kendisine bıçak saplayan saplayamaz, çünkü vücut emanettir. Emanete riayet etmek lâzım! Emanete kötü davranışta bulunamayız.

Onun için bu akşam teklif ediyorum, teklif benden, kabul sizden: Sigaraları atın, bundan sonra sigara içmeyin! Greenlerden olun, green moslemlerden olun!..

Bana kalsa, insan kararını verdi mi, paketi hemen atmalı!.. Yarına kaldı mı bu mendebur kandırır insanı... Tatlı diller döker, bir şeyler yapar, yine kandırır.

Allah sıhhatli, afiyetli yaşamak nasib etsin... Hayırlı uzun ömürler versin... Sağlıklı yaşam nasib etsin... Genç ve dinç olarak ömür sürmeyi nasib etsin... Rızasına uygun işler yapmayı nasib etsin... Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin... Allah hepinizden razı olsun...

e. Başkalarına Kötü Örnek Olmak

349

Soru:

--Bazı namaz kılan, oruç tutan kardeşlerimiz, maalesef özellikle kadın, bar, disko ve para pul mevzularında yanlışlıklar yapıyorlar. Bizlerin namaz kıldırmak, hatta gusl abdesti aldırmak için çaba sarfettiğimiz kişiler bize; "Biz sizin namaz kılan arkadaşlarınızı da biliyoruz." diyorlar ve bizden uzak duruyorlar. Bu tutarsız kişilerin, bu yeni başlayacak arkadaşlarımızdan dolayı günahı nedir?

Bir insanın kötü örnek olması dolayısıyla, başka insanların iyi insan olmasına engel olması Kur'an-ı Kerim'de zikrediliyor.

(Rabbenâ lâ tec'alnâ fitneten lil-kavmiz-zâlimîn) diye dua etmiş eski devirlerde mübarek insanlar. Yâni: "Yâ Rabbi, bizi böyle kâfir kavimlere hatalı işlerimizden dolayı, kötü örnek olmamızdan dolayı, onları İslâm'a gelmesini engellemek sûretiyle bir imtihan, bir vesile olmaktan koru!" demek diye tefsir kitapları bunu yazıyor.

Bunun vebâli vardır. Yâni insan kötü örnek olması dolayısıyla başkasını caydırıyorsa, o caymada o cayanın günahı vardır. O caymaya sebep olan filânca kimsenin de vebâli vardır. Bu Kur'an-ı Kerim'de böyle... Maalesef o da vebâl altında kalıyor. Onun için her şeyi iyi yapmaya çalışmak lâzım! Başkasına kötü örnek olmamaya çalışmak lâzım! Bizim yüzümüzden İslâm'a gölge düşürmemeye çalışmak lâzım! İnsanları İslâm'a kazanmak için güzel örnek olmaya çalışmamız lâzım!..

350

Amma iyi yola gelmeyen insanın da kötü insanı örnek göstermesi, meşrû bir mazeret değildir. Allah tarafından kabul edilen bir şey değildir. O da gelmemesinden dolayı cezasını yine çeker.

"--Yâ Rabbi ben filâncayı gördüm. Onun iyi müslüman olmadığını anladım. Onun için İslâm'ı sevmedim. İslâm'a yanaşmadım."

Bu mazeret değildir. Allah onun da cezasını verecektir. O müslümanlığı iyi yapamadıysa yapamadı, Allah onu kusurundan dolayı cezalandıracak. Ama senin Allah'ın davetine icabet ederek, Allah'a iyi kul olmak borcun... Yâni sen falancanın yüzünden, filâncanın sözünden hareket etmiyorsun. Allah seni davet ediyor:

(Vallahu yed' ilâ daris-selâm) Allah seni cennetine çağırıyor, davet ediyor; sen Allah'ı dinlemiyorsun... Peygamber seni cennete davet ediyor, hak yola davet ediyor; sen Peygamberi dinlemiyorsun. Kötü misallere bakmayacaksın.

İstanbul'da bizim ihvanımızdan bir Ermeni vardı. Ermeni asıllıydı, müslüman olmuştu. Hocamız'a gelmiş, ders almıştı. Hocamız'ın adı Mehmed Zâhid olduğu için, Zâhid adını almıştı. Kapalıçarşı'da dükkânı vardı. Ona her gün Ermani papazları gidip geliyorlarmış:

351

"--Ya ne diye Ermeniliği bıraktın, Ermeni kilisesini bıraktın? Ne diye müslüman oldun?!."

"--Hak din diye müslüman oldum?"

"--E bak işte bizim komşu falânca hacı, hacca da gitmiş ama ticarette şöyle hile yapıyor, böyle yapıyor, yalan söylüyor. İşte filânca şöyle..." diyorlarmış.

Yâni papazlar, kötü örnekleri gösterip, "Sen ne diye müslüman oldun?" diyorlarmış bu arkadaşa... Bu arkadaş kendisi anlattı bana, yâni bu müslüman olan Ermeni kardeş anlattı. O da diyormuş ki:

"--Siz şehirdeki, kanalizasyondaki pis suları gösteriyorsunuz, 'Bak, bu sular pis!' diyorsunuz. Halbuki suların dağdan çıktığı ilk kaynağa gidin. Kaynağın ilk yerine çıkın. İlk yerinde suyun ne kadar temiz olduğunu, içilebilir ve saf olduğunu, ne kadar serin olduğunu, ne kadar güzel olduğunu göreceksiniz. Şehirdeki kullanılmış suyun, kanalizasyondaki hâline bakıp suyu kötülemeyin; asıl kaynağa bakın!" diye cevap veriyormuş.

Papazlarla konuşurken böyle anlatmış.

Bu güzel bir benzetmedir. Yâni bizim hepimiz, biz birbirimizden sorumlu değiliz. Biz birbirimizi örnek almak zorunda değiliz. Bizim örneğimiz Peygamber Efendimiz. Biz Kur'an'a uymak zorundayız. Biz asr-ı saadet müslümanlarına bakmak zorundayız. Biz dinin ana kaynağına bakmak zorundayız. Ana kaynağımızdan pırıl pırıl, şırıl şırıl akan güzel İslâm'a bakmak zorundayız. Yoksa misallere bakarak hareket edersek, Peygamber Efendimiz'in zamanında da kötü misaller olmuş. Peygamber Efendimiz'in zamanında yaşayıp da kâfir ölen insanlar var. O zamanda da var.

352

Birisi harpte kahramanca, iyi, güzel çarpışıyormuş. Demişler ki:

"--Yâ Rasûlallah falanca adam çok fedakârca cihad ediyor, çarpışıyor!.."

Efendimiz demiş ki:

"--O cehennemliktir."

Hiih... Herkes şaşırmış, hayret etmiş vs. donmuş kalmış:

"--Yâ Rasûlallah! Bizim safımızda kâfirlerle cihad ediyor, kahramanca çarpışıyor..."

"--O cehennemliktir!" demiş Peygamber Efendimiz.

Donmuş kalmışlar, ne desinler? Peygamber Efendimiz öyle söylüyor. Ama adam da cihad ediyor, kâfirle çarpışıyor. Kâfirle çarpışan kalırsa gàzidir, ölürse şehiddir, biliyoruz. Allah yolunda çarpışanları şehid olarak biliyoruz. "O cehennemliktir!" demiş. Biraz sonra haber gelmiş, savaş meydanından, cepheden, asıl çarpışma yerinden:

"--Yâ Rasûlallah! Demin söylediğimiz şahıs, yâni kahramanca çarpışan şahıs, yaralanınca yarasının acısına dayanamadığından, ah vah edip, feryad ü figân edip, çok acıdığından dayanamayıp kılıcın kabzasını, tutma tarafını toprağa dayayıp sivri tarafını da karnına dayayıp, kılıcın üstüne abanmak sûretiyle intihar etti." demişler.

353

O zaman demin donmuş olan şahısların hepsi, hayretlerini ifade ederek: "Allàhu ekber!.. Allàhu ekber!.." diye bağırmışlar. Tabii intihar eden cehenneme gidiyor. Rasûlullah Efendimiz onun akibetini bildiğinden, ilk başta çarpışıyor filân demelerine aldırmadı. O peygamber, Allah'ın bildirmesiyle biliyor.

Bu, savaşta intihar ettiği için bunun cehennemlik olduğunu anlıyoruz. Peygamber Efendimiz'in zamanında bir başkası öldü. Peygamber Efendimiz'e hizmette bulunan, onun zamanındaki birisiydi, öldü. Peygamber Efendimiz dedi ki:

"--O cehennemliktir!"

Şaşırdılar.

"--Çünkü ganimet malından çalmıştı." dedi.

Ganimet malı taksim edilmezden önce çalınmaz, alınmaz. Ortaya konulur, taksimatı ona göre yapılır. Öyle yapmamış, çalmış. Onun için cezasını çekecek. "Bir ayakkabı sırımı bile alsa, bağcığı bile alsa, ateşten bir sırım almıştır." diyor Peygamber Efendimiz. Çalmış, çaldığı için cehenneme gidecek.

Yâni biz kişilere bakmamalıyız. Biz özüne bakmalıyız, Kur'an'ın kendisine bakmalıyız. Bakacaksak Peygamber Efendimiz'e bakmalıyız. Bakacaksak Aşere-i Mübeşşere'ye bakmalıyız. Bakacaksak Allah'ın evliyâsına bakmalıyız.

354

Kötü örnekler her zaman bulunabilir. Yâni öğretmenlerin doksandokuz tanesi iyidir de bir tanesi talebesinden rüşvet alır. Tamam kötülük yaptı ama, öğretmenlik kötü değil. Hocaların hepsi iyidir de bir tanesi, iki tanesi kaytarıyordur. Olabilir, Allah islâh etsin... Başka güzel hangi meslek varsa onları düşünün, iyisi vardır, kötüsü vardır. Kötüyü örnek almak doğru değildir.

Soru:

--Müslüman olmayan diğer insanlar cennete girmeyecekler mi?

Evet girmeyecekler. Ama ne zaman?.. Peygamber Efendimiz'in devri başladıktan sonra müslüman olmayanlar cennete girmeyecek. Yâni Peygamber Efendimiz'den sonraki insanlar Peygamber Efendimiz'e inanmamışlarsa, Kur'an'a inanmamışlarsa, müslüman olmamışlarsa cennete girmeyecekler.

Peygamber Efendimiz'den önceki insanlar Hazret-i İsa'ya kadar hristiyanların iyi olanlar cennete girecek. Hazret-i İsa gelmeden önce yaşayan insanlardan Musa AS'a uyanlar cennete girecek. Yâni her peygamberin devri var, devresi var. O devre geldi mi, artık ona bağlanmak mecburiyeti oluyor. Peygamber Efendimiz geldikten sonra bir insan müslüman olmazsa, Peygamber Efendimiz'i reddetmiş olduğu için, kabul etmediği için, cennete giremez. Mü'min olması lâzım, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûluhû" demesi lâzım! Biz burda müslüman olacaklara onun için bunu telkin ediyoruz.

355

Soru:

--İslâm'ı hiç duymamış kişilerin durumu ne olacak.

Evet, nazarî olarak da, belki hakikî olarak da İslâm'ı duymamış insanlar olabilir dünyada. Bakarsın Himalayalar'ın tepesinde, sekizbin metre yükseklikteki bir köyde İslâm'ı hiç duymamış köylü insanlar vardır. Medeniyet de görmemiştir, otomobil de hiç çıkmamıştır oraya, radyo da yoktur filân... İslâm'ı hiç duymamıştır veya Amazon'un fethedilmemiş ormanlarının arasında bir yerde bir kabile vardır da, İslâm'ı hiç görmemiştir. Kutuplarda vardır, bilmediğimiz bir yerde vardır... filân. Olabilir. Avustralya'nın bile bilinmeyen bazı kısımları var.

İslâm'ı hiç duymamış insanın görevi, Allah'ı bilmektir. Allah'ı bilecek. Allah'ın varlığını bilecek, bulacak; birliğini de bulacak. Allah'a inanır da, bir kaç tanrıya inanırsa olmaz. Allah'ın bir olduğunu anlayacak, tevhid inancına sahip olacak. O zaman, cennete girer. Ama Allah'ın varlığını birliğini bilememişse, o zaman müşrik olarak, imansız olarak kaldığından cennete giremez.

Yâni imanla mükelleftir, şeriatle mükellef değildir. Şeriat ahkâmı yok ki, bilmiyor ki uygulasın. Namazı, orucu, zekâtı bilmiyor... Ama imanla mükelleftir.

356

f. Zulümden Uzak Durmak

Soru:

--Hocam, malûmunuz İngiltere'de yaşıyoruz. Burada en büyük eğlence ve şeytanın tuzağı, vakit geçirme yeri bir tür ırmak üzerine kurulan ve adına boat yâni gemi denilen bir diskobar türüdür. Bazı kardeşlerimiz maalesef buralarda sık sık görülüyor. Bu kişiler kendilerini savunmak için, "Biz içki içmiyoruz!" gibi sözler söylüyorlar. Bu konuda görüşünüzü bildirirseniz memnun oluruz.

Tabii günahların çeşitleri çoktur. Mü'min bir insan günahlı yerlere yanaşmaz. Hatta günahkâr insanların yanına da pek yanaşmak doğru değildir. Onlardan uzak durmayı dinimiz, Kur'an-ı Kerim emrediyor. Hatta bir yerde otururken orada bir günah işlenmeye başlanırsa, Kur'an-ı Kerim'de buyruluyor ki:

(Felâ tek'ud ba'dez-zikrâ meal-kavmiz-zàlimîn) "Zalimlerin, günah işleyenlerin yanında artık oturma!" diye.

Hatta daha olağan bir misal söyleyeyim. Şöyle bir toplantıda insanlar oturuyor. Birisini gıybet etmeye başladılar. Yâni orada olmayan birisi, Ali Efendi, Veli Efendi, falânca... İşte şöyle yaptı, böyle yaptı filân kötülüyorlar. Peygamber Efendimiz diyor ki: "Bir toplantıda olmayan bir kimse kötülenirse, o kimseye yardımcı olun! Yâni savunun onu... Gıybeti yapan kimselere de engel olun; 'Konuşmayın, etmeyin, bırakın gıybeti!' deyin!" diyor. İki vazife yüklüyor. Olmayanı savunmak, olanları da bu günahı yapmasını, söylemesini durdurmak. (Ve kum anhüm) "Ondan sonra orda durma, kalk artık!" diyor. Yâni orda durmayı da yasaklıyor.

357

Demek ki, gıybet edilen bir yerde bile durmayıp kalkmak gerekiyor muhterem kardeşlerim! Yâni günahlı yerlere gitmemek iyidir. Âyet-i kerimede nasıl buyruluyor?

(Velâ terkenû ilellezîne zalemû fetemessekümün-nâr) "Zulmeden, yâni günah işleyen insanlara meyletmeyin, onların yanında bulunmayın, onların safında bulunmayın! Sonra size de cehennem ateşi dokunur."

Onun için günahlı yerlere gitmemek lâzım, yanaşmamak lâzım! Günahlı insanlardan uzaklaşıp, sevaplı insanlara yaklaşmak lâzım! Kendisini öyle insanların yanına atmak lâzım! Okyanusta çırpınan bir insanın kayık bulmuş gibi, bir ada bulmuş gibi kendisini oraya atması lâzım! Günahlı yerlerden uzak durması lâzım!

--Ben katılmıyorum, ben içmiyorum...

Bugün içmezsin de, yarın şeytan seni kandırır içersin. En iyisi bulunmamak. Bugün paçayı kurtarırsın, yarın dayanamazsın. Onun için en iyisi böyle yerlere gitmemek.

Bir de Peygamber Efendimiz, [Tebük Seferine giderken] Semud kavminin, Sâlih AS'ın kavminin helâk olduğu yere gelince askerlerine, ordusuna, müslümanlara dedi ki:

358

"--Burdan hızlı geçin. Buraya Allah'ın gazabı yağmıştır. Burda fazla durmayın!" dedi.

Yâni eskiden Allah'ın gazabının yağmış olduğu bir yerde bile yavaş yavaş gitmeyi uygun görmedi, "Hızlı geçin burdan!" dedi. Onun için Allah'ın gazabının yağacağı, sevmediği yerlere gitmemeye çalışmak lâzım! En akıllıca iş iyi arkadaş seçmektir, iyi yerlere gitmektir.

Soru:

--Neden hristiyan beldede dinî hürriyet varken, müslüman beldede baskı ve zulüm var? Bu çelişki nerden kaynaklanmakta?..

Bizim müslümanlığımızın gevşek olduğundan, ictimâî terbiyemizin zayıf olduğundan, haklarımızı koruyamadığımızdan kaynaklanmakta. Yâni İngiltere'de de, Amerika'da da, Fransa'da da adamlar zamanında krallık yapmış, despotluk yapmış, zulüm yapmış, derebeylik yapmış... Ama halklar haklarını korumak için mücadele etmişler, etmişler, bir seviyeye gelmişler. Yâni hakları mücadeleyle almışlar.

Bizde böyle bir mücadele yapılmamış. Bedavadan, beleşten hak ve hürriyet olmuyor arkadaşlar! Benim aldığım sonuç bu...

Mafialar çatır çatır insanın parasını pulunu alıyor. Bedava olmuyor. Ter dökmek lâzım, uğraşmak lâzım. Hürriyetin bedeli var. Hakların bedeli var. Hakları almak için çalışmazsan olmaz.

359

Hristiyan beldede hadi bakalım bir haksızlık yap!.. Bak, arkadaşlar anlatıyor: "Ben ilk geldiğim zaman sıraya uymamıştım. Kuyruk vardı, otobüse en önden binmek istedim. Hepsi bağırdı, indirdi." diyor. Türkiye'de bağırmıyoruz da ondan karışıklık oluyor. Burda bağırıyorlar. Bağırıyor adam, hakkını arıyor. Biz hakkımızı aramadığımız için, zalim fırsat buluyor.

Bir de zalime destek oluyorlar. Burda zalimi alaşağı ederler. Bir bakan bir zulüm yapsın, bir yolsuzluk yapsın. Hoop, hemen gider. İstifaya zorlarlar. İstifa etmezse taşlarlar, bilmem ne yaparlar, canına okurlar. Türkiye'de öyle olmuyor, ondan zulüm oluyor.

Sonuç itibariyle kabahat bizim. Sosyal, yâni ictimâî terbiyemiz zayıf. Vatandaşlık çalışmamız az. Vatandaşlık duygusu eksik. Kuzu gibi olduğumuzdan kurtlar geliyor, bizi parçalıyor. Kuzu gibi olmayacağız. Ne gibi olacağız? Aslan gibi olacağız. Aslan gibi olursak kurt gelip parçalayamaz. Kuzu gibi olursak kurt da parçalar, çakal da parçalar, tilki de parçalar. Herkes parçalar.

Hatta kurt gelmiş kuzunun yanına:

360
361 ilâ 380. sayfalar