201 ilâ 220. sayfalar

(Leazzenî fil-hıtàb) "Onu da bana ver dedi. İsteye isteye beni bıktırdı ve yendi, bana galebe çaldı." demek.

Azîz de gàlip mânâsı da var, çok kıymetli mânâsı da var. "O çok izzetli, mücadele ettiği her şeye galip gelen; her türlü noksandan münezzeh olan; her türlü söze ve hükme sahip olan Allah'a her şey tesbih ediyor."

Dördüncü sıfatı da Hakîm... Hakîm; hükmü muhkem olan, yâni sapasağlam; işi muhkem olan, yâni sapa sağlam, hiç eksikliği, hiç ayıbı olmayan; işini yerli yerinde, tastamam, dosdoğru yapan demek...

Onun için böyle çok iyi düşünen feylesof insanlara da hakîm deniliyor. Neden?.. Tastamam düşünüyor, işini tastamam yapıyor filân diye.

Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin her işi de dosdoğru ve tastamamdır. "Her işini dosdoğru, tastamam yapan, izzetli, itibarlı, kıymetli, her şeyi yenen, her türlü noksandan münezzeh olan, her şeye sahip ve mâlik olan, hükme sahip olan Allah'a, göklerde ve yerde ne varsa hepsi tesbih ediyor, 'Sübhànallàh" diyor. Hepsi hürmetini arz ediyor, hepsi ona zikirde bulunuyor, hepsi ona övgüde bulunuyor. Her şey eksiksiz; ağaç, yaprak, çiçek, katre, zerre, toprak, molekül, atom, böcek, çiçek, meyva, maden, su, hava, melek, cin... her şey. Her şey tesbih ediyor, "Sübhànallah" diyor.

221

Pekiyi, biz Allah'a nasıl tesbih ediyoruz?.. "Sübhàne rabbiyel-azîm." diyoruz, "Sübhàne rabbiyel-a'lâ." diyoruz, "Sübhànallàh." diyoruz.

Onlar nasıl diyor?.. Anlayamıyoruz ki, aletlerimiz ölçemiyor, ayarlayamıyoruz. Yâni şu toprak nasıl "Sübhànallah" diyor, onu duyamıyoruz. Şu hava nasıl "Sübhànallah" diyor, onu duyamıyoruz. Şu kuş nasıl "Sübhànallah" diyor?.. Belki cik cik demesi Sübhànallah'tır. Onun sesi çıktığından anlıyoruz da, sesi çıkmayanı anlayamıyoruz. Yâni havanın tesbihi nasıl, taşın tesbihi nasıl, onu anlayamıyoruz.

Amma anlayan anlıyor. Bak Peygamber SAS Efendimiz peygamberliği yaklaşınca, "Yolda yürürken bana ağaçlar taşlar selâm verirdi, 'Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah!' derdi, duyardım." diyor. Zamanı geldi mi Allah duyuruyor bir şeyleri. Ötekisinin söylediğini bu sefer duyabiliyor.

Deve gelmiş Peygamber Efendimiz'e "Mmmmm..." bir şeyler söylemiş. Yanaşmış, sürtünmüş. Ne diyor?.. Sahibi çok ezâ, cefâ etmiş, şikâyet ediyor. Sübhànallah... Peygamber, Allah anlatınca anlıyor.

Süleyman AS ordusunu almış, bir yerden bir yere gidiyor. Karıncaların reisi demiş ki:

222

"--Ey karıncalar, yuvalarınıza girin! Süleyman AS'ın ordusu geliyor, sizi ezmesin, yuvalarınıza girin!"

Süleyman AS onun öyle dediğini duymuş, gülmüş.

(Fetebesseme dàhiken min kavlihâ) Karıncanın sesini duymuş, gülmüş. Çünkü kuş sesini, karınca sesini, hayvan sesini Süleyman AS anlayabiliyordu. Peygamberliğinden, Allah o kabiliyeti vermiş. Biz anlayamıyoruz.

--Ben anlayamıyorum?..

Sen peygamber misin, otur oturduğun yerde!.. Sen Allah'ın bir kusurlu kulusun, anlayamıyorsun. Senin aletin onu almıyor ama, demek ki bir şeyler oluyor.

Osmanlılar zamanında Abdül'ehad-i Nûrî Hazretleri diye bir büyük alim yaşamış, Eyüp'te kabri var. Halvetî meşâyihından... Padişahın huzurunda bu mevz açılmış:

"--Her şey tesbih eder. Bu her şeyin tesbih etmesi lisân-ı hal ile midir, yoksa lisân-ı kal ile mi tesbih ediyor?" diye soru sorulmuş.

Lisân-ı hâl ne demek, lisân-ı kàl ne demek?.. Lisân-ı kàl, şu dil demek. Meselâ gidiyorsun, diyorsun ki:

"--Ya açım, bana bir lokma ekmek ver!.. Susuzum, kıvranıyorum, öleceğim, bana bir bardak su ver!"

223

Bu nedir?.. Sözle söylüyoruz, buna lisân-ı kàl derler. Söylüyoruz, o da anlıyor. İnsanlar arasındaki anlaşma vasıtası sözdür, böyle konuşarak anlaşıyoruz.

Bir de lisân-ı hal var, haliyle anlatma. Birisi sizin karşınıza geçiyor, yutkunuyor, bir şey demiyor. Siz bakıyorsunuz, "Bu adam yoldan gelmiş, aç gàlibâ?" diyorsunuz. Şöyle tutunuyor, "Dermanı kalmamış, yıkılacak adamcağız gàlibâ?" diyorsunuz. "Hadi gel bizim sofraya, biraz yemek yedireyim!" diyorsunuz.

O bir şey demedi, karnım aç demedi, susuzum da demedi. Nerden anladınız?.. Halinden anladınız. "Ha bu adamın benzi sararmış, ayakta duramıyor, sallanıyor. Görmüyor musunuz, yıkılacak nerdeyse?" dediniz, halinden anladınız. Buna ne derler, lisân-ı hal... Ötekisine ne derler: lisân-ı kàl... Diliyle söylüyor, söylemeye kabiliyeti var, söylüyor.

"Bütün eşyanın 'Sübhànallàh' demesi lisân-ı kàl ile midir; yâni ayarlasak aletleri, bunların 'Sübhànallàh... Sübhànallàh...' dediğini duyacak mıyız, yoksa halleriyle mi söylüyorlar?.." diye konu açılmış. Adam büyük alim, Arapça birçok eserler yazmış, büyük evliyâ, zamanın kutbu... Çok büyük bir zât, çok sevdiğim bir kimse benim. O uzun boylu izah buyurmuş ki, "Hepsi dille, lisân-ı kàl ile 'Sübhànallàh' diye söylerler."

224

Hem de burda "yüsebbihu" diyor. Yüsebbihu demek, devam ediyor demek. Yâni kesilmedi, kulak versen sen de duyarsın demek...

--Ben bir ses duydum, dur bakalım, ses çıkartmayın!.. Şimdi yok, demin vardı, kesildi; bir şey duydum.

Öyle değil. Yerde gökte ne varsa tesbih etmeye devam ediyor. Tabii biz nasıl Allah'ın kuluysak, yaratığıysak, nasıl Allah'a ibadet etmek zorundaysak; her yaratılan da Allah'ın Rabbi olduğunu biliyor, hepsi biliyor. Bilmeyen akıllı insan, kendisini akıllı sanan insan. Yoksa her şey yaradanını biliyor. Çünkü şeytan gidip onları aldatmıyor, çünkü onların öyle bir imtihanı yok... İmtihan için yaratılmamışlar, görev için yaratılmışlar. Hepsi yaradanını biliyor, bizi Allah'ın yarattığını biliyor. Bildiği için, her Allah'ı zikr ü tesbih ediyor. Her şey...

O zaman bize ne düşüyor bu ayet-i kerimeden: "Yâ bir taş kadar da mı olamadım ben, bir ağaç kadar da mı olamadım?.. Ben ne biçim insanım?.. Bir de kendimi akıllı sanıyorum, ayıp değil mi bana?.. Allah bana bu kadar nimet veriyor, sıhhat veriyor, akıl veriyor, göz veriyor, kulak veriyor, kuvvet veriyor, her şeyi veriyor da; böcekler bile Allah'ı tesbih ederken, dağlar taşlar, kuşlar ağaçlar Allah'ı tesbih ederken, benim Allah'a ibadet etmemem yakışık alır mı?.. Bu kadar dindar mahlûkun arasında benim dinsiz sipsivri durmam, bu kadar zikirli mahlûkat arasında benim zikirsiz gàfil oturmam yakışık alır mı?.. Ayıp yâ bana!.. Utandım şimdi, kıpkırmızı oldum. Aman ben de Allah'a güzel kulluk edeyim!" demek düşer.

225

Bu ayet-i duyan insana ne düşer?.. "Utandım yâ, ben bu işin böyle olduğunu bilmiyordum. Vay be, bu cihanın en gàfili ben mişim meğerse... Hay Allah yâ! O zaman ben de bundan sonra Rabbimi zikr ü tesbih edeyim, Rabbimi unutmayayım, Rabbimin nimetlerini düşüneyim, ona şânına lâyık övgülerle tesbihatta bulunayım!.. 'Sübhànallàhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm...' diye ben de tesbih edeyim yâ!.. Mâdem her şey yapıyormuş, ben niye geri duruyorum?.. Eşref-i mahlûkat olan insan, öteki taşlardan, ağaçlardan da mı geri?.. Şu böcek kadar da mı olamadım, şu kuş kadar da mı olamadım, kelebek kadar da mı olamadım? Ben de Allah'ı tesbih edeyim!" der.

Birinci ayet-i kerime bu...

b. Rasûlüllah'ın Gönderilme Sebebi

İkinci ayet-i kerimede buyruluyor ki:

(Hüvellezî bease fil-ümmiyyîne rasûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtihî ve yüzekkîhim ve yuallimühümül-kitâbe vel-hikmete ve in kânû min kabli lefî dalâlin mübîn.)

"O Allah'tır, odur bu yerin göğün kendisini tesbih ettiği, yerdeki gökteki bütün mahlûkatın 'Sübhànallàh... Sübhànallàh... Sübhànallàh...' diye zikrettiği; ümmilerin arasında, onlardan birisini onlara rasül gönderen o Allahtır. O Peygamber, kendisine vahyedilen Allah'ın ayetlerini, Kur'an ayetlerini onlara okuyan; (ve yüzekkîhim) onları şirkin pisliklerinden temizleyen, kalblerini nurlandıran, kafalarını bozuk fikirlerden temizleyen; (ve yüallimühümül kitâbe vel-hikmete) onlara Allah'ın kitabını ve hikmeti öğreten bir Peygamberi gönderen, işte o Allah'tır. Şu kâinatın sahibi göndermiştir." Allahu ekber!..

226

(Ve in kânû min kabli lefî dalâlin mübîn.) "Daha önceden cahiliye devrini yaşayan bu Araplar, apaçık bir dalâlet içinde iken, onlara böyle Kur'an'ı ve hikmeti öğreten, onları tertemiz eyleyen, Allah'ın ayetlerini onlara bildiren bir peygamberi gönderen, işte o yerin göğün sahibi o Allah'tır." O gönderdi.

Rasûlüllah'ın şânı ne kadar büyük ki, şu yeri göğü yaratan, şu her şeyin mâliki olan, sözün sahibi olan, her türlü noksandan münezzeh olan, izzetli olan, hikmetli olan Allah göndermiştir Peygamber Efendimiz'i... Ebül-Kàsım Muhammed ibn-i Abdullah el-Haşimî Hazretleri'ni ahir zaman peygamberi olarak gönderen o Allah'tır. Şu yerin göğün sahibi göndermiştir. Ne kadar izzetli makamdan tayini olmuş, ne kadar izzetli bir Peygamber!..

--Seni kim gönderdi?

--Efendim ben Diyanet'ten geldim, Diyanet İşleri Başkanlığı bana salâhiyet verdi, elimde yazım var; bu camide bugün namazı ben kıldıracağım, konuşmayı ben yapacağım!

Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan kâğıt getirmiş, Bon elçiliği din ateşeliğinden kâğıt getirmiş, ne dersiniz?.. Peki dersiniz, "Hoş geldin!" dersiniz. Ne diyeceksiniz makam büyük... Adam Bon elçiliğinden kâğıtla gelmiş, "Hadi ordan!" diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Babayiğit, boyu posu yerinde bir insan da olsa, o da diyemez. Elçilikle kolay kolay dalaşılmaz.

227

"--Efendim, beni Helmut Kohl gönderdi, camide kanun namına arama yapacağım!"

"--Hadi ordan, Helmut Kohl da kim oluyormuş?" diye kapıyı yüzüne kapatabilir misiniz?..

Kimse yapamaz. Neden?.. Kanun namına diyor adam, şakası yok bu işin... Alman başbakanı şansölye Helmut Kohl'dan bahsediyor.

"--Gel, bak bakalım!" dersin.

"--Ne arıyorsun?.."

"--Eroin arıyorum, esrar arıyorum; dolapta esrar var mı?.."

Çizmeleriyle içeri giriyor. Kızıyorsun ama bir şey diyemiyorsun. Münih'te öyle yapmışlar, camilere köpeği sokmuşlar, esrar aramışlar. Köpek koklayacak da, esrar varsa bulacak. Çizmeyle girmiş içeri... Kızıyorsun ama, kâğıdı var elinde, bir şey yapamıyor insan. Makam büyük olunca, yapılmıyor. Çünkü arkası kuvvetli herifin...

Şimdi kâinatın sahibi, izzetli, hikmetli, mukaddes, mâlikül-mülk Allah, hikmetiyle uygun gördüğü için, her şeyi yerli yerinde yaptığından, ümmilerin arasından onlar gibi bir peygamber göndermiş. Yâni o Peygamber ümmî de olsa, onu alemlerin Rabbi Allah gönderdiği için, onun izzetinin, kıymetinin haddi, hududu yok!.. Rasûlüllah'ın kıymetini teraziler tartamaz. Bir tarafına mücevher doldursan, zümrütler, yakutlar, elmaslar, altınlar, mücevherat doldursan terazinin, Rasûlüllah'ı tartamaz.

228

Neden tartamaz?.. İzzetli ve hikmetli Allah onu kendisine elçi edinmiş, bir de habîbullah edinmiş. Allahu ekber... Allah'ın sevgili kulu bir de... Şu kâinatı yaratan Allah'ın sevgili kulu eylemiş. "Bu benim elçim, bak bunu ben gönderiyorum size!" demiş, bir de eline berat vermiş, ferman vermiş.

Kocaman ferman, böyle dürülmüş. Açtığın zaman: "Bismillâhir-rahmânir-rahîm. Ben Alemlerin Rabbinden icazetli, onun tarafından gönderilmiş Rasûlüyüm." diyor. Allàhümme salli ve sellim ve bârik aleyhi ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsân...

Ne yüce yerden, ne mühim beratla gelmiş, ne şanlı bir peygamber... Ne mutlu bize ki, biz onun ümmetiyiz. Ne büyük devlet ki, Allah bize bir peygamber göndermiş. Sübhànallàh, biz kimiz yâ?.. Kâinatın sahibi bize elçi göndermiş.

Amerikan elçisi birisinin evine gelse, gazetecilerin hepsi toplanır. Televizyon kanallarının bütün muhabirleri gelir. Her tarafta flaşlar patlar, kameralar çekim yapar.

Bu adam neyin nesiyse, Karamürsel sepeti gibi ufacık tefecik bir şey, ben bunu bir şeye benzetemedim ama, Amerikan elçisi bu adamın evine geliyor. Randevu istemiş de, konuşmağa gelmiş diye, bütün millet peşine düşer insanın...

229

Sorarlar:

--Yâ, bu Amerikan elçisini nerden tanıyorsun?

--Askerlik arkadaşım, ordan tanıyorum. Mahallede beraber top oynardık, arkadaşım, ordan tanıyorum. Ne olacak?..

--Yok yâ, böyle değildir, başka bir şey vardır bu işin içinde... Dur bakalım.

Meraktan çatlarlar. Kanallar çatlar, muhabirlerin hepsi sırtından çat diye çatlar meraklarından... "Yâ Allah Allah! Amerika'dan elçi gelmiş bu emekli adama..." diye hayret ederler.

Biz kimiz yâ?.. Biz Allah'ın âciz, nâçiz mahlûklarıyız. Allah bize peygamber göndermiş. Ne kadar büyük nimet, ne kadar büyük rahmet!..

(Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil-àlemîn) Rahmet olarak gönderilmiş alemlere... Ne kadar büyük saadet bizim için, ne mutlu bize!..

Nasıl bir peygamber göndermiş?.. Şâhâne... Muhteşem bir peygamber göndermiş. Ne kadar güzel yâ!.. Meğer biz neymişiz!.. Elhamdü lillâh, çok şükür... Alemlerin Rabbi bize peygamber göndermiş. Ne mutlu, ne güzel şey!.. Allahu ekber...

Nasıl bir peygamber?.. (Yetlû aleyhim ayâtihî) "Allah'ın ayetlerini okuyor."

Ben bu Cuma Sûresi'ni kimden öğrendim?.. Rasûlüllah bildirdi ashabına. Ashabı yazdı, mushaflara girdi, bir harfi değişmeden bindörtyüz yıl sonra bizim zamanımıza kadar ulaştı. Bindörtyüz yıl önce de bu böyle okunuyordu, şimdi de okunuyor. Kâinâtın ne kadar ömrü varsa, o zamana kadar da okunacak. Kıyamete kadar bu kitabın hükmü bâkî... Bu öyle kitap, bu o kadar kıymetli kitap... Kıyamete kadar hükmü bâkî bu kitabın.

230

Bunun ayetlerini bize Rasûlüllah bildirdi. O aldı vahyi... Herkes vahiy alamaz, herkes vahiy almaya lâyık değil, peygamber olmak kabiliyetini hâiz değil herkes. Rasûlüllah Efendimiz elçi olmuş. Allah ona vahyetmiş, Cebrâil'i göndermiş. Cebrâilsiz de vahiy var, Cebrâil gelmeden de vahiy var. Melek vasıtasıyla veya başka şekillerde vahiy alarak, Allah'ın ayetlerini bize okuyor.

Okumuş, bildirmiş, tebliğ etmiş ve itmam etmiş.

(Elyevme ekmeltü leküm dineküm ve etmemtü aleyküm ni'metî ve radîtü lekümül-islâme dînâ) Bugün size dininizi ikmâl ettim, tamamladım diye buyurduğuna göre, dinimizde eksik bir şey var mı?.. Allah, "İkmâl ettim, tamamladım, tamamlamalarımın hepsini yaptım, her şeyimi bildirdim." buyurmuş.

Bunların hepsini Rasûlüllah bize bildirmiş. Sonra, (Ve yüzekkîhim) bizi tezkiye etmiş, tertemiz eylemiş. Nasıl terbiye etmiş?.. Yirmiüç yıl, "Öyle oturma, böyle kalkma! Öyle konuşma, öyle yeme, öyle yatma, öyle ticaret yapma!" diye her şeyi öğretmiş: "Dişlerini misvakla, tırnaklarını kes! Koltuk altlarındaki kılları kazı! Cuma günü gusül abdesti al! Namaza geleceğin zaman abdest al, ellerini ayaklarını yıka, temizlen! Evlilik işini nikâh usûlü ile yap! Önüne gelene bakma, bıyık burma, peşine takılma, flört etme, zinâ etme!.. Namuslu ol, dürüst ol! Çoluk çocuğuna sahib ol! Kimseyi aldatma, haram yeme, helâlinden kazan!.. Doğruluktan ayrılma, kötü söz söyleme!.." demiş.

231

Ne yapmış biri Rasûlüllah Efendimiz?.. Tertemiz etmiş yâ, elhamdü lillâh her şeyi öğretmiş.

Şimdi Almanların adetlerine bakıyorum, farklı bizden... Gerçi onlara da peygamber gelmiş, onlar da çok pis değil, yarı yarıya temizlenmiş. Daha pisler var... Bunlar ehl-i kitap, bunlar nisbeten temiz. Çünkü İsâ AS gelmiş, bunları biraz temizlemiş ama kirlenmişler. Yoksa, peygamber görmemiş kavimler daha berbat... Daha yamyam, daha korkunç, daha gaddar, daha pis, daha kötü...

(Ve yüzekkîhim) Hem bize Allah'ın ayetlerini okumuş, hem de bizi günahtan, haramdan, pislikten, kötülükten, çirkin huylardan tertemiz etmiş. Peygamber Efendimiz 23 yıl ashabını eğitmiş. Biz de şimdi ashabından öğrendiklerimizi uyguluyoruz. Onun öğrettiği insanların vasıtasıyla, bize kadar bilgi gelmiş. Biz de buraya gelirken abdest aldık, öyle geldik. Üzerimize toz, kir döktürtmeyiz. Pantolonumuza bir şey bulaşsa, yıkarız. Her şeyimizi öğretmiş. Bizim bütün örfümüz, adetimiz, yaşamımız, hayatımız Rasûlüllah'ın öğretmesiyledir.

(Ve yuallimühümül-kitâbe vel-hikmete) Bize Kur'an'ı öğretmiş ve hikmeti öğretmiş. Hikmet ne idi; her şeyi yerli yerince, dosdoğru yapmak... Her şeyin en doğrusunu, tastamamını, dosdoğrusunu öğretti, hepsini öğretti. Kütüphaneleri incelersek ciltlerle bilgiler var. Meselâ, İmam Buhârî'nin Sahîh-i Buhârî'si oniki cilt basılmıştır. Bir de fihristi vardır, onüç cild... Onda beşbinle altı bin arasında hadis var. Halbuki İmam Buhârî bir milyondan fazla hadis bilirdi. Bak ne kadar seçme yapmış. Ne kadar en irilerini, en güzellerini koymuş kitabına...

232

Ooo daha ne kadar çok hadis-i şerifler var, neler var daha!.. Okuya okuya insanın ömrü biuter, onlar bitmez. Yirmiüç yıl Peygamber Efendimiz söylemiş, öğretmiş, anlatmış, bildirmiş, tebliğ etmiş. Yirmiüç yıl... Ben dün akşam buraya geldim şurda konuştum, bi sabah burda konuştum. Banda alınıyor, bunlar yazıya geçerse kaç sayfa yazı olur.

Yirmiüç yıl böyle her şeyi tesbit edilmiş Peygamber Efendimiz'in... Dünya üzerinde hiç bir insanın hayatı Peygamber SAS Efendimiz'in hayatı kadar teferruatıyla, inceden inceye tesbit edilmemiştir. İkinci bir insan yok... bu zamanda bile.

--Helmut Kohl nasıl yaşardı?..

--İşte sabahleyin dokuzda dairesine gelir de, evde ne yaptığını bilmiyoruz.

Evini bilmezsiniz. Ama Ayşe Anamız, Hafsa Validemiz Peygamber Efendimiz'in evdeki halini de anlatıyor. Evdeki durumu belli, evlilik durumu belli, her şeyi belli... Her şeyini güzelce tesbit etmiş büyüklerimiz, bize nakletmişler.

İkinci ayet de bu... Ama yeter bu kadar. Fazla konuştuğumuz zaman işler uzar.

Allah'a hamd ü senâlar olsun ki, biz o alemlerin Rabbine kulluk ediyoruz; puta tapmıyoruz, ağaca tapmıyoruz, öküze tapmıyoruz. Elhamdü lillâh o alemlerin Rabbine kulluk etmeğe çalışıyoruz. İşte o Peygambere bağlıyız biz, o Peygamberin ümmetiyiz. Ne mutlu bize!..

233

Ne yapmamız lâzım?.. Kur'an'ı öğrenip sünnete sarılmamız lâzım!.. Çünkü Kur'an Allah'ın kelâmı, sünnet Peygamber Efendimiz'in yolu... Aklımız varsa böyle yaparız. Aklı olmayana ne söylesek boş...

Allah bizi akıllı müslümanlardan, zekî müslümanlardan eylesin...

Sübhàne rabbinâ rabbil-izzeti ammâ yesıfûn. Ve selâmün alâ cemiil-enbiyâi vel-mürselîne ve âli küllin ecmaîn. Vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemînel-fâtiha!..

14. 11. 1997 - ALMANYA

234

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

NAMAZ VE GÜZEL KULLUK

Ezü billâhi mineş-şeytànir-racîm.

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Vessalâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn... Ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid-dîn.Emmâ ba'd:

Namazı kıldırırken okuduğum bir ayet-i kerimeyi açıklayacağım. Hac Sûresi'nin 77. ayet-i kerimesi... Bu ayet, bazı mezheblere göre secde ayetidir. Bizde secde ayeti değil, İmam Şâfiî'ye göre secde ayetidir.

a. Namazın Önemi

Allah-u Teàlâ Hazretleri:

(Yâ eyyühellezîne âmenû) "Ey iman edenler, ey mü'minler!" buyuruyor. İnanmış olan mü'min kullarına, bizlere, Allah'a ve Rasûlüne tâbî olmuş olan kimselere emir var. Böyle bir sözün arkasından emir gelir: (İrke vescüdû) "Rükû edin, secde edin, (va'büdû rabbeküm) Rabbiniz'e ibadet eyleyin!"

Rükû ve secde namazın iki önemli fiilidir. Bununla namaz kılmak ifade ediliyor. Hadis-i şerife göre, namaz dinin direğidir. Bu benzetme niçin yapılmış?.. Arabistan'da çadır çok kullanılır. Göçebe hayat var, kum var, gezmek var... Yerleşik ahali azdır. Ekseriyetle hepsi çadırı bilirler, çadır kulanırlar.

235

Çadır da katlanabilen bir malzemeden yapılır. O katlanabilen malzeme getirilir ortaya... Ortasına bir direk konur, bu katlanabilen malzeme o direğe dayandırılır. Direği yukarı kaldırdığın zaman çadır meydana gelir. Kenarlarının iplerini çekip bağladığın zaman, o direğin kaldırdığı bez bir oda haline gelir. Çadırın büyüklüğüne göre içinde güneşten soğuktan, sıcaktan kısmen korunulur, gölge olur veyahut muhafazalı bir yer olur.

Ama direk kırılırsa veya kayarsa, çadır çöker. Orta direk bir kenara kaydı mı veya kırıldı mı, çadır tamâmen yere yapışır. Onun için, "Namaz dinin direğidir." demek, "Bir müslüman namaz kılmıyorsa, dini yerlere serilir." demek.

Burada da, "Ey iman edenler!" diye başlıyor, "Rükû edin, secde edin!" diye namaz kılmak emrediliyor. Namaz insanın ahirette kendisine ilk sorulacak olan husustur.

"--Gel bakalım, sen mü'min misin?"

"--Elhamdü lillâh mü'minim..."

"--Namazlarını kıldın mı?.."

İnsanın ahirette, mahkeme-i kübrâda imandan sonra ilk sorgusu namazdan olacak.

--Efendim, benim kalbim temiz. yatıp kalkmakla ne olacakmış yâni?.. Tavuklar da yatıp kalkıyor. vs.

236

Böyle sözü söyleyen kâfir olur. Çünkü namaz pek ayet-i kerime Allah'ın emretmiş olduğu bir şey... Allah'ın lüzumlu gördüğü şeyi lüzumsuz görüyor. Peygamberin önemli olduğunu belirttiği konuyu küçümsüyor. "Kalbim temiz..." diyor. Senin kalbinin temizlği nerden belli?.. Ben senin özel hayatını kurcalasam, ne kadar kepazeliklerin çıkar ortaya... Senin kalbin temiz filân değil, senin kafan da bozuk, kalbin de bozuk. Sen ne anlarsın namazı?..

Namaz mü'minin mi'racıdır. Namazda insan, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin dergâh-ı izzetine kabul oluyor. Allah'ın huzuruna giriyorsun namazda... Sen onu görmüyorsan da, o seni görüyor.

Sen onun karşısında, "Allahu ekber" dediğin zaman, Allah'ı selâmlamış oluyorsun. İnsanlar birbirleriyle karşılaştıkları zaman "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!" derler. Allah'ın divanına girince insan ne der?.. Ellerini başı hizasına kadar kaldırarak, "Allahu ekber" der. Yâni Allah'ın en büyük olduğunu ifade ederek Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin huzuruna giriyor.

"Allahu ekber" dediğin zaman, yücelerden yüce olan, en yüce olan Allah'ın huzuruna giriyorsun! Müthiş bir olay, çok önemli bir iş... Ondan sonra da Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne halini arz ediyorsun, istiyorsun, bir şeyler söylüyorsun: "Yâ Rabbi sen yücesin, sen noksanlardan münezzehsin, sen büyüksün, sen affedicisin, tevbeleri kabul edicisin! Yâ Rabbi beni affet, beni mağfiret et! Benim kusurum çok, beni bağışla, beni cezâlandırma, beni cehenneme atma, odun gibi ateşlere yakma yâ Rabbi!.. Ben ettim, sen eyleme yâ Rabbi!" diye konuşuyorsun, yalvarıyorsun.

237

Hadi ondan sonra "Allahu ekber" diyorsun, iki kat eğiliyorsun. Allah'ın önünde eğiliyorsun, huzurunda eğiliyorsun. Ondan sonra o halinle Allah'a tesbih ediyorsun. Sonra kalkıyorsun, Allah'a hamd ediyorsun: "Semiallàhu limen hamideh... Allàhümme rabbenâ ve lekel-hamd..."

Sonra "Allahu ekber" diyorsun, bu sefer inebildiğin kadar aşağıya iniyorsun, secdeye gidiyorsun. O yüzünü ki, insanın yüzü en şerefli yeridir, alnı en şerefli kısmıdır. Yüzünü toprağa sürüyorsun. "Yâ Rabbi sen çok büyüksün, ben de senin aciz bir kulunum. En şerefli olan âzâmı bile senin huzurunda topraklara serdim, secde ediyorum sana..." diye Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne ta'zimini gösteriyorsun.

Kulun Allah'a en yakın olduğu hal secde halidir. "Kulum bana secde etti." diye, secde eden kulunu Allah çok seviyor. Tesbih eyliyorsun: "Sübhâne rabbiyel-a'lâ... Sübhâne rabbiyel-a'lâ... Sübhâne rabbiyel-a'lâ..."

Namaz böyle mühim bir olay... İstiyorsun, veriyor Allah. Çünkü, İsteyin, ben istediğinizi veririm." diye va'deylemiş.

(Ve kàle rabbükümüd'ûnî istecibleküm) "Bana dua edin, ben sizin duanızı kabul edeceğim!" buyuruyor. Allah'ın va'di haktır, va'dinden hulfü, dönmesi yoktur. Va'detmiş, kulun istediğini verecek. Namaz bu kadar mühim bir olay... Onun için burada, "Ey mü'minler, secde edin, rükû edin, namaz kılın!" buyruluyor.

238

Çok önemli, günde beş defa insanı temizliyor ve yıkıyor. Pisliklerden, günahlardan temizliyor.

--Bir insanın bahçesinden, evinin önünden billur gibi tertemiz bir su aksa... Sanayiden dolayı kirlenmemiş, yukarılarda içine pis atıklar atılmamış, yepyeni, taptaze, kaynaktan çıkmış, şırıl şırıl, dibi görünen, çakıl taşları sayılacak kadar berrak, çok güzel bir su akıyor. İnsan o sıcak Arabistan'da, bunun içine günde beş defa girse, yıkansa; bu adamın üstünde ter, pislik, toz, kir kalır mı?.. Günde beş defa suya giriyor, yıkanıyor bu adam; serinliyor ve temizleniyor. Bunda kirlilik, pislik bir şey kalır mı?..

--Kalmaz!

İşte namaz böyledir. Günde beş defa insanı tertemiz yıkıyor. Usûlüyle, âdâbına uygun namaz kılındığı zaman, çok büyük faydalar hasıl oluyor.

Çok yüce bir ibadet, mü'minin mi'racı...

Sen ki Mi'rac eyleyip kıldın niyaz, Ümmetin mi'racını kıldım namaz.

Mi'rac'da Peygamber Efendimiz'e günde beş vakit namaz kılmayı Allah-u Teàlâ Hazretleri emir buyurmuş. Beş vakit namaza elli vakit sevabı veriyor. Ve Peygamber Efendimiz'e Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurmuş ki:

239

"--Sen benim huzuruma geldin, mi'rac eyledin. Senin ümmetinin mi'racını da namazkıldım ben... Namaz kılarlarsa, onlar da mi'rac etmiş olurlar. Onlar da benim huzuruma gelmiş olurlar."

Sübhànallàh!.. Peygamber Efendimiz'in Mi'racı son derece olağanüstü bir olay, çok büyük bir olay... Peygamber Efendimiz'in evsafından birisi de Sàhibül-Mi'rac, Mi'racın sahibi olmasıdır. Sàhibül Mu'cizât ve Sàhibül-Mi'râc... Peygamber Efendimiz'in en büyük mucizelerinden birisi mi'racıdır. Müslümanın da namazı mi'rac; Allah'ın huzuruna yükseliyor, çok önemli...

b. Sahabe-i Kiram ve Açlık

Tabii namaz en önemli ibadet ama, tek ibadet namaz değil... Oruç da bir ibadet, o da çok kıymetli, o da insanın nefsini ıslah ediyor. Bunların kişisel ibadetler olduğunu görüyoruz. Kendisi yalnız kılıyor namazı, kendisi tutuyor orucu... Ama bir de zekât diye toplumsal bir ibadet var.

Yâni sen burda bin rekât namaz kılsan fakire ne? Sen kendi kendine oruç tutsan fakire ne?.. Fakir diyecek ki:

"--Ben zaten açım, sen de aç kalıyorsun!"

240
241 ilâ 260. sayfalar