161 ilâ 180. sayfalar

Hattâ meselâ, insan sabah namazından sonra işrak vaktine kadar bekleyip de, iki rekât namaz kılıp ayrılırsa, bir hac ve umre sevabı kazanıyor. Ben böyle toplantılarda arkadaşlara latîfe ediyorum. Şimdi bu sabah, sabah namazından sonra işrak namazına kadar oturdular, işrak namazını kılıp ayrıldılar. Tamam, bir hac ve umre sevabı kazandılar.

Diyorum ki: Sizin buraya gelişiniz bedavaya geldi, hattâ bedâvadan da ucuza geldi. Çünkü bir hac ve umre sevabı kazanmak için çok masraflar yapılıyordu. 2800 mark, 3000 mark... neyse paralar harcanıyordu, zamanlar harcanıyordu. Çok büyük sevaplar kazanılmış oluyor.

b. 21. Yüzyıl'a Hazırlanalım!

Şimdi bu toplantımızı ben, anlamlı bir toplantı olarak görüyorum. Kendi kendime bu toplantıdaki değerlendirmem ve niyetim, şimdi biz ikibin yılına, Yirmibirinci Yüzyıl'a gidiyoruz. Az bir zaman kaldı, bu sene bitiyor, 1998, 1999 var. 1999'un son günü bittiği zaman, Yirmibirinci Yüzyıl'a gireceğiz. Ben bu toplantıyı Avrupa'daki kardeşlerimizin Yirmibirinci Yüzyıl'a hazırlanması için uyarılması toplantısı olarak görüyorum. "Dikkat dikkat, Yirmibirinci Yüzyıl'a giriyoruz!" mânasına geliyor bu toplantı...

181

Yirmibirinci Yüzyıl'a girmek için bütün toplulukların hazırlık yapması lâzım! Çağımız çokbüyük gelişmelerin olduğu bir çağ ve biz bu çağın içinde yaşıyoruz. Ama çok gelişmiş bir ülkede yaşamıyoruz. Almanya kadar bile gelişmiş olmayan bir ülkede yaşıyoruz. Almanya'nın bile kendisine göre sıkıntıları var. Çağı yakalamak, çağda geride kalmamak için, rakiplerinden ileri gitmek için var gücüyle çalışmak zorunda ise, biz de ondan çok daha geride isek, tabii bize çok daha büyük görevler düştüğünü düşünüyorum.

O bakımdan hem Türkiye'de hem burada, "Dikkat dikkat 21. Yüzyıl'a giriyoruz, ona göre hazırlanalım!" toplantıları yapma niyetindeyim. İnşaallah buradan Amerika'ya geçeceğim, Amarika'da aynı şeyleri konuşacağımızı tahmin ediyorum.

Şimdi sizin göreviniz üzerinde durmak istiyorum. Sizin Almanya'da yaşamanız önemli bir olay... Çünkü Almanya Türkiye'den daha gelişmiş bir ülke... Hukkî düzeni Türkiye'den daha sağlıklı çalışıyor. İnsan haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye müracaat edebilir, hakkını alabilir. Haksızlığa uğrama durumu da azdır. Kanunlar nizamlar oturmuştur.

182

Ayrıca burda alet edevat, cihaz zenginliği vardır, ulaşım ve iletişim imkânları vardır. Yaşam kolaylığı ve yaşam rahatlığı vardır. Biz 21. Yüzyıl'a girerken, böyle hazır bir toplumda daha iyi hazırlanarak girebiliriz. Ama hazırlanmamış bir toplumda, geri kalmış olan toplumun sıkıntıları dolayısıyla intibakta zorluk çekebiliriz. Toplumu alıp kendi seviyenize çekemiyorsunuz, siz toplumdan daha ileriyseniz...

Elhamdü lillâh, bizi tanıyanlar söylüyorlar, biz camia olarak yaşadığımız toplumdan on yıl kadar daha ileride imişiz. Türkiye'deki kardeşlerimize göre iyi durumdayız. Elhamdü lillâh, öğünmek için söylemiyorum, nimet olduğundan şükür olsun diye söylüyorum: Bizim camiamız Türkiye'de milyonları buluyor, burada da onbinleri, yüzbinleri buluyor. Buradaki kardeşlerimizin sayısı da bir hayli fazla... Önemli bir topluluğuz. Yaptığımız çalışmalar dolayısıyla gündeme gelebilen bir topluluğuz. Fikirleri araştırılan, sorulan bir topluluğuz. Yâni, "Acaba bu İskenderpaşa Camiası bu konuda nasıl bir tavır takınır? Onlar ne düşünüyorlar?" diye bize sormak durumunda kalıyorlar bazı şeyleri... Zaman zaman milletvekillerinden, parti başkanlarından, önemli kişilerden böyle müracaatlar oluyor.

183

Bu elhamdü lillâh Allah'ın bir lütfudur, çok şükürler olsun, bizim dengeli hareket etmemizden, mâkul düşünmemizden, ölçülü olmamızdan, bilgili olmamızdan; kardeşlerimizin münevver, aydın olmasından, yüksek tahsilli, doktora yapmış, doçent olmuş, profesör olmuş kimselerden oluşmasından; mühim mevkilerde bulunmasından, etkili görevler yapmış olmasından ve camiamızın müesseselerinin, kitaplarının, dergilerinin, yayınlarının ciddî ve beğenilir olmasından; radyo yayınlarımızın milyonlarca insan tarafından dinlenmesinden, politikada etkili olmamızdan, seçimlere te'sir edebilmemizden kaynaklanıyor. Yâni bizi nazar-ı dikkate almazlarsa, zarar göreceklerini bildikleri için, bizi hesaplarına katmak zorunda kalıyorlar.

Bunu bir böbürlenme vasıtası olarak söylemiyorum. Biz de bu ağırlığımızı hayır tarafına koymaya çalışıyoruz. Şerri azaltmağa, hayrı ve hizmeti çoğaltmağa çalışıyoruz. Türkiye'deki kardeşlerimiz de böyle çalışırlar, burdakilerin de böyle çalışmakta olduğunu tahmin ediyorum.

Bizim camiamızı dut ağacına benzetiyorlar. Çeşme başına dikilmiş bir dut ağacı, kişiye ait olmayan araziye dikilmiş bir dut ağacı, bol bol meyva veriyor. Meyvasından kuşlar, çeşmeye gelen çoluk çocuk, isteyen geliyor, istifade ediyor. Dut ağacı gibi herkese faydalı... Yâni dut ağacı gibi hayrât ve hasenât olan bir şey...

184

Ben şimdiki Almanya başbakanı Helmuth Kohl'un papaz olduğunu duymuştum. Demin arkadaşlarımızla sohbet ederken, arkadaşlarımdan öğrendim ki, Konrad Adenaur da bir papazmış, yâni papaz mektebinden mezun bir kimseymiş. Şimdi bunu niçin söylüyorum? Hristiyan Demokrat Partisi'nin kurucuları ve Almanya'nın çalışmalarında, siyasetinde etkili kimseler. Nasıl etkili oluyorlar?.. Papazlıklarıyla hristiyanlığa faydalı olalım diye düşünerek siyasete girmişler, siyasette de Almanya'yı bu amaçlara uygun doğrultuda büyük ülkülere doğru yöneltmişler. Yâni, "Katolikler arasında bir birlik kuralım, Avrupa'daki bütün katolikleri birleştirelim!" diye bir çalışmaya girmişler.

Sonunda Avrupa Birliği dediğimiz 15 veya 16 ülkeden müteşekkil bir birlik haline geldiler şu sırada... Bazıları da kapıda bekliyorlar, "Bizi de alın, bizi de alın içeriye!" diye dışarıda bağırışıyorlar. Bu büyük başarının mimarının bir papaz olması önemli; hristiyanlık idealleriyle, katolikleri birleştirme ülküsüyle hareket etmeleri önemli...

185

Burdan şunu çıkartıyoruz: Herkes inancı doğrultusunda bir çalışma yapıyor. Meselâ, yahudiler de kendi inançları doğrultusunda bir çalışma yapıyor. Hristiyanlar da yapıyor. Peki, biz Allah'ın sevgili kulları, mübarek kulları, cennetlik kulları, biz ne diye İslâm için çalışma yapmayalım?.. Bizim de İslâm için çalışmalar yapmamız lâzım! Hattâ yapıyoruz da, yaptık da... Şimdiye kadarki çalışmalarımızda, doğrusu siyaset sahasında çok hizmetimiz oldu, tekkemiz çok insanlar çıkarttı. Bunların bir kısmı reisicumhur oldu, bir kısmı başbakanlığa kadar yükseldi, pek çoğu milletvekii oldular. Bir kısmı da bakan oldular. Benim talebelerimden çok bakanlar var. Şu benim aciz naciz elimi öpmüş çok bakan var. Ahiret kardeşi olarak ben onu seviyorum, o beni seviyor. Böyle kimseler çok...

Yâni biz de Türkiye siyasetine yön vermek istemişiz, hayırlı olmak istemişiz; ama tabii nerde Almanya'nın Avrupa'yı birleştirmesi, nerde bizim çalışmalarımız?.. Biz daha Suriye'yi bile, Irak'ı bile, eski eyâletlerimizi, vilâyetlerimizi bile iknâ edip de, "Gelin bir bölgesel işbirliği yapalım, ekonomik işbirliği yapalım! Şu hudutlardaki formaliteleri kaldıralım da, isteyen rahat geçsin." diyememişiz.

186

Pazar günü arkadaşlarım bana:

"--Seni gezdirelim hocam!" dediler.

Münih'den yola çıktık, İsviçre hududundan geçtik, İsviçre hududunda kır sefası yaptık. Avusturya'ya geçtik, Avusturya'dan Almanya'ya döndük. Bir gün içinde, ne pasaport, ne vize soruldu bize... Bunlar kendi aralarında bu işi sağlamışlar. Şimdi Danimarka'dan İspanya'ya kadar, İtilaya'ya, Sicilya'ya kadar, her tarafa rahat gidip gelebiliyorlar. Pasaport dahi sorulmadan. E niye ben, eski eyâletlerim olan Suriye'ye, Irak'a, Ürdün'e, Suudî Arabistan'a, Bahreyn'e, Kuveyt'e, Mısır'a vizeyle gideyim?.. Niye arabama atladığım zaman Kahire'ye gidemeyim?..

Kışın soğuklar fazla oldu, damdan buzlar akıyor, camı parmak gibi buz kaplamış, damlardan bacak gibi buzlar sarkıyor. "Ben sıcak seviyorum, Kahire'de geçireceğim zamanımı... Mekke'ye gideceğim, Kâbe'ye gideceğim, bir umre yapacağım!" niye diyemiyoruz, niye zorluklar oluyor?.. Yakın halbuki... Halep, elimizi uzatsak dokunacağımız kadar yakın bir yer... Şam, dünyanın en güzel yeri...

Bu çalışmaları henüz geliştirememişiz. Ne gümrük birliği, ne ticârî birlik, ne seyahat kolaylığı, ne ticaret kolaylığı... Demek ki henüz çok daha gerideyiz.

187

Meselâ İran'ın %45'i Türk, Türkçe konuşuyor. Biz Tahran'a gittiğimiz zaman sıkıntı çekmeden, Farsça konuşmaya lüzum kalmadan orda her işimizi hallettik. Ama İran'la çok zor hudutlar var aramızda...

Kafkasya öyle, Bulgaristan, Batı Trakya öyle, Yugoslavya öyle... Yâni çok çalışmamız lâzım, bu kesin! Biz de etkin çalışmayı henüz yapabilmiş durumda değiliz. Ama yapabilecek kratta insanlarız. Yüksek krattayız ve tahsillerimiz dolayısıyla, arkadaşlarımızla bir kaç tane üniversite kurabilecek ilmî seviyedeyiz. Yüzlerce fakülte kuracak durumdayız. Bazı arkadaşlarımız muhtelif yerlere fabrikalar kuruyorlar.

Yâni bir ülkeye yöneldik mi, o ülkenin idaresi bize yardımcı olursa, o ülkeyi kalkındırabiliriz. Bazı isteğimiz ülkeler var, oraları sanayileştireştirebiliriz. O imkânlara sahibiz.

c. Hidâyet Allah'tandır

Şimdi bizim de Allah rızası için çalışmamız lâzım! Konrad Adenaur Almanya için çalışmış, Helmut Kohl Almanya için çalışmış; bizim de kendi ülkemiz, kendi ülkümüz, kendi istikbalimiz, kendi çocuklarımız için çalışmamız gerekiyor.

188

Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki, bismillâhir-rahmânir-rahîm:

(Vellezîne câhedû fînâ) "Bizim uğrumuzda mücâhede edenleri, (lenehdiyennehüm sübülenâ) muhakkak ve muhakkak rızamızın yollarına, sevdiğimiz, razı olduğumuz yollara götürürüz. O yollara hidayet ederiz. (Ve innallàhe lemeal-muhsinîn) Hiç şüphe yok ki Allah, iyilik yapan kullarla, muhsin kullarla beraberdir."

Çocukluğumuzdan beri namaz kılıyoruz, Fâtiha'yı ezbere biliyorsunuz. Ne diyoruz:

(İhdinas-sırâtal-müstakîm. Sırâtallezîne en'amte aleyhim, gayril-mağdbi aleyhim ve led-dàllîn.) Fâtiha Sûresi okuyarak, günde kırk defa Allah'tan, "Yâ Rabbi bizi sevdiğin, razı olduğun kulların yoluna sok! Kendilerine ikramda, in'amda bulunduğun kullarının yoluna sok!.. Kendilerine gazab ettiğin, veya yolunu sapıtmış, şaşırmış, sapık yollara sapmış kimselerin yollarına bizi kaydırma, bizi razı olduğun yolda yürüt!" diye dua ediyoruz. Bu duayı bize, böyle dua edin diye Allah öğretiyor. Biz de böyle dua ediyoruz.

Demek ki, Allah'ın rızasını kazanacak yollara girmemiz lâzım! Allah'ın rahmetine erecek yolları arayıp, oraya girmemiz lâzım!.. "Yâ Rabbi, sen bizi sevk et!" diyoruz. Ordan da anlaşılıyor ki, hidayet Allah'tan... Zâten başka ayet-i kerimeden de biliyoruz:

189

(Leyse aleyke hüdâhüm velâkinnallàhe yehdî men yeşâ') "Ey Rasûlüm, sen istediğini hidayete sokamazsın, doğru yola alamazsın; Allah istediğini doğru yola sokar."

Bu ayet Ebû Tàlib için inmiştir. Peygamber Efendimiz Ebû Tàlib'in müslüman olmasını istedi. "Bana gençliğimde yardım etti. Peygamberlik bana geldiği zaman, Kureyşliler bana zulüm yapmak isterken, o bana çok yardım eti." diye onun İslâm olmasını istedi. "Kelime-i şehadet getir, 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû' de amcacığım, ben de sana şefaat edeyim; Rabbimin huzurunda, müslümandır yâ Rabbi bu diyeyim!" diye yalvardı. O da demedi. "Ölümden korktu derler." dedi, demedi. Onun üzerine bu ayet indi. Yâni, "Sen istediğini doğru yola sokamazsın, Allah istediğini doğru yola sokar." diye.

Hidayet Allah'tan olduğundan, Allah'tan hidayet istiyoruz. Demek ki biz, doğru yola kendimiz giremiyoruz. Neden?.. Allah nasib etmediği için. Hidâyet cennete giriş belgesi demek, çok önemli bir şey. Hidayete erdi mi insan cennete girer. Allah kimlere nasib etmez?.. Üç zümreye Allah hidayeti vermez:

190

(Vallàhu lâ yehdil-kavmez-zàlimîn.) "Allah zalimlere hidayet vermez." Zâlim olmayacak insan, başkasına zulmetmeyecek. Zâlim sıfatını edinmeyecek, zâlimler zümresinden olmayacak. Zâlimlere hidayet etmez.

(Vallàhu lâ yehdil-kavmel-fâsıkîn) "Allah fâsıklara da hidayet etmez." Fâsık ne demek?.. Allah'ın emrini dinlemeyip raydan çıkan, günah işleyen insan demek... Hà, bir insan günah işlemeye başladı mı, "Nereye gidersen git bakalım!" diye Allah onun ipini salıverir. Ona da hidayet etmez.

(Vallàhu lâ yehdil-kavmel-kâfirîn) "Allah kâfirlere de hidayet etmez." Çok iyi insanmış da bilmem neymiş de... Kâfir... Kâfir oldu mu hidâyet etmez, fâsık olunca hidayet etmez, zâlim olunca hidayet etmez.

Kâfir değiliz, mü'miniz; "Eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh." Amma fâsıklıktan kurtulmak lâzım!.. Fâsık ne demek; Allah'ın emri yolundan çıkıp isyan eden, günahlara bulaşan demek... Fâsık oldu mu bir insan, o zaman Allah sevmediğinden, "Sapıtsın yolu, hidayeti vermiyorum, ne yaparsa yapsın!" diye ona hidayeti vermez. O fenâ, çok fenâ... Cennetin yolunu bulamaz adam. Neden?.. Fâsık da ondan... Allah'ın emrinden dışarı çıktı.

191

Allah'ın emrini tutmağa çalışacak, namazı kılmağa çalışacak.

Bana soru soranlara her zaman söylüyorum: "Bak namaz kılmazsan, Allah'ın ibadetlerini yapmazsan, ben sana bir şey yapamam!" diyorum.

Gelmiş bana soruyor:

"--Ben Allah'a ulaşmak istiyorum, Allah'ı tanımak istiyorum, Allah'a ermek istiyorum?" diyor.

Bakıyorum, halinden anlıyorum. soruyorum:

"--Namaz kılar mısın?"

"--Namaz kılmam, öyle bir alışkanlığım yok..."

"--Namaz kılmazsan Allah'a eremezsin!"

Neden?.. İsyanla Allah'a erişilmez, itaatle, ibadetle Allah'a erişilir. İbadetlerin, itaatlerin hepsi, Allah'a erişmek için birer vasıtadır, birer vesîledir.

Fâsık olmayacağız. Fâsık olunabiliyor, insan mü'min olduğu halde fâsık olabiliyor. Günah işledi mi, fâsık olur. Harama bulaştı mı, fâsık olur. Harama baktı mı, fâsık olur. Haram yedi mi, fâsık olur. O zaman Allah hidayet etmiyor, çok fenâ, ondan kaçınmamız lâzım! Yâni Allah'a itaatli kul olmağa gayret etmeliyiz. Bu başımızda dolaşan bir tehlike, etrafımızda dolaşan bir tehlike; günaha bulaşmamağa dikkat etmeliyiz.

192

Zâlim de olmamağa dikkat etmeliyiz. İnsan kime karşı zalim olabilir?.. Yanında çalıştırdığı insanlara zalim olabilir. Amir olduğu işçisine, memuruna zalim olabilir. Yönetimi altında bulunan teb'asına hükümdar zalim olabilir, vali zalim olabilir. Emniyet müdür zalim olabilir. Okul müdürü talebesine zalim olabilir. Öğretmen öğrencisine haksız yere kırık not verir, zalim olabilir... Yâni her salâhiyet sahibi, selâhiyetini baskıda kullanırsa, haksızlıkta kullanırsa, zalim olur. O da bizim düşebileceğimiz bir kusur; zalim olmamağa da dikkat edelim.

Kadın kocasına hizmet etmiyorsa, zalimdir; koca karısına hizmet etmiyorsa, zalimdir. Evlât ana-babasına hizmet etmiyorsa, zâlimdir; ana-baba evlâdına hizmet etmiyorsa, zalimdir. Zalimlik durumuna düşmemeğe de çok çalışmalıyız.

Kolay... Kâfir değiliz, tamam... Fâsık da olmayalım; yâni Allah'ın emirlerini tutmayan, yasaklarını yapan bir insan olmayalım! Allah'ın emirlerini tutalım, yasakladıklarından da uzak duralım!.. Bir de zalim olmamağa gayret edelim, sadist olmamaya gayret edelim! Başkasına elem vermek, üzmek, onun ağlamasından zevk almak durumuna düşmeyelim!

193

Avustralya'da bir yere gittik, çok acı acı feryadlar geliyor bir yerden, bağırıyor birisi boyna... "İmdat mı istiyor, ne oluyor, gidelim şunun yanına!" dedik. Çocukları götürdüğümüz yeşillik bir park, güzel bir yer, manzaralı, sevimli bir yer... Birisi boyna bağırıyor. Gittik baktık, orda bir havuz var. İki tane çocuk oraya girmiş, birisi ötekisini suya bastırmağa çalışıyor, ötekisi de bangır bangır bağırıyor. Hemen bağırdık, çağırdık, "Yapma, ne oluyor?" dedik. Korktu bizden, ötekisi de kurtuldu.

Yâni iki arkadaş yüzüyorlür, birisi ötekisini suya batırıyor, bağırdıkça da zevk alıyor. Bağırdıkça yine yapıyor. Yâni bağırmak kurtarmıyor, adetâ teşvik ediyor. Yâni zulümden zevk alıyor, elem vermekten zevk alıyor, sadist... Böyle de olmayalım!..

Allah zalimlere hidayet vermiyor, fâsıklara hidayet vermiyor. Allah'a itaatli kul olacağız, iyi müslüman olacağız, kimseye zulmetmeyeceğiz, hakkàniyetli, adaletli insan olacağız.

Başka, hidayet hususunda bir incelik nedir?.. Bir incelik daha var muhterem kardeşlerim, ben onun üstüne bastırarak söylemek istiyorum; bismillâhir-rahmânir-rahîm:

194

(Vellezîne câhedû fînâ lenehdiyennehüm sübülenâ, ve innallàhe lemeal-muhsinîn.) "Kim bizim dinimiz için çalışırsa, kim bizim uğrumuzda emek sarfederse, ter dökerse, masraf ederse, uğraşırsa, zaman harcarsa, koşturursa, onu biz hidâyet yolumuza sevkederiz, rızamızı ona buldururuz. Ona dünyada, ahirette iyilikleri lütfederiz, ihsân ederiz."

Burdan neyi anlıyoruz: Allah'ın istediğine verdiği, istemediğine vermediği en kıymetli belge olan hidayetin kazanılması için, Allah'ın dinine yardımcı olmamız gerektiğini öğreniyoruz. Allah'ın dinine yardımcı olacağız. Eğer biz Allah'ın dinine yardımcı olursak, faydalı olursak; Allah'ın dinini yaymak için, Allah'ın dini sönmesin, "Lâ ilâhe illallah" bayrağı burçtan aşağı düşmesin, ayak altında çiğnenmesin diye gayret sarfedersek, Allah bize hidayet edecek, rızasına erdirecek demek... Bu çok önemli!..

Bu işi yapan insanlar var dünyada... Diyar diyar dolaşıp Allah'ın dinine yardım eden insanlar var. Yabancı diyarlara vize alıp, pasaport çıkartıp, gidip, oralarda İslâm'ı yaymak için çalışanlar var... Ve başarı kazananlar var. Hiç ummadığın yerde gidiyorsun, bir cami ile karşılaşıyorsun. Camiyi yapmış olanlar var...

195

Ben meselâ dünyanın bir çok yerini gezdim; Kanada'ya gittim, Ottava'ya gittim, Montreal'e gittim... Her gittiğim yerde baktım, İslâm için çalışan Pakistanlı, Hindistanlı, Arap gruplar var. Çalışıyorlar. Neden çalışıyorlar? Allah'ın dini için çalışırsak, Allah da bize lütfedecek diye çalışıyorlar.

Hani biz, günde kırk defa "İhdinas-sırâtal-müstakîm" diyoruz ama, o duanın kabul olması için yapmamız gereken iş, Allah'ın dinine yardım etmektir. Bakın hristiyanlar hristiyanlık dinine yardım ediyorlar. Hangi kasabaya gitseniz, kaç tane kilise görüyorsunuz; en büyük binalar, en büyük tesisler, okullar, hastaneler, çeşitli gençlik teşekkülleri, çeşitli hayır ve hasenat müesseseleri kilisenin malı...

Hattâ diyebilirim ki, Alman tarihinin derinlikleri incelenirse, Almanya'yı kilise idare etmiş. Hàlen de siyasetinde son derece etkili... Münih, rahibler şehri demek. Mönh, rahib demek... Halen Münih'in emlâkinin üçtebirinin kiliseye ait olduğunu bir kitapta okumuştum. Şehrin sembolünde de, papaz cübbesi giymiş bir rahib var.

196

Meselâ biz geçtiğimiz pazartesi günü bir yerlere gittik. Orada bir çok piskopos o bölgenin derebeyi gibi, yâni hakimi imiş. Sarayını gördük, kalesini, burcunu filân gördük.

Şimdi, hristiyanlar dinlerine hizmet ediyorlar. Burda bunu çok güzel görüyorsunuz. O halde bizim de Allah'ın rızasına ermemiz için, ahirette Allah'ın lütfuna mazhar olmamız için, cennetine girmemiz için, Allah'ın dinine hizmet etmemiz lâzım!.. Onun için 21. Yüzyıl'a girerken ben sizlere âcizâne soruyorum, veyahut da şu soru üzerinde düşünmenizi ve düşündükten sonra da ne aklınıza geldiyse onu yapmanızı hatırlatıyorum:

d. Evlâtlarınızı Koruyun!

"21. Yüzyıl'da Almanya'da İslâm ne olacak, Avrupa'da İslâm ne olacak? Yâni iki sene sonra, bizim yakın istikbâlimiz... Yâni şu bizim çocuklar büyüdüğü zaman, kızlarımızı gelin ettiğimiz, oğlanlarımızı güveyi eyleyip evlendirdiğimiz zaman çocuklarımızın dünyası ne olacak, çocuklarımız ne olacak?.. Çocuklarımızın çocukları ne olacak?.." sorusunu sorun, müslümanlar olarak 21. Yüzyıl'da İslâm'a Avrupa'da ne gibi hizmetler yapabileceğinizi kendi kendinize sorun! 21. Yüzyıl'da ne gibi müesseseler kurmanız gerektiğini şimdiden düşünün!.. Çocuklarınızın 21. Yüzyıl'da müslüman kalmasını sağlayacak şekilde nasıl yetiştirebileceğinizi sorgulayın!..

197

Şimdi şöyle bir sahneyi gözlerinizin önüne sermek istiyorum muhterem kardeşlerim! Bunu bu hakim, temyiz mahkemesi hakimi kardeşten duyduğum sözler üzerine söyleyeceğim.

Bu temyiz mahkemesi hakimi muhterem dostumuz, ehl-i tarik, mübarek, eli tesbihli dindar bir insan. Bu kardeşimiz, bu ağabeyimiz demişti ki: "Ben bir gün düşündüm. Benim akrabamdan çok nüfuzlu, çok salâhiyetli, çok yüksek mevkîde bulunan bir kimseye nasihat etmeye karar verdim ve gittim şunları söyledim." diyor. Hakim, o yüksek mevkideki akrabasına söylemiş bu sözleri...

Allah rızası için özel ziyaretine gitmiş, kapısını çalmış. O da kapıyı açmış, "Ooo yeğenim, hoş geldin!" demiş. Birisi yeğen, birisi amca, dayı neyse, unuttum ne olduğunu... Adını söylesem hepinizin tanıdığı bir kimse, mahsustan söylemiyorum, bilmediğimden değil... Bana bunları söyleyen şahsın da adını biliyorum, onu da söylemiyorum. Mühim olan şahısları kötülemek değil... Milleti kötülemek için söylemiyorum, ders çıksın diye söylüyorum.

Demiş ki:

"Ağabey, ben geçenlerde düşündüm, şöyle gözümün önüne getirdim." Belki rüyada gördü, belki murakabe halinde gördü. "Ağabey, ben şöyle bir şey tasavvur ettim: Kıyamet kopmuş, kabirden ölüler kalkmış. Herkes mahşer yerine toplanmış, mahkeme-i kübrâ kurulmuş, kulları Allah hesaba çekmiş, iyi kullar ayrılmış. 'Siz müslümansınız, siz dünyada ibadet ettiniz, tesbih çektiniz, iyi kulluk yaptınız, itaat ettiniz; geçin şuraya!' demişler. Kötüleri de, 'Siz zalimsiniz, fâsıksınız, kâfirsiniz...' diye ayırmışlar.

198

Şimdi orda, sen inançsız olduğundan, ibadetsiz olduğundan, zâlim olduğundan, fâsık olduğundan, sen de kötüler arasına ayrılmışsın. Allah buyuruyor ki:

'--Bunları da atın cehenneme, götürüp dökün cehenneme!..'

Öyle seni cehennemliklerle beraber cehenneme doğru götürürlerken, senin bana döndüğünü;

'--Yâhu yeğenim, madem iş böyleydi, niye dünyada iken beni ikaz etmedin? Ahirette başıma bu işin geleceğini niye dünyada iken söylemedin? Böyle yeğenlik mi olur, böyle akrabalık mı olur, böyle ahbaplık mı olur?.. O zaman söyleseydin ya!.. Bak şimdi ellerimiz kelepçelerle kelepçelenmiş, zebâniler cehenneme doğru atmağa götürüyorlar. Oldu mu yeğenim şimdi bu?..' dediğini göz önüne getirdim." demiş.

"--Onun için ağabey..." Ağabey diyen temyiz mahkemesi hakimi, herkesin önünde elpence divan durduğu saygın bir kimse aslında o da... Ötekisi daha yüksek bir mevkide, hem de yaşça büyük, akraba... "Böyle bir şey gözümün önüne geldi geçen gün, sonra ahirette bu lafı bana söyleme diye şimdiden geldim." demiş.

"--Ağabey gel tevbe et, fısk u fücûru bırak, içkiyi günahı bırak, zulmü bırak, günahlarına tevbe et, imana gel, İslâm'a gel! Şu hayatta iken halini düzelt, Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder, doğru yola gir ağabey! Sonra ahirette bana yan bakıp da, 'Yeğenim niye bana söylemedin? Niye dünyadayken beni ikaz etmedin?' demeyesin diye şimdiden söylüyorum." demiş.

199

Adamın gözleri yaşarmış, duygulanmış o yüksek şahıs... Demiş ki: "Yeğenim çok doğru söylüyorsun, samîmî söylüyorsun, inandım ama, kalbim inanmıyor." demiş. Kalbi inanmıyor ne demek?.. Allah hidayet vermiyor. Neden hidayet vermiyor?.. Zalim de ondan, zalim olduğundan...

Bak, aklıyla yeğeninin doğru söylediğini anlıyor. Doğruysa inan be adam! Sen çok yüksek bir kişisin, tahsillisin, hukuk biliyorsun; mâdem doğru, yapsana!.. "Çok doğru söylüyorsun ama, kalbim inanmıyor." demiş.

Bazı insanların kalbi taş gibi olur, taştan da katı olur, laf tesir etmez. Çünkü öyle zulümler yapmıştır ki... O adamın da ne zulümler yaptığını ben biliyorum, cümle cihan biliyor, herkes biliyor, meşhur... Kalbi katılaştığından imanı kabul edemiyor.

Onun için, çocuklarınızı siz de böyle düşünüverin!.. Ben bu hikâyeyi bunun için anlattım. Siz cennetliklerin arasına ayrılmışsınız, tamam... Siz Türkiye'den gelmiş, Türkiye'de İslâm'ı öğrenmiş olan, Almanya'daki müslüman işçilersiniz. Siz müslümansınız, ayrılın! Ötekiler?.. Ötekiler de Alman okullarında okumuş, İslâm'ı öğrenmemiş, ibadeti yapmamış, Almanlaşmış, İslâm'dan uzaklaşmış, günahlarla fâsık ve fâcir olmuş, zalim olmuş, belki de bir kısmı kâfir olmuş... Allah etmesin, Allah öyle bir şeyi göstermesin, o ciğerpârenizi gözünüzün önünde zebaniler yakalamış, bağlamış, cehenneme götürüyor görseniz ne yaparsınız?..

200
201 ilâ 220. sayfalar