141 ilâ 160. sayfalar

Hatta Allah-u Teàlâ Hazretleri:

"--Sen genişlik zamanında bana dua etmeyi unuttun, ben de senin duanı kabul etmiyorum!" diyebilir.

Onun için, Allah'ı hiç unutmayın! Hattâ "Elhamdü lillâh ki, hiç bir derdim yok!" diye, o nimeti düşünüp ondan dua edin! Hattâ dertli bir insanı gördüğünüz zaman:

"--Yâ Rabbi bu kuluna o derdi vermişsin; sana çok şükür ki, ben elhamdü lillâh öyle bir derde maruz değilim!" deyin.

Kimisi kör, kimisi topal, kimisi hastalıklı, kimisi felçli, kimisinin vücudu seninki kadar güzel değil, çirkin... Kimisinin hayatta başına, pişmiş tavuğun başına gelmeyen olaylar gelmiş, geçmiş filân... Sana gelmemiş. Diyeceksin ki:

"--Elhamdü lillâh ki, Allah bana rahatlık vermiş. Çok şükür ki böyle kırmızı halılı, güzel tavanlı, işlemeli duvarlı, avizeli bir salonda oturmuşsuz, sevgili peygamberimiz, Habîbullah, Muhammed-i Mustafa'nın güzel sözlerini dinliyoruz. Ne mutlu!.. Karnımız da tok. Allah razı olsun Hakan kardeşimizden, pidelerinin çeşitlerini önümüze koydu. Sırtımız da pek, üşümüyoruz da. Bir sıkıntısı olan yok elhamdü lillâh... Çok şükür yâ Rabbi, sana hamd olsun yâ Rabbi! Nice dertli kulların varken bu nimetleri vermişsin..."

161

Kimbilir Bosna'da Sırplar'ın arasında yaşayanlar ne yapıyor? Yiyecekleri var mı? Çeçenistan'dakilerin durumu nasıl? Somali'dekiler su bulabiliyorlar mı?.. Amerikalılar oraya çıktığı zaman kuyu mu kazdılar, onların kuyularını mı kazdılar, ne oldu yâ Rabbi?!. Afrika'da bu hayvanlar kuraklıktan kavruluyor. Tam yazın en sıcak zamanındayız, su bulabiliyorlar mı acaba?.. Cezayir'deki kökten dincileri keklik avlar gibi hükümet kuvvetleri maske takıp, sokak aralarında güm güm avlıyorlar mı acaba?.. Mısır'dakilerin durumu nasıl?..

Elhamdü lillâh böyle bir silah tehdidi yok, bir şey yok... Çok şükür, ne yapacağız? Dua edeceğiz. Geniş zamanda Allah'ı unutmamak, geniş zamanda Allah'a dua etmek, geniş zamanda şükretmek, Allah'ın kendisine verdiği nimetleri bilmek ve Allah'a sevgi ile bağlanmak... Bu tavsiye edilmiş oldu.

Peygamber Efendimiz üç şeyi bize, benim dilimle size ve tabii bana --ben de dahilim, sizin aranızda bir kardeşinizim-- çok önemli üç şeyi bize tavsiye etti Allah Peygamber'imiz vasıtasıyla: Sabırlı olacağız, sabredersek mükâfat var. Allah'ın hükmüne rıza göstereceğiz, işini hoş göreceğiz, hoş bakacağız, itiraz etmeyeceğiz. Geniş zamanda nimetler içinde yüzerken duayı unutmayacağız, Allah'ı unutmayacağız.

162

Dindarlık sadece sıkışık zamanlara mahsus değildir. Biz her zaman Allah'ın kuluyuz, Allah bize her zaman nimetlerini saçıyor. Nimetlerine bizi garkediyor. Biz de Allah'ı duada anacağız, unutmayacağız. Bir hadis bu...

d. Sevgiyi Arttıran Üç Şey

İkinci hadis-i şerif:

ME. 496 (Selâsün yüsaffîne leke vüdde ahîk: Tüsellimü aleyhi izâ lekìtehû, ve tüvessiu lehû fil-meclis, ve ted'hû biehabbe esmâihî.)

Efendimiz, Hz. Ömer RA'ın rivâyet ettiğine göre müslümanların arasındaki kardeşlik bağları, arkadaşlık bağları kuvvetli olsun, birbirlerini sevsinler diye üç şey öğretiyor bizlere. Yâni müslümanlar müslümanların kardeşidir, arkadaşıdır, dostudur; birbirlerini sevmeleri lâzım, dost olmaları lâzım! Buyuruyor ki:

(Selâsün yusaffîne leke vüdde ahîke) "Üç şey vardır ki, arkadaşının sana karşı olan muhabbetini sâfîleşitirir, yoğunlaştırır, saf bir sevgi meydana gelir. Sâfî bir sevgi, hâlis bir sevgi meydana getirir." Nedir bunlar:

1. (Tüsellimü aleyhi izâ lekìtehû) Karşılaştığın zaman selâm verirsin ona:

"--Esselâmü aleyke; Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerine olsun..." filân diye.

163

Tabii, "Biz bunu yapıyoruz zaten!" diyebilirsiniz ama, bunu yapmak dedelerimizden öğrendiğimiz bir şey. Dedelerimiz de Peygamber Efendimiz'den öğrendiler. Eskiden insanlar bunu yapmıyordu. Gelirler, geçip giderlerdi, insanlar birbirine selâm vermezlerdi. Ama İslâm selâm vermeyi koyuyor ortaya. Kardeşinle karşılaştığın zaman selâm verirsin.

Selâm ne demek?.. "Ben sana dünyada, ahirette şen ve esen kalmanı, dünyada mutlu olmanı, ahirette de cennete girmeni temenni ediyorum." demek. Selâm bu. Sıradan bir şey değil. Yâni "Günaydın" demek gibi değil, daha derin anlamı var.

2. (Ve tüvessiu lehû fil-meclisi) mecliste onun da rahat oturması için yer açarsın."

Tabii şimdi burda ortada yerler var zaten, böyle bir şey bahis konusu değil ama, Peygamber Efendimiz'in meclisini düşünün, ne kadar rağbet vardı, ne kadar kalabalık vardı?.. Bizim İskenderpaşa Camii'ne gelseniz, adam bir dizini yere koydu mu şükreder; öteki dizi havada, sıkışık... O zaman ne olacak? Birisi yer açarsa, bayağı sevinir, "Bu kardeşim bana yer açtı" diye.

164

Hac ve umreye gidenler bilirler. Peygamber Efendimiz'in mescidinde namaz kılacaksınız veya Mekke'de Kâbe-i Müşerrefe'nin olduğu mescide gidiyorsunuz, namaz kılacaksınız. Cuma günü, yukarda korkunç bir sıcak var, güneş var. Yâni, insanı hastanelik eder ekvator kuşağının güneşi. İstiyorsunuz ki, "Açıkta kalmayayım, gölge bir yere ben de gireyim!" Ama milyonlarca insan, yüzbinlerce insan... Yer yok, tıklım tıklım dolmuş cami. Sen biraz geç kalmışsın. Cumaya yarım saat kala gittin mi hapı yuttun, yer bulamazsın. Bir saat, bir buçuk saat önceden gideceksin, üst kata çıkacaksın öyle yer bulursun...

Orda çok olan hadiselerden birisi: Birisi bağdaş kurmuş oturmuş. Ötekisi de onun yanına oturmuş. Sen de içeriye geliyorsun, oturacak başka yer yok. Gidiyorsun adamın yanına:

"--Müsade edersen ben de şuraya sığınayım!" diyorsun.

Dışarısı sıcak, içerisi serin... Vermiyor yeri;

"--Yer Allah'ın yeri ama, ben vermem!" diyor, vermiyor.

"--Yâ ben istemiyorum, şu ihtiyar adama ver, yanında o otursun!"

"--Hayır, erken gelseydin; mescidde başka yer yok mu?" diyor meselâ...

165

İnsan kızıyor bu sefer. Bazısı o zaman kavga ediyor. Meselâ diyor ki:

"--(E hâzâ mekânü ebîke!) Burası babanın yeri mi?!.."

Hadii, Mescid-i Nebevî'de veya Mescid-i Haram'da kavga başlıyor. Mahalle kavgası gibi yer kavgası...

Ama birisine, "Gel kardeşim sen de şuraya otur!" dediğin zaman, ona dünyaları vermiş gibi sevinir. Çok makbule geçiyor. Burda da diyor ki Efendimiz: (Ve tüvessiu lehû fil-meclis) "Toplantı yerinde ona bir yer ayarlayıp, açıverip sen de otur dersen, o da sevgiyi arttırır." Karşılaştığın zaman selâm verirsin, toplantı yerinde onun oturması için yer açarsın. Burda anlaşılmaz da, benim anlattığım gibi durumlarda anlaşılıyor bu iş. Yâni gönlünü hoş edecek bir şey.

Bu gönlünü hoş edecek şey, zamana göre değişir. Yâni geniş bir yerde: "Gel kardeşim buraya otur!" demenin bir anlamı yok. Ama dar yerde anlamı var. Suyun çok olduğu soğuk bir yerde, "Al kardeşim, şu suyu iç!" demenin anlamı yok. Ama Arafat'ta kıymeti var, otobüste kıymeti var. "Al kardeşim" diyor, nasıl hoşuna gidiyor. Suyu bitirmek istemiyorsun, böyle yudum yudum içiyorsun, çok kıymetli oluyor...

166

Demek ki her ikramın yeri var. Yerine göre makbule geçiyor, yerine göre olağan, sıradan bir ikram oluyor, çok tesir uyandırmıyor.

3. (Ve ted'hû biehabbi esmâihî) "Ve ona hitap ederken, onun en hoşuna gidecek sıfatla ona hitap edersin."

"--Gel aziz kardeşim buyur! Canım kardeşim buyur!"

Hoşuna gider. "Yâ bu bana canım kardeşim dedi, aziz kardeşim dedi..." der, hoşuna gider. Veyahut aksini düşünelim. Peygamber Efendimiz diyor ki: "Ahir zamanda bir takım insanlar türeyecek birbirlerine selâmları lânetleşme olacak."

"--Gel ulan bilmem ne..." Ulanını söylüyorum, öbür tarafını söyleyemiyorum. "Nasılsın bilmem ne..."

Birisi mahkemeye vermiş arkadaşını, demiş ki:

"--Hakim bey, bu bana köpoğlu dedi, davacıyım bundan!" demiş.

"--Dedin mi buna bu sözü?" diye ötekisine sormuş.

"--Dedim hakim bey. Evet dedim ama, biz bununla çocukluk arkadaşıyız, mahalle arkadaşıyız. Futbol oynadık, beraber gezdik, tozduk, okula gittik... Çok samimiyiz. Samimiyetten, aramızda böyle teklif olmadığından, "Nasılsın köpoğlu?" dedim. Hakaret makamında değil, böyle söyledim." demiş.

167

Onun avukatına sormuş:

"--Nasıl savunuyorsun?" diye

"--Samimi arkadaş olduklarından dolayı böyle söylemiş." diyor

Bu tarafın avukatına soruyor:

"--Ne dersiniz böyle savunuyor bu avukat?" diye.

"--Doğru söyledi köpoğlu..." diyor.

O da onun samimi arkadaşıymış. Yâni bu avukat da öteki avukatın samimi arkadaşıymış.

Tabii ben bunu hatırda kalsın diye fıkra olarak söylüyorum. Bazı insanlar birbirlerine hakaretle selâmlaşıyor. Ahir zaman alâmetiymiş, kıyamet alâmetiymiş. Yâni en güzel isimle değil de en ağır sözle, hatta küfürle... O da ona sırıtıyor, gülüyor, memnun oluyor. O da ona öyle bir cevap veriyor; kol kola giriyorlar, gidiyorlar... Acayip. Ama İslâm'da nasıl?.. Ona en hoşuna gidecek bir sıfatla hitap etmek; bu güzel bir şey.

Bizim şu anda bakan olan bir arkadaşımız, kardeşimiz, ihvanımız var. Onu beğenirim. Karşısında hitap ettiği insana, en hoşuna gidecek sıfatı söylemeyi çok iyi bilir. Bu çok önemlidir. Yâni beşerî münasebetlerde, günlük konuşmalarda, iş konuşmalarında, yaşantınızda dikkat ederseniz hayatta başarı kazanmak için dikkat edilecek inceliklerden birisi budur. Belki Deyl Karnici'nin kitabında da vardır --bilmiyorum da tahminen-- En güzel sıfatla hitap edeceksiniz.

168

Meselâ doktora yapmışsa, "Nasılsınız doktor bey?" derseniz; "Bu benim doktora yaptığımı biliyor." filân diye koltukları kabarır. Veyahut Arapça'da, "Nasılsınız üstad?" deniliyor; "Keyfe hâlüke yâ Üstad?" diyorsun, hoşuna gidiyor; vehayut, "Yâ şeyh!" diyorsun, memnun oluyor. Arapça'da şeyh beyefendi manasına da geliyor. "Yâ seyyidî!" diyorsun. Seyyidî demek, benim efendim demek. Ooo bayılıyor Arap, böyle eriyor, güneş görmüş dondurma gibi yerlere akıyor.

Güzel bir hitapla hitap etmek önemli. Bunu hayatta siz de yapabilirsiniz. Bir insanı kızdırmak istiyorsanız, hoşlanmadığı bir sıfatıyla söyleyin. Meselâ kadı körse; "Nasılsın kör kadı?" dersen, doğru bile olsa, kör bile olsa kadı kızar. "Nasılsın kör kadı?" diyecek kadar doğrucu olmamak lâzım. "Nasılsın kömür gözlü kadı?" desen ona da kızar: "Bu benimle dalga geçiyor. Kör olduğumu görüyor, yine de kömür gözlü diyor." der...

Yâni dengeli, ölçülü, güzel bir hitapla hitap etmek, âdab-ı muaşeretin inceliklerinden birisidir. İkinci hadis-i şerif bu.

e. İmanı Kemâle Erdiren Üç Şey

169

Üçüncü hadis-i şerife geçtik. Ebû Hüreyre RA'den İbn-i Asâkir rivâyet eylemiş bu hadis-i şerifi. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

ME. 497 (Selâsetün men künne fîhi yestekmilu îmânehû:) "Üç şey vardır ki kimde bu üç şey bulunursa o imanını tamamlamış, olgunlaştırmış, sağlam bir iman sahibi olmuş demektir."

Siz de kendi kendinizi ölçün, kendi kendinizi muhasebe edin, kendi kendinizi terazinizde tartın. Bakalım sizin imanınız bu anlatacağım ölçülere göre nasıl?

1. (Racülün lâ yehàfu fillâhi levmete làim) "Allah yolunda yapacağı iyi bir şeyi yaparken kimseden korkmadan yapan, kınayanın kınamasına, ayıplayanın ayıplamasına aldırmaz. Bu duyguya erişebilmişse bir insan imanını kuvvetlendirmiş demektir."

Bir misalle açıklayayım: Ben üniversite son sınıftayken Haydarpaşa Numûne Hastanesi'nde ameliyat olacaktım. Beş vakit namazını kılan bir insanım. Camide namaz kılacak yer yoktu. Sağa baktım namaz kılacak yer yok, sola baktım namaz kılacak yer yok. Pijamayla koğuştan çıktım, namaz kılacak yer arıyorum, yer yok koca hastanede... Hastane ahiret durağı, kimisi belki ölüp ahiret gidecek. Namaz kılacak yer yok. Halbuki bunların hastanelerinde kim bilir kaç tane çapel, kilise, ibadet yeri vardır.

170

Namaz kılacağım, birisi namaz kılarken beni görecek, kız gibi utanıyorum. Açılmış gibi utanıyorum, sanki giyimim yokmuş gibi utanıyorum. Aradım taradım. Abdestim var, saate bakıyorum, namaz geçecek. Utanıyorum, saklı bir yerde namaz kılacağım; bodrumda, toprağın dibinde, merdiven altında... Öyle bir yer bulamadım, bahçeye çıktım. "Ne yapayım, ne edeyim?" derken, bir şey geldi aklıma: "Yâ bu utanma duygusu ne, niye utanayım? Ne yapıyorum?.. Allah emretti, "Namaz kıl" dedi müslümanlara; ben de Allah'ın emrini tutacağım. "Utanmam, utanmamalıyım!" dedim. İlk defa kendi utancımı orda yendim. Haydarpaşa Hastanesi'ne bakan caddede, hastanenin bahçesinde, çimenlerin üstünde "Allahu Ekber!" dedim, namaza durdum. Yine biraz utandım ama, hiç olmazsa utacımı yendim, namazımı kıldım.

Kimisi utanıyor, namazı kaçırıyor. Abdesti var.

--Burda ayıp olur.

--Niye ayıp olsun!

--E şimdi burda namaz kılınır mı?..

--Namaz kılacak yer yoksa kılınır! Ne yapalım, yapsalardı. Koridorda, havaalanında, hastanede, devlet dairesinde, tren istasyonunda namaz kılacak bir yer yapsalardı. Ne yapalım, namazı kılacağız.

171

Mü'min inancı dolayısıyla, Allah'ın rızasına uygun iyi bir şeyi yapacağı zaman utanmamalı. Yapacağı şeyi yapmalı, utanmamalı. Kim utansın? Günah işleyen utansın. Allah'a asi olan utansın. Ben niye utanıyım, Allah'ın emrini tutacağım.

Eğer bir kişi. iyi bir iş yapacağı zaman utanamayacak kadar duyguları sağlam, kendine hakimse, o imanını kuvvetlendirmiş demektir. Bu sizde yoksa, bendeki gibi utanma filân varsa, demek ki bunu aşacaksınız. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayacaksınız! Bu bir.

2. (Ve lâ yürâî bişey'in min amelihî) "İşlediği hiç bir işten dolayı gösteriş ve mürâîlik ve riyakârlık yapmazsa..."

Duymuşsunuzdur, camiye gittiğiniz zaman cuma vaazlarında, hutbelerde; mürâîlik, yâni riyakârlık, yâni gösteriş için iş yapmak İslâm'da çok ayıptır, çok günahtır, çok yanlıştır, doğru değildir. Bir insan yaptığı şeyi Allah rızası için yapar, gösteriş için yapmaz. Eğer gösteriş için yapıyorsa, böyle insana riyâkâr denir. Gösterişçi, mürâî denir. Böyle olmayacak. Yaptığı hiç bir şeyi gösteriş için, riyakârlık için yapmıyorsa, sırf Allah rızası için yapıyorsa, çok iyi...

172

Bunun da bir misâlini verelim, olmuş bir olay, birisi anlatmış bizim arkadaşlardan birisine. Millî Selâmet Partisi zamanında devlet dairelerinden birisine girmiş, nasıl girdiğini anlatıyor:

"--125 kuruş verdim bir takke aldım, Erbakan'ın namaz kıldığı camide üç defa namaz kıldım, ondan sonra bu memuriyete tayin oldum." diyor.

Bu adamın kıldığı namazların kıymeti var mı?.. Yok... Neden? Maksadı devletin dairesine memuriyete girmekti. Müdürü tavlayıp, avlayıp, kandırıp, kendisini dindarmış gibi gösterip devlet dairesine girmekti, girdi. Takkeyi alırken de o maksatla aldı. Namazı kılarken de belki abdestsiz kıldı, o maksatla kıldı. Mürâî, yâni gösterişçi... Bunun yaptığı bir şeyin kıymeti olmuyor, çünkü gösteriş için, riyakârlık için yapıyor.

Nasıl olacak? Bir müslüman yaptığı şeyi ihlâsla yapcak. Hâlis niyetle yapacak, imanla yapacak, Allah rızası için yapacak. Gösteriş için yapmayacak. Hatta gösterişten kaçınacak. Gösteriş yapmamaya gayret edecek. ikincisi bu...

3. (Ve izâ urıda aleyhi emrâni ehadühümâ lid-dünya vel-âharu lil-âhireh, ihtâre emrel-âhireti aled-dünyâ.) "Karşısına aynı anda ya onu, ya onu yapması gereken iki iş çıkarsa ve birisi ahiret işi olsa, sevap kazanmaya yarayan bir iş olsa; ötekisi de dünya işi olsa, para kazanmaya yarayan bir iş olsa..."

173

--Para kazanacak işi mi yapsam, sevap kazanılacak işi mi yapsam?..

Önüne iki ihtimâl geldi. Birisi para, ötekisi de sevap. "Önüne iki tane iş geldiği zaman eğer sevap olanı, ahiret için olanı, dünyalık için olana tercih ediyorsa, bunun imanı da sağlamdır, kuvvetlidir."

Kuvvetli imanın, imanın tam sağlamlaştığının, betonlaştığının üç alâmeti var: İyi bir şey yapacağı zaman kınayanın kınamasından korkmamak; yaptığı sevaplı bir işi gösteriş için yapmamak; önüne iki iş çıktığı zaman sevaplı olanını tercih etmek, dünyevî menfaatli olanı tercih etmemek...

Bu günlük hayatımızda en çok cuma günü olur. Cuma namazı farzdır, Allah emretmiştir:

(Yâ eyyühellezîne âmenû izâ nûdiye lis-salâti min yevmil-cumuati, fes'av ilâ zikrillâhi ve zerül-bey') "Ey iman edenler cuma namazının ezanı okunduğu zaman alış-verişi bırakın, cuma namazına gelin!" diyor Allah. Sevap var. (Zàliküm hayrun leküm in küntüm ta'lemûn) "Eğer aklınız erse, bilseniz, akletseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Böyle yapın!" diyor Allah. Ama cuma günü geldi mi, dükkanda para kazanmak var, namaz kılmak var. Camiye gidip sevap kazanmak var veyahut şu şu faydaları kaybetmek var. İşte bir ölçek.

174

Daha başka şeyler de olabilir. Yâni mahkemede doğruyu söylerse, sevap kazanacak; yalan söylerse menfaati, dünyalığı yerine gelecek, yalan şahitlikten cebine para girecek vs. vs... Ne yapacak? Sevaplı olanı tercih edecek.

Demek ki, bu akşam okuduğumuz üç hadis-i şeriften bize çıkan nasihatler dokuz tane. Üç hadis okuduk, hepsinde de üçer madde... Hatırlamaya çalışalım:

1. Belâlara, imtihanlara uğradığımız zaman sabretmek.

2. Allah'ın hükmüne, bizim için takdir ettiği mukadderâta itiraz etmemek, edepsizlik, küstahlık yapmamak, bağırıp çağırmamak, isyan etmemek, kadere rıza göstermek.

3. Rahatken, ihtiyacı yokken, şenken, şakrakken duayı ihmal etmemek. Sıkıştığı zaman değil, genişlik zamanında duayı ihmal etmemek.

4. Arkadaşınla karşılaştığın zaman, ona güzelce selâm vermek.

5. O, senin olduğun meclise geldiği zaman, "Gel kardeşim yanıma otur!" diye yer açmak.

6. Ona en güzel hitapla hitap etmek: "Aziz kardeşim, sevgili kardeşim! Gel arslanım, gel bakalım gözümün nûru, gönlümün sürûru!" vs. her neyse...

175

7. Müslüman yaptığı şey iyi bir şeyse, yaparken kınayanın kınamasından korkmayacak.

8. Yaptığı ahiret işini gösteriş için yapmayacak. Namazı memuriyete tayin edilmek için yapmayacak. "Şu kayınpeder olasıcanın gözüne gireyim de, kızını bana versin!" diye yanında dolaşmayacak.

9. Önüne çatal iki seçenek geldiği zaman; birisinde sevap var, ötekisinde menfaat var; sevap olanı tercih etmek.

Ne yapacağız bundan sonra?.. Böyle yapacağız inşaallah...

Allah duyduklarımızı anlamak, anladıklarımızı hafızamızda tutmak, hafızamızda tuttuklarımızı da hayatımızda uygulamak nasib etsin... Sevdiği kul olmayı nasib etsin... Peygamber Efendimiz'in mübarek ashabı gibi temiz imanlı, sağlam imanlı, güzel müslümanlar olmayı nasib etsin... Hem dünyada bahtiyar eylesin, hem ahirette cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin... Peygamber Efendimiz'e komşu eylesin... Allah hepinizden razı olsun...

Subhâne rabbinâ rabbil-izzeti ammâ yesifûn, ve selâmün alel-mürselîn, vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemîn...

El-fâtihah!..

01. 09. 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

176

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

ALLAH YOLUNDA CİHAD

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn... Ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid-dîn. Emmâ ba'd:

a. Aile Eğitim Toplantıları

Aziz ve muhterem kardeşlerim!..

Biz bu çeşit tatil toplantılarını üç amaçla yapıyoruz:

1. Dostluklarımızın takviyesi için yapıyoruz. Sevgilerimizin, dostluklarımızın, arkadaşlıklarımızın kuvvetlenmesi için, tanışmamızın derinleşmesi için, ailece birbirlerimizle tanışmak için; uzun zaman birbirimizden ayrı kaldığımızdan, böyle bir araya gelip görüşemediğimiz, sevdiğimiz kardeşlerle görüşmeyi sağlamak için yapıyoruz. Yâni amacın bir tanesi sevgi, dostluk, muhabbet, kardeşlik, hasretliği gidermek gibi muhabbetle ilgili tarafı işin...

2. Bu çeşit toplantılardan eğitim de amaçlıyoruz. Yâni kendimizi eğitmeyi, dînî bakımdan bilgilendirmeyi, ailelerimizi, eşlerimizi bilgilendirmeyi, çocuklarımızı bilgilendirmeyi amaçlıyoruz. Onun için bu çeşit programlara eğitimle ilgili konuşmacılar çağırıyoruz. Mühim meseleleri konuşuyoruz, tartışıyoruz ve çok mühim kararlar alabiliyoruz. Bu da eğitimle ilgili çalışmalar oluyor.

177

Bazan bu toplantıya katılanların rakamları Türkiye'de bine yaklaşıyor. Bazan bin kişilik bir otelin yetmediği, yandaki otellere taştığımız oluyor.

Bu eğitimleri bazan çok yoğun bir şekilde yapıyoruz. Meselâ, toplanmış olan kardeşlerimize bir haftada yirmibir konferans verdiğimiz zamanlar oldu. Yirmibir konferans, her birisi bilimsel, Türkiye çapında tanınmış alim insanlar tarafından verilmiş, gerçekten konularında derin insanların uzmanca söyledikleri sözler... Onlardan çok fayda sağladık. Eğitim toplantılarımızı sonunda amaçlarımıza göre ayarlayarak, çalışmalarımızı yönlendirerek düzenledik, geliştirdik ve güzel sonuçlar aldık.

3. Bu çeşit toplantıların bize çok büyük faydaları oluyor. Sizin de bileceğiniz faydalarından bir tanesi, Söke'nin Akbük kasabasında bin kişiden fazla bir kalabalıkla yaptığımız böyle bir aile eğitim toplantısının sonunda, aldığımız karar oldu. "Bu çalışmaların çok güzel olduğunu gördük, bunların daha yaygın olması için, ülke çapında güzel çalışmaların yapılabilmesi için yayın faaliyetlerini genişletelim, etkin ve çağdaş yayın araçları tesis edelim!" dedik, radyo ve televizyon şirketimizi orada kurduk. Herkes gözyaşları içinde, dualar içinde, Fâtihalarla çok heyecanlı dakikalar yaşadılar. Sonunda bizim Akra radyo şirketimiz kuruldu. O faaliyetin sonunda televizyonlarımız alındı.

178

Şimdi arkadaşlarımız, Allah'ın izniyle Marmara Bölgesi'nde yayın yapan televizyonlarımızın ulusal olma çalışması içinde... Yâni ulusal demek, bütün Türkiye'ye yayın yapan demek; bütün Türkiye'ye yayın yapabilmesi için de uydudan yayın yapması demek... Uydudan yayın yapması demek de, Almanya'dan, Avrupa'dan, Orta Asya'dan, Ortadoğu'dan dinlenebilmesi demek... Bu çalışma içindelermiş. Benden bilgi sordular:

"--Ne yapalım, önce kuvvetlenelim, ondan sonra ilerde mi atılım yapalım, yoksa şimdi mi yapalım?" dediler.

Ben dedim ki:

"--Atılımı yapın, bu iş başlasın!"

Borçları harçları varmış. "Borç yiğidin kamçısıdır, onları ödersin Allah'ın yardımıyla..." dedim. Ulusal televizyon için atılıma geçtiler.

Şimdi, bizim şu toplantılarımız Almanya için önemli toplantılardır. Aşağı yukarı otuz-otuzbeş erkek saydım ben namaz kıldığımız zaman. O kadar da hanımları, çocukları vardır. Fakat maalesef zaman çok kısa, iki-üç gün... "Keşke okulların da tatil olduğu bir zamana rastlasaydı da, meselâ altı yedi gün sürseydi buradaki bir arada bulunuşumuz. Ve bilimsel konferanslar verecek kişileri de çağırsaydık." diye düşünüyorum.

179

Dün birinci günüydü, bitti; bugün ikinci günüydü, bu da bitiyor. Yunus Emre'nin sevimli bir sözü var, bir şiirinin bir mısraında diyor ki: "Tez geçer sağışlı gün..." Sayılı gün çabuk geçer demek. Sayılı günün çabuk geçtiği gibi, sayılı saatler de çok çabuk geçiyor. İnsan nefes alıp verirken, bir de bakıyor ki tatlı saatlerin sonuna gelmişiz. Yarın da öğleden sonra saat ikide burayı bırakıp gideceğiz. Geldiğimizi anlamadan gitmeyi düşünmeye başlamış oluyoruz.

Halbuki, iki müslümanın bir araya gelmesinden mânevî bir takım faydalar olur, büyük bereketler meydana gelir. Peygamber SAS Efendimiz bunu hadis-i şeriflerinde bildiriyor:

"--İki müslüman birbiriyle ziyaretleştiği zaman, Allah'ın sevgisi onlara vacib olur." diyor Peygamber Efendimiz.

Yâni siz beni görmeğe geldiniz, filânca arkadaşınızı görmeğe geldiniz, birbirimizi görelim diye geldiniz. Allah için ziyarette Allah'ın sevgisi vacib oluyor, muhakkak oluyor, kesin oluyor. Allah'ın sevgisini kazanmak için çalışıyoruz, hayatımızda zaten aradığımız o... Allah oluveriyor. Neden oluveriyor?.. Birbirimizi sevdiğimiz ve ziyaret ettiğimiz zaman oluyor.

180
181 ilâ 200. sayfalar