Tabii, Hristiyanlık da yanlış inançlara saplanmış, kesin... İslâm'ın güzelliği gün gibi ortaya çıkmış.
Biz Allah'ın varlığında ve birliğinde, elhamdü lillâh bilimsel olarak cümle cihanı iknâ ederiz. Hatta bizim bir profesör vardı, Arifiye Öğretmen Okulu'nda hocalık yapmış bir zamanlar. Sonra bize geldi, dinler tarihi profesörü oldu. Mehmed Ali Hoca filân tanır; Hikmet Tanyu... Allah rahmet etsin mu'tekid bir insandı. "Allah'ın varlığını matematik denklemleriyle tahtada isbat ederdim, orda çocuklara anlatırdım." diye söylerdi rahmetli...
Allah fizikle de isbat edilir, matematikle de isbat edilir, kimya ile de isbat edilir, astronomi ile de isbat edilir... Bütün ilimler insanı Allah'a götürür. Tıpla da isbat edilir. İnsanın vücuduna bak, vücudunun teşkilatını gör, yaratılışını gör; küçücük bir hücreden koca bir insan haline gelişini düşün, ordan bile anlarsın. Tıp da Allah'ın varlığını gösterir, tarih de gösterir, her ilim insanı Allah'ın varlığına götürür.
Alim olan, ilimle ilgisi olan, ilimden nasibi olan, bir de insafı olan bütün alimlerin dönüp geleceği yer İslâm'dır. Avrupalılar, Amerikalılar, Japonlar, Hintliler, tarih boyunca papazlar, hahamlar, eğer insaflıysa, eğer hakkı kabul eden insansa müslüman oluyor. Misâl: Roce Garudi, Moris Bükey, Muhammed Ali Clay... Amerikan senatosunda senatör bilmem kim...
--Niye bu adamlar başka yerlerde yetiştikleri halde müslüman oluyor?..
İlimden nasibi var, kalbinde de insafı var. İnsaflı olunca, bu haklı diyor.
--Pekiyi, niye öteki insanlar müslüman olmuyor?..
Biz iyi anlatamıyoruz, yanlış anlatıyorlar; o da iyi incelemiyor, öyle gidiyor işte... İncelese, anlatılsa, sen haklısın diyecek.
Biz Avustralya'da cemaatle namaz kılıyorduk çayırda, deniz kenarında... Almanın birisi geldi, bizi böyle seyretti. Cemaatle namazı kıldık, bitirdik. "Siz doğru yoldasınız, papazlar iyi değil... Ben bütün diyarları dolaştım, Sudan'da bulundum; siz doğru yoldasınız." dedi. Alman söylüyor, ihtiyar bir adam... Biliyorlar.
Allah'ın varlığı bizde çok önemli... Allah için bir müslüman çok temiz inanca sahibdir, her türlü fedâkârlığı yapar; bu bir...
2. Peygamber Efendimiz'e Bağlılık
İkincisi, Rasûlüllah Muhammed-i Mustafa SAS'e bağlıyız biz... Neden?. Allah onu göndermiş insanlara, doğru yolu göstermek ve hak dini öğretmek için...
--Daha önce başkalarını da göndermiş.
Göndermiş ama, eski zamanlarda gönderdiği için, o zaman onları öğrenen insanlar iyi kaydetmediklerinden, unutulmuş. Allah her kavme peygamber göndermiş.
Biz öyle bir Peygambere sahibiz ki, "Bütün peygamberler benim kardeşimdir." diyor. Hepsine saygı gösteriyor; Adem AS'a, İbrâhim AS'a, İsmâil AS'a, Yâkub AS'a, Yusuf AS'a, İsâ AS'a... Hepsine sevgimiz, saygımız var... Nerden belli?.. Çocuklarımıza isimlerini koyarız biz bunların. Yusuf... Kaç tane Yusuf isminde tanıdığımız vardır. Mûsâ, İsâ, İbrâhim, İsmâil... Kaç tane İsmail vardır şimdi şurda bile... Meryem... Kaç tane müslüman Meryem vardır.
Neden?.. İslâm öyle güzel bir dindir ki, tarihi birleştiriyor, bütün dinleri birleştiriyor. Bütün dinlerin doğru olan taraflarını gösteriyor.
Muhammed-i Mustafâ bizim peygamberimiz... Onun için de canımızı veririz.
(Fidâke ebî ve ümmî yâ rasûlallah!) "Canım da fedâ olsun sana ey Allah'ın Rasûlü, canımdan çok sevdiğim anam babam da sana fedâ olsun!.." Her şeyi fedâ ederiz.
Bu Peygamber sevgisi de çok önemlidir. Zaten bir insan Peygamber'i sevmese, Peygamber'e bağlanmasa, Peygamber'i dinlemese, İslâm'ı öğrenemez. Kimden öğrenecek, nerden öğrenecek, Allah kendisine özel kitap mı indirecek?.. Hayır! Genel olarak insanlara peygamber göndermiş. Onun için, o Peygamber'e de sevgimiz, saygımız sonsuz...
3. Kur'an-ı Kerim'e Bağlılık
Allah'ın kitabına bağlılığımız çok ileri seviyede... Yere kondurmayız, öpüp başımıza koyarız. Kur'an deyince, onun için de canımızı veririz.
Bu üç şey yetiyor zaten.... Rasûlüllah'a bağlandın mı, sünnetini kabul etmiş oluyorsun. Kur'an'a bağlandın mı, Kur'an'ın içindeki bütün hükümleri, şeriatı kabul etmiş oluyorsun; Bitiyor iş.
Onun için bizim ana, temel, esas olan inancımız bu: Allah'a inanıyoruz. Rasûlü Muhammed-i Mustafâ'ya inanıyoruz, ona bağlıyız. Rasûlüne indirdiği, bir harfi bile değişmemiş Kur'an-ı Kerim'e bağlıyız, Kur'an yolundayız.
Bunu niçin söylüyorum. Biz Kur'an yolundayız, Rasûlüllah'ın sünneti yolundayız. Bu iki şey belirleyici. Yâni Allah'ın yolundayız dediğimiz zaman nerden belli olacak?.. Allah'ın yolunda olduğumuz, Kur'an Allah'ın kitabı, kelâmı olduğundan, Kur'an'a bağlılığımızdan belli olacak...
--Ben Allah'ı seviyorum, ben Allah'a bağlıyım...
Bağlısın ama, Allah neyi, nerde, nasıl söylemiş; Kur'an'da söylemiş. O halde Kur'an'a bağlılık Allah'a bağlılığı elle tutulur, gözle görülür, isbat edilir hale getiriyor.
Bir adam "Ben Allah'ı seviyorum, Allah yolundayım!" diyor da, Kur'an'a aykırı işler yapıyorsa; güleriz ona, inanmayız ona... "Ne biçim Allah'a inanan insansın sen? Sen Kur'an'ı dinlemiyorsun, içki içiyorsun, kumar oynuyorsun, şu günahı işliyorsun, bu günahı işliyorsun. Bunlar Kur'an'da yok, sen bu olmayan şeyleri yapıyorsun... Namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun, hacca gitmiyorsun. Allah Allah! Allah Kur'an'da bunları emrediyor, niye tutmuyorsun?" deriz.
Hattâ Kur'an-ı Kerimde ayet var bu konuda... Peygamber Efendimiz zamanındaki yahudi ve hristiyan insanlar, Peygamber Efendimiz'e tâbî olmak istememişler. Demişler ki:
"--Bizim yolumuz iyi, bizim peygamberimiz var. Biz Mûsâ'ya tabiyiz, İsâ'ya tâbîyiz."
Peygamber Efendimiz diyor ki:
"--Mûsâ AS şu anda aranızda olsaydı, sağ olsaydı, bana tabi olurdu. İsâ AS şu anda dünyada olsaydı, bana tabi olurdu. Bu devir benim devrim, beni peygamber gönderdi Allah... Eğer Mûsâ AS'ı seviyorsanız, bana tâbi olacaksınız; İsâ AS'ı seviyorsanız, bana tabi olacaksınız. Şimdi Allah beni gönderdi. Her peygamberin devri, daha sonra bir başka peygamber gelince tazeleniyor, bitiyor. 'Artık Artık buna uyun!' demek oluyor, onun için bana uyacaksınız!" diyor.
Onun için, Allah-u Teàlâ Hazretleri Kur'an-ı kerimde buyuruyor ki:
(Kul inküntüm tuhibbûnallàh, fettebinî yühbibkümüllàh ve yağfirleküm zünûbeküm) "Ey Rasûlüm! O senin karşına dikilip de, 'Bizim dinimiz iyi, biz kendi peygamberimize bağlıyız. Biz sana uymayız, biz Allah'ı seviyoruz. Allah bizi seviyor.' diye boşuna iddia eden insanlara de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, ben Allah'ın rasûlüyüm, Allah beni gönderdi. Mûcizeler var, isbat edebilirim, ben Allah'ın peygamberiyim, bana tâbî olun! O zaman Allah da sizi sever, günahlarınızı bağışlar."
"Ama bana tâbî olmazsanız, ben İsâ'nın yolundayım, ben Mûsâ'nın yolundayım demek sizi kurtarmaz! Çünkü o yolları bozmuşsunuz. Sizin dedeleriniz bozmuş, raydan çıkartmış, yoldan çıkartmış. Put çıkartmışsınız ortaya, haç çıkartmışsınız; yoktu... Şarap çıkartmışsınız; yoktu... İsâ AS'ın demediği şeyleri ortaya çıkartmışsınız; yoktu onun zamanında... Onun için sizin bu Allah bizi seviyor demeniz doğru olmaz; bana tâbî olacaksınız!" demiştir.
Peki kendisine tabi olanlar niye tabi oldular Peygamber Efendimiz'e?.. Yakından gördüler, tanıdılar, bildiler, mucizelerini gördüler; kesin olarak onun Allah'ın peygamberi olduğunu anladılar. Onun yanında toplandılar, onun için canlarını verecek hale geldiler.
Biz de hadislerini okudukça, İslâm tarihini okudukça anlıyoruz. Rasûlüllah'a bağlanan insanların ne sebeple, ne duygularla bağlandığını seziyoruz. Biz de onun zamanında yaşasaydık, biz de onu tercih ederdik. Ölsek, işkence görsek, müşrikler bizi götürseler, "Dön dininden, dönmezsen seni öldürüz!" deseler; onlar dönmediler, herhalde biz de dönmezdik. Kesin bunlar...
Şimdi aziz ve muhterem kardeşlerim, biz Kur'an'a tabîyiz, Rasûlüllah'ın sünnetine tabîyiz. Dedelerimiz ölçmüşler, biçmişler bu işi, yolu tutturmuşlar. Ecdadımızı da çok seviyorum ben, çok dualar ediyorum. Esası çok kesin olarak ortaya koymuşlardır: Kur'an bir şeyi söylüyorsa, tutacağız; Rasûlüllah bir şeyi tavsiye etmişse, tutacağız... Çok güzel!
Kur'an ne dediyse yapmışlar, Rasûlüllah Efendimiz ne dediyse yapmışlar, neyi yapmayın dediyse bırakmışlar.
"--Şu günah!"
"--Peki bıraktım."
"--Şu haram!"
"--Pekiyi, yapmayacağım." demişler.
Elhamdü lillâh Allah'ın ayetlerini ihtiva eden, emirlerini ihtiva eden Kur'an var elimizde... Kelâm-ı Kadîm var, Allah'ın kelâmı var... Ne güzel! Kaybolmamış, bozulmamış. Peygamber Efendimiz'e iner inmez, taze taze, etrafındaki vahiy kâtipleri tarafından anında yazılmış. Hemen yazılmış.
Onun için biz --sizler ve bizler-- Kur'an'ın ehliyiz. Allah'a inanmışız, Allah'ın kelâmı Kur'an'a bağlıyız. Rasûlüllah'a bağlanmışız, Rasûlüllah'ın sünnetine tâbîyiz, Rasûlüllah'ın sünnetine uyuyoruz.
--Hocam, şimdi bu asırda herkes sakalını, bıyığını buldozerle dümdüz kesiyor, sen niye bu sakalı bıraktın?..
--Sünnet diye bıraktım.
--Başına bu bezi niye sardın?..
--Sünnet diye sardım.
Her şeyimiz böyle... Bizi şu görüntümüzle yapan, bize şeklimizi veren Peygamber Efendimiz, Kur'an-ı Kerim... Kur'an-ı Kerim'in emirleri, Peygamber Efendimiz'in tavsiyeleri... Şimdi biz esas itibariyle buyuz işte...
Kur'an'ı yaşamak, Peygamber Efendimiz'in tavsiyelerini tutmak yeter. Onu yapıyoruz. Kur'an yolundayız, Peygamber Efendimiz'in sünnetini uygulama yolundayız.
--Efendim, herkes öyle söylüyor...
--Herkes öyle söylüyor ama, söylediğini yapmıyor.
Peygamber SAS Efendimizin zamanında kravat var mıydı?.. Yoktu. Diyanet İşleri Başkanı kravat takıyor. Hem de kravat başka milletlerin bir işareti olduğu halde... Peygamber Efendimiz sakallı; bunlar sakal bırakmıyor... Peygamber Efendimiz, "Günde yüz defa estağfirullah çekin, ben de çekiyorum!" demiş; bunlar çekmiyor... Biz Peygamber Efendimiz'in tavsiyelerini tutuyoruz; bunlar tutmuyor.
Razıyız, Kur'an ne dediyse, uyalım; tamam... Rasûlüllah ne söylediyse, yapalım... Yapmayan onlar, yapan biziz.
İmâm-ı Gazalî, --kendisi mütefekkir ya-- zamanındaki bütün inanç sistemlerini ve fırkaları, inanç gruplarını, zümreleri incelemiş; "Kur'an-ı Kerim'e ve Rasûlülah'ın sünnetine en uygun yaşayan insanlar olarak dervişleri, sûfîleri gördüm." diyor. Ötekiler kaytarıyor, kıvırttırıyorlar, sapıttırıyorlar, ihmal ediyorlar, gevşek duruyorlar, tam yapmıyorlar... Tam yapan kim?.. Takvâ ehli, ahiret ehli, ihlâs ehli mübarek insanlar...İmam-ı Gazalî'nin tesbiti bu....
Siz de inceleyin, dinî zümreleri inceleyin! Aynı şeyleri göreceksiniz. Tarihte bu böyle olduğu gibi şimdi de böyle...
Şimdi biz bu tarz ile yürürken, bazıları bizim bu halimize kızıyorlar. "Bu kadar müslüman olma!.." diyorlar. Şimdi meselâ, Tansu Çiller diyor ki: "Türk askeri dindardır, Türk komutanları dinsiz değildir."
İyi dindar da, niye imam-hatip okullarına kızıyor, kapatmağa, azaltmağa çalışıyor?.. Niye Kur'an kurslarına taktı kafayı da binbeşyüz tanesinin kapatılmasına sebep oldu?..
Bize hiç batmıyordu Kur'an kursları... Var mı içinizde Kur'an hiç kurslarından şikâyetçi olan bir kimse?.. Kur'an kursları batan bir insan var mı içinizde?.. Yok... Bize batmıyor da onlara niye battı?.. Gözlerine battı, vicdanlarını rahatsız etti, Kur'an kurslarını kapatmağa karar verdiler. Bizi niye rahatsız etmiyor da, onları rahatsız ediyor?.. Çünkü biz Kur'an-ı Kerim'in yolunda yürüdüğümüz için, Kur'an-ı Kerim'i kim öğretirse öğretsin --ruhsatlı ruhsatsız vız gelir-- memnun oluyoruz.
Bu meyhaneler ruhsatlı da biz onlardan razı mıyız?.. Bütün meyhaneler ruhsatlı... İdareden, belediyeden, valilikten ruhsatı almışlar. Ruhsatlı diye biz o meyhanelere razı mıyız, kumarhânelere razı mıyız?.. Razı değiliz. Ruhsatsız diye bu Kur'an kurslarına düşman mıyız?.. Değiliz. Neden?.. Biz Kur'an yolunda yürüyoruz da ondan... Onlar yürümüyor.
b. Tasavvufun Aslı
Şimdi bunlar kalkmışlar diyorlar ki:
"--İslâm'da tasavvuf yoktur, İslâm'da tarikat yoktur."
Yalan söylüyorlar, yalan söylediler. Mübarek Ramazan ayında, bütün Ramazan boyu yalan söylediler. Kimler yalan söyledi?.. Tarikatla, tasavvufla, dinle, imanla ilgisi olmayan insanlar... Bir tanesi çıktı, "Dört aydır bu iş için hazırlanıyoruz." dedi. Meğer kimmiş bu adam?.. Porno yayınlar yayınlamakla tanımış, bir herif-i nâşerifmiş. Porno yayın ne demek, müstehcen demek, çirkin, günah demek... Bak kimler karşımıza çıkıyor, ne yalanlar söylüyorlar!.. "Dinime dahleyelen, bari müselman olsa!" demiş şair... Dinime çatan müslüman olsa da, iyi müslümanlık yapmıyorsunuz dese...
Birisi porno yayıncı... Öteki ortaya çıkarttıkları insanların da ajan olduğu çıktı ortaya... Kuklaları, ajanları çıkarttılar, kendi boyadıkları kuklalarla, İslâm'ı, tasavvufu, tarikatı kötülemeğe çalıştılar.
Kalktı Diyanet İşleri Başkanı da dedi ki:
"--İslâm'da tarikat yoktur. Peygamber Efendimiz'in zamanında tarikat yoktu." dedi.
Bende o zaman dedim ki:
"--Peygamber Efendimiz zamanında Diyanet teşkilatı da yoktu."
Var mıydı? Diyanet teşkilatı var mıydı, Diyanet İşleri Başkanı var mıydı?.. O da yoktu. İhtiyaçtan çıkıyor, veyahut dinin emrettiği şeyleri yapacağız derken oluyor.
Aynı lafı mezhebler için de söylüyorlar. Ben Kâbe'de namaz kılıyorum, adam geliyor, "Böyle yapma!" diyor. Neden yapmayacakmışım? Ben Hanefî mezhebindenim, elbette Hanefî mezhebine uygun olarak bu böyle yapılır, ondan yapıyorum.
--Peygamber Efendimiz zamanında Hanefîlik yoktu.
Yoktu ama, mecburiyetten oluştu Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerini, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini yorumlamaktan, "Bunun mânâsı budur." diye bir anlayış olarak, Hanefî mezhebi ve diğer mezhebler ortaya çıktı. Şafiî, Malikî, Hanbelî hepsi hak diyoruz.
Misal vereyim: Biz Kâbe'nin karşısında, Kâbe'ye yakın bir yerde namaz kıldık. İmam "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!" derken, biz de selâm verdik. Benim dört beş adım ötemden bir gürültü koptu. İhtiyar, sakallı bir adam fenâ halde azarlıyor bizim arkadaşları, bangır bangır bağırıyor. "Niye böyle imamla beraber selâm verdiniz?" diyor.
Ne yapacakmışız... Duracakmışız. İmam iki tarafına selâm verecekmiş, ondan sonra biz selâm verecekmişiz. Bundan dolayı kavga ediyor bizim arkadaşlarla... Yâ biz deminden beri imam ne diyorsa, hep onun yaptığını yapıyoruz. Onunla beraber rükû ediyoruz, secde ediyoruz. Her şeye uyuyoruz, selâm verince de veriyoruz. Nesine kızıyorsun, bangır bangır bagırıyorsun?..
Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:
(İzâ sellemel-imâmü fesellimû) "İmam selâm verdi mi, siz de selâm verin!" diyor. Biz de onun için imamla beraber selâm veriyoruz. Başından beri uyduğumuz gibi, imama orda da uyuyoruz. Vicdanımız rahat...
Onlar, belki imam sehiv secdesine varır vs. diye başka mezheblerinin kanaatinden dolayı, "Bekle bakalım ne yapacak, ondan sonra uy!" diyorlar. Benim uygulamam Peygamber Efendimiz'in tavsiyesine uygun...
Buna benzer şeylerden farklar olmuş ama, işte hadisi anlayıştan fark olmuş. Beni yolum doğru elhamdü lillâh, bir şikâyetim yok... Ben böyle dedim, bu sefer bana bağırdı:
--Peygamber Efendimiz'in zamanında Hanefîlik, Şâfiîlik yoktu!
--E peki Hanefîlik, Şâfiîlik yoksa, bana ne karışıyorsun?.. Benimki yoksa, seninki de yoktu, sen neyin kavgasını yapıyorsun o zaman?..
Mantıksız... Bana itiraz ediyorsa, ben de ona itiraz ederim; o zaman o da şaşırır, kalır.
Hasılı, Peygamber Efendimiz zamanında tasavvuf var mıydı, yok muydu?.. Diyanet İşleri Başkanı olmadığını söyledi, bizim şimdi burda cevap vermemiz lâzım! Tabii, isbat etmemiz lâzım!.. O bir şey söylüyor, o olmadığını isbat etsin; ben bir şey söylüyorum, ben de olduğunu isbat edeyim... Çünkü ihtilâf oldu; Diyanet İşleri Başkanı başka bir şey söyledi, biz de öyle söylemiyoruz. Şimdi ben sıralamaya başlayayım:
--Tasavvuf yolu ne yoludur?..
--Takvâ yoludur, Allah'tan korkmak yoludur. Allah Kur'an-ı Kerim'de nice nice ayetlerde, "Ey iman edenler takvâ ehli olun, Allah'tan korkun!" demiyor mu?.. Demek ki ben Kur'an'ı uyguluyorum.
--Tasavvuf yolu ne yoludur?..
--Tasavvuf denince ilk aklıma gelen tesbih oluyor, zikir oluyor.
Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de:
(Vezkürisme rabbike bükreten ve esîlâ) "Allah'ın adını sabah akşam zikret!"
(Yâ eyyühellezîne âmenüzkürullàhe zikren kesîrâ) "Ey iman edenler Allah'ı çok zikredin!" demiyor mu?.. Tamam, ben Allah'ın emrini tutuyorum.
Gel bakalım reis bey, sen Allah'ı zikrediyor musun, tesbihin var mı?.. Biz oturup "Allah... Allah..." diye Allah'ı zikrediyoruz; sen yapıyor musun?.. Nerden çıkarttın sen Peygamber Efendimiz'in zamanında tasavvufun olmadığını?.. Bak zikir varmış, takvâ da varmış.
--Sonra, tasavvuf denince başka ne akla geliyor?..
--Nefsin, nefs-i emmârenin terbiye edilmesi... Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri:
(Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hàbe men dessâhâ.) "Kim nefsini terbiye ederse, zabt ü rabt altına alırsa felâh bulur; nefsini terbiye etmezse helâk olur, mahvolur." demiyor mu?.. Diyor. Nefsin terbiyesine işaret etmiyor mu?.. Ediyor.
Tasavvuf nefsi terbiye etmek için, dervişi nefis terbiyesine yetiştiriyor. Tasavvuftan başka nerde gördünüz siz nefsin terbiye edildiğini?.. Yok... Diyanet İşleri Başkanlığı'nda nefsi terbiye diye bir yer var mı?.. Bir nefsi terbiye okulu açmışlar mı?..
Nefis nasıl terbiye olacak? Şu insanın nefs-i emmâresi, azgın nefsi, kendini beğenmiş, tenbel, kötülüklere meyilli;
(İnnen nefse lemmâretün bis-sûi illâ mâ rahime rabbî) buyrulan bu nefsi terbiye edecek hangi müesseseyi kurmuş Diyanet?.. Kurmamış.
Tasavvuf onu yapıyor, müslümanları nefis terbiyesinden geçiriyor, tornadan geçiriyor, eğitiyor. Nefsini terbiye ettiriyor. Duymadınız mı Yunus Emre'nin tekkesine, şeyhine nasıl hizmet etiğini?.. Duymadınız mı, Aziz Mahmud-u Hüdâî Hazretleri'nin, şeyhi Üftâde Hazretleri'nin yanında nasıl terbiye olduğunu?..
Demek ki, nefis terbiyesi de Kur'an-ı Kerim'de varmış.
--Tasavvuf deyince başka ne hatıra geliyor?..
--İşte bir kenara çekiliyor dervişler, "Allah... Allah..." diyor, zikrediyor.
Sen bunu mu ayıplıyorsun?.. Peygamber SAS Efendimiz Hıra mağarasına çıkıp da, günlerce orada kalmadı mı?.. Hazret-i Hatice validemiz yanına kadar çıkıp yiyecekleri bırakırdı. Orda günlerce ibadet ederdi Peygamber SAS Efendimiz... Sen tek başına kalıp da Allah'ı zikretmenin, halvet çıkarıp da Allah demenin Peygamber Efendimiz'in zamanında olduğunu görüyorsun da, niye tasavvuf Peygamber Efendimiz'in zamanında yoktu diyorsun?.. Nasıl diyebilirsin?
Bak Peygamber Efendimiz toplumu terketmiş, Hıra mağarasına çekilmiş. Öyle bir mağara ki çıkmak için birbuçuk saat uğraşmak lâzım! Herkes çıkamaz. Birisi gelip de, "Selâmün aleyküm yâ Muhammed! Nasılsın, iyimisin? seni özledim de geldim." diyebileceği bir yer değil... Çok zor çıkılacak bir yer...
Orada, hiç kimsenin kendisini rahatsız edemeyeceği bir yerde, günlerce ibadet ederdi Peygamber Efendimiz... Hattâ o zamanın halkı, Peygamber Efendimiz'in bu alışılmamış haline ne derlerdi:
(Aşıka muhammedin rabbehû) "Muhammed Rabbine aşık oldu." derlerdi. Aşık oldu da, mecnun gibi dağın tepesine çıkıyor derlerdi.
İşte tasavvuf bu... Demek ki, Peygamber Efendimiz'in Hıra mağarasına çekildiği gibi, onun o halini takiben, derviş de tarikatta uzlete çekilip, halvete çekilip çalışıyor; Allah Kur'an'da zikri emrettiğinden, eline tesbihi alıp zikrediyor; Allah nefsi terbiye etmek gerekir buyurduğundan, Allah'ın rızasını kazanmak için nefsin terbiyesine çalışıyor.
İnsanın ahlâkının güzel olmasını, kötü huyları bırakmasını Kur'an-ı Kerim birçok ayetlerde emrediyor. Meselâ:
(Velâ ya'teb ba'duküm ba'dà) "Biriniz ötekisini gıybet etmesin!" diyor. Ahlâkî emirleri var; sabret diyor, merhametli olmayı tavsiye ediyor. Ahlâk dediğimiz şeyleri, güzel huylar dediğimiz şeyleri, müslümanlar yapsın diye Kur'an-ı Kerim tavsiye ediyor. Tasavvufta da güzel ahlâk öğretiliyor, kötü huylar bıraktırılıyor.
Demek ki, tasavvuf deyince akla gelen ne varsa Peygamber Efendimiz'in zamanında var, Kur'an-ı Kerim'de var; Peygamber Efendimiz de, ashab-ı kiram da bunu uygulamışlardır.
O zamanın insanları bu hale ne derlerdi?.. Buna ihsân derlerdi. İhsân ne demek?.. Peygamber Efendimiz söylüyor:
(El-ihsânü en ta'büdallàhe keenneke terâhü fein lem tekün terâhü feinnehû yerâke) "İhsân Allah'ı görüyormuş gibi, ona candan ibadet etmendir. Çünkü, her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni görüyor."
"Mâdem Rabbim beni görüyor, mâdem Rabbim her yerde hàzır ve nâzır; ben onu görüyormuşum gibi, onun huzurundaymışım gibi ibadet etmeliyim!" diye düşünerek kulluk yapmasını hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor.
O halde tasavvuf denilen şey ne ise, nelerden meydana geliyorsa, onların hepsi Kur'an-ı Kerim'de varsa, Peygamber Efendimiz'de varsa; tasavvuf Peygamber Efendimiz'in zamanında var demektir, sahabe-i kiramın üzerinde vardır. Ama adı tasavvuf değil de ihsân yoludur, zühddür.
Zühd; dünyayı gözünde büyütmemek, dünyaya meyletmemek, ahireti düşünmek, ahiret için çalışmak, tok gözlü olmak, aç gözlü olmamak, hırslı olmamak...
Demek ki, bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimiz mutasavvıfların önderi idi, serveri idi, şâhı idi. Mutasavvıflar Peygamber Efendimiz'in hayatını tatbik eden insanlar oldukları için, tam onun gibi yapmak istedikleri için, öteki müslümanlardan farklı görünüyorlar. Herkes de onlara hayret ediyor. İşte Peygamber Efendimiz'in yaşayışı o, onun için onlar mutasavvıf diye ayrılmış.
Ötekisi yaşamıyor ki... Ötekisi sarayda çalgıları çaldırtmakta, çengileri oynatmakta... İlk devirde başlamış, saraylarda keyfler, zevkler, sefalar... Emevîlerde başlamamış mı?.. Emevîlerde başlamamış mı, böyle Rasûlüllah'ın asr-ı sadetinde yapmadığı şeylerin yapılması?.. O zaman başlamış. Saraylar var mı, israf var mı, böyle keyf, zevk sefa var mı?.. Yok. O zaman başlamış. Var mı böyle orduya dayanıp halka şöyle yapmak, böyle yapmak?.. O zaman başlamış. Demek ki, onlar ayrılmışlar. Rasûlüllah'ın yolundan ayrılan o yöneticiler, o devrin zenginleri, o devrin dünya ehli insanları...
Rasûlüllah'ın yolunda yürüyenler, mutasavvıf diye adlandırılmış. Zühd yolundan, ihsân yolundan, takvâ yolundan yürüyen insanlar mutasavvıf diye adlandırılmış.
--Peki hocam, hepsini anlar gibi olduk da, bir tane şeyh çıkıyor ortaya; müridler de bunun önünde eğiliyorlar, kalkıyorlar, elini öpüyorlar, eteğini öpüyorlar... Bu nerden çıktı, bu da mı vardı?..
Evet bu da vardı. Peygamber SAS Efendimiz ashabı ile bu durumdaydı. Peygamber Efendimiz ashabını böyle terbiye ediyordu. Peygamber Efendimiz sarayda oturup, kürsüde oturup, İslâm'ı konferans tarzında anlatıp, çekilip gitmiyordu. Halkla beraber idi, halkın içindeydi, halkın insanıydı. Hattâ fukarayı seviyordu, fakirlerle beraber olmayı seviyordu. Onlarla oturken, kalkarken tavsiye ediyordu: "Bak böyle yapmayın, yanlış olur, günah olur. Şöyle yapın, böyle yaparsanız iyi olur." diye eğitiyordu onları, terbiye ediyordu. Aile gibiydi müslümanlar.
Meselâ bir çocuk terbiyeli ise diyoruz ki: "Ailesinden, annesinden güzel terbiye almış. Ev terbiyesi, ana terbiyesi kuvvetli..." diyoruz. Neden?.. Yatarken, kalkarken anne-baba çocuğu evin içinde her halini, her kusurunu görüyor, yetiştiriyor. İyi yetiştirirse, annesinden, babasından iyi terbiye almış diyoruz.
Bu mekteptekine benzemiyor. Mektepte çünkü, hocası sınıfa giriyor, sıraya oturmuş çocuklarına yanına geliyor. "Susun bakayım çocuklar! Cetveli avucunuza vururum ha!..Şu derse çalışın, akşam şu ödevi yapın!.. Kalk bakalım, söyle bakalım, bildin, bilemedin... Şu notu aldın, bu notu aldın..." Bu terbiyede yetmiyor. Terbiye için beraberlik lâzım! Aile terbiyesi gibi...
Peygamber Efendimiz de müslümanları nasıl yetiştirdi?.. Aile terbiyesi gibi... Ashabını etrafına topladı, asr-ı saadette muhabbetli bir zümre olarak yaşadılar. Beraber yaşadılar; oturdular, kalktılar, namazı beraber kıldılar, hayatı beraber sürdüler... Her andaki duruma göre Peygamber Efendimiz onları yetiştirdi. Nasıl yetiştirdi?.. Öyle güzel yetiştirdi ki, öyle terbiyeli yetiştirdi ki, ashabı yıldız gibi, hangisini tutsa insan, hangisine baksa, doğru yolu bulur.
(Ashàbî ken-nücûm, bieyyihim ıktedeytüm, ihtedeytüm) "Benim ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uysanız, hangisinin eteğinden yapışsanız, hangisinin izinden gitseniz, hidayet bulursunuz." Neden?.. Güzel yetiştirdi.