41 ilâ 60. sayfalar

Böyle diyemeyenler de var, sahabeden yine... Bir de onun misalini söyleyelim. Ne yapalım insanlar derece derece oluyor, zayıf oluyor, kuvvetli oluyor. Birisinin iki gözü a'mâ olmuş. Geliyor Rasûlüllah'a, diyor ki:

"--Yâ Rasûlallah! Bu a'mâlık bana çok dokundu, çok zor geliyor, tahammül edemiyorum. Görüp duran gözlerim görmez olunca, dayanamıyorum. Bana dua et de gözlerim tekrar açılsın, görsün!"

Peygamber Efendimiz diyor ki:

"--İstersen ona etmeyeyim, başka şeye dua edeyim?.."

"--Yok, dayanamıyorum a'mâlığa, gözüm açılsın!.." diyor.

Keşke, "Tamam yâ Rasûlallah, neye edersen et!" deseydi ama, öyle dememiş, "Dayanamıyorum yâ Rasûlallah!" demiş. Neden Peygamber Efendimiz, gözlerin için değil de, başka bir şey için dua edeyim dedi?.. Benim tahminim: Çünkü Allah bir insanın gözünü alırsa, o da sabrederse, mükâfatı cennetten başka bir şey değil; mutlaka cennet... Onun için öyle demiştir diye düşünüyorum.

Diyor ki:

"--Dayanamıyorum yâ Rasûlallah, sen bana dua et!"

"--Peki, evine git, abdest al, iki rekât namaz kıl, şöyle dua et!" diyor.

61

Bir dua öğretiyor ona. O duanın içinde şu mânâ var:

"--Yâ Rabbi, Rasûlüllah'ın hürmetine benim gözümün nurunu bana iade et, Rasûlüllah'ın hatırına benim gözümü aç!.."

O kısmı var, duanın önemli olan, can alıcı noktası orası... Raviler diyor ki:

"--O adam bu duayı aldı, evine gitti; gözleri açık olarak geldi."

Rasûlüllah'ın hatırına bak! Allah nasıl onun hatırına duasını kabul ediyor. Yâni duası tuttu. Diğer sahabi, "Ben Allah'ın kaderini gözümün nurundan çok severim." demişti. O da kaza ve kadere rıza ve teslimiyet makamıdır, tasavvufî makamların en yükseğidir.

4. İbadetleri Sevmek

Sonra, Allah'ı seven ibadetleri sever, özellikle zikri sever. Peygamber SAS dedi ki:

"--Sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi bana: Birisi namaz...

(Kurreti aynî fis-salâh) Namazda gözümün şenliği, hoşluğu, serinliği..." dedi, yâni namazı çok sevdiğini söyledi.

Allah'ı sever, ibadeti severek yapar. "Allah ekber" der, gözlerinden yaşlar dökülür. Secde eder, secde yeri ıslanır. Selâm verir, hüngür hüngür ağlar. Kimse yok, evde, kendisi, geceleyin... Neden?.. Allah'ı sever. Allah'ı sevince ibadetini seviyor.

62

Zikreder, "Allah... Allah... Allah..." der, gözleri yaşarır. Bir insan Allah sevgisinden, Allah korkusunda ağlarsa, o göze cehennem ateşi değmez. Hadis-i şerifte buyruluyor:

320/9 (Aynâni lâ temessehümen-nârü ebedâ) "İki göze ebedî olarak cehennem ateşi değmez: (Aynün beket min haşyetillâh) Allah korkusundan ağlayan göz; (ve aynün bâtet tahrusü fî sebîlillâh) Allah yolunda hudutlarda nöbet tutan bekçinin gözü..."

İbadetini sever, aşk ile yapar; zikrini sever, zikrini aşk ile, şevk ile yapar.

Yunus ne diyor:

Dağlar ile taşlar ile,
Çağırayım Mevlâm seni!
Seherlerde kuşlar ile,
Çağırayım Mevlâm seni!

Deryâlarda mâhî ile,
Sahrâlarda âhû ile,
Derviş olup yâ hû ile,
Çağırayım Mevlâm seni!

Nasıl coşkulu, nasıl aşklı, nasıl şevkli!.. Sonra bir güzel ilâhi var ki, keşke arkadaşlara söyleseydim de, biliyorlarsa onu okusalardı:

Aşık oldum ben Allah'ın adına, hay meded,
Doyamadım zikrullahın tadına, hay meded!

Münafıklar ibadeti sevmez. Allah'ı sevmenin, Allah aşıkı olmanın alâmeti, ibadetleri sevmektir. İbadetleri sevmemek münafıklık alâmetidir. Eğer sende de, bende de varsa, o da münafıklık alâmetidir, kurtulmaya çalışmak lâzım!..

63

(Ve izâ kàmû iles-salâti kàmû küsâlâ) Namaza kalkarken münafıklar tembel tembel kalkarlarmış.

Allah'ı seven Allah'a kavuşmayı sever. Öyle insanlar var ki, Kadı İyaz'ın Şifâ-yı Şerif isimli kitabında okudum, her akşam şöyle dua edermiş:

"--Yâ Rabbi, dün akşam almadın canımı, ne olursun bu akşam al bari de, sevdiklerime kavuşayım, sana kavuşayım!" dermiş.

Yâni Allah'ı seven, Allah'la kavuşmayı sever. Bir hadis-i şerif okuyacağım:

396/8 (Men ehabbe likàallah, ehabballàhu likàehû, ve men kerihe likàallah, kerihallàhu likàehû.) "Kim Allah'la kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever, onu sever. Kim Allah'la kavuşmaktan, buluşmaktan hoşlanmazsa, Allah da onu görmekten, onun huzuruna gelmesinden hoşlanmaz." Sonra onu sevmez. Kişinin duygusuna göre...

(Ene inde zanne abdî) "Ben kulumun bana karşı olan duygularına göreyim." buyuruyor Allah-u Teàlâ Hazretleri.

400/14 (Men erâde en ya'leme mâ lehû indallàhi azze vecel, felyenzur mâ lillâhi azze ve celle indehû.) "Allah'ın yanında mevkiinin, makamının ne olduğunu bir insan merak ediyorsa; kendisinin yanında Allah'ın itibarı ne kadar, ona baksın; Allah'la işi ne kadar, ona baksın; Allah'ın kadr ü kıymeti ne kadar, ona baksın!"

64

Biliyorsunuz, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Mesnevî'sine ney'i anlatarak başlıyor. Ne diyor:

Bişnev ez ney çün hikâyet mikuned,
Ez cüdâihâ şikâyet mikuned

"Dinle neyden kim, hikâyet eyliyor,
Ayrılıklardan şikâyet eyliyor."

Kez neyistan tâ merâ bübrîde end,
Ez nefirem merd ü zen nâlîde end.

"Beni kamışlıktan kopardıkları zamandan beri, o vatanımdan ayrıldım ya, o hasretten beri, her yerde insanlar benim feryadımı duydukça onları da ağlatıyorum."

Ney çalınıyor demez neyzenler, neye üfürmek derler. Neye üfürüldüğü zaman neyin dibinden su damlar.

Âteşest in bank-i nâyi nist bâd,
Her ki in âteş nedâred, nist bâd.

Bu müthiş bir beyittir. "Bu neyin sesi üfürük değildir, hava değildir; ateştir. Kimin içinde bu ateş yoksa, yok olsun!"

Şunun kadar da olamadık mı?.. İki ucu delik, üstünde delikler olan bir küçücük kamış kadar da olamadık mı?.. "Kimde onun yanıklığı yoksa, yok olsun!" diyor. Nedenmiş o yanıklığı?.. Vatan-ı aslîsine hasretliğindenmiş, orayı özlüyormuş, oraya gitmek istiyormuş. İnsanoğlu da öyle olmalı, ben Allah'ın kuluyum diye Allah'a kavuşmayı istemeli!

65

Mevlânâ'nın (KS) bir gazeli var, bizim kardeşlerimiz onu özel olarak bilirler. Çünkü Hocamız'ın vefatı günü, takvimin arkasında tevâfukan o gazel vardı. Mevlânâ'nın gazeli, nasıl da gelmiş tam Hocamız'ın vefatı gününde takvimin arkasına yazılmış. Diyor ki:

"Ben vefat ettiğim zaman, sakın benim vefatıma ağlama!

Sakın 'El-firâk, el-firâk!.. Eyvah, ayrılık, ayrılık...' deme; ben kavuşmaya gidiyorum.

Sakın, 'Yazık, yazık!..' deme; insan şeytana aldanırsa, yazık o zaman denir. Yoksa ben yazık denecek bir durumda değilim, ben Allah'a kavuşmaya gidiyorum."

Demek ki Allah'ı seven, Allah'a kavuşmayı da sever, şehidliği de sever, her şeyini sever. Aziz ve muhterem kardeşlerim, asıl sevgi Allah sevgisidir.

g. Sevgiyi Öğrenmek ve Öğretmek

Bu kadar sözden sonra sonuç: Biz müslümanlar yeryüzünde ve tarih içinde, tarih boyunca en hayırlı ümmetiz. Allah CC öyle söylüyor, elhamdü lillâh ki müslümanız:

(Küntüm hayra ümmetin) "Siz en hayırlı ümmetsiniz. (uhricet lin-nâs) İnsanlar için özel olarak çıkartıldınız siz, tornadan özel çıktınız, model ümmetsinizsiz. Öteki insanlara bir nümûne olsun diye, güzel bir örnek olsun diye çıkartıldınız. (Te'mürûne bil-ma'rûfi ve tenhevne anil-münkeri ve tü'minûne billâh) Emr-i ma'ruf yaparsınız, nehy-i münker yaparsınız. Sağlam imanla yaşarsınız."

66

Biz en hayırlı ümmetiz, Kur'an-ı Kerim'in ifadesi böyle... Dünyanın her tarafına yayıldık. Bak elhamdü lillâh şu salonda bile nerelerden kardeşlerimiz var... İsveç'ten gelenler var, İngiltere'den gelenler var, Avustralya'dan gelenler var, Avusturya'dan gelenler var... Avusturya Viyana'dan gelenler var, Avustralya Sydney'den gelenler var... Türkiye'den gelenler var. Muhtelif yerlerden gelmişiz, muhtelif yerlere de dağılmışız; Amerika'da, Orta Asya'da, Endonezya'da, Afrika'da, Güney Afrika'da... her yerde varız.

Görevlerimiz var muhterem kardeşlerim! Mü'min olarak, Allah'ın sevdiği kullar olarak, Allah'ın sevgisine mazhar kullar olarak hepimizin görevi var... Onun için hepimiz görevimizi müdrik olmalıyız, görevli olduğumuzu bilmeliyiz. Özel olarak çıkartılmış bir ümmet olduğumuzu bilmeliyiz.

Şu bahis konusu ettiğim sevgi duygusu, en tatlı duygudur. Çalışmalarımız için de, en tesirli vasıtadır. Onun için hepimiz sevgiyi, sevmeyi öğrenelim, iyi öğrenelim!.. Çünkü, bazı insanlar sevgiyi bilmiyor.

67

Belki duymamışsınızdır, bir şeyh efendiye birisi gelmiş:

"--Efendim beni müridliğe kabul edin, beni terbiyenize alın, size derviş olmak istiyorum!" demiş.

Şeyh efendi sormuş:

"--Evlâdım, yemeklerden hangi yemeği seversin?.."

"--Ayırmam, hangi yemek olsa yerim."

"--Evlâdım, kebap var, tatlı var, şunu var, bunu var..."

"--Farketmez efendim..."

"--Pekiyi, çiçeklerden hangisini seversin?.."

"--Farketmez efendim."

"--Peki şundan hangisini seversin, bundan hangisini seversin?.."

Hiç birisi farketmiyor.

"--Git, yıkıl karşımdan, sen hiç bir şeyi sevmeyi öğrenmemişsin, hiç sevgi bilmiyorsun sen; Allah sevgisini hiç anlamazsın!.. Bir şeyi sevmeyi öğren de ben de sana, o asıl sevgi değil, asıl sevgi budur diye gerçek sevgiyi öğreteyim." demiş.

68

Sevgiyi öğrenmek lâzım, öğretmek de lâzım!

Şimdi ben bakıyorum, Türkiye siyasetine... (Siyasetle uğraşan bir adamım ben... Müslüman siyasetle uğraşmaz mı; her şeyle de uğraşır. Vatandaş olarak uğraşıyoruz.) Hiç sevgi yok, hiç insaf yok... Öyle gaddar, öyle zalim, öyle sevgisiz, öyle insafsız ki; televizyonlara bakıyorum, acıyorum. Büyük bir sevgi seferberliğine kalkışmamız lâzım! Sevgiyi bilmiyor millet... Herkes herkesi kıtır kıtır kesecek. Eline satırı versen, pirzolalık yapacak... Hepsini doğrayacak böyle, bifteklik yapacak, gözü de yaşarmayacak. O kadar düşman herkes herkese...

Sevgiyi öğrenmemiz lâzım, çoluk-çocuğumuza öğretmemiz lâzım!..

Sevilecek şekilde çalışmamız lâzım! Oturmamız, kalkmamız, konuşmamız, susmamız, çalışmamız sevilecek tarzda olmalı!..

Peygamber Efendimiz buna çok dikkat ederdi. Peygamber Efendimiz 1400 yıl önceden dişleri fırçalardı. Kapıya birisi geldiği zaman, yerdeki suyun üzerine eğilmiş, saçını sakalını düzeltmiş, öyle açmış. Evde ya; yattı belki sakalı ezildi, belki saçı dağıldı; saçını düzeltmiş, kapıyı öyle açmış.

69

Tırnaklarını keserdi, güzel koku sürerdi, yıkanırdı. Rasûlüllah SAS çölde, --buradaki gibi suyun bol olduğu yerde değil--şıkır şıkır günde beş defa yıkanırdı. Dişleri fırçalattırırdı. Koltuk altlarını, kasıkları kazımayı emrederdi. Tırnakları kestirtirdi. Yâni hiç bir yerde ter, pislik bir şey kalmasın diye her türlü temizliği, güzelliği öğretmişti.

Sevilecek şekilde olmalıyız, sevilecek şekilde hareket etmeliyiz. Sevilecek tarzda söz söylemeyi öğrenmeliyiz.

Adamın birisini şahit olarak mahkemeye çağırmışlar. Kadı efendiye de, çok doğru bir kimsedir diye medhetmişler. Kadı efendinin de bir gözü körmüş. Adam mahkemeye gelince;

"--Selâmün aleyküm, kör kadı?" demiş.

Kadı efendi bozulmuş;

"--Bu kadar doğruluk da fazla!" demiş.

Gözü kör diye, kör kadı denir mi?.. Sözü güzel söylemeyi bilmek lâzım, öğrenmek lâzım!..

Çoluk çocuğumuzu sevgi ile, sevgiyi bilen, sevgiden anlayan, fark eden kimseler olarak yetiştirmeliyiz. Sevgiden anlamalı!..

Sonra, ma'rifetullaha, muhabbetullaha, aşkullaha erişmeğe çalışmalıyız. Bu önemli bir iştir, çok önemli bir iştir. Fantezi değildir, Mü'minin aksesuarı değildir; kalbin derinliğinde, ocağın içindeki ateştir. Enerjinin kaynağıdır, işin aslı esasıdır. Onu elde etmeğe çalışmalıyız. Yâni iyi derviş olmalıyız!..

70

Tasavvufa girmek lâzım, Yunus Emre gibi olmak lâzım, Mevlânâ gibi olmak lâzım, Eşrefoğlu Rûmî gibi olmalıyız.

Kardeşler olarak birbirlerimizi tanımalıyız, sevmeliyiz, Birbirlerimizle yakınlaşmalıyız, kaynaşmalıyız, yardımlaşmalıyız.

Bu toplantının adı iki şekilde yazılmış: Sevgi ve Kaynaşma, Sevgi ve Kardeşlik; ikisi de güzel... Bu toplantı sevgi için, ahbaplıklar kuvvetlensin diye, kaynaşma olsun diye yapılıyor.

Dinimizin doğru bilinmesine, tanınmasına, sevilmesine, beğenilmesine, müslüman olmayan insanların hakkı bulmasına, hidâyete ermesine, kendi işlerimizden daha çok çalışmalıyız!

Neden?.. Kendi işimiz dünya işidir, ama bu ahiret işidir. Ne, hangisi?.. Dinimizin bilinmesi, tanınması, sevilmesi, beğenilmesi, insanların dinimize gelmesi, hidayet ermesi için kendi işimizden daha çok çalışmalıyız. Kasaplıktan, bakkalıktan, memurluktan, işçilikten daha asil bir iş bu...

Ve bu ulvî gayeler için teşkilatlanmalıyız. Sevgi teşkilatı olmalı!.. Teşkilatlı olunca güzel olur, teşkilatsız olunca zayıf olur.

Allah hepinizden razı olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

15. 03. 1997 - Münih / ALMANYA

71

İSLÂM'DA TASAVVUF

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh... Kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultànih... Ves salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaînet-tayyibînet-tàhirîn...

Aziz ve muhterem kardeşlerim!..

İslâm dinini biliyoruz. Kısaca bir insan, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû" derse bu dine girer. Meselâ bir İsveçli İslâm'ı merak ediyor, inceliyor, İslâm'a girecek; ne yapması lâzım?.. Kelime-i şehâdet getirsin, "Ben Allah'ın bir olduğunu, şerîki nazîri, eşi benzeri olmadığını kabul ediyorum. Doğru olan budur." desin, "Muhammed-i Mustafâ da onun rasûlüdür, elçisidir, o göndermiştir, Allah göndermiştir onu bize... Onun peygamberi olduğunu tasdik ediyorum." desin; tamam, müslüman oldu.

Bu icmâlî imandır; yâni çok özet bir şekilde... Önce müslüman oldu, işte kendisini kurtardı, işte uçuruma düşmekten kurtuldu. Tamam, Allah bir, Muhammed onun elçisi; İslâm bu...

72

Peki İslâm'ın teferruatı ne, amacı ne, sonucu ne? Nedir bu din ve bütün dinler, ne yapmak istiyorlar? Din diye bir ictimâî teşkilat niçin var, niçin olmuş? Asırlar boyu, insanlığın ilk çağlarından beri niye böyle bir yol var?.. Bu yolun özellikleri nedir? Dinlerin amaçları nelerdir?.. İslâm dini bu dinlerin içinde hangi noktadadır, amacı nedir?..

Bu soruların cevaplarını biz müslümanlar biraz bilebiliriz. Çünkü Türkiye'den geldik, az çok İslâm'la ilgili kitaplar okuduk, annemiz babamız bizi yetiştirdi. Bu hususta bizi bilgilendirdi, Allah onlardan razı olsun... Biz de biraz İslâm'ı biliyoruz. Bir hoca kadar bilmesek bile, kendimize yetecek kadar biliyoruz. İbadet diye emredilen şeyleri yapıyoruz.

Bu İslâm'ın içinde tasavvuf diye de bir şeyden bahsediliyor, bazısı da bu tasavvufu çok seviyor. Hayran, bağrı yanık âşık... Yunus deyince, yüzünde tebessümler yayılıyor. Mevlânâ deyince, kalbi sevgi doluyor. Böyle meşhur mutasavvıfları, tasavvuf yolunun büyüklerini duyduğu zaman çok seviniyor, memnun oluyor. Onlarla ilgili konular olursa, ilgiyle takib ediyor. Tamam...

73

Bir de tarikat diye bir şeyler var. Bazı müslümanlar bu tarikat denilen ictimâî teşkilatların içine girmişler, "Ben şu tarikattanım... Ben de şu tarikkattanım..." diye birbirleriyle konuşuyorlar. Bazıları bu tarikatlara kızıyor, sevmiyor. Milli Güvenlik Kurulu sevmiyor, lâikler sevmiyor... Tamam, onlar sevmesin amma, bazı müftüler, vaizler de sevmiyor... Bazı müslümanlar da sevmiyor.

Hattâ Ramazanda radyolarda, gazetelerde, televizyon kanallarında tasavvufun aleyhinde bir sürü neşriyat yapıldı. Tasavvuf kötülendi, kötülendi, kötülendi... İki üç şahıs üzerinde duruldu; "İşte bunlar mutasavvıf, binâen aleyh mutasavvıflar böyle... Tasavvuf kötüdür, tarikat fenadır. Aman Allah saklasın, müslümansanız buraya gitmeyin!" gibi şeyler söylendi.

Bu furya, bu propaganda tesirli de oldu, bazı insanları tasavvufa karşı getirdi. Bazı insanları tasavvuftan çıkarttı, bazı insanları ürküttü. Gerçekten etkili oldu. Meselâ, bizim tanıdığımız birileri vardı, tanışmıştık, söz vermişti; gelecektik, gidecektik. Bizi bir iki defa havaalanına filân da getirmişti, arabasına almıştı. Fakat Ramazan programlarından sonra bizim yanımıza uğramadı.

74

Demek ki, tasavvufun taraftarı var, hasımları var... Tarikatın lehinde olanlar var, aleyhinde olanlar var; sevenler var, kızanlar var; müdafaa edenler var, tenkid edenler var...

--Yâ Allah aşkına bu işin aslı, esası nedir? Hocam sen ilâhiyat profesörüsün, şu işi bir bilelim bakalım!.. İslâm'ı bilelim, İslâm'ın içinde tasavvufun konumunu, durumunu bilelim, biz de ona göre bir sonuca varalım!

a. İslâm'ı Başka Dinlerden Ayıran Özellikler:

1. Allah'ın Birliği

Tabii, şu ana sözü, temel sözü söylememiz lâzım: Biz müslümanız. Müslümanı hristiyandan, yahudiden, budistten, brahmanistten, daha başka dinî yollardan ayıran en büyük özelliğimiz ne, müslümanız dediğimiz zaman?.. Biz Allah'ın birliğine inanıyoruz. Bu çok önemli!... Allah bir, şeriki nazîri yok... Kâinatın, alemlerin sahibi, rabbi Allah... Biz ona ibadet ediyoruz, ona inanıyoruz. Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Alemlerin rabbi, yerleri, gökleri, yıldızları, ayları, güneşleri, kehkeşanları, samanyollarını, nebülozları yaratan, bütün bu alemin sahib-i hakîkîsi, yöneticisi Allah'a inanıyoruz. Bunu çok candan, çok severek, çok içten bir inançla benimsemişiz.

75

Allah bizi yarattı. Allah için canımızı veririz, malımızı veririz, her şeyimizi veriririz. Allah'ın birliğine inanıyoruz, bu en önemli...

--Başkaları da inanıyor...

Hayır, iyice işi ayıralım birbirinden, belli olsun: God ile Allah aynı değil... Neden aynı değil?.. Çek bir hristiyanı karşına, God dediği zaman o neyi kasdediyor, sor! maksudu ne, kasdettiği ne?.. O God dediği zaman Hazret-i İsâ'yı kasdediyor, benim düşündüğüm alemlerin Rabbini düşünmüyor. Jesus'u düşünüyor, tanrı diye ona tapınıyor. Demek ki, o benim inancımda değil, ben onun inancında değilim. Ben Hazret-i İsâ'yı tanıyorum ve seviyorum ama, onun gibi değil... O Hazret-i İsâ'nın tanrı olduğunu sanıyor, ben Allah'n kulu olduğunu biliyorum.

MeryemVâlidemiz'in oğlu, Allah'ın kulu... Meryem validemiz de Allah'ın kulu... Çok büyük fark var... O müşrik, o Allah'a tam inanamıyor, Allah'ın kullarından bir tanesini tanrı sanıyor; onun anasını da, tanrı doğuran ana diye yarı tanrı tanıyor. Allah'ın bir meleğini de, Cebrâil'i de tanrı sanıyor, trinite diyor, Arapçası teslis... Biz öyle şeyleri kabul etmiyoruz.

76

Yahudiler de bir Yahova tutturmuşlar; sanki Yahova, yahudilerin kabile tanrısı gibi... Alemlerin tanrısı olduğunu kabul edip de, şöyle bütün insanları kardeş olarak kabul etmiyorlar. İkincisi ahirete inanmıyorlar, her şey bu dünyada filân diye abuk sabuk inançları var; o da bize yaramaz.

Budistler; koca göbekli, şişman, bağdaş kurmuş, ablak suratlı Buda'ya tapıyorlar. O da olmaz. Heykelini kendileri yapıyorlar, karşısına geçip kendileri tapıyorlar. Gözümle gördüm, Halının üstünde, karşısına geçti yere secde etti, o yapılmış koca göbekli, çıplak, ablak suratlı heykele eğildi, secde etti. Midem bulandı, ürperdim. O da bize yaramaz.

Brahmanizm de yaramaz. Burda Stocholm'de gördük. Ellerine zilleri almışlar, kafalarını kraş etmişler, tepesinde bir tutam saç sırakmışlar. Zilleri çala çala çarşıda tabur halinde birileri gittiler, geldiler.

"--Bu taife ne taifesi?" dedim.

"--Bunlar Krişna dinine mensup dediler."

Hay Allah müstehakınızı versin!.. Bunlar da bize yaramaz.

Ben şu kâinatı yaratan, beni yaratan, şu kâinatın sahibi, bu kâinatı yöneten Allah'a inanıyorum. Bu çok kuvvetli bir inanç, çok sağlam inanç, en doğru inanç ve tam doğru inanç... Başkaları ile münakaşa bile edilmez.

77

Bütün dünya üzerindeki insanlara bunu güzelce anlatabilirsek, hepsi müslüman olur. Şimdi müslümanlığa bir kısmı düşman... Müslüman deyince, köpeğin karşısında kedi sırtını kamburlaştırır, tüylerini dikleştirir; veya, kirpinin yanına bir düşman geldiği zaman tüyleri diken diken olur. Onların da İslâm deyince tüyleri diken diken oluyor. Aman, niye kızıyorsun, niye korkuyorsun?.. İslâm, Allah'ın razı olduğu din...

(İnned-dîne indallàhil-islâm) [Allah katında din, şüphesiz İslâm dinidir.] Allah'ın sevdiği din!..

--Sen Allah'ın sevdiği dine niye kızıyorsun, ne kusur gördün?.. İslâm'ı biliyor musun?..

--Yok,bilmiyorum. Yalnız, müslümanlar elinde pala, önüne geleni kesen, yerlere kan döken insanlar diye öğretildi bana... Onun için ben İslâm'a kızıyorum ve müslümanlıktan da korkuyorum.

Çünkü, Avrupa'yı ve Amerika'yı idare eden din teşkilatları, bizim gibi doğrudan doğruya açık mantıkla meseleyi ortaya koymuyorlar. Açık mantıkla yenileceklerini bildikleri için, minderden kaçıyorlar, kapının arkasından uğraşıyorlar İslâm'la... Doğrudan doğruya karşısına çıkamıyorlar, müslümanı kötü gösterme dalavereleri yapıp, televizyonlarda, radyolarda, okullarda, "Kendi kültürümüzü öğretiyoruz. Hazret-i İsâ şu çam ağacına bu gece inecek, yarın sabah çıkacak..." filân gibi şeylerle örftür, kültürdür, yaldızdır, boyadır, balondur, çamdır, pastadır, bilmem nedir diye oyun oynuyorlar. Dincilik oynuyorlar ve İslâm'ı da kötü gösteriyorlar.

78

Doğrudan doğruya mantıkla çıkamıyorlar. Mantıkla İslâm onların karşısına çıktı mı, yok oluyorlar, kaçıyorlar. Tarihte bunun misalleri çok... Ne zaman müslümanlarla hristiyanlar karşılıklı gelmiş, bu meseleyi konuşmuşlarsa, müslümanlar yenmiş.

Meselâ Hindistan'da İngilizlerin düzenlemesiyle, papazlarla müslüman alimler arasında dinî konuları münakaşa ve münazara etmek için, büyük bir toplantı tertiplemişler. Demişler ki: "Bir tarafa biz geleceğiz, bir tarafa siz adamlarınızı çıkartın, şu meseleleri konuşalım:

1) Tanrı; mâbud, ibadet edilen varlık hakkında siz ne diyorsunuz, biz ne diyoruz; ortaya koyalım!

2) Peygamber; Allah'ın gönderdiği vazifeli kimseler hakkında siz ne diyorsunuz, biz ne diyoruz; bunu müzakere edelim!

3) Kitap; Allah'ın indirmiş olduğu, vahyetmiş olduğu kitap konusunda siz ne diyorsunuz, biz ne diyoruz?

4, 5, 6, 7... Böyle çeşitli konularda tartışalım!" demişler.

Sonunda yenilmişler ve münazaradan kaçmışlar. Ve kilise papazlara genelge göndermiş: "Bundan sonra sakın ha, müslümanlarla halka açık konuşma yapmayın!" diye. Neden?.. "Yenilirsiniz, dayanamazsınız; müslümanların sağlam inancı karşısında, pırıl pırıl bilimsel mantığı karşısında tutunamazsınız." demişler.

79

Amerika'da oturan Yaşar Bey diye bir mühendis kardeşimiz vardı. Su gibi İngilizcesi var, anadili gibi güzel konuşuyor. Oradaki İslâmî çalışmaları esnasında, bir hahamı, bir piskoposu ve bir hocayı halkın huzurunda konuşmaya davet etmişler. Gün tesbit etmişler. Salon hınca hınç, tıklım tıklım dolmuş. Haham konuşmuş, piskopos konuşmuş, hoca konuşmuş... Mısırlı bir hocaymış. Sonuç: İslâm'ın zaferi... Ötekilerde bir şey yok, zaten kalmamış, zaten değiştirilmiş. İslâm'ın kesin zaferiyle program bitmiş.

Haham konuşmaya başlamış, ahireti inkâr etmiş. Ahiret inancı olmadığını söyleyince, piskopos ayağa kalkmış:

"--Aziz kardeşim sen bunu nasıl inkâr edersin? Ahd-i Atik'te, Kitab-ı Mukaddes'in birinci bölümünde, Tevrat kısmında şu ayet var, bu kelime var... Sen ahireti nasıl inkâr edersin?.." demiş, kapışmışlar.

Ahirete inanmıyor adam... Haham ahirete inanmıyor. Halbuki olur mu, bu dünya ne ki; işte yetmiş seksen yıl yaşıyor, herkes ölüyor. Olur mu öyle saçma şey?.. Demek ki yahudilik din olmaktan çıkmış.

80
81 ilâ 100. sayfalar