E ayet-i kerime var:
(Ve mâ tedrî nefsün bi-eyyi ardın temût) Nefis hangi toprakta öleceğini bilmez." Bilmez ama umûmî olarak bilmez, Allah bildirirse biliyor işte... Bak, bir gün önceden öleceğini biliyor, arkadaşını da yanına çağırıyor: "Sen benimle iyi arkadaşsın, gençliğimiz beraber geçti, hadi gel beraber ölelim!" O da "Olur." diyor. Neden?.. Allah'ı seven insan korkmaz da ondan...
Yâni dünyada ne insanlar yaşamış, anlaşılsın diye söylüyorum muhterem kardeşlerim!
2. Uygun Olmayan İnsanları Sevmek
Kötü sevgilerden birisi de uygun olmayan insanları sevmek... Bizim gazetecilerin, televizyoncuların bir kısmı palavracıdır, atar tutarlar: "İslâm sevgi dinidir." Her zaman değil, dur bakalım, sevgisi de var, kızması da var bu işin... "İslâm müsamaha dinidir." Her zaman değil, o kadar da uzun boylu değil...
Bizim Ali Ya'kub Hoca (Rh.A), çok mübarek bir insandı. Bir bilimsel toplantıya katılmış. Ondan önce birisi mikrofonda konuşurken, "Ben filânca ülkeden arkadaşınız... Benim ismim Ya'kuuuuuub..." demiş. Ondan sıra bizim Ali Ya'kub Hoca'ya gelmiş. Mübarek, çok arif, zarif bir insandı. O da çıkmış, "Ben de Türkiye'den, Balkanlardan, Arnavut asıllı kardeşiniz... Benim ismim de Ya'kub ama, o kadar uzun değil!" demiş.
İslâm'da sevgi var, o kadar uzun değil... İslâm'da müsamaha var, o kadar uzun değil... Her şeyin ölçüsü var. İslâm orta yol, denge yolu, öyle günahkârı, uygun olmayan insanları sevmek yok... Meselâ ayet-i kerime var:
(Lâ yettahizil-mü'minûnel-kâfirîne evliyâe min dûnil-mü'minîn.) "Mü'minler müslümanları bırakıp da, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler!" buyruluyor. Yasaklıyor Allah...
Sonra:
(Lâ tecidü kavmen yü'minûne billâhi ve bil-yevmil-âhir, yuvâddûne men hàddallàhu ve rasûlüh) [Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun, Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin!] buyruluyor.
Görülmüş bir şey değil, olmaz böyle şey; Allah ve Rasûlüllah'la zıtlaşan, hiddetleşen, harb eden insanları seven bir müslüman olmaz! Böyle bir hilkat garibesi, acaib mahlûk bulamazsın! Müslüman Allah'la harb edeni sevmez! Müslüman Rasûlüllah'a düşman olanı sevmez! Demek ki sevilmeyecek insanlar var, kâfirler var...
Sonra fâsıkları, fâcirleri, nikâhsız olarak mâşukları, flörtleri sevmek olmaz. Çünkü Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
441/4 (Men kessera sevâde kavmin fehüve minhüm, ve men radıye amele kavmin kâne şerîke men amilehû.) "Bir insan hangi topluluğun içine giriyor da onların rakamını artırıyorsa, o onlardandır. Kim bir topluluğun yaptığı işe razıysa, o yaptığı işe ortak gibi olur."
Başka bir hadis-i şerif:
396/15 (Men ehabbe amele kavmin şerren kâne ev hayran fehüve kemen amilehû.) "Kim bir kavmin yaptığı işi severse, onu işlemiş gibi ceza veya mükâfaat alır." Kötü şeyi sevmişse, ceza alır; iyi şeyi sevmişse, mükâfaat alır.
--Yâ ne mübarek insanlar varmış, ne kadar hayırlar yapmışlar, camiler yapmışlar!
--Haa, sen onların cami yapmasını seviyorsun, sen de sevap alırsın.
Kötü şeyi isteyen de öylece günaha girer.
Başka bir hadis-i şerif:
396/16 (Men ehabbe kavmen alâ a'mâlihim huşira yevmel-kıyâmeti min zümretihim fehsibe bihisâbihim ve in lem ya'mel a'mâlehüm.) Câbir RA'dan, Hatîb-i Bağdâdî rivayet etmiş.
"Kim bir kavmi yaptığı işten dolayı severse, kıyamet gününde o kavimle beraber, onların zümresinde haşrolunur ve onların hesabına dahil olarak hesabı görülür. Her ne kadar onların işlediği suçları işlememiş bile olsa, o da cezalandırılır."
Demek ki dikkatli olmak lâzım; insanın kiminle dostluk edeceğini, kiminle düşüp kalkacağını, ahbaplık edeceğini bilmesi lâzım!..
Bir de bazı şeyleri aşırı, ölçüsüz, haddinden fazla sevmek; o da makbul bir şey değildir. Meselâ fazla yemek; oburluk diyoruz, buna şehvetül-batın, midenin şehveti derler. Meselâ, şehvetül-ferc... Meselâ, hırsül-mâl... Herkes malı sever de, ama insaf yâni, bununki artık hırs derecesinde... O makbul değil.
Mal, mül, zenginlik vs. tabii, onların hepsi geçici... Yunus'un sözünü söylemeden geçemeyeceğim:
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?..
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!
Ne güzel söylemiş, vaaz gibi söz... Kısaca bitiriyor: "Mal da yalan, mülk de yalan! Eh, inanmıyorsan, var biraz da sen oyalan; sen de sonradan pişman olursun." diyor. Ölçülü olacak
Hubb-u cah; mevki, makam sevgisi... İslâm'da vazife istenmez; verilirse, Allah'tan yardım istenir, yapılmağa çalışılır. İmam-ı Azam Efendimiz'i kadı yapmak istediler razı olmadı, istemem dedi. İstenmez.
Sonra, hubb-u riyâset... Hadis-i şerif var:
"On kişi veya daha fazla kişiye başkanlık eden her kişi --iyi insan olsun, kötü insan olsun-- mahşer yerine elleri bağlı olarak gelecek, esir gibi, suçlu gibi... Eğer başkanlığını güzel yapmışsa, elleri mahşer yerinde çözülecek; eğer vazifesini sûistimal etmiş, güzel yapmamışsa, nüfuzunu, kuvvetini, başkanlığını kötüye kullanmışsa, bağ üstüne bağ atılıp cehenneme atılacak." diyor Peygamber Efendimiz.
Bunlar makbul olmayan sevgiler... Demek ki makbul olan sevgiler var, makbul olmayan sevgiler var. İnşaallah sözün sonuna gelince başını unutmazsınız. Unutmamak için yazmak lâzım! Bereket versin şimdi videolar yazıyor, yazıların çeşitleri coğaldı. Çünkü hatırda kalmaz, sonuna gelince başı unutulur. İnşaallah unutulmasın, sevaplı şeyleri kaçırmayın!
d. Asıl Sevgi Allah Sevgisi
Buraya kadar söylediğimiz misaller, herkesin arasında görülen, tabii olan olumlu ve olumsuz sevgiler... Her yerde görülüyor. Bunlar asıl gaye değildir bu dünya hayatında; bunlar fânidir, bunlar hayaldir, bunlar boştur. Asıl sevgi aşk-ı ilâhîdir, muhabbetullahtır. Ama bunu herkes idrak edemez. Asıl sevilenin Allah olduğunu anlamak için, insanın kırk fırından fazla ekmek yemesi lâzım! Öyle herkes bu işi anlayamaz, lafı söylesen de anlayamaz. Çünkü, bu bir olgunluk seviyesi meselesidir, kolay değil, herkes bunu anlayamaz.
Ben bunu biraz izah edeyim:
(Allàhu lâ ilâhe illâ hû, lehül-esmâül-hüsnâ) "En güzel vasıflar Allah'ındır. Biz bir insanı, bir şeyi neden seviyoruz?.. Vasfı güzel olduğundan sevmiyor muyuz?.. Vasıfların en güzelleri Allah'ta... Burdan anlaşılıyor ki, bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki, idraki olan hemen anlar ki, en sevilmesi gereken Allah'tır. Çünkü, her şeyin en güzeli Allah'ta, her şeyin en güzelinin sahibi Allah'tır.
Onun için eskiler aşkı ikiye ayırmışlar: Birisi aşk-ı hakîkî, birisi aşk-ı mecâzî... Aşk-ı hakîkî aşkullahtır, muhabbetullahtır, hakîkîsi odur. Gerisi fâni olan aşklar... Biraz aşık oluyor da sonra pişman bile oluyor. Sonra düşman bile oluyor. Sonra mahkemeye bile gidiyorlar, sonra ayrılıyorlar bile...
Aşk-ı ilâhî aşk-ı hakîkîdir. Çünkü en güzel isimler Allah'ındır, en güzel vasıflara o sahibdir, en güzel olan odur. Tabii, biz onu idrak edemeyiz, Neden?..
(Leyse kemislihî şey'ün) Onun gibi bir şey yoktur ki, benzetelim! Gül gibi desek, baklava gibi desek, kaymak gibi desek... İnsanları anlatmak için diyoruz.
"Kız yüzün kaymak gibi..."
Halk şairi öyle demiş, yüzünü kaymağa benzetmiş.
"Ağzından yağ bal akıyor."
Sözünü yağa bala benzetmiş. Benzetme Allah'ta sökmez. Çünkü, onun gibisi yok ki, ona benzer bir şey yok ki benzetilsin.
(Felâ tadrubû lillâhil-emsâl) "Kalkıp da Allah için benzetmeler yapmağa cür'et etmeyin!" buyruluyor.
Amma, nerden anlarız?.. Zât-ı bârisini idrak etmek beşer için mümkün değilse de, esmâsından anlarız, ef'àlinden anlarız, Allah'ın işlerinden, hikmetlerinden anlarız, mahlûkatından, tecelliyâtından anlarız. İşte bunlarla o güzelliği idrak etmek imkânı olur.
Her türlü güzelliği ve bütün güzelleri de yaratan o olduğu için, aslında bir güzelliği sevdiğimiz zaman, onu seviyoruz. Ona gidiyor, çünkü onu yaratan o... Her türlü takdir ona râcidir, her şükür ona gider, her türlü medh ü senâ ona varır. Onun hakkıdır, çünkü her şey onundur. Yeri göğü, ins ü cinni yaratan, ağaçları yapraklarla donatan, çimenleri çiçeklerle bezeyen, topraktan nebatı, arıdan balı, koyundan sütü çıkaran o... Her şey onun...
Onun için neyi seviyorsak, aslında Allah'ın bir işini seviyoruz, bir mahlûkunu seviyoruz, bir yaratışını seviyoruz, bir hikmetini seviyoruz. Bütün sevgilerin toplamı hepsi ona gider. Sübhâne rabbiyel aliyyil a'lel vehhâb...
Onun için Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:
(Lâ uhsî senâen aleyke) "Yâ Rabbi ben seni medh ü senâ etmekle tüketemem, sayıp dökemem! (keyfe ve külli senâin yeûdü ileyk) Her medh ü senâ sana gider, her hak sana gider."
Gülü medhettiğimiz zaman, o güzelliği Allah yaratmıştır. Bir topraktan kaç çeşit renk, kaç çeşit tad... Dünyada bu gördüğümüz güzellikleri yaratmıştır; ahirette de gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kimsenin hatırına hayaline sığmayacak çok daha muhteşem güzellikler var... Üstelik Allah-u Teàlâ Hazretleri'nden davet var, hepimizi cennete çağırıyor. Bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(Vallàhu yed' ilâ dâris-selâm) "Allah-u Teàlâ Hazretleri, dârüs-selâm olan cennete hepinizi davet ediyor, çağırıyor." Va'di haktır, va'dinden hulfü yoktur. Allah hepimize nasib eylesin...
Bunlar söz olarak böyledir de, sözün hakîkatini idrak etmek, ondan duygulanmak, onu almak herkese nasib olmuyor. Herkes o aşkullaha, o muhabbetullaha erişemiyor. Yunus erişmiş, Mevlânâ erişmiş, Eşrefoğlu Rûmî erişmiş; şiirlerinden belli... Bayılıyorum Eşrefoğlu Rûmî'ye:
Ey Allah'ım beni senden ayırma!
Beni senin cemâlinden ayırma!..
Balığın cânı su içre diridir,
İlâhî balığı gölden ayırma!..
Seni sevmek benim dinim imânım,
İlâhî din ü imandan ayırma!
Eşrefoğlu senin kemter kulundur,
İlâhî kulunu senden ayırma!..
Sevgiye bak, sevgi kelimelerden fışkırıyor. Yunus da öyle:
Eğer beni yandıralar,
Külüm göğe savuralar.
Toprağım anda çağıra,
Bana seni gerek seni!
Yaksalar, kül etseler, havaya savursalar, tozları darmadağın olsa; tozlarını zerresi "Yâ Rabbi, ben seni isterim!" diyecekmiş.
Yunus öldü deyü selâ verilir,
Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez.
Söze bak!.. "Yunus öldü diye selâ verilir:
'--Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ rasûlallah!.. Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ habîballah!.. Ey cemâat-i müslimîn, mâlumunuz olsun ki, hani Yunus Emre diye birisi vardı ya, işte o öldü.' derler. Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez." diyor. Söze bak!..
Hayvan iki mânâya gelir Arapçada; bir mânâsı hayat demek... Ayet-i kerimede:
(Ve inned-dârel-âhirete lehiyel-hayavân) [Asıl hayat, ahiret yurdundaki hayattır.] buyrulmuştur.
Ölen hayat imiş, yâni maddî hayat ölüyor, bedenin hayatı ölüyor demek ama, Yunus şair olduğundan, edib olduğundan işi lastikli kullanıyor, nükteli kullanıyor. "Hayvansa ölür, insansa ölmez!" demek istiyor, onu da hissettiriyor. "Aşıksa, Allah'ı seviyorsa, ölmez!" diyor.
Ölmüş mü Yunus?.. Gönlümüzde; nâmı yaşıyor, kendi yaşıyor. Zâten ruh ölmüyor, ama onu anlayamıyor herkes. Neden herkes anlayamıyor?.. Çünkü lâyık olmadığından, Allah herkese nasib etmiyor. Neden?..
(Şemmetün min ma'rifetullàh, hayrün mined-dünyâ ve mâ fîhâ) "Allah bilgisi hakkında insanın birazcık bir feraseti, birazcık irfanı, iz'anı, birazcık bir sezgisi, duygusu, bir koklam ma'rifetullah, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır." Muhabbetullah, ma'rifetullahtan doğar. Allah'ı bilince, sever insan... "Sen ne güzelsin yâ Rabbi!.." der. O zaman anlar, anladığı zaman sever.
Bak seven birisinin bir şiirini şuraya yazdım, okuyayım:
Ey lütfu çok, kahrı güzel,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş!
Gelse celâlinden cefâ,
Yâhut cemâlinden vefâ,
Yâ Rabbi, senin celâl tecellînden bana cefâ gelse, cevr ü cefâya uğrasam; veyahut da senin cemâlullah tecellînden safalı, hoş, neşeli bir şey gelse;
İkisi de câna sefâ,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş!
Hoşdur bana senden gelen,
Ya gonca gül yâhut diken,
Ya hil'at ü yâhut diken,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş!
Sevince bak nasıl seviyor. Çünkü, Allah'ı sevdi mi insan, her şeyiyle seviyor da aşık oluyor. Bu duyguyu herkese vermiyor Allah, ancak yüksek kullara, kâmil kullara veriyor. Yâni insan kemâlde yükselince bu duyguyu kavrayıp, yakalayıp, o duygunun içine dalıyor.
e. Allah Sevgisinin Şartları
Tabii, buna ermenin şartı var. Şartı ne?.. Buna ermenin yolu Allah'a itaat... Allah'a isyan ederken Allah seni sever mi?.. İsyan edeceksin, yumruk salayacaksın, dil çıkartacaksın, karşı geleceksin; sever mi Allah?.. Sen sever misin sana öyle yapanı?.. Sevmezsin. İtaattir şartı...
Başta iman edecek, iman etmezse olmaz. Şimdi Almanlar toplanıyor, felsefeciler toplanıyor. Yıllık toplantı yapıyorlar, muhtelif ülkelerden adam çağırıyorlar. Belki onlar haklıdır diye budist çağırıyorlar, falancayı çağırıyorlar, filâncayı çağırıyorlar, Hintlilerden, grulardan, bilem nelerden her türlü adam çağırıyorlar, transandantal meditasyon yapıyorlar... Hiç bir şey olmaz. Neden?.. Bu sevginin şartı iman! İman olmayınca, Allah vermez. Ne ma'rifetullahı verir, ne muhabbetullahı verir. Hepsi sahte, hepsi hayal, hepsi oyun, hepsi oyalanma...
Sonra edebden verir. İman, itaat, edeb... Edepsiz olursa, edepsize de vermez. Edepsiz çocuğu sevmiyoruz ya biz, edepsiz kulu da Allah sevmez.
Edeb bir tâc imiş nûr-u Hüdâdan,
Giy o tâcı, emin ol cümle belâdan.
En geridedir ilim illâ edeb, illâ edeb!
Hocamız'ın başucunda böyle bir levha yazılıydı, ziyaret etmiş olanlar bilirler.
Rasûlüllah SAS Efendimiz'e ittiba şartına bağlıdır. Yâni, Rasûlüllah'a uyacak. Şimdi bu devirde bazı akıllılar(!) çıkıyor, "Ben üniversitede profesörüm diyor; --biz de profesör olduk, profesörler yetiştirdik, millet profesörlüğü bir şey sanıyor-- benim aklım var, ben Kur'an'ı okurum, ben öyle hadis madis tanımam!" diyor. Hiç bir şeye eremez, hiç bir şeyi bulamaz. Neden?..
(Kul in küntüm tuhibbûnallàhe fettebiûnî yuhbibkümullàh) Allah'ın sevmesi için, sevgisini vermesi için Rasûlüllah'a ittibâ şartı vardır, sünnete uymak şartı vardır, Rasûlüllah'ın yolundan yürümek şartı vardır. Yürümeyen, Rasûlüllah'ın yolundan gidemeyen evliyâ olamaz.
Onun için büyük hocalar, mürşid-i kâmiller, şeyhler müridlerini Rasûlüllah'ın sünnetine uydurmaya çalışırlar, onu öğretirler Allah'a erdirmek için... Şeyhin iki vazifesi vardır diyor, Eşrefoğlu Rûmî:
1. Kullara Allah'ı sevdirmek,
2. Allah'a kulları sevdirmek.
Kullara Allah'ı sevdirmek nasıl olacak?.. Şiir okursun, ilâhi okursun; resimler çekersin, video seyrettirirsin, Allah'ın hikmetlerini, yarattığı güzellikleri gösterirsin, "Bak bu nimetleri Allah sana verdi." dersin, sever. Kullara Allah'ı sevdirmek, anlatmakla, göstermekle olur.
Allah'a kulları sevdirmek kimin haddine?.. Şeyhin bir vazifesi de Allah'a kulları sevdirmekmiş. Kimin haddine bu?.. Eşrefoğlu Rûmî söylüyor bunu... Diyor ki: Şeyhler bu vazifeyi, müridleri sünnet-i seniyyeye uydurarak yaparlar. Çünkü, sünnete uyanları Allah sever diye ayet-i kerime var. "Ey ihvânım, ey dervişlerim sünnete uyun!" derler. Sünnete uymazsa bir şeye ulaşamayacağını anlatırlar.
Sünnetin zıddına bid'at denir. Bid'at ehlinin Allah hiç bir şeyini kabul etmez. Değil öyle ma'rifet, muhabbet vermek, hiç bir şeyini kabul etmez. Bu hususta bir hadis-i şerif okuyacağım, Huzeyfetübnül-Yemân'dan:
489/11 (Lâ yakbelullàhu lisàhibi bid'atin salâten velâ savmen velâ sadakaten velâ haccen velâ umreten velâ cihâden velâ sarfen velâ adlâ) Allah bid'at sahibinin nelerini kabul etmezmiş: Namazını kabul etmezmiş. Namaz kılmıştı adam, bid'at sahibi olduğundan gitti havaya... Orucunu da kabul etmezmiş; ramazandaki emekleri de gitti. Sadakasını da kabul etmezmiş, zekât ve sadakası da gitti havaya... Haccını da, umresini de kabul etmezmiş. Hicaz'a boşuna geldi gitti. Cihadını da kabul etmezmiş. Ben mücahidim, bilmem neyim; o da gitti. Farzını, nafilesini hiç bir şeyini kabul etmezmiş.
(Yahrucü minel-islâm) "Böyle bid'at ehli insanlar İslâm'dan çıkarlar; (kemâ yahrucüş-şa'retü minel-acîn) şöyle kılın hamurun içinden kolayca sıyrılıp çıktığı gibi sıyrılıp giderler."
Onun için ne yapması lâzım bir müslümanın?.. Peygamber Efendimiz'in sünnetine uygun yaşaması lâzım! Bid'at çıkartmaması lâzım, bid'atta yaşamaması lâzım, bid'at yoluna sapmaması lâzım!..
Bir acı cümle daha var, kısa olduğundan hatırınızda kalır. Ebû Ümâme Hazretleri'nden:
72/5 (Ashàbil-bidaı kilâbün-nâr.) "Bid'at ehli cehennemin köpekleridir." Allah saklasın!.. Onun için sünnet-i seniyye-i nebeviyyeden zerre kadar sapmamağa çalışmak lâzım!
f. Allah Sevgisine Tâbî Sevgiler:
1. Rasûlüllah'ı Sevmek
Allah sevgisine tâbî sevgiler vardır. Allah'ı seven, zarûrî olarak onun peşinden bazı sevgilerin içinde bulur kendisini... Allah sevgisine kavuşan Rasûlüllah'ı sever. Bunun hakkında ayetler hadisler o kadar çok ki, artık okumaya lüzum görmüyorum. Rasûlüllah'ı sevmek çok önemli... Buhârî'de, Müslim'de, Ahmed ibn-i Hanbel'de, Neseî'de, en sağlam hadis kaynaklarında kaydedilen, herkesin çok bildiği bir hadis-i şerifi okuyup geçivereyim:
(Vellezî nefsî biyedihî) "Şu canım kudreti elinde olan, alemlerin rabbi, yaratan Allah'a yemin olsun ki," diyor Peygamber Efendimiz... Niye canı Allah'ın elinde?.. Hayatı veren o, çekip alacak olan da o, isterse öldürür. (Vallàhu yuhyî ve yümît) Yaşatan, öldüren Allah!
"Şu canım kudreti elinde olan, o alemlerin rabbi, Allah'a yemin olsun ki..." Allah Allah, ne büyük yemin etti Rasûlülah Efendimiz. Niye etti: (Lâ yü'minü ehadüküm) "Sizden biriniz iman etmiş olmaz, (hattâ ekûnü ehabbe ileyhi min vâlidihî ve veledihî) beni babasından, evlâdından daha çok sevmedikçe, ben ona babasından, evlâdından daha sevgili olmadıkça hakîkî mü'min, gerçek mü'min olmaz."
Bugün var mı böyle bir sevgi müslümanların içinde?.. Yok... Demek ki zayıf müslümanız, demek ki tam müslüman olamamışız, tam mü'min olamamışız. Rasûlüllah sevgisi öyle yerleşecek.
Birisini yakaladı müşrikler, Çöle işkenceye götürdüler. Kılıçlar ellerinde, öldürecekler. Birisi dedi ki, laf olsun diye:
"--Bak, görüyor musun, bütün bunlar o Muhammed'e inandığın için oldu. Şimdi sen ona inanmasaydın da, senin yerine onu biz yakalamış olsaydık da, onu öldürüyor olsaydık. Sen de çoluk çocuğunun yanında, sıcacık evinde rahat olsaydın. Bak şimdi biz seni öldürmeğe götürüyoruz." dedi.
O ne dedi:
"--Lâ! Vallàhi, billâhi onun ayağına diken batmasına razı olmam!.. Değil o sizin elinize düşecek de, siz ona işkence edeceksiniz; canım fedâ olsun, onun ayağına diken batmasına razı olmam!" dedi.
Öyle severlerdi Rasûlüllah Efendimiz'i... Göğüslerini oklara siper ettiler harplerde, canlarını fedâ ettiler. O sevgi olması lâzım!
Rasûlülah bizden ondört asır önce yaşadı, niye seviyoruz?.. Allah'ın rasûlü olduğundan... Görmedik, görmediğimiz halde seviyoruz. Peygamber Efendimiz de bizi seviyor. Bir hadis-i şerifinde buyurmuş ki:
"--Ah ne olaydı, kardeşlerime kavuşaydım!"
Ashab-ı kiram, dikkatleri açılmış, demişler ki:
"--Yâ Rasûlallah, biz senin kardeşin değil miyiz?.."
"--Hayır! Siz benim ashabımsınız. Kardeşlerim benim hayatımdan sonra ilerdeki asırlarda dünyaya gelecek olan kimselerdir. Beni görmedikleri halde bana iman etmiş olan kimselerdir. Benim kardeşlerim onlardır." diye buyurdu.
O bizi seviyor asırların ötesinden, biz onu seviyoruz asırların ötesinden. Neden?.. Rasûlülllah, Allah'ın habîbi, Allah'ın peygamberi... Allah sevgisinin sonucu seviyoruz. İbn-i Abbâs RA'ın rivayet ettiği, Tirmizî'nin hasen dediği bir hadis-i şerifte:
17/11 (Ehibbullàhe limâ yağzûküm bihî min-ni'meh, ve ehibbûnî bihubbillâh, ve ehibbû ehli beytî bihubbî.) "Allah'ın size verdiği nimetleri düşünün, Allah'ı sevin! Allah'ın sevgisinden dolayı da beni sevin! Benim aşkıma, benim sevgimden dolayı da ehl-i beytimi sevin!" buyurmuş Peygamber Efendimiz. Yâni Allah'ı seven, Rasûlüllah'ı sever.
Bir hadis-i şerifte, sordular:
"--Yâ Rasûlallah, iman nedir, bize bir anlatsana! Mübarek ağzından bir dinleyelim bakalım!" dediler.
"--İman, Allah'ın ve Rasûlüllah'ın sana onların dışındaki her şeyden daha sevgili olmasıdır."
İman bu işte... "Senin Allah ve Rasûlünü, onlardan başka her şeyden daha çok sevmen... İman bu!" dedi. Çok önemli. İmanlarımızı tamir etmemiz lâzım, düzenlememiz lâzım!..
Fetih Sûresi'nde ne buyurdu:
(İnnellezîne yübâyineke innemâ yübâyinallàh) "Senin elini tutup da, 'Yâ Rasûlallah! Uzat elini de sana bey'at edeyim, sana tâbî olayım.' diye senin elini tutanlar, Allah'la bey'atleşmiş demektir." diyor.
Adını beraber yazdı, bey'atını da kendisiyle bey'at sayıyor. "Lâ ilâhe illallah, muhammeder rasûlüllah"ta beraber, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû" kelimeteyn-i şehadeteynde beraber, onunla mübâyaa etmeyi kendisiyle bey'at etme sayıyor.
Evet, Rasûlüllah'ı seven Allah'ı sever... "Rasûlüllah'ı sevmiyorum." diyen bir müslüman olamaz.
2. Şeriatı Sevmek
Sonra, Allah'ı seven şeriatı sever. Şeriat Allah'ın ahkâmı demek... Allah'ı seven Allah'ın ahkâmını sever. Allah'ın hükmüne razı olmadan Allah'ı sevmek olur mu?..
--Şeriat istemezük! Kahrolsun şeriat!..
Kâfir oldu zavallı, gitti. Bilmiyor, şeriat deyince başka bir şey sanıyor. Karanlıkta yolunun üstüne çıkan bir şey filân zannediyor, korkuyor.
Allah'ı seven neyi severmiş?.. Şeriatı severmiş. Neden?.. Çünkü:
(Ve mâ kâne limü'minin velâ mü'minetin izâ kadallàhu ve rasûlühû emren en yekûne lehümül-hiyereti min emrihim) "Allah ve Rasûlü bir şey söylediği zaman mü'minlerin onlara karşı çıkması, başka bir tercih düşünmesi, başka bir şey ileri sürmesi mümkün olmaz." Allah ve Rasûlüne tâbi olacak. Millet şeriatın mânâsını bilmiyor.
Tabii, doğrudan doğruya İslâm'a çatanlar da var, derece derece, "Kahrolsun İslâm!" diyenler de var, çöl peygamberi, çöl kanunu diyenler de var. O ayrı da, ama müslümanım deyip de şeriata karşı çıkanlar bilsin: Allah'ı seven şeriatı sever, sevmek zorundadır.
Kur'anı sever, sünneti sever, fıkhı sever. Allah'ın helâllerini helâl olarak sever, haramlarını haram olarak sever. Yâni, haramlığından memnun olur, sıkıntıya düşmez.
--Allah niye içkiyi haram kılmış?..
--Oh olmuş, iyi olmuş ki haram kılmış.
Amerikalılar 1930'lu senelerde içkiyi yasaklamışlar Amerikada, tutturamamışlar. Yasaklamışlar, resmen kanun çıkartmışlar; tutmamış. Denemişler ama, olmamış. Neden... Yalama olmuş vidalar da, ondan... İslâm'da tutuyor, müslümanlarda tutuyor. Şimdi bizim civataları yalama yapmağa çalışıyorlar.
3. Kaderi Sevmek
Sonra, Allah'ı seven kadere rıza gösterir, kaderi sever, Hakk'a teslim olur. Aşere-i mübeşşere'den, duası makbul bir sahabî var... Sağlığında Rasûlüllah'ın mübarek ağzıyla "Sen cennetliksin!" diye müjdelediği on kişi var, bunlara aşere-i mübeşşere deniliyor; onlardan bir tanesi, mübarek insan, Allah şefaatine erdirsin, cennette buluştursun... Kime dua etse, duası tutarmış.
Gözleri görmemeğe başlamış, iki gözü a'mâ olmuş. Demişler ki:
"--Yâ mübârek, senin duan makbul, bize dua ediyorsun, duan tutuyor. Kendine de dua etsene!"
Çok hoşuma gidiyor sözü... Her şeyi güzeldir tabii o mübareklerin de... Diyor ki:
"--Ben Allah'ın kaderini gözümün nurundan daha çok severim! Allah öyle takdir etmiş."