"Zorunlu eğitim sekiz seneye çıkartılacak, imam-hatip okullarının orta kısımları kapatılacak, camilerin sayısı azaltılacak... Kur'an kurslarının ruhsatsızları kapatılacak, ruhsatlıları azaltılacak, müsaade verilmeyecek, zorlaştırılacak... Tarikat okulları, tarikatların sahib olduğu müesseseler ellerinden alınacak, denetim altına sokulacak. Tevhid-i tedrisat kanununa göre şöyle yapılacak, böyle yapılacak..."
Bunların hepsi demokrasinin ilgàsı, hürriyetlerin kısıtlanması, tepeden inme militer, diktatör bir idarenin arzuları... Bunların kabul edilir tarafı yok!.. Asker el koydu, asker hükümeti dinlememeğe başladı. Asker kendi başına İsrail'e gidip kararlar almağa, imzalar atmağa başladı. Yâni güçleri yetse, müslümanları silecekler. Şu tahtanın üstündeki yazıları, şekilleri, çocukların eline silgi alıp da sildiği gibi, Türkiye'den İslâm silinsin istiyorlar. Amerika da öyle istiyor, Avrupa da öyle istiyor;
"--Siz bizimle bütünleşemezsiniz, çünkü siz müslümansınız!" diyor.
Burda İsveç'te müslümanlar yaşıyor ya, Almanya'da iki milyon müslüman yaşıyor ya... İngiltere'de, Amerika'da bir sürü müslüman yaşıyor ya... Yalancı!..
Ama, bizim din düşmanları da bunu böyle uygulamaya koydular. Zor günler yaşadık, hâlâ da zor günler yaşıyoruz. 30 Ağustosa kadar da önümüzdeki mevsim sıcak deniliyor. Neler olacak, bilmiyoruz. Dua edin, Allah müslümanlara yardımcı olsun, şerlilere fırsat vermesin. Hayırlar feth olsun, şerler def olsun...
Ama şu görülüyor ki, --ben öyle görüyorum-- Türkiye'deki bu durumlar sizin öneminizi arttırıyor. Sizin görevinizi çoğaltıyor, sizin sorumluluğunuzu genişletiyor. Yâni Türkiye'de belki adamlar okul açtırmayacak, kurs açtırmayacak, fırsat bulursa müslümanları tepeleyecek... vs. O zaman İslâm'ın korunması, savunması, İslâm için çalışmak size düşüyor.
Benim bu şıkışık zamanda kalkıp böyle bayramdan önce Almanya'ya, bayramdan sonra İsveç'e gelmemin ana sebeplerinden birisi bu muhterem kardeşlerim! Sizinle dertleşmek istiyorum, konuşmak istiyorum, müzakere etmek istiyorum. İslâm'ı bekàsı, müslümanların selâmeti, dinimizin yücelmesi için sizin görevleriniz fazlalaştı. Artık siz sadece buralarda çalışan, yaşayan sıradan insanlar değilsiniz. Göçmen değilsiniz, buralısınız. Burda göreviniz arttı. Artık siz camilerinizi yapacaksınız, okullarınızı yapacaksınız, İslâm için çalışacaksınız. Daha çok fedâkârlık yapacaksınız. Türkiye'yi de buradan siz destekleyeceksiniz. Onun için bu çalışmaları hatırlatmak istiyorum size...
Tabii, siz buralara geldiniz, Allah'ın hikmeti; her şey hikmetle oluyor, bir sebebi var, hikmeti var... Ben sizin buralara gelmenizi istemiyordum, korkuyordum. "Avrupa'ya giderse bu kardeşlerimiz, Avrupa'da gâvurlaşırlar, İslâm'ı unuturlar, namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, ezan dinlemezler..." diye korkuyordum.
Bu korktuğum şeylerin bir kısmı oldu, bazı insanlar dinden uzaklaştı. Ama Türkiye'de de uzaklaşıyor. Nasipsiz, Türkiye'de de nasipsiz... Ama bazıları burada daha iyi müslüman oldu. Hiç olmazsa burda başörtüsüne karışmıyorlar. Cumasına karışmıyorlar, sakalına karışmıyorlar... Okuluna karışmıyorlar, hattâ yardımcı oluyorlar. Doğrusu benim hoşuma gidiyor. Yirmi yirmibeş kişi bir araya geldi mi, dernek kurdu mu, İsveç hükümeti yardımcı oluyor. Konferans, eğitim çalışması yaptığın zaman, destek oluyor. "Paran yetmiyorsa, ben vereyim!" diyor.
Danimarka hükümeti, okul açarsanız destek oluyor. Medenî insanlar, anlayış gösteriyorlar. Bizdekiler daha yabânî... Bizim o din düşmanları bunlar kadar bile değil... Bunlar gayrimüslim, onlar İslâm düşmanı... Bunlar müslüman değil, onlar İslâm'ın düşmanı, İslâm'ı söndürmek istiyorlar, İslâm'ın gelişmesinden rahatsız oluyorlar.
Onun için, şimdi siz buraya madem geldiniz; burda güzel müslüman olacaksınız, imrendireceksiniz. Müslümanlık güzelmiş diye, başkaları size bakıp İslâm'a imrenecekler, özenecekler.
1. Özendirme göreviniz var. İslâm'ı güzel temsil edeceksiniz, özendireceksiniz.
2. İslâm'ı anlatacaksınız, İslâm'ı yaymaya çalışacaksınız. Ashab-ı kirâmın yaptığı gibi, burda müslümanların sayısını arttırmağa çalışacaksınız. İsveçlileri müslüman yapmağa çalışacaksınız. Buraya gelmiş insanların müslüman kalmalarını sağlamağa çalışacaksız. Yeni yetişen çocukların müslüman yetişmelerini sağlamağa çalışacaksınız.
Ben küçük kızlara takılıyorum:
--Hani kız senin başörtün? Hiih, ay, saçların görünüyor?" filân diyorum.
Mahsustan, şaka yapıyorum. Neden?.. Alışsın diye... Küçükten alışacak çocuk. Ört bakayım başını...
--Aferin, aaa ne kadar yakışmış, yüzün daha pırıl pırıl olmuş, daha çok nur saçmaya başlamış etrafa...
O da hoşuna gidiyor. Bakıyorum annesinin yanında durmuyor, dolanıyor, bizim yanımıza geliyor. Neden?.. Başörtüsünü gösteriyor, çocuk hâlet-i rûhiyesi...
Özendireceksiniz. Çocuğunuz da özenecek, komşunuz da özenecek, İsveçli de özenecek... İslâm güzelmiş diyecek, temizmiş diyecek, dürüstmüş diyecek...
Ben kendimi ortaya atmak istemezdim ama, Almanya'ya bir finiş market diye, gıda maddeleri satan büyük bir yerden alışveriş yaptım, senelr önce... Biliyorum, yanlış yazıyor kasiyerler, hesabı kontrol ediyorum. Aldığım şeyleri kontrol ettim, yanlış... Yanlışlığı buldum, kasiyerin yanına gittim. Dedim ki:
"--Yanlışlık var!.."
"--Nayn, nayn, nayn!.. Olmaz, ben seninle meşgul olamam!" dedi.
Kasiyer haklı... Yâni, "Ben seninle münakaşaya giremem, benim işim başka, sen bunu sorumlu görevliye anlat!" demek istiyor. Hemen başımıza bir adam geldi, "Nedir mesele?" dedi. Dedim ki:
"--Hesap yanlış!"
"--Olamaz!.."
"--Olamaz diyorsun ama, bak şu 2.25 yazılmış, bu yanlış; bu 22.5 olacaktı. Bir sıfırı basmamış, yirmi mark daha eksik alıyorsun benden; yanlış bu!.." dedim.
Adam şaşırdı. Ben adamla kavga ediyorum ama, daha çok para vereceğim diye kavga ediyorum. "Yanlış anladınız, benim paramı çok aldınız diye değil, ben daha çok para vereceğim diye itiraz ediyorum!" dedim. Adam afalladı, yüzü güldü, şaşırdı. Ömründe hiç herhalde öyle bir şey görmemiştir. Benim gibi saf bir müşteri, gelip de ille daha fazla para vereceğim diye tepinen müşteri hiç görmemiştir herhalde...
"--O parayı senden almayız." dedi, helâl ü hoş olsun demeye getirdi, onu almadı benden...
Bir de gitti, kitap kadar bir kalın çukulata getirdi, onu da hediye olarak bizim küçük kıza verdi. Yâni, benim dürüstlüğüme hayran kaldı, bir de ödüllendirdi. Parayı almadı, üstüne ayrıca bir de çukulata ödlü verdi.
Şimdi bu bir misâldir. Tabii ben sizin misâllerinizi bilmediğim için, kendimden misâl verdim; özür dilerim. Ama biz müslümanlığı sevdirmeliyiz. Bizim burda görevimiz var... Müslüman böyledir diye bilmeli, sevmeli müslümanlığı... Onun için burda İslâm'ı temsil ettiğinizi unutmayın!
Burada iğreti oturmayın, sağlam oturun! Gerilin, şöyle arkanıza dayanın, ben burdan gitmeyeceğim deyin, öyle oturun! Gidici gibi düşünmeyin kendinizi, gidemezsiniz. Gidenler geri geliyor zâten... Gidiyor, Türkiye'deki abuk sabuklukları görüyor; İsveç daha güzel diyor, kalkıyor, geliyor.
Kalıcı olduğunuzu düşünün ona göre çalışın, kalıcı hizmetler yapın burada... Öyle geçici olarak düşünmeyin!..
Buradaki siyâsî partilere girin, sosyal çalışmalara katılın, dernek kurun! Eğitim çalışmaları yapın, ilim irfan, örf adet çalışmaları yapın!.. Eğitim müesseseleri kurun, okullarla ilgilenin! Çocuklarınızı öğretmen yetiştirin, okullar açın!.. Basın yayın, gazete ile ilgilenin, dilinizi güzelleştirin, geliştirin. Yazıp, çizip yayın yapın, veya böyle yerlere katılın!..
d. Allah Yolunda Fedâkârlık
Bütün bunların hepsinin yapılması için muhterem kardeşlerim, birilerinin fedâkârlık yapması lâzım!.. Bu fedâkârlığı kim yapacak?.. Bu fedâkârlığı müslüman kendisi yapacak. Çünkü fedâkârlığın, cömertliğin, Allah yolunda masrafın sevabı çok... Nasıl çok; birkaç ayet-i kerime okuyacağım bu konuda...
1. Allah-u Teâlâ Hazretleri Tevbe sûresinde ayet indirmiş, buyuruyor ki, bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(İnnallàheşterâ minel-mü'minîne enfüsehüm ve emvâlehüm biennelehümül-cenneh) "Eğer siz canlarınızla, can feda ederek, mallarınızla, mal feda ederek çalışırsanız; Allah da sizin canlarınızı, mallarınızı, cennet mukabilinde müşteri oldu, tâlib oldu, alacak!" Verin onları, alın cenneti... Böyle bir benzetmeyle anlatıyor Allah...
(İnnallàheşterâ) "Allah müşteri oldu." Kime?.. Müslümanlara... Nelerine?.. Canlarına, mallarına... Ne verecek de alacak; müşteri bir şey verir, malı öyle alır. (biennelehümül-cenneh) Cenneti verecek; malını, canını Allah yolunda sarf edene cenneti verecek... Cenneti kazanmanın yolu, maldan candan fedâkârlıktır; bu bir...
2. Saf sûresi'nde bir ayet-i kerime var:
(Yâ eyyühellezîne âmenû hel edüllüküm alâ ticâretin tüncîküm min azâbin elîm) "Ey iman edenler! sizi cehennem azabından, feci bir azabdan kurtaracak bir güzel ticaret öğreteyim mi?.. (Tü'minûne billâhi) Mü'min olun, Allah'a iman edin! (ve tücâhidûne fî sebîlillâhi biemvâliküm ve enfüsiküm) Allah yolunda mal harcayın, canınızı ortaya koyun ve cihad edin!"
Demek ki cehennemden kurtulmanın, cennete girmenin çaresi, malla canla Allah'ın dinine hizmet etmekmiş.
3. Bir başka ayet-i kerimeyi okuyacağım, Allah-u Teâlâ Hazretleri diyor ki:
(Menzellezî yukridullàhe kardan hasenen fe yudàifehhu lehû ad'àfen kesîrah) "Kim Allah'a borç verecek ki, kat kat artırsın Allah... Karşılığında çok mükâfatlar versin."
Allah borç istiyor müslümanlardan... Borç istiyor ki, karz-ı hasen versinler de o da karz-ı haseni kat kat arttırsın. Karz-ı hasen, biliyorsunuz borç vermek demek...
Bu ayet-i kerimeyi duyunca Ensar'dan Ebüd-Dahdah diye bir mübarek zât; Rasûlüllah'ın yanına gelmiş:
"--Yâ Rasûlallah bizden, müslümanlardan borç mu istiyor?"
Efendimiz tebessüm buyurdu:
"--Evet, mukabilinde cenneti verecek, borç istiyor."
Allah'ın hiç bir şeye ihtiyacı yok ama, demek istiyor ki: "Ey müslümanlar, müslüman kardeşleriniz için para pul harcayın! Allah'a borç vermiş gibi sayın bunu!" demek istiyor. Yoksa, altını gümüşü de yaratan Allah, elması, mücevheratı, zümrüdü de yaratan Allah... Onun bir şeye ihtiyacı yok, bizim ihtiyacımız var ama, böyle bir latîfe ile anlatıyor. "Sanki siz birbirinize borç veriyorsunuz ya, öyle düşünün!" demek istiyor.
"--Şâhid ol yâ Rasûlallah, ben şu dörtyüz ağaçlık hurmalığımı Allah yolunda, Allah'a borç olarak veriyorum!" dedi.
"--Eh mübarek olsun yâ Ebed-Dahdah!" dedi Peygamber Ef1endimiz.
Adam evine geldi, karısına seslendi:
"Yâ Ümme Dahdah! Artık bu bahçe bizim değil, ben bunu Allah'a verdim. Hadi eşyanı topla, çıkalım burdan..." dedi.
Kadın da dedi ki:
"--Alışverişin mübarek olsun ey kocacığım!" dedi.
"Niye verdin, hay Allah..." filân demedi.
Türkiye'de bizim şeyhlerimizden birisinin yaptırdığı bir medrese yıkılmış da, okasabaya gittik. Hem yıkmışlar, hem de yerini Tarım Bakanlığına vermişler. Camiyi yaptırmış babamın şeyhi, arkasında 24 odalı medrese yaptırmış. Herifler zabtetmişler medreseyi, yıkmışlar, bir de yerini tarım bakanlığına vermişler... Kimin malını kime veriyorsun, bu camiyi yaptıranın mülkü o medrese!..
"--Kazmayı küreği getirin, ben burda medrese yapacağım!" dedim.
Şaşırdılar, benim gibi divâne hoca görmemişler.
"--Burası artık bizim değil!" dediler.
"--O zaman yer gösterin, ben buraya medrese yapmağa geldim!" dedim. "Siz büyük vebal altındasınız. Siz başkasına ait bir yeri bir başkasına vermişsiniz. muhtarlık olarak, köylü olarak büyük günah altındasınız. Yer gösterin!" dedim.
Utandılar. Mü'min olanlar da memnun oldular;
"--Tamam, doğru, haklısın..." filân dediler.
Sonra ordan bize, bir zaman sonra haber geldi. Adamın birisi bir araziyi, tamam gelsinler, medrese yapsınlar diye vermiş. Ötekisi köyün merkezindeydi, bu kimbilir nerede bilmiyorum ama, ikisi eşit olur mu?.. Olmaz.
Neyse, pekâlâ filân dedik arkadaşlara, gidin, görün dedik. Görmüşler, müsâit hocam dediler. Pekiyi dedik. Gören arkadaş şehirde evine gelmiş. Adamdan telefon gelmiş:
"--Ben tarlamı vermekten vaz geçtim."
"--E niye?.. Senin aklın yok mu, fikrin yok mu, kararın yok mu, haysiyetin yok mu?.. Kendi malında tasarrufa hakkın yok mu?.."
Hanım ve kızlar razı gelmemiş. Kızdam ben de... Bir daha arazi verseler bile, oraya medrese yapmayacağım şimdi... Gideceğim, başka yere yapacağım, ama o köy kaybetti. Yâni adam mal veriyor, kendilerine miras düşmeyecek diye kızları hayrı engelliyor. Allah ıslah etsin...
4. Bir ayet daha okuyayım:
(Meselüllezîne yünfikne emvâlehüm fî sebîlillâhi kemeseli habbetin enbetet seb'a senâbile fî külli sümbületin mietü habbeh)
Allah yolunda mallarını harcayanların mükâfatı, yere bir tane ekmeye benzer. Taneden ekin bitiyor, bir sapın üzerinde yedi tane başak var, her başakta da yüz tane hububat var gibi... Bu ne demek?.. Bir tane yediyüz oldu. Allah yolunda malını sarf edenlerin mükâfatı bire yediyüzdür.
Buğday ekenler bilirler; bir taneden kaç başak çıkar?.. Herhalde bir tane çıkar. Bir başakta kaç tane olur?.. Onbeş, yirmi... Yedi başak, her binri yüz; yediyüz... Allah yolunda sarfedilenin mükâfaatı bire yediyüzdür.
Şimdi bunu niye okudum? Çünkü bana bir hoca arkadaşım anlattı ki, bizim bir yerde yaptığımız konuşmalar, çalışmalar sonucunda orada bir cami alınmasına karar verilmiş. Cami alınacak. Bir bina bulundu, geniş arazisi var, yirmi dönüm... Ev yediyüz metrekare...Yedi tane büyük garajı var ki, her birisi bir dersane olur. Ev ne kadar büyük ki, yedi tane garaj yapmışlar. Çok mükemmel bir şey... Şimdi onu alacaklar.
Onu alınca garajları okul yapacaklar, anaokulu olacak, çocuklar yetişecek, büyükler yetişecek, kadınlar yetişecek; bir canlılık olacak o şekilde... Hem de namaz kılacaklar. Geçtiğimiz Ramazanda namaz kılmışlar, çok hayır, bereket olmuş.
Bazıları mızıkçılık etmişler. Ben ordayken hepsi taahhütte bulundu, liste yaptık; şu şu kadar para verecek, şu şu kadar para verecek diye... Cami olacak, okul olacak, ana okulu olacak, gelişme olacak diye ben sevinerek geldim Türkiye'ye... Arkadan mızıkçılık etmişler, para vermek zor gelmiş.
Adapazarı'nda bir hacı arkadaşımız var, ihvanımız. Bu hacı arkadaşımız bir toplantıda bize külliyetli bir para verdi. Ertesi gün baba dostu yaşlı bir kimse yolda bunu görmüş:
"--Yâhu, sen amma müsrif olmuşsun!"
"--E ne yaptım?" demiş.
"--Duydum ki sen, dün akşam bir toplantı da şu kadar para vermişsin."
Çocuk da hacı. Demiş ki:
"--Amca biliyorsun, babam senin arkadaşındı. Sen benim baba dostumsun, babam senin iyi arkadaşındı. O şimdi karatoprağın altında..." demiş.
Hayat fâni, herkes ölecek, ahiretime hazırlanıyorum demek istiyor.
Demiş ki:
"--Beni ölümle korkutma, beni ölümle korkutma, ölümü anlatma!.."
"--Yok... Sen bana, 'Niye o kadar hayır yaptın?' diye hayır yaptığımı tenkid ediyorsun; ben de 'Hayat fânî!..' diyorum. Sen beni tenkid ediyorsun, ben de senin fikrinin yanlışlığını söylüyorum." demiş.
Hocam, şehrin göbeğinde çok kıymetli, bilmem kaç milyarlık arsası vardı. Belediyenin yakını, istasyonun yakını, tam çarşının, pazarın göbeği... Adam oraya bir işhanı kurmayı düşünüyormuş. Bir işhanları kuracak, kaç dükkânı olacak. Paralar oluk gibi, Sakarya nehri gibi akacak... Güldür güldür para akacak.
Belediye hainlik etmiş, bir istimlâk etmiş orayı... Hadi bakalım belediyeyle uğraş... Ne para verecek oraya?.. Şu kadarcık bir para verecek.
Peygamber Efendimiz diyor ki: Allah'ın melekleri vardır, dua ederler:
"--Yâ Rabbi infak edenin malını artır, cimrilik edenin malını telef et!"
Sen misin cimrilik yapan, bak Allah nasıl telef etti. Şehrin merkezinde paraydı arsası, pul oldu, kıymeti kalmadı. Onun için, Allah yolunda harcamaktan kaçınmayın! Peygamber Efendimiz yemin ederek söylüyor:
"--Vallahi zekât vermekten, sadaka vermekten, hayır vermekten insanın malı azalmaz!" diyor Peygamber Efendimiz
Yemin ediyor, inanmıyor musun Peygamber Efendimiz'in sözüne?.. Arttırır! Allah gökten verir, gökten indirir, nasıl verirse verir...
Ben yine kendimden bahsediyorum, kusuruma bakmayın: Ben üniversitede maaşlı bir üniversite hocası iken ki, ancak maaşını yerler üniversite hocaları, zengin adamlar değillerdir. Ağabeyim vesile oldu, bir arsa aldık. Neyle aldım?.. Cebimdeki harçlıkla aldım. Geçimime tesir etmeyen az bir para ile, dağın başında bir arsa aldık. Ağabeyim dedi ki:
"--Belki ev yapmaya müsaade etmezler."
"--Olsun, dağın başını severim ben, püfür püfür eser." dedim.
Razı oldum, arsayı aldık yıllar önce... Şimdi bu arsaya müteahhitler tripleks dört tane daire kondurdular. Her daire 395 metrekare... İkisi bana, ikisi müteahhite... Müteahhit arsa karşılığı daire yapıyor ya, öyle... Ben cebimden kuruş harcamadım. Ben çünkü emekli bir hocayım, ayın sonuna maaşımın yetmediği olur. Bana Allah iki daire verdi. Bitişik iki daire, kapıları ayrı, bir çatı altında, üç katlı... Üç katlı iki köşk verdi bana, birbirine yapışık... Ben şimdi diyorum ki:
"--Allah gökten köşk yağdırdı, benim bahçeme iki tanesi düştü."
Doğru değil mi? Ben para vermedim. Otarlanın üstüne gidip yapsaydım, prefabrik,iki odalı bir şey yapacaktım. Üç katlı, bahçeli iki tane villa... Allah bir insana verirse, kimse engelleyemez. Allah bir insandan alırsa, kimse engelleyemez. Veren Allah, alan Allah... Allah'a iyi kul olmaya çalışmak lâzım!..
Son bir nokta; biz bir muhabbetli dînî grubuz, ihvân grubuyuz, kardeşiz. Sadece Türkiye içinde değiliz, uluslarası boyuttayız. Avustralya'da kardeşlerimiz var, Almanya'da kardeşlerimiz var, Amerika'da kardeşlerimiz var, Hollanda'da kardeşlerimiz var, Avusturya'da kardeşlerimiz var, Mısır'da kardeşlerimiz var, Arabistan'da kardeşlerimiz var... Ulularası bir dînî camiayız. Özbekistan'da kardeşlerimiz var, Özbekistan'ın meşhur bir şairi ihvânımız, bir hocası ihvânımız, diyanet işleri başkanı ihvânımız... Uluslarası şöhretimiz var.
Talebelerimden bakanlar var... Muhabbetli bir camiayız. Bir de tarihî bir derinliğimiz var, tarihe doğru şerefimiz var... Tâ Peygamber Efendimiz'e kadar giden silsilemiz var. Çok meşhur insanlar... Yâni biz böyle bir şerefli, değerli mânevî bir topluluğuz, elhamdü lillâh, Allah'a hamd olsun... Yolumuz evliyâlar yoludur. Onun için çok temiz bir yoldur. Takvâ yoludur, cennet yoludur, ihsân yoludur, ihlâs yoludur.
Bunun kıymetini bilin, bunun şükrünü edâ edin!.. Bu herkese nasib olmaz. Herkes böyle bir uluslarası topluluğun üyesi değildir. Uluslarası toplulukların üyeleri vardır ama, onlar makbul değildir. Mason teşkilatı var Bilderbergler var, bilmem neler var; onların mâneviyatı yoktur, onların ahiretleri yoktur. Bizimki ahiret kardeşliğine dayanıyor. Cennete kadar gidecek bir kardeşliğe dayanıyor. Bunun kıymetini bilin!.. Arş-ı A'lâ'nın gölgesi altında nurdan minberlere oturmak istiyorsanız, dervişliğinizi güzel yapın!..
e. Ders Tarifi
Şimdi içinizde dersli olmayan kardeşlerimiz varmış, bana ders almak istiyoruz diye kâğıt gönderdiler. Onun için kısaca ders vereyim.
Beraber tevbe edelim:
Estağfirullàh... Estağfirullàh... Estağfirullàh...
Estağfirullàhel-azîm el-kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hû... El-hayyel-kayyûm ve etûbü ileyk...
Allàhümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente halaktenî, ve ene abdük, ve ene alâ ahdik, ve va'dike mesteta'tü ezü bike min şerri mâ sana'tü ebûüleke bini'metike aleyye ve ebûu bizenbî, fağfirlî feinnehû lâ yağfiruz-zünûbe illâ ente.
Bu Peygamber Efendimiz'in duasıdır. Allah Habîb-i Edîbi hürmetine geçmiş günahlarımızı affetsin... Bundan sonraki ömrümüzde artık Allah'ın sevgili kulu olarak yaşamağa bizi muvaffak eylesin... Sevdiği işleri yapmayı nasib eylesin...
Bundan sonra devamlı abdestli gezin, her zaman abdestli gezin!.. Ezan okunsa, namaz kılacak gibi; ölüm gelse, Azrâil gelse, ver canını dese, hazır olmalı insan...
Her gün zikir vazifelerinizi yapın! Zikri istediğiniz zaman yapabilirsiniz. Tercihan temiz, tenha bir yerde kıbleye doğru diz çöküp oturun, gözlerinizi yumun! 25 defa "Estağfirullah" diye tevbe ederek başlayın! Sonra bir Fatiha, üç Kulhüvallàhu ehad okuyun; Peygamber Efendimiz'i ve Peygamber Efendimiz'den bize kadar tarih boyunca yaşamış, irşad vazifei yapmış evliyâullah büyüklerimizin, mürşid-i kâmillerimizin, tarikat pirlerimizin ruhlarına bunları hediye edin! O mübarekler sizi sevsin, mânevî bakımdan yardımcı olsunlar.
Sonra, gözünüz kapalı derin derin düşünceye dalın! Bu dünyanın fâni olduğunu, bir gün gelip Azrâil'in karşınızda dikileceğini, canınızı alacağını, kara toprağa gömüleceğinizi, kıyâmet kopunca Allah'ın huzuruna çıkacağınızı, mahkeme-i kübrâ'da muhakeme olunacağınızı; sonra iyilerin cennete gideceğini, kötülerin cehenneme düşeceğini; cehenneme düşenlerin nasıl feryad edip perişan olacağını, cayır cayır yanacağını; iyilerin de cennete varınca nasıl sevineceğini, nasıl nimetlere gark olacağını düşünün!..
Ölümü düşünmeye râbıta-i mevt, tefekkür-ü mevt, tezekkür-ü mevt gibi isimler verilir. Bunu düşünün, çünkü Peygamber Efendimiz ölümü düşünmeyi tavsiye ediyor. Ölümü düşünün ki, dünyaya aldanmayıp, ahirete hazırlanmanız mümkün olsun...
Zikre oturduğunuz zaman, ölümü düşünmek bir vazife...
İkinci vazife, zikrullahı beraberce yaptığımızı düşünün! Gözünüzü kapatın, bizi hocalarımızla, evliyâullah büyüklerimizle, karşınızda göz önüne getirin, gönlünüzü gönlümüze bağlayın!.. Bu bağlantı kuruldu mu, insanın gönlüne çok güzel duygular, fikirler gelir, feyizler gelir, nurlar gelir; yaptığı ibadetin tadını duyar, faydasını görür. Bunda başarı kazanınca, ilerleyince, Rasûlüllah Efendimiz'i görecek hale gelir. Onun için bunu da güzelce yapın! Bu çalışmanın adı da râbıta-i mürşid'dir. Yâni insanın mürşidini düşünmesi...
Üçüncü düşüneceğiniz şey de, Allah'ın sizi gördüğünü, Allah'ın her yerde hàzır ve nâzır olduğunu, ondan kaçılmayacağını, onun huzurunda ona günah işlemenin doğru olmayacağını düşünün, güzel kulluk etmeye çalışın. İmanın en kuvvetli derecesi, nerde olursanız olun, Allah'ın sizi gördüğünü düşünmektir. Bunu düşünün!
Buna da râbıta-i huzur diyoruz. Allah'ın huzurundayız her zaman... O bizi görüyor. tenhada değiliz, karanlıkta değiliz, görünmeyen yerde değiliz; Allah her şeyi görüyor. Bunu düşüneceksiniz!
Bu üç düşünceyi peşpeşe düşündükten sonra, zikirleri çekmeye başlayın! Söyleyeceğim zikirler, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinden aldığım, Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği zikirlerdir. Günde:
1. 100 defa "Estağfirullah"
2. 100 defa "Lâ ilâhe illallah"
3. 1000 defa "Allah..." diyeceksiniz. Allah sözüne lafza-i celâl derler. Yâni celâl sahibi Allah'ın ismi demek... Her yüz defada:
(İlâhî ente maksdî ve rıdàke matlûbî) diyeceksiniz. Bu hadis-i kudsîden uyarlanmış bir sözdür. Yâni yine Allah Peygamber Efendimiz'e öğretmiş oluyor bu sözü... Biz de onun öğrettiği şekilde Allah'a söylemiş oluyoruz:
(İlâhî ente maksdî) "Yâ Rabbi, benim amacım, gàyem sensin! Herkesin bir arzusu, istediği var; ben seni istiyorum. (ve rıdàke matlûbî) Ben senin rızanı kazanmak istiyorum."
Bu bizim şiarımızdır, bizim bayrağımızdır. Ben böyle kocaman bir bayrak yaptırdım ama, yanımda taşımaya utanıyorum. Sancak gibi, kenarı işlemeli... Bir yüzüne "Lâ ilâhe illallah" yazdırdım, çünkü bir şiarımız o, "Allah'tan başka ilah yoktur." Biz tevhid ehliyiz, biz müslümanız. Öbür tarafına da "İlâhî ente maksdî ve rıdàke matlûbî" yazdırdım. O bizim bayrağımız. İnşaallah o bayrakları çoğaltalım, hepinize de dağıtalım!
Her yüz defa Allah dedikçe, bunu söyleyeceksiniz. Neden?.. Söylemediği şeyi unutur insan... Zamanla insan dilini bile unutuyor. Konuşulmadığı zaman, dilini söyleyememe durumuna geliyor.
Peygamber Efendimiz diyor ki: "İmanınızı Lâ ilâhe illallah diye diye kuvvetlendirin!"
--Var benim imanım!..
Olsun, tekrar tekrar söyle de kuvvetlensin perçinlensin.
4. 100 defa Peygamber Efendimiz'e salevat getireceksiniz. Rasûlüllah'ı seveceksiniz, Rasûlüllah'a aşık olacaksınız.
--Ben uzaktan Peygamber Efendimiz'e salât ü selâm getireceğim de ne olacak?..
Peygamber Efendimiz ne olacağını söylüyor. Melekler bu salât ü selâmı alırlar, Rasûlüllah'a arz ederler: "Yâ Rasûlallah! İsveç'ten, Stocholm şehrinden filânca sana selâm gönderdi." derler. Rasûlüllah SAS de selâmınızı alır, çok hayırlara erersiniz.
Zâten Allah emrediyor, bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(İnnallàhe ve melâiketehû yüsallûne alen-nebiyyi) "Allah ve melekleri de Peygamber Efendimiz'e salât ü selâm getirirler. (yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ) Ey iman edenler, Rasûlüllah'a salât ü selâm getirin!" buyuruyor.