"--Yahu, bizim dedelerimiz de böyle yapardı. Dedelerimiz de böyle bağırırdı, birisi çıkardı elini kulağına koyardı, bir bağırırdı. Sizin gibi saf bağlayıp böyle yaparlardı..."
Şimdi?.. Şimdi adam şimdi müslümanlığı bilmiyor. Orada giden arkadaşlar, hani Pakistanlılar'ın böyle gezen cemaatleri var ya, onlar demişler ki:
"--Öyleyse sizin dedeleriniz müslüman; gelin bakalım, kimsiniz?.."
Haaa, Avustralya ilk keşfedildiği zaman, Afganistan'dan gelmişler, ordaki yerli ahâli ile, Aborijinler'le evlenmişler, onların çocukları bunlar... Amma İslâm'dan haberleri yok, kiliseye bağlanmışlar. İslâm'ı unutmuşlar. Bak olabiliyor... Avustralya'da olmuş. Namazlı niyazlı, abdestli, camili insanların çocukları namazı bırakmışlar, İslâm'ı bırakmışlar. İslâm'ı bilmiyor, ordaki kiliseye gidiyor. Çünkü kiliseler canlı çalışıyor. Canlı çalışan kiliseye gidiyor, İslâm'ı bilmiyor.
O kıtanın içindeki şehirden, bu durumda olanlar:
"--Bize hoca gönderin!" diye benden hoca istediler.
"--Size nasıl hoca gönderelim?"
"--İngilizce bilen hoca gönderin..."
İngilizce konuşabilecek ki onlara İslâm'ı anlatsın. İlân ettik, söyledik, Türkiye'de vaazlarımda söyledim; bulamadık.
Aziz ve muhterem kardeşlerim! Onun için torunlarımızın, çocuklarımızın müslüman kalması için tedbir alacağız. Türkiye'nin müslüman kalması için tedbir alacağız. İslâm'ın buralarda yayılması için tedbir alacağız. Müslümanların haklarının korunması için tedbir alacağız. Fakir müslümanların huzura, rahata, sosyal haklara kavuşması için; ilaca, hastahaneye, okula, mektebe sahip olması için tedbir alacağız. Şimdi çalışacağız, şu anda tam çalışma zamanı neden? Boş...
b. Sıhhat ve Boş Vakit
Peygamber Efendimiz diyor ki: "İki nimet vardır ki insanlar bunların kadrini kıymetini bilmiyorlar." diyor. İki nimet var, ama nimet olduğunun farkında bile değil:
1. (El-ferağ) Yâni, "Boş zaman"
--Hacı bey serbest misin?
--Serbestim, hiç bir şeyim yok, emekliyim. Ayağımın topuğu çatlamıştı, ordan bana emeklilik verdiler, emeklilik maaşı alıyorum. Emekliyim serbestim.
--Sabahtan akşama kadar ne yaparsın?
--Hiç hocam, işte günlerimizi geçiriyoruz.
--Olur mu?!.
--Duruyoruz işte..
--Durma zamanı mı?.. Çalışma zamanı, çalışacağız, harıl harıl çalışacağız. Allah'ın rızasını kazamak için çalışacağız, yapılacak bir sürü iş var.
--Hocam ben hangi işi yapacağımı bilemiyorum!
--Gel ben sana söyleyeyim: Çocukların müslüman yetişmesi için, okuması için müesseseler kuracağız. Çocuk yuvasından başlayacak, Kinder Gartın'dan, ana okulundan, mekteplere, yurtlara kadar... Çocuk pırıl pırıl müslüman olacak, seni aratamayacak, mezarda senin kemiğini sızlatmayacak... Sana rahmet okuyan, sana Kur'an okuyan, sana dua eden, senin kabrine sevap gönderen hayırlı evlât bırakacaksın yerine... Hayırlı sermaye bırakacaksın!
Kıymeti bilinmeyen nimetlerden birisi (Elferağ) boş zamanmış.
--Hocam ben serbestim...
Hay Allah razı olsun, sen arayıp da bulamadığım insansın, bak serbestmişsin, tamam... İslâm için çalış!..
2. (Es-sıhhah) Sıhhatin de kıymetini bilmez insan... Ne zaman bilir?.. Hastalanınca... Yatağa düşer:
"--Ah yâ, vah yâ, tüh, sıhhatliyken sıhhatin kıymetini bilememişiz. Sıhhat meğerse ne kadar iyiymiş. Bak şimdi ayağa kalkamıyorum, dizim kıvrılmıyor, yürüyemiyorum gözüm görmüyor, kulağım işitmiyor..." filân gibi bir sürü şeyler söyler.
Sıhhatin kıymetini bilmiyoruz, boş zamanın kıymetini bilmiyoruz. İleriye dönük tedbirleri alacağız, tedbirleri almakta herkes çalışacak.
Burada bir hazine var, nedir bu hazine?.. Boş zamanı olan, emekli kardeşlerimiz... Mâlûlen emekli olmuş; turp gibi, çelik gibi, demir gibi sağlam müslüman... İslâm için çalışacak!.. Neler yapacaksa, bize soracak; biz de şunu yap, bunu yap diyeceğiz... Sonuç itibariyle senenin sonunda çizgiyi çekip, kârımızı, zararımızı hesapladığımız zaman:
"--Elhamdü lillâh bu sene çocukları kurtarmışız. Bu sene ailelerde, çocuklarda şu kadar kârımız var, sayımız şu kadarken şu kadar oldu." diyeceğiz.
Bunu diyemiyorsak, zarardayız.
"--Yâhu, bizim mahallede şunlar şunlar şunlar müslümandı. O öldü, ötekisi Türkiye'ye döndü; şimdi onların çocukları da hiç camiye gelmiyor, bizimle ilgilenmiyor, İslâm'dan koptular."
Bir kayıp, bir ziyan var. Senenin sonunda ziyan var; şu kadar aile eski durumunu bile koruyamadı... Onun için tedbir alacağız. Allah'ın rızasını kazanmak yolunda aklımızı kullanacağız, ama Allah'ın rızasını kazanmak için kullanacağız; şeytanlık için değil, günah için değil, haram için değil, fâni dünya için değil...
Fâni dünya için çalışmak yasak değil, aklını kullanmak yasak değil; amma ahireti kazanmak için çalışmak ondan çok daha geniş, çok daha önemli, çok daha kıymetli... Dünya için de çalışacaksın! Dünya işin yoluna girmiş; emeklisin, maaşın var, araban var, zamanın var, tamam... Ötekisi işte çalışıyor; o da İslâm için cumartesi, pazar çalışsın, işi bittiği zaman çalışsın, işinden döndüğü zaman çalışsın!..
--Ben bugün işimden geldim, çok yoruldum, madende belim ağrıdı, yarım saat yatayım."
--Tamam, yat!..
Dinlendin, akşam namazını kıldın, akşam yemeğini yedin. "Yatsıdan saat ona kadar, onbire kadar Allah'ın dinine nasıl hizmet edebilirim, ne yapabilirim?" diye düşüneceksin. Allah bereket versin, iki saat de dinin için çalıştın, elhamdü lilâh... Gündüz sekiz saat dünya için çalıştın, şimdi geceleyin de iki saat dinin için çalış! Ne güzel... Bir saat çalışsa razıyız.
--Efendim, ben kimseyle ilgili bir çalışma yapamadım da...
O zaman aç kitap oku, Kur'an öğren, hadis öğren, dinimizin ilmini öğren!.. Onu da mı yapamazsın?.. Kendini yetiştir, bir yerde gelir ağzını açar söylersin.
Şimdi bana soruyorlar:
--Hocam Türkiye'den mi geliyorsunuz?
--Evet, Türkiye'den geldik.
--Ne yapacağız biz?..
Hiç bir şey yapamazsan, fikrini söyle! "Böyle şey olmaz ben şuna razı değilim!" de!.. Her insan doğru bildiği şeyi koruyacak, yanlış bildiği şeyin yanlış olduğunu söyleyecek. En basit çalışma bu...
--Bu söylemekle oluyor, olmuyor...
O zaman müesseseleşeceksin, teşkilatlanacaksın, müessese kuracasın!..
Elhamdü lillâh, Allah neler nasib etti, nazar değdirmesin, devam ettirsin. Dergilerimiz vardı, radyomuz oldu, televizyonumuz oldu. Paramız pulumuz yetseydi, Ramazan'dan itibaren günlük gazete çıkaracaktık. Eh olacak inşaallah... Yâni yılmadık, vazgeçmedik, çalışacağız!..
--Orda artık Millî Güvenlik Kurulu gazete çıkarttırmazsa?..
Ben de Almanya'da çıkartırım.
--Almanya'da olmaz!
--Avustralya'ya giderim.
--Avusturalya'da da olmaz!
--Amerika'ya giderim. Amerika'da 270 milyon, 300 milyon Amerikalı'yı müslüman etmeye çalışırım.
Haberiniz olsun, zaten beni Amerika'ya çağırdılar. Birisi bana üç katlı, şato gibi ev verdi. Etrafta dörtyüz dönüm geniş arazisi var:
"--Burdan istediğin kadar da dönümü sana vereyim!" dedi
Allaah! Üç katlı taştan kârgir bina, istediğin kadar da dönüm...
"--Ben burda ne yapacağım?" dedim.
"--Ev senin olsun, arasi senin olsun hocam!" dedi.
"--Eee, ne olacak?"
"--Belli zamanlarda beni, çoluk çocuğumu ve torunlarımı topla, bize İslâmiyeti anlat!" dedi.
"--Ben ailenin özel hocası mıyım? Olmaz öyle şey!" dedim, kalktım Türkiye'ye gittim.
Neden?.. Ben altmış beş milyona hitab ediyorum. Atmış beş milyona değil radyo ile milyonlarca insanlara ulaşıyoruz. Çok büyük nimet, çok büyük imkân... Dergiyle, gazeteyle, kitapla, konferansla, konuşmayla vs. çok şey yapıyoruz. Orda bir aile... Bana saray verse durmam!.. Amma orda olmadı, burda olmadı; o zaman giderim orda çalışırım. İngilizce'yi ilerletirim, güzel İngilizce konuşurum, İngilizlerin arasında çalışmağa başlarım.
Bizim bir arkadaşımız [Yusuf Ziya Kavakçı] oraya gitti, ihvamınızdan... Hem hukuk fakültesini bitirdi hem yüksek İslâm enstitüsünü bitirdi. Hem fakültede ilerledi, yürüdü, geçti, gitti, profesör oldu. Hem profesör, hem avukat, hukukçu, hem hafız... İslâm'ı biliyor. Günde ortalama üç-dört tane kişi karşısına geliyor, müslüman oluyor. Amerikalı gelip soruyormuş, o da anlatıyormuş; "Tamam kabul ettim." diyormuş, müslüman oluyormuş.
Amerikalı kabul ediyor. Bizim Türkiye'deki insanlara söylüyorsun söylüyorsun, "He he..." diyor. Sen kapıdan çıktıktan sonra bildiğini okuyor.
Bizim bir arkadaş İngiltere'den bir kadınla evlenmiş. Kadın müslüman olmuş, örtülü, eldivenli, başörtülü, uzun giyimli... Ben yabancılarla evlenmeye razı değilim de, ama olmuş, evlenmiş; hanımı da müslüman olmuş. Yâni İngiliz müslüman...
Bu İngiliz müslüman hastalanmış. Ankara'da Ankara Hastanesi'ne gitmiş. Samanpazarı'nın ötesinden giderken, mezarlıklara doğru, solda kırmızı taş bina muhteşem... Oraya gitmiş:
"--Şuramda şu hastalık var." demiş.
Demişler ki:
"--Röntgenini çekelim!"
Röntgenciye gitmiş, röntgenci de böyle bizim Anadolu'dan pos bıyıklı bir kimseymiş. Bakmış:
"--Ne var?.."
Demiş ki:
"--Falanca yerden geldim, doktor rötgenimi çekmenizi istedi."
Kadına:
"--Soyun!" demiş.
"--Nerde soyunacağım?"
"--Burda soyun!.."
"--Olur mu, röntgeni çalıştıracak bir hanım röntgenci yok mu?" demiş.
Pos bıyıklı da buna:
"--Ohoo, sen bu geri kafayı bırak, çağa yetiş, biraz batıyı öğren, Avrupa'yı öğren hanım!" demiş.
Kadın demiş ki:
"--Ben zaten İngilizim. İngiltere hiç sizin dediğiniz gibi değil, hiç sizin sandığınız gibi değil!" demiş.
Elâlemin adamının karşısında kadın soyunur mu?.. Amerika'da erkek soyunmamış. Bir Amerikalı müslüman olmuş. Askere alacaklarmış, muayene edecekler;
"--Soyun!" demişler.
"--Benim dinime göre burdan ötesini soyunamam, İslâm'a aykırı!" demiş.
Dayatmış kabul etmişler.
"--Seni askere alacağız!"
Demiş ki:
"--Ben sizin ordunuzda askerlik yapamam. Çünkü siz, meselâ Suudî Arabistan gibi, Türkiye gibi bir İslâm ülkesiyle çarpışmaya kalkarsanız, o zaman ben müslüman kardeşlerimle çarpışmak zorunda kalırım, sizin ordunuzda böyle bir şeyi yapamam! Ben müslümanım, siz müslüman değilsiniz, hiristiyansınız. Ben sizin ordunuzda görev yapamam, reddediyorum!" demiş.
Mahkemelik olmuşlar, kazanmış. Yâni Amerika'da erkek soyunmamış. Erkek kadın farketmez. Bizim mezhebimize göre, erkeğin, dizinin altından göbeğine kadar olan yerler, avret-i galîza dediğimiz mutlaka örtülmesi gereken kısmıdır. Üstünde öyle bir kıyafet varken röntgenini filân çeksinler. Ama İslâm'a göre, kadının elleri, yüzü ayakları hariç her tarafının örtülmesi lâzım!..
"--Soyun!" diyor pos bıyıklı...
"--Sen kimsin yâ, ben senin yanında niye soyunayım?.. Sen bana bir hanım röntgenci bulmağa mecbursun, devlet mecbur, hastahane mecbur!.. Öyle şey olur mu?.."
Hâsılı aziz ve muhterem kardeşlerim, tedbir alacağız. Yapılacak çok iş var, çok tedbir almamız lâzım!..
c. Haramlardan Sakınmak
Bakın, Peygamber Efendimiz'in bir iki cümlelik sözünden neler çıktı... İkinci cümle:
(Velâ veraa kel-keffi an mehàrimillâh) "Allah'ın haramlarından, haram kıldığı şeylerden sakınmak gibi vera' olmaz."
Biliyorsunuz, Allah CC bize Kur'an-ı Kerim'in pek çok âyetinde takvâ ehli, müttakì, takvâlı müslüman olmayı emrediyor. "Müttakî olunuz, Allah müttakî kulları sever." buyuruyor.
Takvâ ne demek?.. Korunmak sakınmak, hissine sahip olmak demek. Nerden korunacak insan?.. (İttekullah) derse, Allah'tan korkacak, sakınacak. (Fettekun-nâr) demişse, cehennemden sakınacak... Yâni sakınma konusu değişebilir; sakınmak demek.
Takvâ Allah tarafından bize emredilen, hepimizin sahip olması gereken bir şey... Hepimiz Allah' tan korkacağız, sakınacağız, cehenneme düşmemeğe dikkat edeceğiz.
Bir de vera' var. Vera' ne demek?.. Şüphelilerden bile kaçınmak demek. İslâm'ı güzel yapmak, haramlara hiç yanaşmamak, şüpheliden bile uzak durmak, titizlik yapmak; vera' bu... Yâni takvâ'dan biraz daha kuvvetli, daha titiz bir durumda olmak. "Allah'n haram kıldığı şeylerden elini çekmek, sakınmak gibi vera' olmaz." diyor.
--Verâ' sahibi olmak çok sevaplı, çok iyi de, bu nasıl olacak, nasıl sağlanacak?
--İnsan, Allah'ın haram kıldığı her şeyden uzak duracak.
--Allah'ın haram kıldığı nedir?
--Domuz eti...
--Tamam, domuzlu gıda almayacağım, domuz katışık gıdayı yemeyeceğim!.. Allah'ın haram kılıdığı başka ne var?..
--İçki...
--Tamam, alkollü, içkili meşrubat içmeyeceğim. İçinde az bir şey bile olsa, çok da olsa içmeyeceğim.
--Meselâ başka sakınılacak şeyler nelerdir?
--Faiz, yalan, birisinin hakkını haksız yere almak, haram yollardan kazanç sağlamak...
İşte bunların hepsinden, Allah'ın haram kıldığı şeylerden kendisini çekmek, uzak durmak çok iyi bir şey... Böyle olan insan, vera' sahibi olmuş olur. "Allah'ın haramlarından sakınmak gibi vera' olmaz." diye, Peygamber Efendimiz öyle olmayı tavsiye buyuruyor.
O halde biz ne yapacağız?.. Bir taraftan Allah'ın rızasını kazanmak için tedbirler alıp duruken, bir taraftan da Allah'ın haram kıldığı şeylerden uzak durmağa çok dikkat edeceğiz.
--Haramlardan bazısı ne?..
--Haramlardan bazısı, gözüyle nâmahreme bakmak...
Televizyonda haber izliyorsun; kesiyor haberleri, "Reklam" diyor; "Halı reklamı" diyor, halının üstüne uzanmış bir çıplak kadın resmi gösteriyor. Vayahut başka bir reklam, arabaya binen bir kadın gösteriyor. Yâni reklamcının dînî duygusunun zayıflığının derecesine göre, reklam müstehcenliğe doğru kayıyor. Haberleri seyredeyim derken, yine seyrediyorsun.
Veyahut da o kadar titizlenmiyorken, karşına şarkıcı çıkıyor. Şarkıcı nasıl bir kadın?.. Açık bir kadın, sıkı giyinmiş, sırtını açmış, omuzunu açmış, göğsünü açmış, saçını açmış, donanmış, boyanmış...
--Böyle bir şarkıcının şarkı söylediği gazinoya gider miydin?..
-- Gitmezdim hocam, günah...
--E, gazino senin evine geldi!
Sen gazinoya gitmedin, gazino geldi senin evine, şarkıcı senin karşında... Ne oldu? Harama bakmış oldun. O kadın şarkı söyledi, dinledin; ne oldu? Harama kulak vermiş oldun. Gözüyle harama baktı, harama kulak vermiş oldu.
Tabii bu benim anlattığım şey hafif, bir de bunun ağırları var: Anne baba misafirliğe gidiyor, çoluk çocuk Alman televizyonunu açıyor, müstehcen film seyrediyor. Alman filminde müstehcenlik yoksa, Fransız filmini çeviriyor. Duyuyoruz, Fransa'da gece yarısından sonra yüzüne bakılmayacak programlar oluyormuş.
Demek ki haramın çeşitleri varmış. Gözle haram olurmuş, kulakla haram olurmuş, ağızda yemekle haram olurmuş; çeşitleri var... Haramın her çeşidinden sakınacak!.. Böyle olursa, insan takvâ sahibi, vera' sahibi olurmuş. Vera' sahibi olan insan, Allah'ın sevdiği titiz bir müslüman olmak isteyen insan, haramlardan sakınmaya da dikkat edecek.
--Hocam, hem ibadetleri yaparım... İbadet zamanında ibadet, zevk zamanında zevk, keyif zamanında keyif...
Bazı yaşlılar var, bazı yelekli, altın köstekli, fötür şabkalı hacı babalar var, öyle nasihat ediyor. Tip bunlar böyle... Diyor ki:
--Yeri gelince ibadet edeceksin, yeri gelince keyfine bakacaksın!
Sen bunu nerden çıkarttın, öyle şey olur mu?!.
--E çocuğumuzu evlendiriyoruz, misafirlere rakı ikram etmeyelim mi?..
Tabii etmeyeceksin!
--O zaman da mı çengi çağırmayalım?..
Tabii... Helâl usülle yapacaksın. Haram usülde icrâ edilmiş bir düğünden, nikâhtan hayır gelir mi?..
Gelini süslüyor, altı gösteren kıyafeti giydiriyor. Gelinlik modaya göre değişiyor. Uzun da olabiliyor, arkası, etekleri yerde de sürünebiliyor, diz üstünde de olabiliyor. Maksi gelinlik, midi gelinlik, mini gelinlik, şeffaf gelinlik, ıvır gelinlik, zıvır gelinlik... Ondan sonra nikâh kıyılıyor, herkesin karşısında şap şup öpüşüyorlar.
--Hayrola, İslâm'da var mı böyle bir şey?..
--Yok!..
Eee, sonra ziyaretçiler, davetliler bunları tebrik edecek... Koyun pazarlığı gibi eller tutuluyor, sıkılıyor, sallanıyor. Kadın herkesin elini sıkıyor. Kadının yakınıysa, bir de yanak yanağa sarılıyorlar. Gelin şappada şuppada sağdan soldan öpülerek tebrik ediliyor.
--Olmadı! Böyle düğün olmaz!..
--Ben yaptım oldu.
--Sen yaptın yanlış oldu, haram oldu, günah oldu.
--Nasıl olacak?..
--Dualı olacak, camide olacak; güvey camide yatsı namazını kıldıktan sonra tekbirlerle gelecek, evine öyle girecek. Besmele ile olacak, sevaplı olacak, hatimli olacak, ziyâfetli olacak ama; hanımlar bir tarafta, erkekler bir tarafta olacak, haram olmayacak.
Hanım çıkıyor ortaya, bey çıkıyor karşısına... Zıngır zıngır, zangır zungur şöyle şöyle, böyle böyle... Dansmış. Dans bizde yoktu, yeni yeni çıktı. Haram!..
O halde, giyimimize girmiş haramlardan kurtulacağız, sakınacağız. Adetlerimize girmiş haramlardan korunacağız, sakınacağız. Gözümüzü, kulağımızı, dilimizi, midemizi haramlardan sakınacağız, kesemizi haramlardan sakınacağız. Çünkü, işte burdan isterseniz sayfasını ararım bulurum, kaynağını söylerim size, hadis-i şerifi okurum: "Bir lokma haram yerse kırk sabah, yâni kırk gün namazı kabul olmaz, duası reddolunur."
Adam beş vakit namaz kılıyor, cumaya gidiyor, ama haram yemiş; (erba'ìne sabahen) kırk sabah namazı kabul olmaz, duası da kabul olmaz! Halbuki Allah-u Teàlâ Kur'an-ı Kerim'de buyurmuştu:
(Ve kàle rabbükümüd'nî estecibleküm) "Kullarım siz bana dua edin, ben sizin duanızı kabul edeceğim!" demişti.
Allah hangi kullarının duasını kabul edecek?.. Haram yemeyen, kendisine âsî gelmeyen, sözüne karşı çıkmayan kullarının duasını kabul edecek. Haram yiyenin kırk sabah duasını kabul etmiyor.
Haramla teşekkül etmiş olan bir et parçasının temizlenmesi ancak cehennemde olur. Yâni cehennemde yanacak, öyle temizlenecek. Fıkıh kitaplarının başında vardır: Su ile temizleme, ateşle temizleme... Ateşle temizleniyor. Haramın insan vücudundan temizlenmesi, cehennemde yanmakla olur.
Onun için, insanın en çok sakınacağı şey, haram lokma yememek!.. Açlıktan ağlayacak, kıvranacak, haram lokma yemeyecek.
Benim köyde rahmetli amcam vardı, çok dürüsttü, çok dindardı, müslümandı. Çok da babayiğitti; herhalde şu kapıdan düzgün geçmek istese zor geçerdi, yan dönüp girmesi gerekirdi. Kendisini beş kişi yatıramazdı, beş kişinin kaldıramadığı yükü kaldırırdı. Yandan baktığımız zaman da, önden baktığımız zaman da güçlü kuvvetli idi.
Askerde bunları dağlara çıkartmışlar, kumanya da vermemişler, dağlarda askerler birkaç gün aç kalmış. Onun askerlik yaptığı zamanda, yâni bundan diyelim kırk yıl önce... Dağın başında kumanya yok, fırın yok, kasap yok, bir şey yok... Öteki askerler tarlalara girmişler, ne buldularsa yemişler. Bizim amca, mert, babayiğit, yâni başka zaman ağlamaz; açlıktan ağlamış, ama ağzına haram lokma koymamış. Allah rahmet eylesin...
Bir kaç sene önce vefat etti. Tarlasında çalışırken, akrabaların çocukları, kız oğlan bilmem ne... Şehirliler köye gelmişler. Şehirliler İskele mahallesinden yakındaki yedi kilometrelik bir kasabaya yürüyorlarmış. Demiş ki:
"--Siz böyle her sabah ne yapıyorsunuz, topluca burdan gidiyorsunuz, böyle dönüyorsunuz?"
"--Jimnastik yapıyoruz, idman yapıyoruz." demişler.
Her sabah o kadar gidip gelip idman yapıyorlarmış.
"--Ülen böyle israf yapacağınıza, bir fakirin tarlasını belleseniz de idman yapsanıza, bir işe yarasanıza, boş yere langır langır gidip, lıngır lıngır dönmek ne oluyor!" demiş.
Aziz ve muhterem kardeşlerim, haramların hepsinden kaçınacağız, iki...
d. Güzel Huylu Olmak
Üçüncüsü:
(Velâ hasebe kehüsnül-hulük) "Güzel huylu olmak gibi soyluluk olmaz."
Biliyorsunuz, insanlar arasında bir âdet var. Bir insanın mensub olduğu aile övünç vesîlesi oluyor. Adamın birisi;
"--Ben Almanya'nın meşhur Hohın Solvır ailesindenim!" demiş.
"--Vay be!.. Sen hemen bizim Meksika'ya gel, seni kral yapalım." demişler.
Yâni meşhur bir aileden diye, Meksika'ya kral ithal etmişler. Geçtiğimiz zamanlarda, ismi yanlış hatırlamıyorsam.
Fransa'ya gelin alınacak, Avusturya kralının kızı, filânca prensesi Maria Antuvanet miydi neydi; Fransız ihtilâlinin kabağı başında patlayan kadın, Avusturya'dan Fransa'ya gelin gitmiş. Başka gelin almıyorlar. Neden?.. Soylu, kral ailesinden, asil aileden...
--Ben filânca zâdelerdenim, filânca kimselerdenim, filânca ailedenim...
Buna ne deniyor? Haseb neseb davası deniliyor. "Ben filâncalardanım!" deyince göğsü kabarıyor, ötekilere tepeden bakıyor.
--Sen kimsin?..
--Ben falanca yerden, köylüyüm.
Gariban...
"--Ben filânca soylu ailedenim, benim dedelerimin dedeleri bilmem kimlermiş...
--Yaa, öyle mi? Vay be, şöyle duralım bari!..
Böyle bir sevgi, hürmet, saygı meydana geliyor.
(Velâ hasebe kehüsnül-hulük) "Güzel huyluluk gibi asillik olmaz." Adamın huyu güzelse, soylu olan işte o...
Köylü; amma öyle bir müslüman olmuş ki, ağzına bir lokma haram girmemiş. Alnının teriyle yaşamış, kazanmış, yemiş. Kıtı kıtı biriktirdiği paracıklarla hacca da gitmiş, Peygamber Efendimiz'i de ziyâret etmiş. İbadetlerini de yapmış, hiç bir namazını kazaya bırakmamış. Hiç bir gün üstüne güneşi doğdurmamış, gariban... İşte soylu o... Güzel huylu, kimseyi ezmez, kimseye zararı dokunmaz, hayır, hasenât sahibi, elinden geldiğince herkese iyilik yapmağa çalışır. İşte asıl soylu o...
--E ötekisi?..
Ötekisi şımarık, kerata, "Ben fîlâncalardanım, filânca zâdelerdenim..." bilmem ne diye şımarmış, huyları bozuk... O soylu değil, İslâm'da onun kıymeti yok! Ana babasının soyluluğu evlâda fayda vermez.
"Amel-i sàlihi olup da kendisini manevî yönden sevaplı hâle götürmeyen, yükseltmeyen bir insanın soyu ona fayda vermez." Yâni "Kendisi amel işlememişse, hayır hasenât yapmamışsa, soyluluğu para etmez." diyor Peygamber Efendimiz bu hadis-i şerifte... Amel-i sàlihi yoksa, babasının hayırlılığı para etmez.
Soruyorsun şimdi adama, biraz konuşuyorsun; adam kötü... Sen yanına yanaşıyorsun:
"--Bu yaptığın şey doğru değil, İslâm'da böyle şey yok!" diyorsun.
Önce sana çatıyor; "Sen kimsin?" gibilerden... "Yok yâ, bilmem ne..." diyor. Sen de yakasını bırakmıyorsun:
"--Bak bu yaptığın günahtır, İslâm'da bu yoktur, sen müslüman değil misin?.." diyorsun.
Sonunda sana yeniliyor. Sermâyesi yok ki, bir atımlık barutu var. Onların da yanlışlığı ortaya çıkınca, yenik düşünce:
"--Zâten benim dedem de müftüydü, biz de falancalardanmışız..." diyor.