321 ilâ 340. sayfalar

Burda da hatırlıyorum, Grasbet'e ilk geldiğim zaman, Osman kardeşimiz filân hatırlar orda bir imam vardı. Bizim akşam toplandığımız yere gelirken, akşam karanlıklardan, sinerek gelmişti.

--Ne oluyorsun ya?!..

Haa, ne oluyor: Değil bizim onun camisine gitmemiz, onun bizim yanımıza geldiğini duysalar, sürerler diye korkuyor. Onun için bizim camimiz olacak...

Biz erbâb-ı tasavvuf ve tarikatız, takvâ yolunun mensublarıyız, Allah'ın dinine güzel hizmet etmek istiyoruz, tam bağlıyız. Öyle yasaklı masaklı, kontrollü, sakıncalı makıncalı işler bize yaramaz. Hangi ayet gelirse, hangi hadis gelirse onu okuyabilmeliyiz. Tesbih çekip Allah diyebilmeliyiz. "Sus, konuşma, yasak!" olmamalı, dinimizi serbestçe anlatabilmeliyiz.

O bakımdan buranın yapılmasında emeği geçen kardeşlerimize teşekkür ediyorum, dualar ediyorum, Allah nice hayırlara mazhar eylesin... Burada bulunan kardeşlerimizi de tek tek sîmâen hatırlıyorum, seviyorum; iyi kardeşlerimiz, Allah râzı olsun... Onları da burda görünce memnun oldum. Allah kocaman kocaman ibadethâneler yapmayı nasib etsin... O gayr-i müslimlerin, artık ibadet edecek adam bulamadıkları ibadethanelerini bizim devr almamızı, oralarda gürül gürül cemaatlerle Allah'ın varlığını birliğini İslâm'ın güzelliğini anlatmayı, Allah bize nasib eylesin. Böyle başlar, inşaalah daha çok gelişir. Temennîmiz odur.

341

a. Allah'ın Rızasını Gözetmek

Aziz ve muhterem kardeşlerim, sözlerin güzeli Peygamber SAS Efendimiz'in sözleridir. Onun için her zaman yanımızda Efendimiz'in sözlerini yazan kitapları gezdiriyoruz.

Şimdi karşımdaki hadis kitabından bir numaralı hadis-i şerifi okuyorum:

482/1 (Lâ akle ket-tedbîri fî ridallàh, ve lâ veraa kel-keffi an mehàrimillâh, velâ hasebe kehüsnil-hulük) Sadaka rasûlüllah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Bu sayfanın birinci hadis-i şerifi, kısa bir ibâresi olan, mânâsı derya gibi geniş olan bir hadis-i şerif... Peygamber SAS Efendimiz bu kısa sözlerin içinde üç şey söylüyor. Üçü de bizim için son derece önemli ve iyice öğrendiğimiz zaman Allah'ın rızasını kazanmamız için yeterli şeyler. Üçü de bizi cennete götürecek şeyler. Küçük bir satırlık hadis-i şerif amma içinde derya gibi mânâlar var.

Allah cümlemizi şefaatine nâil etsin, Peygamber SAS'in özelliklerinden ve güzelliklerinden, mükemmeliklerinden birisi de az söz ile çok mânâ ifade etme mucizesidir. Peygamber SAS, çok derin mânâları kısaca, derinden derine ifâde ederdi. Peygamber Efendimiz'in o güzel meziyeti, asırlar boyu evliyâullaha da geçmiştir. Meselâ Yunus Emre'de küçücük bir kaç satırla, kocaman kitapların yazacağı bilgileri güzelce bize anlatır, sevdirir, bizi teşvik eder ve irşad eder. Az sözle çok güzel mânâlar ifade etmiştir.

342

Şimdi bu hadis-i şerifin sözleri az, anlamları derya gibi geniş. Ana cümlenin içinde üç tane küçük cümlecik var, izah etmeye başlayalım:

1. (Lâ akle ket-tedbîri fî ridallàh) "Allah'ın rızasını kazanmak yolunda tedbir almak gibi akıllılık olmaz..."

Yâni herkes, "Aklım var!" diyor ve herkesin de aklı var, o aklına göre çalışıyor, çabalıyor, iş güç kuruyor, para kazanıyor, makina icad ediyor, elektirik icad ediyor, hoşumuza giden şeyler oluyor. Gerçekten her insanın, Allah'ın verdiği akıl denilen meziyeti kullanmasından ortaya çıkan bir şeyler var... Allah bize de, aklımızı kendi rızası yolunda kullanmayı nasib etsin.

Gayr-i müslimler de aklını kullanıyorlar. İşte bak onlar da memleketlerini, yollarını, otobanlarını, ışıklarını yapmışlar. Elektiriklerini sağlayacak atom santralleri kurmuşlar. Küçücük bir atomu parçalamaktan ortaya çıkan büyük enerjilerle ihtiyaçları olan elektiriği sağlıyorlar, dağıtıyorlar, satıyorlar, alıyorlar, veriyorlar... Bizim daha henüz yapamadığımız hoşa gidecek pek çok şeyleri var; yâni akılları var. Amma burada Peygamber Efendimiz diyor ki: (Lâ akle ket-tedbîri fî ridallàh) "Allah'ın rızası dahilinde, rızası yolunda tedbir almak gibi akıl olmaz." En güzeli bu...

343

Yâni, herkes tedbir alıyor. Meselâ bu adamlar tedbir alıyor, ne için tedbir alıyor: "Aç kalmayalım, açık kalmayalım!" diye... "Aman göstergeler tehlike gösteriyor, aman ekonomiyi düzeltelim, itisadı hâle, yola koyalım!" diyorlar. Hemen harıl harıl komisyonlar kuruluyor, çalışıyorlar, hemen tedbirler ortaya çıkıyor. "Aman şu işte şöyle bir kötü gidiş var, şöyle yapalım!.. Aman kömür çıkartmak pahalıya gelmeye başladı. Dışarıdan aldığımız zaman daha ucuz oluyor. Kömür madenlerini kapatalım, kömür şirketinin mallarını satalım, kömürü dışarıdan alalım, böyle ufak şeylerle uğraşmayalım!.." diyorlar.

Tedbir ama, bunların hiçbirisi ahirette insana yaramıyor. Dünyadaki zenginlik, para pul, mevkii, makam ahirette, Allah'ın indinde yaramıyor. Hattâ dünyanın hepsi, köşkleriyle, saraylarıyla, paraların deposu olan banka kasalarıyla, yeraltı servetleriyle, elmaslarıyla, altınlarıyla Allah indinde, (cenâhu baûdah) bir sinek kanadı kadar kıymet ifade etmiyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri dünyayı sevmiyor. Dünyaya sevgi nazarıyla nazar buyurmamış, ibadethâneler müstesnâ... Şu dışarıyı sevmiyor, burayı seviyor. Neden? Burda kendisine ibadet ediliyor diye. İbadet edilen yerleri seviyor, başka yerleri sevmiyor, kıymeti yok... İbadet etmeyen kulu sevmiyor. Nemrut olsa, Bâbil şehrinin başına geçse; Firavun olsa, Mısır mülkünün başına geçse; geçmiş, kıymeti yok... Hiç kıymet vermiyor, tepe taklak deviriyor, tahtını al aşağı ediyor, kendisini yerin dibine geçiriyor. Sevmediği kulu kahrediyor, sevmediği kavimleri kahrediyor, mahvediyor.

344

Dünyalık peşinde koşanları pişman ediyor. Dünyalık peşinde koşarken birbirini ezenleri, üzenleri, zulmedenleri pişman ediyor. Allah'ın kanunu böyle... Zulmeden dünyada da belâsını, cezasını çekiyor, kendisine kalmıyor.

Onun için bu tedbirlerin hepsi burada kalıyor ve adam ömrü bitince burayı bırakıp gidiyor. Mallarını da bırakıyor, saraylarını da bırakıyor. Burada eskiden kaç tane derebeyi vardı, sarayların sahibiydi. Gencer kardeşimizle Şvanştayn Sarayı'nı gezdik. Gölün kenarında, tepenin üstünde bir saray yapmış. Odalarını gezdik, adamın yatağına baktık, tavandaki yağlı boya resimleri baktık; tavan, bina yerinde... Adam özene bezene yaptırmış ama, içinde oturamamış bile...

Allah'ın garip bir kanunu var, ürpertiyor insanı: Kim özene bezene ev yaparsa, içine sokturtmuyor. Girmeden al aşağı ediyor:

"--Sen misin dünyaya bu kadar özenen, yallah!.."

Boynunu çam yarması gibi küt deviriyor, gidiyor. O kadar özenmiş ki, insanın ağzının suyu akıyor insanın... Böyle döne döne yoldan çıkıyorsun, şatonun kapısından giriyorsun, avlusu kesme taşları, manzarası, her şeyi harika... Bu bir tane değil, yüzlerce saray var, ama sahipleri yok, hepsi gitmiş.

345

Herkes gidecek, biz de gideceğiz. Yâni onları ayıplıyor da değiliz, onlar gidiyor diye onları kınıyor değiliz; biz kalacak değiliz, biz de fâniyiz. Peygamber Efendimiz diyor ki: "Ben de bu dünyada bir ağacın altında biraz nefes alan, dinlenen bir yolcu gibiyim. Benim dünya ile ne işim var."

Cebrâil AS gelmiş:

"--Yâ Rasûlallah, Allah-u Teàlâ Hazretleri beni sana gönderdi. İstersen şu karşında gördüğün dağları sana altın yapacağım, ister misin?"

"--İstemem!" demiş, istememiş.

"--Allah-u Teàlâ Hazretleri seni hükümdar bir peygamber yapabilir, ister misin?" demiş.

İstememiş. Müşrikler gelmişler:

"--Sen bu davadan vazgeç, biz sana para verelim, makam verelim! En soylu ailelerin istediğin kızıyla seni evlenmeni sağlayalım; bu işi bırak!.."

"--Bir elime güneşi verseniz, bir elime kameri verseniz, ben bu hak davayı bırakmam, bu davadan dönmem, Allah'ın emri neyse onu söyleyeceğim."

Aç kalmış, parasız kalmış, zırhını rehin bırakıp yahudiden borç para almış. Karnına taş bağlamış, evinde aş pişmemiş, ocak yanmamış Peygamber Efendimiz'in... Parasızlıktan değil, para gelir gelmez o gün fukaraya dağıttığından, merhametinin çokluğundan, yanına bir şey biriktirmediğinden, ayırmadığından, koymadığından... "Benim dünyada ne işim var?" Dünya dediği, dünyalık... "Benim dünyalıkla parayla, pulla ne işim var, istemem!" Dünya hayatıyla da ilgisi yok, dünya hayatını da sevmemiş.

346

(Lâ akle ket-tedbîri fî ridallàh) "Allah'ın rızasını kazanmakta tedbir almak gibi akıl olmaz." Allah'ın rızasını kazanmakta iş... Maddî işleri düzeltmekte filân değil, kesesini, kasasını doldurmakta değil: "Allah'ın rızasını kazanmak için düşünmek, akıl yormak, tedbir almak gibi akıl olmaz! Asıl akıl bu..."

--Efendim, falanca adam iki tane fakülte bitirmiş, iki tane doktora yapmış, profesör olmuş...

--İmanı var mı, Allah'ın huzuruna geliyor mu, secde-i Rahmân'a kapanıyor mu, mü'min mi?..

--Değil.

--O adam aptal, aklı olsaydı ahiretini kurtarmaya çalışırdı. Ahireti mahvolacak; kâfir giderse ebediyyen cehennemde yanacak, asla cennete giremeyecek, ebedî saadeti elden kaçıracak... Bu akıl değil!

Dünyanın en akıllı insanları --müslümanlığı güzel yaparlarsa-- müslümanlar... Neden?.. Ebedî saadeti kazanacaklar, cenneti kazanacaklar. Yâni burdaki saraylar, araziler neymiş yâni? Cenneti kazanacaklar hem de ebediyyen; sonsuz nimetler kazanacaklar. Onun için iyi müslüman en akıllı insandır.

Ama müslümanım deyip de, ahireti düşünmezse, ahirete yararlı iş yapmazsa, harama bulaşırsa, haramdan kazanırsa, ömrünü günahla geçirirse, Allah'ın hesabından korkmazsa; o da akıllı değil, onun da aklı yok....

347

İslâm aklı medhediyor, akıllı insanı medhediyor. Peygamber Efendimiz tefekkürü ibadet diye bildiriyor. Tefekkür, şöyle düşünmek...

Rodin'in düşünen adam heykeli var. Elini şöyle koymuş, yarım kıvrılmış düşünen adam heykeli... "Amma da güzel düşünen adam heykeli yapmış!" diye adam meşhur olmuş. Rodin taşı oymuş, heykel yapmış, put yapmış.

Allah heykel yapanlara, resim yapanlara ahirette diyecek ki:

"--Mâdem bunu böyle yaptın, hadi bakalım can ver!" diyecek.

Veremeyecek, azaplandırılacak...

(Lâ ibâdete ket-tefekkür) "Düşünmek kadar kıymetli ibadet olmaz."

--Hocam bazı hadis-i şeriflerde zikrin en kıymetli ibadet olduğu söyleniyor. Nasıl izah edeceğiz, arada nasıl bağlantı kuracağız?

Muhterem kardeşlerim! Şu bizim derviş olarak çektiğimiz şu zikrin mânâsı, hatırlamak demek... Zikrullah demek Alllah'ı hatırlamak demek, Allah'ı unutmamak demek, Allah hatırında olmak demek, yâni Allah'ı düşünmek demek... Arada aykırılık yok, her an Allah'ın rızasını düşünüyor.

Bakın, kardeşlerimiz buraya yazmış:

(İlâhî ente maksdî ve rıdàke matlûbî) "Yâ Rabbî, benim amacım, gayem sensin; ben senin rızası kazanmak istiyorum!" Avustralyalı kardeşlerimizin işareti bu, hilâl içinde Kâbe...

348

Derviş, en akıllı insan.. Neden? Her yaptığı şeyi Allah'ın rızası için yapmayı kendisine amaç edinmiş: "Yâ Rabbî benim başka bir amacım yok, ben senin rızanı kazanmak istiyorum!" diyor. Elhamdü lillâh, ne güzel düşünceye sahibiz. Bizi derviş eden, tasavvufa sokan, bizi tarikat erbâbı yapan hocalarımızdan Allah razı olsun... Yâni böyle derviş olmak, sultan olmaktan, iktidar olmaktan daha iyi... Çünkü Allah yolunda Allah'ın rızasını kazanmak için çalışan insan, düşünen insan... Aziz ve muhterem kardeşlerim çok önemli...

Tedbir ne demek? Önceden işin arkasını düşünmek demek... Kelimenin kökeninde bu mânâ var, arkası mânâsı var. Yâni bir işin, daha sonra karşısına gelecek olan arkasını, ötesini şimdiden düşünmek demek... Allah rızasını kazanmak için hepimiz karşılaştığımız olayların evvelini arkasını düşüneceğiz: "Bu iş nereye varır?.."

Meselâ Türkiye'de Ramazan'da bir kavurucu, korkunç fırtına estirdiler, güzelim Ramazanı berbat ettiler. Tasavvufa çattılar, İslâm'a çattılar, İslâm'ın şeriatinin ahkâmına çattılar, Kur'an'a çattılar... Müslümanlara çattılar, dervişlere çattılar, tarikatlere çattılar, şeyhlere çattılar. İki suçlu adamı ortaya çıkarttılar: "İşte şeyhler böyledir, işte dervişler böyledir, bak kafayı nasıl sallıyorlar, bunlar deli mi ne?.." Filân gibi böyle bir hava vermeye çalıştılar... Herkesi bulaştırmağa çalıştılar.

349

Ondan sonra, tabii bu kafalara işleye işleye, sonra Millî Güvenlik Kurulu zehir zenberek bir çalışma yaptı, ortalık karma karış karıştı: Darbe mi olacak, asker idâreye el koyacak mı?..

--İmam-hatip okulları kapansın, sayısı azaltılsın... Kur'an kurslarının izinli olanları, izinsiz olanları kapansın!

İzinsizi, izinsizi Kur'an öğretiyor, ne olacak yâni? Diskotekleri kapatabiliyor musun?!..

--Efendim, müslümanların kurmuş olduğu finans kurumları kapatılısın...

Yahudilerin bankalarını kapatmayı hiç düşündün mü?.. Hiç düşünmedin.

--Müslümanların, tarikat erbâbının radyoları ve televizyonları kapansın...

Hepsi madde madde var, o ilerici gazeteler hepsini yazmış; korkunç...

Bu işin sonu nereye varır?.. Haa bak, bu işin sonunu şimdiden düşümek, "Allah rızasını kazanmak için ne yapmak lâzım!" diye düşünmek; işte bak akıllılık bu... Bunun sonunu düşüneceksin, anlamağa çalışacaksın, tedbir alacaksın!..

--E hocam ne yapalım?

Kuzu gibi yat, kıtır kıtır kessinler, postunu soysunlar, üstüne otursunlar... Daha ne yapacaksın?.. "Yok bu benim anayasal hakkımdır, insan haklarıdır, hürriyetleridir." filân deme... Kuzu gibi meleyebilirsin, ama insan gibi konuşamazsın... Kuzu gibi mele... "Oh, bunun amma da körpe eti var!" derler, ondan sonra yatırırlar, keserler...

350

Tedbir alacaksın, "Allah Allah, bu askerleri kim yanılttı?.. Millî Güvenlik Kurulu'nda bu rüzgar nasıl esti?.. Bu işin sonu nereye varacak, bu nasıl bir mevsimdir?.." diye çare düşüneceksin!..

Şimdi herkes korkusundan Kur'an kurslarını kendiliğinden kapatmış. Onlar diyor ki:

--Biz bir şey kapatmadık, vallà billa bir şey yapmadık...

Kendiliğinden tık tık tık tık hemen kapanıyor. Neden?.. Korkuyor. Korku, çekinme olunca, "Adam şimdilik dursun bakalım!" filân diyor, kapatıyor. Ne yapacak?.. Allah'ın rızasını kazanmak yolunda tedbirler düşünecek. "Benim filânca asker tanıdığım var, filânca hukukçu var, şu şöyledir, bu böyledir..." Neyse, ne yapmak gerekiyorsa, usûlüne aykırı işleri düzeltecek. Kanunlarda bozukluk varsa siyâsîlerle konuşacak, "Bu kanunlar bozuk, insan haklarını çiğniyor, Almanya'da böyle değil, Fransa'da böyle değil..." diyecek.

Benin aklıma bir komiklik geldi, ama buralarda olduğum için yapamadım. Millî Güvenlik Kurulu'nun kararlarındaki cami ve imam-hatip liseleri kelimelerini çıkartacaktım; camilerin yerine kilise yazacaktım, imam-hatip liseleri yerine de papaz okulları diyecektim. Şaka, komiklik... Yâni: "Kiliseler böyle yapılır, İncil öğreten yerler şöyle yapılır, papaz okulları kapatılır." Yayınlayacaktım, "Askerler böyle demiş." diyecektim. Bakalım o zaman ne olacaktı, ne kadar yadırgayacaklardı?..

351

Hristiyanlara bir şey yapmıyorsun! Ermeni papazı Kayseri'de istediği gibi hareket ediyor, okulunu açıyor, gidip teftiş de edemiyorsun. Fener Patrikhanesi istediğini yapıyor... Ama imam-hatip okuluna karışıyorsun, Kur'an kursuna karışıyorsun, müslümanın ibadetine karışıyorsun!.. Diyaneti kendi başbakanlığına bağlamışsın, bakana bağlamışsın... Hani laik devlet dine karışmazdı, din işlerini ayırmıştı; niye din işlerine karışıyorsun? Almanya'ya niye din görevlisi gönderiyorsun?..

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Onun için kanun, akıl, mantık, insan hakları, hürriyetler, kazanılmış haklar ne ise, onların korunması lâzım, tedbirlerin alınması lâzım, anlatılması lâzım!..

Geçelim başka bir konuda tedbire... Biz buraya işçi kardeşlerimizin gelmesini istemedik. Tà başından beri, evvelinden, buraya daha hiç işçi gelmemişken, işçiler Almanya'ya gidecek diye kararlar çıktığı zaman, ben muhaliftim. "Oralara giden işçlerimizi papazlar evirirler çevirirler, dinden döndürürler, hristiyan yaparlar. Allah saklasın, onlar orda dalâlete düşer." filân diye kendim şahsen istemiyordum. Ama geldiniz. Siz çağırdığınız için biz de arkanızdan geldik. İstemeden oldu bu işler...

352

Şimdi Avrupa Birliği içine girilecekmiş. Tansu Çiller, "Avrupa Birliği'ne girmek bizim çok büyük amacımızdır, hedefimizdir." diyor. Ama Refah Partisi, "Hayır, biz Avrupa ile birleşmeyi istemiyoruz." diyordu. Tansu Çiller bundan önceki SHP ile yaptığı hükümet zamanında Londra'ya gelmiş ve burdaki Avrupalılar'a ağlamıştı. Gazeteler konuşurken ağladığını yazmıştı, hatırlıyacaksınız. "Bizi Avrupa Birliği'ne alın, bizi kendi başımıza bırakmayın! Bizim Türkiye'de müslümanlar geliyor; müslümanlar idâreye hakim olurlarsa halimiz yaman olur, fenâ olur." demişti.

Onun için ilerici, Avrupa taraftarı diye onu desteklemişlerdi ve Refah'ın iktidar olmasını istememişlerdi. DYP, SHP ile iktidar olmuştu filân...

Ama bunları bir politika olsun diye anlatmıyorum, tarihsel gelişmeyi anlatıyorum. Şu anda Avrupa Birliği'ne girmenin son aşamasına geldiklerini; hristiyan demokratlar, "Siz müslümansınız, biz sizi istemeyiz!" dediği halde, bunların tekrar kapı kapı Danimarka vs. dolaştıklarını; "Taman, olabilir" diye olumlu cevaplar alındığını ve Avrupa Birliğine katılmak üzere olduğumuzu gazeteler yazıyor.

353

--Ben istemiyorum!..

Sen istemiyorsun ama, istesen de istemesen de çalışmalar bu istikamette, belki olacak. Bana kalsa, ben de Hristiyan Demokratlar'ın, "Onlar müslüman biz onlarla yapamayız!" dediği gibi, "Biz de müslümanız, onlarla yapamayız!" derim, müslümanlarla birleşmeye çalışırım. Ortadoğu'dan başlayan Endonezya'ya, Avustralya'ya, Afrika'ya kadar uzanan, Afrika'nın Atlas Okyanusu'ndan, Fas'tan, Moritanya'dan, Senegal'den, Sudan'dan, Libya, Cezayir vs. den Etopya'ya, Etopya'dan Somali'ye, Arabistan'a, Arabistan'dan Pakistan'a, Malezya'ya, Filipinler'e kadar bir birlik de ben kurarım. Ben onu istiyorum, ötekisini istemiyorum.

Elhamdü lillâh, benim meyvam var, sebzem var, güneşim var, madenim var, akarsuyum var... Benim diyârımda, benim müslüman kardeşlerimin diyârında her şey var, petrol var... Petrolleri biz bunlara vermesek, bunların her şeyi duracak, tepe taklak gidecekler. Benim her şeyim var, ben bunu isterim, amma yarın öbür gün bunların dediği olursa Avrupa Birliği'ne girersek; ne yaparız?..

354

Biz Hollanda'ya gittik. Benim bindiğim araba Münih plakalı, M harfi ve D harfi var. D harfi Deutschland, yâni Almanya'dan gelme... Alman plakalı olduğumuz için bize bir şeyler yaptılar. Sonradan arkadaşlar dedi ki:

"--Bunlar Almanlar'ı hiç sevmezler, Almanlar'a kızarlar. Çünkü Almanlar orayı zorla istilâ etmişler, sonra geri çekilmişler."

Hollanda ahâlisi, "Bunlar bizi istilâya kalkıştı." diye sevmiyormuş. Bize bugün gelirken de bir-iki numara yaptılar. Yine düşündük, "Gàlibâ bunlar, biz Alman arabası ile geldiğimiz için, bize biraz hareketleriyle filân kızgınlık gösteriyorlar." dedik.

Şuraya bağlamak istiyorum: Hollanda'nın ahâlisi Almanlar'a bu kadar düşman, ama Avrupa Birliği'ne giriyor. Kim yapıyor bu işleri?.. Tepeden oluyor. Ahâli istemiyor, ama yukardan oluyor. Biz de istemiyoruz, yukarıdan olması için çalışılıyor. Allah etmesin, olacak... Olursa ne yaparız?.. Ben buraya işçi kardeşlerimizin gelmesini istemiyordum ama geldiler; ne yapıyoruz?.. Cami kurmağa çalışıyoruz, kardeşlerimizi kurtarmağa çalışıyoruz.

355

Bir kardeşimizin incelemesini geçen gün Hollanda'da konuştuk, size de nakledelim: "Tanıdığım üçyüz çocuktan üç tanesi istediğimiz gibi çocuk oldu." diyor. Felâket bu!.. İki yüz doksan yedi tane çocuk istemediğimiz gibi oldu; anası, babası namazlı niyazlı olduğu halde...

Bu neyi gösteriyor?.. Tedbir almamız gerektiğini gösteriyor. İşçi kardeşlerimizin buraya gelmesini istemiyorduk ama, oldu. Eh işte kendileri de tedbir aldılar: Bu camiler bir tedbir, İslâmî teşkilatler bir tedbir... Ne yapmak istiyorlar?.. Yâni burada da yaşasalar, yine kendileri yine sevap kazanmak istiyorlar, çocuklarını müslüman yetiştirmek istiyorlar, uğraşıyorlar. Bir tedbir bu da...

Biz de "Şimdi bu adamlarla birleşirsek ne olacak?" diye tedbir almamız lâzım! Birleşmesek bile, "Burda kardeşlerimiz var, bu kardeşlerimizi nasıl kurtarırız?.. Bu kardeşlerimizin çocuklarını nasıl kurtarırız?.." diye tedbir almamız lâzım!.. Neden?.. (Lâ akle ket-tedbîri fî ridallàh) "Allah'ın rızasını kazanmak yolunda tedbir almak gibi akıllılık olmaz!"

356

Böyle yaparsam nasıl akıllılık etmiş olurum?.. Ailemi kurtarmış olurum, çocuğumu kurtarmış olurum, kendimi kurtarmış olurum. Neden?.. Yarın rûz-i mahşerde, mahkeme-i kübrâ'da evlatlar aileler kimden sorulacak?.. Babadan sorulacak. Kur'an-ı Kerim'e göre:

(Erricâlü kavvâmûne alen-nisâ') "Erkekler ailenin reisidir, kadınların üzerine vazifeli tâyin edilmişlerdir." Kur'an-ı Kerim'e göre... Hanımların da dindarlığını koruyup, kollamaktan beyler sorumludur, çocukların da dînî terbiyesinin sağlanmasından baba sorumludur. Tabii anne de yardım etsin, yardım etmesin demiyoruz ama, annenin bile, yâni hanımın bile müslümanca yaşamını tâkip etmekten, sağlamaktan baba sorumludur.

Gıdasını takib edecek, yiyeceğini, içeceğini vermekle, getirmekle sorumlu; giyeceğini, barınağını, geçimini sağlayacak. Dînî eğitimini sağlamak da babadan sorulur, baba mes'uldür, baba sorumludur. Hanım namaz kılmıyor, hanım başını örtmüyor, şöyle yapmıyor, böyle yapmıyor... Kocası sorumlu, ayarlayamamış, terbiye edememiş. Neden? (Erricâlü kavvâmûne alen-nisâ') O onun âmiriydi, ailenin reisiydi, koruyacaktı.

357

Bazen tersine oluyor. Adam zıpır, içkici, ayyaş, kumarbaz, birahaneden çıkmaz. Kadıncağız onu çekmeğe çevirmeğe çalışıyor...

Ne yapacağız? Tedbir alacağız, çocukların, hanımların, kendimizin cennetlik olmamızı sağlamağa çalışacağız, cehenneme düşmesini engellemeğe tedbir alacağız. Ayet-i kerimede:

(K enfüseküm ve ehlîküm nâran) "Kendilerinizi ve çoluk çocuğunuzu, ailenizin fertlerini cehenneme düşmekten koruyunuz!" buyruluyor.

Nasıl cehennem?.. İçinde insanlar yanıyor, insanlar atılıyor, yanan maddesi, yakıtı insanlar. Kendimizi ve çoluk çocuğumuzu o ceheneme düşmekten korumak, bu da bir tedbir... Dünyada zarara uğramamasını sağlamak, tedbir... Ahirette zarara uğramamasını sağlamak, tedbir... Olmadan evvel işleri düşünmek, tedbir...

Dün de söyledim, ama çok mühim bir konu olduğu için burda da söyleyeceğim; çünkü dün bunu duyan arkadaşlar orda kaldılar, burdakiler duymadı.

Muhterem kardeşlerim, şimdi biz rahat mıyız? Nasılsınız, iyimisiniz?

--Elhamdü lillâh...

Tamam, şimdi rahatsınız, paranız var. İşsiz bile olsanız, geçiminiz var, arabanız var, daireniz var, yaşıyorsunuz. Türkiye'den daha iyisiniz. Daha iyi olmasa herkes Türkiye'den buraya gelmeğe kalkmaz; burdakiler de Türkiye'den gelenlere mâni çıkartmaz. Burda biraz daha îctimaî müesseseler, yâni sosyal haklar gelişmiş, bakıyorlar. İlaç, tedâvi, doktor, hastahane vs. şeylerinde, geçiminde parası, pulu vs. tamam... Şimdi rahatsınız ya; şu rahatlık içinde, serbestlik içinde, imkân içinde Allah'ın dinine çok çalışmanız lâzım!.. Neden?.. Peygamber Efendimiz önceden tedbir almayı tavsiye ediyor da ondan.

358

Şimdi rahatsınız; işte bak, ekmek elden, su gölden yaşıyorsunuz. Şimdi çalışmanız lâzım! Eğer şimdi çalışmazsanız, çocuklar elden gidiyor. Birinci nesil tamam; sakallı, takkeli, cübbeli... İkinci nesil, alacalı... Üçüncü nesil, simsiyah... "Üçüncü nesil bizim, siz hapı yuttunuz!" diyorlarmış. Yâni, "Sizin tarlada, ağılda koyunları kuzulattığınız gibi, sizi kuzulattırıyoruz; sizin kuzucuklarınız bizim!" diyorlar. "Size kuzulara bakıcılık yaptırıyoruz, çobanlık yaptırıyoruz. Sizin kuzularınız bizim, onları biz yiyeceğiz." diyorlar.

Üçüncü nesil... Yâni sen çocuğunu evlendirdin; senin çocuğun nasıl, senin gibi mi, namazlı mı, İslâm'a bağlı mı, Allah'ın dinine yardım etmek istiyor mu?..

"--Evet..."

İyi, tamam, sen iyi bir babasın!

"--Hayır, öyle değil hocam... Ben çok istedim ama, Kur'an kurslarına da verdim ama, yazın camiye de kaydettim ama, 17 yaşına geldikten sonra fırttırdı gitti, benim çocuk beni dinlemez oldu. Alman kanunları da ona hak tanıyor. Baskı yapamıyorsun, dayak atamıyorsun, höt diyemiyorsun; gitti..."

359

Haa, ikinci nesil gitmiş.

"--Bir de o evlendi. Keratayı evlendirdik, güzel bir gelin aldık." filân. Veyahut, "Kendisine burda Almanlar'dan veya burda okuyanlardan arkadaş bulmuş; onların da çocukları oldu." Babası İslâm'ı yaşamıyor ki, çocuk nerden yaşıyacak?.. Babası İslam'ı öğrenmemiş ki, çocuk nerden öğrenecek?..

Bak üçüncü nesil tehlikede, gidiyor. Siz şimdi rahattayken tedbir almazsanız üç nesili de bırakalım, üç de biz ekleyelim altı nesil sonra ne olacak?.. Burdakiler diyebilirler ki --Allah etmesin, inşaallah demezler de, şöyle bir şey dememesi için tedbir alacağız diye söyleyelim:

"--Benim dedem Türkiye'den gelmiş, onlar müslümanmış. Nah burasına kadar sakalı varmış, resmi bizim albümde duruyor. Namaz filan kılarlarmış. Ben şimdi Evangeliş Kilisesi'ne bağlıyım, Katolik Kilisesi'ne bağlıyım, Lüteryan Kilisesi'ne bağlıyım!" diyebilir.

"--Olur mu böyle şey hocam, sen bizi mahsusdan korkutuyorsun?.."

"--Evet, olur; Avustralya'da olmuş."

Avustralya'da müslüman kadeşlerimiz şehir şehir giderken, bir yerde ezan okumuşlar, saf bağlamışlar, çayırda namaz kılmışlar. Ordaki köylüler bunları görünce ağlamış:

360
361 ilâ 380. sayfalar