261 ilâ 280. sayfalar

Yâni yaşlı, saçı sakalı ağarmış olgun kimse demek. "Allah'ın en sevmediği şey de, yaşlandığı halde hâlâ isyanında ısrarlı, günahında müdâvim olan kimsedir."

Şimdi bu iki sözden ne çıkar: Gencin içindeki arzulara rağmen, kafasında esen rüzgârlara rağmen, tevbe edip Allah'ın yoluna girmesi çok iyi... Allah'ın en sevgili kulu olacak, Allah yanında en sevgili şey olacak, meleklerden de ileri olacak, çok sevgili olacak. O halde hatâ etmeyen kul olmaz, hatâ işlemişsek bile hatâdan dönmek gerekiyor. Tâib, dönen demek. Yanlış yola gidiyormuş, dönüyor; günah işliyormuş, bırakıyor.

Hazreti Ali Efendimiz Kûfe mescidine girmiş kapıdan, şöyle etrafına bakınmış. Kenarda birisi:

"--Tevbe yâ Rabbi... Tevbe yâ Rabbi... Tevbe yâ Rabbi..." diyormuş.

Kûfe mescidi denildiğine göre, kendisinin halife olduğu zaman demek ki...

"--Bana bak! sadece dil ile "Tevbe yâ Rabbi..." demek, yalancıların tevbesidir." demiş.

Tevbe nasıl olacak?.. Her şeyiyle dönecek, lafta dönmeyecek, hayatı değişecek. Tevbeden evvel şöyleydi, tevbeden sonra böyle oldu.

281

Bugün gazetede okudum, çok hoşuma gitti. Amerika'da bizim kardeşlerden birisi hapse girmiş. Türk, müslüman... Belki trafik kazasından girdi, belki başka bir şeyden girdi. Sebebini okuyamadım, haklı, haksız; ama hapse düşmüş, iki senedir ordaymış. İki senede binbeşyüz tane insanı müslüman etmiş orda... Senede yediyüzelli kişi, ayda altmış kişi, günde iki kişi... Vay mâşâallah, mâşâallah! Boyna çalışmış makina gibi, müslüman etmiş.

Ben böyle hapiste müslüman olmuş kimseler gördüm Amerika'da. Zenci, hapisteyken müslüman olmuş. Ekseriyetle hapiste geniş zaman var ya, fırt diye gidemiyor bir yere, tıkılı oraya... Bilen insan söylüyor, konuşuyor; tıkılı olduğu için mecburen dinliyor. En çok hapiste müslüman oluyorlar. Neden?.. Dinliyor. Başka zaman dinlemez, kalkar gider; maça gider, bara gider, pavyona gider, anlatamazsın. Anlattığın zaman anlar. Orda da anlıyor.

İki senede binbeşyüz kişi... Birbirimize soralım: Biz kaç kişiye İslâm'ı anlattık da, kaç kişiyi müslüman ettik? Var mı acaba bizden bir babayiğit aramızda?.. Altından madalya verelim, kırmızı şeritli... "Anlattım anlattım, Alman kabul etti, müslüman oldu." diye bir Almanı müslüman etmiş bir mübarek kimse var mı?..

282

Belki vardır, bir Alman kadını müslüman etmiştir, evlenmiştir. Olabilir, buna ihtimal veriyorum. Amma öteki türlü, bir Alman erkeği anlatıp anlatıp da İslâm'a çekmek kolay değil!..

Tevbe edeceğiz, tevbe edeni Allah çok seviyor. Günahta ısrar etmeyeceğiz, Allah günahta ısrar edene de çok kızıyor. En kızdığı da, yaşlandığı halde hâlâ devam eden; en çok ona kızıyor. Neden?.. Gençken duyguları ölçmek mümkün olsa, göstergeye bağlasa; bu gencin duyguları 80, 90, 97, 98... öyle gider. Yaşlanınca aküsü zayıfladığı için, iki kulağından telleri soksak, bunun ibresi 30, 37... böyle gider, sonuna kadar gitmez.

--Yâhu sen artık kendine hakim olacak hale gelmişsin, nefsin o kadar kuvvetli değil... Dünyayı görmüşsün, geçirmişsin, yaşlanmışsın; ne bu hâlâ?.. Ne zaman uslanacaksın, ömür bitiyor.

Haa, burada bir hadis gözüme ilişti, bunu da okuyalım, şimdi sırası geldi sohbetin içinde:

e. Dünyânın Fâniliği

383/11 (Mâ min sabâhin yüsabbihuhül-ibâdü illâ ve sàrihun yasrahu: Yâ eyyühen-nâs, lidû lit-turâbi vecme lil-fenâi vebnû lil-harâbi) Zübeyr RA rivayet etmiş.

283

(Mâ min sabâhin) "Yaşayan kulların eriştiği hiç bir sabah yoktur ki, (illâ ve sàrihun yasrahu) Birisi yüksek sesle bağırır, haykırır." Kim bağırır, bu sözü kim söyler?.. Allah'ın vazifelendirdiği bir melek söyler. Ne söylüyormuş:

(Yâ eyyühen-nâs) "Ey insanlar! (Lidû lit-turâb) Toprak olsunlar diye doğurun bakalım, evlâtları meydana getirin!" Haa, demek ki her evlât toprak olacak. Demek ki, her annenin babanın evlâdı toprak olacak. (Vecme lil-fenâ) "Fânî olması için, yok olması için toplayın! (Vebnû lil-harâb) Mahvolsun diye inşâ edin!"

Bu ne demek?.. Biraz romantik dediğimiz, dokunaklı bir ifade bu. Bir melek her sabah insanlara böyle bağırıyor. Yâni, "Her doğan ölecek yâhu, gafletten uyansanıza, aklınızı başınıza toplasanıza! Ölenlerden ibret almaz mısınız, gidenleri görmez misiniz? Kimse kalmıyor, sizin de gideceğinizi düşünmez misiniz?.."

Hazret-i Ömer mührüne yazı yazdırmış:

(Kefâ bil-mevti vâizen yâ ömer) Mühür yanında geziyor, her imza atacağı yere basıyor. O zaman mühür var.

Peygamber Efendimiz'in de mührü vardı, anlaşmalara, mektuplara basılıyordu. Peygamber Efendimiz'in mühründe,

284

(Muhammedün rasûlüllah) yazıyor ama, sıra nasıl: Muhammed aşağıda, rasûl ortada, Allah en yukarıda...

Hazret-i Ömer nasıl yazdırmış mührüne:

"--Ölüm sana vaiz olarak yeter yâ Ömer!"

Ölüm vaiz olur mu?.. Olur. Birisi öldü mü, arkadakilere o vaaz... "Bakın, dikkat edin, dünya fani, siz de öleceksiniz!" demek. Hattâ diyorlar ki:

"--Ölen için ağlamayın, kendinize ağlayın! Onun imtihanı bitti, iyi insansa cennete gidecek, dünyadaki sıkıntısı meşakkati bitti. Kendinize ağlayın, kendinizi düşünün!"

Her doğan ölecektir, bu sözlerin birinci mânâsı bu... Sonra ikincisi: (Vecme lil-fenâ) "Toplayın toplayın bakalım paraları, pulları, malları, mülkleri... Fani dünyanın zineti sana kalmayacak, sen kalmayacaksın çünkü burda; elinde de durmayacak."

Bugün bir iki yer gezdik. İçinde eğitim yapılan bir okulmuş, eğitimi bırakmışlar, binaları satılığa çıkaracaklar. Hemen mahallenin çocukları camlarını kırmış, ayyaşlar, berduşlar kapılarını sökmeğe başlamışlar. Spor salonunun içine ateş yakmışlar, tavanı eritmiş. Ordaki çelik kirişleri eritmiş, yamultmuş, tavanın üstü çökmüş. Koskocaman geniş spor salonu, basketbol, voleybol, her türlü oyunun oynanacağı geniş salon çökmüş, harab oluyor.

285

Haa, insanın kendi malı harab oluyor, kendi gözü önünde harab oluyor. Bir de tabii, kendisi gidecek. Fâni işte; o da fânî, kendisi de fânî... "Fâni olan şeyleri toplayın bakalım!.." diyor.

Bir de: (Vebnû lil-harâb) "İnşa edin, inşâ edin bakalım; harab olacak..." Bu sarayların sahiplerini sorun bakalım, nerde şimdi?.. Her yerde bir tarihî levha, bilmem ne sarayı, bilmem ne sarayı diye; sorun bakalım sahipleri nerde?.. Var mı o kırallar, o derebeyleri, o şatoların sahipleri nerde şimdi?.. Hepsi gitti, hepsi bitti.

Bunlar neyi gösteriyor, bu hadis-i şerif neyi gösteriyor: "Gözünü aç ey müslüman, her şey fânî, ahiretine rağbet et, ahiretini kazanmağa çalış!" diye onu gösteriyor.

Eğer bir insan akıllıysa nasıl davranacak?.. Ebedî saadeti kazanmağa çalışacak, cenneti kazanmağa çalışacak, ceheneme düşmemeğe çalışacak. Fânî dünyaya bel bağlayıp, fânî dünyayı hedef alıp, ahireti unutmayacak. Bilecek ki bu dünya vefasızdır.

Bir şair Farsça diyor ki:

Mecû dürüstî-yi ahd, ez cihân-ı süst nihân,
K'in acûze arûs-i hezâr dâmâdest.

286

"Bu vefâsız dünyadan ahdine vefâ bekleme! Bu dünya vefasız bir kocakarıya benzer. Bu kocakarı nice insanlarla evlenmiştir de, kaç tane kocadan geriye kalmış bir karıdır bu..."

İnsan hani böyle, hiç evlenmemiş taptaze bir gelin almak ister. Bir de kaç tane kocayla evlenmiş bir kocakarı var; yüzü buruşuk, beli kambur, işi bitmiş, kaç tane koca ile evlenmiş... İnsan böyle cadaloz acûzeyi alır mı, nikâhlanır mı?.. Nikâhlanmaz. E dünya ne?.. Dünya kocakarıların en yaşlısı... Dünyanın yaşını alimlere sorun, kaç tane sıfır koyacaklar rakamın önüne... Bu dünya şu kadar bin yıllık...

Vay şaşkın vay! Bu kadar cadaloz, bu kadar ihtiyarı sevdin, buna bağlandın, bununla nikâhlandın, bununla mutlu olacağını sanıyorsun sen; yazıklar olsun!.. Bâkî olan ahiret, asıl insanın rağbet edeceği, gideceği yer ahiret; ahirete ne hazırladın?..

Bakın, ayet-i kerimede ne buyruluyor:

(Yâ eyyühellezîne âmenüttekullàh) "Ey iman edenler, Allah'tan korkun, takvâ ehli olun! (veltenzur nefsin mâ kaddemet ligad) Herkes ahirete buradan ne gönderdiğine baksın!"

287

Ahirete her gün bir şeyler gidiyor. Ne gidiyor?.. Bizim yatsı namazı gitti şimdi, melekler postaladı, ahirete gitti. Yatsı namazını cemaatle kıldı hacı filânca diye, paketin içinde senin namaz da var. Gitti, dergâh-ı izzete yollandı. Ahirete amellerimizi gönderiyoruz; hayır veya şer... Yarın ahirette karşısına gelmek üzere ahirete neler gönderdiğine herkes baksın!.. Kimisi günah gönderiyor, sabahtan akşama hayrı yok... (Vettekullàh, innallàhe habîrun bimâ ta'melûn) "Allah'tan korkun, Allah her yaptığınızdan haberdardır." Gecede gündüzde, saklıda gizlide, açıkta, evde barkta, barda pavyonda, nerde ne yapıyorsan, hepsini Allah görüyor. Takvâ ehli olun, Allah'tan korkun, Allah'tan sakının, ona hazırlanın!

Peygamber Efendimiz koyun kestirdi. Peygamber Efendimiz fakir değildi, zengindi. Çok şey vardı elinde ama, tutmazdı, sahabeye, ashab-ı sufeye hemen dağıtırdı. Ganimet gelirdi, sofranın üstüne altın yığılırdı, avuç avuç dağıtırdı, hiç bir şey bırakmazdı. Hazret-i Aişe validemiz de öyle, sahabe-i kiram da öyle idi.

288

Koyun kesti Peygamber Efendimiz yensin diye... Dedi ki:

"--Bunu fukaraya dağıtın!"

Namaza gitti, namazdan geldi.

"--Kurbanı, kesilen koyunu ne yaptınız?" dedi.

"--Yâ Rasûlallah! Bir ön kolunu kendimize ayırdık, gerisini fukaraya, garibanlara, yoksullara dağıttık."

"--Demek ki, bir kolu hariç hepsi bizim olmuş." dedi.

Ne demek istedi: Tasadduk edilen şey sevap olarak ahirete gitti. Tamam, koyunun dörtte üçü sadaka olarak gitti, sadaka veren insanın defterine yazıldı, kazancı oldu.

--E geriye kalan?..

Evde kaldı. Bir kolu hariç, hepsi fakirlere dağıtılmış.

Hazret-i Aişe validemiz de bir gün oruçluydu. Hayrı hasenâtı dağıttı, dağıttı. Hizmetçisiyle gönderiyor, "Al bunu filânca yere götür!" diyor. Dağıttı her şeyi... Ondan sonra akşam oldu, akşam ezanı okundu. Oruçlular. Câriye de oruçlu, Hazret-i Aişe validemiz de oruçlu... Peygamber Efendimiz'in vefatından sonra oldu bu. İkisi de oruçlular, sofrada bir şey yok... Azıcık bir şey, diyelim ki bir iki hurma var. Dayanamadı câriye:

"--A mü'minlerin anası..." dedi.

289

Hazret-i Aişe anamız bizim.

(Ve ezvâcühû ümmehâtühüm) "Peygamberin hanımları sizin annelerinizdir." diye Kur'an söylüyor. Hazret-i Aişe, tâ 1400 yıl önce yaşamış annemiz bizim.

"--Ey mü'minlerin annesi! O kadar dağıttın güzelim güzelim etleri, yiyecekler, bilmem neleri... Birazını da kendine ayırsaydın ya, bak şimdi su ile, hurma ile iftar ediyorsun."

Oruçtan sonra, insan biraz yemek ister, sofrada kalabalık ister, iştah ile yer. Suudi Arabistan'da buluduğumuz, orda oruç tuttuğumuz zamanlardan biliyorum. İnsanın iliği çekilir. Çok zor orda oruç tutmak... Burda bir şey değil, burda hava serin... Orda çok sıcak olduğundan insanın içi süngerleşiyor. Çok sıcak olduğundan, çok zor oluyor orda oruç tutmak... Akşama kadar oruç tutmuş, yiyecek de yok...

"--Ey mü'minlerin anası, dağıttıklarından birazını bıraksaydın da güzelce yemek yeseydin!" dedi.

Ne cevap verdi o da:

"--Aklıma gelmedi. Hatırlatsaydın, onu da yapardım." dedi.

Bak, kendisi aklına gelmiyor, dağıtıyor. Dağıttı mı, kendisinin oluyor.

"Ahirete şimdiden ne gönderdiğinize bakın!" buyruluyor. Bu ne demek?.. "İyi şeyler gönderin, hayır yapın! Cennete hazırlanın, Allah'ın rızasını kazanmağa çalışın!" demek.

290

(Vettekullàh) "Yine Allah'tan korkun, (innallàhe habîrun bimâ ta'melûn.) Allah sizin her yaptığınızı görüyor."

Bu ne demek... Fenâ şeyler yapmayın! Ahirette hesabı var, cezası var... Sonra canınız yanar demek...

Nasıl hesabı var:

(Femen ya'mel miskàle zerretin hayran yerah. Ve men ya'mel miskàle zerretin şerren yerah.) "Güneş ışığında uçuşan tozun ağırlığı kadar bir Êhayır işlesen, onun karşılığını ahirette mükâfat olarak göreceksin. O toz ağırlığı kadar şer işlesen, ahirette o hesaba girecek." O kadar ince; yâni tozu tozuna, zerresi zerrezine her şeyin hesabı olacak. Ona hazırlanmak lâzım!..

"Allah'tan korkun! Allah her yaptığınızı görüyor, yazılıyor bunlar." Biz şimdi video ile insanların konuşmalarını ve görüntülerini kaydedebiliyoruz. Eskiden video yoktu, sadece ses kaydediliyordu. Gramofonla başladı bu iş... Böyle çarklı, çevirmeli, kocaman açılan borulu gramofonla başladı, plaklarla başladı. Şimdi neler neler çıktı. İşte bak, ses de kaydediliyor, görüntü de kaydediliyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri her insanın işlediği her ameli, her cihetten kaydediyor. Bunların hepsi ortaya dökülecek. O zaman kâfirin aklı başından gidecek onları görünce... Şaşıracak, hayret içinde kalacak, diyecek ki:

291

(Mâ lihâzel-kitâbi lâ yukàdiru sağîraten ve lâ kebîraten illâ ahsàhâ) "Nasıl yazı bu, nasıl tesbit edilmiş? İnceden inceye hepsi yazılmış, hepsi hesaba girecek."

Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, işte bu bilgilerin ışığında bizim aklımız varsa, ahiret için hazırlık yapmamız lâzım! Cehennemden sakınmamız lâzım, cenneti kazanmak için gayrete gelmemi lâzım!..

Akıllı insan nefsini zabt eder, nefsine hakim olur ve ahirete hazırlanır. Akılsız insan, aciz insan da nefsinin arzuları peşinde sürüklenir. "Takıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına...Nefsimin arzu ve heveslerine takıldım, gidiyorum." der, gider.

Sonra da ne yapar? Bir şey daha söylüyor Peygamber Efendimiz, o önemli bizim bu çağımız için: Bir de der ki, "Allah gafûrdur, rahîmdir, affeder, bağışlar elbet... Beni mi atacak cehenneme, beni de bağışlar." filân der. Bu işte bu zamane insanının hastalığı... "Allah'ın başka işi yok da beni mi cehenneme atacak?" diyor bazısı. Atacak tabii... Kimi cehenneme atacağını bildirmiş, kimi cennete sokacağını bildirmiş. Sen günah işlersen, atacak tabii... Elbette hesap var.

292

Kimisi demiş ki:

"--Ben öldükten sonra, beni dereye atıverin! Ölmüşüm, canım çıkmış, hissim yok, atın beni dereye!.. Ne olacak, ölmüşüm artık..."

İmanı yok, canı çıktığı zaman işinin bittiğini zannediyor. Halbuki Peygamber SAS Efendimiz Bedir harbinden sonra müşriklerin cesetlerinin atıldığı çukurun, kuyunun başına geldi, dedi ki:

"--Ey kâfirler, ey müşrikler! Biz Rabbimizin bize vaadettiği mükâfaatlara, zafere, güzel sonuca ulaştık. Siz de Rabbimin size bildirdiği felâketlere, cezalara çarpıldınız mı, uğradınız mı?.." diye sordu.

Sahabe-i kirâm böyle baktılar, şaşırdılar:

"--Yâ Rasûlallah, bu yığılmış ölüler duyar mı?.." dediler.

"--Sizden iyi duyar ama, cevap veremezler." buyurdu.

f. Zikirsiz Vakit Geçirilmemesi

Aziz ve sevgili kardeşlerim, bir hadis-i şerif daha okuyarak bitireceğim konuşmamı... Bu hadis-i şerif de Hazret-i Aişe anamızdanmış.

Bir de benim şakam var: Şimdi size sorsalar anadiliniz ne?.. Anadiliniz Türkçe... Hazret-i Aişe anamız değil mi?.. Hazret-i Aişe anamızın dili ne idi?.. Arapçaydı. Bir anadilimiz de Arapçaymış demek ki... Anadilinizi öğrenin, ayıp! Almancayı öğrenip de, başka dilleri öğrenip de insan anadilini öğrenmezse, olmaz. Arapçayı öğrenin, Kur'an-ı Kerim'in tadını duyun!

293

383/1 (Mâ min sâatin temürru bibni âdem lem yezkürillâhe teàlâ fîhâ illâ hussira aleyhâ yevmel-kıyâmeh) Bu son hadis-i şerif, bununla sohbetimi bitiriyorum:

"Ademoğlunun içinde Allah'ı zikretmeden boşuna geçirdiği hiç bir saat yoktur ki, bu onun için kıyamet gününde sebeb-i nedâmet ve hasret olmasın!" İnsan bu dünyada iken zamanını havaya geçirirse, boşa geçirirse, gàfil geçirirse, kıyamet gününde onun için pişmanlık olacak o... "Şu zamanımı boş geçirmişim, hay Allah!" diye pişmanlık duyacak.

Şimdi tabii, bir insanın zamanını değerlendirmesi çeşitli şekillerde olur. Meselâ bir insan gelse camiye, otursa; camide bulunup namazı beklediği müddetçe, namazda sayılır. Hadis-i şerif böyle...

Demek ki, hayırlı bir iş yaparsa insan, meselâ namaz kılarsa... Terâvih namazına duruyoruz, bir saat sürüyor. Bir saat teravihle meşgul olmuş oluyoruz. Veyahut camide duruyoruz, zamanı ibadetle geçiriyoruz.

Bazen zaman çalışma ile geçiyor, bu da güzel... İnsanın para kazanması, çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamak için çalışması makbul bir şey... Elinin emeğini, alnının terini ortaya koyup kazanması, yemesi, yedirmesi sevaplı bir şeydir. Bu da güzel... Eşe dosta, dosta düşmana mahcub olmayayım diye çalışıyor, kazanıyor. Tamam, güzel, makbul bir şey bu...

294

Dürüş kazan, ye, yedir,
Bir gönül ele getir.
Bin Kâbe'den yeğrektir,
Bir gönül imâreti!

"Çalış çabala, kendin de ye, başkalarına ziyafet de çek, fakirlere de hayrını hasenâtını yap; birisinin gönlünü al, duasını al! Bir gönülü hoş etmek bin tane Kâbe ziyaretinden daha hayırlıdır."

Önemli bir şey; çalışacak, yiyecek insan... Ondan sonra uyuyor. Tamam, uyku da çalışmaya bir çeşit hazırlıktır, uyku da lâzım!

(Ve cealnâ nevmeküm sübâtâ. Vecealnel-leyle libâsâ.) "Uykunuzu bir dinlenme kıldık. Geceyi istirahat vakti yaptık." buyruluyor. Geceleyin istirahat vakti olduğu için, Allah ışıkları da söndürüyor.

Çocuklar yaramazlık yapmasın diye babası, annesi ne yapar?.. "Hadi yatın bakalım, saat dokuz oldu, sabahleyin okula gideceksiniz." diye ışıkları söndürür.

"--Işık biraz daha dursun anne!.."

"--Yok, ışık durursa sen ordan kitap okursun, sen şurdan oyun oynarsın." der, ışığı kapatır.

Allah-u Teâlâ Hazretleri de güneşi batırıyor, ortalığı karanlık basıyor; istirahat et şimdi!.. Allah geceyi istirahat zamanı yapmış. İstirahat et, teheccüde kalk, teheccüd namazını kıl, sabah olunca camiye git!..

295

Bir miktar uyumak da hakkı insanın... Peygamber Efendimiz de uyurdu. Hattâ bir insanın tesbih çekerken uykusu çok gelse; biraz çekiyor, arada uyukluyor, yine bir çekiyor, yine uyukluyor... Namaz kılacak; uyukluyor, rekâtı şaşırıyor... "Öyle uykulu uykulu uğraşmasın, yatsın, dinlensin, ayıkken, uykusu yokken kılsın! Uykulu uykulu uğraşmasın!" diye tavsiye var.

Uyku da mazur görülebilecek bir şey, çalışma da şerefli, güzel bir şey, ibadetle geçen vakit en güzel bir şey... Bunun dışında ne yapabilir insan?..

Zamanı en kolay, en sevaplı geçirme şekillerinden birisi de zikrullahtır. Zamanı zikrullahla geçiren insan, en büyük mükâfatı alır. Hadis-i şeriflerden biliyoruz ki, bir insan hayırlı bir şey yaptı mı, bire on veriyor Allah...

(Elhasenetü biaşri emsâlihâ) "İyilik yapmanın mükâfaatı, en aşağı bire ondur." Bazan kul güzel yaparsa daha fazla veriyor, bire yetmiş veriyor. Meselâ, cuma namazı kılınan camide kılınan namaz elli misli sevaplıdır. Mahalle mescidinde kılınan namaz, bire yirmiyedidir. Bir kılıyor, yirmiyedi namaz kılmış gibi sevap alıyor.

296

Peygamber Efendimiz'in Medine-i Münevvere'deki mescidinde kılınan bir namaz bin mislidir. Bire bindir. Burda kıldığın namazla aynı vasıftaki bir namazı Medine'de kılsan, burdan bin misli fazladır. Neden... Orası Peygamber Efendimiz'in Mescid-i Saadeti... Şerefi fazla, bin misli... Peki, Kâbe'nin olduğu yerde, Mescid-i Haram'da kılsak, orası yüzbin misli...

Bir insan cihada para harcarsa, yediyüz misli... Çeçenlere yardım mı gönderdi, Boşna-Hersek'e hayır mı yaptı, malzeme mi gönderdi; bire yediyüzdür. Ama zikrullahın sevabı bire yetmişbindir. Zikrullahı âşikâre, duyulabilecek bir sesle yaparsa, bire yetmişbin...

Zikir üç şekilde yapılabilir:

1. Yüksek sesle yapılabilir, buna zikr-i cehrî denir.

2. Namazda içimizden sûreleri okuduğumuz gibi, fısıl fısıl yapılabilir, buna zikr-i hafî denir. İçinden, yavaşça, kendisi duyacak kadar bir sesle yapılan zikirdir.

3. Bir de zikr-i kalbî vardır. Hiç ağzından ses çıkmıyor, dudağı kıpırdamıyor, kulağını dayasa bile kimse ses duymaz; içinden Allah diyor. Bu kalbî yapılan zikrin sevabı, cehrî yapılan zikirden yetmiş kat daha fazladır. Yâni yetmişbinin yetmiş katı, dörtmilyon dokuzyüzbin mislidir zikrullahın mükâfaatı...

297

O halde zamanımızı, hattâ çalışırkenki zamanımızı mümkünse zikirle geçirmeliyiz. Peygamber Efendimiz'i sordular:

"--Hangi mücahidin sevabı daha çok?"

"--Mücahedesini yaparken zikreden daha üstündür." dedi.

Hah, şimdi anladık, dedelerimiz düşmana neden "Allah!.. Allah!.." diye hücum ediyormuş. Zikrederek cihadını yapıyor.

Aynı şekilde sordular:

"--Hangi oruçlunun orucu daha çok sevaplıdır?"

"--Zikrullahlı olan..."

"--Hangi hacının hacı daha makbuldür?"

"--Zikrullahlı olan..."

"--Hangi namaz kılanın namazı daha makbuldür?"

"--Zikrullahlı olan..."

Herhangi bir ibadet zikrullahlı ise, sevabı çok oluyor. Demek ki ibadettte de zikirli olabilir insan, işyerinde de zikirli olabilir. Diyorlar ki bizim büyüklerimiz:

298

"Eli kârda, gönlü yârda..."

Kâr kazanç mânâsına değil, iş demek... Hattâ sorarlar Farsçada:

--(Çe kâr miküni?) "Ne iş yapıyorsun?"

Biz kârı ticarette yapılan kazanç mânâsına alıyoruz. O mânâya değil, iş demek. Eli kârda, eli işte... Sanatkârsa, "Takka tukka... Takka tukka..." bakırı döğüyor, devam ediyor. Eli kârda, gönlü yârda... Kim bunun yârı?.. Allah... Yâni ne yapıyor, gönlünden "Allah... Allah..." diyor.

Böyle olabilir. Yürüdüğü zaman olabilir, oturduğu zaman olabilir, yattığı zaman olabilir. Peygamber Efendimiz yatarken dua ederdi, yattığı zaman dua ederdi, uyandığı zaman dua ederdi.

(Ellezîne yezkürûnallàhe kıyâmen ve kuden ve alâ cünûbihim) Ayakta, oturarak, yanına yaslanmış, uzanmış olduğu halde zikir yapılabilir.

Zikirsiz geçen zamana ahirette pişman olacaklar, niye o vakti zikirsiz geçirdik diye... Cennette de pişman olacaklar. Cennet ehli cennete girdiği zaman çok memnun olacak, bahtiyar olacak, mutlu olacak. Hattâ Allah-u Teàlâ Hazretleri soracak:

"--Gel kulum, cennetten memnun musun, verdiğim nimetlerden memnun musun?"

299

"--Nasıl memnun olmayayım yâ Rabbi? Her şey var, ne istesem oluyor."

"--Daha başka bir şey ister misin?"

"--Ne isteyeyim yâ Rabbi?.. Gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, hatıra hayale gelmeyen, anlatılsa da görmeden anlaşılmayan güzellikler var cennette..."

(Lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn) "Cennette korku yok, mahzun olmak da yok..." Bir şey var: Cennetteki insanlar da, dünyada iken zikirsiz geçirdikleri zamana hayıflanacaklar. Neden?.. Zikirle geçirdikleri zamanın mükâfaatının çok olduğunu gördükleri için...

Onun için tavsiye ediyorum. Yolda yürüyorsunuz, tramvay, otobüs neyse gidiyorsunuz. Yolda yürürken "Allah" de, "Lâ ilâhe illallah" de! Elinde tesbih var veya çanta var; tesbihli tesbihsiz "Allah" de, "Lâ ilâhe illallah" de, sevap kazan!

Çalışıyorsun... Ben bazı çalışanlar gördüm, Anadolu türkülerinden, şarkılardan bir türkü tutturuyor, kimisi ıslık çalıyor. Fırçayı duvara sürüyor, bir taraftan da ıslık çalıyor. Sen de Allah de!.. O onu yapıyor, sen de Allah de.... O ona bak, ücret de almayacak. Islık zaten şeytanın işi imiş, doğru bir şey değil... Ona ücret de almıyor. Sen Allah dedikçe sevap kazanacaksın.

300
301 ilâ 320. sayfalar