221 ilâ 240. sayfalar

--Yap şu günahı! İşle şu kabahati!..

--Yapmam!

--Neden yapmıyorsun?..

--Ben Allah'a inanıyorum, Allah'ın ahkâmına gönül vermişim, Kur'an'ına tâbîyim, Rasûlüne ittibâ ediyorum; yapar mıyım o senin dediğin şeyi? Yapmam!

Bak, teklif ediyor, teklifte kalıyor. Bu da işin güzel tarafı... İyi ki zorla yaptırmıyor, bir de ensemizden tutup zorla yaptırsaydı ne yapacaktık?.. O zaman daha fenâ olurdu. İyi ki şeytanın ve nefsin, bize zorla yaptırma gücü yok, iyi ki yok. Bu iyi tarafı, görünmemesi kötü tarafı...

--Peki şimdi, Allah neden böyle yaratmış? Her işinin hikmeti var, bu işte hikmet ne?..

İşte bu dünya dâr-ı imtihan olduğundan, burası imtihan yeri olduğundan Allah'ın imtihanı insanın karşısına böyle çıkıyor. Şeytan teklif ediyor, nefis teklif ediyor. İnsan düşünecek, kötü şeyi yapmayacak, iyi şeyi yapacak. Şeytan ve nefis kötülüğü emrettiğine göre, kötülüğü yap diyecek, iyiliği de yapma diyecek. Bazı insanlar fıkıh bilgilerini kötüye kullanırlar. Nasıl kullanır:

--Canım, işte bu sabahın köründe kalkma, kalktığın zaman abdest alır, kılarsın; öğleye kadar kılınıyor.

241

O zamana kadar kılındığını iyi ki öğrenmişsin. Bak bilgiyi kötüye kullanıyor.

--Peygamber SAS Efendimiz bazen başı açık namaz kılarmış.

İyi ki öğrenmişsin onu, bak sen...

--Peygamber SAS Efendimiz bazen bu sünnetleri kılmazmış.

Kılmadığının sebebi var ama, sen bu işi artık yol edinmişsin.

Adamın birisi geceleyin uyurken, sakalının üstünden fare geçmiş, o da gitmiş, sakalını kesmiş. "Yıkardın, ne diye sakalını kestin kökünden?" demişler. "Yol olur. Şimdi birisi geçti, alışırlar, yol olur." demiş.

Şimdi millet hadisten bir küçük tutamak yakaladı mı, yol ediniyor onu, adet ediniyor. Efendimiz'in adeti o değildi ki...

b. Sabah Namazından Sonra Zikir

Peygamber SAS Efendimiz sabah namazından sonra böyle mescidde oturmayı severdi. Eğer mühim bir iş yoksa, bir hasta ziyareti, bir cenazenin kaldırılması gibi mühim bir şey yoksa, ekseriyetle böyle otururdu. Biz ne yapıyoruz?.. Ekseriyetle oturmuyoruz. Bir uyumsuzluk var: Peygamber Efendimiz ekseriyetle otururdu, biz ekseriyetle oturmuyoruz.

Peygamber SAS Efendimiz, Tirmizî'nin rivayet ettiği hasen bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: "Kim sabah namazından sonra camide oturup, böyle güneş doğup da kerahat vakti çıkıncaya kadar hayırla, zikirle, ilimle, irfanla, Allah'ın rızasına uygun bir şekilde zamanını geçirir de, sonra kalkıp iki rekât namaz kılarsa, bir hac ve umre sevabı kazanır." buyuruyor.

242

Başka hadis-i şerifler var. Efendimiz'in adet-i seniyyesi böyle...

İnsan bu adetleri yapabildiği zaman yapmalı, yapamadığı zaman da, boynunu bükmeli: "Yâ Rabbi, yapmak istiyordum ama, seviyordum ama, ne yapayım ki BMV'de benim vardiyem şu saatte başlıyor. Ne yapayım, yapamıyorum, ancak böyle oluyor. Beni affet yâ Rabbi!.." demeli. Olur, Allah mâzereti kabul eder. İnsanın önce farzları yapması lâzım. Ötekiler için böyle bir mâzeret olduğu zaman, Allah-u Teàlâ Hazretleri kullarının mâzeretlerini, özürlerini kabul eder.

Ekseriyetle Efendimiz otururdu, zikrullahla vakit geçirirdi kendisi. Selef-i sâlihînimiz de böyle yapmışlardır.

Zikrullahla vakit geçirmek deyince, tabii zikrullahı izah etmek lâzım! Zikrullah deyince milletin hemen gözüne tesbih geliyor, tesbihi eline alıp "Allah... Allah..." demek sanıyor zikrullahı... Halbuki zikrullah, çok geniş anlamı olan bir kavramdır. Zikrin lügat mânâsı hatırlamak demek... Unutmamak, hatırında olmak demek... Zikrullah da, Allah'ı hatırlamak demek...

Hani bir insan Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni zikrettiği zaman, hatırında tutmuş oluyor da, hatırında tutmanın alâmeti oluyor da, onun için ona o isim verilmiş.

243

Fakat Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki: "Eğer sen Allah'a ibadet ve itaat halinde isen, Allah'ın emri üzere isen, Allah'ın buyruğunu tutmak durumunda isen, Allah'ı zikrediyorsun... Eğer Allah'a asi durumda isen, Allah'ın istemediği bir şeyi yapma halinde isen, ağzında lafı da olsa, elinde tesbihin de olsa, Allah'ı zikretmiyorsun demektir." diyor Peygamber Efendimiz.

Meselâ, bir adam içkili lokantaya gitmiş farz edelim; zayıf bir ihtimal ama, olmuyor da değil. Bir herif vardı öldü, onu anlattılar. Yanındaki arkadaşı anlattı. Bizim üniversitede memurdu o, onunla berabermiş de o anlattı. Bebek gazinosunda, içki masasında coşmuş, o ölen adam; kalkmış:

"--Aman yâ Rabbi!.. Aman yâ Rasûlallah!.. Aman yâ Hazret-i Hüseyin!.." diye bağırmış.

Yâ, o lafların yeri mi burası?.. Bebek'de, deniz kenarında gazinoya oturmuşsun, masanın üstünde rakı şişeleri duruyor, kafayı çekiyorsun, "Aman Allahım!" diyorsun... Bazı şarkıların içinde de var... Şimdi zikir mi oldu, Allah dedi diye?.. Hayır... Allah'ı isyan halinde, ağzından insanın "Allah... Allah..." sözü dökülse bile, zikir değildir. Neden?.. İsyanda... Allah hatırında olsaydı yapar mıydı o isyanı; o günahı, o haramı işler miydi?.. İşlemezdi.

244

Onun için, zikrin en geniş mânâsı Allah'ı hatırlayıp, Allah'a itaattir. En geniş anlamı bu...

--Hatırımda, tamam, aklımda...

Mâdem Allah aklında, o zaman Allah'ın sözünü tutsana!.. Allah aklında ama, Allah'ın sözünü dinlemiyorsun.

En geniş anlamı zikrin, Allah'a itaattir. Eğer bir adam elinde tesbih, kahvede oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, gıybet ediyorsa, zikretmiyor. Çeviriyor tesbihi ama, günah işliyor, Gıybet günah, haram... Elinde tesbih, ağzında gıybet; zikretmiyor. Günah yolunda, günah halinde, haram halinde zikir sayılmaz. Hem de daha büyük cezaya çarptırılır. Çünkü, Allah'la alay mı ediyorsun?.. Hem Allah'ın zikrini yapıyor, hem Allah'a asi...

c. İlim Öğrenmenin Sevabı

Zikrin en geniş anlamı itaat... Sonra, bütün dini ilimler zikirdir, içinde bir tek Allah kelâmı bulunmayan bir sayfa bile olsa... Ne ayet var, ne hadis var, ne Allah sözü var, ne Rasûlüllah sözü var... Fıkıh kitabının sayfasını açtık, bir sayfa çıktı. Olur mu böyle şey?.. Olur. Şimdi abdest almak için su lâzım değil mi?.. su lâzım. Hangi su ile abdest alınacak, hangi su ile alınmayacak?.. Hangi kuyludan abdes alınacak, hangi kuyudan alınmayacak?.. Kuyunun içine tavuk işerse ne olur?.. Havuzun içine pislik düşerse ne olur?.. Ne yapacağız şimdi; ben bu su ile abdest alabilir miyim, alamaz mıyım?..

245

Köpek geldi, şu sudan içti, bu suyun durumu ne?.. Köpekten, kediden, tavuktan, tavşandan, kuyudan, havuzdan bahsedip üç sayfa devam eder, suların durumunu anlatan fıkıh bölümü...

--Burda hiç bir şey yok hocam; ne ayet var, ne hadis var, ne lafza-i celâl var...

Olsun, Allah'ın dini ya, Allah'ın dinini, ibadetinin şartı olan abdest almanın malzemesini konuşuyorsun ya, onun için Allah'ı zikir oluyor.

Ferâiz ilmi... Falanca adam öldü, iki tane oğlu kaldı, dört tane kızı kaldı, bir de karısı var; bu malını nasıl bölecekler?.. Karısına sekizdebiri verilir de, geriye kalanın hisseleri, erkek evlatlara kızların iki misli olacak şekilde gelir de, şu kadar tarla falancaya gider de, bu kadar tarla falancaya gider... Bu dünya işi, malın taksimi... Olsun, ilm-i refâiz, mirasın teksimi ilmi çok önemli bir ilimdir.

Şimdi biz burda ilm-i ferâizi okumaya başlasaydık: "Bir adam öldü mü, geriye mirası kaldı mı, şöyle oldu mu, böyle oldu mu?" diye başlasaydık, ölümden, maldan, mülkten, paradan, puldan, mirastan, taksimden bahsetseydik, yine zikirdi. Neden?.. Allah'ın dininin bir ahkâmını öğrenmek çok kıymetli, çok sevaplı bir şeydir, o da zikrullahtır.

246

O bakımdan sabah namazından sonra, oturup bir kitap okusak, bir dinî kitabı sürsek, devam etsek; her sabah hocamız bir bölüm okusa, devam ettirsek, çok iyi olur. O da zikirdir. Neden?.. Böyle böyle dinimizi öğreniriz.

Şimdi bizim haftada bir hadis dersi oluyor. Ben Suud'a gittim, ordaki alimlerle tanıştım. Ama nasıl alim: Peygamber Efendimiz'in evlâdı, temiz, takvâ ehli, resmî vazife almamış, öyle mübarek bir insan. Evinde ders yapıyor. Nasıl ders yapıyor?.. Her akşam, akşam namazından sonra derse başlıyor.

Hah, işte böyle böyle birikir. Yoksa öyle, haftada bir, birazcık birazcık anlatmakla bu dînî bilgiler olmaz. Çok okumak lâzım, çok söylemek lâzım; kitaplar öyle öyle biter.

Diyor ki:

"--Kàdi İyaz'ın Şifâ-i Şerif'ini bitirdik."

Tabii biter. Ben bitiremem. Neden?.. Haftada birle olmaz bu iş... Çok okumakla olur, çok çok okuyarak olur, vakit ayırmakla olur.

Onun için her sabah bir bölüm açsak, okusak, zikir yapmış oluruz.

--Hocam elime tesbih alıp, kenara çekilip, boynumu büküp Allah desem mi iyi; yoksa, hoca efendi tefsirden bir aşir okuyor, fıkıhtan bir bölüm okuyor, ferâizden bir kısım okuyor; onu mu dinlesem daha iyi?..

247

İlim daha iyi, ilim öğrenmek daha iyi... Çünkü insan ilmi öğrendi mi, hem kendisini düzeltir, hem de başkasına faydalı olur. İlim daha iyi...

Şimdi bizim bu devrimizde... Hangi devirdeyiz biz?.. Ahir zamandayız. Yirminci Yüzyıl, modern çağ, hepsi hikâye; ahir zamandayız. Bizim bu zamanın insanları câhil, muazzam derecede câhil... İstanbul'da şimdi Mahmud Hoca'nın otuz tane Kur'an kursunu kapatmışlar. Millî Güvenlik Kurulu istedi ya, ruhsatsız Kur'an kursları kapatılacak diye.

--Ne oluyor burda yâ?..

--Kur'an öğretiliyor.

--E niye kapatıyorsun, battı mı sana?.. Senin bunlarla ne işin var; öğrenen razı, öğreten razı, tüccarlar parasını çıkartmış, binasını yapmış, masraf etmiş, devletten bir şey almıyor; sana ne?..

Lâiklik elden gidiyor diye işaret oldu, hükümete baskı oldu, müfettişler saçıldılar, yayıldılar. İstanbul'da şimdi Mahmud Hocaefendi'nin otuz tane kursu kapatılmış, dün akşam aldığım haber bu...

Câhil... Kim câhil?.. Devleti yönetenler câhil, bu kararı çıkartanlar câhil!.. Allah'ın kitabı öğretilince büyük sevaplar kazanılıyor. Onun için Yirminci Yüzyıl'ın sonunda, insanların havalarda uçtukları, denizlerin dibinde gezdikleri zamanda, çok câhilce işler yapılıyor. Diskotek serbest... Diskotekler kapatılacak diye bir karar çıkmıyor Millî Güvenlik Kurulu'ndan... Diskotekler serbest, ama Kur'an kursları denetim altında...

248

Orak-çekiçli yürüyüş yapanlar serbest, polis onlara dokunmuyor. Bir de şimdi polisi korkuttular; polis cop kullanamıyor, sertlik yapamıyor, adamı sürükleyemiyor... Dün akşam da polisin sertliklerinin aleyhinde bir program vardı. Emniyet genel müdürü, "Artık biz yumuşadık, tatlılaştık, gerekmedikçe sertlik yapmayacağız." diyordu.

Alman polisi de sertlik yapar. Sen polise sertleşirsen, polis sertleşir. Sen kanunlara uyarsan, o zaman sana bir şey yapmaz. Dünyanın her yerinde bu böyle ama, sanki Türkiye'de polisin hırsızı yakalaması suç... "Çek elini üstümden, dokunma bakayım! Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı haysiyetli bir hırsızım, dokunamazsın bana!.. Sonra söylerim haa..." diyecek nerdeyse...

Şimdi hırsız, hain, zalim, suçlu kabadayı; polis korkuyor, ödü patlıyor. Polisler mahkûm oluyor şimdi, acaib şey...

Büyük câhillik var... Günahlar işleniyor; sevap işleyenler, sakallılar vatan haini sayılıyor. Bundan sonra başörtülüler garnizonlara sokulmayacak... Başörtüsüne ne karışıyorsun sen, nedir alıp veremediğin?.. Senin anan, senin nenen başörtülü değil miydi?.. Başörtülüydü. E şimdi bundan ne istiyorsun?..

249

İnsanların durumuna göre yapılan ibadetin sevabı değişir. Câhilliğin çok yaygın olduğu bu devirde ilim öğrenmek daha sevap... İlmi öğrenmek, öğretmek, anlatmak, yaymak, sevdirmek, İslâm'a göre insanları ikaz etmek, uyandırmak daha sevap... Onun için gece gündüz durmayıp çalışmamız lâzım!..

Bunun gibi sıkı devirler oldu, daha önceki zamanlarda... O zaman alimler, evlerinde ders verdiler, sahur vakitlerinde ders verdiler.

"--Hocam, benim sahur vaktinde vaktim müsait oluyor, bana ders verir misin?.."

"--Olur, hay hay, buyur!" diyorlardı.

Sahur vaktinde adamın evine gidiyorlardı, Herkesin mışıl mışıl uyuduğu zamanda, ders veriyordu. Allah razı olsun, nur içinde yatsınlar, makamları a'lâ olsun...

Onun için ilim çok kıymetlidir.

Tabii, lokantanın yemekhane kısmına gidip de, yemeklerin tadına bakmakla, biraz almakla insanın karnı doymaz. İlmi doğru düzgün öğrenmek lâzım, bir kitabı takib etmek lâzım!.. Bir kitap takib etmeyince, bir kitap bitirmeyince olmaz. Bir üstadın kitabını, bir alimin kitabını baştan sona bitirmek lâzım!.. Baştan sona bitirilmeyince, o kitap hakkında güzel bir fikir hasıl olmaz.

250

Bizim Türkiye'deki dînî eğitimin sakat taraflarından birisi de budur. Ben İlâhiyat Fakültesi'nden emekli bir profesörüm. Her ilimden bir çeşni; tatlıymış, bu da tatlıymış, bu da tatlıymış... Talebe hepsinin tadına bakar, hiç birisini bilmez. Ne ilm-i kelâmı tam bilir, ne ilm-i hadisi tam bilir, ne ilm-i tefsiri bilir, ne Kur'an'ı tam bilir, ne fıkhı tam bilir... Mezun olur, hiç bir şeyi bilmez!

--Ama hepsini okudu.

Öyle yağma yok, böyle ilim olmaz, böyle tahsil olmaz.

--Nasıl olur hocam, nasılmış eskiden?..

Eskiden oturuyormuş, bir hocadan bir ilmin derslerini takib edip, takib edip icâzet alıyormuş. O hususta mütehassıs oluyormuş, tamamını okuyormuş.

Tamamı okunmayan bir ilmin, kıyıdan köşeden biraz okunmasıyla o ilme sahip olunmadığı için; bugün adamın ünvanı yüksek; prof, dr, bilmem ne, üniversitede dekan, rektör... filân diye isimleri oluyor, ama abuk sabuk şeyler söylüyor. Yâni ayete aykırı, hadise aykırı şeyler söylüyor. Bazen de fırak-ı dàllenin veya ehl-i sünnet dışı fırkaların fikirlerini pat diye ortaya atıyor, bu böyle olmalı diyor.

251

--Neden öyle olmalı beyim?

--Bana göre böyle...

--Sen kimsin yâ?.. Sen kim oluyorsun?..

Kur'an-ı Kerim'i önündeki harekeli metinden doğru dürüst okuyamamış adam, bugün üniversitede tefsir profesörü... Doçentlik deneme dersinde, tefsir kürsüsünden, önündeki Kur'an-ı Kerim'in ayetini yanlış okuyor. Harekeli... Olur mu öyle şey, tefsir kürsüsü bu; hafız olması lâzım, su gibi bilmesi lâzım!.. Harekeli Kur'an-ı Kerim ayetini, mânâyı kaybedecek şekilde yanlış okuyor. Öyle şey olmaz ki...

Profesör... Senin profesörlüğün, senin ilmin sana kalsın, senden bana bir fayda gelmez. Nitekim, gelmiyor, talebe yaka silkiyor. Bilmiyor ki...

Yâni, aziz ve muhterem kardeşlerim, bir ilmi öğrenmek istiyorsanız, peşine düşün, muntazam okuyun! Muntazam bir kitabı, bir üstadın kitabını devirin, hatmedin, bitirin ki, o ilim hakkında bir bilginiz olsun, size de birisi bir icazet versin. İcâzet vermek ne demek: "Tamam, bu ilmi bu arkadaş hazmetti, ben buna şahidim." demek... Öyle yarım yamalak, çeşni tatmak şeklinde olmaz.

252

Hiç olmamasından bu da iyidir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

"--Ya alim ol, ya müteallim ol, ya da müstemi' ol!"

Müstemi' dinleyen demek... Yâni burda alim talebeye ders anlatıyor, o da kendisi orda dinliyor; tamam, o da sevap... Demek ki talebelik yapacak durumda da değil, kafası almıyor, aklı yetmiyor, bilgisi müsait değil... Çünkü, talebe olmak için bile bazı ilimlerde seviye lâzım, belli bir seviyeyi tutturmak lâzım! O seviyeyi tutturamadığı için dinliyor.

Hattâ muhib olmak, yâni ilmi, alimi, talebeyi sevmek; o bile sevap... Ama tabii daha güzeli, ilmi usûlüyle, hakkıyla öğrenmek. Çünkü, ilimden maksad da ayaklı kütüphane olmak değil, kafasına bilgileri yerleştirmek değil; ilimden maksad, ilmiyle âmil olmaktır.

(Lâ tekûnû âlimen hattâ ta'mele bimâ alimte) "Bildiğini uygulamadıkça kıymeti yok; alim de sayılmazsın, sevap da alamazsın." Bildiğini uygulayacaksın, bu şart... Uygulayıp da iyi müslüman olmak şart olduğundan, bir bilgiyi tam öğrenmek lâzım, köklü öğrenmek lâzım, etraflı öğrenmek lâzım! Onun için de ilme devam etmek lâzım, ilim yolunda yürümek lâzım!

253

Evinizde de bunu yapabilirsiniz. Bir kitabı alın, elinize kalemini alın, acele etmeyin, durun, nefes alın, sakin sakin bir kitabı bitirin!

İzmir'de geziyordum, bizim Elvanköy'e gitmiştim... Elvanköy, bizim arkadaşların tuttuğu, deniz kenarında bir sahil tesisi. Orda hep müslümanlar dinleniyorlardı. Bekçisi var orda, şarktan gelmiş, Diyarbakırlı bir bekçi... Cebinde bir kitap var, cebin üst kısmından görünüyor ucu... Dedim:

"--Aferim, bekçiliğini boşa geçirmiyorsun, bir kitap okuyorsun. Göreyim bakayım!" dedim.

En son basılan bir eser, onu okuyor. Baktım, yüksek bir eser... İçindeki kelimeleri herkes bilemez, içindeki mevzular ince mevzular, herkes anlayamaz. İran'daki şiîlerin inançlarını ve mantıklarını tenkid eden, İranlı bir kişinin yazdığı bir eser... Tenkid ediyor, kendi kendisini tenkid ediyor.

Adam Türkiye'yi bitirmiş, İran'la ilgili bir kitap okuyor. Çağdaş yayınlardan, aydın insanların okudukları eserleri neşreden bir yayınevinin kitabı. Böyle yayınevleri var, çok yeni kitapları hemen tercüme ediyorlar, yayınlıyorlar. Taze bir kitap yâni, onu okuyor. Şaşırdım:

254

"--Sen bunu anlayabiliyor musun?" dedim.

İçinden bir iki kelime sordum, anlıyor. "Allah Allah, dağ başında bekçi, okuduğu kitaba bak!" dedim, şaşırdım.

Dedim:

"--Sana ne İran'dan, sen Türkiye'desin. Bunları okuyacağına, dînî konulara meraklı isen, meselâ İhyâ-u Ulûm'u oku!" dedim.

"--Okudum." dedi.

Sonra bana bir defter getirdi. Kocaman bir defter, bir parmak kalınlığında bir defter... Hangi ilimlerden hangi kitapları okuduğunun isimlerini yazmış, mübalağasız yüzlerce kitap... Mâşâallah, benim ağzım açık kaldı, şaşırdım, küçük dilimi yutacaktım. Baktım, tasavvuftan şunları şunları okumuş... Fıkıhtan şunları şunları okumuş, tefsirden şunları şunları okumuş... Yüzüne baksan, boyuna posuna baksan, bir şeye benzetmezsin adamı.

Okuyan yol alıyor, yükseliyor, sevapları kazanıyor. Okumayan da bir şeyler yapıyor ama, yaptığı işler de Allah'ın rızasına uygun değilse, ne olacak?..

(Ve kadimnâ ilâ mâ amilû min amelin fecealnâhü hebâen mensûrâ) İşleyip de, bir de işlediği hebâen mensûrâ olursa, hiç işe yaramazsa çok fenâ... Çünkü, insan o kadar gàfil ve câhil kimselerle karşılaşıyor ki...

255

Hacı Bayram Camii'nde vaiz çıkmış, bizim Türkiye'de eski devirlerdeki dine yapılan baskıları anlatmış: "Kur'an-ı Kerim'ler toplatıldı, yakıldı, okutulmadı. Kur'an öğreten hocalar hapsedildi, şöyle baskı oldu, böyle zulüm oldu. Dinsiz, komünist bir nesil yetiştirildi. Köy enstitülerinde şöyle oldu, böyle oldu..." filân diye vaazda coşmuş, bunları söylemiş.

Cemaat memnun olmuş mu?.. Cemaat bir sürü kalabalık, içinde her çeşidi var; bazısı memnun olmuş, bazısı memnun olmamış. Cuma namazı... Cuma namazından çıkmışlar. Memnun olmayanlardan bir tanesi, suratı ekşi:

"--Yâ ne biçim vaiz, böyle nelerden bahsetti." demiş.

Ötekisi de demiş ki:

"--E, yalan mı söyledi, haklı değil mi? Aynı köyde beraber yetiştik, bu söylenilen zulümler olmadı mı?.. İnönü zamanında bunlar böyle yapılmadı mı?"

"--Sus, sen İnönü'yü ağzına alma, ben onu çok seviyorum. Ben onun için cehenneme bile giderim, sen onun aleyhinde konuşma!" demiş.

Kur'an-ı Kerim ne buyuruyor:

(Velev alâ enfüsiküm evil-vâlideyni vel-akrabîn) "Adaletten ayrılma; o kadar sağlam adaletli, hakkaniyetli insan ol ki, kendinin aleyhinde bile olsa, ana babanın aleyhinde bile olsa, akrabanın aleyhinde bile olsa hak sözü söyle, doğruyu söyle!" diyor. Ben falanca için cehenneme giderim değil, senin kendinin aleyhinde, ana babanın aleyhinde bile olsa, hakkı söyle diyor Kur'an-ı Kerim... Adaletten ayrılma diyor. Adalet bu kadar önemli!

256

Sen onun için cehenneme gireceksen, Hacıbayram Camii'nde cuma kılmağa niye geldin be adam?.. Mâdem cehennemden bu kadar korkmuyorsun, mâdem onun için cehenneme gideceksin, gitmeğe razısın... Çünkü, o lafı söyler söylemez insan mahvolur. Oyuncak değil o...

Hem adamın yanlışlıkları gerçek, hem de onun için cehenneme gidiyor. Kimse kimsenin hatırı için cehenneme gitmez. Öyle şey olur mu?.. Allah'ın sevmediği işleri yapan bir kimsenin hatırı için cehenneme gidilir mi, gitmeğe razı olunur mu?.. Yâni korkunç bir acaiblik var, böyle abuk sabuk düşünenler var.

Onun için, işlediği ameller de hebâ olanlar var. Öyle bir laf söyler, benim inancım şu ki der; hadiii, cehennemin yetmiş yıllık uçurumuna gitti. Neden?.. Öyle bir laf söyledi ki, küfür... Elfaz-ı küfür insanı imandan çıkartır, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû" diyen bir insan bile olsa...

Elfâz-ı küfür var, sıralamışlardır alimlerimiz. İnsan hangi sözü söylerse, ben müslümanım diye tepindiği halde imandan çıkar da küfre düşer diye söylemişler. Meselâ bir insan dese ki:

257

"--Ben o ayeti kabul etmiyorum. Kur'an'ın bütün ayetlerini kabul ediyorum da, onu kabul etmiyorum."

Kâfir oldu.

"--Ya ben 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden rasûlüllah' dedim...

Kâfir oldun sen, kâfir oldun! Kur'an-ı Kerim'in bir ayetini kabul etmemekle kâfir olur insan.

"--Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde şöyle buyurmuş."

"--Benim aklım öyle şeye ermez, ben onu kabul edemem."

"--Yâhu sahih hadis, Buhârî'de var..."

"--Ben kabul edemem."

Kâfir oldun! Ben kabul edemem diyen kâfir olur. Sahih olduğu halde, "Ben ona Yirminci Yüzyıl'da inanmıyorum, olmaz böyle şey, kabul etmiyorum!" diyen kâfir olur.

Onun için, Allah akıl fikir versin, insanın işledikleri ameller boşa gider. Amellerin makbul olmasının şartları vardır, şartlarını bilmek lâzım!.. İnsan o zaman sevap kazanır.

Öyle bir asırda yaşıyoruz ki, sanki çok dalgalı bir okyanusta sala tutunmuş insanlar gibiyiz. Ortalıkta kara filân da görünmüyor, hava da estikçe esiyor. Öyle dalgalı, fırtınalı bir deryada çırpınıyoruz. Allah bizim akıbetimizi hayr eylesin... İmanımızı kuvvetli eylesin... Tevfikını bizlere refik eylesin... Gözümüzden perdeleri kaldırsın, gönüllerimizi nurlandırsın... Hakkı hak olarak görmeyi nasib eylesin, uymayı nasib eylesin... Bâtılı bâtıl olarak görüp ondan korunmayı nasib etsin...

258

Çünkü hakkı hak görmek çok zor... Gazetelere bakarsan; "On tane gazete alıyorum Hocam, benim param var, pulum var." diyor, on tane gazete alıyor. Şöyle bakıyorum gazetelerine; bunların hepsini toplasan bir gazete etmez! Hepsi zaten aynı firmanın gazetesi. Tröst, basın tröstü; hepsi aynı adamın... Evirip çevirip aynı lafları başka başka zümrelere yutturuyor. Sen bunu değil de, bir bundan al, bir de Akit gazetesini al bakalım, bir de falancayı al... Hiç olmazsa, iki tarafın fikrini al!

Askerî okullara Cumhuriyet gazetesinden başkasını sokmuyorlarmış. Hapı yuttu asker, hapı yutar. Neden?.. Cumhuriyet gazetesinin hâli mâlûm, neşredenleri mâlûm... Onu okudukça, dinledikçe, tamâmen yanlış bir istikamete gider.

--Canım işte herkes benim gibi düşünüyor... Okullarda da böyle okuduk, radyo da böyle söylüyor, televizyon da böyle söylüyor...

Hepsi aldatmaca, hepsi yalan, hepsi yanlış! Doğru bu taraf, orası çıkmaz yol... Anlamak zorlaştı, onun için Allah yardımcımız olsun...

Allah tevfikını refîk etsin, yolunda dâim etsin... Böyle haramlara bulaştırmasın, elfâz-ı küfre götürecek laflar söylettirmesin, yalan işler yaptırtmasın... Amellerimizi boşa çıkarttırmasın, boşuna zahmet haline getirtmesin...

259

"Nice insan vardır, oruç tutar; akşama aç ve susuz kalmaktan başka kârı yok... Nice insan vardır, kalkar gece namaz kılar; yorgun kalmaktan, uykusuz durmaktan başka bir faydası yoktur." durumuna düşürmesin...

Onun için şuurlu müslüman, alim, ârif, kâmil müslüman olmak lâzım!..

Allah-u Teàlâ Hazretleri dualarımızı lütfuyla, keremiyle, ism-i a'zamı hürmetine, esmâ-i hüsnâsı hürmetine kabul eylesin... Habîb-i Edîb'i hürmetine kabul eylesin... Bizi sevdiği kul eylesin... Huzuruna sevdiği kul olarak varmağa muvaffak eylesin... Cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin... Peygamber-i Zîşânımız'a Firdevs-i A'lâ'da komşu eylesin...

Bi-hürmeti esrârı sûretil-fâtihah!..

16. 03. 1997 - Münih / ALMANYA

260
261 ilâ 280. sayfalar